29 Mart 2016 Salı


TARİKATLAR VE CUMHURİYET

Cemaatler, tarikatlar ve bunların kurduğu ve yönettiği vakıf ve dernekler bugünlerdeTürkiye'nin gündemini  sıklıkla işgal ediyor. Okuduğumuz ve dinlediğimiz haberler Atatürk'ün şu sözünü akla getiriyor:

"Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve gerçek tarikat, uygarlık tarikatıdır."

Ne yazık ki, Atatürk'ün vefatı ile birlikte, onun ilkelerinden ve  devrimlerinden sapmalar başladı. Şimdilerde cemaatler toplumun kaderine o derecede hakim olmaya başladılar ki, milli egemenlik ilkesi yok oldu; siyasette ve ekonomik hayatta cemaatler ve tarikatler birbirleri ile yarışır hale geldi.

İKİ YER ALTI NEHRİ

Attilâ İlhan'ın şu tespit çok önemlidir:

 "Oldum olası, siyasetin alt katmanlarında iki yer altı nehri olduğunu düşünürdüm, birisi tarikatçılık, öteki masonluk."

Tevhid-i Tedrisatı yani öğretim birliğini altüst edenler, Neo/Tanzimatçılığa, aynı ikiliği yaratarak dönmüşlerdir; 'ihtiyaç fazlası' imam/hatipli, 'tarikat' çarkına; 'ihtiyaç fazlası' kolejli, rotaryenliğe, lionluğa, masonluğa!.. Bunların günün birinde, Anadolu İhtilâl ve İnkilâbı'nı yozlaştırıp, ülkedeki düzeni "Mütareke demokrasisine" dönüştüreceği besbelli değil miydi?"

Atatürk, devrimlerini gerçekleştirirken, hem Mason Locaları gibi "alafranga", hem de Nakşilik, Halvetilik, Kadirilik gibi "alaturka" tarikatları ortadan kaldırmıştır. Bu iki nehrin yer altından akıp Cumhuriyet'in temellerini yıkacağını biliyordu. Bu nedenle, 1925 yılında tarikatları, 1935 yılında da masonluğu yasaklamıştır.

NEHİRLER YER ÜSTÜNE ÇIKTI

İnönü döneminden başlayarak bu iki yer altı nehri yer üstüne çıkmış ve toplum içserisindeki etkinliklerini artırmışlardır. İki tür tarikatın da temel amacı aynı:  İktidara ve ekonomiye ortak olmak ve ceplerini, kasalarını para le doldurmak. Oysa geçmişte hiç de böyle değildi.

Tarikatlar Tanzimat sonrası iyice yozlaşarak Anadolu Tasavvufundan uzaklaştı. Yunus Emre ne demiş, bir hatırlayalım:

"Cennet cennet dedikleri
Birkeç ağaç birkeç hûri
İsteyene sen ver onu
Bana seni gerek seni"

Yunus, cenneti bile istemiyor; onun tek isteği Allah'ın somut varlığı. Bu anlayış tam bir gönül müslümalığını yansıtıyor. Şimdiki tarikatlar ise dünya nimetlerinin ve hazlarını peşinde koşuyor. Halktan topladıkları "himmet" paraları ile zenginleşirken halkın kısmetineise yılda bir kere ramazan paketi veya bir torba kömür veya bir kilo makarna düşüyor.

MÜDAFAA-İ HUKUKTAN UZAKLAŞMA

Bu iki tarikat türünün ikisi de "Müdafaa-i Hukuk" doktirininin temeli olan, milli ekonomi, milli savunma ve milli eğitime karşıdır. Uygulamaları  bunu göstermiştir.

Özellikle 1980'den sonra "küreselleşme"," liberalleşme" söylemleri ile ekonomi yabancıların kontrolüne sokuldu. NATO'ya girilerek savunmanın millilik vasfı yok edildi. Açılan İmam/Hatip okulları, yabancı dile eğitim yapan eğitim kurumları ve müfradat değişiklikleri ile eğtimin milliliği sulandırıldı.

Cumhuriyet'in temeli olan "Milli Egemenlik" ancak gerçek demokrasi ile sağlanır. Locaların, bir takım sinsi emeller için kurulmuş dernek ve vakıfların, cemaatlerin ekonomiye, eğitime ve medyaya hâkim olduğu toplumlarda geçek anlamı ile demokrasi mümkün olamaz.

"Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" ilkesine inanıyorsak Türk siyasi hayatını yeniden düzenlemeye mecburuz. Aksi takdirde halk oy verir ama ya alafranga ya da alaturka tarikatların istediği partilere veya şahıslara verir. Buna da mili irade denmez.






27 Mart 2016 Pazar

NANKÖRLÜK HAFİF KALIYOR

Duyduklarıma inanamadım. İnanamadım çünkü bu kadar büyük, nankörce, alçaklık olmaz diye düşündüm.

Duyduklarıma göre, çok sayıda dernek, STK ve siyasi partinin kadın temslcilerinden oluşan Kayseri Kadın Platformu üyeleri AKP il binasını davet üzerine ziyaret etmişler. Kadınların kabul gününe dönen bu ziyarette yenilmiş, içilmiş ve olmaması gerekirken AKP'nn siyasi propogandası yapılmış.

Toplantının sonuna doğru, AKP'li bayanlar bir slayt sunumu yapmışlar. Bu sunumda, ATATÜRK'ün şapka kanununa uymadığı için bir kadını astırdığı iddia edilmiş. Çocuk tacizlerinin sıkça tartışıldığı bugünlerde çocuk yaşta kocasının koynuna giren bir hanımefendi de ideal kadın olarak gösterilmiş. Sunumdan Rabia işareti de eksik olmamış, Cumhuriyet devrimleri de aşağılanmış.

Çok sayıda denek temsilcisi olmasına rağmen bu Atatürk'e karşı yapılan bu alçakca hakarete sadece CKD, ADD ve TGB temsilcileri  tepki göstermişler ve salonu terk etmişler. Diğerleri sunumu sonuna kadar izlemiş hatta büyük çoğunluğu alkışlayarak bu sunumu desteklemişler.

Bu duyduklarım doğru ise, Atatürk'e iftira eden bu alçakça ve nankörce tavrı şiddetle kınıyorum.

CUMHURİYET ÖNCESİ KADINLAR

Atatürk'ü ve Cumhuriyeti beğenmeyen bu bayanlara öncelikle Cumhuriyet öncesi kadınların durumundan biraz bahsetmek istiyorum.

XIX. Yüzyılda bile, İstanbul'da beyaz kadınların köle olarak eşya gibi alınıp satıldığı, çalışmaları resmî olarak düzenlenmiş pazarlar vardı. Bu pazarlar ancak 1848'de köleliği yasaklayan milletlerarası anlaşmaların kabulü üzerine kapatıldı. XIX. yüzyılda İstanbul'da, yalnız padişah sarayı değil, dvlet ricalinin, şeyhülislamların, kazaskerlerin konakları, satın alınmış, veya eşya gibi hediye edilmiş çok sayıda kadın ile dolu idi.

Köle olmayan "hür" kadınların da durumu hiç parlak sayılmazdı. Çünkü onlar da ikinci sınıf insan muamelesi görüyorlardı.

Erkeğin birden çok kadınla evlenmesi ve dilediği zaman tek taraflı iradesi ile eşini boşuyabilmesi; temsil yolu ile evlendirilmesi; kız çocuğun erkek çocuğa göre mirastan yarım hisse alması; mahkemede kadın şahidin ifadesinin erkek tanığa göre yarı değerde sayılması; kız çocuklara ancak 7-8 yaşına kadar dua öğrenmek için okula gitme izni verilmesi ve daha ileri yaşlarda bu haktan mahrum bırakılması gibi eşitsizlikler XX. yüzyıla kadar sürdü.

Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde kadınlara bazı haklar verildi ama bunlar son derece yetersizdi.

ATATÜRK CUMHURİYET VE KADINLAR

Kadınlarla ilgili haklar, AKP'li bayanların beğenmediği Cumhuriyet döneminde ve Atatürk önderliğinde verilmiş ve onları toplumun eşit birer vatandaşı yapan hukuki düzenlemeler bu dönemde yapılmıştı.

Öncelikle Atatürk'ün kadınlarla ilgili şu ifadelerini hatırlatmak gerek:

"Dünyada hiç bir milletin kadını "Ben Anadolu Kadınından fazla çalıştım. Milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu Kadını kadar emek verdim," diyemez!"

"Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın."


"Milletimiz güçlü bir millet olmaya azmetmiştir. Bunun gereklerinden biri de kadınlarımızın her konuda yükselmelerini sağlamaktır. Bundan dolayı kadınlarımız ilim ve fen sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim basamaklarından geçeceklerdir."


"Bir toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça, diğer kısmı göklere yükselebilsin!"


"Zaman ilerledikçe, ilim geliştikçe, medeniyet dev adımlarıyla yürüdükçe; hayatın, asrın bugünkü gereklerine göre evlat yetiştirme'nin güçlüklerini biliyoruz. Anaların bugünkü evlatlarına vereceği terbiye, eski devirlerdeki gibi basit değildir. Gerekli özellikleri taşıyan evlat yetiştirmek, pek çok özelliği şahıslarında taşımalarına bağlıdır. Bu sebeple kadınlarımız, hatta erkeklerden daha çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgin olmaya mecburdurlar!"
"Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan biçim ve kılıkta başarıdan çok; ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip donanmaktır! Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacağı aksine pek çok yönden onların üstüne çıkacak ışıkla, bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım."


"Dünyada her şey kadının eseridir."


KADIN HAKLARI

Atatürk önderliğinde kadınlarla ilgili yapılan düzenlemerlin bazılarını şöyle sıralamak mümkün:


4 Nisan 1926 tarihinde kabul edilen Medeni Kanun ile verilen bazı haklar:


Birden fazla kadın ile evlenmek kaldırıldı.


Evlenme akdinin iki şahit önünde resmî nikah memuru tarafından ya esas kabul edildi. Resmî olmayan nikah hukikî açıdan geçersiz sayıldı. 


Evlenmede kadın ve erkek için yaş sınırı getirilerek çok küçük yaşta evlenmeler kaldırıldı.


Velilerin kızları adına evlenme akdi yapabilmeleri "cebr" hakkına dayanarak zorla evlendirme usulü kalktı.



Şer'i hukukta boşanma yetkisi bir taraflı olarak sadece kocaya tanınmıştı. Bu bir çeşit "kovma" hakkı idi. Medeni kanun bu haksızlığa son vererek, boşanma konusunda erkeğe tanınan hakları kadınlara da tanıdı. Boşanma konusunda ise kararı ancak hâkim verebilecekti.

Boşanma halinde kadın ve çocuğun hakları güvence altına alındı.

Miras hukukunda cinsiyet ayırımı kaldırılarak kadın erkek eşitliği sağlandı.

SİYASİ HAKLAR

Medeni Kanun'u Türk kadınına siyasî hakların verilmesi izledi. 3 Nisan 1930'da belediye seçimlerinde, 1934'te milletvekili seçimlerinde kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı. O yıllarda, henüz Amerika, Avrupa ve Asya kıt'alarındaki birçok ülkede kadınlar bu hakları elde edememişlerdi.


Eğitim alanında yapılan değişikliklerle, kadınların sadece ebelik, hemşirelik ve bir ölçüde öğretmenlik  yapabildikleri, öteki mesleklerin erkeklerin tekelinde bulunduğu günler tarihe gömüldü. Artık üniversitelerimizde, hemen bütün bilim dalında, kadın öğretim üyelerimiz, araştırmacılarımız vardır.

Kadınlarımız sanatçı, yüksek mahkemelerde üye, hâkim, savcı, avukat, mühendis, eczacı, diplomat, iktisatçı, bankacı vb olarak akla gelebilecek mesleklerin hepsinde,  başarı ile hizmet verebiliyorlarsa, bunu Atatürk'e ve Cumhuriyet'e borçludurlar.


Atatürk, sadece kadınlara haklarını vermekle kalmamış,  tüm Türk Milleti'ne özgürlük, bağımsızlık, egemenlik, onur ve haysiyet kazandırmıştır. Atatürk'e ve Cumhuriyet'e yönelik iftiralara ve hakaretlere çok sert tepki vermek her Türkün görevidir.











25 Mart 2016 Cuma

MUHATABI BELLİ BİR YAZI

Demokrasi dediniz, barış dediniz, açılım dediniz, süreç dediniz ve gerçekleri halktan gizlediniz. Siz bunları söylerken yazarken PKK şehirleri, kasabaları bombalarla doldurdu, barikatlarla kentleri böldü, silahlar edindi, halkı soydu, halka zulmetti ama siz bunları yazmadınız. 

Televizyonlardan sesiniz eksik olmadı. Ekranlardan böldünüz milleti; mezhep dediniz, etnik kimlik dediniz; birgün olsun bir olun, beraber olun, kardeş olun, bir olun, beraber olun demediniz. Çabanız hep bölmek içindi, çabanız hep düşmanlık yaratmak içindi. Barış sözcüğünün sizin dilinizdeki karşılığı aslında iç savaş demekti. 

Şimdi sizin ektiğiniz tohumları yeşerdi; hergün ölüm haberleri ile uyanıyoruz. Sizin pisliğinizi temizlemek için bu ülkenin kahraman evlatları birer birer şehit oluyor. Sizler bu kınalı kuzuluarın katillerisiniz. 

Bir ülkede iki ayrı silahlı örgüt olur mu? Siz olur dediniz. Adını da "Öz savunma gücü" koydunuz. Arslan gibi evlatlarımızı işte bu "Öz savunma gücü" dediğiniz katiller sürüsü şehit ediyor, hiç mi içiniz sızlamıyor. Analar, babalar gözyaşı dökerken siz hala televizyonlarda boy gösteriyorsunuz ve tüm suçu hükumte yüklüyorsunuz. Sizin hiç mi suçunuz yok. 

Bu teröristleri kandilin çiçekleri gibi takdim ettiniz. PKK'nın eli kanlı teröristlerini gitar çalıp, barış türküleri söyleyen şirin çocuklar gibi gösterdiniz. Bu insanlar size göre özgürlük savaşçıları idi. Bunların bellerine bağladıkları bombaları hiç mi görmediniz. Ankara'da, İstanbul'da şimdi bu bombalar patlıyor.

Medya desteği olmadan terör örgütleri başarılı olamaz. Siz PKK'nın bu eksik yanını tamamladınız. AKP'nin, Cemaat'in, HDP'nin arka bahçelerinde otlayıp, karnınızı doyurdunuz. Para, villa, şöhret tatlı geldi, bırakamadınız. Menfaat için kaleminiz sattınız.

Şimdi Erdoğan ve Hükumet Cemaatin ve PKK'üzerine gidiyor diye ekmek yediğiniz kabı değiştirdiniz. Kabı değiştirdiniz ama o kaba aynı el yemek dolduruyor. ABD-İsrail uşaklığından vazgeçemediniz. 

Yazık olsun Aydın Doğanlara, Cinerlere, Şahenklere ki sizi hala konuşturuyor. 

Yeter artık, kesin şu kan kokan sesinizi. Millete uyuşturucu satmaktan, etrafa düşmanlık tohumları atmaktan vazgeçin. 

Dökülen kanlar sizin ellerinize bulaştı, artık zor temizlersiniz. Sonunuz yakındır.

TSK ve Kahraman polisimiz sizin barış güvercinlerinin işini bitirince sıra size gelecek. Eninde sonunda Türk Milleti sizde yargı yolu ile hesap soracak; kaçamazsınız. 

21 Mart 2016 Pazartesi

21 MART 2008 

21 Mart 2008, Ergenekon tertibi ile Kemalist  aydınlarına ve TSK mensuplarına yönelik saldırıların başladığı tarih. Baş rolde F tipi gladyo örgütü var. Hükumet ise örgütün baş yardımcısı. 

Bu tarihten sonra aydınlar ve askerler dalga dalge gelen operasyonlarla tutsak edildi. İlk tutuklanan askerimiz Oktay Yıldırım oldu, tutuklamalar genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ'a kadar uzandı. ABD, kendi piyon örgütü ile TSK ile hesaplaşıyordu. 

ABD Türk Silahlı Kuvvetleri ile hesaplaşıyordu çünkü Türkiye ve Ortadoğu üzerindeki en büyük engel Türk Askeri idi.

10 yıl geriye gidelim ve Graham Fuller'in şu sözüne dikkat edelim. Bu dönemde ordu, Kemalist anlayış içerisinde emperyalist arzulara karşı direnişini sürdürüyordu. Bir yandan irtica ile diğer yandan bölücü örgüt ile bir mücadelenin içindeydi. Fuller'in sözlerini bu ortamı düşünerek değerlendirmek lazım. 

"Türkiye "Kürt meselesini" ve "siyasette İslâm sorununu" demokratik yollardan çözmeli; şu anda her iki konu da olumsuz yönde gidiyor, bunların çözülmemesi Türkiye'nin iç ve özellikle de dış politikasını bozacaktır."

Mr Fuller'in istediği bu. Demokratik çözüm diyerek, laik devlet düzeninden ve ulusal bütünlüğümüzden taviz vermemizi istiyor. İstiyor ama bu isteklerinin önündeki en büyük engelin Kemalist aydınlar ve TSK olduğunu biliyor. 

TSK ise Amerikayı kızdırmağa devam ediyor. Bakın 1998 yılında Harp Akademileri Komutanlığı tarafından hazırlanan, özelleştirmelerle ilgili raporda neler var:

"Özelleştirme, batılı sermaye tarafından, gelişmekte olan ülkelere telkin edilmekte, hatta dayatılmaktadır. Bu dayatmanın sebebi, uluslararası sermayenin bu ülkelere girmesi ve özellikle üretim ünitelerine girmenin koşullarını yaratmaktır. 

"Özelleştirme, günümüzde, Özel Kesim'e kaynak aktarımı politikalarına dönüşmüştür." 

"Devletin küçülmesi teziyle, sosyal devlet olgusu budanacak; bu da, gelir dağılımının daha da bozulmasına ve çok ciddi sosyal patlamalara neden olacaktır..."

Bu rapor, Amerikan sermayesinin planlarını açık bir şekilde  deşifre ediyordu. Ordu ABD'ye göre haddini aşmıştı.

TSK'nin suçu bu kadarla da kalmadı. 1 Mart tezkeresinin TBMM'nde kabul edilmemesinin sorumlusu olarak Amerika TSK'ni suçladı. 

AKP'nin iktidara gelmesi ile, "Kürt meselesini ve siyasette İslâm sorununu demokratik yollardan çözme" işlemleri başladı ama Ordu'nun kemalist refleksleri bu işlemlere sekte vurabilirdi. F tipi örgüt devreye sokuldu. Örgütün yargı ve emniyet içindeki adamları aracılığı ile Kemalist aydınlar ve kahraman komutanlar zindanlara gönderilmeye başlandı. 

21 Mart bu bakımdan kara bir gündür. 

Gün geldi hesap döndü. F tipi örgüt tasfiye edilmeye ve PKK'nın üzerine ciddi bir şekilde gidilmeye başlandı. Bu kemalist aydınların ve TSK'nin kahraman mensuplarının bir başarısıdır. ABD Türkiye'de yenilmeye mahkumdur. Unutulmasın ki, bu ülke, Mustafa Kemal'in askerlerine emanettir.
 

19 Mart 2016 Cumartesi

TÜRKİYE CUMHURİYETİ SALDIRI ALTINDA

Gene bir canlı bomba, gene yitirilen canlar ve yaralılar.  

Saldırı var; Türkiye Cumhuriyeti saldırı altında. 

Hedefte bağımsızlığımız ve egemenliğimiz var. Bunun için milli birliğimiz bozulmaya, çalışılıyor. Bunun için etnik kimlik siyasetleri dayatılıyor. Kadeşlik değil düşmanlık pompalanıyor.

Teröre eskiden tedhiş denirdi. Tedhiş, yani korkutm yani yldırma... Yapılan budur. Türk toplumu bu eylemler sonucu korkacak, yılacak ve emperyalizmin arzularına evet diyecek, razı olacak; plan bu...

Emperyazlizmin ne istediğini ise Rice yıllar önce açıkladı ve adını da koydu: BOP. OP eşbaşkanıyım diyenleri de unutmadık.

MİLLİ DEVLET KALEDİR 

Yıkılmak istenen Türkiye Cumhuriyetidir. Emperyalizm, sadece Türkiye Cumhuriyetine değil, diğer milli devletlere de saldırıyor. Onları parçalıyor sömürebilir hale getiriyor.

Milli devletler, milletler için bir kale görevi görür. Bu kalenin içinde insanlar özgür ve bağımsız yaşar. Refahlarını artırmaya çalışır. Kendilerini dış güçlere karşı bu kale ile korurlar. Milli devletler milletlerin bağımsızlık ve egemenlik garantisidir.


Emperyalist güçler, milli devletleri yıkmak için öncelikle iç cepheye saldırırlar. Hainleri ve işbirlikçileri kullanırlar, gafillerden faydalanırlar.  Yıllar önce Atatürk'ün yaptığı tespit de budur:

"..Önemli olan, memleketi temelinde yıkan, milleti esir ettiren iç cephenin düşmesidir. Bu gerçeği bizden iyi bilen düşmanlar bu cephemizi yıkmak için yıllarca çalışmışlardır ve çalışmaktadırlar. Bugüne kadar başarı da kazanmışlardır. Gerçekten kaleyi içinden almak, dışından zorlamaktan kolaydır..."

 İç cepheyi düşürmek için, 

TSK tasfiye edilmeye çalışıldı;

ABD karşıtı aydınlar, yazarlar hapse atıldı, çalıştığı kurumlardan kovuldu;

Televizyonlar, gazeteler emperyalizmin hizmetkârı olan etki ajanaları ile dolduruldu;

Siyasi partilere kaset komploları yapıldı;

F tipi örgüt yargıyı ve emniyeti ele geçirdi;

PKK, "açılım süreci" ile silahlandı, eğitildi, büyütüldü ve şehirlere yerleştirildi;

Demokrasi, barış kelimeleri arkasına saklanarak terör TBMM'ne sokuldu. 

KALEYİ KORUMALIYIZ


Milli devletimiz yıkılırsa, etnik kimliği ne olursa olsun herkes bunun altında kalır.  Bu gerçek asla unutulmamalıdır. Etnik kimlik farklılıkları yüzünden parçalanan ülkelerin hepsinde binlerce insanın kanı akmıştır. Milli devletimiz kouyamazsak, akacak kan bizim yani etnik kimlik fark etmeksizin tüm Türk milletinin kanı olacaktır.


Emperyalizmin bu kanlı planını bozmanın tek yolu, Türk milli kimliği altında bir ve beraber olarak milli devletimizi, yani Türkiye Cumhuriyeti'ni yaşatmaktır.



ÇANAKKALE RUHU


Terör biz korkutmamalıdır. Çanakkale savaşını ölümden korkmayan vatan evlatlarının şehadeti pahasına kazandık. 

Gene bir vatan savaşı veriyoruz. Bize Çanakkale ruhu lazım. 

O ruhu Atatürk şöyle anlatıyor:

"Karşılıklı siperler arasındaki mesafe sekiz metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulamamacasına kâmilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şayan-ı gıpta bir itidal ve tevekkülle, biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor. Hiç ufak bir fütur bile göstermiyor. Sarsılmak yok. Okuma bilenler, ellerinde KUR'AN-I KERİM, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahadet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren şayan-ı hayran ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Savaşı'nı kazandıran bu yüksek ruhtur."

İç cepheyi düşürmek isteyenlerin hedefinde işte bu ruh var. Bu ruh ebediyen yaşayacak ki, Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar var olsun.



17 Mart 2016 Perşembe

NİHAYET ANLADILAR

İki lider nihayet anladılar. Türkiye Cumhuriyetinin yaşaması için, Türkiye halkının mutlu ve müreffeh olması için, tek yol olduğunu, onun da cumhuriyetin  kuruluş felsefesine ve ilkelerine dönmek oduğunu farklı bçimde açıkladılar. 

Erdoğan diyor ki, “79 milyonuyla biz, Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla tek bir milletiz. Bayrağımız dışında bayrak asla tanımıyoruz. Ve tek vatan  Kılıçdaroğlu ise “Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ayarlarına dönmesi” gerektiğine vurgu yapıyor. Biz de onlara Kemalizm'e hoş geldiniz diyoruz. Geç oldu, güç oldu ama gerçeği nihayet gördünüz. Umarız samimisinizdir.

CUMHURİYETİ SONSUZA KADAR YAŞATMAK

Bu iki lidere Atatürk'ün şu sözünü hatırlatmak lazım: "Benim nâçiz vücudum bir gün elbette toprak olacaktır, acak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet pâyidâr kalacaktır".

Mustafa Kemal bu sözü hangi şartlar altında söylemiştir, bilmek lazım: Nasturî isyanı, Hâkkari'yi talep eden İngiliz ültimatonu, Şeyh Sait isyanı ve İzmir suikast teşebbüsü. Ortam böyle iken büyük bir kararlılık ifade edilmiştir. 

İşte bunun için her "Kemalist" için ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felesfesine dönmek için ve tek vatan ve tek millete inanan herkes için "Türkiye Cumhuriyeti ilelebet pâyidâr kalması" vaz geçilmez bir esas olmalıdır.

SİSTEM SALDIRIYOR

Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkmaya yönelik saldırılar giderek şiddetleniyor. ABD öncülüğündeki "sistem" dün yapamadığını bugün yapmak istiyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasını önleyemediler, şimdi parçalamayı ve ortadan kldırmaya uğraşıyor.

Türkiye halkının, Atatürk önderliğinde gerçekleştirdiği Türk Devrimi ile oluşturduğu, milli, lâik, ve demokrat Türk Kimliği yıkılıp; yerine Sevr Anlaşması'ndaki parçalama, bölme sosyal ve siyasal şartları oluşturulmaya çalışılıyor.  

Cumhuriyetimizin sonsuzluğa kadar yaşaması, bu planı bozmakla mümkün olur. Bu plana hizmet eden hiçbir liderin, kuruluş felsefesine dönmekten ve tek milletten, tek vatandan  söz etmesi gerçekçi olamaz. 

İKİ PİYON ÖRGÜT

ABD öncülüğündeki sistem bugüne kadar iki örgütü kullandı: Fethullah Örgütü ve PKK/HDP. Geçmişte,  Erdoğan önderliğindeki AKP iktidarı bu iki örgütü düşman olarak görmedi. Yargıyı, emniyeti F tip örgüte teslim etti. TSK'nin ve Kemalist aydınların zindanlara atılmasına göz yumdu. PKK ile müzakereler yapıp, Türkiye Cumhuriyet'ninin geleceğini planlamaya kalktı. Şimdilerde, bu iki örgüt ile mücadele etmesi  bunları unutturamaz.

Başta Kılıçtaroğlu olmak üzere CHP yetkililerinin "Yeni CHP" adı altında CHP'yi Kemalizm'den uzaklaştırmaya çalıştıkları da unutulmadı. F tipi örgütü korumaya kalktıkları da hafızalardaki yerini koruyor. 

SAMİMİYET TESTİ

Eğer bu iki lider söylediklerinde samimi iseler ve bundan sonraki politikalarını bu söylemlere göre belirleyeceklerse, "Müdafaa-i Hukuk" felsefesine sahip olmaları gerekir. 

Müdafaa-i Hukuk, yani Türk Milleti'nin haklarını emperyalizme karşı savunmaları; hatta, sadece Türk milletinin de değil, tüm mazlum milletlerin haklarını korumaya çabalamaları ve bunun için de, öncelikle "İstiklâl- Tam" ve "Milli Egemenlik" ilkesi ile kurulmuş Türkiye Cumhuriyet'ni korumaları ve kollamaları gerekir. 

ABD politikalarına evet diyerek, ABD'nin piyonlarına hoşgörü ile yaklaşarak Türkiye Cumhuriyeti korunamaz. Bu iki liderden beklediğimiz bugüne kadar yaptıkları hatalardan dolayı milletimzden özür dilemeleri ve gerçek anlamı ile kemalizme dönmeleridir.    





15 Mart 2016 Salı

MİLLETİMİZE GÜVENİYORUZ

TBMM'inde gurubu bulunan AKP, CHP ve MHP son olaylarla ilgili bir bildiri yayınlamışlar. Bu bildirinin şu cümlesne katılmamak elde değil. 

"Hayatını kaybeden bu ülkenin evlatları, hepimizin evlatlarıdır ve onların acısı aileleri, yakınları, sevenleri kadar milletimizin ortak acısıdır. Terör saldırılarının arkasında Türk milletinin birliğine ve Türkiye Cumhuriyeti'nin bütünlüğüne yönelik tarihi emeller vardır." 

Doğrudur, saldırı milletimizin birliğine ve Vatanın bütünlüğünedir ama geriye dönüp düşünmek gerek. 14 senedir milletin kaderine etkili olan başta AKP olmak üzere bu 3 parti milli birliğimizi korumak için ne yaptı? Neden bu duruma geldik. Sorumluları bu 3 parti değil mi?

AKP'YE GÜVENMEK?

14 senenin sonunda bozulan milli birliği koruyacaklarmış. Kim koruyacakmış? AKP mi koruyacak?

İktidara geldiği günden beri "Türk" sözcüğünü kullanmaktan sakınan;

Türkiye halkını Türk milleti olarak birleştirmek yerine sürekli 32 etnik kimliğimiz var diyen;

Milleti ümmete dönüştürmek isteyen;

Kendi din anlayışını tüm halka kabul ettirmek isteyen ve kabul etmeyenleri dışlayan;

Partisine hep aynı mezhepten insanları alan ve aleviliği sürekli kötüleyen;

Türk Milli kimliğini unutturmak için okullarımızdan andımız kaldıran;

Türk milliyetini ayaklarının altına aldığını söyleyen;

Türkiyeyi bölmek için ABD tarafından geliştirlen BOP'un eşbaşkanlığına soyunan;

Gelmiş geçmiş en büyük katil ve bölücü olan Apo ile birlikte Türk milletine anayasa yapmaya kalkan;

Milletimize Oslo-Habur rezaletini yaşatan;

PKK'nın silahlanmasını, hendekler kazmasını, barikatlar kurmasını sağlayan; 

Kendi yandaşlarını zengin edip, halkı bir kilo makarnaya ve bir çuval kömüre muhtaç eden;

Devleti yandaşlara soyduran;

Gelir, servet ve fırsat eşitsizliğini artıran;

Mısır'da ölen bir kız çocuğu için göz yaşları döküp, yüzlerce Türk evladı öldüğünde kalbi sızlamayan;

Millet egemenliğini tek adam hakimiyetine dönüştürmek isteyen;

Anayasadan Türk kimliğini silmek isteyen;

"Ne Mutlu Türküm Diyene"  ibaresini sildiren;

Yeni anayasa ile ülkeyi  özerk bölgelere ayırmayı planlayan;

Türk aydınlarını, TSK'nin kahraban mensuplarını F tipi örgüt ile işbirliği içinde tutsak eden ve orduyu tasfiye etmeye kalkan;

Yargıyı, emniyet birimlerini ABD piyonu Fethullah örgütüne teslim eden;

Türkiye Cumhuriyeti'ni enkaz olarak gören ve Osmanlı hayalleri kuran;

Eğitimi millilikten uzaklaştıran;

Milli sanayimimizi, şirketlerimizi, işletmelerimizi yabancılara satan; 

Programlarında sürekli "etnik kimlik ve mezhep" tartışmaları yapan medyayı destekleyen;

AKP ve onun lideri Erdoğan mı  Türk Milletinin birliğini koruyacak. Buna inanmak mümkün mü? AKP'ye ne kadar güvenebiliriz?

CHP'YE GÜVENMEK

Ya CHP! CHP'ye ne kadar güvenebiliriz?

1930'ların CHPsi değiliz, yenilendik diyerek Atatürk ilkelerinden giderek uzaklaşan;

Atatürk milliyetçiliğini benimsemiş üyelerini "ulusalcı" diye tasfiye eden,

 Atatürk'ün fotoğrafına bile tahammülü olmayan,

Atatürk'e hakaret edenleri partiye kabul eden;

AKP'nin PKK ile birlikte yürüttüğü bölünme süreci için açık çek veren;

Atatürk'ü Tunceli'de katliam yapmakla suçlayan;

Mahalli İdareler Özerklik Şartı'na Türkiye'nin koyduğu muhalefet şerhini kaldıracağını ve böylelikle ülkenin bölünmesinin kapısını açacağını ilan eden;

 MHP ile birlikte Ekmelettin İhsanoğlu'nu aday yapıp Cumhurbaşkanlığını Erdoğan'a hediye eden; 

Bölücü örgite karşı mücadele eden TSK'ni saray savaşı yapmakla suçlayan;

Yetersiz kadrosu ile AKP'nin kötü uygulamalarını önleyecek politikalar geliştirmeyen

CHP'ne nasıl güveneceğiz? 

MHP'YE GÜVENMEK

Bildiriye imza koyan 3. parti olan MHP'ne ne kadar güvenilir, tartışmak lazım. 

Söylemleri ile eylemleri parelellik göstermeyen;

Muhalefeti Salı günleri yapılan Gurup toplantısında  konuşmaktan ibaret sayan;

AKP'nin milli birliği bozan, ülkeyi bömlünme aşamasına götüren hiç bir icraatını önleyemeyen;

Sıkıştığı durumlarda AKP'ye el uzatan;

Hükumette olduğu dönemde milli ekonomiyi küresel güçlerin kontrolüne veren;

İkiz yasaların mecliste onaylanmasına katkıda bulunan

Milliyetçiliği emperyalizmin her türlü sömürü politikalarına karşı durmak olduğunu anlayamayan;

AKP'nin Türk milliyetini ayaklar altına alma politikalarına seyirci kalan

Bir MHP'ye ne kadar güvenebiliriz?

TÜRK MİLLETİNİN AZİM VE KARARI

Doğrudur,  Türk milleti olarak çok zor günlerden geçiyoruz. Saldırılar milli birliğimize ve vatanın bütünlüğünedir. 

Bu tablo birden bir oluşmadı. Bu zor günlere birden gelinmedi. Bütün bunların baş sorumlusu iktidardır ama muhalefet partilerinin de büyük vebali vardır. 

Bu 3 partiye  güvenim yok. Bu durumdan ancak milli bir hükumet ile çıkabiliriz. Bu hükumeti kuracak olan da Türk milletidir.  İnanıyorz ve güveniyoruz ki "Milletim bağımsızlığını ve birliğini, yine milletin azim ve kararlılığı kurtaracaktır".