30 Mayıs 2017 Salı

BİTSİN BU YAĞMA!

Hafta sonları fırsat buldukça İzmir'e giderim. Siz de gittiysenin görmüşsünüzdür; yol boyu zeytinlikler vardır. Ben zeytin ağaçlarını çok severim. Bana yıllarca insanlara hizmet etmiş, yaşını başını almış ama hala insanlık için çaba gösteren insanları hatırlatırlar.

Gazete de bir haber okudum, canım sıkıldı, bunları onun için yazıyorum. Haber şöyle:

Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, TBMM'ye sunulan 'Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanunda değişiklik yapılmasına dair Kanun Tasarısı'na tepki gösterdi. Bayraktar, "Zeytinciliğimizin geleceğinin ve son yıllarda yapılan büyük yatırımların heba olmaması açısından, söz konusu tasarı geri çekilmeli, hangi amaçla olursa olsun zeytinliklerin tahrip edilmesi önlenmeli, zeytinliklerimiz korunmalıdır." dedi.

Anlaşılan bir yağma kanunu daha çıkıyor. Doymadılar bir türlü.

Vah benim uğruna şehitler verdiğim, kanlar, göz yaşları döktüğüm vatanıma vah!

Vah benim topraklarıma, ormanlarıma, ağaçlarıma, derelerime, tarlalarıma, meralarıma, madenlerime, fabrikalarıma, bankalarıma, işletmelerime vah!

Yağmalaya yağmalaya bitiremediler. Bir yağma bitiyor, diğeri başlıyor.

DOYMADINIZ MI ARTIK!

Size sesleniyorum ey yağmacılar!

Sata sata, yiye yiye bitirdiniz; doymadınız mı?

Karada evler, villalar; bankada dolarlar, liralar; denizde gemiler, gemicikler; yetmedi mi?

Hiç mi insafınız yok. Bakın toplumun % 20’si yoksulluk sınırının altında yaşıyor. İyi beslenemediği için ölen bebekler var. İşsizlik % 13’leri geçmiş. Gençlerin dörtte bir işsiz geziyor. İşi olanlar da eve nasıl ekmek yetiştiririm telaşı içinde.

Ne varsa sattınız, bari borçları azaltsaydınız. Devletin de, özel sektörün de, halkın da boçları kat be kat arttı.

Türkiye bu halde ama siz iftar sofralarında ziyafettesiniz. Hiç mi Allah korkusu yok. Hiç mi kul hakkı diye bir şey duymadınız. 60 milyonun hakkını yediniz ve yemektesiniz. O sofralarda, o ziyafetlerde bu fakir halkın hakkını yiyorsunuz.

EY GÜZEL HALKIM, GERÇEĞİ GÖR ARTIK

Ah benim güzel milletim ah! Bu ülkeyi, bu fabrikaları, bu tarlaları ne fedakarlıklarla elde ettin ne gayretlerle ne alın terleri ile baktın, büyüttün ve şimdilerde kimlere emanet ettin, kimlerin insafına terk ettin.

Yıllarca verdiğin oylarla kendini, ülkeni “goministlerden” dinsizlerden korumaya çalıştın. Gittin dindar bildiklerine, muhafazakâr bildiklerine oy verdin.  Onlar da yedi, içti; sana da makarna, kömür, zekât fitre düştü. Nasıl memnun musun?

Artık akıllan, yağmayı gör, talanı gör. Seni nasıl kandırdıklarını anla.

Oyunu verirken satılan toprakları, fabrikaları, dereleri, madenleri, tarlaları, bankaları, meraları zeytinlikleri ve en önemlisi çalınan senin, çocuğunun geleceğini düşün.

Kim dindar kim değil bırak Allah karar versin. Dindar görünümlü yağmacılara oy verme.


Unutma, yarın öbür dünyada verdiğin oyların hesabını sen vereceksin.  

29 Mayıs 2017 Pazartesi

IĞDIR’IN AL ALMASI, YEMEYE BAL ELMASI

Türküleri sevenler bilir, çok güzel bir Iğdır Türküsü vardır; ne zaman dinlesem çok hoşuma gider ve Iğdır’a bir özlem duyarım.

Iğdır'ın al alması
Yemeye bal alması
Yar Gelenden sonra
Yaremin sağalması

Iğdır için yıllar önce Doğu’nun Çukurova’sı denirdi. Sadece elmaları ile değil, ürettiği pamuk ile de meşhurdu. Gazete haberlerinden öğrendiğimize göre Iğdır’ın bu özelliği kalmamış. Tarım da hayvancılık da gerilemiş.

KÖYLÜ DERTLİ

4 Haziran’da Iğdır İl Genel Meclisi yapılacak seçim ile tamamen yenilenecek. Bu nedenle Iğdır’a giden Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’e bir köylü dert yanmış:

“Dışarıya bağımlıyız. Burası hayvancılık bölgesi ama dışarıdan et alıyoruz. Burada eskiden binlerce insan nasıl yaşıyordu hayvancılıkla, ne güzeldi. Şimdi meralarımız boş, şehrimiz boş”

Bu köylümüz sadece Iğdır’ı değil, Türkiye’nin tamamını tarif etmiş: Azalan üretim ve artan dış alım.

Sayın Perinçek’in cevabı ise bizce çok önemli. Hem durum tespiti var hem de ileriye dönük umut var.

"Burada her şey var, Iğdır ovasında. Her şeyden önce çalışkan insanı var, akıllı insanları var.

Güneş, su, toprak verimli ama politika yanlış. Bu güzel insanlara uyan doğru siyaset yok. Türkiye bundan 15 sene önce dünyada kendi sırtını giydiren, kendi unu, kendi şekeri, etiyle kendi karnını doyuran 6-7 ülkeden biriydi. Şimdi geldiğimiz nokta, su, toprak, insan duruyor ama Türkiye tarım ithalatı yapıyor. Hayvan ithal ediyor, tohum ithal ediyor, insan da ithal etmeye başladı.

Atatürk zamanında üretici korunuyordu, ihracat vardı. Şimdi dışarıdan ithal ediyoruz. Sebebi 80 yılında ABD, Türkiye'ye küreselleşme dedikleri siyaseti dayattı. Sen üretmeyeceksin dediler. Devleti küçülteceksin dediler.

Tuzluca ve Iğdır ovası bu siyasetleri en kuvvetli gören illerimizden biridir. Biz Vatan Partisi olarak bu siyasetleri reddediyoruz. Üretim ekonomisi diyoruz! Iğdır ovasını tekrar pamuk ovası yapacağız. Vatan Partisi buraya sizden güç almaya, kuvvet toplamaya geldi. Sizin gücünüzle kazanacağız. ABD'nin gücüyle değil."

SEÇİMİN ÖNEMİ, IĞDIR’IN ÖNEMİ

Bu seçime Vatan Partisi çok büyük önem veriyor. Neden önem verdiğini de genel başkanın ağzından öğreniyoruz:

“Bize soruyorlar. "Niçin Iğdır? Vatan Partisi niçin Iğdır'a bu kadar önem veriyor." Haritaya bakın. Iğdır Türkiye’nin Azerbaycan’a uzanan eli gönlü. Can Azerbaycan ile buradan el ele veriyoruz. Iğdır önemli çünkü buradan komşumuz İran'la beraber oluyoruz. Dahası var. Iğdır 'ipek yolu' üzerinde. Bu önemini düşman da biliyor. ABD dikkat ediniz Suriye'nin kuzeyinden başlayıp Diyarbakır'ımız Batman'ımız üzerinden Iğdır'a Kars'a Ardahan'a kadar ikinci İsrail kurmak istiyor. 'Kürdistan' demiyorum. Kürt bizim  kürdümüz. Kürdün ismini lekelemiyorum. Ama ABD'nin projesini görüyorsunuz. Silah veriyor. İncirlik'ten kalkan uçaklarla bölücü terörü destekliyor. Amaç komşularımızla aramıza girmek, ipek yolunu kesmek. Asya'ya Çin'e bağlayan ticaret yollarına kama gibi girmek.

Peki biz bu ABD projesini nasıl yerle bir edeceğiz. Iğdır bu ABD projesini yerle bir etmenin merkezi. Çürüteceğiz toprağın altına gömeceğiz bu projeyi. İkinci İsrail Devleti kurulmasına Iğdır’dan izin vermeyeceğiz!”

IĞDIR’IN YİĞİTLERİ

Iğdır’ın çok güzel bir Türküsü daha var.

“Asker olup vatana hizmet eylerem men
Çağrılmadan esker olup giderem men
Giderem gurbet ele yar sana gurban

Gurban olim vatana vatanın bayrağına
Onu candan severem gurban olim ayına
Ayın yıldızına onu candan severem”

Vatana, bayrağa kurban olacak kadar kalbi sevgi ile dolu Iğdır halkı eminim seçimini doğru yapacak ve bu güzel beldeden Türkiye’ye muştulu mesajlar gönderecektir.


Selam olsun Iğdır’a, Iğdır’ın el almasına ve Iğdır’ın ay yıldızı canından çok seven yiğit evlatlarına… 

25 Mayıs 2017 Perşembe

BU NEYİN ARAYIŞIDIR?

Osmanlının son döneminde kötü gidişe son vermek için belli başlı üç siyasi yol takip edilmeye başlandı. Birincisi, Osmanlı Devleti’ne bağlı muhtelif milletleri temsil ederek ve birleştirerek bir Osmanlı milleti meydanı getirmek. İkincisi Hilafetin Osmanlı padişahında olmasından faydalanarak bütün İslam toplulukları Osmanlı hükümeti idaresi altında birleştirmek. Üçüncüsü, milliyeti esas alarak bir Türk milleti oluşturmak.

Özellikle ilk ikisi Osmanlı Devleti’nin genel siyasetlerinde etkisi büyük oldu. Üçüncüsü ise bazı yazarların çabaları ile sınırlı kaldı ama geleceğe dönük etkisi fazla oldu.

OSMANLI MİLLETİ Mİ?  MÜSLÜMAN MİLLETİ Mİ?

Osmanlı milleti meydana getirmek arzusundan aslı maksat Osmanlı memleketinde Müslim ve gayri Müslim tüm vatandaşlara aynı siyasi hakları vermek ve aynı görevleri yüklemek ve böylece aralarında eşitliği sağlamaktı. Böylece yeni bir Osmanlı milleti oluşturulacak ve devletin dağılmasının önüne geçilecekti. Bu siyaset başarısız oldu. Farklı milliyetlere ve farklı dinlere mensup halkları birleştirmek bir hayal olarak kaldı.

Osmanlı milletinin oluşturulması fikri gerçekleşmeyince dünyadaki tüm Müslümanları soy farkına bakmaksızın birleştirme düşüncesi ön plana çıktı. Her Müslüman “din ve millet” birdir kaidesi etrafında birleştirilmeye çalışıldı.

Özellikle Abdülhamid bu siyaseti uygulamaya çalıştı. Padişahtan ziyade halife dinî sıfatı kullanılır oldu. Nizami okulların eğitim programlarında dinî maddeler artırıldı. Dindarlık devlet katında en büyük teveccüh nedeni oldu. Yıldız sarayı hocalar, imamlar, seyitler, şeyhlerle doldu. Her taraf camiler, tekkeler, zaviyeler, yapılmaya, mevcutlar onarılmaya başlandı. Hacı olmak devlet katında imtiyazlı hale geldi, hacca giden insan sayısı arttı. Tanzimat devrinde terk edilmek istenen dinî devlet yeniden şekillenmeye başlandı.

Ne Osmanlıcılık ne de İslamcılık devletin çöküşünü durdurabildi. Bu iki fikrin de tatbik kabiliyeti olmadığı anlaşıldı. Sonuçta Osmanlı devleti tarihteki yerini aldı ve Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.

ŞU TEKLERİN ADINI KOYSAK ARTIK!

Türkiye’deki gelişmeleri dikkate alınca bu tarihi bilgileri yazmak istedim. Son zamanlarda Abdülhamid’in ön plana çıkarılmaya çalışılması, Dini eğitimin artırılması, Osmanlıların popüler hale getirilmeye çalışılması, yöneticilerimizin Sünni anlayışa sahip devlet başkanları, şeyhler ve krallarla içli dışlı olması, devlet kademelerindeki atamalarda namaz kılanlara, umreye gidenlere öncelik verilmesi, özgürlüklerin kısıtlanması İslamcılığın hâkim olduğu Abdülhamid dönemindeki devlet anlayışına geri dönüldüğünün veya dönülmek istendiğinin işaretleri gibi görünüyor.

Abdülhamid dönemindeki “din ve millet birdir” kuralı şimdilerde adına Rabia denilen yeni bir slogana dönüştü: “tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet”.

Bu sloganı dillendirenler ne milletin ne devletin ne vatanın ne de bayrağın adını dile getirmiyorlar. Ben şimdi açıkça soruyorum:

Milletin, adı İslam milleti midir, Türk milleti midir?

Bayrak, Türk Bayrağı mıdır, hilafet sancağı mıdır?

Vatan, Türkiye midir, tüm Sünni Müslümanların yaşadığı yerler midir?

Devlet, Türkiye Cumhuriyeti midir, başta halifenin olacağı yeni bir devlet midir?


Gelişmeleri endişe ile takip ediyorum ve bu sorulara cevap bekliyorum. 

22 Mayıs 2017 Pazartesi

ATATÜRK’Ü EKSİKSİZ ANMAK!

19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı bazı yasaklamalar ve engellemelere rağmen tüm yurtta büyük bir coşku ile kutlandı. Milyonlarca insan Atatürk’e olan sevgilerini ve onun ilkelerine olan inançlarını çeşitli biçimlerde gösterdi.

Bu kutlamalarda eksik olan Atatürk’ün temel düşüncelerinin özelikle gençlere tam olarak anlatılmayışıydı. Oysa onu anmanın en güzel şekli onu tanımaktan ve tanıtmaktan geçer.

Atatürk’ü tanımak için yaptıklarına, eserlerine bakmak ve sözlerini değerlendirmek gerek.

Onun en büyük özelliği ki, bugünlerde pek üzerine durulmuyor, antiemperyalist oluşu ve her zaman mazlumların yanında duruşudur. Kurtuluş savaşı ve kurulan Cumhuriyet emperyalistlere karşı verilmiş büyük ve kutsal bir mücadelenin sonucudur. Bu mücadelenin daha başında Atatürk şöyle seslenmiş:

“…biz Batı emperyalistlerine karşı yalnız ve kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz; aynı zamanda Batı emperyalistlerin, güçleri ve bilinen vasıtalarıyla Türk milletini emperyalizme vasıta olarak kullanmak isteyenlere de engel oluyoruz. Bununla bütün insanlığa hizmet ettiğimize inanıyoruz….”

Bu mücadelenin sadece Türk Milleti için değil, tüm mazlum milletler için yapıldığını Atatürk’ün şu ifadesinden öğreniyoruz:

“... Türkiye'nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi.

“Türkiye azim ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği, bütün mazlum milletlerin, bütün şarkın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan Şark milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir...”

”…Bütün mazlum milletler, zalimleri bir gün mahv ve nabût edecektir. O zaman dünya yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir halet-i İçtimaiyeye kavuşacaktır. Bizim milletimiz o zaman bu gayeye vasıl olan milletler arasında tekaddümüyle cidden iftihar edecektir…”

Sadece Türk Milletini değil, Batı emperyalizminin ezip sömürdüğü doğuda yaşayan tüm mazlum milletleri düşünen Atatürk bu mazlum milletlerin er geç zalimlerin elinden kurtulacağına ve zulmün ve sömürünün son bulacağına inanıyordu. Bunu şu ifadelerden anlıyoruz:

“...Şarktan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklâl ve hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır.

Onların yeniden doğuşu, şüphesiz ki terakkiye ve refaha müteveccih olacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve manilere rağmen, muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen istikbale ulaşacaklardır....”

“... müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hakim olacaktır...”

Atatürk’ün bu beklentisi ve arzusunun tam olarak gerçekleştiğini söylememiz mümkün değil ama o günden bu güne çok büyük gelişmeler oldu. Olmaya da devam ediyor. Diğer tüm öngörülerinin gerçekleştiğini bildiğimiz Atatürk’ün bu tahmininin de eninde sonunda gerçekleşeceğine inancımız tamdır. O günü büyük bir sabırsızlıkla bekliyoruz.


Emperyalizm son bulmalı, tüm milletler özgür ve bağımsız olarak yaşamalıdır. Atatürkçülüğün özü budur. 

18 Mayıs 2017 Perşembe

19 MAYIS 1919’UN ÖNEMİ
 
19 Mayıs 1919 Türk Milletinin yedi düvele (Batı Emperyalizmi) karşı yaptığı vatan savaşının en önemli günlerinden birisidir. Milletin İstiklali için ölümü göze aldığını ilân ettiği gündür, kutlu olsun.

Bu savaş hangi şartlarda yapıldığını anlamak için 19 Mayıs 1919 günü memleketin durumuna bakmak lazım. Atatürk’ün ağzından öğrenelim:
“Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu grup, I. Dünya Savaşı'nda  yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış.

Büyük Savaş'ın uzun yılları boyunca millet yorgun ve fakir bir durumda.

Milleti ve memleketi I. Dünya Savaşı'na sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar.

Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta.

Damat Ferit Paşa'nın başkanlığındaki hükûmet âciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnız padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı.”

Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmış ve alınmakta...

İtilâf Devletleri, ateşkes anlaşmasının hükümlerine uymayı gerekli bulmuyorlar. Birer bahane ile İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul'da.

Adana ili Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap (Gaziantep) İngilizler tarafından işgal edilmiş.

Antalya ve Konya'da İtalyan askerî birlikleri, Merzifon ve Samsun'da İngiliz askerleri bulunuyor.

Her tarafta yabancı subay ve memurlar ile özel ajanlar faaliyette.

Nihayet, konuşmamıza başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919'da, İtilâf Devletleri'nin uygun bulması ile Yunan ordusu da İzmir'e çıkartılıyor.

Bundan başka, memleketin her tarafında Hristiyan azınlıklar gizli veya açıktan açığa kendi özel emel ve maksatlarını gerçekleştirmeye, devleti bir an önce çökertmeye çalışıyorlar.

Sonradan elde edilen güvenilir bilgi ve belgelerle iyice anlaşılmıştır ki, İstanbul Rum Patrikhanesi'nde kurulan Mavri Mira Hey'eti  illerde çeteler kurmak ve idare etmek, gösteri toplantıları ve propagandalar yaptırmakla meşgul.

Yunan Kızılhaç'ı ve Resmî Göçmenler Komisyonu, Mavri Mira Hey'eti'nin çalışmalarını kolaylaştırmakla görevli. Mavri Mira Hey'eti tarafından yönetilen Rum okullarının izci teşkilâtları, yirmi yaşından yukarı gençleri de içine almak üzere her yerde kuruluşunu tamamlıyor.
 
Ermeni Patriği Zaven Efendi de, Mavri Mira Hey'eti ile birlikte çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tıpkı Rum hazırlığı gibi ilerliyor.
 
Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz sahillerinde örgütlenmiş olan ve İstanbul'daki merkeze bağlı bulunan Pontus Cemiyeti hiç bir engelle karşılaşmadan kolaylıkla ve başarıyla çalışıyor.”

Mücadele bu ortam ve şartlarda başladı. Bu mücadele vatan topraklarının düşmandan temizlemek, tam bağımsızlığı ve milli egemenliği sağlamak için yapıldı ve başarıldı. Başarının adı Türkiye Cumhuriyetidir.

Türkiye Cumhuriyeti Türk milletinin milli devletidir. Milli devlet bizim için bir kaledir. Bu kale, bağımsızlığımızın, milli egemenliğimizin, refahımızın ve bekamızın teminatıdır. Hükümranlığımızın ve bağımsızlığımızın simgesi olan bayrağımız bu kalede dalgalanıyor. Başımız dik, alnımız açık gezebiliyorsak bu kale var olduğu içindir.

Bu nedenle, Türk Milletinin düşmanlarının hedefinde bu kale vardır. Yıkılmak istenen milli devletimizdir, Türkiye Cumhuriyetidir.

Etnik kimlik bahanesi ile, mezhep farklılığı bahanesi ile bölerek yıkmak istedikleri işte bu kaledir.

Mustafa Kemal'in askerleri olarak söz veriyoruz; vatanı böldürmeyeceğiz, kaleyi  yıktırmayacağız.

17 Mayıs 2017 Çarşamba

FOTOĞRAFTAN SİLAH YAPMAK!
 
24 Temmuz 2015 tarihinde başlayan Türkiye-Amerika savaşında 25 Nisan 2017 adeta bir dönüm noktasıdır. O gün Türk uçakları sabaha karşı 70 dakika süre ile PKK’nın mevzilendiği Sincar’ı ve PYD’nin en önemi mevkii olan Karaçok’u bombaladı.
 
Karaçok’un bombalanması özel bir önem taşır çünkü Amerika PYD’nin kendisinin kara gücü oluğunu defalarca söylemiştir. Amerika bombalanmıştır, Amerika’nın kara gücüne zayiat verilmiştir.
 
Tepki de Amerika’dan gelmiştir. ABD tankları bu nedenle namlularını Türkiye’ye çevirmiştir. Bu nedenle alelacele ABD, PYD’ye geri almamak üzere ağır silah verme kararı almıştır. Bu ağır silahlar Türk askerini vurması için, Mehmetçiği şehit etmesi için ve Türk Vatanını bölmesi PYD’ye verilmiştir. Hedef Türkiye’dir.
 
Tesadüf müdür, bilinmez; tam da Amerikan tanklarının namluları Türkiye’ye çevrildiği gün ordumuzun başkomutanı olan Orgeneral Hulusi Akar’ın 4 yıl önce çektirdiği bir fotoğraf medyada servisedildi. Hem de bir Türk subayı tarafından. Amaç sayın komutanı yıpratmak, moralini bozmak ve askerlerin komutana olan güvenini sarsmak.
 
Bunu yapan ne yazık ki, bir emekli amiral.  Vatan savaşı veren bir ordunun en üst komutanına saldırıyor. Amerikan tanklarının mermilerle yapacağını bu amiral fotoğraflarla yapmak istiyor. Fotoğrafı silah yapmış, saldırıyor.
 
ATATÜRK DİYOR Kİ:
 
Bu saldırının neden yapıldığını anlamak için Atatürk’ün mütareke döneminde , Afyon’da subaylara söylediği şu sözleri değerlendirmek lazım:
 
“İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvela onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke şartlarının tatbikatı ile silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler(... )
Her halde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için, mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz.”
 
VATAN SAVAŞI ORDU İLE YAPILIR
 
Dün Balyoz, Ergenekon, Casusluk gibi davalarla Türk Subayını hedef alan çevreler ve güçler bugün ordumuzun başkomutanını hedef alıyor. Çünkü biliyorlar ki, ordusuz millet savunmasızdır ve subayları yıpratılmış, yok edilmiş bir ordu savaş yeteneğini yitirmiştir.
 
Vatanına sahip çıkmasını bilen Türk milleti, ordusuna da, o ordunun kahraman subaylarına da sahip çıkmasını bilecektir. Vatan bütünlüğü ve milletin bekası için bu şarttır. 

16 Mayıs 2017 Salı

NATO’CUDAN ATATÜRKÇÜ, SOLCU, MİLLİYETÇİ OLAMAZ

Batı Sistemi Türkiye’ye saldırıyor.  Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak istiyor. Cumhuriyeti korumak için vatan savaşı veriyoruz.

Ekonomimiz, savunmamız, eğitimimiz, kültürümüz milli olmadan milli devletimizi savunamayız. Oysa biz çoktan bu yana savunmamızı ve ekonomimizi batıların himmetine ve insafına teslim etmişiz.

Türkiye’nin Batı Sistemi’ne bel bağlama macerası 1947 yılında Truman Doktrini sayesinde, İnönü’nün Amerika ile imzaladığı yardım anlaşması ile başlar, NATO’ya girmemizle devam eder.

Amerika ile yapılan anlaşma şöyle başlıyor: “Türkiye Hükümeti, Türkiye’nin hürriyetini ve bağımsızlığını korumak ihtiyacı olan, güvenlik kuvvetlerinin takviyesini temin; ve aynı zamanda, ekonomik istikrarını muhafazaya devam maksadıyla, Birleşik Devletler Hükümeti’nin yardımını istediğinden….” Yani Türkiye hürriyet ve bağımsızlığını korumak için Amerika’dan yardım istiyor. Oysa tehdit Amerika’dan kaynaklanıyor.

İnönü’nün bu tutumu Atatürk ilkelerine taban tabana zıttır. Atatürk yıllar önce yöneticilerimizi  ve halkımızı şöyle uyarmış: “… milletimizin kuvvetli, mes’ut, müstekar yaşaması içn, devletin tamamiyle milli bir siyaset takip etmesi ve bu siyasetin ç teşkilatımıza tamamiyle uygun olması ve ona dayanması lazımdır. ‘Milli siyaset’ dediğim zaman, kastettiğim mana şudur: milli sınırlarımız içinde her şeyden önce kendi kuvvetlerimize dayanarak varlığımızı koruyup, memleketin dahili saadetine ve imarına çalışmak.”

Bu uyarıyı dikkate almayan İnönü’nün karşısına Mehmet Ali Aybar çıkmış. 5 şubat 1948 tarihinde Hürriyet gazetesinde şöyle yazmış:

“…. Dış münasebetlerimizdeki durumumuza gelince:  Kuva-yı Milliye ruhuna sadık kalınmasını istiyoruz. Bu bütün bir programdır. Çünkü Kuva-yı Milliye ruhu, siyasi ve iktisadi istiklâlimizi, toprak bütünlüğümüzü her şeyin üstünde tutar.  Kuva-yı Milliye ruhu her şeyden evvel, Türk halk kütlelerinin menfaatini göz önünde bulundurmayı emreder. Çünkü Kuva-yı Milliye ruhu, emperyalizmin düşmanıdır.  Çünkü Kuva-yı Milliye ruhu, dünya barış idealinin hizmetindedir. Dünya milletleriyle ve komşularımızla dostluk bağlarımızı kurmamızı ister. Çünkü Kuva-yı Milliye ruhu savaş kışkırtıcılığının her türlüsünü reddeder.”

Mehmet Ali Aybar’ın bu uyarısı şimdiki vatansız solculara da ders verir niteliktedir.

Mehmet Ali Aybar bu uyarısını lütfen Ziya Gökalp’in şu yazısı ile karşılaştırın: “Avrupalılara karşı aldanmamızın başlıca sebebi, medeni Avrupa ile siyasî Avrupa’yı birbirine karıştırmamızdır. Avrupa’nın birçok zekâlı alimleri, yüksek ruhu şairleri, yüksek idealli filzofları var. (…..) Bunlar bize ‘doğru, güzel iyi’ ideallerinin en mükemmel örneklerini gösterirler. (….) Bu yükselmiş insanlar bize medeni Avrupa’yı gösterirler. Bizim başlıca hatamız Avrupa’nın siyasilerini, diplomatlarını, tüccarlarını da bu fikir kahramanlına benzetmemizdir. (….) O halde, medeni Avrupa’ya karşı duyduğumuz saygı ve güven hislerini, asla siyasi Avrupa’ya karşı duymamalıyız.”

Eğer biz Atatürk’ün, Ziya Gökalp’in ve Mehmet Ali Aybar’ın uyarılarını ve görüşlerini dikkate alsaydık, Amerika’nın ve Avrupa’nın siyasilerinin sözlerine kanmazdık.


Zararın neresinden dönülse kârdır. Türkiye Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in de ısrarla söylediği gibi batı sisteminden çıkmalıdır. Batı sistemi içinde kalarak, batı ile mücadele edilemez.

14 Mayıs 2017 Pazar

UCUZA EKMEK, BEDAVAYA NOHUT

Kayseri’yi tanıyanlar Kartal Meydanını iyi bilirler. Bir tarafında Hava İkmal Merkezi, tam karşısında ise Meslek liseleri var. Hava İkmal Merkezi  arazisinde  Atatürk Döneminde Uçak  Fabrikası kurulmuş, daha sonra Truman Doktirini’ne kananlar tarafından fabrika kapatılmış. Bundan önceki belediye başkanı (şimdi bakan) tarafından bu arazinin park olarak düzenleneceği  büyük bir gururla ilan edilmişti.

Hemen her gün bu meydandan geçerim, geçen gün Meslek lisesinin duvarından yükselen kocaman bir pano gördüm. Panoda Büyükşehir Belediye Başkanı’nın oldukça büyük bir fotoğrafı var. Başkan halka müjde veriyor: Halk Ekmek Fabrikası açılmış, artık Kayseri halkı ekmeği 5-10 kuruş daha ucuza yiyecekmiş.

Düşünün bakalım, gelişmiş bir ülkenin, gelişmiş bir şehrinde belediye halk 5-10 kuruş daha ucuza satmak için ekmek fabrikası yapar mı? Bana kalırsa yapmaz; yapmaz çünkü halkın satın alma gücü yüksektir, yoksul insan sayısı çok azdır veya yoktur.

Meslek lisesinden çıkan gençleri görünce zaten yoksulluk ve beslenme ile ilgili bir kanaat edinmek mümkün. Hepsi zayıf, çoğu kısa boylu, çelimsiz delikanlılar. Belli ki gelir seviyesi düşük ailelerin çocukları. Belediye ekmeği ucuza verecek ve bu çocuklar da artık iyi beslenecek.

Bütün bunlar yıllardır uygulanan ekonomik programların Türkiye’yi nereye getirdiğini gösteriyor. Yoksulluk, işsizlik ve dolayısıyla halkın ucuz ekmeğe olan ihtiyacı giderek artıyor.

Daha yeni gazetelerde okuduğum bir haberi paylaşayım:

“Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı 2016 yılı Aile İstatistikleri, yoksulluğun boyutunu ortaya koydu. Resmi rakamlara göre bile bireylerin yüzde 21.9’u yoksulluk sınırının altında yaşıyor.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı 2016 yılı Aile İstatistikleri verilerine göre bireylerin yüzde 21.9’u yoksulluk sınırının altında yaşıyor.

TÜİK’in aile yoksulluğu rakamları bunlarla da sınırlı değil. Yoksulluk sınırının altında yaşama oranı en yüksek hane halkı tipi, “İki yetişkinli, üç ya da daha fazla bağımlı çocuğu olan” hane halkları oldu. Bu ailelerin yüzde 45.9’u yoksulluk sınırının altında yaşıyor.”

Bu da işsizlik ile ilgili bir haber:

“Türkiye İstatistik Kurumu verilerine işsizlik oranı geçen yılın kasım döneminde yüzde 12,1'e yükseldi. İşsizlik ekimde yüzde 11,8, önceki yılın aynı döneminde ise yüzde 10,5 düzeyindeydi.

İşsizlik oranı böylece Mart 2010'dan bu yana ilk kez yüzde 12'nin üzerine çıktı.”

İşsizlik ve yoksulluk artıyor, çare de bulunmuş, belediye ucuz ekmek satıyor, iktidar sosoyal yardımları artırıyor; makarna, nohut dağıtıyor.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’nın açıklamasına göre, 2002 yılında (DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti görevdeydi) Türkiye’de yoksullara yapılan sosyal yardım miktarı 1,3 milyar lirayken, 2016 yılında 33,7 milyar liraya çıkarıldı.

“Devletin” değil “iktidar partisinin” desteği olarak algılanan yardımların oya dönüşme potansiyeli yüksek. Vatandaşlar yıllarca ayni ve nakdi yardımları aldıktan sonra sandık başına gittiğinde iktidar partisini desteklemeyi “yardımların devamı için” zorunluluk olarak görüyor.

Ne güzel değil mi? Fabrikaları kapatıp park yap, halkı işsiz yoksul bırak, yardım dağıt, oyu al, iktidarı sürdür. Özellikle 15 yıldır yapılan bu işte…


10 Mayıs 2017 Çarşamba

AMERİKA VE TÜRKİYE NAMLU NAMLUYA GELDİ!

Amerika ve Türkiye namlu namluya geldi. Düne kadar piyonları ile Türkiye’ye saldıran ve yalandan dostluk gösterileri yapan Amerika PYD/PKK örgütüne ağır silah verme kararı ile gerçek yüzünü gösterdi.

Bu gerçeği anlamayan ve kabullenmeyenlerin de Türkiye’nin Amerika’ya karşı bir vatan savaşı verdiğini artık anlamış ve kabullenmiş olmaları gerekir. Bu savaşı Türkiye kazanmaya mecburdur, aksi taktirde yıllar önce bize dayattıkları Sevr gerçekleşmiş olur.

Bu savaş yeni değil; 24 Temmuz 2015 tarihinde TSK, polisimiz ve köy korucuları PKK’yı hendeklere gömme operasyonları başlatınca savaş da başlamış oldu. PKK ABD’nin piyonudur. Amerika menfur emellerini gerçekleştirmek için silah kullanmaktan asla çekinme. Bazen kendi askerini kullanır bazen de PKK, FETO ve DEAŞ gibi terör örgütlerini savaş alanına sürer.  

24 Temmuz 2015’e Amerika içimizde bombalar patlatarak ve 15 Temmuz darbe girişimini gerçekleştirerek cevap verdi. O gece Amerika’nın TSK içine yerleştirdiği gladiyo ile kahraman askerlerimiz ve halkımız canı pahasına karşı koydu. 200 üzerinde şehit verdik. Amerika bir kere daha yenildi.

25 Ağustos 2016 tarihinde ise kahraman ordumuz Fırat Kalkanı harekâtı ile İkinci İsrail koridorunun ortasına kahramanca daldı ve kantonların birleşmesini ve kurulması planlanan kukla devletin Akdeniz’e kadar ulaşmasını önledi.

Daha sonra uçaklarımızın Sincar’ı bombalamasına Amerika Suriye sınırımız yakın bölgelere tanklarını dizip, namlularını bize doğru çevirerek cevap verdi. ABD tanklarının hedefi artık alenen Mehmetçik olmuştu. Onun için diyoruz ki, Türkiye ve Amerika namlu namluya geldi.

Trump’un YPG/PYD’ye ağır silahlar vermeyi onaylaması savaşın ne kadar ciddi bir boyuta ulaştığını gösteriyor.

Böyle bir ortamda her Türk vatanseverinin TSK’nin arkasında durması ve milli birliği bozacak her türlü davranıştan uzak durması lazım.  

İÇ CEPHEYE DİKKAT

Savaşta iç cephe çok önemlidir. Son zamanlarda Genel Kurmay Başkanı aleyhine yapılan fotoğraflı yayınlar kasıtlı yapılıyorsa hainlikten, kasıtlı yapılmıyorsa gafletten kaynaklanıyor. Ordumuz Amerika ile savaşıyor ve onun komutanı yıpratılarak TSK zaafa sürükleniyor. Bu asla kabul edilecek bir durum değildir.

Ordu milletin ordusudur, komutan milletin ordusunun komutanıdır. Ordumuz da 24 Temmuz’dan bu yana aslanla gibi çarpışıyor ve vatanını koruyor.

PKK VE HDP İLE İKTİDAR OLUNMAZ

Siyasetçilerimizin de iktidar hesapları yaparken HDP ve PKK gibi düşman devletin piyonları ile iş birliği planları yapmaması lazım. Bu sözüm özellikle CHP için. Mağdur edebiyatından, hapishane ziyaretlerinden, Abdullah Gül gibilerini telaffuz etmekten vaz geçmelidir. Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in bu konulardaki uyarıları çok önemlidir; muhakkak dikkate alınmalıdır.

Bu millet Amerika ile savaşırken bu düşman ülkenin piyonları ile iş birliği yapanları asla iktidara taşımaz. Bu gerçeği hesaba katmayan iktidar olamaz.


Durum ciddidir ama zafer Türk Milletinin olacaktır. Vatan savaşını kaybedersek, vatan topraklarını da kaybederiz, onurumuzu, namusumuzu, ırzımıza da… Kazanmaya mahkumuz ve kazanacağız. 

9 Mayıs 2017 Salı

ALÇAKLIKTAN DA ÖTE!

Hacettepe Tıp Fakültesinin ikinci sınıfında Atatürk İlkeleri ve İnkilâpları dersi almıştım. Hocamız Afet İnan’dı. Onu bir hocadan çok Türk Devriminin canlı tanığı olarak dinlerdik. Şahsen bana Atatürk’ü, Cumhuriyeti gerçek anlamıyla öğreten ve sevdiren odur. Minnetle ve rahmetle anıyorum.  

Şapşal suratlı, iğrenç bir mahlukun Atatürk ve Afet İnan ile ilgili sözlerini duyunca aklıma bu değerli Türk Kadını geldi. O sözü söyleyen alçağa lanetler okudum.

Son zamanlarda moda oldu, sürekli Atatürk ve çevresindeki kişiler kötüleniyor, hakaretler, küfürler ediliyor. Bu sözler milletimizdeki Atatürk sevgisini ve Cumhuriyete olan bağlılığını yok etmez ama Atatürk düşmanlarına karşı olan kinimizi artırır o kadar.

Atatürk tüm dünyanın kabul ettiği çok büyük bir devrimci liderdir. Sadece Türklerin değil, tüm mazlum milletlerin atasıdır. Çin’den Küba’ya kadar dolaşın, insanların tanıdığı, bildiği ve heykellerini göreceğiniz tek lider Atatürk’tür.

Bu saldırıların hedefi Atatürk kadar onun mensubu olduğu Türk Milleti’dir. Yapılan aslında Türk düşmanlığıdır. Atatürk’ün en büyük Türkçü olduğunu bildikleri için peşinden sürekli havlıyorlar.

Bakın, büyük bir Türkçü olduğu bilinen Ziya Gökalp Atatürk için şunları yazmış:

“Mustafa Kemal Paşa adını kudsi bir kelime sayarak, her an hürmetle anmaktadır. Evvelce, Türkiye’de, Türk milletinin hiçbir mevkii yoktu. Bugün, her hak Türk’ündür. Bu topraktaki hâkimiyet, Türk hâkimiyetidir. Siyasette, kültürde, iktisâtta hep Türk halkı hâkimdir. Bu kadar kat’i ve büyük inkilâbı yapan zât, Türkçülüğün en büyük adamıdır. Çünkü düşünmek ve söylemek kolaydır. Fakat, yapmak ve bilhassa başarı ile neticelendirmek çok güçtür.”

Şimdi anlaşıldı mı neden Atatürk’e hakaretler ediliyor, küfürler ediliyor? Bunu yapanların tümü Türklük düşmanıdır, Türk milletinin bu topraklarda egemen olmasını, özgür olmasını, söz sahibi olmasını istemeyen soysuzlardır.

BU ÇOCUKLARIN ALINLARINDAN ÖPÜYORUM

Aydınlık gazetesinde aşağıdaki haberi okuyunca kendi kendime dedim ki, Atatürk’ün emaneti emin ellerde. Türkiye Cumhuriyeti şeklinde tecelli eden Türk egemenliği bu topraklarda ebediyen devam edecek.
Haber şöyle:

"Türkiye Gençlik Birliği (TGB) üyeleri İstanbul Üniversitesi’nde Atatürk düşmanlığına izin vermedi. 9 Mayıs’ta İstanbul Üniversitesi tarafından düzenlenen İSTANBULFEST’in "Bir yazar, Bir Söyleşi, Bir İmza" başlıklı kısmına davet edilen ve "Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı" konulu söyleşide konuşmak üzere FETÖ’cü, Atatürk’e ve devrim tarihine hakaret içerikli söylemleriyle tanınan Mustafa Armağan isimli sözde ‘tarihçi’ davet edilmişti.

Derin Tarih Dergisinin Genel Yayın Yönetmeni olarak da bilinen Mustafa Armağan’adavet edildiği festivalde vatansever, Atatürkçü gençlerin sürprizi damga vurdu.

Türkiye Gençlik Birliği üyeleri "Atatürk Düşmanı Mustafa Armağan Üniversiteye Giremez’’, ‘’Fetullah Gülen’in ‘Aslanı’ Mustafa Armağan Üniversiteden Defol!’’, ‘’İstanbul Üniversitesi’ne Atatürk Düşmanları Giremez’’ yazılı pankartlarla, ‘’  Atatürk’e Uzanan Eller Kırılır, Fetullah’ın Aslanı Üniversiteden Defol ‘’ sloganlarıyla Armağanı  protesto ederek  üniversiteye sokmadı.

TGB Genel Başkan Yardımcısı Cem Dikmen "Bundan yaklaşık 15 dakika önce burada Mustafa Armağan denilen FETÖ’cü ve Atatürk düşmanı hainin bir etkinliği olacaktı. Atatürk gençliği onu karşılamak için gördüğünüz gibi burada onu bekledi. Ama o hain buraya gelmeye cesaret edemedi. Buradan kendisine bir kez daha sesleniyoruz: Atatürk gençliği daima görev başında!" dedi.”

Kutluyorum sizleri gençler, hepinizin alınlarından öpüyorum.


4 Mayıs 2017 Perşembe

İNCİRLİK ÜSSÜ ABD’YE KAPATILSIN

Dünya egemenliği için askeri müdahalelerden çekinmeyen Amerika her zaman kendi ordusunu kullanmaz. Özellikle son yıllarda piyon askerleri, piyon örgütleri kullanır oldu. Bu amaçla ya terör örgütlerini ya da paralı askerleri kullanır oldu.

Türkiye’ye de PKK oldu saldırdı, FETO oldu saldırdı, DEAŞ oldu saldırdı. Amacı belli, Türkiye’yi bölmek ve Anadolu topraklarının bir kısmını da içine alacak olan ikinci İsrail devletini kurmak.

Türkiye,24 Temmuz 2015 tarihinden itibaren PKK ve FETÖ terör örgütlerini yurt içinde ve sınır ötesinde temizlemek amacıyla büyük bir mücadele yürütmektedir. Bu mücadele, sınır ötesindeki boyutuyla savaş özelliğindedir. Türkiye, Vatan Savaşı içindedir.

Peki Amerika ne yapıyor? Bu örgütleri koruyor, destekliyor, silahlandırıyor. Hem de bunları aleni biçimde, göstere göstere, fotoğraflar çeke çeke yapıyor. ABD yetkilileri, bölücü terör örgütü PKK/PYD’nin silahlı unsurlarından “Kara gücümüz” diye söz ediyor.

Bu destekleri sürdürmek için ABD uçakları devriye uçuşları yapıyor ve Suriye’deki zırhlı araçlarını, tanklarını sınırımıza yığıp namlularını bize doğru çeviriyor.

Bütün bu düşmanlıklarını yapmak için vatan topraklarımız içindeki İncirlik üssünü kullanıyor. Uçaklar buradan kalkıyor, mühimmat ve personel sevki buradan yapılıyor.

FETO’nun darbe girişimine de yataklık ettiği belgelerle ispat edilmiştir. İncirlik Üssü bu açıdan ABD’nin Türkiye hükümetini devirme ve Türkiye kalesini içerden ele geçirme girişimlerinin de hizmetindedir.

Apaçık ortadadır, İncirlik Üssü Türkiye’nin güvenliğine hizmet etmiyor. Hükümet ise, vatan toprağımızda Türkiye’ye karşı bir müdahale ve saldırı üssü bulunmasına izin vermektedir.

Bu durum kabul edilemez. İncirlik üssünün Amerikan askerlerine en kısa zamanda kapatılması gerekir.

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek bir basın toplantısı yaparak özetle şunları söyledi ve İncirlik Üssü’nün Amerikalılara kapatılması için bir imza kampanyası başlattı:

“İNCİRLİK ÜSSÜ ABD’YE KAPATILSIN

İncirlik üssünden vatan bütünlüğümüze ve güvenliğimize yönelen silahlı tehdidi devekuşu gibi kafamızı kuma sokarak göğüsleme olanağı bulunmuyor. Her tehdit ancak bir gerçeklik olarak saptandığı zaman bertaraf edilebilir.
- Bölücü ve yobaz terörüne son vermek için İncirlik üssü ABD’ye kapatılmalıdır.
- Türk Silahlı Kuvvetleri, vatan toprağımız olan İncirlik Üssünü denetim altına almalıdır.
- ABD hükümetine, İncirlik üssünde bulunan ABD Komutanlığının, ABD personelinin ve uçaklarının ülkemizi terk etmeleri gerektiği bildirilmeli, bunun için uygun süre verilmelidir.

İNCİRLİK ÜSSÜ İÇİN KAMPANYA BAŞLATIYORUZ

Vatan Partisi, İncirlik Üssünün ABD uçaklarına kapatılması için bugün Türkiye çapında ve aynı zamanda yurt dışında kampanya başlatmaktadır.
Hükümetten talep ediyoruz:
- İncirlik Üssü derhal Türk Silahlı Kuvvetleri’nin denetimi altına alınsın.
-İncirlik Üssü, ABD uçaklarına kapatılsın.
Bütün vatandaşlarımızı “İncirlik Üssü ABD Uçaklarına Kapatılsın” Kampanyasına katılmaya çağırıyoruz.
Vatan bütünlüğü ve güvenlik için İncirlik Üssü ABD’ye kapatılsın!”


Tüm vatandaşlarımızın bu kampanyaya katılmalarını diliyoruz. Türkiye’nin güvenliği ve Türk Milletinin esenliği için bu şarttır.

1 Mayıs 2017 Pazartesi

MEYDANLARIN FARKI

1 Mayıs farklı meydanlarda Türkiye çapında kutlandı. Kutlandı kutlanmasına ama meydanlar çok farklı görüntülere sahne oldu.

Tandoğan Meydanı’nda İşçi sınıfı vardı, vatanseverlik vardı, Ayyıldızlı al bayrak vardı, vatanı savunanlar vardı, emeği savunalar vardı.

Emeği ile vatana hizmet edenler aynı zamanda vatan bütünlüğünü savunmak için de Tandoğan Meydanı’ndaydı.

Türk-İş ile birlikte Vatan Partisi, Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD), Türkiye Gençlik Birliği (TGB), Cumhuriyet Kadınları Derneği (CKD), Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD) ve halk Tandoğan Meydanı’ndaydı.

Bakırköy ve Kolej Meydanı’nda ise CHP ile birlikte HDP, DİSK, KESK ve PKK’nın eteğine yapışmış  vatansız, sahte solcular vardı. Türk bayrağı yoktu, Atatürk yoktu, İstiklal Marşı yoktu. Emeğin gerçek savunucuları da yoktu.

Suriye’de, Irak’ta Amerikan askerlerine sığınan PKK bu meydanlarda HDP olmuş ve CHP’ye, DİSK’e, KESK’e  sığınmıştı.

Bu meydanlarda Demirtaş’ın mektubu Kılıçdaroğu’nun mektubu ile birlikte okundu.

Kim bu Demirtaş? Ordumuzu, polisimizi, halkımızı şehit eden bir kanlı örgütün siyasi ayağının eş başkanı. Demirtaşı’ı dün hapishanede ziyaret eden ve bugün de HDP/PKK ile birlikte miting yapan CHP’ye bu tablo hiç yakışmadı.

CHP bu haliyle milletten koptuğunu bir kere daha gösterdi. Bu partinin iktidara gelme şansı da yok, AKP’nin iktidarına son verme şansı da yok.

Atatürk’ün kurduğu ve ilkelerini belirlediği CHP erime aşamasına girmiştir. Ya yeniden Atatürk’e yüzlerini dönerler ya da yok olup giderler.  

Dünyada emeğin en büyük düşmanı Amerika’dır. Bu büyük emek düşmanının peşine takılıp ona sığınanlar emeği değil, ancak Amerikan, İsrail sermayesini savunur.

Emperyalizm sömürü düzenini korumak ve güçlendirmek için milli devletleri yok etme savaşı verirken gerçek emek savunması vatanseverlik ile birlikte yapılır. ABD güdümünde vatan da savunulamaz, emek de savunulamaz.

Küresel sermayenin güttüğü partilerden de sendikalardan da kitle örgütlerinden de vatan savunması ve emek dostluğu beklenemez. Emek ancak milli devletler korunarak savunulur. Onun için diyoruz ki, emek ve vatan savunması at başı beraber yürür.

Bakırköy ve Kolej’deki kutlamaları veren ve anlatan medya ne yazık ki Tandoğan’daki büyük coşkuyu görmezden geldi. Bir kere daha anlaşıldı ki, bu medya Atlantik Sisteminin emrinde ve kontrolündedir. Türkiye bu medyadan mutlaka kurtulmalıdır. Milletin emrinde bir medya en büyük arzumuzdur.


Selam olsun emeği ve vatanı kutsal bilip onları savunanlara. Kutluyorum onların 1 Mayıs İşçi ve Emekçiler Bayramı’nı.