23 Haziran 2016 Perşembe

FUTBOLDA BAŞARI BEKLEMEK

Avrupa kupasında aldığımız başarısız sonuç Türk futbolunun gerçek yerini göstermiş oldu. Nüfusu Türkiye'nin onda biri kadar olmayan ülkeler final gurubuna kalırken Türkiye turnuvaya veda etmek mecburiyetinde kaldı. Oynadığı futbolla da zaten final gurubuna kalmayı hiç hak etmemişti.

Bunun sorumlusu ne Fatih Terim'dir ne futbol federasyonudur; sorumlu her duruma razı olan, başına doğru dürüst yönetici, belediye başkanı seçemeyen, çocuğum nerede spor yapacak diye yetkililere sormayan, daracık caddeler üzerine kurulmuş 20-30 katlı apartmanlarda oturup yanlış kentleşmeye tepki vermeyen, televizyonlara çıkıp Türk sporunun gerçek problemlerini tartışacağına atılan bir golde hakem hatası var mıydı, yok muydu diye lafı uzatıp duran sözüm ona otoriteleri saatlerce dinleyen, her türlü amaçla dernek kuran ama mahallesinde spor tesisi kurulsun diye herhangi bir çaba göstermeyen, çocuğuna okul seçerken okulun spor yapma imkânlarını araştırmayan, okullarda, üniversitelerde yeterli sayıda ve kalitede spor tesisi olsun istemeyen Türk milletidir.

Kimse kusura bakmasın ama “At sahibine göre kişner”. Sadece yöneticileri suçlamak doğru olmaz.

Türk halkı bilinçli bir şekilde sporun gelişmesini istemediği iyi için Türkiye'de spor diğer ülkelerle kıyaslandığında sürekli geriye gidiyor. Türkiye'nin birçok konuda olduğu gibi spor konusunda da belirlenmiş, akılcı, geleceğe yönelik bir spor siyaset yok.

Her şehre bir “Arena” yapmakla spor gelişmez. Sporu geliştirmek için bilimsel, uzun vadeli programlara ihtiyaç var.

İZLANDA ÖRENEĞİ

İzlanda bu planlamayı futbolda yapmış ve başarıyı yakalamış. Gurubunda yenilgi almadan ikinci oldu ve finallerde oynamaya hak kazandı. Türkiye Fatih Terimi tartışacağına İzlanda nasıl bu başarıyı elde etti onu araştırsın. Fatih Terim de bu olumsuz ortamın meşhur ettiği bir teknik direktör.

İzlanda'nın toplam nüfusu 320 civarında. Futbol oynayabilecek erkeklerin sayısı ise Türkiye'deki büyük bir üniversitenin erkek öğrenci nüfusunu geçmez. İklim ise açık hava sporlarına hiç elverişli değil. Bunlara rağmen İzlanda futbolda başarılı çünkü 2000’li yıların başına İzlanda Futbol Federasyonu önemli bir karar alıp futbolda bir reform projesi başlattı.

Bu projenin özü şu sözde gizli: “İyi oyuncu geliştirmek için iyi antrenörlere ihtiyaç vardır, iyi antrenörleri geliştirebilmek için ise iyi antrenörlük eğitimlerine”. Bu sloganla birlikte 2000 ile 2011 yılları arasında geliştirilen antrenörlük eğitimlerine toplam 4000 insanın başvurması ülkenin daha fazla futbolcu üretmesini sağladı.

Reform programının gereği olarak yeni tesisler yapılmaya başlandı. İzlanda’da şu anda her havada kullanıma hazır 30 adet tam boyut saha bulunuyor. Bunların sekizi üstü kapalı kalanı ise sentetik çim. Aynı şekilde 135 adet halı saha büyüklüğünde küçük sentetik saha bulunuyor. Okul bahçelerinde kurulan bu sahaları eğer o saatlerde öğrenciler veya bir kulüp kullanmıyorsa isteyen herkes kullanabiliyor.

Futbol oynama yaşındaki nerdeyse her bin kişiye bir adet kapalı futbol sahası düşüyor. Tesis var, iyi antrenör var, yetenekli gençler var; bu durumda başarı kaçınılmaz oldu.

TÜRKİYE’DE DURUM

Dönelim Türkiye'ye bakalım; ileriye doğru planlanmış bir spor politikası yok, tesis yok, iyi antrenör yok, iyi spor yöneticisi yok. Sadece yetenekli gençler var ama onlar da “Cafe”lerde, “Bistro”larda zaman öldürüyor. Tuttuğu takım yenerse seviniyor, yenilirse üzülüyor. Bulabilirse, futbol oynamak için zemini uygun olmayan halı sahada maç yapıyor.

İzlanda'yı örnek alsak sadece Kayseri'de 250 adet,  dört mevsim, 24 saat gençlere hizmet verecek sahamızın ve yüzlerce iyi yetişmiş futbol antrenörümüzün olması gerek. Var mı? Yok.

Türkiye futbolda başarılı olması ancak Almanya, Hollanda, Fransa gibi ülkelerde yaşayan Türk çocuklarının Türk Milli takımını seçmesi ile mümkün görünüyor. Zaten Türkiye Süper Liginde oynayan futbolcuların büyük çoğunluğu da ya yabancı ülkede yetişen Türk çocukları ya da yabancı ülkelerin sporcuları...

Kentleşmeyi bilemedik, çocuklarımız, gençlerimiz nerede spor yapacak, nerede oynayacak diye düşünmeden her tarafı beton yığınına dönüştürdük.


Futbolu bilen iyi antrenörler, spor eğitmenleri yetiştirmedik, parayı spora değil, sporcuya yatırdık; şimdi de başarı bekliyoruz. Daha çok bekleriz.

22 Haziran 2016 Çarşamba

AMASYA TAMİMİ

21-22 Haziran tarihleri Türk devriminin en önemli günlerindendir. Bu günler Amasya Tamimi’nin yazıldığı ve telgraf yolu ile tüm Türkiye’ye duyurulduğu tarihtir.

19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a ayak basan Mustafa Kemal daha sonra Amasya’ya geçmiş ve yaveri Abbas Bey’e yazdırdığı bu genelge ile tüm dünyaya Türk direnişinin başladığını ilan etmiştir. Bu genelge tam bir “ihtilal bildirisidir.” İlk defa “Milli Hakimiyet”ten söz edilmekte ve İstanbul Hükumeti hiçe sayılmaktadır.

Bu genelgenin özeti şöyledir:

“Vatanın bütünlüğü milletin bağımsızlığı tehlikededir.

İstanbul hükümeti aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirememektedir.

Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.

Milletin içinde bulunduğu durum ve şartların gereğini yerine getirmek ve haklarını gür sesle cihana duyurmak için, milli bir heyetin varlığı zaruridir.

Anadolu’nun her bakımdan en güvenilir yeri olan Sivas’ta hemen milli bir kongre toplanması... Bunun için bütün illerden milletin güvenini kazanmış üç temsilcinin mümkün olan en kısa zamanda yola çıkılması gerekmektedir.”

Bu genelge ile Türk Milleti hem İstanbul Hükumetine ve hem de İşgalci güçlere karşı mücadeleye çağrılmıştır. Bu direnişin ilkeleri böylece yazılı hale getirilmiştir.

Bu direniş Avrupalı devletlerin sömürgelerindeki mazlum milletler için de bir örnek ve umut olmuştur.

Amasya tamimi ile tüm dünyaya ilan edilen milli mücadele Türk Milleti’nin zaferi ile sonuçlanmış ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması bu şekilde mümkün olmuştur.

Bizler bağımsızlığımızı ve egemenliğimizi Başta Mustafa Kemal Atatürk’e ve onun silah ve devrim arkadaşlarına ve elbette bu uğurda canlarını veren şehitlerimize borçluyuz. Hepsini rahmet ve minnetle anıyoruz.

Amasya Tamimi’nin yazılıp tüm dünyaya duyurulmasından bu yana 97 yıl geçti. Bu tamim ile ilan edilen milli mücadele sonucu kurulan Türkiye Cumhuriyeti büyük tehditler altında. Vatanın bütünlüğü, ülkenin bağımsızlığı ve milli egemenlik tehlikede. Bu tehlikelerin bilincinde olarak biz de tüm dünyaya ilan ediyoruz:


“Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”

19 Haziran 2016 Pazar

DEVLETE HAİNLİK NASIL OLUR?

“Devlete hainlik edenlerin çoğuna bakın üniversite mezunu. Ne hikmettir bu okullardan bazen de böyle yamyamlar çıkıyor. Allah’a hamdolsun imam hatip gençliği güzel okuyor, önüne bakıyor, milletini seviyor, devletiyle de asla bir problemi yok”, bu sözlerin sahibi Çevre ve Şehircilik bakanı Mehmet Özhaseki. Bu sözü Özhaseki kendisine yakıştırabilir ama biz bir bakana yakıştıramadık.

Bu söz ne zaman söyleniyor? Tam da yüz binlerce gencimiz LYS sınavında ter döktüğü günlerde. Yani iki milyona yakın genç hain olmak üzere üniversiteye girmeye çabalıyor. Bir o kadar anne ve baba da çocuğu yamyam olsun diye üniversiteye girmesi için uğraşıyor.

Bu sözü kim söylüyor? 14 senedir iktidarda olan bir partinin eski büyükşehir belediye başkanı ve 14 yıldır her türlü bela ve kötülüğü yağmur gibi üstümüze yağdıran bir iktidarın bakanı. Devlet en büyük hainlikleri bu süre içerisinde gördük.

Türkiye Cumhuriyeti devletine hainlik nasıl olur? Anlatalım:

Devletin anayasasını yok sayıp başkanlık sistemini filli hale getirir.

Devletin, milletin paralarını har vurup harcar, kendine saraylar yaptırır, yandaşlarını zengin eder, yoksulların sayısını artırır.

Milletten toplanan vergileri keyfince harcar, Sayıştay’ın bu harcamalarla ilgili raporunu TBMM’ne bile getirmez; raporları gizler.

Devletin 90 yıl boyunca büyük fedakarlıklarla ve çabalarla oluşturduğu işletmeleri, fabrikaları, devlet arazilerini, ülkenin ormanlarını, derelerini yer altı servetlerini yandaşlara ve yabancılara yok pahasına satar.

Devletin anayasasından Türklüğü silmeye teşebbüs eder. Yargı bağımsızlığını yok edip devletin tüm kuvvetlerini tek bir kişide toplamaya kalkar. Hukukun üstünlüğünü yok eder.

Devleti kuran Türk milletini etnik ve mezhepsel bazda bölmeye kalkar.

“Açılım”, “çözüm” süreci ilan eder, bölücü terör örgütü ile işbirliği yapar, onların silahlanmasına, güçlenmesine, hendekler kazıp şehirleri bomba deposu haline getirmesine izin verir.  Yiğit evlatlarımızın şehit olmasının ve kentlerin yıkılıp yakılmasının vebalini taşır.

Eğitim sistemi bozar, çocukları, gençleri çağın bilgileri ile donatmak yerine hurafelere, batıl inançlara inanır hale getirir ve devletin geleceğini karartır.

Ekonomiyi dışa bağımlı hale getirir, devleti milyarlarca dolar borçlandırır.

Öyle bir dış politika uygular ki, tüm komşularla devleti kanlı, bıçaklı hale getirir.

Daha sayabilirim ama bu kadarı yeter. İşte devlete hainlik böyle yapılır.


Şimdi Özhaseki’ye soruyorum eğer iktidar bu yukarıda sıraladığın hainlikleri yaptı ise, 14 yıldır biz idare edenlerin içinde İmam Hatip Lisesi mezunu var mı, yok mu? Varsa oranı nedir? 

16 Haziran 2016 Perşembe

MİLLİ DEVLETLER BİRER KALEDİR

Geçmiş yüzyıllarda insanlar düşman tehlikesine karşı kaleler inşa etmişler. Mallarını, canlarını, namuslarını yüksek surlar içinde korumaya almışlar. Bu surları aşmak zor olduğu için kaleyi işgal etmek isteyenler çeşitli hilelere başvurmuşlardır. “Truva Atı” efsanesini herkes tarafından çok iyi bilinir. Bu atın içine saklanan askerler Truva kentinin içine girerler ve kenti işgal ederler.

Günümüzde milli devletler geçmişteki kalelere benzer. Surların yerini sınırlar ve gümrükler almıştır. Milli devletler emperyalizmin sömürüsüne karşı halkların en önemli güvencesidir. Bunu iyi bilen Batı son yıllarda milli devletlere saldırısını artırmıştır.

Ekonomik, siyasi veya askeri baskılarla milli devletler parçalanmaya çalışılıyor. Etnik kimlikler, mezhep farklılıkları düşmanlık vesilesi haline getiriliyor. Milli devletler içinde terör örgütleri kurulup destekleniyor.  

Şimdiye kadar çok sayıda devlet iç savaşlara sürüklendi, parçalandı veya bölünme aşamasına geldi.

TRUVA ATLARI

Emperyalizmin milli devletleri bölmek için kullandığı yöntem akla Truva atını getiriyor. Ülke içinde oluşturulan Truva atlarının içi emperyalizmin hizmetçileri ile dolduruluyor ve devlet iç cepheden yıkılmaya çalışılıyor.

Türkiye’de de durum budur. İç cephe saldırı altındadır. Siyasi partiler, medya, dernekler, vakıflar, meslek odaları, sendikalar birer Truva atına dönüşmüş durumda içlerinde düşman askerleri gizli. Halkın gafletinden faydalanıp Türkiye’yi emperyalizmin kucağına atıyorlar, ülkeyi bölünmeye doğru götürüyorlar.

Truva atlarının içine gizlenmiş bu hainler sürekli olarak saldırıyorlar. Hedeflerinde Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerleri ve kazanımları var.

Milli kimliğimize ve birliğimize saldırıyorlar. Etnik kimlik ve mezhep farklılıkları sürekli gündemde tutuyorlar. Farklılıkları düşmanlıklara dönüştürüyorlar. Türkiye halkının Türk milleti olduğu fikrini çürütmeye çalışıyorlar.

İÇ CEPHEMİZE SALDIRYORLAR

Bağımsızlığımıza saldırıyorlar. Bizi NATO’da, AB kapısında tutuyorlar. Siyasi kararlarımıza emperyalistlerin istediği biçimde yön veriyorlar.

IMF’nin Dünya Bankası’nın belirlediği ekonomik politikalara bizi mahkûm ediyorlar. Liberal ekonomi, küreselleşme adı altında ekonomik değerlerimizi Batı’nın emellerine teslim ediyorlar.

Eğitim sitemimize saldırıyorlar. Türkiye’de bilimsel düşüncenin gelişmesini, araştıran, sorgulayan, sorun çözen bir gençliğin yetişmesini istemiyorlar.  İnsanları hurafelerle, batıl inançlarla kandırıyorlar. Dindarlığı yayacağız diye zihinleri düğümlüyorlar.

Bunların en büyük düşmanı Atatürk ve Kemalistlerdir.

Ülke zenginleşemiyorsa, gelişemiyorsa, bölünme aşamasına yaklaşıyorsa Truva atları içine yerleşmiş bu hainlerin katkısı çok büyüktür.

KİMDİR BUNLAR?

Bunlar bazen karşımıza dinci olarak çıkıyorlar; bazen ileri demokrasi, insan hakları, yerel yönetimlere özerklik gibi söylemlerle karşımıza çıkıyorlar; bazen küreselleşme, liberalleşme tavsiyeleri ile kendilerini gösteriyorlar bazen de azınlık ırkçılığı yaparak hainliklerini gösteriyorlar.

Şu anda milli devletimiz olan Türkiye Cumhuriyeti için en büyük tehdit eli silahlı ve kanlı örgüt olan PKK’dan kaynaklanıyor. Türkiye çok büyük hata yapmış ve etnik yapıların silahlanmasına, örgütlerini büyütmesine izin vermiştir. Bunu yaparken Truva atı içindekiler bu tehlikeyi Türk milletinin gözünde kaçırdılar.  

Türkiye bu aşamaya bu göz boyacı hainler ve gözü kapalı gafiller yüzünden geldi.

Türkiye Cumhuriyeti bizim milli devletimizdir yani emperyalizme karşı inşa ettiğimiz kalemizdir. Bu kaleyi korumak için iç cephemizi sağlam tutmamız ve Truva atı içine saklanmış hainlere asla göz açtırmamamız gerekir. Bunun için de Truva atlarını ve bu atlar içine gizlenmiş hainleri iyi tanımamız lazım.  


Unutmayalım, iç cephe düşmeden dış cephe yıkılmaz.

14 Haziran 2016 Salı

SURİYE GERÇEĞİ

Suriye çok değil 3-5 sene önce huzur içinde yaşanılan, her dinden ve mezhepten insanın kavgasız yaşadığı bir ülkeydi. Ne oldu da bu duruma geldi?

Milyonlarca insan kaostan, ölümden, bombalardan kaçıp başka ülkelere sığınmak mecburiyetinde kaldı. Kimisi gitmek istediği yere varmadan boğuldu, öldü.  Anneler çocuksuz, çocuklar annesiz babasız kaldı. Her gün yeni yeni kaçışlar ve ölümler…

Mezhep ve etnik köken farklılıkları düşmanlığa dönüştü. Yetmezmiş gibi dünyanın birçok tarafından gelen kana susamış teröristler sözüm ona din adına, Allah adına katliamlara girişti.

Esad ve ona bağlı devlet güçleri bu kaos ve terör ortamı ile baş etmede çok zorluk çekiyor. Ülkenin kuzeyi ise işgal altında. ABD’nin, İsrail’in ve bazı Avrupa ülkelerinin vekâlet verip destekledikleri terör örgütleri Bir yandan Suriye ordusu ile çatışırken bir yandan da kendi aralarında savaşıyor.

Bu terör örgütlerinin varlığı yetmezmiş gibi şimdi ABD ve Fransa askerleri de Suriye’nin kuzeyinde savaşa iştirak ediyor. ABD’nin projesi belli: Suriye’nin kuzeyinde, tıpkı Irak’ta olduğu gibi, bir Kürt bölgesi oluşturmak ve Irak’ın kuzeyinden başlayıp Akdeniz’e kadar uzanan ikinci İsrail koridorunu açmak. Amaç bu!

Bu amaç için milyonlar ölüyor, sürünüyor, sürülüyor. Gerekçe de şu: Suriye’de demokrasi yok, Esad halkına eziyet ediyor. Bu gerekçe ile,  Batı sermayesinin kanlı yüzü kendini bir defa daha Suriye’de gösteriyor.

TÜRKİYE GÜNEYDEN KUŞATILIYOR

Son günlerde PYD ABD desteği ile Suriye’nin Münbiç ve Rakka’ya doğru saldırı sürdürüyor. Münbiç, AKP Hükümeti’nin “kırmızı çizgi” ilan ettiği Fırat’ın batısında bulunuyor.  Amerika biz tepki vermeyelim diye PYD’nin adını da “Özgür Suriye Ordusu” koymuş. İncirlik’ten kalkan uçaklar PYD’nin önünü açıyor, PYD’de ilerliyor. PYD’nin içinde Amerikan’ın özel birlikleri de var.

Bu durumda Türkiye’nin “kırmızı çizgisi”  bir defa daha aşılıyor ve tam bir gaflet örneği içinde olduğu anlaşılan Bakan Mevlut Çavuşoğlu ““ABD bize söz verdi. Operasyon tamamlandıktan sonra Fırat’ın Batısı’nda tek bir YPG’li kalmayacak” diyor.

İncirlik ise Amerika’nın kanlı emperyalist emellerine hizmet etmeye devam ediyor.

Durum Türkiye açısından çok vahimdir. Acilen şu tedbirler alınmalıdır:

İncirlik üssü ABD başta olmak üzere yabancı devletlerin kullanımına derhal kapatılmalıdır. İncirlik üssü tamamen Türk ordusunun kontrolünde olmalıdır.

Türkiye başta Rusya olmak üzere Suriye, İran, Irak ve Lübnan ile ilişkilerini hızla düzeltmelidir ve teröre ve emperyalist emellere karşı müşterek savunma yapmalıdır.

Bölge ülkelerinin geçenlerde Tahran’da Rusya, İran, Irak ve Suriye Savunma Bakanlarının katılımıyla gerçekleştirilen toplantıda kararlaştırdıkları işbirliğine dâhil olmalıdır.

Suriye ile askeri işbirliği yapılarak Suriye’nin kuzeyi başta PK ve DEAŞ olmak üzere tüm terör örgütlerinden temizlenmelidir.

Türk Ordusu, Türk Polisi PKK ile mücadele edip şehitler verirken YPG’nin (PKK) Türkiye’yi güneyden kuşatmasına asla izin veremez, vermemelidir.


Önlemler acilen alınmalıdır. Geçen her gün bizim ödeyeceğimiz bedeli hızla büyütecektir. 

12 Haziran 2016 Pazar

DİNSEL İSTİSMAR

Son zamanlarda cinsel istismar haberleri medyanın en sık tartışılan haberleri oldu. Dinsel istismar çok daha yaygın olmasına karşı medyada yer bulamadı.

Erdoğan Muhammed Ali'nin cenaze törenine halkın milyonlarca dolarını harcayarak neden gitti? Bu sorunun cevabı gayet basit, kendisinin koyu bir Müslüman olduğunu ve İslam'ın dünyadaki sayılı liderlerinden birisi olduğunu göstermek için gitti. Muhammed Ali Müslüman olarak bilinmese, gider miydi? Hayır gitmezdi. Peki bu bir dinsel istismar mıydı? Takdir sizin.

Şu gerçeğin iyi bilinmesi lazım. İnsanlar yüzyıllardır diğer insanları kandırıp kişisel çıkar sağlamak için en sık kullandıkları yöntem dinsel istismar olmuştur. Bu her dinden insanlar için geçerlidir. papazlar orta çağda  cennetin anahtarını satıp paralar, altınlar toplamışlar. Papalar, piskoposlar halkları, ülkeleri yönetirken hakimiyetlerini dine bağlamışlar.

İslam ülkelerinde de yalancı hocalar, şeyhler, sahte din adamları cahil halkı sömürmek için halkı dinsel istismar yolu ile kandırmışlar. Zavallı halkın elindeki avucundaki 3-5 lirayı, yetiştirdiği birkaç hayvanı, buğdayı hiç utanmadan ve Allah korkusu olmadan almışlardır.

SÖMÜRÜNÜN PERDESİ 

Milletler ve halklarda diğer halk ve milletleri sömürmek için kendilerini hep bir dinin veya ahlaki, manevi bir görüşün temsilcisi gibi göstermişler. İnsanlık tarihi bunun örnekleri ile dolu. Din adına ülkeleri işgal etmişler, savaşları bu zahiri amaç için yaptıklarını söylemişler. Oysa amaçları topraklara el koymak, o topraklar üzerindeki ve altındaki zenginlikler sahip olmaktı.

Dinsel istismar sömürgeciliğin  yıllarca perdesi, örtüsü olmuştur; kirli amaçlar bu örtü ile gizlenmiştir.

Bunun en güzel örneği Haçlı seferleridir. Kudüs başta olmak üzere kutsal toprakları Müslümanların elinden almak gibi bir yüce amaç için düzenlendiği söylenen bu seferlerin asıl amacı toparlar el koymak, şehirleri yağlamak ve diğer zenginliklere el koymaktı.

Sömürge tarihi aynı zamanda dinsel istismar tarihidir. İspanyollar Güney Amerika'nın zenginliklerine el koyup buradaki medeniyetleri ve insanları yok ederken Hıristiyan olmayan ruhları cehennem ateşinden kurtarmak için bunları yaptıklarını söylüyorlardı.

Sömürgecilerin öncü gücü çoğu zaman misyonerler olmuştur. Kenya'nın kurucu devlet başkanı Jomo Kenyatta'nın şu sözü çok meşhurdur: "Batılılar geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapayarak dua etmeyi öğrettiler. Gözümü açtığımızda, bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı."

Osmanlı'nın son yılları dinsel istismarın en yoğun olduğu zamanlardı. Halk yoksulluk, sefalet ve hastalıklarla uğraşırken Padişah ve çevresi köşklerde, yalılarda lüks ve şatafat içinde yaşıyordu. Yoksul halkın paraları ile kendilerine saraylar, köşkler yaptırıyorlardı. Halkın sesi çıkmıyordu çünkü Padişah "Halife-i Ruyi Zemin"di.

DEVAM EDEN İSTİSMAR

AKP iktidarının ülkeyi çok kötü yönetmesine rağmen başta kalmasının en önemli sebeplerinden birisi de dinsel istismardır. Halkımızın çoğu AKP iktidarının ve Erdoğan'ın dindar görünümüne kandığı için oyunu AKP'ye ve Erdoğan'a veriyor.

Meşhur sözdür" Çalıyorlar  ama Camiye de gidiyorlar, neden oy vermeyecekmişim."

Atatürk bu gerçekleri bildiği için Türk milletini dinsel istismarcılardan kurtarmaya büyük gayret gösterdi. Laiklikliğin kabul edilmesinin bir sebebi de buydu. Onun için "Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz" demişti.

Ne yazık ki, Atatürk'ün vefatından sonra, özellikle de 1950'den sonra, Türkiye yeniden şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi oldu. Dinsel istismar siyasi ve ekonomik çıkar elde etmenin en yaygın yöntemi oldu. Eğitim sistemimiz dinsel istismara açık insanlar yetiştirmeye başladı.

İnsanın insanı, halkların halkları sömürmesinin ve daha bir çok kirli amaçların örtüsü olan dinsel istismar yok edilmedikçe insanlık kötülüklerden kurtulamaz. "Allah ile Aldatmak" son bulmalıdır. Türk milleti feraha ve refaha çıkmak için bu gerçeği iyi kavramalı ve gereğini buna göre yapmalıdır.



8 Haziran 2016 Çarşamba

TERÖR VAR ÇÜNKÜ!

Sürekli gelen bomba ve şehit haberleri ile kalbimiz kan ağlıyor. Terör her yanda bombalarla, mermilerle, roketlerle dağ gibi yiğitlerimizi bizde koparıp alıyor. Büyük bir terör saldırısı altındayız.

Terör var çünkü Batı bize Sevr’i yeniden dayatıyor;

Terör var çünkü Batı bizi bölmek istiyor;

Terör var çünkü Batı sadece bize değil, bölgedeki tüm milli devletleri parçalamak istiyor;

Terör var çünkü Amerika BOP projesini yürürlükte tutuyor;

Terör var çünkü Batı Türkiye’nin siyasi, ekonomik, ticari programlarını kendisi belirlemek istiyor;

Terör var çünkü Batı Türkiye’yi sömürmek istiyor;

Terör var çünkü en büyük terör örgütünün arkasında ABD, İsrail ve AB’ne dâhil ülkeler var. Onlar PKK’yı destekliyor, onlar silahlandırıyor, onlar besliyor.

ASIL SORUMLU BELLİ

Türkiye bu durumda iken en çok ihtiyaç duyduğumuz şey elbette milli birlik ve kardeşliktir. Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere yöneticilerimize düşen görev de bu birlik ve kardeşliği sağlamaktır. Oysa Erdoğan ne yapıyor? CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu’na “kanı bozuk” diyor. Hem de TBMM önünde tarafsız kalacağına dair söz vermesine rağmen.

CHP’nin son yıllarda benimsediği politikaları asla tasvip etmememe rağmen Sayın Kılıçdaroğlu’na bu şekilde hitap edilmesini asla doğru bulmam. Bu sözü en son söyleyecek kişi Erdoğan olmalıydı.

Ben Gürcü’yüm, eşim Arap diyen o.

Türk milletini etnik temelde bölmeye çalışan o.

Bölücü terör örgütünün eli kanlı başkanı ile Türk milletinin geleceğini belirlemeye kalkan, Türk Milletine bu katil ile anayasa yapmaya kalkan o.

Terör örgütünün türkücüsünü dinleyip alkışlayan o.

Terör örgütü mensuplarını aklamak için çadır mahkemeleri kurup özel hâkimler yollayan o.

Büyük Kürdistan hayali ile ABD’nin kuklası olmuş Barzani ile el ele tutuşan, onunla ekonomik işbirliği yapan o.

PKK’nın hendekler kazıp, bombalar depolamasına izin veren o.

Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik, hukuk devleti olma, milli devlet olma gibi temelleri ile oynayan o.

Milleti laik-dindar, Alevi- Sünni ayırımına tabi tutan o.

ABD’nin cemaat isimli piyonları subaylarımızı, aydınlarımızı, bilim adamlarımızı tutsak ederken davaların savcısı olan o.

Bütün bunları yapan bir insan kalkıyor, şehit cenazesine katılmak için gurup toplantısını iptal edip cenaze merasimine katılan bir parti liderine “kanı bozuk” diyebiliyor. Kabul edilecek bir söz değil.

Açık ve net yazıyorum: Türkiye’nin bu kanlı ortama taşınmasının ve bölücü örgütün bu denli güçlenmesinin baş sorumlusu Erdoğan’dır.


2002 de terörü sıfırlamış olarak devraldığı ülkeyi, her gün teröre 3-5 şehit verdiğimiz ülkeye döndürdü. Erdoğan gitmeden, onun yönetimi son bulmadan ne terör sona erer ne de Türkiye Cumhuriyet’i esenliğe kavuşur. 

6 Haziran 2016 Pazartesi

RAMAZAN GELDİ

Müslümanlar için en kutsal günlerin yaşandığı Ramazan ayına girdik. Tüm İslam âlemine kutlu olsun. Bu ayda eller Allah’a doğru kalkacak,  ibadetler, dualar artacak. Tüm halis duaların kabulünü diliyorum.

İslam âlemine bakınca, Müslümanların halini görünce yüreğim sızlıyor; onlara seslenmek istiyorum:

Ey Müslüman kardeşim, sana sesleniyorum!

Lütfen bir Müslümanların durumuna bak bir de dön Avrupa’ya, Amerika’ya bak. Oralarda çok az Müslüman yaşıyor, çoğunluğu başka dinlere mensup.  Hiç o ülkelerde yaşayanlarla Müslüman halkları kıyasladın mı? Ben sana bu kıyaslamada yardımcı olayım.

Önce kendimize bakalım: Yoksulluk bizde, sefalet bizde, açlık bizde, hastalık bizde, yalan bizde, aldatma bizde, kandırma bizde, cinsel tacizler bizde.

Onlar refah içinde kardeş kardeş yaşarken biz bir birbirimizi öldürüyoruz; tek tek yetmiyor bombalarla onar, yirmişer katlediyoruz.

Irak’ta, Suriye’de Libya’da, Yemen’de her gün Müslüman Müslümanı katlediyor. Son 10-15 yılda Müslümanların öldürdüğü Müslüman sayısı 2 milyonu geçti.  Evinden, yurdundan göç edenlerin sayısı ise çok daha fazla.

Sen hiç Yahudi’nin Yahudi’ye böyle düşmanlık yaptığını, öldürdüğünü duydun mu? Ne oluyor bize? Hiç düşündün mü?

Müslüman Müslümanı öldürdüğü için Müslümanlar Hristiyanlara sığınıyor hem de denizlerde boğulma pahasına.  Bu çelişkiye ne dersin?

Onlar üretiyor, sen tüketiyorsun. İlaç oradan geliyor, silah oradan geliyor, telefon oradan geliyor, araba oradan geliyor, bilgisayar oradan geliyor, yediğin et oradan geliyor, hayvanlarına yedirdiğin saman oradan geliyor. Bilim oradan geliyor, teknoloji oradan geliyor.

Peki! Sen günde 5 vakit dua ediyorsun da durum neden böyle? Eksik olan ne? Allah neden dualarını kabul etmiyor? Senin dualarını kabul etmeyen Allah neden başka insanların yüzüne gülüyor? Onlarda fazla olan ne? Sende eksik olan ne? Bu soruların cevabını hiç düşündün mü?

Düşünsen eksiklerini tamamlardın. Ben sana yardım edeyim:

Sen dua ediyorsun ama gayret etmiyorsun; çalışmıyorsun. Özellikle de aklını çalıştırmıyorsun. Araştırmıyorsun, sorgulamıyorsun, özgür düşünemiyorsun.

Beynini yanlış adamlara teslim etmişsin. Onlar seni uyutuyor; seni dualarla, kandırıyor, maşallah deyip kandırıyor, İnşallah deyip kandırıyor, elhamdülillah deyip kandırıyor. Onlar seni kandırıp zengin oluyor, lüks evlerde, siteler içinde oturuyor, kocaman kocaman arabalar biniyor, seni de balık istifi gibi otobüslerle taşıyor.

Bu seni kandıran dinci kesim Yahudi ve Hristiyan iş adamları ile el ele vermişler seni sömürüyorlar. Kendi çocukları en iyi okullarda okuyor ve hemen bir iş sahibi oluyor; senin çocuğun ise sınav sınav geziyor, iş arıyor, kadro bekliyor.

Sen sürekli yoksullaşırken bu Müslüman görünümlü işbirlikçiler sürekli zenginliyor. Fabrikalar alıyor, 50 -60 katlı apartmanlar alıyor, AVM’ler alıyor, topraklar alıyor. Senin hakkına da birkaç kilo makarna, birkaç torba kömür düşüyor.

Sana ve çocuklarına, din diye, ilim diye hurafeleri batıl inançları öğretiyorlar. Sen bunlarla oyalanırken, Avrupa ve Amerika’daki insanlar bilim üretiyor, ürettikleri bilim teknolojiye dönüştürüyor bu teknolojiyi de kendi refahı için ve başta Müslümanlar olmak üzere diğer insanlara hakim olmak ve onları sömürmek için kullanıyor.  Sömürürken de en büyük yardımcıları bu Müslüman görünümlü işbirlikçiler oluyor.

Ey Müslüman kardeşim! Gene duanı yap, gene Allah’a yalvar ama artık iyiliğin, güzelliğin ve refahın ve gücün sadece dualarla sağlanamayacağını anla.

Şu gavur dediğin adamlara dön de bir bak. Adamlar seni soyuyor çünkü senden çok şey biliyor; çünkü bilgiyi onlar üretiyor; sen dua ediyorsun, tevekkül içinde bekliyorsun; onlar dershanelerde, laboratuvarlarda, atölyelerde, kütüphanelerde, fabrikalarda, tarlalarda çalışıyor. Senden çok fazla şey biliyorlar, senden çok fazla şey üretiyorlar.


Sömürülmemek için, çocuklarına daha güzel bir dünya bırakmak için, ölmemek için, sürülmemek için ve Allah rızası için, Müslüman hakkı için artık aklını başına al. Çalışmadan, bilgi üretmeden ve bilgi edinmeden dualarının kabul edilmeyeceğini artık anla. 

3 Haziran 2016 Cuma

EMPERYALİSTLER SALDIRIYOR

Emperyalistler saldırıyor. ABD’si saldırıyor, Almanya’sı saldırıyor, İsrail’i saldırıyor, AB’si saldırıyor… Almanya Parlamentosu’nun aldığı son karar bu saldırıların daha da şiddetleneceğini gösteriyor.

Saldırılar maddi, manevi tüm değerlerimize yöneliyor.

Vatan topraklarına saldırıyorlar, milli birliğimize saldırıyorlar, egemenliğimize saldırıyorlar, bağımsızlığımıza saldırıyorlar, ormanlarımıza saldırıyorlar, madenlerimize saldırıyorlar,  derelerimize saldırıyorlar, fabrikalarımıza saldırıyorlar, işletmelerimize saldırıyorlar, bankalarımıza saldırıyorlar.

Elimizin altından kayıp gidiyor bu değerlerimiz çünkü savunma bilincimizi, savunma gücümüzü, savunma azmimizi kırıyorlar. Öncelikle iç cephemizi çökertmeye çalışıyorlar.

İÇİMİZE SIZDILAR

İçimize sızdılar; kendi vatandaşlarımızı bize kurşun sıkan, bomba patlatıp katliamlar yapan hainlere dönüştürdüler. Adına PKK dediler, adına DHKPC dediler, adına Hizbullah dediler.

Siyasi partilerimize sızdılar;  partilerimizi milli çıkarlarımızı savunmaktan alıkoydular. Fabrikalarımızı, bankalarımızı, işletmelerimizi, madenlerimizi, topraklarımızı har vurup, harman savurdular. Hainlere siper olup, onları savundular.

Medyamıza sızdılar, televizyonları, gazeteleri kendi borazanlarına dönüştürdüler. Demokrasi, insan hakları teranesi ile bölücülüğün propagandasını yaptılar. Yaptıkları programlarla milletimizi uyuttular.

Mahkemelerimize, emniyet güçlerine sızdılar, yüzlerce kahraman subayımızı, Kemalist aydınlarımızı, bilim adamlarımızı hapishanelere attılar.

Cemaatlere sızdılar halkımızın din ile Allah ile aldatıp kendileri için zararsız hale getirdiler. Çocuklarımızı, gençlerimizi kendi halkına zarar veren robota çevirdiler, kendi istihbarat birimlerine ajan yaptılar.

Emperyalistler sadece bize değil, tüm mazlum milletlere, milli devletler saldırdılar, saldırmaya da devam ediyorlar. Bu saldırılar sonucu, milyonlarca insan öldü, ölüyor, yoksullaştı, yoksullaşıyor, evinden, yurdundan oldu, oluyor, denizlerde binlercesi boğuldu, boğuluyor.

Halkları ayrıştırdılar, böldüler, bir birlerine düşman ettiler. Düşman kardeşler yaratıp onları silahlandırdılar, katliamlar yaptılar, yaptırdılar.

ÇARE “MİLLİ” SÖZCÜĞÜNDE

“Milli” sözcüğü emperyalizme karşı mücadelede sarılacağımız, değerlendireceğimiz en önemli sözcüktür.

Saldırıları durdurmak istiyorsak; Türkiye halkı Türk milleti olacak bütünleşecek. Devlet milli olacak; hâkimiyet milletin olacak; devlet tam bağımsız olacak; eğitim milli olacak, savunma milli olacak; ekonomi milli olacak; medya milli olacak; okulda, üniversitede eğitim dilli milli olacak; kültürümüz milli olacak; siyasi partiler milli olacak.

Almanya parlamentosunun kararını kınamakla, büyükelçiyi geçici bir süre Türkiye’de tutmakla bu ve buna benzer saldırılar önlenemez.

NATO’da kalarak, AB kapısında bekleyerek, Gümrük Birliği içinde kalarak bu saldırılar önlenemez.


“İstiklal-i Tam” ve “Milli Hâkimiyet” düsturu ile kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’nin özüne dönmekten başka çare kalmamıştır. Görev milli güçlere düşmektedir. Milli cephe oluşmalı ve mücadele bu esaslar dâhilinde yapılmalıdır.