30 Kasım 2018 Cuma

ÖNCE ANTİ-EMPERYALİZM

Türlü engellemelere, zorlamalara karşın Atatürk sevgisi çığ gibi büyüyor. Belirli günlerde Anıtkabir dolup taşıyor. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı giderek yaygınlaşıyor. Hemen her ortamda İzmir Marşı söyleniyor.

Bütün bunlar güzel de işin üzücü yanı sevgi dolu bu insanların büyü kısmı Atatürk’ü tanımıyor. Atatürkçülük denence hemen akıllarına laiklik geliyor. Dillerinden “Demokratik, laik Türkiye” sözü düşmüyor.

Doğrudur, laiklik elbette korunması gereken bir ilkedir. Atatürk’ün önderliğinde verdiğimiz mücadelenin adıdır “milli demokratik devrim” ama demokrasi ve laiklik kadar önemli bir husus daha var ki o da anti-emperyalizmdir. Özellikle de emperyalizme karşı savaştığımız bu günlerde kişinin Atatürkçülüğü bu savaşta hangi mevzide olduğundan anlaşılır.

EMPERYALİZM SALDIRIYOR

Tıpkı dünkü gibi, emperyalistler Türkiye’yü bölmek için büyük bir çaba içindeler. En büyük emperyalist devlet Amerika İsrail ile birlikte Türkiye’yi güneyden, batıdan ve kuzey batıdan kuşatmaya çalışıyor. Suriye’nin kuzeyinde, Fırat’ın doğusunda üsler kuruyor. Buradaki teröristleri silahlandırıyor, eğitiyor ve maaşa başlıyor. Binlerce ton silah bu bölgede Türkiye’ye karşı yerleştiriliyor.

Doğu Akdeniz’de Amerika, İsrail, GKTC, Yunanistan ve Mısır gemileri namlularını Türkiye’ye çevirmiş vaziyette tatbikatlar yapıyor. Doğu Akdeniz’deki haklarımızı elimizden almanın yollarını arıyor.

Yunanistan, Amerika’nın kışkırtmaları ile kara sularını 12 mile çıkarmanın telaşı içinde. Bulgaristan ve Romanya’daki Amerian askeri varlığı giderek büyüyor.

Emperyalist güçler Ukrayna’yı kullanarak Karadeniz’de de hakimiyet sahalarını genişletmeye çalışıyor.

Kahraman mehmetçiklerimiz ve polislerimiz şehitler vererek Güneydoğu’da, Suriye’de ve Irak’ta Amerikan, İsrail piyonlarına karşı savaşıyor. Doğu Akdeniz’de muhriplerimiz mavi vatanımızın savunması yapıyor.

Bugün için en büyük Atatürkçü Mehmetçik’tir. Göğsünü emperyalizme karşı siper etmiş vatanını canı pahasına korumaya çalışıyor.

ÖLÇÜ ANTİEMPERYALİZMDİR

Bu tablo karşısında Atatürkçülerden beklenen nedir? Emperyalizme karşı verilen bu savaşta Mehmetçiklerimizin ve polislerimizin arkasında durmak yani Türkiye cephesinde mevzilenmek değil midir? Ama ne görüyoruz? Sözümona Atatürkçüler  Tanzimat döneminin alafrangıcıları gibi batılıların hayatını taklit ederek Kemalist olduk sanıyorlar. Bunların laik hayat dediği de bu işte.

Vatan savaşı verdiğimiz bu günlerde Atatürkçülüğün ölçüsü  kişinin emperyalizme karşı verdiği mücadelenin büyüklüğüdür. FETÖ, PKK\HDP emperyalistlerin piyonluğunu yapan ve görevi iç cephemizi düşürmek olan örgütleri destkelemeyi bırakın, hoşgörü ile bakmak bile bir Atatürkçüğe yekışmaz.

Açıkca yazalım:

Hem Demirtaş güzellemesi yapıp hem Atatürkçü de olunmaz.

Hem FETÖ mensupalarına kol kanat gerip, onları hapisten çıkarmanın yollarını arayıp hem de Atatürkçü olunmaz.

Hem SOROS’culuk oynayıp hem de Atatürkçü olunmaz.

Bu örgütlerle ve onların uzantıları ile birlikte hareket edilerek seçim de kazanılamaz. AKP’yi iktidarda tutan da bu yanlışlıklardır. Umarız 31 Mart seçimleri gerçek Atatürkçülerin zaferi ile sona erer.


28 Kasım 2018 Çarşamba

AMERİKA HADDİNİ BİL!
 Gazetlerden öğreniyoruz; MGK uzun bir toplantı yapmış ve toplantıda alınan kararları kamuoyu ile paylaşmış. Kararlarda Türkiye’ye yönelik tehditlerin neler olduğuna ve bu tehditlere karşı Türkiye’nin kararlılığına vurgu yapılmış.
  Paragraf paragraph incelendiğinde şu husus açıkça görülüyor. Türkiye’ye yönelik tehditler güney sınrlarından ve doğu Akdeniz’den kaynaklanmaktadır. Bütün bu tehditlerin arkasında Amerikanın olduğu ise gün gibi ortadadır. MGK aldığı bu kararlarla adeta “Amerika, haddini bil” demiştir.
  Kararda; “Bazı ülkelerin proje terör örgütleri FETÖ\PDY ile PKK\KCK’nın Suriye kolu PYD-YPG’yi terör örgütü olarak görmemesinin, terörizmle küresel ölçekteki mücadeleye büyük zarar verdiği hususu bir kez daha teyit edilmiştir” deniyor. Geçenlerde ABD’nin Suriye özel temsilcisi Jeffrey PYD-YPG’yi terör örgütü olarak görmediklerini açıkladı. Bu kararla Türkiye ABD’ye gereken cevabı vermiş oluyor.
  Kararda, FETÖ\PDY ile PKK\KCK’nın Suriye kolu PYD-YPG’den “proje terör örgütleri” şeklinde bahsediliyor. Hangi proje olduğu belli; Amerikanın BOP’si
  Türkiye’nin Suriye’nin toprak ve siyasi birliğinden yana olunduğu vurgulandıktan sonra, bu konuda en büyük tehditin Fırat’ın doğusundaki terör yapılanmasından geldiğinin belirtilmesi de Amerika’ya karşı ciddi bir tepkidir. Fırat’ın doğusundaki teröristlerin en büyük hamisinin ABD olduğu, onları silahlandırdığı, beslediği, eğittiği, maaşa bağladığı bilinen bir gerçektir. İtham edilen ABD’dir.
 Geçenlerde Katar Amerika ve İsrail’e karşı Türkiye, Irak, İran, Katar ve Suriye’nin ittifak halinde hareket etmesini önermişti. MGK, şu kararı ile adeta bu öneriye katkıda bulunmuş: “Irak’ta göreve yeni gelen hükûmetle, güvenlik başta olmak üzere tüm alanlarda iş birliğinin geliştirilmesi yönünde irademiz teyit edilmiştir”. Türkiye umarız yakında Suriye hükûmeti ile de iş birliği içine girer. Bu karar bunun bir işareti gibi…
 Amerika, İsrail, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan mavi vatanımıza göz dikmiş durumda. Hep beraber namluları Türkiye’ye çevirmiş olarak doğu Akdeniz’de tatbikatlar yapıyorlar. Petrolümüze ve doğal gazımıza el koymanın hazırlığı içerisindeler. MGK şu kararı onlara bir cevap olmuş: “Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin hak ve menfaatlerine aykırı hiçbir gelişmeye müsade edilmeyeceği teyit edilmiştir.

MGK toplantısında alınan bu kararlar, milletimize yönelik en büyük tehditin Amerika ve İsrail’den kaynaklandığını teyit etmiştir. Türkiye, Atlantik sistemi içinde kalarak bu sistemden kaynaklanan tehditlere karşı duramaz. Türkiye’nin yönü artık Avrasya’ya doğrudur.

26 Kasım 2018 Pazartesi


“EŞKİYA DÜNYAYA HÜKÜMRAN OLMAZ”

Edip Akbayrak’tan çok dinlemişizdir bu türküyü: “Eşkiya dünyaya hükümdar olmaz”. Tek bir mısrada çok şey anlatılır bu türküde. İleriye doğru bir dilek ve hatta dileğin de ötesinde bir tahmin ve tespit var: “Eşkiya dünyaya hükümran olmaz”.

Büyük devrimlerin amacıdır aynı zamanda bu. Her devrim, eşkiyanın hükümdarlığına vurulmuş bir darbedir.  Fransız Devrimi de, Rus devrimi de Çin devrimi de ve Mustafa Kemal önderliğinde gerçekleştirdiğimiz Türk Devrimi de eşkiyanın egemenliğine son vermek için yapılmıştı.

Ya karşı devrimler? Onların amacı eşkiyayı egemen kılmaktır.

KİMDİR VE NE YAPAR BU EŞKİYA?

Kimdir eşkiya? Biz söyleyelim en büyük eşkiya sermayenin egemen tabakasıdır. Siz buna "büyük mali sermaye” de diyebilirisiniz.

Piyasalara ya bu büyük sermaye egemen olacak ya da halk.

Devlet finanas piyasalarını halkın lehine denetleyebilir. Bu konuda, devlet denetimindeki merkez bankaları önemli işlevler görebilir.  Faiz oranlarını, döviz kurlarını belirleyebilir ve bu şekilde ekonomik dış ilişkileri denetim altında tutabilir.

Eşkiya buna razı olur mu? Hemen devreye girer. Devletin piyasalara olan müdahalesini önlemenin yollarını devreye sokar. Eşkiyanın kontrolündeki medya ötmeye başlar. Söyledikleri türküler de şunlardır:  “Küreselleşme”, “Piyasaların serbestleşmesi”, “Merkez bankasının özerkleşmesi”, “Sınırsız özelleştirme”, “Devletin müdahalesinin asgariye indirilmesi”.

Medya bu türküleri söylerken “büyük mali sermaye” de bu politikaları uyguluyacak bir iktidarın oluşmasını sağlar. Halk bu politikalara inandırıldığı için seçimler sorun olmaz. İnsanlar verdikleri bir oy ile ülkeyi kendilerinin yönettiğini sanır ama gerçek bu değlidir.

1980 ihtilali ve Özal yönetimi bu tabloya en güzel örnektir. O zaman başlayan liberal ekonomi modelini Çiller, Derviş ve Erdoğan da devam ettirmiş ve bugünkü tablo ortaya çıkmıştır.

Gümrüklerin indirilmesi, paranın serbest dolaşımına izin verilmesi, döviz piyasasının dalgalanmaya bırakılması, özelleştirmeler, yabancıya arazi satışları, işçi haklarındaki gerilemeler, sendikaların pasifleştirilmesi eşkiyanın hükümranlığına hizmet etti. Sonuçta ülkenin fabrikaları, işletmeleri, bankaları, madenleri, oramanları büyük mali sermayenin kontrol ettiği yabancı şirketlerin eline geçti. Yoksulluk ve işsizlik arttı.

UYUT VE KIŞKIRT POLİTİKASI

Peki, halk bu işe neden hayır demez diye sorarsanız, cevabı basittir: halk ya uyutulur ya da kışkırtılır.

Halk bu dünyadan uzaklaştırılır, öbür dünyaya yoğunlaştırılır. Nasıl olsa kefenin cebi yok, zengin de fakir de öbür dünyaya çıplak gidecek. Orada cennet var, mutluluk var. Bu dünyanın sıkıntıları orada bitecek. Söylenen ninnilerin adıdır bunlar. Bununla da yetinilmez; araştıran, soruşturan gençler yerine inanan, sorgulamayan nesiller yetiştirilir.

“Ünlüler” yaratılır. Bunlara sanatçı kisvesi giydirilir. Gazeteler bu “ünlüler”ün haberleri ile doldurulur. İnsanlar bu “ünlüler” kiminle yedi, içti; kiminle yattı kalktı; o ona ne dedi, bu şuna ne dedi haberleri ile oyalanır. Diziler çevrilir; aşklar, ihanetler, kahramanlıklar film olur, izlettirilir. İnsanlar akşam bunları izler, sabah bunları tartışır.

Kışkırtma, ayrıştırma, düşmanlaştırma ise büyük mali sermayenin başka yöntemleridir. Bunun için etnik ırkçılık, mezhepçlik, dini yobazlık kanla, barutla karıştırılarak kullanılır. İnsanlar kendi ülkesine, halkına, milletdaşına düşman haline getirilir.

PKK, YPG, IŞİD, El Kaide hep bu ayrıştırma, düşmanlaştırma yönteminin piyonları ve askerleridir. Türkiye’nin, Irak’ın, Suriye’nin durumuna bakın, yeter.

Dikkat edin, yıllardır Türkiye’de etnik farklılıklar, mezhepler tartışılır. İşçilerin, esnafın sorunları, sendikaların durumu filan pek gazete sütunlarında yer alamaz.


AMERİKA EŞİKYANIN DEVLETİDİR

Amerika, eşkiyanın kullandığı devletin adıdır. Eşkiya, dünya egemenliğini bu kanlı örgüt ile sağlamaya çalışır. Amerikan ordusu, CIA eşkiyanın acımasız kolları, elleridir. Dünyanın her yanına uzanır, acımadan kan döker, can alır.

Güçlü milli devletler “büyük mali sermaye”nin yani Amerika’nın en büyük düşmanıdır. Onları parçalamak ve kolay yönetebilecek devletçiklere dönüştürmek ister. Saldırır; milli devletlerin vatanına, milli sanayiine, tarımına, bankasına saldırır. Yetinmez, milli kültürüne, milli bilincine saldırır.

ÖRGÜTLÜ MÜCADELE LAZIM

Eşkiyanın dünya egemenliği hayalleri suya düşmüştür. Mazlum milletler uyanmıştır. Mücadeleyi mazlumlar kazanacaktır.

Türkiye de bu eşkiya ile bir hesaplasma içine girmiştir. Bu mücadelede iktidar yetersiz kalmaktadır. “Eşkiya dünyaya egemen olmaz” diyen, Kemalist Devrimi tamamlamaya kararlı, inançlı ve mücadele azmi içinde olan öncülerin örgütlü mücadelesi gerekir. O örgüt, öncülerin toplandığı bir siyasi partidir ve bu partinin iktidar olduğu Türkiye Cumhuriyetidir.

Türk milleti 1920’li yıllarda eşkiyaya gerekli dersi vermişti ve mazlum milletlere de örnek olmuştu. Şimdi yeni bir ders verme zamanıdır ve o ders de yakında verilecektir.


21 Kasım 2018 Çarşamba


TÜRK MİLLETİNE GÜVENİYORUZ

Atatürk’ün 10 Yıl Nutku’ndaki şu ifadelere bakın: Burada millete güven var, ileriye dönük umut var ve kararlılık var.

“Yurdumuzu, dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi, en geniş, refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü, geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle daha çok çalışacağız, daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur.”

“Çünkü,Türk milletinin karakteri yüksektir; Türk milleti çalışkandır; Türk milleti zekidir. Çünkü, Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin, yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir.”

Bir de dönüp “Ben Atatürkçüğüm” diyenlerin sözlerine, yazdıklarına ve sosyal medyadaki paylaşımlarına bakın. Bunlarda Türk milletine güvensizlik, hatta beğenmemezlik ve ileriye doğru tahminlerinde de tam bir karamsarlık var. Kendilerine göre Türkiye’nin battığını ispat eden kanıtlar bulunca da hemen paylaşıyorlar ve ekliyorlar; “Bu ülkede artık yaşanmaz”.

Doğrudur, zor günlerden geçiyoruz. Bir yanda vatanımızı bölmeye yönelik emperyalist tehditler, diğer yanda uzun yıllardan beri uygulanan yanlış ekonomik programlar sonucu borca batan bir ekonomi. Ama kötümser değiliz, geleceğe yönelik umutlarımız var. Çünkü Türk milletine, kendimize güveniyoruz.

Onun binlerce yıllık terihi tecrübesine, geçmişinden aldığı derslere ve edindiği tecrübelere güveniyoruz.

Mütareke döneminin o zor şartlarından Atatürk önderliğinde bir büyük devrim ile çıkan geçmişimize güveniyoruz.

Milletimizin vatan sevgisine, milli birliği koruma azmine güveniyoruz. Onun özgür yaşama ve bağımsızlığını koruma kararlılığına güveniyoruz.

Gece gündüz, soğuk sıcak demeden vatanımızın bütünlüğü ve milletimizin egemenliği için kentlerde, dağlarda, ovalarda savaşan kahramanlarımıza güveniyoruz.

Her yıl yüzbinlerce genci bilimin ışığı ile yadınlatan ve mezun eden üniveristelerimize ve gençlerimize güveniyoruz.

Bizi binlerce yıl başı dik yaşatan ve bu günlere ulaştıran millî kültürümüze güveniyoruz.

Üretmek için çalışan, çırpınan milli sanayicmize, işçimize, köylümüze, esnafımıza güveniyoruz.

Fabrikalarımıza, işletmelerimize, atölyelerimize, tarlalarımıza güveniyoruz.

Coğrafyamıza, doğal kaynaklerımıza, ormanlarımıza, denizlerimize güveniyoruz.

Milletimizin Atlantik çukurundan çıkıp Avrasya’ya yönelen rotasına güveniyoruz.

Sadece ufku değil onun da ötesini görebilen Atatürk’ün şu tahmin ve tespitine güveniyoruz:

“Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, atinin yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğacaktır.”

İzmir marşını söyleyip, Andımızı okuyan ve sonra da etraflarına karamsarlık ve yılgınlık saçanlara hitap ediyorum: Lütfen biraz da Atatürk’ün 10 Yıl Nutku’nu okuyun.

Türk’ün Ergenekonları bitmez.  İçinde bulunduğumuz zor dönemden Kemalist devrimi tamamlayarak çıkacağız. Bundan da eminiz çünkü, Namık Kemâl’in dediği gibi;

“Ecdâdımızın heybeti ma'rûf-u cihândır
Fıtrat değişir sanma bu kan yine o kandır”.

17 Kasım 2018 Cumartesi


KANLI PARA İMPARATORLUĞU

Kapitalist dünyanın büyük sorunlarından birisidir eşitsizlik. Servet, gelir ve fırsat eşitsizliği en gelişmiş ülkelerde bile sosyal dokunun ciddi hastalıkları haline geldi. Marx’ın yıllar önce dediği gibi sermaye belirli ellerde toplandı.  Para, hem ekonomik hem de siyasi güç olarak rakipsizleşti.

Bugün için Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Yemen’de dökülen kanların sorumlusu Batı’nın işte bu sermaye gücüdür. Bu gücün kaynağı masum kanları ile boyanmış ve üzerine barut kokusu sinmiş Amerikan dolarlarıdır.

Bu sermaye Amerika’ya ait değildir, Amerka bu sermeyeye aittir. Amerika ve İsrail bu kanlı paranın kullandığı iki büyük örgüttür. Amerikan ordusu, medyası bunların gücünü devam ettirmeye yarar. Dünyanın dört bir tarafına dağılmış üsler, tesisler, uçaklar gemiler, füzeler bu sermayenin hizmetindedir.

Amerikan ve İsrail askerleri bu paranın boyacılarıdır. Doları kan ile boyuyanlar bunlardır.

Batı Asya’nın (Orta Doğu) ve Doğu Akdeniz’in zengin enerji kaynaklarına el koymak için milyonlarca insanı öldüren, evinden yurdundan süren, kadınların ırzına geçen hep bu kirli paranın sahipleridir.

Bunlar sadece topla, füzeyle savaşmazlar. Mazlumların üzerine ekonomik yöntemlerle, psikolojik yöntemlerle giderler. Ambargo koyarlar, insanları aç bırakırlar, ilaçsız bırakırlar, bebekleri aç bırakırlar.

Küreselleşme, liberal ekonomi bunların sömürü araçları haline geldi. Gümrükleri indirin, bizim mallarımız ülkelere kolayca girsin, sermaye dolaşımına izin verin, fabrikalarınızı, işletmelerinizi, derelerinzi, madenlerinizi, tarlalalarınızı, doğal kayanaklarınızı bize ucuza satın dediler. Kabul etmeyen ülkelere saldırdılar, milli devletleri parçaladırlar.

Değerleri yabancılaştırarak, farklılaştırarak amaçlarına hizmet eder hale getiririler. Dini inançlara, milliyetçiliğe, mezheplere değişik anlamlar kazandırırlar. Bu değerler için mücadele eden kimseler bilerek veya bilmeyerek bu kanlı paranın askeri durumuna geldi.

İnsanları dinle kandırmak bunların en yaygın yöntemidir. FETÖ bu yöntemin en yeni ve bariz örneğidir. Yüzbinlerce insan Fethullah Hoca denen adama biad ederek cennete gitmenin yolunu buldum sandı. İslam’a hizmet ediyorum diye kanlı paraya hizmet etti.

Öbür dünyada cennete gitmenin hesaplarını yapanlar, bu dünyadaki yoksulluğa, sömürüye, açlığa itiraz edemez hale geldiler. Onlara din adına haksızlıklara karşı isyan etmek öğretilmedi, farklı mezheplere karşı savaşmak öğretildi. Birbirlerini öldürüp kanlı dolarları artırdılar.

Yoksulları cennet hayalleri ile oyalayıp, açlıklarını unutturdular.

Milliyetçiliğin antiemperyalist özelliğini yok ettiler. Milliyetçileri kapitalizmin askeri haline getirdiler. Sosyalizm ile mücadele etmek milliyetçiliğin bir gereği gibi oldu. Milliyetçiliği etnik ırkçılığa dönüştürdüler. İnsanlar emperyalalizm ile değil, emperyalist güçlerle birlikte milli devletlere karşı savaşır duruma geldi. İnsanlar, PKK örneğinde olduğu gibi, kanlı paranın kanlı askeri oldular.

İleri demokrasi, insan hakları, yerel yönetimlere özgürlük, adalet gibi kavramlar para babalarının milli devletleri parçalamak için kullandıkları değerler haline dönüştürüldü.  

Elbette bu böyle devam edemez ve etmeyecektir de!

Bu kanlı tablo kapitalizmin eseridir. Kapitalizm devam ettiği sürece, paranın ekonomik ve siyasi gücü de devam edecektir. Bu gücü koruyarak bu güce gem vurulamaz. Öncelikle sermayenin belirli ellerde birikimine engel olmak gerekir.

Kanlı para diktatörlüğüne kapitalizm içinde çare bulunamaz. Çare bilimsel sosyalizmdedir.

10 Kasım 2018 Cumartesi


MISIRLIOĞLU VE DEMİRTAŞ

Yüz binler sel oldu Anıtkabir’e, Dolmabahçe’ye, meydanlara aktı. Atatürk ve Cumhuriyet sevgisi doruklara ulaştı. İşte tam da bu zamanda gazetelere bir haber düştü, haber şöyle:

“Dünkü Cuma hutbesinde, başkanı olduğu kurumun kurucusu Atatürk'ten tek kelime bile bahsettirmeyen Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, "Keşke Yunan galip gelseydi" diyen ve Ulu Önder'e hakaretler savuran Kadir Mısıroğlu'nu evinde ziyaret etti.”

Bu haber, haklı olarak Cumhuriyet ve Atatürk sevdalılarında büyük bir infiale sebep oldu. Yapılan elbette çok yanlıştır ve Diyanet İşleri Başkanının en kısa zamanda istifa etmesini gerektirir.

MISIRLIĞLU TAMAM DA DEMİRTAŞ NE OLACAK?

Bence işin garibi şu: Atatürk sevgisi ile dolu yüreklerin Diyanet İşleri Başkanı’na tepki göstermesi çok yerinde ama bu insanların büyük çoğunluğu Adalet Yürüyüşü sırasında Kılıçdaroğlu’nun HDP’li milletvekilleri ile kol kola girip HDP’lilere af istemesine bir tepki vermemişlerdi. Ya da Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin HDP Eş Başkanı Demirtaş’ı ziyaret etmesini hoş görmüşlerdi ve oylarını da ona vermişlerdi.

Şimdi diyeceksiniz ki, Demirtaş ile Mısırlıoğlu bir mi? Ben size farklarını söyleyeyim: Demirtaş kravat takar, Mısırlıoğlu ise fes takar. Fark burada…

Şunu da belirtelim: HDP/PKK, “ben Kürdüm” diyenlerin temsilcisi değildir. Açıkça yazıyorum: Amerika’nın, emperyalizmin temsilcisidir. Temsilciliği ötesinde silahlı savaşçısıdır.

ÖNCE CUMHURİYETİ KORUYACAĞIZ

Biz bu Cumhuriyeti Atatürk önderliğinde emperyalizme karşı savaşarak kurduk. O zaman da içimizde emperyalistlerin dostları, işbirlikçileri, savaşçıları vardır. Bunların artıkları şimdilerde ya dindar ya da insan hakları, adalet, demokrasi savunucusu olarak karşımıza çıkıyor.

Diyanet ileri başkanı ne kadar büyük yanlış yapmışsa, Kılıçdaroğlu ve İnce de en az o kadar büyük yanlışlık yapmıştır.

Atatürkçülüğün temelinde emperyalizme karşı olma var, vatan bütünlüğünü koruma ve kollama var, “Cumhuriyeti kuran Türkiye halkının Türk” olduğunu bilip, milli birliği koruma azmi ve inancı var.

Demirtaş ve Mısırlıoğlu’nun savunduğu görüşler ve yaptıkları eylemler Cumhuriyet’e de Atatürk’e de saldırı niteliğindedir.

YANLIŞLIKLAR BAŞKA YANLIŞLIKLARIN MAZERETİ OLAMAZ

Diyanet İşleri Başkanı’nın CHP’nin HDP ile birlikte hareket etmesi çok yanlış, Kılıçdaroğlu’nun HDP’lilerle kol kola girip yürüyerek hapisteki teröristlere arka çıkması çok yanlış, İnce’nin Demirtaş ile görüşüp ona başarı dilemesi çok yanlış.

Diyebilirsiniz ki, AKP ve Erdoğan da zamanında FETÖ ile birlikte hareket etti, PKK ile birlikte açılımlar yapmaya kalktı. Haklısınız o da çok yanlıştı ve ihanet ile eş anlamlıydı. Ama onların yanlışları CHP yöneticilerinin yanlışlarını örtmez, örtmemeli. Hiç kimse, başkalarını örnek verip kendini aklayamaz.

Ben Atatürkçüyüm diyenlere sesleniyorum:

Atatürk sadece laiklik değildir, laiklik de din düşmanlığı değildir. Atatürk’ün ilkelerini benimsemiş kimselerin birinci görevi “Türk Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamaktır”.  

29 Ekimlerde, 10 Kasımlarda Atatürk’e koşmak kalan günlerde de Cumhuriyet düşmanları ile kol kola girmek olmaz. Atatürk sevgisi bilgi ve bilinç ile tamamlanmadıkça çok fazla önemi olmuyor…

9 Kasım 2018 Cuma


KEMALİST DEVRİM ATATÜRKÇÜLERİ BEKLİYOR

Milli bayramlarda ve 10 Kasım’da Atatürk sevdası doruklara çıkıyor. Yüz binlerce insan sel olup Anıtkabir’e akıyor. Atatürk heykelleri önünde saygılar sunuluyor, Atatürk fotoğraflı bayraklar taşınıyor. Manzara müthiş ve etkileyici.

Bu manzarayı bırakıp da Türkiye’nin haline ve Atatürk sevdalısı olduğunu iddia edenlerin yazdıklarına, söylediklerine bakınca anlaşılıyor ki Atatürk’ten daha çok onun resimleri ve heykelleri seviliyor.

İlkelerinin özünden habersiz yüzbinler Atatürk için göz yaşları dökse ne olur, dökmese ne olur?

Keşke heykellerini, posterlerini koruduğumuz gibi onun ülkülerini de korusaydık.

Hakimiyet-i Milliye ve İstiklal-i Tam; işte size Atatürkçülüğün özü. Ülke bağımsız olacak ve bu ülkede millet egemen olacak. Olacak da nasıl olacak? Bunu sorgulayan kaç Atatürkçü tanıyorsunuz?

TAM BAĞIMSIZLIK

Savunmasını NATO’ya emanet etmiş, ekonomisini borç batağına sokmuş, 3-5 dolar için ülke ülke, kapı kapı dolaşmaya mahkum olmuş, fabrikalarını, bankalarını, işletmelerini, derelerini, tarlalarını yabancılara satmış, kapılarını büyük sermayenin serbestçe dolaşımına açmış, üretmeyip borç alarak geçinmeye alışmış, hayvanlarının yiyeceğini de insanların yiyeceğini de ithal etmeye mecbur kalmış, ana okulundan üniversiteye kadar İngilizceyi eğitim dili haline getirmiş ve parti başkanlarının ve yönetimlerinin komplolarla değiştiği bir ülke tam bağımsız olabilir mi?

Askeri ve iktisadi bağımsızlık olmadan tam bağımsızlık olmaz. Ekonomisi güçlü olmayan bir ülke başka ülkelerinin etkisinden kurtulamaz. Savunması, eğitimi, kültürü milli olamayandan bağımsız ülke olmaz.

Türkiye bu halde ama Atatürkçüyüm diyenlerin büyük kısmı, bu yazdıklarım konusunda tepkisiz ve sessiz. Bu durumlara destek veren de çok.

MİLLET EGEMENLİĞİ

Millet egemenliği demek demokrasi demek. Liberal ekonominin yoksulluğu artırdığı, zenginleri çoğalttığı, paranın belirli ellerde toplanmasına yol açtığı, gelir, fırsat ve servet eşitsizliğinin giderek arttığı, medyanın sermayenin kontrolüne girdiği, zengin-yoksul arasındaki uçurumun giderek büyüdüğü, halkın din ve etnik kimlik siyasetleri ile uyutulduğu, sınıf çelişkilerinin boyut kazandığı bir ülkede demokrasi tam anlamıyla mümkün olabilir mi?

ATATÜRKÇÜ NE YAPMALI?

Rakı içmekle Atatürkçü olunmaz, heykel, poster korumakla da Atatürk ilkeleri korunmaz. Bir Atatürkçü önce şunu bilecektir:

Türkiye bir vatan savaşı yürütüyor. Bu savaşta Atatürkçülerin mevzii Mehmetçik ve polislerimizin savaştığı mevzidir. Amerikan-İsrail palanlarına karşı, bu ikilinin içimizde beslediği FETÖ, PKK ve bunların artıkları ile mücadele Atatürkçülerin en büyük görevlerinden birisidir.

Millet egemenliği için ilk şart, liberal kapitalist ekonomik modelden uzaklaşmaktır. Ekonomik liberalizm demokrasinin baş düşmanıdır. Bu ekonomik modelde siyasi güç ile ekonomik güç aynı ellerde toplanmaktadır. Bu ekonomik modelde köylünün yani üretenin yani emekçinin milletin efendisi olma ihtimali yoktur.

Liberal ekonominin uygulandığı bir ülkede 3-5 yılda bir oy vermekle millet egemenliği gerçekleşmez. İnsanlar oy vererek kaderlerini değiştiremiyorlar. Yıllardır olan bu: Yoksulluk artıyor, zenginler daha da zenginliyor. Borçlar artıyor, “Tam Bağımsızlık” hayal oluyor.

Millet egemenliği var da bu tabloyu millet mi istiyor? Millet istemiyorsa, kim veya kimler istiyor? Güç kimde?

Yukarıda çok sayıda soru sordum. Bu sorulara Atatürkçüler cevap vermelidir ve bu cevaba göre de mücadele etmelidir.  

Kemalist Devrimi tamamlamak Atatürkçülüğün şartıdır. Atatürk sevgisi de öncelikle bunu gerektirir.

6 Kasım 2018 Salı


NASRETTİN HOCA VE DESCARTES

Nasrettin Hoca ve Descartes’i yan yana getirmek de nerden çıktı diyebilirsiniz; anlatalım: Nasrettin Hoca fıkraları insanların yaptığı mantık hatalarını güldürerek anlatır ve onları sağlıklı düşünmeye sevk eder. Descartes ise, “Metod Üzerine Konuşma” adlı eserinde anlatmış olduğu “yöntem” ve “bilgi” anlayışı ile modern ve sağlıklı düşüncenin yollarını açmıştır. Ne yazık ki, insanlar Nasrettin Hoca fıkralarına ve Descartes’ın geliştirdiği yöntemlere rağmen gerçeği bulmada ve olayları değerlendirmede yanlışlıklara düşüyorlar.

Descartes diyor ki: “Davranışlarımı açıkça görebilmek ve şu yaşımda güvenle yürümek için doğruyu yanlıştan ayırdetmeyi öğrenmeye karşı pek büyük bir istek duyuyorum.” Bu isteği gerçekleştirmek için kurallar ortaya koyuyor. Onun önemli bir kuralı şuydu: “Doğru olduğuna açıkça aklı yatmadıkça hiçbir şeyi doğru kabul etmemek.” Peki doğru olduğuna inanılmayan şeyi insan kabul edebilir mi? Descartes’e göre evet, eğer aceleden ve önyargıdan kaçınamazsa edebilir.

Bazı insanların gerçekten acelesi olabilir. İş yoğunluğu, zaman darlığı insanları acele kararlar vermeye veya duyduğu bir haberi veya sözü araştırmadan ve üzerinde yeteri kadar düşünmeden kabule zorlayabilir.

Bazı insanlar da kendilerini çok beğendiği için acele ederler. Onlar zaten her şeyi bildiklerini kabul ettikleri için konunun üzerinde düşünmeye veya araştırıp öğrenmeye gerek duymazlar. Bunlar eski bilgilerinin ve kendini beğenmişliklerinin esiri durumundadırlar. Daha önce öğrendiklerini mutlak doğru kabul ederler ve bu bilgilerinin aksine bir görüşü asla kabul edemezler. Kabul ettiklerinde kendilerini alçalmış ve bilgisiz hissederler. Mevcut bilgileri onlara iyilik değil, kötülük eder; kendilerini yenileyemezler.

Sağlıklı düşüncenin önündeki engel sadece acele etme değildir. Önemli bir engel de “önyargılar”dır. Yetiştiğimiz ve yaşadığımız sosyal çevre, inançlarımız bizlerde önyargılar oluşturur. Bu önyargılar sağduyumuzu zaman zaman yok eder. Daha önce edindiğimiz değerlere aykırı gelecek sözler, düşünceler tepkimizi çeker ve kabullenmekte zorlanırız. Önyargılarımızı yıkmadan yanlışlıklardan kurtulamayız.

Ya çıkarlarımız, isteklerimiz? Onlar da bizlerde önyargılar oluşturur. Söylenilen bir yalan çıkarlarımıza uygunsa bizim için gerçeğe dönüşür. Farkına varmasak da işimize gelen yalanlara kolaylıkla inanırız.

Tutkular ve nefretler düşüncelerimize kurulan tuzaklardır. Bazı kişilerden veya olaylardan o derece nefret ederiz ki, bunlarla ilgili gerçekleri bize yalan gelir. Bunun en iyi örneğini Erdoğan’a karşı nefret besleyenlerde görüyoruz. Onların gözünde Erdoğan o kadar kötüdür ki, onun cumhurbaşkanı olduğu Türkiye’de hiçbir şey iyiye gidemez. Bunun aksi de doğrudur: Erdoğan’a karşı aşırı sevgi duyanlar da onun yaptığı yanlışlıkları bir türlü göremiyorlar. Körü körüne karşı çıkmalar veya alkışlamalar hep bu sevgi ve nefretin aklımızı körleştirmesinden kaynaklanıyor.

NASRETTİN HOCA FIKRALARI

Descartes’in felsefesinin mizaha dönüşmüş şeklidir aslında Nasrettin Hoca fıkraları. Mantık yürütme konusunda çıkarılacak derslerle yüklüdür. Mantık hatalarımızı abartılı örneklerle bize anlatır ve bu hataları yapanlarla alay ederek bize sağlıklı düşünmenin yollarını açar. Birkaç örnek vermekte fayda var. Çok bilinenlerden birkaç tane sunalım:

Meşhur hikayedir; hocanın komşusu tenceresinin doğurduğuna inanmış ama öldüğüne inanmamış. İnsanların sık yaptığı bir mantık hatasıdır bu. İşine gelen yalanı hemen benimser ama işine gelmeyeni kabullenemez. Bazı konuşmaları dinlediğimde veya sosyal paylaşımları gördüğümde aklıma bu fıkra gelir. Koca koca insanlar işlerine geldiğinde koca koca koca yalanlara kolaylıkla inanıyorlar ve hemen arkadaşları ile paylaşmaya başlıyorlar. Çok doğru sözleri ise işlerine gelmediği için ret ediyorlar. Doğrular onlar için yalana dönüşüyor.

Bindiği dalı kesen adam düşünce koşa koşa Hoca’ya gelmesi ve “Sen benim düşeceğimi bildin, ne zaman öleceğimi de bilirisin” demesi ise sık yaptığımız bir mantık hatasıdır. Bu bir otorite kaymasıdır. Bir konuda uzman olan bir kişinin, uzmanlık alanı dışında verdiği bilgileri de peşinen doğru kabul ediyoruz. Madem ki uzmandır, her şeyi bilir sanıyoruz. Televizyonlar, gazete sütunları böyle otoritelerle dolu. Esas branşı iktisattır ama sağlık konusunda da ahkam keser, dış siyaset ile ilgili büyük büyük laflar eder; halkımız da bu büyük otoriteye (!) hemen inanır.  

Bir diğer örnek de söylenen bir söze veya ileri sürülen bir görüşe olduğundan farklı ve öte anlamlar yüklemektir. Nasrettin Hoca şu fıkra ile böyle yapanlarla alay eder. Hocanın karısı yatakta Hoca’ya biraz öteye gider misin deyince Hoca kalkmış komşu köye gitmiş ve hanımına biraz daha gideyim mi diye haber yollamış. Bu mantık hatası da günlük hayatta ve siyasi tartışmalarda sıkça yapılıyor. Önyargılarımız, arzularımız, nefretlerimiz duyduğumuz bir söze, okuduğumuz bir yazıya taşıdığından daha öte anlamlar vermemize neden oluyor. Yanlış değerlendirmeler yanlış kararlara yol açıyor.

Komşusu Hoca’dan ödünç çamaşır ipi ister. Hoca veremem, bizim hatun ipe un sermiş der. Adamcağız da “Hoca hiç ipe un serilir mi” diye sormuş. Aslında ipe un serilir, günlük hayatta, farkında olmadan sürekli ipe un sereriz. İşimize gelmeyin fikirleri olmadık bahanelerle ret ederiz de farkına bile varmayız. Hep komşuyu kandırmak için ipe un serecek değiliz ya, bazen de kendimizi farkında olmadan ipe un sererek kandırırız.

Bilinen bir hikayedir; komşusuna gelen mektubu okuyamayınca komşusu şu başındaki kavuktan utan der. Hoca da marifet kavukta ise, al sen tak sen oku der. Değer verdiğimiz bir insanın her dediğini doğu sayarız. Oysa bir sözün doğruluğu söyleyenin kimliğine değil, içeriğine bağlıdır. Başında “Prof” unvanı olan birisinin düşüncelerindeki değer onun unvanın değil, edindiği bilgi ve tecrübelerinin eseridir.

Nasrettin Hoca’da fıkra çok ama biz lafı fazla uzatmayalım, sözü burada keselim.

SONUÇ

Hayatımızın her anında kararlar veririz ve seçimler yaparız. Bu karar ve seçimler bizim davranışlarımızı belirler. Descartes’ın felsefesi ve Nasrettin Hoca’nın fıkraları bizi mantık hatalarından koruyabilir. Sağlıklı düşünmemizi sağlayabilir. Davranışlarımızı düzeltebilir.

Ön yargılardan uzak ve isteklerinizin, tutkularınızın, nefretlerinizin ve daha önce edindiğimiz bilgilerin esaretinin bizi yanlış kararlara itmediği günler dileği ile…