AĞLATAN KİTAP
Geçenlerde vatan partisi il yönetimi olarak Tomarza'dan dönüyorduk.
Arabada 3 kişiydik; ben, Oktay Yıldırım ve İlhami Kip. Vakit geç oldu,
karanlığa kaldık. Zifiri bir karanlıkta yol alıyorduk. Yol boyunca
tenha, ölgün ışıklar içindeki köylerden geçiyorduk. Söz, köy
çocuklarının eğitimine geldi. İlhami Kip bir eğitimci olarak bu
çocukların eğitimi için neler yaptığını anlattı, takdirle dinledik. Onu
bu çalışmalarından dolayı kutlayınca tevazu içinde benim yaptıklarım
Sıdıka Avar'ın yaptıklarının yanında çok önemsiz kalır dedi.
İlhami Kip Sıdıka Avar'ı büyük bir övgü ile anlatınca ona dedim ki:
“Ben Tunceli’nin Çemişgezek ilçesinde doğdum Çocukluğum Çemişgezek,
Hozat ve Elazığ’da geçti. Sıdıka Avar Anneannemin Çemişgezek’teki evine
de gelmiş. Anneannem onu birkaç gün evinde ağırlamış. Ona katır temin
etmiş. Sıdıka Avar Çemişgezek’in köylerini dolaşmış ve ailesinin rızası
ile yanına aldığı kızları eve getirmiş ve anneannem ile birlikte onların
bitlerini temizlemişler, yıkamış, giydirmişler. Sonra Sıdıka Avar
kızları Elazığ’daki okula götürmüş.”
Ben böyle anlatınca İlhami Kip “bende onun hatıralarını yazdığı Dağ
Çiçeklerim isimli kitabı var, onu size hediye edeyim” dedi. Çok mutlu
oldum.
Kitabı ertesi günü aldım ve eve gider gitmez okumaya başladım. Okudukça elimde olmadan aktı, durdu gözyaşlarım.
“Dağ Çiçeklerim” fedakârlık dolu, hüzün dolu, acı dolu; 1930-1940’lı
yılların Elâzığ’ını, Tunceli’sini, Bingöl’ünü anlatıyor. Sıdıka Avar, bu
illerin köylerindeki, mezralarındaki geri bırakılmış, sömürülmüş,
yokluğa, sefalete mahkûm edilmiş insanlarını özellikle de kızları
anlattıkça gözümün önüne çocukluğumda yaşadığım Çemişgezek, Hozat
geliyor. Ve durmuyor gözlerim.
Türkçe’nin Önemi
Sıdıka
Avar Elazığ Kız Enstitüsünde ve Elazığ Kız Öğretmen okulunda
öğretmenlik ve yöneticilik yapmış. 20 Sene boyunca “dağ çiçeklerim”
dediği köylü kızları topluma kazandırmak ve Cumhuriyet’in birer aydın
vatandaşı yapmak için çok büyük mücadeleler vermiş. Tam bir Cumhuriyet
aydını ve Mustafa Kemal’in askeri olarak çalışmış bir efsane kadın.
Kitabın başında eğitim programından bahsediyor ve Türkçe derslerinin önemini şu sözlerle vurguluyor:
“Atatürk, bu dağ köylerinde bütün yoksunlukların Türkçe bilmemekten
ileri geldiğini söylemiş, bunu isyan sebeplerinden biri olarak görmüştü.
Onun için Türkçe'nin bu köylere “ana” ile sokulmasını arzu etmişti. Bu
en köklü eğitimdi.”
Kızımana
Sıdıka Avar
“dağ çiçeklerim” dediği kızların sadece öğretmenleri değil, aynı zamanda
anaları olmuştu. Onlara “kızımana...” diye hitap etmiş ve bir anne
şefkati ile onlara sarılmıştı. Sadece Türkçe öğretmemiş, bilimin ve
uygarlığın ışığı ile aydınlatmıştı.
O yıllarda Elazığ, Tunceli ve Bingöl köyleri sefaleti ve yokluğu
yaşıyor. İnsanlar aç, hastalıklı ve perişan durumda. Yaşadıkları ev
kerpiçten yapılmış, tek bir göz; penceresi bile bazen yok. Yokluğu
yaşamalarına rağmen eldekilerini ya gelip ağanın adamları alıyor ya da
kendileri götürüp şeyhe, şıha teslim ediyor. Kızların durumu ise çok
daha kötü. Zaza ve Kürt köylerindekiler Türkçe bilmiyor. Yiyecekleri
yok, giyecekleri yok; var olan ise, sefalet, hastalık, zulüm ve sömürü.
Köy Enstitülerindeki Genç Prometeler
O
zamanki köylerin ve oralarda yaşayan insanların halini Sıdıka Avar
şöyle anlatıyor ve köy enstitülerine de atıf yapıyor. Erkek çocukların
da bu okullara gitmesini istediğini yazıyor:
“Dolaştığım geniş doğu köylerinin insanları kerpiç evlerin içinde
kapkaranlık bir dünyaya gözlerini açıyor, bugünkü yaşantıdan habersiz,
bir karış ötedeki dünyayı tanımada yavrulayıp göçüyorlardı. Bu geniş
cehalet deryasında bizim okul bir ışık zerresi bile değildi. Kerpiç
evlerin karanlığını aydınlatacak nuru taşıyacak, cehaletle savaşacak
olan genç Prometeler asıl bu enstitülerdi. Köy enstitülerini tanımam
benim bu savaşta imanımı pekiştirdi. Bundan sonra köy köy dolaştıkça,
erkek çocuklara köy enstitülerini tanıtmaya çalıştım.”
Cehaletten Önce Bitle Mücadele
Sıdıka
Avar, bazen yaya, bazen katır sırtında, bazen de hurda bir kamyonun
arkasında köylere, mezralara giderek erkek çocuklara köy enstitülerini
önerirken, kızları da ailesinden alıp, Elazığ’daki kız enstitüsüne
getirmeye çalışıyor. Yollarda aç kalıyor, donma tehlikesi atlatıyor,
köylülerin kötü muamelesine maruz kalıyor ama asla yılmıyor. Günlerce
ağzından bir lokma girmediği oluyor. Tunceli ve Bingöl’ün dağlarında,
sonbaharın ayazında, açık havada bir battaniye ile gecelediği oluyor.
Kızları Enstitüye getirince önce yıkayıp temizliyor. Bitlerini kendi elleri ile ayıklıyor. Onları giydiriyor, doyuruyor.
Kitaptan bir pasaj:
“Yatılıya 12 yeni öğrenci gelmişti. Birisi ta İresi’nin bir mezrasından
katırcılara teslim edilip gönderilmişti. Üstü başı o kadar yırtık
pırtıktı ki, şalvarının dizden yukarı kalan paçavralarının önüne
toplayarak örtünmeye çalışıyordu. Her durduğumuz yerde çömelip
büzülüyordu…
…Yanına çömeldim, önlüğü göstererek üstündeki pırtıları çıkarmak
istedim. Elinin tersiyle elime vurdu ve bağıra bağıra ağlamaya başladı.
Çare yoktu, paçavralarının üstüne önlüğü geçiriverdim. Başını kaldırıp
bana bakınca şefkatle gülerek omuzuna “Kızımana...” diye okşadım.
Gözyaşları yanaklarında parlayarak susup gülümsedi ve kendiliğinden
kollarını soktu.
Saçları karşısında ürktüm. Saçları kıvırcıktı. Her telinde sıralanmış
binlerce sirke saçlarını adeta kırlaştırmış gibi gösteriyordu. Bitler
görüp çıkıyor, dolaşıp geziniyorlardı.
Başını zeytinyağı ile yağladık. Büyük leğeni yarısına kadar su ile
doldurarak önüne koyduk. Rahatları kaçan bitler leğene düşüyorlardı.
Seyrek tarakla taranınca dişler bitle doluyordu. Birkaçı da hademenin
eline çıkınca ben “ben yapamam”, diye tarağı atıp kalktı ve öğürmeye
başladı. Çaresiz kolları sıvadım, kızlar tarağı elimden almak
istedilerse de vermedim. Çünkü onları temizlemek de bana düşecekti.”
Beser isimli bu kız, 4 yıllık eğitimin sonunda Akçadağ Köy Enstitüsüne gitmiş ve eğitimine orada devam etmiş.
Sıdıka Avar Beser gibi yüzlerce kızı eğitmiş. Bu kızların bir kısmı
eğitime devam edip öğretmen olmuş bazıları da köyüne dönüp
öğrendiklerini orada uygulamış.
Türk Millet Olmak
Sıdıka
Avar bir gün kızları toplamış ve Ankara’ya götürmüş. Trenle önce
Sivas’tan daha sonra Kayseri’den geçip Ankara’ya ulaşmışlar. Yolda göz
alabildiğine ovaları, köyleri, kasabaları gördükçe hayran kalmışlar.
Kendi aralarında “Bizden küçük çok, bizden büyük olan da var ama
mertlikte, yiğitlikte bizim Türk Milleti kadar büyük yok” diye
konuşuyorlarmış.
Ankara’ya geldiklerinde hep beraber “Ankara Ankara güzel Ankara” diye
marş söylemişler. Tunceli’nin, Elazığ’ın, Bingöl’ün Zaza ve Kürt kızları
Türklükleri ile övünüyorlarmış. İşte Atatürk’ün “Ne mutlu Türk diyene”
ifadesi ile anlatmak istediği de buydu…
Dönüşte çocuklar dert yanıyormuş: “Allah bizi niye böyle dağa taşa atmış, biz n’ettik ona?
Avar’dan Vaz Geçilmez
Sıdıka
Avar kısa bir süre Tokat’ta görevlendirilir. Oraya gittiğinde
kızlarından mektuplar alır. Öğrendikleri Türkçe ile mani yazanlar da
olur. Sevgilerini şöyle dile getirirler:
Yılan yollar yamandır
Yad ellerse yabandır
Yitirdim Avarımı
Yarenliğim amandır
Gurbet rengi karadan
İçim gülmez yaradan
Avar sana emanet
Hey sevgili yaradan
Tokat’tan tekrar Elazığ’a döner ve Kız Enstitüsü Müdür olarak görevine devam eder. Yüzlerce kıza hayat verir.
1954 yılına kadar Elazığ’da görev yapan Avar, bu tarihte Başta vali
olmak üzere yerel yöneticilerle anlaşamadığı için Ankara Kız Teknik
Öğretmen Okulu’na tayini çıkarılır ve Elazığ’dan ayrılır.
Elazığ’dan ayrılmadan önce tayini durdurmak için uğraşır. MEB’ndan daha
ne kadar Elazığ’da kalmak istediğini sorarlar. Ağlaya ağlaya cevap
verir: “Ölünceye kadar”.
Ankara’ya gidince “dağ çiçekleri” ona mektuplar yazar. Onlardan birisi şöyle:
“Siz gideli gitmeyeli hep neşemiz kaçtı ve sizinle beraber geldi. Sizden
sonra hep ağlayıp sizi her yerde arıyorduk. Aman ne yazık yatılıya ki,
sizi göremez. Sizden başka kimiz var ki, siz olmazsanız bu okulu kim
idare eder ve siz bizim bütün dertlerimizi dinliyordunuz anneciğim.
Sizin emeğiniz ben de çoktur onun için hiç hatırımdan çıkmıyorsunuz.
Gönderdiğiniz hediyeleri aldık ama ne ki siz yanımızda yoksunuz.
Lale sümbül biçilmez
Soğuk sular içilmez
Okuldan vaz geçilir
Avar’dan vaz geçilmez
Emeklerim Helal Olsun
Sıdıka Avar’ın kızlarına ve yöre halkına gönderdiği son mesaj da şöyledir:
“Ey benim Mastarların, Hazarların, Gölcüklerim Muratların ülkesi Elazığ,
ey bağlarında tat, dağlarında buzlu sular kaynayan yeşil Uluovaların
evlatları, Tunceli ve Bingöl’ün göklerle yarışan çetin dağları, boynuna
bin bir haşeratın kemirdiği boynu bükük ormanları, ey dar zümrüt
vadilerin çileli yiğit çobanları ve mert insanları…
Ey saadetiniz sevinç, dertlerinize göz yaşı kattığım vefalı kızlarım, biçare bacılarım!.
Uğrunuza serdiğim 20 senemin kahırları, dertler, cefaları ananızın ak sütü gibi helal olsun!
Kalbimde sizin için burcu burcu tüten saadet ve bereket dilekleri köyünüze, kömünüze rahmet gibi yağsın ve mesut olun.”
Bir cumhuriyet aydınının adanmışlığına bakınız!
Ey
Türk Milleti’nin kahraman evladı! Hatıralarını gözyaşları içinde
okudum. Bir Türk vatandaşı ve Tunceli’nin bir evladı olarak sana minnet
ve şükranlarımı sunuyorum. Cumhuriyetin aydınlığını Elazığ’ın,
Tunceli’nin, Bingöl’ün köylerine taşıdın. Senin yaktığın meşale ebediyen
yanacak ve bu yöreleri aydınlatmaya devam edecektir.
Ruhun şad olsun, nur içinde yat.
Prof. Dr. Eyüp S. Karakaş
30 Aralık 2015 Çarşamba
28 Aralık 2015 Pazartesi
HAİNLİKTE SON PERDE
Demirtaş denen hain adam Diyarbakır’da alenen Türkiye Cumhuriyetini yıkacaklarını iddia etmiş. Bu pervasız iddianın sahibine sesleniyorum.
Ey Demirtaş,
Sen kendi sonunu hazırladın. Türkiye Cumhuriyetine kefen biçenlerin kefenini diken çok olur. Bunu asla unutma.
Sen dua et Türkiye’de idam cezası kaldırıldı, yoksa senin sonun yağlı bir urgan olurdu. Unvanının başında “Cumhuriyet” ibaresi bulanan savcılar ve Türk milleti adına karar verenler hâkimler seni gitmen gereken zindana yakında gönderecekler, hazır ol.
Sen kime güveniyorsun? Milletvekili oldun diye dokunulmazlık zırhı seni koruyacak mı sanıyorsun. Yoksa seni Sevr’i gerçekleştirmek için görevlendiren ve besleyen emperyalist abilerine mi güveniyorsun?
Sen Mustafa Kemal’i nasıl unuttun? Bu ülkede Ata’sından birinci görev olarak Türk Cumhuriyetini ve Türk İstiklalini sonsuzluğa kadar koruma ve kollama görevini üstlenmiş milyonlarca Mustafa Kemal’in askerini nasıl unuttun?
PKK denilen katil sürüsüne güveniyorsan, şunu bil ki, kahraman ordumuz bu hainlerin kökünü kazımaktadır. Sonları gelmiştir. Sıra Kandil’deki lider kadrosuna da gelecektir. Onları ya canlı, ya da cansız yakında Türkiye’de göreceksin.
Şunu sen de bil, tüm dünya da bilsin. Türkiye Cumhuriyeti etnik kimliği ne olursa olsun Türk Milleti adı altında birleşen Türkiye halkının müşterek devletidir. Bu millet bağımsızlığının, özgürlüğünün ve onurunun garantisi olan milli devletini sonsuzluğa kadar yaşatacaktır. Bunun için yemin etmiş ve kellesini koltuğuna almış milyonlarca yurtsever vardır. Senin piçlerin bu güç karşısında yok olmaya mahkûmdur.
Cumhuriyetimizi kuran parti olan CHP’nin genel başkan yardımcısının Demirtaş’ın önerilerinin TBMM’de görüşülebileceğini söylemesi ise en azından bir gafletin ifadesidir. Yazıklar olsun bu CHP’ye.
Bütün bunlar 2002 yılından bu yana AKP iktidarının uyguladığı, adına zaman zaman “açılım”, zaman zaman “çözüm” süreci dediği uygulamalarının sonucudur. 24 Temmuz’dan bu yana PKK’ ya karşı başlatılan ve tüm kararlılığı ile devam eden mücadele AKP’yi aklamaz. Eninde sonunda bu iktidar ve sorumlular Türk adaleti önünde hesap vereceklerdir.
Türkiye Cumhuriyeti sahipsiz değildir. Cumhuriyete göz dikenlerin gözlerini oymaya hazır milyonlar vardır. Bu milyonlar Türkiye Cumhuriyetini böldürmeyecektir.
Hiç kimse ABD ve AB’nin oyununa gelip da olmayacak hayaller kurmasın. Sonları acı olacaktır ve zafer Mustafa Kemal’in askerlerinin olacaktır.
26 Aralık 2015 Cumartesi
SALTANATIN KAYNAĞI YOKSULLUKTUR
Geçen gün Hisarcık’tan aşağı doğru iniyorum; karşıdan
mavili, kırmızılı ışıkları ile yukarı doğru çıkan onlarca araç gördüm. Son model
siyah arabalar ve önlerinde, arkalarında eskortluk yapan onlarca beyaz
araç. Belli ki bir devlet büyüğümüz gidiyor.
Gözümün önüne Akhisarlı şehidimizin evi geldi. İki göz bir
oda. Yerdeki kilimler, taziyeye gelenlerin oturduğu sandalyeler komşulardan
toplanmış. Masa yok, divan yok. Şehidimizin evi bu ama bakanımız maşallah en lüks
araçla geziyor, hem de etrafındaki milyonlarca liralık başka araçlarla.
Bizdeki bu saltanat merakı hiç bitmiyor. Osmanlılık hevesi
de buradan geliyor galiba. Cumhurbaşkanımız sarayda oturuyor, altın kaplamalı
bardaklarla su içiyor, oturduğu koltuk ise asgari ücretle çalışan bir işçinin
birkaç yıllık maaşına denk.
Bu saltanatın ve ihtişamın kaynağı ise bu fakir milletin
verdiği vergiler. Asgari ücretten bile vergi al, işçiyi 900 TL’ye geçinmeye
mahkûm et sonra da bu saltanatı, bu ihtişamı, bu israf dolu hayatı yaşa.
Sanırım bu bir vicdan sorunudur.
İhtişama doyamayan bu AKP iktidarı 13 yıl içinde yoksulluğu
da, açlığı da artırdı. 20 milyondan fazla insanımız yoksulluk sınırı altında
yaşıyor. Milyonlarca insanımızın durumu daha da kötü, karnını bile
doyuramayacak durumda.
Milli gelir arttı diyorlar. Arttı da bu gelir kimin cebine
gidiyor, önemli olan bu.
2002 yılı ile 2014 yılı arasında geçen 13 yılda, maaş ve
ücretlerin millî gelir içindeki payı 2.3 puan düştü. 2001 yılında yüzde 7,1
iken, 2014 yılında yüzde 4,8'e geriledi.
RIT Türkiye Araştırmaları Enstitüsü-New York'a göre,
Türkiye'de nüfusun en zengin yüzde
birinin 2002'de Millî Gelirde aldığı pay yüzde 39,4 idi. Aynı yıl en fakir
yüzde 99'un Millî Gelirden aldığı pay ise yüzde 60,6 idi. 2014 yılına
geldiğimizde bu paylar tersine döndü. Artık nüfusun yüzde biri Millî Gelirin
daha çoğunu yüzde 54,3'ünü, yüzde 99'u ise daha azını yüzde 45,7'sini alıyor.
Politikacılar halktan toplanan para ile saltanat sürerken
yandaşlarını da devlet imkânları ile zengin ediyor. Zengin daha zengin olurken
fakirlik giderek yaygınlaşıyor.
Milli gelir belirli ellerde toplanırken de yoksulun hakkına
makarna, bulgur, kömür düşüyor. Dağıt gıdayı, kömürü; al oyları, saltanat sür, yandaş
zengin et, keyfine bak. Oh! Ne güzel değil mi?
Halkın bu gerçekleri görmesini de istemezler. Onun için
dindarlık yarışına girerler. Camilere gidilir, fotoğraflar çekilir: Allah
sözcüğü dillerinden düşmez. Halk sürekli kuran okusun, mahalle hocalarını
dinlesin, kafası secdeden kalkmasın isterler.
Elbette Müslüman bir insan kuran da okuyacak, ibadet de
yapacak ama bunun yanında insanı da tanıyacak, matematik de, fizik de, tarih
de, sosyoloji de okuyacak. Sorgulamayı, araştırmayı öğrenecek. Bilim üretecek,
teknoloji geliştirecek, üretim yapacak.
İktidar halka gıda kömür dağıtılacağına, bilim, kültür,
sanat dağıtılsa daha iyi olmaz mı? Elbette olur ama sultanların, paşaların
beylerin işine gelmez. Halk kömüre, makarnaya muhtaç olacak ki, bunları verip
oy alabilsinler. Halk sorgulamayı öğrenmeyecek ki, bunların saltanatının
kaynağını araştırmasınlar.
Uyan be halkım! Bu ihtişamı, bu saltanatı onlara sen
yaşatıyorsun. Devletin parası olmaz, bu para senin paran. Paran sahip çık.
Geleceğine sahip çık. Onuruna sahip çık. Sen padişahın kulu değilsin; sen bu
devletin eşit haklara sahip bir ferdisin. Bunu bil ve öyle davran.
23 Aralık 2015 Çarşamba
CUMHURİYET SAHİPSİZ DEĞİL
23 Aralık 2030 Türk devrim tarihinde en önemli önemli olduğu
kadar da en acı günlerinden birisidir. 80 yıl önce bugün Türk Milletinin ve
Cumhuriyetin bir yiğit çocuğu başı testere ile kesilerek şehit edildi.
Kubilay’ı şehit edenlerin hedefinde Cumhuriyet vardı.
Kubilay’ı şehit edenlerin hedefinde Cumhuriyet vardı.
Cumhuriyet’in ve bilimin aydınlığı vardı.
Türk Milletinin bağımsızlığı, özgürlüğü vardı.
Kubilay’ın başını keserek Türkiye Cumhuriyetini
yıkacaklarını sandılar. Geride kalan Cumhuriyeti savunmaya kararlı yılmaz Türk
gençlerinin varlığını hesaba katmadılar.
Kimdi bu Cumhuriyet düşmanı katiller? Cevabını Mahmut Esat
Bozkurt o yıllarda yazdığı makalelerinde cevaplandırıyor:
“Türk Genci!
Menemen sokaklarında dökülen kan senin kanındır. Yıkılmak
istenilen eser, Büyük Adam'ın sana emanet ettiği eserdir; senin varlığındır;
sensin… Senin neslinden Kubilay adlı bir öz Türk delikanlısı başını verdi. Amma
Cumhuriyet'i vermedi.
Genç Kubilay azılı şeriat eşkıyasının karşısına tek başına
çıktı; tek başına dövüştü… Onları kesik başının kanında boğdu.
Türk genci!.. Cumhuriyet sana emanettir. Onu yok etmek
isteyen düşmanlarla sarılısın. Kubilay'ın kanını takip et; o yoldan tarihe gir.
Bugünkü düşmanlarını orada okuyacak, orada bulacaksın…
Bunların bazısının cebinde ecnebi parası vardır. Bazısının
adı sanı seninkine benzemez, senden değildir. Bazısının kasketinin altında
yeşil sarık vardır… Birçokları da halife, saray uşaklarıdır.
İşte bunlar Kubilay'ınki gibi senin de kanını içmeye
hazırlanmışlardır. Bunlar seni, seninle beraber geleceğini, Türk tarihinin
şahlanmış seyrini esir etmek istiyorlar. Sen onları esir edeceksin, kanlarında
boğacaksın…”
“Türk yenileşme tarihinde irticai faaliyetlerin rejim
suikastlarının ucu çoğunlukla:
1) Dine,
2) Yabancı tahriklerine,
3) Yıkılmış menfaatlere, gayri memnunlara,
4) Saraycılara,
5) Türklüğü benimsememişlerin propagandalarına bağlıdır.
Siyasi tarihimizdeki gerilik hareketleri buralardan kopmuş,
buralardan fitillenerek patlamıştır. Son hadiseyi bu yuvalarda aramalıdır.”
80 yıl sonra bugün de Cumhuriyetimiz aynı mihrakları tehdidi
altındadır. Bir yanda bölücü terör, diğer yanda irticai terör. Zaman zaman
birleşerek zaman zaman da ayrı ayrı saldırıyorlar. Dün Kubilay’ı şehit veren
ordumuz bugünde aziz evlatlarını Cumhuriyeti korumak için ebediyete uğurluyor.
Dünkü Derviş Vahdettinlerin yerini yeni bugün yeni yobazlar,
bölücüler almış. Hepsinin de temel özelliği köklerinin dışarıda olması. Lozan’ı
hazmedemeyenlerin, Türkiye Cumhuriyeti ile hesaplaşmaktan usanmayanların,
emperyalist güçlerin piyonu bunlar.
Dün bir tane Kubilay vardı, bugün milyonlarca Kubilay var.
Türk Genci cebinde ecnebi parası, kafasında ecnebi propagandası olanlara karşı
bu Cumhuriyeti korumasını iyi bilir. Çünkü Cumhuriyet’in Türk varlığının teminatı
olduğunun bilincindedir.
Selam olsun bu bilinç içinde canı pahasına Türkiye
Cumhuriyetini yaşatma mücadelesi verenlere.
Selam olsun ülkenin ve milletin birliği için göğsünü siper
edenlere.
Selam olsun kafasını ve halkını bilimin aydınlığı ile
ışıtanlara.
Selam olsun Mustafa Kemal’in askerlerine.
22 Aralık 2015 Salı
HENDEKLER DOLACAK, BİRLİK SAĞLANACAK
Diyarbakır’da, Nusaybin’de, Hakkâri’de, Nusaybin’de, Cizre’de,
Şırnak’ta hendekler kazılıyor, bombalar döşeniyor. Amaç, milli birliği bölmek,
Vatan topraklarını parçalamak, Türkiye Cumhuriyeti’ni yok etmek.
Bu hendeği kazanlar PKK ama kazdıranlar ABD ve İsrail. Irak’ı
böldüler, Suriye’yi parçaladılar; sıra bize geldi. Bir yandan hendek açıyorlar,
bir yandan Suriye’nin kuzeyinde İsrail koridoru kurmaya çabalıyorlar.
Hendek cepheler oluşturdu: Bir yanda emperyalizm ve Siyonizm;
diğer yanda Türk Milleti.
Bir yanda PKK, HDP yani ABD’nin piyonları, diğer yanda
vatanseverler ve milletin birliğinden yana olanlar.
Bu cepheleşmede bir de kendisini tarafsız ilan eden CHP var.
Vatan savunmasında tarafsız kalmak olur mu? Olursa, bu aslında vatan cephesinde değil, karşı tarafta olmak demektir.
PKK yalnız da değil, ABD güdümündeki medya ve bazı yazarlar
da hendekler çoğalsın, vatan bölünsün diye gazetelerde, televizyonlarda sürekli
psikolojik savaş veriyorlar. Milli direnç oluşmasın diye çırpınıyorlar. İç cepheyi
düşürmeye çalışıyorlar.
Bir ülkede Devletin güvenlik güçlerinden başka silahlı güç
olması demek, yeni bir devlet demektir. PKK silah bırakmaz demek, PKK devletini
kurana kadar silahlı mücadele yapacak demektir. Buna asla izin verilemez.
Yıllarca PKK’nın eylemlerine, silahlanmasına, yığınak
yapmasına, haraç toplamasına, yöre halkına eziyet etmesine “çözüm süreci” adı
altında müsamaha gösteren AKP iktidarı büyük suç işlemiştir. Türk Silahlı
Kuvvetlerinin, polislerimizin verdiği şehitler, bu müsamahanın sonucudur. Günü
gelince hesap sorulmalıdır.
Bir yandan silahlı mücadele devam ederken diğer yandan yeni
anayasa adı altında vatanı bölmek için yasal hendekler kazılmaya çalışılıyor.
Avrupa Özerklik Şartı’nın anayasaya girmesi demek ikinci İsrail’in ülkemiz
topraklarında kurulması demektir. Bu
konuda AKP, HDP ve CHP birlikte hareket ediyor.
Geçmişte de İkiz İhanet Yasaları kabul edilmişti. Bu yasanın
kabul edilmesinde, 2002 yılındaki MHP’nin de içinde bulunduğu hükumetin ve o
zamanki meclisin büyük sorumluluğu var. Aynı hata yapılmamalı, Avrupa Özerklik
Şartı asla Anayasa’ya girmemelidir.
Kahraman askerlerimizin, polislerimizin şehirlerde,
kasabalarda doldurduğu hendekler yasalar yolu ile tekrar açılmamalıdır.
Bu hendek savaşını ABD ve İsrail kazanamaz. Zafer, Türk
Milleti’nin olacaktır. Türk Milleti’nin vatansever, milli ve ilerici güçleri bu
hendekleri dolduracak, milli birliği sağlayacak ve sorumlulardan hesap soracak
güce sahiptir.
19 Aralık 2015 Cumartesi
SUUDİLERE BEKÇİ
ARANIYOR
Sonunda bu da oldu: Türk Ordusu Suudilerin koruması durumuna
düşürüldü. Ne imiş efendim?
Terör ve Suudilerle birlikte ittifak kuracakmışız ve terörü
önlemek için mücadele edecekmişiz. Bizim medya da konuyu “Sünni İttifak” diye
takdim ediyor.
Suudiler ne zaman Sünni oldu ki? Suudilerin Selefi-Vehhabi
olduğunu nasıl unuttular. Selefi-Vehabilerin Sünni düşmanı olduğu da unutulmuş.
Terör ile mücadele için Suudi liderliğinde ittifak oluşturulmuş.
Peki bu Suudiler değil mi IŞİD’den El-Kaide’ye kadar birçok terör örgütüne
yardım eden?
İşin daha vahimi ise bu ittifak Riyad’ta kurulacak bir
merkez tarafından yönetilecekmiş. Suudiler ne isterse vereceğiz. Asker, istihbarat,
mühimmat bizde paralar onlardan. Bizimkisi bir nevi paralı askerlik gibi bir
şey.
Suudileri korumak için Mehmetçiği feda edeceğiz.
Suudilerin ordusu zaten paralı askerlerden oluşmuş. Silahlı
gücünün neredeyse tamamı ABD askeri endüstrisinin kontrolünde. Amerikan özel
kuvvetlerinden ayrılıp “Vinnel” diye bir şirket kuran paralı askerler Suudileri
korumak için para alıyor.
Keza ordunun lojistik, eğitim, istihbarat ve danışmanlık
hizmetini de başka bir Amerikan şirketi veriyor.
Suudiler bu ittifaka lider olacak demek bu ittifakı ABD
yönetecek anlamına gelir.
Yani, “İslam İttifakı”ının lideri Amerika olacak.
Irak, Suriye, Libya, Afganistan, Lübnan’a (ve tabii ki
İran’a) düzenlenecek operasyonlar Suudilerin başkenti Riyad’ta kurulacak
merkezden yönetilecek, plan bu!
Sünni İslam ordusu anlayışı son derece tehlikeli çağrışımlar
yapıyor. Ortadoğu’da eksik olmayan Şii-Sünni çatışmasını körüklemeye aday bir
gelişme!
İnşallah Türkiye bu girişime destek vermek amacı ile
maceralara sürüklenmez; ABD’nin oyununa gelmez.
İşin bir yanı da şu: Türkiye kendi toprakları içinde ABD’nin
piyonu PKK ile çok zorlu bir mücadele yürütüyor. Teröre dur demek için kurulan
bu ittifaka dâhil olacak olan 33 ülkenin hiç birisi PKK terör örgütüne karşı
Türkiye’nin yanında durmadı hatta bir kısmı bu örgütü destekledi.
Şimdi biz terörü beleyen, mezhep ve etnik çatışmaları
körükleyen devletlerle Ortadoğu’daki terörü önleyecekmişiz. Hiç inandırıcı
değil.
TSK kuvvetleri Suudi ve Katar petrollerinin bekçisi olamaz.
Türk Ordusu mezhep çatışmalarının tarafı olamaz. Olmamalıdır
da!
15 Aralık 2015 Salı
HESAP GÜNÜ YAKINDIR
Memleketin haline bakıp da üzülmemek elde değil. Kan, gözyaşı,
göç, şehit, yoksulluk, sefalet haberleri zirve yapmış durumda. Bütün bunlardan birinci
dereceden sorumlu olan iktidar ise pişkin pişkin kendisinden başka herkesi
suçluyor.
İktidar, ABD’nin iki önemli piyonu olan F tipi örgüt ve PKK
ile yaptığı koalisyonu unutmuş, bunları suçlayıp sorumluluktan kurtulmaya
çalışıyor.
F tipi örgüt ile ele ele verip TSK’ne kumpas kuran bunlar.
Komutanlarımızı tutsak edenler bunlar. Cumhuriyeti savunan aydınları cezaevlerine
gönderen bunlar. Yargı’yı Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini sarsmak için
kullanan bunlar. Çocukların, gençlerin Işık evlerinde, dershanelerde, özel
okullarda beyinlerini yıkayıp ABD’ye piyon yapanlar bunlar.
PKK ve onun eli kanlı lideri Apo ile Türk milletine anayasa
yapmaya kalkanlar bunlar. Türk Milletini anayasadan çıkarmaya kalkanlar bunlar.
PKK’nın militan sayısını artırmasına, silahlanmasına, yöre halkından haraç
toplamasına, şehirlere, kasabalara militanlar yerleştirmesine göz yumanlar
bunlar.
Bu üçlüye liboşları, birahane solcularını, televizyon
soytarılarını da eklemek gerek. Bu ekibin Türkiye’de yarattıkları tablo bu.
Bütün bunlar gafletten mi, dalaletten mi, ihanetten mi
bilemem ama yapılanlar bunlar, yapanlar ise ortada.
AKP, PKK ve F tipi örgüt koalisyonun bizi getirdiği nokta
işte bu. Şehirler, kasabalar savaş alanına dönmüş. Yöre halkı göçe mecbur
ediliyor. Her gün birkaç şehit haberi geliyor.
Komşularımız arasında dost diyebileceğimiz ülke kalmadı. Sıfır
sorun diyerek sıfır dost ülke aşamasına geldik. Hiç yoktan kendimize düşman
kazandırdık.
Hava alanları, kara suları yabancı uçak, gemi ve askerlerle
doldu. ABD, Almanya, İspanya, Fransa, Kanada, Portekiz askerleri topları ile
tüfekleri ile ya havamızda ya da kara sularımızda. Bunlar yarın bir komşu
ülkeyi bombalarsa sorumlu kim olacak belli değil.
Bütün bunların üstüne şimdi de Türk Milletine yeni anayasa
yapacaklarmış. Başkanlık sistemi olsaymış, Türkiye daha iyi yönetilirmiş;
yönetimde ikilik olmazmış. Amaç belli, Tayyip Erdoğan’ın başkan olması ve Türk
Milleti’nin anayasadan silinmesi.
Türkiye’yi getirdikleri fiili durum meydanda. Ülke bölünme
aşamasına gelmiş. Şimdi bu fiili durumu hukukileştirmeye kalkıyorlar.
Bu böyle devam edemez. Türk Milletinin kendini koruyacak
refleksleri ve gücü vardır. Elbet bir gün bu kötü gidişe dur denecek, milli
hükumet kurulacak ve Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkelerine sahip çıkılarak tam
bağımsız ve milli egemenliğe ve insanların kardeşliğine dayanan Türkiye
Cumhuriyeti yeniden inşa edilecektir.
İşte o gün, sorumlulardan muhakkak hesap sorulacaktır. Hesap
günü yakındır.
13 Aralık 2015 Pazar
SİS
Tevfik Fikret’in “Sarmış âfakı yine bir dûd-u muannid Bir
zulmet-i beyza ki peyapey mütezayid “ (Ufukları yine inatçı bir sis, duman
sarmış. Bir beyaz zulmet ki gitgide artıyor.) Dediği günleri yaşıyoruz.
Türkiye çok zor, tehlikelerle dolu günlerden geçiyor. Yarın
ne olacak, belli değil.
İçerde, PKK eşkıyası yakıp yıkmaya, insanlarımızı katletmeye
devam ediyor. Bazı ilçelere devlet hâkim olamıyor. Yöre halkı Suriye’dekine
benzer biçimde göç etmeye başladı. Evini, yurdunu bırakıp güvenli yerlere ulaşmaya
çalışıyor. Devlet memurları istifa edip bölgeden kaçıyor.
Her gün şehit cenazeleri geliyor. Şehitlerimizin çocuklarının
hüzün dolu bakışları, tabuta sarılışları ciğerimiz yakıyor.
Ülkemiz ve etrafımız silah deposuna döndü. Rus uçağı
sınırımızı 2 km geçti diye düşürüyoruz ama hava limanlarımız ABD, Alman,
İngiliz, Fransız uçakları ile doldu. Etrafımızdaki denizlerde ise, savaş
gemilerinin sayısı giderek artıyor.
Bir yanda başını Rusya ve İran’ın çektiği güçler, diğer
yanda ABD ve ortakları; savaş ha çıktı ha çıkacak. Biz ne yapacağız, bilen yok.
Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruyacak politikalar
güdeceğimize bu ülkeleri bölmek için savaşan örgütlere destek veriyoruz.
Onların militanlarını eğitiyoruz.
Bölünme
sırası bize gelmiş haberimiz yok.
Ekonomik olarak da durum içler acısı. Genç nüfusta işsizlik
oranı % 25’i aşmış durumda. Yoksulluk sınırı altında yaşayan 10 milyonlarca
insanımız var.
Ekonomimiz dışardan gelecek borç paraya dayanıyor. Bu
paranın kaynağı ise petrol gelirleri. Petrol fiyatları düşerse borç para bulmakta da zorluk çekeceğiz. Borcu borçla ödeyen
ekonomimiz iyice zora girecek.
Halkımız ise,
durumdan habersiz, bütün bu dertleri, badireleri başımıza sarmış ve bizi bir
ateş çemberi içine almış iktidara destek olmaya devam ediyor; hâlâ bu
iktidardan medet umuyor.
Halkın büyük çoğunluğu gerçekleri bilmeden yaşıyor çünkü
etrafına ya hiç bakmıyor veya baksa da yandaş ve satılık medyanın penceresinden
bakıyor. Bu pencereden baktığında ise gerçekleri göremiyor çünkü ““Sarmış âfakı
yine bir dûd-u muannid”
Sis perdesini
kaldıracak, halka gerçekleri gösterecek medyadan yoksunuz. Bu ortamda,
halkın sağlıklı karar vermesi mümkün değil. Erdoğan ve AKP iktidarı bu ortamdan
faydalanıyor. Bir yandan iktidarını güçlendirmeye devam ediyor, diğer yandan
bal tuttuğu parmağını yalıyor.
Osmanlı’yı yeniden
kurma hayallerinden önce Mondros’a geldik; şimdi de Sevr’e doğru yol alıyoruz ama haberimiz yok.
10 Aralık 2015 Perşembe
Güneydoğu'da 24 temmuz tarihinde
başlayan savaş devam ediyor. PKK hala direniyor. Hergün yeni şehit
haberleri geliyor. Paki biz ne yapıyoruz? Barzani'nin adamlarını
eğitmek üzere Musul'a askeri birlik gönderiyoruz.
Peşmergeleri eğitecekmişiz.
Eğiteceğiz ki daha çok insan öldürebilsinler. Bu peşmergeler
değil miydi Tuzhurmatu'da, Kerkük'de, Telefar'da Türkmen
kardeşlerimizi öldürenler? Bu Barzani değil miydi, PKK'yı
kollayıp koruyan?
Barzani'nin amacaı Irak'ı
parçalamaktır. Yıllardır bunun için uğraşıyor. Büyük
Kürdistan hayali ile yaşıyor. Suriye'nin kuzeyinde ikinci İsrail
koridorunu açmak için ABD ile işbirliği yapıyor.
Bu Barzani'den petrol alıp onu zengin
etmek yetmiyormuş ki şimdide askerlerini eğiteceğiz ki, Irak'ı
bölsün ve büyük Kürdistan amacına çabuk ulaşsın.
Musul IŞİD'den temizlenince buraya
hakim olacak güç Barzani'nin peşmergeleri olacak. Bunun bize ve
orada yaşıyan Türklere ne faydası olacak?
Türkiye'nin çıkarı ve güvenliği
Irak'ın ve Suriye'nin toprak bütünlüğünü korumasına bağlıdır.
Bizm hedefimiz bu olmalıdır ve stratejimizi buna göre belirlememiz
gerekir. Oysa biz ne yapıyoruz? Irak'ı parçalasın diye
Peşmergelere, Suriye'yi parçalasınlar diye merkezi hükumet
karşıtı terör örgütlerine destek veriyoruz.
Eğit-Donat diye bir program uyguladık
ve ABD ile birlikte Suriye'deki terör örgüt mensuplarını eğitip
silahlandırmaya marifet sandık. Kırşehir'de bu amaçla bir eğitim
merkezi kurmaya kalktık.
Musul'da peşmergeleri eğiterek,
Kırşehir'de Suriye muhaliflerini eğiterek Türkiye hiçbir şey
kazanamaz. Irak ve Suriye parçalanırsa Türkiye de parçalanır.
Rus uçağını düşürmeniz de son
derece yanlış olmuştur. Bu düşüşten en çok ABD memnun
kalmıştır. Bu düşürme hadisesi Türkiye'nin bölünme sürecine
hizmet etmiştir. Bu da yetmiyormuş gibi ekonomik olarak da bizi zor
duruma sokmuştur.
Türkiye çok yanlış yönetiliyor.
Kırmız çizgiler yok oldu. Politikamızı ABD ve onun batılı
müttefikleri belirliyor. Bu gidiş iyi gidiş değil.
Aklımız
başımıza almazsak gelecekte daha çok kan ve göz yaşı göreceğiz.
8 Aralık 2015 Salı
KİMİN SAVAŞI?
Ortadoğu silah deposuna döndü. ABD zaten buralardaydı,
şimdilerde silahını alan geliyor. Rusya geldi, yetmedi Çini de çağırdı. Paris’te
bomba patladı, Fransa, İngiltere ve Almanya’da aldı silahını geldi. Türkiye, İsrail,
İran, Suriye, Irak zaten buradaydı.
Gelenlerin gerekçesi de IŞİD’i yok etmek. Hepsi koalisyon
kuracakmış ve IŞİD ile mücadele edeceklermiş. Yani IŞİD olmasa bunlar Ortadoğu
ile hiç ilgilenmeyeceklermiş.
Bu IŞİD ne kadar güçlü imiş ki dünyanın tüm süper güçleri
ona karşı birleşti. Vay be!
IŞİD bahane petrol ve doğal kaynaklar şahane.
Birinci Cihan harbi de, ikinci Cihan harbi de birer paylaşım
savaşıydı. Bu savaşlar bitti ama ülkeler arsında paylaşım mücadelesi bitmedi. Bugünlerdeki
askeri yığınağın sebebi bu mücadele.
Bugüne kadar bölgedeki ülkelerin askeri gücünü, terör
örgütlerini ve paralı askerleri kullanan büyük güçler iş ciddiye binince kendi
orduları ile birlikte geldiler.
Üçüncü dünya savaşı çıktı diyen de var, yakında çıkacak
diyen de var.
Sormak lazım: Kimin için bu savaş ve bu savaşa kim karar
veriyor?
Cevap basit: Ülkelerdeki siyasi ve ekonomik sistemi kim
yönetiyorsa onlar karar veriyor.
Rejimi ne olursa olsun bu ülkelerde yönetim, toplumun en
zengin % 1’lik kesiminin elindedir. Siyasi kararlar da ekonomik kararlar da bu
zengin kesimin çıkarı doğrultusunda alınır.
Bu savaş zenginlerin kendi arasındaki bir savaştır. Savaşın
askerleri ise yoksullardır.
Bu savaştan bazı zenginler kazanacak bazı zenginler zarar
görecek ama kim kazanırsa kazansın zengin olmayanlar savaşın acısı çekecek.
Yoksul yoksulluğu ile kalacak ama bazı petrol ve silah tüccarları
zengin olacak.
Dünyadaki ve ülke içindeki ekonomik sistem öyle
düzenlenmiştir ki, para fakir ülkelerden zengin ülkelere ve fakirlerin cebinden
zenginlerin cebine akar. Savaşlar da bu para akışını düzenlemek için yapılır.
Temennimiz bu paylaşım savaşının çok kanlı bir senaryoya dönüşmemesidir.
Dünya nimetlerinin hakça bölüşümü sağlanmadan yoksulların
yüzünün gülmesi mümkün değildir. Bu da ancak tüm ülkelerde, gerçek anlamı ile,
milli demokratik devrimin tamamlanması ile mümkün olabilir.
4 Aralık 2015 Cuma
BÜYÜK ÇATIŞMAYA DOĞRU
Şu gerçekler bilinmeden Ortadoğu’daki olaylar tam olarak
anlaşılamaz.
·
Ortadoğu küresel enerji kaynaklarının en önemli
merkezi ve ihracatçısıdır
· Dünyanın kanıtlanmış doğalgaz rezervlerinin ise
yüzde 34'ü de Ortadoğu'dadır.
·
Petrol tüketimi 2003'te günde 66 milyon
varilken, 2020'de 119 milyon varil olacaktır.
·
Ortadoğu petrolünün kalitesi bir hayli yüksek ve
maliyeti de ucuzdur.
·
Ortadoğu dünya petrol rezervlerinin yüzde 65.4
üne sahiptir. Bu rezerv 1.047 milyar varildir. Mısır, Cezayir, Libya ve Tunus
rezervleri de eklenince toplam, rezerv dünya rezervlerinin yüzde 69.6 sına
ulaşmaktadır.
·
Ortadoğu'nun potansiyel rezervleri ise 252.5
milyar varildir.
·
2002 Yılında Ortadoğu küresel petrol ihtiyacının
yüzde 41.4 ünü karşılamıştır.
·
Geleceğin küresel petrol ihtiyacını
karşılayabilecek ve bu maksatla üretimi artırabilecek bölge Ortadoğu'dur.
·
Kuzey Amerika'nın 2025'e dek Ortadoğu'dan
alacağı petrol yüzde 85 artacak, bunun büyük bir kısmı ABD'de tüketilecektir.
ABD’nin temel stratejisi “egemen güç üstünlüğü” esasına
dayanır. Egemenliğini sağlamak ve devam ettirmek için askeri gücünü diğer
ülkelere hâkim olmak için kullanır. ABD, egemenliğini devam ettirmek için,
diplomatik, ekonomik yöntemlere başvurur ve uluslararası ortamı şekillendirmeye
ve kendi düşüncelerini yaymaya çalışır.
BOP projesi ABD egemenliğinin devamı için geliştirilmiş ve
uygulamaya konulmuştur.
Bu proje gereği Türkiye’nin gücü PKK aracılığı azaltılmaya çalışılmış.
Irak ve Suriye bölünmüş Irak petrolleri ABD’ ve onun müttefiki ülkeler
tarafından kontrol altına alınmıştır. Sıra bu petrolleri güvenli bir şekilde
Akdeniz’e ulaştırmaya gelmiştir.
Sıra Suriye’nin kuzeyinde açılmak istenen, adına “Kürt
koridoru” veya “ikinci İsrail koridoru” denilen koridorun açılmasına gelmiştir.
ABD açısından bu koridorun açılmasını önleyen iki önemli
gelişme olmuştu: Birincisi, Türkiye ABD’ye bağlı terör unsurlarının Fırat’ın
batısına geçmesini önledi ve Suriye’nin bu kısmını kontrol altına aldı. İkincisi
ise, Rusya’nın Suriye’ye askeri olarak yardımı artırdı ve hava ve kara birliklerini
bu bölgeye gönderdi.
ABD açısından bu iki engel kaldırılmalıydı. İşte Rus
uçağının düşürülmesi ABD’nin bu amacına hizmet etti. ABD’ye engel olmak isteyen
iki güç birbirine düşman haline getirildi.
Rusya, ABD ve onun müttefikleri açısından, ikinci İsrail
koridorunun açılmasında en büyük engel kabul edildi. Bu engel kaldırılmalıydı.
Bunun için gerekirse askeri güç kullanılmalıydı. Kullanılmalıydı ama başını ABD’nin
çektiği Atlantik cephesinin bölgede yeterli askeri gücü yoktu.
Bu amaçla hemen
IŞİD devreye sokuldu. Paris’te büyük bir katliam oldu.
Bahane hazırdı. Bu IŞİD artık çok olmuştu, ortadan
kaldırılmalıydı. Bu da ancak çok güçlü
bir müdahale ile olabilirdi. ABD’nin askeri gücüne diğer ülkeler de katkıda
bulunmalıydı.
ABD, İncirlik üssündeki askerlerini ve uçaklarını takviye
etmişti, bunlarla yetinmedi Diyarbakır Hava Üssü’nü de kullanmaya başladı.
Fransa, Almanya ve İngiltere bu bölgeye askeri güç göndermek için parlamentolarından
izin aldılar.
Atlantik cephesi bölgedeki hava ve kara gücünü takviye
ederken bir yandan da Doğu Akdeniz’deki savaş gemilerini artırmaya başladı.
10-15 bin kişilik askeri güce sahip olan ve silahını ve her
türlü askeri teçhizatını dışarıdan almaya mahkûm bir terör örgütü olan IŞİD’e
karşı Rusya, ABD, Fransa, İngiltere, Almanya askeri yığınak yapıyor. Amaç IŞİD
ile mücadele imiş!
Bu bana hiç de inandırıcı gelmiyor. Dünya, hızla büyük bir
savaşa doğru gidiyor. O bölgede eninde sonunda büyük bir savaş çıkacaktır.
ABD ve müttefikleri ya açmak istedikleri koridordan vaz
geçecekler ya da Rusya ile kapışacaklardır. Cepheler oluşmaya başladı; bir
yanda ABD, İsrail ve bazı AB ülkeleri, diğer yanda Rusya, İran, Hizbullah, Çin.
Rus savaş uçağını düşürmemiz ve Ankara ve Paris’te patlayan
bombalar ABD ve müttefiklerinin bu bölgede askeri yığınak yapmasının bahanesi
oldu. Türkiye Atlantik cephesinin kucağına itildi.
Olay basit bir IŞİD olayı değildir. ABD’nin dünyaya hâkim
olma stratejisine karşı Rusya müdahale de bulunmuştur; çatışma
kaçınılmazdır.
Olan başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerine olacaktır.
Türkiye’nin yöneticileri bu krizi atlatacak özellikte değildir. Gelecek, daha
vahim olaylara gebedir.
KİM DÜŞMAN? KİM DOST?
Komşularla sıfır sorun parolası ile yürütülen dış politika
sonucunda sorunumuz olmayan komşu kalmadı. Bu da yetmezmiş gibi Rusya ile de
sorunlu hale geldik.
Dış politikalar da savunma politikaları da milli
çıkarlarımızı korumak için uygulanır. Suriye ile hiçbir sorunumuz yokken ve
Suriye’den hiçbir tehdit almazken bu ülkeye demokrasi götürme hevesi ile tüm
ilişkilerimizi bozduk. Suriye merkezi hükumetinin gücünü azalttık ve terör
örgütlerinin destekçisi olduk. Hiç düşünmedik ki bugün Suriye’yi parçalamak
isteyen güçler gün gelir bizim ülkemizi de aynı yöntemlerle parçalar.
Suriye parçalanırsa Türkiye de parçalanır. Suriye hükumetine
karşı savaşan terör gurupları ABD ve AB emperyalizmine hizmet etmektedir. Orada işleri bitince sıra bize gelecektir.
ABD ve bazı AB ülkeleri Suriye’yi bölmek için uğraşır da
Rusya buna karşı eli kolu bağlı durur mu? Nitekim durmadı. İran ve Lübnan
Hizbullah’ı ile birlikte Suriye’nin yanında yer aldı. Uçaklarını yolladı,
askerlerini Suriye’ye yerleştirdi.
Rusya’nın bu müdahalesi Türkiye’nin aleyhine bir davranış
değil. Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması Türkiye için önemli bir
kazanç. Türkiye’nin yapacağı şey Suriye ve bölge ülkeleri ile birlikte Rusya
ile iyi ilişkiler kurmaktı. Oysa biz ne yaptık? Rus uçağını sınırımızı 2 km
geçti diye düşürdük.
Uçak düşünce, iyi ilişkiler içinde kalmamız gereken Rusya
ile kanlı bıçaklı olduk. Uçaklarımız çıkarlarımızı koruyacağına tam tersi
siyasi ve ekonomik menfaatlerimize darbe vurdu. Atlılan füze Rus uçağından çok
Türkiye’yi vurdu.
Rusya ile aramızın açılması ABD ve bazı AB ülkelerini eminim
çok sevindirmiştir. BOP gereği bölünmesi için uğraşan batılı güçlerin işi
kolaylaştı.
Türkiye Ortadoğu’da karşı karşıya gelen Atlantik ve Avrasya
cephelerinden ilkinde kalmaya mecbur bırakıldı. Oysa Türkiye için esas tehdit
Atlantik cephesinden gelmektedir.
Irak’ın bölünmesi, Libya ve Suriye’de oynanan oyunlar bizim
aklımızı başımıza getirmedi. ABD, Suriye içerisindeki terör guruplarını nasıl
destekliyorsa, PKK’yı da öyle destekliyor. Özgür Suriye Ordusu da IŞİD de, PKK
da CIA’nın organizasyonlarıdır. Bunlara lojistik destek, askeri bilgiler ve her
türlü teçhizat dost bildiğimiz batı ülkelerinde geliyor.
Türkiye’yi bölmek için çaba sarf etmek düşmanca bir
tutumdur. Bu tutum içinde olan ABD uçakları Türkiye’deki üslerden faydalanırken
ve bu üslerden kalkıp sağı solu bombalarken sesini çıkarmayan Türkiye’nin bize
karşı hiçbir tehdit unsuru taşımayan Rus uçağını düşürmesi çok yanlış olmuştur.
Türkiye, en kısa zamanda Rusya ile olan ilişkilerimizi düzeltmeli ve emperyalist güçlerin bizi ve komşularımızı bölmeye yönelik
faaliyetleri ile mücadele etmelidir. Dış politikamızı da savunma politikamızı
da bu gerçeğe göre yeniden düzenlemeliyiz.
3 Aralık 2015 Perşembe
EMPERYALİZİN ELİ KANLIDIR
Dünyadaki ve özellikle de Ortadoğu’daki olayların tam olarak
anlaşılması için emperyalizmin ve özellikle de ABD’nin gerçek yüzünü,
amaçlarını ve yöntemlerini iyi bilmek gerekir.
Emperyalizm yaklaşık dört yüzyıllık bir zaman dilimi içinde
bütün kıtaları iliğine kadar sömürüp yerli halklara zulmeden korkunç bir
güçtür. Emperyalizm, bir ülkenin siyasi ve iktisadi hayatına hakim olan
kesimlerin, sırf kendi keselerini doldurmak için başka halkların toprağına,
emeğine, hammaddesine ve pazarına el koyar. Üçüncü dünya ülkelerini yalnızca
hammadde ve ucuz işçi kaynağı olarak değil, aynı zamanda kendi sanayi ürünleri
için bir Pazar olarak görür.
Doğrudan yağmalama, başta petrol olmak üzere doğal
kaynaklara el koyarak ve üçüncü dünya insanlarını çok ucuza çalıştırarak
Amerika’daki ve Avrupa’daki zenginler servetlerini sürekli artırırlar. Üçüncü
dünya ülkelerindeki insanlar ise yoksulluk sınırının altında yaşamaya mahkûm
edilir. Dünyamızda 2 milyara yakın insan yoksulluk çekmektedir ve bunların
büyük bir kısmı da açlık sınırı altındadır. Aslında üçüncü dünya ülkeleri
yoksul değildir, yoksul olan bu ülkelerin halklarıdır. Bunun sebebi de bu
insanların bu yağmayı sineye çekmeleridir.
Emperyalizmin kullandığı yöntemlerden birisi aşırı faizle borçlandırmaktır.
Borç alan ilkeler bunu iç tüketimde
harcarlar, sonra borçlarını ödemek için daha fazla borçlanırlar. Faizler artar,
ödeme şartları ise giderek ağırlaşır.
ABD, kendi çıkarlarını ve uluslararası kapitalist sistemi
korumak için silah kullanmaktan asla vazgeçmez. Bugün için ABD’nin askeri
harcamaları diğer bütün devletlerin bu amaçla harcadığından daha fazladır. Askerlerinin
büyük bir kısmı ülke dışında yerleşmiştir. Tüm dünyaya yayılmış üslerinde 500
000’in üzerinde askeri personeli vardır. 30 000’den daha fazla stratejik ve
taktik nükleer silaha sahiptir.
Kendi askerini kullanmak istemediğinde, paralı askerleri,
terör örgütlerini veya dost ve müttefik diye nitelendirdiği ülkelerin
askerlerini kullanır. Gerekiyorsa, terör örgütleri kurar ve onları destekler.
Milli devletleri bu örgütler aracılığı ile zayıf düşürür ve hatta etnik kimlik
ve dini inanç farklılıklarını ön plana çıkararak ülkeleri bölmeye çalışır.
Kendi ulusal güvenliğini sağlamak veya başka ülkelere
demokrasi götürmek bahanesi ile askeri müdahaleler de bulunmaktan kaçınmaz. Bunun
için gerekirse düşman icat eder. Irak’ta, Libya’da, Suriye’de yaptığı budur.
Emperyalist devletler ve özellikle de ABD dünya kamuoyunu
kendi lehine oluşturmak için iletişim dünyasını denetler. ABD medyası her yıl
milyonlarca haber, fotoğraf, yorum başyazı, köşe yazısı ve makaleyle diğer
ülkelere haber ve düşünce pompalar. Bu pompalamanın ana amacı toplumu yanlış
bilgilendirme ve yönlendirmedir. CIA, ABD içinde ve dışında 200’den fazla
dergi, gazete, haber ajansı ve yayın evinin doğrudan sahibidir. Ayrıca çok
sayıda gazeteciyi de besleyip büyütürler.
Emperyalistlerin bir silahı da üçüncü dünya ülkelerinde
kurdukları veya destekledikleri demokratik kitle örgütleridir. Bu örgütleri
maddi yünden destekler. Bazı yazarlara ödüller vererek kamuoyunda itibar
kazanmasını sağlarlar.
Bu gazeteler ve gazeteciler aracılığı ile oluşturdukları
kamuoyu sayesinde siyasi partilerin yönetimlerini kendi istedikleri gibi
oluşmasına gayret ederler. Gerekirse CD’li, kasetli komplolar düzenlerler.
Türkiye’deki olayları değerlendirirken bu gerçekler hep göz
önünde olmalıdır. Emperyalizm kanlı ve çirkin yüzü ile ülkemize ve
komşularımıza çok büyük kötülükler etmektedir.
Kurtuluşu bu emperyalist
ülkelerin insafına ve yardımına sığınarak aramak en büyük gaflettir. Tam
bağımsız milli devletimizi bu emperyalist güçlere karşı korumamız için, Türk
kimliği altında tek bir millet olarak yaşamamız gerekir. Tek millet olarak
mücadele etmeden ülkemizi de, devletimizi de ABD’ye ve onun yerli
işbirlikçilerine karşı koruyamayız.
26 Kasım 2015 Perşembe
FÜZE TÜRKİYE'Yİ VURDU
Rus uçağının düşürülmesini değerlendirirken tabloya geniş
açıdan bakmak gerekir. Sadece bu olaya, Türkmen dağına, Lazkiye’ye veya
Reyhanlı’ya bakarsak doğru yorumlar yapamayız.
Ortada bir gerçek var: Petrol, daha doğrusu enerji
kaynakları.
Dünyadaki enerji kaynaklarının büyük çoğunluğu Ortadoğu’yu da
kapsayan Avrasya’da bulunuyor. Yıllar önce Amerikalı strateji uzmanı Zbigniev
Brzezinski kitabında şöyle yazmıştı. “, "Dünyanın merkezi Avrasya'dır.
Çünkü dünyanın bütün petrolleri ordadır. Bu petrolleri ABD kontrol etmelidir.
ABD Avrasya bölgesini kontrol etmeden dünya hakimiyetini sürdüremez.”
Olayın aslı işte budur. ABD Avrasya’yı kontrol altında tutmak
istiyor. Bu bölgede kendisine mani olabilecek ülkeleri parçalıyor veya zayıf
düşürmeye çalışıyor. Olmadı, iktidarlarını kendi sözünden çıkmayacak kimselerden
oluşmasını sağlıyor.
Brzezinski bu sözleri yazdığında Sovyetler
parçalanmamıştı, Yugoslavya bütünlüğünü koruyordu. Türkiye’de PKK terörü bu
boyuta çıkmamıştı. Irak, Suriye ve Libya toprak bütünlüğünü koruyordu. Ne
olduysa oldu; Sovyetler, Yugoslavya, Irak, Libya, Suriye parçalandı. Afganistan
Sovyetlerin egemenliğinden çıktı.
ABD’nin 2002 yılında açıkladığı ve 22 ülkenin yönetimini ve
sınırlarını değiştirmeyi hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi’nin temelinde ABD’nin
Avrasya’ya hâkim olma emeli yatar.
ABD’nin bu projesi adım adım gerçekleştirmeye başladı. Irak
fiilen parçalanmış ve yönetimi değişmiş durumda. Suriye de parçalandı ama Esat’ın
direnci ABD’yi yendi. Esat ülkesini ABD ve onun Ortadoğu’daki büyük ortağı
İsrail’e karşı koruyor.
ABD’nin Irak’ı ve Suriye’yi parçalamak ve bu ülkelere hâkim
olmak için yürüttüğü politikalar sonucu milyonlarca insan öldü, milyonlarca
insan evinden, vatanından uzaklara göç etti. Buraya dikkatinizi çekerim, bu
insanların arasında Irak ve Suriye Türkleri de vardı.
Suriye'de savaş halen devam ediyor. Bir tarafta ABD’nin piyonları
olan PYD, IŞİD, El Nusra, El Kaide ve Özgür Suriye Ordusu gibi terör örgütleri,
diğer yanda Esat’a bağlı Suriye Ordusu, Rusya ve Hizbullah. İran’da Esat
güçlerini destekliyor. Tablo bu.
ABD’nin Avrasya’ya hâkim olmasını önleyecek 3 büyük bölge
ülkesi var: Türkiye, Rusya ve İran. Bunu bilen ABD Rusya’yı zayıflatmak için uğraşıyor, Ukrayna’yı kendi kontrolüne almaya çalışıyor. Rusya’nın komşuları
ile olan ilişkisini bozmaya çalışıyor. İran’a ekonomik ambargo uyguluyor.
Türkiye’yi ise PKK denilen terör örgütünü kullanarak bölmeye
çalışıyor. Bu da yetmezmiş gibi, yönetime kendi sözünü dinleyecek iktidarların
gelmesini sağlıyor. Türk Milletini Mustafa Kemal öğretisinde uzaklaştırmaya
çalışıyor. Milli devletimizi yıkmaya uğraşıyor.
ABD son zamanda iki büyük darbe aldı. Birincisi Türk Silahlı
Kuvvetlerinin ve Türk Polisinin PKK karşı 24 Temmuzdan itibaren ABD’nin piyonu
PKK’ya karşı çok ciddi biçimde mücadeleye başlaması ve ikincisi de Rusya’nın
Suriye olayına doğrudan müdahalesi. Bu ki olay ABD planları için önemli bir darbe
oldu.
Türkiye’nin ülke ve milletini böldürmemek için başlattığı
mücadeleyi durdurmak ve Rusya’nın Suriye’deki etkinliğini azaltmak için gerekli
olan şey Türkiye’ ile Rusya’yı karşı karşıya getirmekti. Rus uçağına atılan
füze bunu başardı.
Rus uçağına atılan füze sadece uçağı düşürmekle kalmadı,
Türkiye Rusya ilişkilerine de darbe vurdu. Bu darbe kime yaradı derseniz cevabı
basit: ABD’ye… Bunun ne sevinilecek ne de övünülecek bir yanı yok. Türkiye
kendi bacağına kurşun sıktı, o kadar!
24 Kasım 2015 Salı
24 KASIM VE MİLLET MEKTEPLERİ
Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren Osmanlı’nın mirası
olan cehaleti yenmek için büyük bir eğitim seferberliği uygulamaya konmuştur. Cehalet bize Osmanlı’dan mirastır. Cumhuriyet
kurulduğunda çocukların büyük bir kısmı okula gitmiyordu. Halk cahildi. Erkeklerin
% 93'ü, kadınların % 99'u okuma yazma bilmiyordu.
Ülkede toplam 4770 ilkokul, 72 ortaokul ve 23 lise vardı. İlkokullarda
337.618, ortaokullarda 5905 ve liselerde toplam 1241 öğrenci öğrenim görüyordu.
Ortaokulda 543, liselerde ise 230 kız öğrenci vardı.
Medreseler askerden kaçma yeri ve bağnazlık yuvası olmuştu.
Hurafeler din diye öğretiliyordu. Medreselerde Türkçe yasaktı. Ülkede bir
üniversite (darülfünun) var. Bu kurum da çağın özelliklerinden uzak bir halde.
Akıl ve bilim unutulmuştu.
Bu durum kabul edilemezdi. Savaş bitmiş, zafer kazanılmıştı
ama yeterli değildi; cehalete karşı da savaş yapılmalıydı. Atatürk bu savaşı
zaferle sonuçlandırmanın önemini şu sözleri ile anlatmış:
“En mühim ve feyizli
vazifelerimiz millî eğitim işleridir. Millî eğitim işlerinde mutlaka muzaffer
olmak lâzımdır. Bir milletin hakikî kurtuluşu ancak bu suretle olur.”
“Toplumumuzda yaygın bir bilgisizlik vardır. Memlekette cehaleti süratle ortadan
kaldırmak lazımdır. Başka kurtuluş yolu yoktur.”
“Bir toplumun yüzde onu, yüzde yirmisi okuma yazma bilir,
yüzde sekseni okuma yazma bilmezse, bu ayıptır. Bundan insan olanların utanması
lazımdır.”
“Bizim izleyeceğimiz Millî Eğitim siyasetinin temeli, evvelâ
mevcut bilgisizliği ortadan kaldırmaktır.
Ayrıntılara girmekten
kaçınarak bu fikrimi birkaç kelime ile açıklamak için diyebilirim ki, genel
olarak bütün köylüye okumak, yazmak ve vatanını, milletini dinini, dünyasını
tanıtacak kadar coğrafî, tarihî, dinî ve ahlâkî bilgi vermek ve dört işlemi
öğretmek, öğretim ve eğitim programlarımızın ilk hedefidir.
Bu hedefe erişmek, Millî Eğitim tarihimizde kutsal bir aşama
teşkil edecektir”
Ülke çapında eğitim veren ilkokul, ortaokul ve lise sayısının
hızla artırılmasına çalışılarak çocukların eğitim seviyesi yükseltilmeye
çalışılmıştır. Mustafa Kemal, sadece çocukları eğitmenin yeterli olmadığını ve
halkın da hızla cehaletten kurtarılmasına olan inancını şu sözlerle ifade
etmiştir:
"Hedefe yalnız
çocukları yetiştirmekle ulaşamayız. Çocuklar geleceğindir. Fakat geleceği
yetiştirecek ana-babalar şimdiden az çok aydınlatılmalıdır ki yetiştirecekleri
çocukları bu millet ve memlekete hizmet edebilecek, yararlı ve faydalı
olabilecek şekilde yetiştirebilsinler. Bilenler
bilmeyenleri toplayıp okutmayı bir vazife bilmelidirler."
Halkın bilgilendirilmesi için, Millet Mekteplerinin
kurulmasına karar verilmiş ve 11 Kasım 1928'de Millet Mektepleri Talimatnamesi
kabul edilmiş ve 1 Ocak 1929'da Millet Mektepleri'nin ilk dershanesi
açılmıştır.
24 Kasım 1928 tarihinde Atatürk’e “Başöğretmen” unvanı verilmiştir.
24 Kasım’ın Öğretmenler günü olarak kutlanmasının sebebi budur. Atatürk de “Başöğretmen” olarak kasaba kasaba,
köy köy gezerek halk dershanelerinde ders vermiştir.
Millet Mekteplerine 15-45 yaşlar arasındaki tüm yurttaşların
katılmaları zorunlu kılınmıştır. 45 yaşın üzerinde olan yurttaşlar için bu
kurslar isteğe bırakılmıştır.
Millet Mektepleri sabit ve seyyar olmak üzere (A) ve (B)
dershanelerinden, halk okuma odalarıyla köy yatı dershanelerinden oluşmakta
idi. Şehir ve kasabalardaki Millet
Mekteplerindeki dershanelere sabit, mektepsiz köylere bir devre için öğretmen
göndermek sureti ile açılan dershanelere seyyar dershane denirdi.
A tip dershanelerde okuma yazma öğretilirdi. B tipi
dershanelere A tipi dershaneleri bitirenler giderdi. Bu dershanelerde, iki saat
okuma yazma, iki saat ölçüler ve hesap, bir saat sağlık ve bir saat yurt
bilgisi dersleri verilirdi.
Bu dershanelerde “Köy Kıratı”, Halk Okuma Kitabı”, “ Millet
Mektepleri ve Halk Dershanelerine Mahsus Yurt Bilgisi” gibi kitaplar
okutulurdu.
Millet Mektepleri'ne bağlı açılan halk dershanelerinde yeni harfler
öğretilmeye başlandı.
1929-1933 tarihleri arsında Türkiye'de toplam 54.050 Millet
Mektebi açılmıştır. Bunun 18.589'u kentlerde, 35.461'i köylerdedir.
Türkiye'de 1927 yılında okuma yazma oranı erkeklerde %7,
kadınlarda %04 iken, Harf Devrimi'nden 7 yıl sonra (1935) bu oran %19.2'ye
çıkmıştır. Bu oran Harf Devremi öncesinin 3 katı kadardır.
Çocuklarımızın ve gençlerimizin bilimin ışığı ile
aydınlanması ve çağdaş bilgilerle donatılması için çaba gösteren başta
başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm öğretmenlerimizi saygıyla,
minnetle anıyorum ve öğretmenlerimizin 24 Kasım Öğretmeler Gününü kutluyorum.
23 Kasım 2015 Pazartesi
SAĞ VE SOL
Türk insanının yıllardır sağlıklı kararlar vermesine engel
olan en önemli şey, sol ve sağ kavramlarıdır. Kendisini dindar kabul eden ve milli kültüre
sahip çıktığını düşünen halkımız yaklaşık 65 yıldır sağcı bildiği partilere oy
veriyor. Bu sağcı partilerin uyguladığı ekonomik programları ise hiç dikkate
almıyor.
Sol düşünce, halkımız tarafından adeta mahkûm edilmiş
durumda. Sol, halkın büyük çoğunluğu tarafından komünistlik ve dinsizlik olarak
kabul ediliyor. Bunda elbette solcuyum diyen bazı kimse ve kurumların dini ve
milli değerlere karşı saygısız ve duyarsız olmasının rolü var ama bize kalırsa
esas problem halkın solu da komünizmi de, sosyalizmi de, kapitalizmi de doğru
olarak bilmemesi.
Yıllardır verdiği oylarla dinini ve milli değerlerini
korumaya çalışan halkımız güç verdikleri iktidarların uyguladıkları ekonomik
programlar nedeni ile neler olduğunu fark etmiyorlar:
Türkiye’nin sömürüldüğünü, halkın soyulduğunu fark
etmiyorlar.
Yönetimi zenginlere ve onlarla işbirliği yapanlara teslim
ettiklerini fark etmiyorlar.
Kendilerinin yoksullaşırken zenginlerin daha da
zenginleştiğini fark etmiyorlar.
Gelir dağılımının giderek bozulduğunu, gelir, servet ve
fırsat eşitsizliğinin giderek arttığını fark etmiyorlar.
Türkiye’nin ormanlarının, topraklarının, derelerinin,
madenlerinin yabancılara ve onların işbirlikçilerine peşkeş çekildiğini fark
etmiyorlar.
Kendi çocuklarının zor şartlarda ve eksikliklerle dolu
okullarda okurken, zenginlerin çok daha iyi okullarda okuduğunu fark
etmiyorlar.
Yoksul ve orta gelir düzeyindeki kimselerin zorluklarla
okuttukları çocuklar iş bulamazken, zenginlerin çocuklarının daha okulları
bitmeden işlerinin hazır olduğu fark etmiyorlar.
Kendileri evlerine ekmek götürmede zorluk yaşarken,
zenginlerin evlerinde türlü türlü yemekler piştiğini fark etmiyorlar.
Kendileri sürekli borç içinde olduklarını fark etmedikleri
gibi, ülkenin ve devletin de borç batağına sokulduğunu fark etmiyorlar.
İktidara getirdiklerinin emperyalist güçlerle iş birliği
yaptığını fark etmiyorlar.
Milliyetçi, muhafazakâr diye oy verdiklerinin vatan topraklarının
bölünmesine göz yumduklarını fark etmiyorlar.
İktidara sahip olanların hırsızlık, yolsuzluk yapıp halkın
parasını çaldıklarını fark etmiyorlar.
İşçiler, emekliler, işsizler yoksulluk sınırının altında
yaşadıklarını fark etmiyorlar.
Çocuklarının iyi eğitim almadığını, karınlarının doymadığını,
iyi beslenemediklerini, sanat ve spor imkânlarından yoksun kaldığını fark
etmiyorlar.
Bunları fark etmeden sağcı bildikleri partileri destekleyip
duruyorlar. İşin bir acı yanı da, kendisini solcu diye tanıtan başta CHP olmak
üzere bazı partilerin de küresel sermayenin ekonomik programlarını
savunduklarını fark etmiyorlar.
Kendisini sağcı kabul eden halkımız dinini ve milli
kültürünü koruyorum sanarak kendisini emperyalist dünyanın sömürüsüne açık hale
getiriyor.
Türk insanının sağlıklı seçimler yapabilmesi sağ ve sol
kavramlarının yanlış değerlendirilmesi nedeni ile mümkün olmuyor.
Halkımıza sesleniyorum:
Bu sağ, sol laflarını bir kenara bırakın. Unutmayın, sizi
dindar ve muhafazakâr kılığına girerek aldatıyorlar. Milletin ekonomik
çıkarlarını koruyamayan, vatanını koruyamayan, ülkesinin değerlerini
koruyamayan, yoksulluğu önleyemeyen, refahı yayamayan, hırsızlığı ve yolsuzluğu
yol edinmiş, kul hakkı alırken Allah’tan korkmayan kimseler sağcıyım dese ne
olur, solcuyum dese ne olur. Yalana ve yalancıya kanmadan parti seçin.
Önünüze gelecek olan seçim sandığını iyi
değerlendirin, kendinizi ve çocuklarınızı yalancıya, hırsıza, işbirlikçiye teslim etmeyin.
20 Kasım 2015 Cuma
ATATÜRK’ÜN İZİNDE OLMAK
Uzun süredir Türkiye’de bir Atatürkçülük ve Kemalizm
tartışması sürüp gidiyor. Bu tartışmalar bile Atatürk’ü ve onun öğretisini bir
türlü kavramadığımızı gösteriyor.
Mustafa Kemal’i anlamak için Onun yaptıklarını iyi
değerlendirmek lazım. Onun üç büyük eylemi var: Emperyalizme karşı verdiği
kurtuluş savaşı, saltanata karşı demokratik devrim ve toplumu ümmet aşamasından
millet aşamasına dönüşümü.
Kuva-yı Milliye, aslına dünyanın tanıştığı ilk Halk Kurtuluş Ordusu’dur.
Müdafaa-i Hukuk ise sadece Türk milletinin haklarını emperyalizme karşı koruma
öğretisi değildir. Müdafaa-i Hukuk, mazlum milletlerin için bir kurtuluş
beyannamesidir.
Kurtuluş savaşının batılı güçlere karşı verilmiş olması
Türkiye halkının milliyet duygularını pekiştirmiş ve bu mücadelenin esnasında
saltanat erbabının ve padişahın emperyalizm ile işbirliği yapış olması Türk
İnkılabını demokratik kılmıştır.
Atatürk hem ihtilalcidir hem de inkılapçıdır. İhtilalcidir
çünkü başkaldırıyı padişaha karşı yapmıştır. İnkılapçıdır çünkü Türk toplumu
dönüştürmüştür. Verdiği kurtuluş savaşı ağır bastığı için devrimciliği yeteri
kadar göz önünde tutulmamıştır.
Atatürk devriminin temel özelliği demokratik olmasıdır. O,
Anadolu İhtilalini kongrelerle, şuralarla, meclislerle ve halkı ile birlikte
yapmıştır. Her zaman TBMM’nin emrinde
olmuştur. Yunan kuvvetleri Sakarya’ya kadar geldiğinde bile başkomutanlık
yetkisi TBMM’den almış ve ondan sonra düşmanı Sakarya’da durdurmuştur.
Mustafa Kemal’in şansızlığı ölümünden sonra İnönü
Atatürkçülüğünün Türkiye’ye egemen olmasıdır. İnönü, Atatürk’ün milli
demokratik devrimini sürdürmede çok yetersiz ve isteksiz kalmıştır. Demokratik
devrim, totaliter bir bürokrasi diktasına ve “muassırlaşma” hamleleri de “alafırangalığa”
dönüşmüştür.
Bugünlerde Atatürk’ü yerenler de övenler de gerçek Mustafa
Kemal’i değil, hayallerindeki Mustafa kemali yeriyor veya övüyorlar.
Atatürk’ün temel düşüncesi emperyalizme karşı müdafaa-i
Hukuk ve tam bağımsızlık, dikta anlayışına karşı da Milli egemenliktir.
Alafrangalığın yani batı dünyasının taklitçiliğin ise Atatürkçülük ile ilgisi
yoktur. O, her zaman milli kültürü savunmuştur.
Eğer Atatürk’ün izindeyiz diyorsanız tutacağınız yol, milli
demokratik devrim yoludur. Bu yola yalnız gidilmez. Bu yolda ilerlemek
isteyenlerin bir siyasi parti bünyesinde çalışması gerekir.
AKP karşı devrimci bir partidir. CHP’nin ise Atatürk ile
ilgisi kalmamıştır; emperyalizmin piyonlarının savunucusu durumuna düşmüştür. MHP’nin
ise bir etkinliği kalmamıştır ve bu parti de antiemperyalist özellikte değildir.
Ben Atatürkçüyüm diyenlerin toplanacağı ve milli demokratik devrim için
mücadele edeceği parti Vatan Partisidir. Toplanılacak yer orasıdır.
18 Kasım 2015 Çarşamba
HAYAL VE GERÇEK
Bilinen bir hikayedir; Mecnun aşık olduğu Leyla’yı bulmak
için çöllerde dolaşırken bir gün Leyla ile karşılaşır ama sevinmez ve mutlu
olmaz. Leyla bunun nedenini sorar. Mecnun cevap verir: “Ben Leyla için çöllere
düştüm, hayatımı onu bulmaya adadım. Şimdi seni buldum ama sen benim aradığım
Leyla değilsin.”
Aslında Mecnun kendi hayal dünyasında mevcut bir güzele
aşıktır. Aşık olduğu kızı Leyla sanır ama onun ile karşılaşınca hayalindeki
kızın o olmadığını anlar.
CHP’ye oy veren seçmenlerin de Mecnun gibi; kafalarında bir
CHP var, ona oy verdiklerini sanıyorlar ama oy verdikleri parti CHP değil. CHP
sandıkları parti YCHP ama haberleri yok.
CHP Türkiye Cumhuriyet’ini kuran partidir. Müdafaa-i Hukuk
doktrini ile ve milli demokratik devrimi tamamlamak için kurulmuş bir partidir.
İlkeleri ve amaçları bellidir. CHP’nin özü tam bağımsızlık ve milli
egemenliktir.
YCHP ise tam bağımsızlığı bir kenara koyup emperyalist
güçlerin lideri ABD’nin piyonluğunu yapmaya çalışıyor.
Türkiye’yi bölmeye çalışan ABD bu amaçla kullandığı iki
örgüt var: F tipi örgüt ve PKK (HDP).
YCHP bir yandan HDP ile görüşmeler yapıp onu halkın gözünde
legalize etmeye ve hoş göstermeye çalışırken diğer yandan F tip örgüte adeta
gövdesini siper ediyor.
ABD’nin kara gücüm dediği PKK ve onun uzantısı olan PYD ile
silahlı mücadele yürütürken, YCHP PYD’yi savunan ve destekleyen beyanatlar
veriyor.
YCHP’li gençler HDP’li (PKK) gençler ile birlikte üniversitelerde
güvenlik birimleri oluşturmaya kalkıyor.
Gerçek CHP’nin içinde olması gereken Atatürkçüler,
yurtseverler, ulusalcılar YCHP’den teker teker kovuluyor, onların yerine Kürt
milliyetçileri, liboşlar, cemaatçiler, küresel sermayenin adamları, Türkiye’yi
soykırım yapmakla suçlayanlar, tescilli ajanlar, sorosçular, Atatürk’ü
katliamcı ilan edenler partiye dolduruluyor.
Atatürk ilkelerine, 6 oka, tam bağımsızlığa, sahip çıkmayan,
Türk milletinin ve Türk vatanının bölünmez bütünlüğünü savunmayan, küresel
güçlere karşı milli ekonomiyi programına koyamayan, Atatürk’ün “Türkiye
şeyhler, dervişler, müritler ülkesi olamaz” demesine rağmen cemaati koruyup
kollayan, Türk Milletini anayasadan çıkarma teşebbüslerini hoş gören bir parti
artık CHP değildir.
CHP’ye oy verdiğini sanan vatandaşlarımızın artık daldıkları
hülyadan uyansınlar. Oy verdikleri parti CHP olmaktan çıkmıştır. Bu
vatandaşlarımız verdikleri oylarla gerçek CHP’nin şiddetle karşı olması gereken söylem
ve eylemlerine destek oluyorlar. Düşündükleri CHP artık yok, bunu bilsinler.
17 Kasım 2015 Salı
G 20 GERÇEĞİ
Türkiye G 20 toplantısına ev sahipliği yaptı. Bu toplantıya
dünyanın en büyük ekonomisine sahip 19 ülke ve Avrupa birliği Komisyonu
katıldı. Türkiye ekonomik büyüklük sıralamasında geçmiş yıllarda 17. Sırada iken,
son yıllarda uygulanan yanlış ekonomik programlar soncu 19. sıraya inmiş
durumda. İleriye doğru yapılan tahminle ise, Türkiye’nin ilk 20 ülke arasından
çıkacağı şeklinde.
İstihdam yaratmayan, borç ve dış açıkları büyüten sıcak
paraya dayalı büyüme modeli, iç ve dış faktörlerin etkisiyle giderek işlemez
hale gelince, Türkiye ekonomisi irtifa kaybetmeye başladı. IMF projeksiyonları
Türkiye’nin, GSYH’ye göre ülke sıralamasında bu yıl 2 basamak düşerek
19’unculuğa ineceğini gösteriyor. Asıl kalkınmışlığın ve halkın refah düzeyinin
göstergesi sayılması gereken kişi başına GSYH’ye göre sıralamada ise
Türkiye’nin bu yıl yine 2 basamak inerek 67’nciliğe kadar düşeceği tahmin
ediliyor.
2012’de Türkiye,
TÜİK’e göre 10 bin 497 dolar, IMF’ye göre 10 bin 523 dolar olan kişi
başına milli geliri ile 64’üncü sırada yer alıyordu. 2013’te ise Türkiye IMF’ye
göre 10 bin 815 dolar olan ancak TÜİK’in 10 bin 782 dolarla daha da düşük
açıkladığı kişi başına GSYH ile 65’inciliğe geriledi. 2014’te ise OVP’deki 11
bin 277 dolarlık hedefe karşılık IMF, 9
bin 920 dolarlık kişi başına milli gelir öngörüyor. Bu da Türkiye’nin 2 basamak
daha düşerek 67’nciliğe inmesi anlamına geliyor. Bu da AKP’nin 12 yılı aşan
iktidarında “hızlı büyüme” masallarına rağmen halkın refah düzeyini dünyanın
gerisinde bıraktığının; dünya ile karşılaştırmada göreli olarak halkı
yoksullaştırdığının kanıtı…
Kişi başına düşen gelirdeki bu gerilemenin yanında gelir
dağılımında da bozulmalar oldu. Yoksulluk artarken dolar milyarderlerinin
sayısı arttı. Para belirli ellerde toplandı.
AKP’nin iktidar olduğu 13 yıllık dönemde, ekonomi çıkmaza
sokuldu. Üretim artırılamadı ama borçlar artırıldı. Dış borçlar tutarı 400
milyar doların üstüne çıktı. Devlet borçlandı, özel sektör borçlandı, esnaf
borçlandı, halk borçlandı. Borçlar ödenemez duruma geldi.
Yoksulluk ve yolsuzluk arttı. İnsanlar fakirliğe mahkûm
edildi. İşsizlerin sayısı arttı. Sanayi ve tarım üretimi yavaşladı. İthal
mallar piyasayı doldurdu. Saman bile ithal eder hale geldik. Dış ticaret açığı
rekorlar kırdı. Açığı yüksek faizli borçlarla kapatır olduk.
Kamuya ait fabrikalar, işletmeler özelleştirildi. Ormanlar,
yer altı zenginlikleri dereler yağmalandı. Özel sektöre ait birçok fabrika,
tesis ve kurum yabancıların eline geçti.
Yapılan özelleştirmelere ve alınan borçlara rağmen ekonomik
olarak büyüme sağlanamadı. Eğitime, sağlığa yeteri kadar para ayrılamadı.
Zenginlerin gittiği hastaneler ve okullar yoksullarınkinden çok farklı hale
geldi. Siyaset insan için değil, para için yapılır oldu.
Borçlanmaya dayanan bir ekonomik düzen ile kalkınma da
olmaz, sosyal adalet de sağlanamaz. Çare, özellikle yüksek katma değerli ve rekabet
edebilir malların üretiminden geçer.
Kısa süre içinde borçlanma ekonomisinden üretim ekonomisine
geçmezsek, bundan sonraki G 20 toplantılarına katılmak bir hayal olacaktır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)