28 Kasım 2014 Cuma

PEKÜNLÜ VE GALİLEO

Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Uzay Bilimi ve Astronomi Bölümü öğretim üyesi Prof Dr. Rennan Pekünlü’nün kamu vicdanını yaralayacak şeklide hapsedilmesi dogmatizmle bilimsel düşünce arasındaki savaşın halen devem ettiğinin en güzel kanıtı oldu.

Bu savaşın geçmişi çok eskilere kadar gidiyor. Bu savaşı anlamak için,  özellikle 17. Yüzyıl’da yetişen ve dini çevrelerin büyük baskılarına rağmen bilimin gelişmesine büyük katkılarda bulunan bilim adamlarını anmak gerekir.

Galileo, Torricelli, Descartes, Pascal, Malpighi, Huygens, Newton ve Lebniz, Bruno gibi bir dizi bilim adamı bu asrın  gurur ile anılacak isimleridir. Bu isimlerden özellikle Galileo’dan bahsetmek lazım.

Galileo da Pekünlü gibi önemli bilimsel çalışmalarını Asrtonomi bilim dalında yapmıştır. O da Pekünlü gibi karanlık dünya taraftarlarınca hapse mahkum edilmiş ve hapiste iken hayata veda etmiştir.

Modern bilimin doğuşunda Galileo’nun çok büyük katkısı vardır. Galileo ve onu takip edenler, kainatı ve doğayı anlamak ve onlarla ilgili gerçeklere ulaşmak için modern bilimin matametiksel bir alet gibi kullanılmasını savunmuşlardır. Galieo’nun temel görüşü, bilimsel gerçekler Kitab-ı Mukaddes ile çelişse bile  geçerliliğini yitirmez şeklinde idi. Ona göre, bilim, Kitab-ı Mukaddes yorumlarına değil, Kitab-ı Mukaddes yorumları bilimin ortaya koyduğu sonuçlara, araştırmaların, deneylerin sonucuna uymak zorundaydı.

Galileo’nun,  özellikle “İki Dünya Sistemi Üzerine Diyalog” isimli eserini yayınlaması Engizisyon mahkemesinde yargılanmasına yol açtı. Bu mahkeme sonucunda hapsedildi ve hapiste iken vefat etti. Hapiste iken de bilimsel gerçekleri haykırmaktan asla vazgeçmedi.

Galileo bir Copernicus  (Kopernik) taraftarı ve takipçisi idi. Kopernik’in bir diğer takipçisi de Bruno’dur. Bruno da Engizisyon mahkemesinde yargılanmış ve ölüme mahkum edilmiş. 1600 yılında yakılarak öldürülmüş. Onun şu sözleri unutulmamış, özellikle dogmatizme karşı savaşan bilim adamlarına da yok göstermiştir.

“ Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Karanlık ve aydınlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım; bundan dolayı her yerde nefretle karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı ve aptal çoğunluğun öfkesine hedef olarak yaşadım.”


Biz bu bilimsel düzeye gelmemizi Galileo ve Bruno gibi ilim için hayatlarını ve geleceklerini hiçe sayan insanlara borçluyuz. Pekünlü hocamız da cehalet ve bilim arasındaki savaşta yara alan bir değerli bilim adamımızdır. Verdiği mücadeleden dolayı kutluyorum ve kendisine geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum.

15 Kasım 2014 Cumartesi

Türk Dünyası’nın önde gelen isimlerinden oluşan 457 aydın, “Türk Milleti’ne çağrı” başlıklı bildiri yayınladı: Teröristbaşı muhatap alınamaz yasalara aykırı statü sahibi yapılamaz:
1 Emperyal bir proje olan  “çözüm süreci”  gereğince ve terörist başının baskılarıyla Meclisten geçirilen  “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun” , Anayasamıza aykırıdır; çünkü TBMM’nin, egemenliğimizi ve bütünlüğümüzü parçalayacağı belli olan yasalar yapmaya yetkisi yoktur. Devletimizin kuruluş esaslarına ve Anayasamızın belirlediği millî - üniter devlet yapısına aykırı olan bu yasa kabul edilemez, uygulanamaz.
 2 Vatanımızı ve Milletimizi bölmek amacıyla bebek, kadın, asker, polis ve öğretmen dâhil 40 bin kişinin katili olan terörist başı muhatap alınamaz, müzakereci ve yasalara aykırı statü sahibi yapılamaz.
3 Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti, etnik ve mezhep gruplarına göre ayrıştırılıp parçalanamaz; 1000 yıllık egemenliğimiz paylaşılamaz; Vatan toprakları üzerinde, herhangi bir kimliğe dayalı “Özerk Bölge” gibi ayrı bir yönetim kurulamaz.

4 Ülkemize, her topluluktan milyonlarca akraba olan olmayan kişiler sığınmacı yapılırken, bu imkânın sadece Türk Milletinin birer parçası olan Türkmenlerden ve Doğu Türkistan Türklerinden esirgenmesi kabul edilemez; bu ayrımcı tutum insanî, ahlâkî, hukukî ve tarihî sorumluluğumuzla bağdaştırılamaz.

Hukuk devleti, kişi ve parti devletine dönüştürülemez; yargıya güven sarsılarak “kendi gücüyle hak arama” (ihkak-ı hak) yolu açılamaz; “iktidar hukukun üstündedir” dönemi başlatılamaz; Türkiye’miz hukuk kargaşasına sürüklenemez.

13 Kasım 2014 Perşembe

SORUNLARDAN UZAK YAPAY GÜNDEM

Bunlar bizim sorunlarımız:

Dünyanın en büyük ekonomileri sıralamasında 17’nci ülkeyiz ama kişi başına düşen ortalama gelir sıralamasında 99’uncuyuz.

Kamunun 2002 yılında 155.2 milyar TL olan iç borç stoku, yüzde 163 oranında net 253 milyar lira büyüyerek 2012 sonunda 408.3 milyar liraya yükseldi 

Kamunun iç-dış toplam borcu 2002-2012 döneminde yüzde 119 oranında net 316 milyar lira büyüyerek 563 milyar liraya yükseldi. Yani Cumhuriyetin ilk 80 yılında devletin 257 milyar lira olan toplam borcuna, son on yılda 316 milyar lira eklendi.

Tüketici kredileri  ve bireysel kredi kartları ile yapılan borçlanma 2002-2012 döneminde tam 38 kat büyüyerek 6.4 milyar liradan 255 milyara yükseldi. 

Devam edelim:
  
En düşük istihdam oranına sahibiz. 2009’da Türkiye % 44.3 düzeyinde, OECD ortalaması % 66.1.
       Yoksullukta üçüncüyüz. Biz %17 iken, OECD ortalaması %11.1
       Yoksulluk sınırında yaşayan çocuk sayısı Türkiye’de yüzde 24.6. Bu oranla Türkiye 39 ülke arasında  üçüncü sırada.
       Türkiye’de her 4 çocuktan biri (% 25) açlık sınırında yaşıyor. OECD ortalaması yüzde 12.7.
       Bebek ölümlerinde 1’inci sıradayız. Bizde binde 17 (2008) iken, OECD ortalaması 4.6.
       Yaşanabilirlikte  58’inciyiz.
       Yoksullukta 56’ncıyız.
       Beslenmede 73’üncüyüz.
       Kişisel alım gücünde 61’inciyiz.
       Gelir dağılımında 131’inciyiz.
       Çocuk sağlığında 97’inciyiz.
       İnsani gelişmede 83’üncüyüz.
       İnsan haklarında 78’inciyiz.
       Can güvenliğinde 65’inciyiz.
       Demokraside 89’uncuyuz.
       Basın özgürlüğünde 106’ıncıyız.
       Cinsiyet eşit(siz)liğinde 122. sırada;
       Nüfusta yoksul oranı %17.0 (13 Milyon)
       Ülkede günde 5 dolara kadar bir gelirle yaşayan nüfusun sayısı 20 milyonu aşıyor... Çocuk yoksulluğu da bu sayılardan aşağı kalmıyor... 
       Türkiye’nin yabancılarla ortak olmadığı hiçbir şeyi kalmadı.
       Ülkenin sanayi kuruluşları, sigorta şirketleri, bankaları, iletişim firmaları, liman işletmeleri,  tarımı, madenleri, suları ya satılmıştır ya da satılıktır.
       Kendi ülkemizde yabancılar için çalışan işçi durumuna düşüyoruz.
       Tüketimimiz İthalat ağırlıklıdır.
       İhracatımız ithalatımızı karşılayamıyor. Tarım ürünleri ithalatına bir yılda 10 milyar dolar ödedik.
       Sürekli Cari işlem açığı veriyoruz (Son sekiz yılda: 232 milyar dolar).
       Sürekli faiz ödüyoruz: bir yılda 50 milyar dolar.
       Yabancıların bir yılda gerçekleştirdiği kar transferi 10 milyar dolar.
       Borsa yolu ile devamlı döviz kaybediyoruz.
       Finans sektörü yolu ile devamlı döviz kaybediyoruz.
       Sevr projesi ABD’nin yürüttüğü Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) bir parçası haline geldi.
       Bu proje ile Türkiye’nin sınırları değişecek ve Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Irak’ta bir Kukla devlet kurulacak.

Dünyaya göz attığımızda, insanların, geleceklerini eğitim ve bilim yolu ile şekillendirmeye çalıştıklarını görüyoruz. Bilim geliştikçe,  pazarlamada ve parekendecilikte,  tıp alanında, haberleşmede ve medyada dijitalleşme artıyor. Yeni enerji kaynaklarının bulunmasına çalışılıyor. Depolanabilir enerji arayışı artıyor. Nano teknoloji üzerinde çalışmalar yoğunlaşıyor. Çevre bilinci doğrultusunda doğanın korunması için neler yapılacağı, su sorunun nasıl çözüleceği bilimsel ortamlarda tartışılıyor. Sanayi ve tarımda verimliliğin ve iş güvenliğinin artırılmasına çalışılıyor. Okyanusun binlerce metre altında bilim adamları denizlerin sırrını arıyor. Uzay çalışmaları hız kazanıyor.  Kuyruklu yıldıza robot gönderilip oradan bilgiler toplanıyor. Bilimsel gelişmeler giderek hızlanıyor.

Peki, biz ne yapıyoruz? Neyi tartışıyoruz? Tamamen yapay gündemler ve boş laflarla gün geçiriyoruz. Politikacıların konuşmalarında en ufak entelektüel bir cümle yok. Televizyonlarda gerçek sorunlar tartışılmıyor, tam tersine Türkiye halkına sorun yaratmak için beyin yıkanmaya çalışılıyor.


Yukarda sıraladığım sorunlar ne oranda gündeme geliyor, takdir sizin. 

9 Kasım 2014 Pazar

HATIRASINA VE EMANETİNE SAYGILIYIZ

76. ölüm yıl dönümünde büyük önder Mustafa Kemal Atatürk'ü saygı, minnet ve hasretle anıyoruz. Onun biz bıraktığı en büyük emanet "Temeli yüksek Türk kültürü ve Türk kahramanlığı" olan Türkiye Cumhuriyetidir.

Türkiye Cumhuriyetinin iki temel özelliği var: İstiklal-i Tam ve Hakimiyeti Milliye.

Ne yazık ki, bugün bu iki özelliğin de aşındığını görüyoruz. Atatürk'ün hatırasına sahip çıkmak ve onun en büyük eserini korumak istiyorsak öncelikle aşınan bu iki özelliği Cumhuriyet'e kazandırmamız gerekir.

Zor günlerden geçtiğimizin farkındayız ama Mustafa Kemal'in askerleri olarak,  temel özelliklerini de dikkate alarak, Türkiye Cumhuriyeti'ni korumaya ve kollamaya kararlıyız.



BEN DE ÖZÜR İSTİYORUM

Başbakan Davutoğlu 4. Uluslararası  Hacıbektaş Aşure Günü’ne katılmış ve orada çok talihsiz bir konuşma yapmış. Dersim isyanını Kerbela olarak nitelendirmiş.  Dolayısıyla, Türk Milleti’ni, Türk Ordusunu Yezid’e benzetmiş, Dersim olaylarının baş örgütleyicisi, mal, can ve millet düşmanı Seyit Rıza’yı da Hazreti Hüseyin ile eşdeğer tutmuş.

Bu çok çirkin bir benzetmedir ve Ehl-i Beyt’in aziz hatırasına ağır bir hakarettir. Bu şuursuzca ve bilgisizce yapılan benzetmeye tüm İslam Aleminin ve Türk Milleti’nin tepki vermesi gerekir.  

Kendisini “Dersimli Kemal” olarak isimlendiren Kılıçdaroğlu’nun bu çirkin benzetmeye sessiz kalması da Davutoğlu’na gizli bir destek gibi olmuştur. Bir kere daha anlaşılmıştır ki Kılıçdaroğlu CHP başkanı olmaya layık birisi değildir.

Bu vesile ile Erdoğan Dersim olayları ile ilgili olarak Devlet adına özür dilediği zaman yazdığım bir yazıyı tekrar  yayınlamak istiyorum:

“BEN DE ÖZÜR İSTİYORUM

Ben Dersimliyim;  Sayın Başbakanımız devletin yaptıklarından dolayı  benden özür diledi.  Annem Tunceli’nin Çemişgezek, babam Hozat ilçesinde doğmuş, büyümüş. Ben de Çemizşgezek doğumluyum.  Yani ben Dersimliyim. Sayın başbakanımızın devlet adına özür dilemesi elbette beni de ilgilendirir ama benden başkalarının da özür dilemesi gerekir. Kimler mi özür dilemelidir? Elbette Seyit Rıza ve onun gibi şakilere sahip çıkanlar ve onlar adına konuşanlar.
 Ben Dersim olaylarını babaannem, babam ve annemden dinleyerek büyüdüm. Onların ve diğer akrabalarımızın ve hemşerilerimizin Seyit Rıza ve onun gibi diğer eşkiyadan nasıl zulüm gördüklerini  özellikle babaannem defalarca anlatmıştır.
Onlardan dinlediğime göre,  Devlete isyan eden asiler sadece askerleri katletmekle kalmamış, oranın sivil halklarını da öldürmüşler ve zulmetmişledir. Babaannemim iki erkek kardeşini pusu kurup öldürmüşler. Babaannemin Salih isimli,  nahiye müdürü olan, kardeşinin oğlu Efendi’yi asiler kaçırmış ve daha sonra  “gel çocuğunu geri vereceğiz diye” köylerine çağırmış ve yolda pusu kurarak öldürmüşlerdir. Bu ölüm Hozat’da büyük üzüntüye sebep olmuş ve aşağıdaki ağıt türkü yakılmıştır. Bu türkü halen söylenmektedir.
Hozat'ta gezerdim bir fidan boylu
Görenler derdi kim bu aslan soylu
Sorana deyin ki Hamil'in oğlu

Varsın Hozat yansın ver veran olsun
Hozat'ın gençleri intikam alsın

Hozat'ın önünde değirmen bendi
Mevlam nasib etmiş bana bu fendi
Buna sebep olan oğlum efendi

Vurma zalım vurma ne dedim sana
Bir çift cevabı mı çok gördün bana

Teştek'in başında vurdular beni
Bir kara palas'a sardılar beni
Şu kara toprağa verdiler beni

Ağlasın ağlasın anam ağlasın
Ahmedim diyerek kara bağlasın

Hozat'ın başında bir sürü koyun
Üstümü soymadan mezara koyun
Bir oğlum olursa adımı koyun

Yansın Hozat yansın yansın kül olsun
Bana değen gözler yansın kül olsun

Hozat'ın önünde çüt pınar çıkar
Ahmed'i vurmuşlar al kanlar akar
Çifte doktor gelmiş yaraya bakar

Gençliğe doymadan giderim böyle
Rüyada görmüşüm kaderim böyle

Hozat'ın içinde okunur ezan
Ne kara yazmış ah alnını yazan
Hep Seyit Rıza'dır kavlini bozan

Yolumu kesenler yolundan kalsın
Büyüsün efendim intikam alsın

Teştek'in başında iniş inemem
Kurşunlar sekiyor geri dönemem
Atımı kaçırdım tutup binemem

Yansın Hozat yansın ver veran olsun
Anamın gözünden akan kan olsun
 
 
 
Diğer kardeşini de benzer şekilde öldürmüşler. Onun içinde bir türkü söylenmiştir. O türkünün de sözleri şöyledir:
Atamı bağladım nar ağacına,
Perçemim dolandı gül ağacına
Gidin söyleyin benim bacıma
Nasıl dayanacak benim acıma.
 
Türküde adı geçen bacı, benim babaannemdir. Rahmetli babaannem bu olayları anlatır, türküleri söyler ağlardı.
Şakiler işi o kadar azıtmışlardır ki birkaç kere Çemişgezek’i basmışlar. Karşı koymaya çalışanları öldürmüşler kasabayı yağmalamışlar. Annem o günleri hatırlıyor. Kadınlar bir camiye toplanır eşkıya onlara bir kötülük yapmasın diye dua eder tespih çekerlermiş.
Daha üç gün önce,  o günlerde küçük kızın yanında öldürülen yüzbaşıyı, balta ile parçalanarak öldürülen askerleri, Fırat nehrini salla geçerken salın ipi kesilerek Fırat’ın azgın sularına terk edilen ve boğulan askerlerin hikayesini anlatırken gözleri doldu.
Bu asiler köprüleri yıkmışlar, telefon tellerini kesmişler, nahiye müdürü, vergi tahsildarı gibi memurları öldürmüşler, karakolları basmışlar, subayları, astsubayları, erleri öldürmüşler. Halkın mal, can ve  ırz emniyeti kalmamış. İşte bu ortamda askeri müdahale yapılmış ve suçlular ağır biçimde cezalandırılmış.
İkinci Dersim harekâtında maalesef bu asilerin yanında çok sayıda yerli halk da zarar görmüştür. Tabir yerinde ise kurunun yanında yaş da yanmıştır.  İsyana iştirak eden aşiretler mecburi iskâna tabi tutulmuş ve Anadolu’nun farklı bölgelerine gönderilmiştir.
 Dersim isyanının Alevilikle, Kürtlükle ilgisi yoktur. Bu isyan tüm Dersim halkına da mal edilemez. Çok sayıda var olan aşiretlerden sadece altısı bu isyana katılmıştır. İsyanın liderlerinden Seyit Rıza ise aslen bir Türk’tür. Kendisinin bazen Arap, bazen Kürt olduğunu söylemiştir ama mensup olduğu aşiret aslında bir Türk aşiretidir.
 Bu hareket sonunda Tunceli’de tamamı son model 14 000’den fazla silah toplanmıştır.   
Eğer Dersim olayları nedeniyle özür dilenecekse,  birileri de benden özür dilemelidir. Kim Seyit Rıza ve diğer asileri sahipleniyorsa, onlar adına konuşuyorsa onun bana özür borcu vardır. Babaannemin iki kardeşi için döktüğü göz yaşlarını unutmam ise asla mümkün değildir.
Şimdi soruyorum:

Neden hiç kimse asilerin, Seyit Rıza'nın adamlarının yaptığı katliamlardan, zulümden, askerleri nasıl öldürdüğünden, masum halkı nasıl sömürüp mallarına el koyduğundan. nahiye müdürlerini, subayları, çocuklarının gözü önünde öldürdüğünden, yapılan köprüleri bombaladığından söz etmiyor. Eşkiya mı dersime hâkim olsaydı? Dersim 3-5 aşiret resinin malı ve toprağı değildir. Orası da  vatan toprağıdır.

Dersim dosyasının açılmasını Cumhuriyet'in tasfiyesi projesi içinde değerlendirmek gerekir. Cumhuriyet'i koruyan tüm kişiler, kurumlar, topluluklar sindirilmeye, etkisizleştirilmeye veya  Cumhuriyet'ten soğutulmaya çalışılıyor. "Sonsuza kadar koruma ve kollama" karalılığı ve direnci kırılmak isteniyor. İnsanlar hapse atılıyor, hatta öldürülüyor, bilgi kirliliği yaratılıyor; adeta Cumhuriyet'ten intikam alınıyor.


Bu çerçevede sıra Alevilere gelmişti. Alevi yurttaşlarımızda Atatürk sevgisi ve Cumhuriyet sevdası her zaman var olmuştur. Cumhuriyeti koruma kararlılığını hiç yitirmemişlerdir. Dersim dosyası açılarak,  Atatürk'ten ve Cumhuriyet'ten soğutulmaya çalışılıyor. Özet ile Cumhuriyet savunmasız bırakılmak isteniyor. Geçmişte bazı oyunlara gelmeyen Alevilerin bu oyunu da bozacağına inanıyorum.”

7 Kasım 2014 Cuma

YILANLA AYNI ÇUVALA GİRDİNİZ!...

Ey AKP iktidarı! Ne olacak şimdi? Verdiniz verdiniz verecek tek şey kaldı, o da toprak. Onu da veremeyeceğinize göre kaldınız zor durumda.

Hiç düşünmediniz mi ki, terörü yöntem olarak kullanan, insanları çocuk, yaşlı demeden öldürerek bir takım şeyler elde etmek isteyen bu eli kanlı PKK örgütünün nihai amacı bağımsız bir devlettir. 

Siz verdikçe bu örgütün azacağını, sizi tehdit edip verdiğinizin daha fazlasını isteyeceğini düşünemediniz mi?

Evet! Ne olacak şimdi? 

Utanmadan bu terör örgütü ile pazarlık yapıp kanunlar çıkardınız Anayasayı değiştirmeye kalktınız. 

Hadi bakalım, şimdi de özerklik istiyorlar. Bunun sonu da toprak talebidir. Verebilecek misiniz Urfa’yı, Mardin’i, Hakkari’yi, Diyarbakır’ı? Oradan çekebilecek misiniz Türk Devletini, Türk ordusunu?  İndirebilecek misiniz oralardan Türk Bayrağını?

Cevap elbette ki hayır. 

Bunları yaparsanız, Türk Milleti’nin gazabı üstünüzde olacak. Yapmazsanız, adamlar kararlı, o bölgelerde kargaşa çıkaracaklar, yakıp yıkacaklar. Sizi korkutup, istediklerini elde etmeye çalışacaklar.

Her iki halde de işiniz zor. Hata size ait ama, cezasını Türk halkı çekiyor.

Açmazdasınız. Türkiye’yi bu duruma getirip kaçıp gidemezsiniz. Görev ve yetki sizde. Yapacağınız tek şey var; PKK’nın üstüne kararlı bir şekilde gitmek ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gücünü dosta düşmana göstermek.

Bu yolu seçmeye mecbursunuz. Yılanla aynı çuvala girdiniz, ya yılan sizi sokup öldürecek ya da siz yılanın başını ezeceksiniz. Kurtuluşunuz yılanın başını ezmekten geçiyor.

Yapmazsanız sonunuza razı oluyorsunuz demektir ki, o da sizin mahvınız olacaktır.