29 Mart 2018 Perşembe


YENİDEN KEMALİST DEVRİM

Biz bir savaş verdik. Savaştık çünkü bu topraklarda Tük milleti kayıtsız şartsız egemen olsun istiyorduk. Bunun için TBMM 21 Ekim 1920 tarihinde kabul ettiği Teşkilatı Esasiye Kanunun birinci maddesine “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir, İdare usulü halkın mukadderatını doğrudan doğruya ve fiili olarak idare etmesi esasına dayanmaktadır” diye yazdık.

Ve savaşı kazandık. Meclisin orduları Mustafa Kemal Paşa önderliğinde emperyalistlere ve içimizdeki hainlere karşı verdiği savaştan zaferle çıktı. Cumhuriyeti kurduk. 20. Asrın en büyük devrimlerinden birisini gerçekleştirdik.

Bu topraklarda artık Türk milleti egemendi. Halkımız kulluktan kurtulmuş, başı dik, özgür vatandaşlar haline gelmişti. Padişahların, paşaların, ayanların, ağaların, şeyhlerin ve aşiret reislerinin egemenliği bitmiş halkın egemenliği başlamıştı veya en azından bütün bunlar için önemli adımlar atılıyordu.  

Atılımlar başladı. Egemenliği korumak ve devam ettirmek için savunma, eğitim ve ekonomi millileşti. Halkın yoksulluktan ve cahillikten kurtulması için fabrikalar, tarım çiftlikleri, okullar açıldı. Halka topraklar dağıtıldı. Üniversite reformu yapıldı. Millet Mektepleri ve Halk Evleri aracılığı ile halk eğitildi ve aydınlandı.

Milletin egemenliği devam etsin diye takkeler, zaviyeler kapatıldı. Yetmedi, mason derneklerinin de faaliyetine son verildi.

Fikri hür, vicdanı hür nesiller yetiştirilmeye başlandı.

Ne olduysa Atatürk’ün vefatından sonra oldu. Demokrasiye geçtik denildi ama millet egemenliği giderek daha çok zedelendi ve yara aldı.

Günümüzde demokrasimiz 3 büyük tehdit ile karşı karşıya: Cehalet, gelir dağılımındaki bozukluk ve yobazlık.

CEHALET

Cehalet biz Osmanlı’dan miras kaldı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında cehalete karşı verdiğimiz savaşın daha sonraki yıllarda layıkıyla yapılaması günümüzde de cehaletin devam etmesine neden oldu. Oysa halkın mutlak egemenliğinin en önemli şartı toplumların bilgi ve eğitim düzeyinin yüksek olmasıdır.

İnsanlarımız okutuyoruz ama cehalet devem ediyor. 1950’den sonra Batı güdümlü İslamcılık ideolojisinin manipülasyonları başladı ve devam ediyor. Bu tarihte sonra iktidar olan partiler ya çağdaşlaşmayı ret ettiler ya da çağdaşlaşmayı batılı ülkelerin halkları gibi giyinip, onlara benzemek sandılar ve toplumsal programlarını buna göre uyguladılar.

Cehalet devam ediyor. Adam ben dindarım diyor ama Kuran’ı anlayarak bir kere olsun okumamış. Adam Atatürkçüyüm diyor ama Atatürk’ü anlat deyince gözleri maviydi, saçları sarıydı, akşamları rakı içerdi sözünden başka bir şey diyemiyor. Kendisini çağdaş sayan, modern görünüşlü ama geri kafalı milyonlarca insan var.

Bugünkü kaos ortamı ise, Batılı emperyalistlerin her zaman desteklediği ortaçağda kalmış ilkel ve tavizci bir İslamcı hareketin bir başarısıdır.

GELİR DAĞILIMINDAKİ BOZUKLUK

Milli ekonomiden vaz geçilip özellikle 1980’den sonra neoliberal politikaların uygulanması ile hem borçlandık hem de insanlarımız arasındaki gelir farklılığı uçurum boyutuna çıktı. Artık zenginlerin borusu ötüyor.

Medya iktidarın ve sermayenin borazanı oldu. Halk yanlış yönlendiriliyor. Sürekli bir bilgi kirliliği yaratılıyor. Bu ortamda, insanların doğru seçimler yapma ihtimal olmaktan çıkıyor. İktidara sahip olanlar halkı oy deposu, sermaye sahipleri ise tüketiciler topluluğu olarak görüyor. Birinciler oy devşirmeye bakıyor, ikinciler ise mal satmaya…

Yasaları, yönetmelikleri usulleri he bu “yüksek” sınıf belirliyor. Bu yüksek sınıf da kazançlarının bir kısmını fakir sınıfları kandırmak ve oy toplamak için dağıtıyor. Buna da sosyal demokrasi deniyor. Dün ağanın marabası olanlar bugün sermayenin boğaz topluluğuna çalışan işçileri oldu.

YOBAZLIK

Atatürk önderliğinde Cumhuriyeti kuran kadrolar “fikri hür, vicdanı hür” nesiller yetiştirmeye gayret ettiler. Şimdilerde ise, “dindar ve kindar” gençler yetiştirmenin gayreti içinde olanlar var. Bu gayretin adı belki şimdi kondu ama başlangıcı 1945’li yıllara kadar dayanır.

Düşünen değil, inanan insanlar çoğaldı. Sorgulama bitti, hocaya, lidere, şeyhe biat etme başladı. Özgür düşüncenin yerini batıl itikatlar ve dogmatik fikirler aldı.

Bu yeni nesle “uydum imama nesli” demek doğru olur. Bu imam bazen bir din hocasıdır bazen bir gazetecidir, bazen de bir parti lideridir. Hiç fark etmez, büyük ne derse doğru odur!.

Yobazlık da türlü türlü, sadece din temelli yobazlık yok, parti tutma da taassuba dönüşmüş durumda.

DEVRİM ZAMANI

Bu durum bizi ümitsiz de karamsar da kılmıyor ve kılmamalıdır. Böyle zor durumlardan toplumlar devrimlerle çıkarlar.

Türk milleti her zaman ve her şartta bir çıkış yolu bulur ve “yeni baştan” demesini bilir. Bu sefer de böyle olacaktır. Bu durumdan Türkiye Kemalist devrimi tamamlayarak çıkacaktır ve o günler de yaklaşmaktadır.

27 Mart 2018 Salı


EGEMENLİK MİLLETİNDİR VE ÖYLE KALACAKTIR

Doğan Medya Grubu bünyesindeki tüm yayın organları ve Türkiye’nin en büyük medya dağıtım şirketi Yaysat’ın satışı konusunda Vatan ve Milliyet gazetelerinin şu anki sahibi Demirören Grubu’yla anlaşmaya varılmış.

Hürriyet gazetesinin satılmasıyla birlikte Türk medya tarihinde bir dönemin de sonuna gelinmiş oldu. Satış sonrası; medyanın yüzde 30’u Demirören’in elinde bulunacak hale gelecekken toplamda yüzde 90’ına yakını da hükümete yakın grupların elinde geçmiş olacak. Böylece, Türkiye’deki 26 gazeteden 18’i hükümete yakın ilişkide bulunan şirketler grubuna geçmiş olacak. Televizyonların ise neredeyse tamamı…

Bu durum, demokrasi adına çok büyük bir tehlikenin doğduğunu gösteriyor. Son anayasa değişikliği ile zaten demokrasinin olmazsa olmaz şartlarından olan “Kuvvetler Ayırımı Prensibi” önemli ölçüde zedelenmişti; şimdi de halkın haber alma özgürlüğü yok olmak üzere…

Böyle demokrasi olmaz. Bu şartlarda milli iradeden de bahsedilemez.

Biz milli mücadeleyi bu topraklarda padişahlar, paşalar, para babaları, şunlar bunlar değil, millet egemen olsun diye yaptık. Egemenliğin tek kişide toplanmasına asla izin verilemez.

Bu ortamda Hitler’den bahsetmekte yarar var.

HİTLER’İN HİKAYESİ

Hitler iktidara gelir gelmez, ilk hedefi kadrolaşarak devletin bütün kurumlarını etkisi altına almak olmuş. Yargıyı kontrol altına alarak muhalifleri tutuklatmaya başlamış. Özel Halk Mahkemeleri kurmuş ve bu mahkemelerden istediği kararları çıkartmış.

5 Mart tarihinde yapılmış olan seçimlerde devletin bütün imkanlarını Nazi Partisi lehine kullanmış ve oyunu çok artırmış.

İktidarını diktatörlüğe dönüştürmek için iş adamlarına çok baskı uygulamış. Krupp vasıtasıyla iş adamlarına “Ya siz bu parayı vereceksiniz veya bu parayı biz sizden zorla alacağız” diye mesaj yollamış ve iş adamlarında büyük miktarlarda maddi destek almış.


Hitler hem başbakan hem de devlet başkanı yetkilerinin kendisinde olmasını çok istemiş. Devlet başkanı Hindenburg ölünce, yapılan bir halk oylaması ile Hitler hem devlet başkanı hem de başbakan konumuna gelmiş.

Hitler de kamuoyunu etkilemek için basının çok büyük güce sahip olduğunu biliyormuş. Bu nedenle kendisine yardım etmeye hazır iş adamlarının desteğini alarak gazetelerin çoğuna hâkim olmuş. Kendisini destekleyen gazetelerin tirajı hızla artmış ve günlük 30 milyona ulaşmış.

Sanat dünyasını da baskı altına almış. Büyük bestecilere sansür uygulamış; orkestra şeflerinin işine son vermiş.

Hitler dini inançları kendi lehine kullanmış. Katolik kiliselerine baskı uygulamış.  Protestanların kendi rejimini desteklemesini sağlamış. Hitler din ve vicdan özgürlüğüne ve laikliğe karşıymış. Mezhep ayrılıklarından faydalanmış.

Kadın erkek eşitliliğine karşıymış.  Ona göre kadının görevi evde oturup çocuk yetiştirmekmiş.

Hitler diktatör olmuş ama sonu hiç iyi olmamış.  Milyonlarca cana kasteden Hitler sonunda kendi canına da kıyarak intihar etmiş.

Hitler’in bu hikayesini halkımız ve siyasetçilerimiz iyi değerlendirmelidir. Başkanlık sitemi kaygan ve eğik bir düzlemdir. Türkiye ne yazık ki bu düzleme girdi.  Umarız 2019 seçimleri Türk milletini bu eğik düzlemden kurtarır ve uğruna savaşlar verdiğimiz milli egemenliğimize halel gelmez.

20 Mart 2018 Salı


“ULUSLARARASI ANTİEMPERYALİST GENÇLİK BULUŞMASI”

Türkiye Gençlik Birliği’nin (TGB) 17-23 Mart tarihleri arasında Türkiye’de düzenlediği “Uluslararası Antiemperyalist Gençlik Buluşması” emperyalist saldırganlığa, teröre ve geleceksizliğe karşı olan dünya gençliğinin temsilcilerini bir araya getirdi.

Ve bu gençlik, yeni bir dünyanın kuruluşunun müjdelerini bizlere verdi.

Yeni bir dünya kuruluyor. Emperyalizmin sonu geliyor.  Amerika’nın tüm dünyaya egemen olma hayali de artık suya düştü. Özgür, bağımsız ‘Milli Devletler’ çağı başlıyor.

Bugünleri Atatürk çok önceden görmüş ve geleceğin dünyasını şöyle anlatmıştı:

“... müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hakim olacaktır...”

”…insanlığa müteveccih fikir hareketi er geç muvaffak olacaktır. Bütün mazlum milletler, zalimleri bir gün mahv ve nabût edecektir. O zaman dünya yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir halet-i İçtimaiyeye kavuşacaktır.”

ANTİEMPERYALİST GENÇLER BİR ARADA

Toplantının açılışında, ömrü emperyalizme karşı mücadelelerle geçen ve geçmekte olan ve bu uğurda şerefli bedeller ödeyen Vatan Partisi Genel Başkanı Sayın Doğu Perinçek gençlere hitap etti ve özetle şöyle dedi:

“Yeni bir dünya kuruluyor. Himalaya Dağları’nın tepesindeki çobanlar duysun. Amazon ormanlarındaki çiftçiler duysun. Okyanus kıyılarındaki balıkçılar duysun yeni bir dünya kuruluyor ve siz devrimci gençler o yeni dünyanın kurucuları olarak burada toplanıyorsunuz. Size güveniyoruz dünyamızı gençleştireceksiniz.

Amerikan emperyalizmi bitti. Amerika’nın kurmak istediği küreselleşme adını verdiği tek kutuplu dünya bitmiştir. Milli devletlerin, halkların, emekçilerin dünyasına doğru gidiyoruz. O dünya sizin ellerinizle gelecek.

Devletler bağımsızlık, emekçi halklar devrim istiyor. İşte 20. yüzyılın başında mazlum denenler, ezilenler artık insanlığın öncüsü olmuştur.

Emperyalizm mahv ve perişan olacak, bireycilik bitecek, toplumculuk kurulacak, kamucu bir dünya kurulacak. Orta Çağ, Eski Orta Çağ gibi yıkılacak tahtları, devrilecek. İnsanlığın özgür halkçı dünyası kurulacak. Çöllerin ötesindeki ırmakların ötesindeki gençlerimize zaferler diliyoruz. Gençler, size zaferler yakışıyor.”

‘ULUSLARIN EGEMENLİĞİ İÇİN...’

Gençler 3 gün süreyle çeşitli toplantılar yapıp güncel sorunları tartıştılar. Bu toplantının sonunda bir de bildirge yayınladılar. PKK-PYD-YPG-IŞİD gibi bölücü terör örgütlerine karşı topyekûn mücadelenin öneminin vurgulandığı bildirgede, şu satırlara yer verildi:

“ABD ve İsrail destekli terör örgütlerine karşı ulusal ve uluslararası düzeyde her türlü mücadeleyi tavizsiz bir şekilde ve terörün kökünü kazıyıncaya kadar sürdüreceğiz. Filistin mücadelesini zafere ulaşıncaya kadar kendi mücadelemiz sayacak ve uluslararası dayanışmayı yükselteceğiz. Ulusların egemenliğe, güvenliğe ve karşılıklı yarara dayanan uluslararası girişimlerin gençlik içinde de temsil edilmesi için ulusal ve uluslararası ölçekte ortak çalışmalar yürüteceğiz. Gençlerin ilgi ve yeteneklerini ülkelerin kalkınma ihtiyaçlarıyla buluşturacak çağdaş, nitelikli ve herkesin erişebildiği bir eğitim sistemi ve istihdam politikasının inşası için ülkelerimizin bağımsız ve halkçı kalkınma rotaları oluşturulmasına yönelik çalışmalar yürüteceğiz. Dünyanın tüm antiemperyalist gençlerini tek bir çatı altında birleştirip geleceğimizi kendi ellerimize alacağız.”

BİLDİRİYİ İMZALAYANLAR

Filistin-Filistin Halk Cephesi, İran- Barış için Adalet, Rusya-Vatanın Kaplanları, Lübnan-Arap Ulusal Gençliği, Nepal-Nepal Komünist Partisi Birleşik Marksist Leninist, Libya-Libya Gençlik Birliği, Irak-Irak Gençlik Birliği, İran-BESİÇ Hindistan-Devrimci Gençlik Örgütü, Bangladeş-Bangladeş Gençlik Birliği, Arjantin-Herkes için Vatan Partisi, Sırbistan-Avrasya Hareketi, Şili-Öğrenci Hareketi, Pakistan-Anna Ejaz Khan, Mısır-Mısırlı İlerici Gençlik Birliği,  İtalya-İtalya Bağımsız Öğrenci Birliği, İsviçre-İsviçre Komünist Partisi,  Türkiye-Vatan Partisi Öncü Gençlik, Türkiye-Türkiye Gençlik Birliği.

19 Mart 2018 Pazartesi


ÇANAKKALE KAPANDI, DEVRİM KAPILARI AÇILDI

Çanakkale Boğazı’ndan geçenler muhakkak okumuştur. Gelibolu tarafındaki bir yamaçta Necmettin Halil Onan’ın şu anlamlı mısraı yazar:

“Dur yolcu! bilmeden gelip bastığın, bu toprak, bir devrin battığı yerdir”.

Doğrudur, Çanakkale’yi geçilmez kılan Türk Ordusu bir devri batırmış ve yeni bir devrin kapılarını da açmıştır.

Türk Ordusu Çanakkale’de ile bağımsızlık mücadelesinin ilk zaferini kazanmıştır. Bu savaşta Emperyalist devletler yenilmiş, İstanbul işgal edilememiş, İtilaf orduları Rusya’nın yardımına gidememiştir.

Böylece, Türk Ordusu Çanakkale’yi kapatarak büyük devrimlere giden yolu açmıştır: 1917 Rus Devrimi ve Kemalist Devrim.

İKİ BÜYÜK DEVRİM

İtilaf Devletlerinin askerileri Rusya’ya ulaşamamış olması, Lenin’in 1917 yılının Ekim ayında, Rus Çarlığına karşı başlattığı ayaklanmanın başarılı olmasını sağladı. Ekim devriminin başarılmasında Çanakkale zaferi bu denli önemlidir.

Bolşevikler bu devrim sonucu iktidara gelince, Rus orduları işgal ettikleri Anadolu topraklarını terk etti. Türk Ordusu Ermenileri de yenilgiye uğratarak Doğu Cephesini emniyet altına aldı. Batı Cephesinin başarılarında Doğu Cephesinin sağlama alınmasının büyük rolü olmuştur.

Batı Cephesinin Dumlupınar’daki nihai zaferi ile bağımsızlık savaşı kazanıldı. Türkiye Cumhuriyeti’ne giden yol açılmış oldu. Çanakkale’nin geçilmez kılınması Kemalist devrimin gerçekleşmesinde çok büyük fayda sağladı.

ÇANAKKALE’Yİ DEĞERLENDİRME HATALARI

Bu büyük zaferi tek başına değerlendirmek hatalı olur. Çanakkale savaşları 1914 yılında başlayıp 30 Ağustos 1922 tarihinde biten bağımsızlık savaşımızın şanlı bir sayfasıdır. Bu savaşla İstanbul’un işgali önlenmiştir ama 3 sene sonra emperyalist güçler İstanbul’u işgal ettiler. İstanbul 30 Ağustos zaferinin sonucu olarak işgalden kurtuldu.

Bağımsızlık savaşımızın her safhasına olduğu gibi Çanakkale’de de Mustafa Kemal vardı. Çanakkale, Mustafa Kemal’i yok sayarak anlatılamaz. Maalesef en yetkisiz ve bilgisiz yazarlardan, en yetkili ağızlara kadar Mustafa Kemal’siz Çanakkale değerlendirmeleri okuyoruz ve dinliyoruz. Bu değerlendirmeler sadece Mustafa Kemal’e değil, Türk tarihine karşı da yapılmış büyük bir haksızlıktır.

Savaşın başarısını birtakım kerametlere, mucizelere dayandırmak da ayrı bir hata. Hiçbir savaş hakkında bu kadar yalan yanlış, hurafelerle dolu değerlendirmeler yapılmamıştır. Biz bu savaşı güya rüyalara giren pir yüzlü ihtiyarlar, beyazlar giyinmiş savaşçı melekler, veliler, dervişler, erenler sayesinde kazanmışız. Tümü yalan; Çanakkale zaferi, Türk Milletinin, Türk Ordusunun kahramanlığı ve vatan sevgisinin büyüklüğü ve başta Mustafa Kemal olmak üzere komutanlarımızın yüksek komuta yeteneği ile kazanıldı.

Tarih doğru yazılırsa ve doğru anlaşılırsa geleceğe ışık tutar. Umarız Çanakkale konusundaki bu hatalı değerlendirmelerden artık vaz geçilir.

13 Mart 2018 Salı


KÜLTÜR SAVAŞLARI

Hiç düşündünüz mü, bilmem; insanlarımız oy verirken yani seçim yaparken hangi esasları göz önünde tutuyor acaba? Yıllardır aynı ekonomik program uygulanıp duruyor. ‘Sağcı’ Özal başlattı ama ‘solcu’ Kemal Derviş de devam ettirdi. Son 16 yıldır başımızda ‘dindar!’ bir hükümet var. Ekonomik modelde bir değişiklik oldu mu? Olmadı.

1980 yılından bu yana sağcısı da solcusu da Batı sisteminin bize dayattığı programı uyguladı ve uyguluyor. Sanayileşmeden vazgeçildi, ne var ne yok özelleştirildi, kamunun elindeki büyük sanayi kuruluşları yabancılara satıldı, gümrük kapıları açıldı, ithalat artırıldı, dışardan bol bol borç alındı, yatırımlar azaldı, kaynaklar inşaat sektörüne aktarıldı, ekonomi hizmet ve tüketim ağırlıklı hale geldi ve sonuçta borç batağına battık.

O halde partileri birbirinden ayıran temel özellik nedir?

Aslında bu ayırım Tanzimat’tan bu yana sürüp geliyor. 250 yılı aşkın bir süredir bir kültür savaşı var. Bu savaşta alt yapı sorunları tartışılmaz; tartışma kültür tabanlıdır.

Türk aydınları, yaklaşık 250 senedir, biri Batı’dan, öbürü geçmişten aktarma iki üstyapı modelini gerçekleştireceğim diye uğraşır durur.

Osmanlı gerilemeğe başlayınca çareyi batılı ülkelerin hayat tarzını kopyalamada buldu. Ortaya “Tanzimat aydını” tipi çıktı. Bu tip aydınlar, ilericiliği, geniş halk kitlelerinin gelişmesini ve refahını artıracak alt yapısal değişimler istemek yerine, batılı ülkelerin yaşam biçimlerini olduğu gibi kabullenip uygulamak olarak gördü ve görüyor.

Savaşın diğer cephesinde ise feodal/ümmet kültürünün savunucuları var. Bunlar için temel düşünce din. İnsanlar kul kalsın, tebaa olma özelliğini yitirmesin isterler.

Bu tip aydınlar için önemli olan inanmaktır. İnanç insanın hem bu dünyadaki hem de öbür dünyadaki yerini belirler.

Bu tip aydınlar, insanları inanmak hususunda bir yarışın içine sokarlar ve sokuyorlar.

Alt yapı, hususunda farklı düşünceleri olmayan bu aydınlardan birinci grup kendisini ‘solcu’, diğeri ise ‘sağcı’ kabul eder. Halkımız da seçimini böyle yapar. Kendini solcu sanan ilk grubun temsil edildiği partiye; kendisini sağcı sananlar da ikinci grubun egemen olduğu partiye oylarını verir.

Hal böyle olunca da iktidara kim gelirse gelsin, ekonomik açıdan sonuç değişmez. Değişen sadece Batı’nın bize dayattığı ekonomik programı kim uygulayacak, o belli olur.

ATATÜRK VE ABDÜLHAMİD

Ümmet kültürünü benimseyenlerin ve bu kültür ile yaşamak isteyenlerin toplandığı parti AKP, peşinden gitmeye çalıştıkları kişi ise Abdülhamid. Bu seçim bence çok tutarlı. Abdülhamid de Erdoğan gibi tek millet derdi ve bununla İslam ümmetini kastederdi. Toplumun milletleşmesine karşıydı. İslamcı politikalar ile Osmanlı devletini ayakta tutacağını sanmıştı ve yanılmıştı.  

Batı kültürünü savunalar ve kültür ortamı içinde yaşamak isteyenlerin toplandığı parti ise CHP. Bu insanlar da kendilerine Atatürk’ü örnek aldıklarını söylerler ama yanılgı içindedirler. Atatürk hiçbir zaman batılılaşma arzusu içinde olmadı. Ümmeti Türk milletine dönüştürmeye gayret etti. Onun için de milli kültürün gelişmesine ve yaygınlaşmasına çalıştı.

Atatürk’ün şu sözlerine dikkat isterim; arzu edilenin milli kültür olduğu apaçık ortada:

“…Millî terbiye programından söz ederken, eski devrin hurafelerinden, evsaf-ı fıtriyemizle hiç de münasebeti olmayan yabancı fikirlerden, Doğu’dan, Batı’dan gelen bütün tesirlerden uzak, seciye-i milli ve tarihimizle mütenasip bir kültür kastediyorum. (…) Çünkü, lâaletteyin bir ecnebi kültürü, şimdiye kadar izlenen yabancı kültürlerin tahrip edici neticelerini tekrar ettirebilir. Kültür zeminle (haraset-i fikriyye) mütenasiptir. O zemin milletin seciyesidir.”

CHP’nin Batı kültürünü ilericilik sanması ve toplumu milli kültürden uzaklaştırma çabaları İnönü ile başlar. Bu politikanın koyu savunucularından Nurullah Ataç’ın şu sözleri, o devrin politikasını güzel yansıtıyor.

“Bizim devrim dediğimiz hareketin amacı bu ülkeyi Batı ülkelerine benzetmektir; devrimcisi ile, gelenekçisi ile. Biz görüyoruz eksiğimizi, Yunanca öğrenemedik, Latince öğrenemedik; Avrupa’nın eğitiminden geçmedik, onun için ne denli uğraşsak Avrupalılar gibi olamıyoruz, buna üzülüyoruz.”

İnönü Atatürkçülüğü gerçek Atatürkçülük değildir. İnönü’nün programlarını Atatürk’e mal etmek büyük bir yanlıştır.

Şimdilerde kültür savaşları bu iki partiye gönül verenler arasında yaşanıyor. İkisi de bizden uzak, ikisi de milli değil.

11 Mart 2018 Pazar


AKŞENER’DEN ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR!

Gazetelerden öğreniyoruz; İYİ Parti Genel Başkanı Sayın Meral Akşener Kayseri İl Kongresi’nde bir konuşma yapmış. Yeniçağ gazetesi, Sayın Akşener’in bu konuşmasını “Akşener'den önemli açıklamalar” diye vermiş. Merak ettik okuduk ne imiş acaba bu önemli açıklamalar.

Birkaç kere okudum ama doğrusu önemli bir tek sözüne rastlamadım. Buyurun siz de okuyun bakalım. Türkiye’nin sorunları ile ilgili, partisinin programı ile ilgili hangi önemli açıklamaları yapmış, görün:

KONUŞMA BU:

“Bugün itibariyle sadece ben 47 ile gittim. İYİ Partiyi kuramaz demişlerdi kurduk. Yapamaz demişlerdi birlikte yaptık. Şimdi de kongrelerimizi yapıyoruz. Bundan sonra yapılacak ilk seçim de seçimlerde vatandaşımızın karşısını çıkacağız.15 Temmuz hain FETÖ kalkışması sonrası OHAL ilan edildi. Arkasından Saray koalisyonunun küçük ortağı bir bakanlık sistemi önderdi.

Burada bir buçuk yıl evvel Erol Güngör’den Ziya Gökalp’ten bahsetmiştim. Anlıyorum ki Türk tipi başkanlık ucubesini ortaya atanlar onlardan tek sayfa okumamış. Biz 2010 referandumunda yapmayın dedik. Bizi hain ilan ettiler. Saray koalisyonunun küçük ortağı diyor ki ‘bunlar proje partisi’ evet biz proje partisiyiz, milletimizin projesiyiz. Bu partiyi milletimiz kurdu.

"NBŞ KOTASI YÜZDE 30'A ÇIKARILDI"Yunanistan kafa tutuyor. 18 ada gitmiş, en son Yunanistan’dan gelen koca bir parmak sallama geldi. Hollanda’ya ‘eyyt’ et ithal ediyoruz, Amerika’ya ‘eyyt’ hadi İncirlik’i kapat, Kürecik’i kapat.
Sonuç itibariyle bizimkiler konuştu. Tillerson geldi saatlerce süren konuşma kayıt yok ortada bir şey yok, üç gün sonra bir baktık 14 şeker fabrikası satılığa konmuş. Siz bu ülkede pancarı bitirirseniz yerine ne parasınız mısır şurubundan yapılan nişasta şekerini kullanırsınız. Yüzde 15 bunun kotası, Almanya’da Fransa’da yüzde 1-2’nin altında. Daha sonra yapılan bir bakanlar kurulunda bu kota yüzde 30’a çıktı. Benim konuşmamdan sonra bilim adamları bir araya geldi bu konu üzerinden değerlendirmeler yaptı. Nişasta şekerinin zararları tek tek açıklandı.

Biz bu satışı Telekom’da gördük başka fabrikalarda gördük sattınız yerine bir şey koydunuz mu? Hayır. Yıllardır obezite ve benzeri hastalıklardan avuç dolusu ilaçlar tüketiliyor. Türkiye’de mi üretiliyor bu ilaçlar? Almanya’dan, Fransa’dan alınıyor. Siz bu ilaç firmalarına ortak mısınız? Biz bu soruları sormaya devam edeceğiz.

İslam'ın güncellenmesi diye bir şey ortaya attılar. Gördük güncellemeyi bozkurt yapmaya çalıştı, bir şeyler yaptı olmadı. Ben hacıyım biliyorsunuz ailem de aynı şekilde. Bizim ihtiyarlar bana telefon açtı. İslam Güncellenmesi konusunda konuş. Halacım ben konuşayım da kime ne anlatayım.

Adamlar dini menkıbelerden öğreniyor derken güncellemeyi yaptı. (Bozkurt işareti yapıyor) Yusuf Hocam dedi ki ‘megri megri diyerek ağlaştılar’ Hocam onlar ittifakı PKK ile yaptı, FETÖ ile yaptı, şimdi de üçüncü ittifakı Saray’ın küçük ortağı ile yapıyor. Cukka ittifakı.Biz ne çukur, ne cukka, ne çıkar ittifakı asla yapmayacağız. Sadece grup kurmak için bir anlaşmamız olmayacak bir yüz bin imza ile yola çıkacağız.

Beyefendilerin FETÖ ile fotoğrafları övgüler dolu konuşmaları ortaya çıkıyor. Aradılar taradılar benim bir tek resmimi bulamadılar yok. Sonra çıktılar sahte bir fotoğraf ortaya attılar. Yalandan kim ölmüş.Buradan size söz veriyorum, gariplerle uğraşıyorlar. Zenginler kaçtı gitti, çaycılar hapis. Ben bunlara sonuna kadar hesap soracağım.”

ŞİMDİ SORUYORUM:

Türkiye’nin en büyük sorunu olan vatan bütünlüğünün korunması ve ülkede huzur ve güven ortamının sağlanması ile ilgili tek cümle var mı?

Türkiye Amerika ile namlu namluya gelmiş. Suriye’de, Irak’ta Türk-Amerikan savaşı devam ediyor; bununla ilgili tek cümle var mı?

Amerika Türkiye ve KKTC’nin bölgedeki doğal gaz çıkarma haklarını gasp etmek için 6. Filosunu Doğu Akdeniz’e yolluyor. Çatışma ihtimali var. Sayın Akşener’in konuşmasında buna yönelik bir açıklama var mı?

Yıllardır uygulanan neoliberal politikalar sonucu ülke borç batağına batmış. Üretemeyen bir Türkiye ortaya çıkmış, bunla ilgili partisinin ve kendisinin çözüm önerileri nedir, anlatmış mı?

Gelir dağılımı hızla bozuluyor, yoksulluk artıyor, hangi ekonomik programlarla bunun önüne geçilecek, anlatmış mı?

Yeni bir dünya kuruluyor, Türkiye bu yeni dünyada Atlantik sisteminden Avrasya sistemine doğru yer değiştiriyor. Bunla ilgili bir görüşü ifade etmiş mi?

Bütün bu soruların tek cevabı var: Hayır.

FARELİ KÖYÜN KAVALCISI

Mevcut hükümeti kötülemekten, Sayın Erdoğan’a çatmaktan başka bir şey yok. Siyaset ilmi yok, devlet ağzı yok, tarih bilinci yok; kahvedeki bir vatandaş gibi konuşuyor. Türkiye’de bu konuşmayı yapacak yüzbinlerce insan bulabilirsiniz.

Buna rağmen fareli köyün kavalcısı gibi “ben ülkücüyüm”, “ben milliyetçiğim” diyen koca koca insanları takmış peşine götürüyor.

nşallah bu insanlar kısa zamanda nereye doğru götürüldüklerini anlarlar ve doğru mevzie gelirler.

8 Mart 2018 Perşembe

AYDIN KARAMSARLIĞI


Bilmem Sıdıka Avar’ı duydunuz mu, onun “Dağ Çiçeklerim” isimli kitabını okudunuz mu?

Sıdıka Avar Elazığ Kız Enstitüsünde ve Elazığ Kız Öğretmen okulunda öğretmenlik ve yöneticilik yapmış. 20 Sene boyunca “dağ çiçeklerim” dediği köylü kızları topluma kazandırmak ve Cumhuriyet’in birer aydın vatandaşı yapmak için çok büyük mücadeleler vermiş. Tam bir Cumhuriyet aydını ve Mustafa Kemal’in askeri olarak çalışmış bir efsane kadın.

 O yıllarda (1930-1940) Elazığ, Tunceli ve Bingöl köyleri sefaleti ve yokluğu yaşıyor. İnsanlar aç, hastalıklı ve perişan durumda. Yaşadıkları ev kerpiçten yapılmış, tek bir göz; penceresi bile bazen yok. Yokluğu yaşamalarına rağmen eldekilerini ya gelip ağanın adamları alıyor ya da kendileri götürüp şeyhe, şıha teslim ediyor. Kızların durumu ise çok daha kötü. Zaza ve Kürt köylerindekiler Türkçe bilmiyor.

Yiyecekleri yok, giyecekleri yok; var olan ise, sefalet, hastalık, zulüm ve sömürü.

BESER KIZIN HİKAYESİ

Kitaptan bir bölüm:

 “Yatılıya 12 yeni öğrenci gelmişti. Birisi ta İresi’nin bir mezrasından katırcılara teslim edilip gönderilmişti. Üstü başı o kadar yırtık pırtıktı ki, şalvarının dizden yukarı kalan paçavralarının önüne toplayarak örtünmeye çalışıyordu. Her durduğumuz yerde çömelip büzülüyordu…

 …Yanına çömeldim, önlüğü göstererek üstündeki pırtıları çıkarmak istedim. Elinin tersiyle elime vurdu ve bağıra bağıra ağlamaya başladı.  Çare yoktu, paçavralarının üstüne önlüğü geçiriverdim. Başını kaldırıp bana bakınca şefkatle gülerek omuzuna “Kızımana...” diye okşadım. Gözyaşları yanaklarında parlayarak susup gülümsedi ve kendiliğinden kollarını soktu.

 Saçları karşısında ürktüm. Saçları kıvırcıktı. Her telinde sıralanmış binlerce sirke saçlarını adeta kırlaştırmış gibi gösteriyordu. Bitler görüp çıkıyor, dolaşıp geziniyorlardı.

Başını zeytinyağı ile yağladık. Büyük leğeni yarısına kadar su ile doldurarak önüne koyduk. Rahatları kaçan bitler leğene düşüyorlardı. Seyrek tarakla taranınca dişler bitle doluyordu.”

Türkiye bu durumda iken şimdi Elazığ’da, Bitlis’te, Tunceli’de pırıl pırıl gençlerin yetiştiği üniversiteler var. Okullar var, sağlık kurumları var. Üreten bir halkı var. Eskiye göre çok daha özgürler. Şeyh, şıh, ağa baskısı çok azalmış durumda. Çocuklar açlıktan, yoksulluktan, hastalıktan ölmüyor. Kızların başında artık bit yok.

Bu bölgedeki üniversitelerde Sıdıka Avar’ın yerini almış çok sayıda bayan öğretim üyeleri var. Yöre çocuklarını bilimin ışığı ile aydınlatmaya ve onlara meslek kazandırmaya çalışıyorlar.

Türkiye Sıdıka Avar’ın Türkiye’sinden bugünler geldi. Daha iyi günler de bizi bekliyor.

 MÜTAREKE DÖNEMİNE DÖNELİM

Ülkenin büyük kısmı işgal altındaydı, ordusuz, silahsız kalmıştık. Yıllarca süren savaşlardan dolayı halk yorgun, bitab ve hasta haldeydi. Ülke içinde isyanlar sürüp gidiyordu.

Atatürk’ün o kötü günlerde söylediği şu sözünü bugüne ışık tutması açısından hatırlatmak isterim:

Müteareke’nin o karanlık günlerinde, çaresizlik içinde ‘ne yapabiliriz ki?’ diye soranlara Mustafa Kemal öfke ile cevap verir: “Celâdet gösteriniz efendiler”. Celâdet yani mevcut duruma karşı bir öfke ve isyan; durumu kabullenme ve mücadele etme azmi. Atatürk’ün kastettiği işte bu.

Mustafa Kemal celâdet gösterdiği için Samsun’a çıktı, bağımsızlık savaşını başlattı ve milli mücadeleyi hep celâdet içinde yürüttü.

Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları çaresizlik içinde, yapacak bir şey kalmadı, ülke elden gitti; hiç olmazsa, İngiliz himayesine girelim veya Amerikan mandasını kabul edelim deselerdi, Türkiye Cumhuriyeti kurulamazdı. Biz Cumhuriyetimizi, bağımsızlığımızı, egemenliğimizi, vatanımızı, özgürlüğümüzü bu celâdet duygusuna ve çok kötü şartlarda bile kötümserliğe kapılmayıp geleceğe iyimser olarak bakan kahramanlara borçluyuz.

Karamsarlık, teslimiyet demektir, durumu kabullenmek demektir.

Yeter artık! Bırakalım bu ‘memleket battı, batıyor’ söylemlerini. Atatürk’ün ektiği bağımsızlık, egemenlik, özgürlük, bilimim aydınlığı tohumları halen yeşermeye devam ediyor.

Daha iyi bir Türkiye için yapacağımız şey milletimize güvenmek ve "Celâdet" göstermektir.

5 Mart 2018 Pazartesi


KORKUNUN ECELE FAYDASI YOK

Gazetelerden bugün öğrendiğimize göre, Anayasa Komisyonundaki Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 9 maddesinin görüşmeleri tamamlanmış.

Bu kanun teklifinin özünde partilerin ittifaklar oluşturarak seçime girme hakkı var. Şimdi neden icap etti de bu teklif meclise geldi diyebilirsiniz; söyleyelim: Yalnızlık korkusu!

Yalnızlık korkusu önce MHP’de gördük. Yavaş yavaş AKP’ye sokulmaya başladı. 16 Nisan referandumunun saldığı korku ile AKP de bu yanaşmadan memnun kaldı ve kanun teklifini hazırladı. Daha teklif yasalaşmadan ittifakın adını bile koydular: “Cumhur İttifakı”

Benzer yalnızlık korkusu diğer partilerde de var. Yalnızlık korkusu onları da b başka bir partiye veya partilere sığınmaya zorluyor.

CHP HDP’ye sığınıyor, HDP CHP’ye sığınıyor. İYİP CHP’ye sığınıyor. SP ortada gibi ama belli ki o da bu partilerin oluşturacağı birlikteliğe katılacak. Bu birlikteliğin adı daha konmadı ama şöyle olabilir: “Demokrasi platformu”

Yalnızlık korkusu sadece partilerde mi? Elbette hayır. Abdullah Gül ve ekibi de büyük ihtimalle “Demokrasi Platformu”na katılacak.

Yalnızlık korkusu işte böyle bir şey. İnsanlara da partilere de sığınacak yer ve kucak aratır.

Bütün bu partiler birbirlerine sığınarak ve birbirlerine güvenerek seçime katılma düşüncesindeler. Sadece Vatan Partisi kendi programına, kadrosuna ve başarılarına güvenerek seçime girmeyi planlıyor.

VATAN SAVAŞINI KİM YÖNETECEK?

Türkiye’nin bugün için en büyük meselesi vatan bütünlüğünün korunması ve ülkede huzur ve güven ortamının sağlanmasıdır. Halkın önceliği de budur.

Unutmayalım; bu seçimde vatan savaşını yönetecek cumhurbaşkanını seçilecek

Türkiye bir vatan savaşı veriyor ama AKP iktidarı bu savaşı iyi yönetemiyor.  Savaşı kazanmak için iç cephe önemli. Savaş dayanacak milli bir ekonomi, halkın devlete olan güveni ve milli birlik iç cephenin üç belirleyici faktörüdür. Bunlar göz önüne alındığında Erdoğan ve AKP dolayısıyla MHP sınıfta kalır. Milli ekonomiyi yok etti, şeker fabrikalarını satmaya kalkması da bunun en iyi örneği. Milli birliği bozacak ne kadar şey varsa yaptı yapmaya da devem ediyor.

Türkiye’yi bölmeye çalışan esas güç Amerika. Amerika’nın içimizdeki en tehlikeli piyonları ise FETÖ ve HDP/PKK. Bunlarla birlikte hareket eden hiçbir oluşum adı “Demokrasi Platformu” da olsa vatanı savunamaz. Demokrasinin ilk şartı vatandır. Vatanı savunamayan demokrasiyi de savunamaz. Böyle bir oluşumun milletten destek alması da mümkün görünmüyor.

Geriye Vatan Partisi ve onun lider Doğu Perinçek kalıyor. Bugüne kadar elde ettiği başarılar ve savunduğu program Vatan savaşını en iyi Doğu Perinçek’in yöneteceğini gösteriyor.

VATAN SAVAŞINI YÖNETECEK CUMHURBAŞKANI: PERİNÇEK

HDP ile işbirliği planlayan CHP ve İYİP’nin adayının Erdoğan karşında şansı hiç yok. Millet vatan savaşı yaptığımız bu günlerde HDP/PKK’lı bir oluşuma ve onun adayına oy vermez.

Cumhurbaşkanlığı seçimi Erdoğan ve Perinçek arasında geçecektir. Milletimiz bu vatan savaşını en iyi Sayın Perinçek’in yöneteceğini anlayacak ve onu 2019 da cumhurbaşkanı seçecektir. Türkiye’nin de çıkış yolu budur.  

Korkunun ecele faydası yoktur. Sığınmaların, yaslanmaların faydasının olmadığı görülecektir.

4 Mart 2018 Pazar


İKİ KURULTAY İKİ KONUŞMA

Geçen hafta içinde İstanbul’da iki kurultay yapıldı: İyi Parti İstanbul İl Kurultayı ve Vatan Partisi Öncü Gençlik Kurultayı. Birincisinde İyi Parti Genel Başkanı Sayın Akşener konuştu, ikincisinde ise Vatan Partisi Öncü Gençlik Başkanı Sayın Aykut Diş.

Bu konuşma içerikleri ile ilgili bir yorum yapmadan önce her ii konuşmacının sözlerinden bazı cümleleri aktarmak istiyorum.

Sayın Akşener demiş ki:

“Biz cesuruz, biz korkmuyoruz ama onlar bizden korkuyor. Korktukları için birden bire adına Cumhur dedikleri yerli ve milli ilan ettikleri bir koalisyon kurdular. Biz ona ‘Saray’ koalisyonu dedik. ‘Saray’ koalisyonunda çok alındılar. Abiler korktu 24 saat bize sövüyorlar. İş bölümü yaptılar. İşbölümünde birisi sövmekten sorumlu küçük ortak, iftiradan sorumlu küçük ortak, diğeri kallavi abi, kaale almayan abi ama en son Senegal’de siniri bozuldu. Sövgüden sorumlular kalpten gidiyordu. Şimdi 46’dan daha ağır şartlardayız ama buna rağmen milletimizin teveccühü, Allah’ın inayetiyle çok iyi gidiyoruz.

“Bizi önce CHP’ye yapıştırdılar, sonra HDP’ye yapıştırdılar. Biz de ısrarla, ‘Biz ittifak yapmayacağız kardeşim, biz korkmuyoruz, biz eminiz, biz kendimize güveniyoruz.’ Şimdi bir ittifak duayeni var karşımızda sayın Erdoğan. Öce PKK ile yaptı, ne ittifakı onlar için ‘çözüm’ bizim için ‘yıkım’ ittifakı. Sonra FETÖ ile bir ittifak yaptılar onlar için ‘Beraber ıslandık biz bu yolarda’ ittifakı, bizim için ‘çukur’ ittifakı. Şimdi de bir ittifak daha yapıyorlar, şimdi ben ona ‘çıkar’ ittifakı demiştim ama arkadaşlarımız dediler ki, bunun adı ‘cukka’ ittifakı.”

“Bizi küçük ortaklarınızla karıştırmayın. Hani ‘bunun hesabını soracağım’ deyip de Saray’ın kapısından ayrılmayanlar. Biz söylediğimiz sözün arkasında duracağız.”

“Buradan bütün liderlere sesleniyorum. Biz kırk kişiyiz birbirimizi iyi biliriz. Bütün sülalem, 13 halam var, bütün kuzenlerim, onların çocukları, onların damatları, onların gelinleri, bilmediklerim dahil 7 göbek sülalemde 1 tane FETÖ’cü bulun politikayı bırakacağım. Bunu söyleyen bir siyasetçi çıksın elini sıkalım.”

Sayın Diş demiş ki:

“Türkiye bir savaşın içindedir. Biz Vatan Partisi olarak, Türkiye'nin beka sorunu olarak görüyoruz ve bu sürecin adına Vatan Savaşı süreci diyoruz. Peki, bu sürecin önemi nerededir? Değerli arkadaşlar bunu tartışalım, bunu konuşalım. Bu süreç Türkiye'nin bütün meselelerinin düğüm noktasıdır. Türkiye'nin demokraside özgürlükler sorunu mu var ? O zaman Türkiye bu vatan savaşından başarıyla çıkmak zorunda. Türkiye'nin çağdaşlaşma, aydınlanma, laiklik sorunu mu var ? O zaman Türkiye bu savaş sürecinden başarılı çıkmak zorundadır. Türkiye'nin eğitim öğretim, gelişim sorunu mu var? O zaman “Türkiye yine bu savaştan başarıyla çıkmak zorundadır. Türkiye bütün meselelerini çözmek için bu süreçten alnının akıyla siyasal, ekonomik ve psikolojik olarak alnının akıyla çıkmak zorundadır.

Ama bunu Türkiye'yi yönetenler yapamazlar. Bunu mecliste bulunan o ya da bu adla, şu ya da bu sıfatla partiler yapamazlar. Bunu da açıklıkla ortaya koyalım. Afrin'de Türk askeri, Türk ordusu, ağabeyimiz, kardeşimiz, Mehmetçik bölücü terörün kaynağında dururken bölge ülkelerine düşmanlık yapanlar, egolarını memleket meselelerinin önüne koyanlar bu süreci başarıya ulaştıramazlar. İç cephede birlik sağlanması gerekirken cumhuriyetin değerlerine, Mustafa Kemal ve arkadaşlarına saldıranlar, onlara saldıranları yüceltenler bu süreci başarıya ulaştıramazlar.

Atatürkçü görünüp laik görünüp PKK'nın, Fetö'nün payandası olanlar, sanki Afrin'de savaşan Mehmetçiği düşünüyormuş gibi yapıp da bu savaşın başarısız olması için kapalı kapılar ardında iç çekenler, onlar da bu savaşı başarıya ulaştıramazlar. Tarih, sınıf savaşları tarihidir. Türkiye bir vatan savaşı vermektedir ve bu vatan savaşını yalnız ve yalnız Vatan Partisi başarıya ulaştırabilir. İşte yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır.

Türkiye bir vatan savaşı yürütüyorsa PKK'nın beli kırılacaktır. Fetö'nün ümüğü sıkılacaktır. Işid mışid artık ne varsa hepsinin üzerine cesaretle, silahla tankla, topla yürünecektir. Çünkü savaşlarda zor, oyunu bozar. O zoru yönetmek elzemdir.

“…tarihimize güveniyoruz. Bu tarih çok köklü bir tarih. Bu tarihin içinde Dede Korkutlar var, Pir Sultan Abdallar var, Börteçineler var Namık Kemaller var, Ziya Gökalpler, Yusuf Akçuralar var. Enver Beyler var. Bu tarihin içinde nice isimsiz kahramanlar var. Kendimize de güveniyoruz, dostlarımıza da güveniyoruz, tarihimize de güveniyoruz.

“Sivas Kongresi'nde 34 kişinin yedi düvele meydan okuduğunu biliriz. İşte tarihin yasasıdır. Kararlı azınlıklar kararsız çoğunlukları bünyesine katar ve tarihin pususuna yatar, dünyayı bütün kötülüklerden atar. Tarihin üçüncü yasası kararlı azınlıkların misyonu ve vizyonunun belirleyiciliğidir.”

“Vatan Partisi bugün Vatan Savaşı'nın yönünü ve hedeflerini belirleyen bir kurmaylar hareketi. İşte bu kararlı azınlıklar tarihin yasalarının bizi götürdüğü yerde bu ülkeyi kesinlikle ve kesinlikle sarayları olanlar, belediyeleri olanlar, hanları, hamamları, paraları pulları olanlar aldanırlar, yanılırlar. Tarihin yasaları işler, o kararlı azınlıklar pusudan çıkar ve bütün imkansızlıklar içinde imkanları olanları da kendilerine katarlar ve dünyayı değiştirirler.”

Şimdi lütfen bu iki konuşmayı kıyaslayın.

Sayın Akşener’in konuşmasında dedikodu var, suçlama var, kişisel savunma var. Fakat Türkiye’nin içinde bulunduğu temel sorun yani vatan savaşı yok. Cumhurbaşkanı olacağım diyor ama olunca nasıl bir program öneriyor anlatmamış. Argo ağzı var ama devlet adamı ağzı yok.

Sayın Diş’in konuşmasını okuyunca görüyorsunuz ki, Türkiye’nin sorunlarını iyi tahlil edebilmiş. Olaylara tarihin ve sosyolojinin penceresinden bakabilmiş. Dedikodu yapacağına Türk milletine iyimserlik ve mücadele azmi vermeye çalışmış.

Sayın Akşener’i de sayın Diş’i de iyi tanırım. Konuşmalarını okuyunca hiç şaşırmadım. Benim şaşırdığım konu şu: Ben milliyetçiyim, ben ülkücüyüm diyen koca koca insanlar nasıl oluyor da Sayın Akşener’in peşine takılmış gidiyor?  

2 Mart 2018 Cuma

CUMHURİYET’İ İRTİCA İLE YIKMAK

Önce 28 Şubat ile ilgili bazı tespitler yapalım:

28 Şubat 1997 tarihinde toplanan MGK ülkede gelişen ve Cumhuriyet’i tehdit eden bazı irticai faaliyetlerin önlenmesi ile ilgili önemli kararlar aldı.

Bu kararların alınmasının esas gerekçesi Türkiye Cumhuriyet’i Devletini korumak ve kollamaktı. Amerikan destekli irticai faaliyetler önemli boyutlara ulaşmıştı ve mevcut yönetimden de destek alıyordu. Milli güvenliğimizi tehdit eden bu eylemlere dur demek lazımdı.

Bu kararlar Amerikan destekli irticai örgütlerin en büyüğü olan FETÖ’yu  hedef almıştı.

BİN YILIN MEYDAN OKUMASI

28 Şubat kararları aslında Amerika’ya karşı bir meydan okumaydı. Bu konuda Vatan Partisi Genel Başkanı Sayın Doğu Perinçek’in değerlendirmeleri son derece önemli:

“1998 yılı Eylül ayında dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu dedi ki: “Bin yıl irticaya karşı mücadele kararlılığına sahibiz.” Hemen arkasından 1998 yılının Ekim ayında ABD “millennium challenge” tatbikatının hazırlıklarına başladı. ABD, 1 ay sonra Türkiye’yi işgal tatbikatının hazırlıklarına başlıyor ve adını koyuyor, “millennium challenge”; ne demek,“Bin yılın meydan okuması”.

Yani Hüseyin Kıvrıkoğlu’na Amerika, “Sen bin yıl boyunca irticaya karşı mücadele kararlılığına mı sahipsin; ben de sana bin yılın meydan okumasını yapıyorum” diyor.

Bu ne anlama geliyor? Demek ki 28 Şubat Amerika’ya dokunuyor ve Türkiye’de irticaya karşı mücadeleden Amerika hiç hoşlanmıyor. Çünkü Türkiye’de irticayı kim besledi: Amerika. 1945’ten sonra irtica Amerika ve İsrail’in çocuğudur.

Daha önce de İngiltere’nin çocuğuydu. İngiliz emperyalizmi Türkiye’de tarikatları, cemaatleri hep besledi. Ondan sonra emperyalizmin merkezi Amerika’ya geçti. Dolayısıyla Amerika ile Türkiye arasındaki mücadele aynı zamanda Türkiye’yle irtica arasındaki mücadeledir.”

28 ŞUBAT’A KARŞI ÇIKANLAR VAR

Sayın Doğu Perinçek 28 Şubat’ı be denli sahiplenirken AKP yöneticileri ve Akşener 28 Şubat’a şiddetle karşı çıkıyor.

Akşener sosyal medyada görüşünü şöyle paylaşmış:

“21 yıl önce, meşru hükümetin görevi bırakmasına ve toplumumuzda kutuplaşmalara sebep olan 28 Şubat darbesine ve askeri vesayete dönemin İçişleri Bakanı olarak nasıl karşı durduysam, bu dönemdeki tek adamlık rejimine ve zalimliğine de milletimizin geleceği için karşı duruyorum.”

Başbakan Binali Yıldırım ise 28 Şubat’ı darbe olarak nitelendiriyor ve her zaman olduğu gibi irticanın yanında ve Cumhuriyet’in karşısındaki yerini alıyor. Bununla da kalmıyor, yargıya adeta talimat veriyor:

"Darbeciler, bu ülkenin geleceğini çaldılar. Başarılı yahut başarısız her türlü darbe girişimi bu ülkeye ihanettir. Bugün 28 Şubat'ın yaralarını sardık ama acılarını unutmadık. 28 Şubat'ı unutmayacağız, unutturmayacağız. Milletin oylarıyla Meclise gelen kardeşimize yapılan zorbalık halen kalbimizi incitir. Bin yıl süreceği söylenen darbeleri, milletten güç alarak tarihin çöplüğüne attık. Siyaset yapmaları engellenmek istenen kadrolar, şimdi iktidarda ve darbecilerden hesap soruyor. 28 Şubat döneminde yaşanan hak ihlalleri AK Parti iktidarı ile gündemden çıktı. 28 Şubat davasında sona geldik. Yargılamalar devam ediyor. İntikamla değil, adaletle davranarak hukuk içinde hak ettikleri en ağır cezayı alacaklar.”

Hiç kimse 12 Eylül darbesi ile 28 Şubat’ı aynı sepete koymasın. 12 Eylül Amerikan’ın yaptırdığı hain bir darbedir. İrticai eylemler, FETÖ örgütlenmesindeki artış ve cumhuriyet karşıtı söylemler 12Eylül’den sonra artmıştır. 28 Şubat ise Cumhuriyet’i dolayısıyla demokrasiyi korumayı amaçlamıştır. Anlatıldığı gibi, demokrasi karşıtı değildir.

28 ŞUBAT’A KARŞI ÇIKMAK AMERİKA İLE YAN YANA GELMEKTİR

28 Şubat’a karşı çıkanlar irticaya sahip çıkmış olurlar.

28 Şubat’a karşı çıkanlar FETÖ’ye sahip çıkmış olurlar.

FETÖ’ye, irticaya sahip çıkanlar Amerika’nın ve İsrail’in yanında yer alırlar ve onların Türkiye üzerindeki emellerine sahip çıkmış olurlar.

1 Mart 2018 Perşembe


VATAN SAVAŞI VE PARTİLER

Afrin’de 8 kahraman evladımız Amerikan bombaları ile, Amerikan namlularından çıkan kurşunlar ile şehir düştü. Ruhları şad olsun. Milletimizin başı sağ olsun. Onları Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da şehit düşen evlatlarımızın yanına yolcu edeceğiz.

Onlar bizim için, özgürlüğümüz için, namusumuz için, ırzımız için ve bu topraklarda Türk milleti ebediyen egemen olması için canlarını seve seve verdiler. Hepsinin teker teker o ter temiz alınlarından öpüyorum.

Vatan için şehit olmaya hazır evlatları olan bir millet asla vatansız kalmaz.

YAZIKLAR OLSUN!

Ey AKP!

Bak memleketi ne hale getirdin.  Eli kanlı örgütü açılım saçmalıkları yaparak büyüttün. Emevî camiinde namaz kılacağım diye Suriye’deki teröristleri besledin. Başta Suriye olmak üzere komşularla dost olacağına düşman oldun. Amerikan projelerine eş başkan oldun.

Amerikalılar evlatlarımızın kanına giriyor ama sen hâlâ daha İncirlik’teki, Diyarbakır’daki, Malatya’daki üs ve tesisleri bu katillere kapatmadın. Hâlâ daha Amerikan ağzı ile konuşup Esat’a katil diyorsun. Hâlâ daha Suriye ile işbirliği içine giremiyorsun. Hâlâ daha İslamiyet adına milletimizi ayrıştırmaya devam ediyorsun. Hâlâ daha Cumhuriyet ile, Atatürk ile hesaplaşmayı bitiremedin. Hâlâ daha iç cepheyi tahrip etmeyi sürdürüyorsun.

Yazıklar olsun sana!

Ey CHP!

Türkiye’nin bu ortama gelmesinden sen de sorumlusun. HDP ile PKK’nın aynı örgüt olduğunu bir türlü kabullenemedin. PKK/YPG evlatlarımızı Güneydoğu’da, Afrin’de şehit ederken sen onların siyasal uzantıları ile birlikte Adalet yürüyüşü yaptın. Hâlâ daha onlarla görüşüyorsun ve seçim ittifakları peşinde koşuyorsun.

Vatan savaşına Saray savaşı, dedin, Ordumuz Amerikan projelerini önlemek, vatan bütünlüğünü korumak için Suriye’ye girdi, sen Türkiye Suriye batağına saplandı dedin. Amerika Suriye’yi bombaladı sevinen sen oldun.

Türkiye’nin vatan sorununa “Kürt sorunu” dedin ve çözümü “eşit yurttaşlıkta” aradın. AKP’nin açılım politikalarına destek verdin, yol gösterdin.

Bütün bu kötülüklerin mimarı olan Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı adayı olması için her türlü yardımı yapacağından söz ediyorsun. Abdullah Gül’e hizmet ederek kime hizmet etmeye çalışıyorsun?

Sana da Yazıklar olsun!

Ey İYİP!

Türkiye açılıma son verip PKK ile mücadeleye ve FETÖ’nun üzerine gitmeye başlayınca AKP’yi destek veren  MHP’yi beğenmeyip yeni bir parti olarak ortaya çıktın. Ortaya çıktığından beri Amerika hakkında tek bir kötü sözünü duymadık. Üstelik Türkiye’nin savunmasının Batı sistemi içinde olması gerektiğini söyledin. Batı bizim için en büyük tehdit iken, çocuklarımızı şehit ederken, bizi bölmeye kalkarken sen Batı’ya sığınarak Türkiye’yi savunacaksın. Olacak şey değil.

Bu olayları “eşit vatandaşlık” zemininde çözeceğini programına yazdın. Vatandaşlar eşit olsaydı bu olaylar gerçekleşmezdi demeye getirdin. Amerika’nın kötü emellerine perde çekmiş oldun.

Cumhurbaşkanlığı seçiminin İkinci turunda CHP’in adayını “şartsız, şurtsuz” destekleyeceğini açıkladın. Dolayısıyla CHP/HDP ittifakına ikinci turda destek vereceğini ilân ettin.

Sana da yazıklar olsun!

Ey MHP!

Senin hakkında bir şey yazmaya gerek yok çünkü sen artık AKP’nin bir parçası oldun.

Sana da yazıklar olsun!

EY TÜRK MİLLETİ!

Seçip seçip meclise yolladığın veya yollamaya karar verdiğin partilerin durumu ortada. Bunlardan sana bir fayda gelmeyeceğini ne zaman anlayacaksın?

Gerçekleri gör artık. Bunların dışında bir Vatan Partisi var. Seçimlerde çok az destek vermene rağmen çok büyük başarılara imza attı.

Vatan savaşını AKP yönetemiyor. Bu savaşı yönetecek lider ve kadro Vatan Partisi’nde var.

Vatan Partisi’nin birinci önceliği Vatan bütünlüğünü korumak ve yurtta huzur ve güven ortamını sağlamaktır. Senin de birinci önceliğin bu olmalıdır ve Vatan Partisi’ni iktidara taşımalısın. Tek çıkış yolu budur.