27 Şubat 2017 Pazartesi

HALK OYLAMASI DEĞİL BİR HESAPLAŞMA

Bu bir halk oylaması değil, düpedüz bir hesaplaşmadır. Bu hesaplaşma yeni de değil, 150 yıllık bir hesaplaşma.

Anayasayı değiştirmek isteyenler egemenliği tek kişiden, bir aileden, padişahtan alıp millete verenlerle hesaplaşmak istiyorlar.

Millet egemenliğinden rahatsızlık duyanlar şimdi anayasayı değiştirerek tarihi akışı tersine çevirmek istiyorlar.

Türk milleti egemenliğini gerçekleştirdiği Türk devrimi sayesinde elde etti.  Egemenlik, mücadele ede ede ve adım adım elde edildi.

Bu değişiklik arzusu bir hesaplaşmanın ürünüdür.

Bu halk oylaması, 1876’da Kanun-i Esasi’yi II: Abdülhamid’e kabul ettiren ve millet egemenliğine giden kapıyı açan başta Mithat Paşa, Ali Suavi ve Namık Kemal olmak üzere genç Osmanlılarla bir hesaplaşmadır.

Bu halk oylaması, II. Meşrutiyeti ilan ettirmek için büyük çaba harcayan ve Abdülhamid’i tahtından eden Enver Paşalarla, Rezneli Niyazilerle, İbrahim Temolarla, Akil Muhtarlarla, Yusuf Akçuralarla, Abdullah Cevdetlerle ve Tunalı Hilmilerle bir hesaplaşmadır.

Bu halk oylaması, Türk devrimin fikri mimarları olan, Ziya Gökalplerle, Ömer Seyfettinlerle, Yusuf Akçuralarla, Şevket Süreyyalarla bir hesaplaşmadır.

Bu hesaplaşma egemenliği sultandan alıp Türk milletine veren Mustafa Kemal Atatürk ve onun arkadaşları ile bir hesaplaşmadır.

Bu halk oylaması, I. Ve II. Meşrutiyet ile hesaplaşmadır.

Bu halk oylaması, Türkiye Cumhuriyeti ve TBMM ile bir hesaplaşmadır.

Bu hesaplaşma Türk Milleti ile onun egemenliğini sınırlandırmak isteyenler arasındadır.

Bu hesaplaşmayı gündeme getirenlerin ilk amacı önce 1876 yılına dönmek. Açın okuyun, getirilmek istenen değişikliklerin Kanun-i Esasi’ye ne kadar benzediğini göreceksiniz.  Padişah’ın yerini Cumhurbaşkanı alıyor, o kadar.

Bu hesaplaşmayı isteyenler şunu bilmelidir: Türk milleti 1800’lü yıllardan başlattığı ve uğruna Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde bir bağımsızlık savaşı verdiği “Millet Egemenliğini” bir halk oylaması ile bir kişiye devretmez, edemez.

Bu egemenliğe göz koyanlara Atatürk’ün şu sözleri ile cevap verelim:

“Egemenlik ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; görüşme ile, münakaşa ile verilmez. Egemenlik, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. “


“Millet egemenliğini almıştır ve isyan ederek almıştır. Alınmış egemenlik, hiçbir neden ve biçimde terk edilemez; geri verilemez. Bırakılamaz. Bu egemenliği tekrar geri alabilmek için; almak için kullanılmış olan araçları kullanmak gerekir.”

25 Şubat 2017 Cumartesi

PROF. DR. ERSAN ŞEN’İ DİNLEDİK

Yeni Ufuklar Derneği’nin düzenlediği toplantıda Prof. Dr. Ersan Şen’i dinleme fırsatı bulduk. Bu fırsatı veren dernek yöneticilerine teşekkür ediyorum.

Sayın Ersan Şen iki saate yakın konuştu ama yapılmak istenen değişikliklerden yeteri kadar söz etmedi. Doğrusu bu konuşma beni hayal kırıklığına uğrattı.

Sayın konuşmacı, değişikliklerden sadece Anayasa değişikliği ile yeni adı HSK (Hakimler ve Savcılar Kurulu) şeklinde değişecek olan HSYK’nin yeni yapısından söz etti. Bu değiş

Peki, nelerden söz etmedi diye sorarsanız, sıralayalım:

“Cumhurbaşkanlığı Sistemi” diye sunulan Anayasa değişikliği teklifinin asıl hedefinin dünyadaki örneklere benzer bir “başkanlık sistemi” kurmak değil, kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırıp “kuvvetler birliği” sistemi kurarak tüm yetkiyi “Tek adam”a devretmek olduğundan ve yasama ve yürütme kuvvetlerini “Tek Adam’da birleşeceğinden söz etmedi.

Anayasa değişikliği ile parlamenter sistemin ortadan kalktığından ve Başbakan ve Bakanlar Kurulu’nun yok olacağından söz etmedi.

Tek bir kişiye, halkın oyları ile seçilen Meclis’i feshetme, ülkeyi sürekli olağanüstü halle, kanun hükmünde kararname ile yönetme yetkisi verileceğinden söz etmedi.

Cumhurbaşkanının sayısı belli olmayan tüm bakanları ve yardımcılarını kendisinin belirleyeceğinden ve yaptığı atamaların Meclis ya da başka bir organ tarafından onaylanmayacağından ve denetlenemeyeceğinden söz etmedi.

Sayısı belli olmayan bu söz konusu bakan ve cumhurbaşkanı yardımcılarının Meclis’e dolayısı ile halka karşı değil Cumhurbaşkanına karşı sorumlu olacağından; cumhurbaşkanının ağzından ne çıkarsa onu yapacaklarından; cumhurbaşkanı atadıklarını istediği zaman görevden alabileceği için, ona itiraz etmelerinin de mümkün olamayacağından söz etmedi.

Cumhurbaşkanının üst kademe kamu görevlilerini atayabileceğinden, görevlerine son verebileceğinden, atamalara ilişkin esaslar yine cumhurbaşkanın çıkaracağı kararname ile belirleyeceğinden, tüm bürokrasinin sadece cumhurbaşkanına karşı sorumlu olacağından söz etmedi.

Anayasa’ya göre yasama yetkisi meclisindir ve devredilemez, ancak Anayasa değişikliği halk oylamasından geçerse cumhurbaşkanına kanunla düzenlenmeyen bir konuyu kararnameyle düzenleme, yasal boşlukları kararnameyle doldurma yetkisi verileceğinden söz etmedi.

Cumhurbaşkanının tek başına, kendi bakanlarından bile görüş almasına gerek olmadan olağanüstü hal (OHAL) ilan edebileceğinden; olağanüstü hal ilan nedenleri de arttırıldığından, savaş, savaşı gerektirecek bir durumun baş göstermesi, seferberlik, ayaklanma, doğal afet, salgın hastalık ve ağır ekonomik bunalım gibi birbiri ile ilişkisiz konuların OHAL ilanına gerekçe yapılacağından söz etmedi.

Cumhurbaşkanı ve atadığı bakanlar suç işledikleri takdirde 400 milletvekili izin vermezse yargılanmasının mümkün olmadığından ve cumhurbaşkanın siyasi bir sorumluluğunun olmadığından söz etmedi.

Meclis’e ait bulunan bütçe yapma yetkisinin Cumhurbaşkanına devredileceğinden söz etmedi.

Bunlar benim hatırladıklarım. Eminim yapılmak istenen bu değişikliklerle ilgili anlatılması gereken başka hususlar da vardı ama dinleyemedik.

HSYK’nin yeni yapısından söz etti ama bu değişikliğin yargı bağımsızlığını tamamen ortadan kaldıracağından net bir şekilde söz etmedi.

Ve bütün bu değişikliklerin Türkiye Cumhuriyeti’ni nerelere sürükleyeceğinde söz etmedi.

Halk oylaması ile ilgili olarak halkımızı aydınlatmak isteyen kurum ve kişilerin konuşmacı belirlerken daha dikkatli davranması gerektiğine inanıyorum. Umarım bundan sonraki toplantılar daha verimli olur.

24 Şubat 2017 Cuma

TEHDİT AMERİKA’DAN KAYNAKLANIYOR

Yıllardır süre gelen bir Amerika sevdası var ve bu sevda Amerika’nın bunca kötülüğüne rağmen devam edip gidiyor. Halkımız Amerika’yı Hollyvood filmlerinden tanıdığı için onun vahşi, acımasız ve gaddar yüzünü göremiyor.

Amerika aslında tam bir imparatorluktur. Egemenlik alanlarının tüm dünyayı kaplaması için her türlü ahlak dışı yöntemlere baş vurmaktan çekinmez.

Askeri, siyasi, ekonomik baskılar uygulayarak ülkeleri, halkaları kendi çıkarları için sömürmekten çekinmez. Bu dediğimizin örnekleri çoktur.

EKONOMİK YÖNTEMLER

Gelişmekte olan ülkelerin pazarlarını kontrol altında tutmaya çalışır. Bu ülkelerden ucuz hammadde alır ama sanayi ürünlerini pahalıya satar. Bu ülkelere “açık kapı” düzenini dayatır. Sermayenin ve sanayi ürünlerini kolayca ihraç eder ama kendisi kotalarla, yüksek gümrük harçları ile ithalatı kısıtlar.

Gelişmekte olan ülkelerin sanayisinin gelişmesini engellemekten çekinmez.  

IMF, Dünya bankası, Dünya Ticaret örgütü onun elinde bir ekonomik silah gibidir. Ülkeleri borç batağına sokup hem ekonomik hem de siyasi baskı altına alır.

ASKERİ YÖNTEMLER

Amerika, imparatorluğunu devam ettirmek için ülkesi dışında yüzbinlerce asker, yüzlerce üs ve tesis bulundurur. Bu askeri gücünü kullanmaktan da asla çekinmez.

Sadece Güneydoğu Asya’da milyonlarca insanı acımasızca katletmiştir. Endonezya’da 500 000’nin üzerinde, Laos, Kamboçya ve Vietnam’da 3 milyonun üzerinde asker ve sivili öldürmüştür. 

Dünyanın diğer bölgelerinde yaptıkları bundan aşağı değildir. En yakın örnekleri Ortadoğu’da görmek mümkündür.

Terör örgütlerini ve paralı askerleri de kullanmaktan çekinmez. Amerika’nın çıkarı söz konusu ise insan hayatının değeri yoktur.

TÜRKİYE’DEN İSTEDİKLERİ

ABD Türkiye’ye dört hususu dayatmakta: Güneydoğu’muzu içine alacak bir kukla devletin kurulmasına izin vermemiz, Kıbrıs'taki haklarımızdan vazgeçmemiz, Ermeni soykırım yalanını kabul etmemiz ve ekonomik sistemimizi onun istediği şekilde düzenlememiz için yıllarıdır çeşitli yöntemlere başvuruyor.

Bu isteklerini gerçekleştirmek için PKK, FETO, IŞİD gibi terör örgütlerini kullanıyor. Bunlarla yetinmiyor, kendi arzularını yerine getirecek politikacıların siyasette söz sahibi olması için kumpaslar, komplolar düzenliyor. TSK’ni ve vatansever aydınları tasfiye etmeye çalışıyor.

Kemalist düşünceyi silmeye, onun yerine “Ilımlı İslâm” anlayışını yerleştirmeye çalışıyor.   

AYDINLARIMIZIN DURUMU

Dünya çapındaki ve Türkiye içindeki bunca kötülüklere karşı ülkemizde yaygın bir Amerikan düşmanlığı göremiyoruz. Göremiyoruz çünkü Amerika’nın gerçek yüzü halkımızdan bilinçli olarak saklanıyor.

Amerika’nın gerçek yüzünü gizlemeyi bir yana bırakın, bize dayattığı 4 hususu kabul etmemiz için gizli açık propaganda bile yapılıyor. İşin en üzücü tarafı ise zaman zaman bu propagandaya kendisini Atatürkçü kabul edenlerin de katılması.

Bu Atatürkçü geçinenlerin bilmesi gereken en önemli husus şu. Atatürk’ün en önemli özelliklerinden birisi “Anti-emperyalist” oluşudur. Emperyalizmin hizmetine girip Atatürkçü olmak mümkün değildir.

Başımızın belalardan kurtulmasının ilk şartı, Amerika’nın başını çektiği emperyalist batı sisteminin gerçek yüzünü tanımaktır.  İçinde bulunduğumuz bu ortamdan gerçek anlamı ile kurtulup feraha ulaşmamız antiemperyalist politikaların uygulanması ile mümkündür.

Tehdit nereden geliyorsa, tedbir de ona göre alınmalıdır.  


Yapılacak ilk iş, Amerika’nın gerçek yüzünü halkımıza anlatmaktır. 

21 Şubat 2017 Salı

ATANMIŞLAR SİSTEMİNE HAYIR!

Çok önemli bir halk oylamasına doğru gidiyoruz. Bu oylamada evet demeyi düşünen insanlarımızın çoğu neye evet neye hayır diyeceğini tam olarak bilmiyor.

Bu konuda Vatan Partisi Genel Başkanı Sayın Doğu Perinçek'in Aydınlık gazetesinde yazdıkları çok önemli.

Yazıyı özetlemek isterim:

BİZİ ATANMIŞLAR YÖNETECEK

Getirilmek istenen sistemde hükümet yok oluyor. Onun yerini cumhurbaşkanının atadığı adına bakan denilen bürükratlar alıyor. Cumhurbaşkanı kendi yardımcılarını ve bakanları kendisi belirliyor.

Bakanlar meclisten kopuk çalışıyor. Meclisin bu bakanlar üzerinde hiç bir denetim yetkisi bulunmuyor.

Cumhurbaşkanlığı sisteminde meclisin güvenoyu ve güvensizlik oyu yetkisi, gensoru yoluyla hükümeti veya bir bakanı düşürme yetkisi de kaldırılıyor. Buna bağlı olarak doğal olarak Mecliste Bakanlar Kurulunun oturduğu koltuklar da kaldırılacak. Milletvekilleri bakanları, bakanlar milletvekillerini göremeyecek. Çünkü bakanlar cumhurbaşkanlığı sarayına taşınacak; saraya biat edecek. Bakanlar; müsteşarlar, genel müdürler ve müdürler gibi olacak.

Bizim Anayasa geleneğimizde Bakanlar Kurulu Meclisin içinden oluşturulur. Hatta İstiklâl Savaşı yıllarında İcra Vekilleri, yani Bakanlar tek tek Meclis tarafından seçiliyordu. 1924 Anayasasından sonra Bakanlar Kurulu hep Meclis içinden oluşturuldu. Şu anda yürürlükte bulunan Anayasada yapılan değişiklik sonucu bakanlar, milletvekilleri içinden veya milletvekili seçilme yeterliğine sahip olanlar arasından Başbakanca seçilir ve Cumhurbaşkanı tarafından atanır.

SİYASAL SORUMLULUK KALDIRILIYOR

Yeni getirilen sisteme göre, Bakanlar Kurulunun Meclise karşı sorumluluğu kaldırılıyor. Bakanlar Kurulu Cumhurbaşkanına sorumlu oluyor.

Burada siyasal sorumluluk ile ceza sorumluluğu kasıtlı olarak birbirine karıştırılıyor. Bakanlar Kurulu üyelerinin suç işlediği iddia edilmesi durumunda, Meclisin üye tam sayısının beşte üçünün oyuyla soruşturma açılabiliyor ve üye tam sayısının üçte ikisinin oyuyla Yüce Divana gönderilebiliyor.

Ancak buradaki sorumluluk, ceza sorumluluğudur, siyasal sorumluluk yalnız Cumhurbaşkanına karşıdır.

Açıkçası Bakanların Millete hesap vermesi artık söz konusu olmayacaktır.

MAFYALAŞAN EKONOMİNİN ATANMIŞLAR REJİMİ

Soru şudur: AKP vesayet rejimi eleştirileri vb yaparken, kendisi bir atanmışlar rejimi kurmaktadır.

Türkiye ekonomisi, Turgut Özal’dan bu yana mafyalaştı. Ülke sıcak para komisyoncularının, dolar ve borsa vurguncularının, ihale vurguncularının, tarikat ve cemaat rantçılarının eline geçti. Üreticiler, sanayici ve tüccarlar sistemin kenarına sürüldü. Siyaset de ekonomik süreçle bağlantılı olarak mafyalaştı.

Bu Anayasa değişikliği, mafya sistemini getiriyor.

Cumhurbaşkanlığı Sistemi dedikleri, bir mafya sistemidir.

Mafyalaşan hakim güçler, Türkiye’yi ancak atanmışlarla yönetebilirler.

Türkiye, atanmışlarla yönetilemez.

Atanmışların yönetimi, devletin ve milletin güçlerini birleştirip terörün üstesinden gelemez, ülkeye huzur getiremez.

Atanmışların yönetimi, içine girdiğimiz ağır ekonomik sorunlarla baş edemez. Çünkü bu sorunları ancak milleti birleştirerek, yükü milletin bütün sınıflarına paylaştırarak, halkın fedakârlığını ve direncini örgütleyerek çözebiliriz. Atanmışlar yönetimi, bunu yapamaz, bir Millî Direnme Ekonomisi kuramaz.

Atanmışlar yönetimine HAYIR!
Hakimiyet Milletindir!
Hakimiyet devredilemez.
Millete sorumlu olan hükümet yetkisi atanmışlara devredilemez.

20 Şubat 2017 Pazartesi

ŞEHİT KANLARI NE OLACAK?

İnsanlık tarihi bir bakıma insanın insana tahakküm etmesi ve insanın insanı sömürmesinin hikayesidir.

Tarihin sayfalarını katliamlar, zulümler, eziyetler ve bunlara yapılan karşı bireysel veya toplu isyanlar doldur.

Tam anlamıyla çelişkilerle dolu bir insanlık geçmişi var. Egemenler de var, köleleştirilmiş kula dönüşmüş insanlar da var; sömüren de var, sömürülen de var; zulmeden de var, mazlumlar da var; zenginler de var, yoksullar da var; sermaye de var, emek de var.

Bilim sanayileşmeyi sağlamış, sanayileşme kapitalizmi doğurmuş ve para hem ekonomik hem siyasi hem de askeri güç olmuş.

Köleliğe karşı, sömürüye karşı, tahakküme karşı, paranın gücüne karşı isyanlar ve devrimler ve bu eylemleri destekleyen ve tetikleyen gerçek aydınlar, düşünürler ve yazarlar sayesinde insanlar belirli hak ve özgürlükler elde etmiş.

Demokratik devrimler yapılmış, milli devletler ortaya çıkmış. Demokratik, laik, hukuk devlet biçimi bu özgürlüklerin ve hakların teminatı olmuş.

İşte bu nedenle sömürüye doymayan para sahipleri bu milli devletlere saldırıyor. Bu devletlerdeki demokratik yapıyı dejenere etmeye uğraşıyor. Hukukun üstünlüğü yerine seçkinlerin üstünlüğünü sağlamak için gayret gösteriyor.

Milli devletleri parçalamak için, etnik kimlikleri, mezhepleri ön plana çıkarıyor.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ BİZİM SON KALEMİZDİR

Türkiye Cumhuriyeti bizim milli devletimizdir. O bizim sonuna kadar savunmamız gereken kalemizdir. Bu kale sağlam kalırsa özgür ve bağımsız oluruz.

Ne yazık ki bu kale şimdi muhasara altında. Bir yandan dış güçler diğer yandan içimizdeki bazı bedhahlar kalemize saldırıyor. Kalemiz yani özgürlüklerimiz, haklarımız, her türlü maddi ve manevi değerlerimize tehdit altında.

Emperyalizme ve içimizdeki bize tahakküm etmek isteyen kişilere karşı bu milli demokratik devrimimizi yaptık ve kalemizi inşa ettik. Egemenlik Türk Milletinindir dedik. Türk milletinin her bir ferdi bu ülkenin hukuk önünde eşit vatandaşıdır dedik. Milleti özgür, devleti bağımsız kıldık. Kulluktan çıktık, başı dik vatandaş olduk.

DEMOKRASİ YOKSA KULLUK VARDIR

Kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, düşünce ve basın özgürlüğü yoksa ve milletin temsilcilerinden oluşan meclisin yetkileri elinden alınmışsa, bakanlar halkın denetiminden çıkmışsa o ülkede demokrasi yok demektir.

Demokrasi olmadan hak ve özgürlükler olmaz. Demokrasi elden giderse kulluk geri gelir. Milletin kaderi 3-5 kişinin elinde kalır.

Önümüzde bir halk oylaması var. Bu oylamada 1876 yılında başlayan ve “İstiklal Harbi” ile zirve yapan milli demokratik devrim oylanacak. Ya devam diyeceğiz ya da karşı devrime teslim olacağız.

Önümüze konan anayasa değişikliği ile kazandıklarımız elimizden alınmak isteniyor. Millete ait egemenlik zedeleniyor ve bir adam egemenliğimize ortak edilmek isteniyor. Türkiye fermanlarla yönetilmek isteniyor.

Türk milleti “Müdafaa-i Hukuk” anlayışı içinde kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'ne “HAYIR” oyları ile sahip çıkmalıdır. Özgürlükten kulluğa geçişe izin vermemelidir.


Şehit kanları ile kazanılan hak ve özgürlükler yasa ile yok edilemez; edilemeyeceği de görülecektir.

14 Şubat 2017 Salı

BAŞARININ SIRRI

İkinci istiklal savaşımın yapıldığı bugünlerde ortaya bir anayasa değişikliği teklifinin gelmiş olması çok yanlış oldu. Bu teklifi hazırlayanlar keşke Türk Milletinin bağımsızlığını nasıl kazandığını araştırsalardı.

Bağımsızlık savaşında düşmana son darbe 30 Ağustos 1922 tarihinde Dumlupınar’da vuruldu. Bu zafer Türk Milleti’nin ebediyete kadar yaşatmaya kararlı olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kapı açtı.

Bu büyük zaferin nasıl kazanıldığını başkumandan Mustafa Kemal Atatürk 4 Eylül 1922 tarihinde TBMM’ne şöyle anlatıyor:

“…Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve bağımsızlık fikrinin ölmez âbidesidir. Bu eseri meydana getiren bir milletin evlâdı, bir ordunun Başkumandanı olduğumdan daima mesut ve bahtiyarım.”

Milletin mukadderatını doğrudan doğruya üzerine alarak karamsarlık yerine ümit, perişanlık yerine düzen, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskoca bir varlık çıkaran meclisimizin, yiğit ve kahraman ordularının başında bir asker sadakat ve itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı, bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir memnuniyet içindeyim.

Kalbim bu sevinçle dolu olarak, pek aziz ve muhterem arkadaşlarımı, bütün dünyaya karşı temsil ettikleri hürriyet ve bağımsızlık fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyorum.”

Bu büyük başarının sırrı işte bu cümlelerde saklı.

Başarı Türk Milleti’ne ait ama bu başarıyı millete kazandıran “Milletin mukadderatını doğrudan doğruya üzerine alarak karamsarlık yerine ümit, perişanlık yerine düzen, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskoca bir varlık çıkaran meclis” var.

Meclisin de yiğit ve kahraman orduları var. Bu orduların da bir asker sadakat ve itaatiyle meclisin emirlerini yerine getirmiş bir başkumandanı var.

Atatürk arkasına Türk milletinin tamamını temsil eden meclisi alarak orduları zafere taşımıştır.

Ordular meclisin ordusudur, kumandan meclisin emrindedir.

Yapılmak istenen anayasa değişikliği sonucu seçilecek cumhurbaşkanı asla güçlü olamaz. Tek yetkili adam bile olmaz; yalnız adam olur.

İkinci istiklal savaşı milletin yarısı ile kazanılamaz. Tıpkı 94 yıl öncesinde olduğu gibi, milletin tamamını temsil eden bir milli meclis ve milli hükümet ile başarı elde edilir.

Bu anayasa değişikliğine evet denirse meclis de millet de ordu da zaafa uğrar. Türk milleti buna izin vermemelidir. 

12 Şubat 2017 Pazar

NEDEN HAYIR!

Değişiklik teklifini gündeme getiren AKP'nin halk oylamasında evet denmesi için öne sürdükleri temel gerekçe şu: PKK, HDP ve FETO değişikliğe hayır diyor, o halde evet demek gerek. Bahçeli'nin gerekçesi ise çok garip Perinçek hayır dediğine göre Erdoğan'ın dediğini yapmak ve evet demek gerek.

Türkiye Cumhuriyeti'nin temel özeliklerini değiştirirken ileri sürülen bu gerekçelerin iler tutar tarafı yok. Değişiklikleri savunamayınca böyle komik gerekçeler ileri sürülüyor.

Evet demek için doğru dürüst bir sebep bulmak mümkün değil. Oysa hayır demek için çok sebep var, sıralayalım:

1.Devletin Anayasa'nın 3. maddesi gereğince değiştirilmesi mümkün olmayan "Demokratik, laik, hukuk devleti" olma özelliği kaybolacak.

2. TBMM'nin yetkileri kısıtlanacak, sadece mecliste ait olması gereken yasama yetkisi bir şahsa devredilecek. Meclisin bakanları ve cumhurbaşkanını denetleme hakkı yok edilecek. Milletvekilleri sözü soru, gensoru, güvensizlik oyu ile artık bakanları görevden alamayacak. Bakanlar meclis dolayısıyla millete hesap vermeyecek.

3. Yetkileri kısıtlanmış milletvekilleri mecliste adeta konu mankenine dönüşecek.

4. Hükümet ve başbakan olmayacak. Bakanları cumhurbaşkanı belirleyecek. Bu bakanlar için meclisten güven oyu istenmeyecek.

5. Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri ile teşkilat yapısı Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenecek. Meclisin bu konudaki yetkisi kalmayacak. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile "Kamu tüzel kişiliği" kurulabilecek. Yürütme tamamen cumhurbaşkanının elinde olacak. Devletin temel yapısını cumhurbaşkanı yani tek bir kimse değiştirebilecek.

6. Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu'nun 13 üyesinden 6'sını cumhurbaşkanı geri kalanını meclis belirleyecek. Dolayısıyla devletin yargı kuvveti de Cumhurbaşkanına ait olacak. Böylece kuvvetler ayrılığı kalmayacak, devletin 3 kuvveti tek bir adamda toplanacak.


Sonuçta Türkiye Cumhuriyeti ve millet egemenliği büyük yara alacak, ülke fermanlarla yönetilecek. Türk milleti bu hak gaspına asla izin vermeyecektir. 

10 Şubat 2017 Cuma

ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR

Atalarımız yıllar önce “Adalet Mülkün (Devletin) Temelidir” demiş.

Anayasamızın değiştirilmez ve değiştirilmesi teklif edilemez maddelerinde Türkiye Cumhuriyeti’nin “demokratik, laik, hukuk devleti olduğu yazar. Yazar yazmasına ama her geçen gün hukuk dışı uygulamalara tanık oluyoruz. Devletin temeli çatırdıyor.

Eğer anayasa değişikliği gerçekleşirse, hukuk devleti filan kalmayacak. Hukuk siyasetin gölgesinde kalacak.

Daha anayasa değişikliği gerçekleşmeden bu değişikliği önerenlerin hukuk dışı uygulamaları Türkiye’de hukuk devletinin ağır yaralandığını gösteriyor.

Neden hukuk devleti ağır yaralıdır diyoruz, gerekçelerimizi sıralayalım:
1.       
Anayasa değişiklik paketi TBMM’de usulsüzlükler sergilenerek kabul edilmiştir.
2.       
Kabul edilen değişiklikle rejimin “demokratik, hukuk devleti” özelliği kalkacaktır. Bu durum anayasanın değiştirilemez hükümlerine aykırıdır; mecliste tartışılması bile hukuk dışıdır.
3.     
  Ettiği yemin ve yasalar gereği tarafsız olması gereken cumhurbaşkanı bir parti başkanı gibi hareket etmektedir.
4.      
Cumhurbaşkanı “Ben anayasa mahkemesi kararlarına saygı duymuyorum, uymuyorum da” diyebilmiştir.
5.      
İktidar Danıştay kararlarını hiçe saymakta, Sayıştay’ın raporlarını TBMM’ye getirmemektedir. Böylece varsa usulsüzlükler halktan gizlenmekte, yürütme Türk Milleti adına karar veren Sayıştay’ın denetiminden çıkarılmaktadır..
6.       
OHAL bahane eden hükümet, OHAL ilanını gerektiren gerekçeleri hiç dikkate almadan, hemen her konuda Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) yayınlayarak TBMM’ye ait yetkileri sınırsız biçimde kullanmaktadır.
7.       
İnsanlar düşüncelerinden dolayı cezalandırılmakta, medya büyük oranda iktidarın kontrolüne girmiş durumda. Haber alma ve düşünce özgürlüğü kısıtlandığı ortamda hukuk devletinden söz edilemez.
8.     
  Devletin bankaları, işletmeleri, arazileri ve daha birçok maddi zenginlikleri bir şirkete (Varlık Fonu Şirketi) devredilmiş ve milletin ve Sayıştay’ın denetiminden çıkarılmıştır.
9.       
Yargı, yürütmeyi denetleyemez hale gelmiştir.

SEÇMENE NE SORULACAK?

Hukuk devletinin büyük yaralar aldığı bir dönemde halk oylaması yapılacak. Seçmene “demokratik hukuk devleti” tamamen yok olsun mu, yoksa kör topal devam etsin mi diye sorulacak.

Seçmen evet derse, yargı, yürütme ve yasama tek kişide toplanacak; demokratik, hukuk devleti filan kalmayacak.


Demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün olmadığı bir devlet artık Türkiye Cumhuriyeti olmaktan çıkmış demektir. 

7 Şubat 2017 Salı

BAHÇELİ YANLIŞ YÖNTEM UYGULUYOR

Resmen MHP Genel Başkanı olan ama MHP’lilerin ev ülkücülerin liderliğini kaybetmiş olan Sayın Devlet Bahçeli anayasa değişikliğine neden evet dediğini Erdoğan hayranlığı ile açıklamış.

Öyle anlaşılıyor ki, bu değişikliği planlayıp uygulamaya kalkanlar değişiklik paketindeki 18 maddenin hiçbirisini savunacak durumda değil.

Başbakanın ve Bahçeli’nin son beyanatları nasıl zor durumda ve nasıl bir acizlik içinde olduklarını gösteriyor.

Değişikliği savunamıyorlar, hayır demeyi düşünenleri aşağılamaya çalışıyorlar. Bence acınacak bir durumdalar.

TÜRK MİLLİYETÇİSİ NEYE EVET DEMELİ?

Sayın Bahçeli soruyorum size;

Bir Türk milliyetçisi milli egemenliği milletten alıp tek bir adama verecek olan bir anayasaya evet diyebilir mi?

Bir Türk milliyetçisi yargı bağımsızlığını zedeleyecek, hukukun üstünlüğüne gölge düşürecek bir anayasaya evet diyebilir mi?

Bir Türk milliyetçisi hükümet kurumunun yok edilip baklanların meclisin kontrolünden yani Türk Milletinin denetiminden çıkarılmasına evet diyebilir mi?

Bir Türk milliyetçisi milletin parasını yani bütçeyi tek bir adamın emrine terk edilmesine evet diyebilir mi?

Bir Türk milliyetçisi Türk Milleti adına kanun yapma yetkisini tek bir adama teslim eden bir anayasaya evet diyebilir mi?

“PERİNÇEK VE YOLDAŞLARI”

Sayın Bahçeli bu sorulara cevap vermek yerine “Perinçek ve yoldaşlarına” çatıyor.

Sayın Bahçeli’ye sormak lazım, siz Perinçek’in yoldaşları kim biliyor musunuz? Ben hatırlatayım:

Perinçek Ermeni soykırımı yalanına karşı savaşırken Lozan sokaklarında Rauf Denktaş, Mehmet Gül, Yaşar Okuyan vardı.

Bugünlerde Perinçek’in yoldaşları arasında Emekli General ve amirallerden İsmail Hakkı Pekin, Soner Polat, Beyazıt Karataş, Naci Beştepe, Cem Gürdeniz var.

Apo’yu sorgulayan Albay Atilla Uğur, Apo’nun idamına karar veren hakim Turgut Okyay ve daha pek çok vatansever, Atatürk ilklerine inanmış, milliyetçi, devrimci aydınlar Vatan Partisi bünyesinde siyaset yapıyor. Bunların hangisini beğenmiyorsan söyle de bilelim.

Sayın Bahçeli, Perinçek’in Türkiye’ye dayatılan Ermeni soykırımı iddiasını Avrupa insan hakları mahkemesinde bu iddiayı mahkûm ettiren başarısına benzeyen onunla kıyaslanabilecek millete bir hizmetiniz var mı? söyleyin de bilelim.

CIA’NIN AĞZI

Amerika ve onun yandaşlarına vatan savaşı verdiğimiz bugünlerde CIA’nın kalemşörlerinden Micheal Rubin’in ağzıyla konuşmak hiç hoş değil.

Rubin de Bahçeli gibi Erdoğan ve Perinçek’i sürekli karşı karşıya getirmeye çalışıyor. Onları iki zıt kuvvetin lideri gibi gösteriyor ve iki lideri çarpıştırmak istiyor.

Bahçeli’nin bu beyanatı Rubin’in bu gayretlerini çağrıştırıyor ve bir Türk Milliyetçisine yakışmıyor.

Zor günlerden geçiyoruz. İkinci istiklal savaşı veriyoruz. Bu zor günlerde liderlere düşen görev milli birliği sağlamak ve korumak olmalı. Bu halk oylaması süresince insanlarımızı birbirine düşman edecek söylemlerden özellikle liderlerin kaçınması gerek. Umarız bu konuya sayın Başbakan da Sayın Bahçeli de bundan sonra dikkat ederler.

6 Şubat 2017 Pazartesi

OLMADI SAYIN BAŞBAKAN

Başbakan Binali Yıldırım söylediğine göre kendisine yakıştırmış ama şu sözler bir başbakana asla yakışmıyor.

Okuyalım bakalım:

Neden ‘Evet’ diyoruz? PKK ‘Hayır’ diyor, onun için biz ‘Evet’ diyoruz. FETÖ ‘Hayır’ diyor, onun için ‘Evet’ diyoruz. HDP ‘Hayır’ diyor, onun için evet diyoruz. ‘Hayır’cılara bakın ona göre kararınızı verin. Bölücülüğe ‘Evet’ diyenler, FETÖ’ye ‘Evet’ diyenlere bu millet Nisan’da referandumda dersini verecek”.

Oldu mu şimdi başbakan? Siz bu milletin en az yarısına terörist diyorsunuz. Bunu en son söyleyecek insan sizsiniz. Aslında bu sözü söylemey hakkınız da hiç yok.

Unutmayın, bu ülkeyi tehdit eden üç büyük terör örgütü yani PKK, FETO ve IŞİD sizin başkanı bulunduğunuz partinin iktidar olduğu dönemde müsamaha gördü hatta destek buldu.

Sizin iktidarınız PKK ile bir masa etrafında oturup bu milletin geleceğini planlamaya kalktı.

Sizin iktidarınızda PKK silahlandı, örgütünü büyüttü, dağları bir yana koyun kentlerde egemenlik kurdu.

Sizin iktdarınızda PKK mehmetçiklerimizi, polislerimizi, korucularımız şehit etti.

Sizin iktidarınızda Habur rezaletini yaşadık.

Sizin iktidarınızda FETO devletin en üst kurumlarına kadar geldi yerleşti.

Sizin iktidarınızda FETO çocuklarımızı, gençlerimizi, savcılarımzı, hakimlerimizi, öğretmenlerimizi, subaylarımızı CIA'nın elamanı yaptı.

Sizin iktidarınızda FETO'ya ne istedilerse verildi.

Sizin iktidarınızda CIA'nın uşakları TSK'nin kozmik odasına kadar girip en mahrem sırlarımızı yurt dışına taşıdı.

Sizin iktidarınızda IŞİD güçlendi, silahlandı ve askerlerimzi, polislerimzi şehit etti.

Örnekleri çoğaltmak mümkün ama gerek yok, herkes de biliyor ki, bu üç terör örgütü siz 2002 tarihinde iktidara geldiğinizde bu denli güçlü ve etkin değildi.

Bu gerçekler ortada iken;

Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşasın diye;

Bu vatan toprağında Türk Milleti'nin kayıtsız şartsız egemenliği devam etsin diye;

Cumhuriyet'in aydınlığı kararmasın diye;

Milli birliğimiz bozulmasın diye;

Vatan ve milletin kaderi tek bir adamın izanına, vicdanına, bilgisine ve niyetine kalmasın diye;

Bu meclisin yetkilerini kısan, kanun yapma yetkisini tek bir insana veren; yüksek yargı organlarını siyasetin emrine bırakan bir anaysa değişikliğine HAYIR oyu verecekleri terör örgütlerinin destekçisi gibi gösteremezsiniz.

Sayın Başbakan,

Hayır diyecek olanlara da, evet diyecek olanlara da saygı göstermeniz bulunduğunuz makamın gereğidir.

Çok zor dönemden geçmekte olan ülkemizin insanlarını bir birine düşman haline getirmeyin, milli birliği bozmayın. Haddinizi ve görevinizi bilin.

3 Şubat 2017 Cuma

UYU YAVRUM UYU

Filan dizide kız oğlanı çok seviyor ama oğlan kızın en yakın arkadaşı ile birlikte oluyormuş; uyu yavrum uyu.

Filan manken filan erkekle arabada öpüşürken yakalanmış; uyu yavrum uyu.

Filan artistin selülitleri çoğalmış; uyu yavrrum uyu.

Filan adam filan yarışmadan elenmiş, sevenleri ağlamış; uyu yarum uyu.

Filan takım milyonlarca avro verip filan futbolcuyu transfer edecekmiş; uyu yavrum uyu.

Filan takımın golü ofsaytmış ama hakem görmemiş; uyu yavrum uyu.

Türkiye o kadar hızlı gelişiyormuş ki, ABDve AB Türkiye'yi çok kıskanıyormuş; uyu yavrum uyu.

BUNLAR OLUYOR

Seni neden uyutmaya çaışıyorlar biliyor musun? Şunları görmeni istemiyorlar.

Amerika Türkiye'yi bölmek için saldırılarını artırdı. Bombalar patlatıyor, askerlerimzi, polislerimzi, yaşlımızı, gencimizi şehit ediyor.

Kuzey Suriye'de ABD 5 yeni askeri üs kuruyor.

ABD PKK'nın uzantısı PYD'ye zırhlı araçlar ve modern silahlar veriyor.

İran, Irak, Suriye ve Türkiye topraklarının bir kısmını içine alacak şekilde kurulması düşünülen İkinci İsrail devleti için batı sistemi elinden ne geliyorsa yapıyor.

Yunanistan Ege'deki Türkiye'ye ait ada ve kayalıkları işgal ediyor.

Uluslar arası antlaşmalara göre silahsız olması gereken adalara askeri üsler kuruluyor.

Türkiye'nin açık denizlere açılacak yolları kapanıyor.

Kıbrıs'ta cumhurbaşkanı sıfatı olan birisi ne kadar toprak ve hak versem de Rumları tatmin etsem diye çabalıyor.

Doğu Akdeniz'deki doğal gaz ve petrol rezervleri başka ulusların egemenliğine terk ediliyor.

Türkiye'de milyonlarca insan yoksulluk sınırı ve yüzbinlerce insan açlık sınırı altında yaşıyor.

İnsanlar evlerine eti bırak ekmek götürmede zorlanıyor.

Türkiye'nin biç ve dış borçları milyarlarca dolara ulaşmış ama Türkiye'nin ödüyecek parası kalmadı.

Derecelendirme kuruluşları, Türkiye'yi ve 4 büyük bankayı yatırım yapılamaz özellikte olduğunu ilan etti.

Sanayi ve tarım üretimi bir türlü artmıyor. İhracat ithalatı karşılıyamıyor.

Turizm gelirleri düştü, düşmeye de devam ediyor.

Türkiye Cumhuriyeti'nin nimetlerinden faydalanan bazı kimseler Osmanlı hayalerine kapılmış, Türkiye'yi fermanlarla yönetmenin yollarını açmaya çalışıyor.

Bazı insanlar çocuklarımızın kafasına aklın ve bilimin verileri yerine batıl inançları, hurafeleri sokuyor.

Biliyorum, sen bütün perdelemelere rağmen bu gerçekleri görecek ve milletin ve devletin geleceğine el koyacaksın. Lütfen elini çabuk tut, iş işten geçmesin.

2 Şubat 2017 Perşembe

YALNIZ ADAM GÜÇSÜZDÜR

Savaşın tam ortasındayız. Saldırı büyük. Bizden toprak isteniyor. Irak'tan başlayıp Suriye'nin kuzeyini içine alıp Akdaniz'e uzanacak ikinci İsrail devletine evet dememiz bekleniyor.

Biz hayır dedikçe saldırının şiddeti, boyutu büyüyor.

Bombalar, roketler, kurşunlar yetmedi, ekonomik saldırı da başladı.

EKONOMİK SALDIRI VAR

Türkiye yıllardır yanlış ekonomik programlar uyguladı ve bunun sonucunda artan borç yükü altında kaldı. Ekonomi kırılgan hale geldi.

Türk ekonomisinin bu zayıf hali dış güçlerin müdahalesini kolaylaştırdı. Derecelendirme kuruluşları atağa kalktı. Önce Türkiye'nin daha sonra 4 büyük bankamızın kredi notunu düşürdüler.

Türkiye artık kolay kolay döviz bulamaz. Krediler ve sıcak para girişi azalır. Türkiye geçmişte olduğu gibi 70 sente muhtaç hale gelebilir.

İÇ İSTİKRAR BOZULMAMALI

Türkiye kaos ortamına son verip, içi istikrarı sağlarsa bu hücumlara karşı durabilir.

Bu savaşta kahraman askerlerimiz, polislerimiz, korucularımız büyü bir mücadele yürütüyor. Onlar bu canlarını ortaya koyup savaşırken iç cephemiz zayıf düşerse bu kahramanlara yazık olur.

İç cephenin güçlenmesi milli birlikten ve beraberlikten geçer.

İşte tam da bu durumda MHP destekli AKP ne yapıyor? Milleti bölen, berberliğimize darbe vuran bir anayasa değişikliğini önümze getiriyor.

GÜÇ MİLLET MECLİSİNDE OLMALIDIR

Bu değişiklik iktidarı güçlendirmez zayıflatır. Meclisin yetkisizleştirilmesi ve devletin tüm güçlerinin tek adamda toplanması o insanı güçlü kılmaz.

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in dediği gibi, “Cumhurbaşkanı” tek adam olmaz; yalnız adam olur.

Tüm milletin temsil edildiği meclis güçlüdür, dış güçlere karşı milletin direncini artırır. Yalnız adamdan başarı beklemek hayaldir.

PROPAGANDA YÖNTEMİNE DİKKAT

Madem ki, önümüze bir değişiklik paketi geldi, yapılacak iş bellidir. Hayırda hayır vardır anlayışı ile halkımızı uyarmamız ve halk oylaması sonucunu milletin lehine çevirmemiz gerekir. Muhalefete ve aydınlarımıza düşen görev budur.

Bu görev yanlış propaganda yöntemleri ile yürütülürse “evet”e hizmet edilir.

Şunları anlatmalıyız:

Halkımız şunu bilmelidir: Bu değişiklik kabul edilirse, Türkiye güçlenmez zayıf düşer. Yalnız adam yönetimi Türkiye'nin dertlerine çare bulamaz. Çare güçlü meclis ve güçlü hükmettedir.

İktidarın milli seferberlik çağrısı doğruydu ama bu halk oylaması bu seferberliği engelledi. Umarız cumhurbaşkanı bu gerçekleri görür ve değişiklik paketini meclis geri gönderir.

Saldırı büyük, saldıranlar çok güçlü. Bu durum top yekun savunmayı gerektirir. Topyekun savunma için meclis içinde ve dışındaki tüm partilerin temsil edildiği bir milli seferberlik hükümeti kurulmalıdır. Zaman dardır, gecikmenin maliyeti yüksek olabilir.