29 Mart 2016 Salı


TARİKATLAR VE CUMHURİYET

Cemaatler, tarikatlar ve bunların kurduğu ve yönettiği vakıf ve dernekler bugünlerdeTürkiye'nin gündemini  sıklıkla işgal ediyor. Okuduğumuz ve dinlediğimiz haberler Atatürk'ün şu sözünü akla getiriyor:

"Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve gerçek tarikat, uygarlık tarikatıdır."

Ne yazık ki, Atatürk'ün vefatı ile birlikte, onun ilkelerinden ve  devrimlerinden sapmalar başladı. Şimdilerde cemaatler toplumun kaderine o derecede hakim olmaya başladılar ki, milli egemenlik ilkesi yok oldu; siyasette ve ekonomik hayatta cemaatler ve tarikatler birbirleri ile yarışır hale geldi.

İKİ YER ALTI NEHRİ

Attilâ İlhan'ın şu tespit çok önemlidir:

 "Oldum olası, siyasetin alt katmanlarında iki yer altı nehri olduğunu düşünürdüm, birisi tarikatçılık, öteki masonluk."

Tevhid-i Tedrisatı yani öğretim birliğini altüst edenler, Neo/Tanzimatçılığa, aynı ikiliği yaratarak dönmüşlerdir; 'ihtiyaç fazlası' imam/hatipli, 'tarikat' çarkına; 'ihtiyaç fazlası' kolejli, rotaryenliğe, lionluğa, masonluğa!.. Bunların günün birinde, Anadolu İhtilâl ve İnkilâbı'nı yozlaştırıp, ülkedeki düzeni "Mütareke demokrasisine" dönüştüreceği besbelli değil miydi?"

Atatürk, devrimlerini gerçekleştirirken, hem Mason Locaları gibi "alafranga", hem de Nakşilik, Halvetilik, Kadirilik gibi "alaturka" tarikatları ortadan kaldırmıştır. Bu iki nehrin yer altından akıp Cumhuriyet'in temellerini yıkacağını biliyordu. Bu nedenle, 1925 yılında tarikatları, 1935 yılında da masonluğu yasaklamıştır.

NEHİRLER YER ÜSTÜNE ÇIKTI

İnönü döneminden başlayarak bu iki yer altı nehri yer üstüne çıkmış ve toplum içserisindeki etkinliklerini artırmışlardır. İki tür tarikatın da temel amacı aynı:  İktidara ve ekonomiye ortak olmak ve ceplerini, kasalarını para le doldurmak. Oysa geçmişte hiç de böyle değildi.

Tarikatlar Tanzimat sonrası iyice yozlaşarak Anadolu Tasavvufundan uzaklaştı. Yunus Emre ne demiş, bir hatırlayalım:

"Cennet cennet dedikleri
Birkeç ağaç birkeç hûri
İsteyene sen ver onu
Bana seni gerek seni"

Yunus, cenneti bile istemiyor; onun tek isteği Allah'ın somut varlığı. Bu anlayış tam bir gönül müslümalığını yansıtıyor. Şimdiki tarikatlar ise dünya nimetlerinin ve hazlarını peşinde koşuyor. Halktan topladıkları "himmet" paraları ile zenginleşirken halkın kısmetineise yılda bir kere ramazan paketi veya bir torba kömür veya bir kilo makarna düşüyor.

MÜDAFAA-İ HUKUKTAN UZAKLAŞMA

Bu iki tarikat türünün ikisi de "Müdafaa-i Hukuk" doktirininin temeli olan, milli ekonomi, milli savunma ve milli eğitime karşıdır. Uygulamaları  bunu göstermiştir.

Özellikle 1980'den sonra "küreselleşme"," liberalleşme" söylemleri ile ekonomi yabancıların kontrolüne sokuldu. NATO'ya girilerek savunmanın millilik vasfı yok edildi. Açılan İmam/Hatip okulları, yabancı dile eğitim yapan eğitim kurumları ve müfradat değişiklikleri ile eğtimin milliliği sulandırıldı.

Cumhuriyet'in temeli olan "Milli Egemenlik" ancak gerçek demokrasi ile sağlanır. Locaların, bir takım sinsi emeller için kurulmuş dernek ve vakıfların, cemaatlerin ekonomiye, eğitime ve medyaya hâkim olduğu toplumlarda geçek anlamı ile demokrasi mümkün olamaz.

"Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" ilkesine inanıyorsak Türk siyasi hayatını yeniden düzenlemeye mecburuz. Aksi takdirde halk oy verir ama ya alafranga ya da alaturka tarikatların istediği partilere veya şahıslara verir. Buna da mili irade denmez.






Hiç yorum yok: