YENİDEN KEMALİST
DEVRİM
Biz bir savaş verdik. Savaştık çünkü bu topraklarda Tük
milleti kayıtsız şartsız egemen olsun istiyorduk. Bunun için TBMM 21 Ekim 1920
tarihinde kabul ettiği Teşkilatı Esasiye Kanunun birinci maddesine “Hâkimiyet
kayıtsız şartsız milletindir, İdare usulü halkın mukadderatını doğrudan doğruya
ve fiili olarak idare etmesi esasına dayanmaktadır” diye yazdık.
Ve savaşı kazandık. Meclisin orduları Mustafa Kemal Paşa
önderliğinde emperyalistlere ve içimizdeki hainlere karşı verdiği savaştan
zaferle çıktı. Cumhuriyeti kurduk. 20. Asrın en büyük devrimlerinden birisini
gerçekleştirdik.
Bu topraklarda artık Türk milleti egemendi. Halkımız kulluktan
kurtulmuş, başı dik, özgür vatandaşlar haline gelmişti. Padişahların,
paşaların, ayanların, ağaların, şeyhlerin ve aşiret reislerinin egemenliği
bitmiş halkın egemenliği başlamıştı veya en azından bütün bunlar için önemli
adımlar atılıyordu.
Atılımlar başladı. Egemenliği korumak ve devam ettirmek için
savunma, eğitim ve ekonomi millileşti. Halkın yoksulluktan ve cahillikten
kurtulması için fabrikalar, tarım çiftlikleri, okullar açıldı. Halka topraklar
dağıtıldı. Üniversite reformu yapıldı. Millet Mektepleri ve Halk Evleri
aracılığı ile halk eğitildi ve aydınlandı.
Milletin egemenliği devam etsin diye takkeler, zaviyeler
kapatıldı. Yetmedi, mason derneklerinin de faaliyetine son verildi.
Fikri hür, vicdanı hür nesiller yetiştirilmeye başlandı.
Ne olduysa Atatürk’ün vefatından sonra oldu. Demokrasiye
geçtik denildi ama millet egemenliği giderek daha çok zedelendi ve yara aldı.
Günümüzde demokrasimiz 3 büyük tehdit ile karşı karşıya: Cehalet,
gelir dağılımındaki bozukluk ve yobazlık.
CEHALET
Cehalet biz Osmanlı’dan miras kaldı. Cumhuriyet’in ilk
yıllarında cehalete karşı verdiğimiz savaşın daha sonraki yıllarda layıkıyla
yapılaması günümüzde de cehaletin devam etmesine neden oldu. Oysa halkın mutlak
egemenliğinin en önemli şartı toplumların bilgi ve eğitim düzeyinin yüksek
olmasıdır.
İnsanlarımız okutuyoruz ama cehalet devem ediyor. 1950’den
sonra Batı güdümlü İslamcılık ideolojisinin manipülasyonları başladı ve devam
ediyor. Bu tarihte sonra iktidar olan partiler ya çağdaşlaşmayı ret ettiler ya
da çağdaşlaşmayı batılı ülkelerin halkları gibi giyinip, onlara benzemek
sandılar ve toplumsal programlarını buna göre uyguladılar.
Cehalet devam ediyor. Adam ben dindarım diyor ama Kuran’ı
anlayarak bir kere olsun okumamış. Adam Atatürkçüyüm diyor ama Atatürk’ü anlat
deyince gözleri maviydi, saçları sarıydı, akşamları rakı içerdi sözünden başka
bir şey diyemiyor. Kendisini çağdaş sayan, modern görünüşlü ama geri kafalı
milyonlarca insan var.
Bugünkü kaos ortamı ise, Batılı emperyalistlerin her zaman
desteklediği ortaçağda kalmış ilkel ve tavizci bir İslamcı hareketin bir başarısıdır.
GELİR DAĞILIMINDAKİ BOZUKLUK
Milli ekonomiden vaz geçilip özellikle 1980’den sonra
neoliberal politikaların uygulanması ile hem borçlandık hem de insanlarımız
arasındaki gelir farklılığı uçurum boyutuna çıktı. Artık zenginlerin borusu
ötüyor.
Medya iktidarın ve sermayenin borazanı oldu. Halk yanlış
yönlendiriliyor. Sürekli bir bilgi kirliliği yaratılıyor. Bu ortamda,
insanların doğru seçimler yapma ihtimal olmaktan çıkıyor. İktidara sahip olanlar
halkı oy deposu, sermaye sahipleri ise tüketiciler topluluğu olarak görüyor. Birinciler
oy devşirmeye bakıyor, ikinciler ise mal satmaya…
Yasaları, yönetmelikleri usulleri he bu “yüksek” sınıf
belirliyor. Bu yüksek sınıf da kazançlarının bir kısmını fakir sınıfları
kandırmak ve oy toplamak için dağıtıyor. Buna da sosyal demokrasi deniyor. Dün
ağanın marabası olanlar bugün sermayenin boğaz topluluğuna çalışan işçileri
oldu.
YOBAZLIK
Atatürk önderliğinde Cumhuriyeti kuran kadrolar “fikri hür,
vicdanı hür” nesiller yetiştirmeye gayret ettiler. Şimdilerde ise, “dindar ve
kindar” gençler yetiştirmenin gayreti içinde olanlar var. Bu gayretin adı belki
şimdi kondu ama başlangıcı 1945’li yıllara kadar dayanır.
Düşünen değil, inanan insanlar çoğaldı. Sorgulama bitti,
hocaya, lidere, şeyhe biat etme başladı. Özgür düşüncenin yerini batıl
itikatlar ve dogmatik fikirler aldı.
Bu yeni nesle “uydum imama nesli” demek doğru olur. Bu imam
bazen bir din hocasıdır bazen bir gazetecidir, bazen de bir parti lideridir.
Hiç fark etmez, büyük ne derse doğru odur!.
Yobazlık da türlü türlü, sadece din temelli yobazlık yok,
parti tutma da taassuba dönüşmüş durumda.
DEVRİM ZAMANI
Bu durum bizi ümitsiz de karamsar da kılmıyor ve
kılmamalıdır. Böyle zor durumlardan toplumlar devrimlerle çıkarlar.
Türk milleti her zaman ve her şartta bir çıkış yolu bulur ve
“yeni baştan” demesini bilir. Bu sefer de böyle olacaktır. Bu durumdan Türkiye
Kemalist devrimi tamamlayarak çıkacaktır ve o günler de yaklaşmaktadır.