20 Haziran 2020 Cumartesi


“BATICI VE BATILILAŞMACI ATAÜRKÇÜLÜK ÖLÜYOR”

Nagehan Alçı’nın HaberTürk’te yaptığı şu tespitler sosyal medyadan büyük ses getirdi. Cümle şöyle: "Bir yandan milliyetçilik, bir yandan ulusalcılık yani üçüncü dünyacı sol yorumuyla Kemalizm yeniden yükselişte. Özünde Batıcı ve Batılılaşmacı bir ideoloji olan Atatürkçülüğün ruhuna El Fatiha okuyabiliriz. Bu gelenek adeta öldü. 1960’ların siyasi konjonktüründe ortaya çıkmış üçüncü dünyacı ve Batı düşmanı sol Kemalizm ise Atatürk bağlamında seküler kesimde hegemonik ideoloji haline geldi."

Önce şu düzeltmeyi yapalım;  Atatürkçülüğün özünde batıcılık filan yoktur. Atatürk, Türk milletini çağdaş bir toplum haline dönüştürmek için, Batı ve onun yerli işbirlikçileri ile savaşmış ve mücadele etmiştir. Batı ile olan ekonomik ve siyasi ve askeri bağları koparmıştır. Tam bağımsızlıktan kasıt da budur zaten.

Atatürk, Batı’ya bağlı kalarak çağdaşlaşmanın mümkün olamayacağını anlamıştı ve gereğini yaptı. Tam bağımsızlığı ilke edinmiş ve bunun için bir büyük savaş vermiş birisi, elbette, ülkesine yabancı güçlerine etkin olmasını istemezdi.  

BATICI ATATÜRKÇÜLÜK

Batıcı Atatürkçülüğün 5 temel özelliği var ki bunların hiç birinin gerçek Atatürkçülük ile ilgisi yok. Teker teker açıklayalım:

1.       Siyasi, askeri ve ekonomik olarak Batı’ya bağımlılık.
2.       Mazlum milletlerden değil, emperyalizmden yana olmak;
3.       Batı hayranlığından kaynaklanan milli kültürü terk edip Batılı hayat tarzını benimseme;
4.       Din düşmanlığına dönüşmüş bir laiklik anlayışı;
5.       Mezhep, etnik köken, dil ayırımlarını ve aşiretçilik, cemaatleşme gibi milli dokuya zarar veren ortaçağ kalıntılarını hoş görme hatta destekleme.
Atatürk’ün yaptıkları ve söyledikleri ortada; bunlar dikkate alındığında gerçek Atatürkçülüğün asla Batıcı Atatürkçülük olmadığı kolaylıkla anlaşılır. Batıcı Atatürkçülük veya Attilâ İlhan’nın isimlendirdiği gibi ‘İnönü Atatürkçülüğü’ 1940’lı yıllardan sonra başlamıştır. 1980 darbesinden sonra da yaygınlaşmıştır.

Yukarıda sıraladığımız 5 madde ile ilgili olarak Atatürk’ün bazı ifadelerini hatırlayalım ve değerlendirmelerde bulunalım:

BATI’YA BAĞLILIK DEĞİL, TAM BAĞIMSIZLIK

Atatürk’ü batıcı diye nitelendirme sıklıkla yapılan büyük bir yanlışlık. Atatürk tamamen milli bir siyaset izlemiştir. Nedir bu milli siyaset derseniz, onun sözleri ile cevap verelim:
“… milletimizin kuvvetli, mes’ut, müstekâr yaşaması için, devletin tamamiyle milli bir siyaset takip etmesi ve bu siyasetin iç teşkilatımıza tamamiyle uygun olması ve ona dayanması lazımdır. ‘Milli siyaset’ dediğim zaman, kastettiğim mana şudur: milli sınırlarımız içinde her şeyden önce kendi kuvvetlerimize dayanarak varlığımızı koruyup, memleketin dahili saadetine ve imarına çalışmak.”

Atatürkçülüğün en önemli özelliği ‘Tam Bağımsızlık’ ilkesini tavizsiz korumaktır. Tam Bağımsızlığın tarifini de Atatürk’ün ağzından verelim: "Siyasî, malî, ekonomik, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bunların herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, millet ve memleketin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksunluğunu ifade eder."

İfade açık; Siyaseten başka devletlere tabi olursanız, iktisadi sisteminizi Avrupa ve Amerika’nın arzularına göre düzenlerseniz, savunmanızı NATO’ya emanet ederseniz, kültürünüzü de Hollywood’un etkisine bırakırsanız tam bağımsız olamazsınız.

EMPERYALİZMDEN DEĞİL MAZLUMDAN YANA OLMAK GEREK

Atatürk’ün ömrü emperyalizmle savaşarak ve mücadele ederek geçmiştir. Batı’nın emperyalist olduğunu ve Türkiye düşmanı olduğunu o bizlere öğretmiştir.

Mücadelesi tüm mazlum milletler içindi. Kendi ifadesi ile anlatalım:

“…biz, Batılı emperyalistlerine karşı yalnız ve kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz; aynı zamanda Batılı emperyalistlerin, güçleri ve bilinen vasıtalarıyla Türk milletini emperyalizme vasıta olarak kullanmak isteyenlere de engel oluyoruz. Bununla bütün insanlığa hizmet ettiğimize inanıyoruz….”

“Türkiye azim ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği, bütün mazlum milletlerin, bütün şarkın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan Şark milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir...”

“...Şarktan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklâl ve hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır.”

MİLLİ KÜLTÜR MİLLİ TERBİYE ESASTIR

Batı kültürünü, Amerikalılar gibi yaşamayı Atatürkçülük olarak görenler var; çok yanlış. Bunlar Tanzimat Alafrangacılarının devamı gibidir. Batı tarzı yaşama özendikleri için milli olan her şeyden uzaklaşırlar. Oysa Atatürk milli kültüre ve terbiyeye çok önem verirdi. Okuyalım bakalım:

"Türk Milletinin idaresinde ve korumasında millî birlik, millî duygu, millî kültür en yüksekte göz diktiğimiz idealdir"
"Dünyanın bize hürmet etmesini istiyorsak, evvelâ biz, kendi benliğimize hürmet edelim. Benliğimize ve milletimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen, bütün ef'al (eylemler) ve hareketimizle gösterelim. Bilelim ki, millî benliğini bulamayan milletler, başka milletlerin şikârıdır (avıdır)."

"Efendiler yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize görecekleri tahsilin hudutları ne olursa olsun, en evvel ve her şeyden evvel Türkiye'nin istiklâline, kendi benliğine, millî ananelerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumunu öğretmelidir.

“Bir millî terbiye programından bahsederken, eski devrin hurufatından (boş inançlarından) ve evsaf-ı fıtriyemizle (doğuştan sahip olduğumuz özelliklerle) hiç de münasebeti olmayan yabancı fikirlerden, şarktan ve garptan gelebilen bilcümle tesirlerden tamamen uzak, seciye-i milliye ve tarihiyemizle mütenasip bir kültür kastediyorum. Çünkü deha-yı milliyemizin inkişaf-ı tamı ancak böyle bir kültür ile temin olunabilir.”

LAİKLİK DİNSİZLİK DEĞİLDİR

Bazı rozet, poster Atatürkçüleri milletimizin mukaddes değerlerine saldırmayı laiklik olarak görüyor. Din adamlarından nefret ediyor ve Türkye’nin başına gelen her türlü felaketin sorumlusu olarak din eğitimini ve imamları görüyor.

Onlara göre laiklik ve dinsizlik eş anlamlı. Oysa Atatürk hiç de öyle düşünmüyordu. Laikliği önemli bir ilke olarak kabul etmişti ama din ve vicdan özgürlüğüne de çok önem veriyordu. Okuyalım gene:

“Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sade din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz.

Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü de demektir.”

ORTAÇAĞ KALINTILARINA SAHİP ÇIKILAMAZ

Atatürk sadece bir devlet kurmadı, yeni bir toplum inşa etti. Bu yeni toplumdan mezhep, etnik köken ve aşiretçilik, cemaatleşme gibi milli dokuya zarar veren Ortaçağ kalıntılarını temizlemeye çalıştı. Millet Egemenliği için bu temizlik şarttı. “Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz” ifadesi rasgele söylenen bir söz değildir. Halk egemenliğinin en önemli şartlarından birisidir.

Hal böyle iken, Batıcı Atatürkçüler etnik kimlik ve mezhep farklılıkları üzerinden siyaset yapmaya devam ediyor. Hatta etnik farklılığı ileri sürerek ülkeyi bölmeye çalışan Amerikancı terör örgütüne destek oluyor. Onlara Atatürk’ün şu sözünü hatırlatmak lazım:

“Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış tevsimler (isimlendirmeler); birkaç düşman aleti, mürteci beyinsizden maada hiçbir millet ferdi üzerinden teellümden (üzüntü) başka bir tesir hasıl etmemiştir. Çünkü, bu millet efradı da umum Türk camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunuyorlar.”

NAGEHAN ALÇI ÜZÜLÜYOR BİZ SEVİNİYORUZ

Nagehan Alçı, Batıcı Atatürkçülük ölüyor diye çok üzgün ama biz sevinçliyiz. ‘Batıcı Atatürkçülük’ ölecek ki gerçek Atatürkçülük siyaset ve düşünce hayatımıza egemen olsun ve biz de Kemalist devrimi tamamlayalım.

15 Haziran 2020 Pazartesi


YASALAR EMREDİYOR, HDP KAPATILMALI

TBMM E. Başkanvekili ve Türk Parlamenter Birliği Onursal Başkanı Hasan Korkmazcan'ın çağrısıyla Türkiye'nin 47 seçkin ismi tarafından, HDP’nin kapatılması için bir metin imzaya açıldı ve hızla taraftar topladı. Kamuoyunda yoğun ilgi gören bu imza kampanyası bazılarını telaşa düşürdü ve HDP’nin kapatılmaması için çeşitli bahaneler ileri sürülmeye başlandı.

Bu bahanelerin hepsi boşa çaba, çünkü yasalar karşısında kişisel düşüncelerin hiçbir önemi yok. Yasaların üstünde hiç kimse olamaz. Herkes yasalara uymak mecburiyetindedir. Yasalar neyi emrediyorsa o olur. ‘Hukukun üstünlüğü’ prensibi her zaman ve her şartta geçerlidir.  O zaman bakalım Anayasamız ve yasalar ne diyor:

Anayasa’nın 68. Maddesi:

“…Siyasi partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratikve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez.”

Siyasal Partiler Kanunu:

“MADDE 78 - Siyasi partiler:
a) Türkiye Devletinin Cumhuriyet olan şeklini; Anayasanın başlangıç kısmında ve 2 nci maddesinde belirtilen esaslarını; Anayasanın 3 üncü maddesinde açıklanan Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, diline, bayrağına, milli marşına ve başkentine dair hükümlerini; eğemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunun ancak, Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organları eliyle kullanılabileceği esasını; Türk Milletine ait olan egemenliğin kullanılmasının belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamayacağı veya hiçbir kimse veya organın, kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı hükmünü; seçimler ve halkoylamalarının serbest, eşit, gizli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi altında yapılması esasını değiştirmek;
Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, dil, ırk, renk, din ve mezhep ayrımı yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzeni kurmak; Amacını güdemezler veya bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar, başkalarını bu yolda tahrik ve teşvik edemezler.
b) Bölge, ırk, belli kişi, aile, zümre veya cemaat, din, mezhep veya tarikat esaslarına dayanamaz veya adlarını kullanamazlar.”

“DEVLETİN TEKLİĞİ İLKESİNİN KORUNMASI
MADDE 80 - Siyasi partiler, Türkiye Cumhuriyetinin dayandığı Devletin tekliği ilkesini değiştirmek amacını güdemezler ve bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar.”
“AZINLIK YARATILMASININ ÖNLENMESİ
MADDE 81 - Siyasi partiler:
a) Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde milli veya dini kültür veya mezhep veya ırk veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremezler.
b) Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek veya yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak millet bütünlüğünün bozulması amacını güdemezler ve bu yolda faaliyette bulunamazlar
c) Tüzük ve programlarının yazımı ve yayınlanmasında, kongrelerinde, açık veya kapalı salon toplantılarında, mitinglerinde, propagandalarında Türkçe'den başka dil kullanamazlar; Türkçe'den başka dillerde yazılmış pankartlar, levhalar, plâklar, ses ve görüntü bantları, broşür ve beyannameler kullanamaz ve dağıtamazlar; bu eylem ve işlemlerin başkaları tarafından da yapılmasına kayıtsız kalamazlar. Ancak, tüzük ve programlarının kanunla yasaklanmış diller dışındaki yabancı bir dile çevrilmesi mümkündür.”
“BÖLGECİLİK VE IRKÇILIK YASAĞI
MADDE 82 - Siyasi partiler, bölünmez bir bütün olan ülkede, bölgecilik veya ırkçılık amacını güdemezler ve bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar.
EŞİTLİK İLKESİNİN KORUNMASI
MADDE 83 - Siyasi partiler, herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu prensibine aykırı amaç güdemez ve faaliyette bulunamazlar.”

“ANAYASADAKİ YASAKLARA AYKIRILIK HALİNDE PARTİLERİN KAPATILMASI
MADDE 101 - (Değişik: 4445 - 12.8.1999) Anayasa Mahkemesince bir siyasi parti hakkında kapatma kararı;
a) Bir siyasi partinin tüzük ve programının Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı olması, sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlaması, suç işlenmesini teşvik etmesi,
b) Bir siyasi partinin, Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerin işlendiği odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespiti,
c) Bir siyasi partinin, yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ve Türk uyrukluğunda olmayan gerçek ve tüzel kişilerden maddi yardım alması,
Hallerinde verilir.”

Anayasa ve Siyasi Partiler Kanununun bu maddeleri çok açık. Parti kapatma konusunda herhangi bir istisna da getirilmemiş. Bir parti şu kadar oy almışsa ya da şu kadar ilde örgüt kurmuşsa bu parti kapatılmaz diye bir madde yok. HDP 6 milyon oy aldı, kapatılamaz demek açıkça Anayasa ve yasalara karşı gelmek demektir, kabul edilemez. Bir eski CHP milletvekilinin, televizyona çıkıp, “HDP 6 milyon oy almıştır kapatılamaz; seçilmiş milletvekilleri başımın üstündedir” demesi, sadece o şahsın başının seviyesi gösterir; yasaların işlemesine engel olamaz.

Bir de şu Kürt oyları meselesi var. Eğer siz HDP’nin Kürtlerin partisidir derseniz, bu parti kapatılmalıdır demiş olursunuz çünkü bu bir itiraftır.  Bu doğruysa, HDP, Siyasi Partiler Kanunu’nun ve Anayasa’nın yukarıda sıraladığım maddelere göre suç işliyor demektir.  Cezası da açıktır.

İYİP’li bir milletvekili de televizyonda, “Devletin istihbarî bilgileri bizde yok, onun için Yargıtay’a müracaat edemeyiz” dedi. Oysa kanıtlar gün gibi ortada; gazeteleri, televizyonları inceleyen herkes bu kanıtlara kolayca ulaşır. Biz bu hanımefendiye yardımcı olalım ve bildiri metninde mevcut gerçekleri hatırlatalım:

“Milletvekili listeleri ve belediye başkan adayları Kandil’de üslenen PKK’lı teröristlerce saptanmaktadır.
HDP, 2015 yılında Diyarbakır’da yaptığı kurultayda 14 maddelik özerklik bildirisini kabul etmiştir. PKK’nın sokaklara inin çağrılarını MYK kararı haline getirmiş, kentlerde ayaklanmalar örgütlemiştir.
Gençlik kurultaylarında “Kürdistan’ı kurmak” için mücadele edildiği ilan edilmiştir.
Eşbaşkanlarından bir milletvekili PKK-PYD terör örgütüne sırtlarını dayamakla övünmüştür.
Bir başka Eşbaşkanları ise “Başkan Apo’nun heykelini dikeceğiz” densizliğini dile getirmekten çekinmemiştir.
TBMM gruplarında PKK’nın sözde marşını okumuşlar ve PKK’nın sözde lideri lehine slogan atmışlardır.
Diyarbakır anaları, HDP’nin küçük yaştaki çocuklarını kandırıp PKK’ya militan olarak dağa kaçırdığını ve ABD’ye asker yaptığını bizzat HDP’lilerin yüzlerine haykırmaktadır.
Başta eşbaşkanları olmak üzere binlerce HDP’li merkez yöneticisi, milletvekilleri, il, ilçe ve diğer organ yöneticileri bölücü terör örgütü PKK’nin propagandasını yapmak, üye olmak, ya da terör faaliyetlerini övmekten, terör örgütü militanlarının cenazelerine katılmaktan dolayı hüküm giymiş ve bu hükümler kesinleşmiştir.
HDP’li onlarca belediye başkanı hakkında PKK örgütüne lojistik destek sağladıkları ve terör örgütüne üye oldukları iddiasıyla soruşturmalar ve davalar açılmış, belediyelerin birçoğuna kayyım atanmıştır.”

Kanıtlar açık ve net; HDP Anayasa’nın 68. Maddesinin dördüncü fırkasına aykırı eylemlerin odağı haline gelmiştir, kapatılmalıdır.

Kapatma yetkisi Anayasa Mahkemesine aittir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı resen veya hükümetin ve mecliste grubu bulunan partilerin müracaatı ile kapatma davası açabilir. Bekliyoruz, bakalım ilk vatanseverliği kim yapacak.
Beklerken de boş durmuyoruz; www.hdpkapatilsin.com sitesini ziyaret edip imzamızı veriyoruz.

6 Haziran 2020 Cumartesi


AMERİKA BİZİM SANDIĞIMIZ AMERİKA DEĞİL

Son olaylar gösterdi ki, bazılarımızın hayranlıkla bahsettiği ve orada yaşamak için can attığı Amerika’da, geniş halk kitleleri, hayatlarından ve Amerika’dan hiç de memnun değiller. Sıkıntı ve şikayetler büyük olmasa, sokaklar protestocularla bu denli dolmazdı.

Bu memnuniyetsizlik yalnız siyahlarda değil, beyazlarda da var. İnsanları sokağa iten sadece siyahlara yapılan muamele değil; siyasal ve ekonomik sistemin adil olmadığına dair yaygın bir anlayış var. Bu sistemler protesto ediliyor. Floyd’un öldürülmesi tetiği çekti, o kadar. 

LİBERAL EKONOMİ VE EŞİTSİZLİK

Özellikle 1980 sonrası uygulanan liberal ekonomi sonucu artan gelir, servet ve fırsat eşitsizliği 2008 krizine yol açmıştı. Kriz sonrası eşitsizlik daha da arttı.

Rantçılk üzerinden yürüyen bu ekonomik sistem verimsizliğe ve işsizliğe yol açtı. Orta sınıf zayıfladı, yoksulluk arttı. Milyonlarca insan sosyal yardımlarla ayakta durmaya çalışır duruma geldi. Emeğin gelirden aldığı pay azalırken, sermayenin payı arttı.

Artan eşitsizlik, egemenliği geniş halk kitlelerinden alıp, en zengin %1’lik kesime verdi. Adeta sermaye devleti ele geçirdi.

ADALETSİZLİK DUYGUSU İHANETE UĞRAMIŞLIĞA DÖNÜŞTÜ

Geniş halk kitleleri içerisinde, ekonomik ve siyasal sistemin birçok açıdan başarısız olduğuna ve bu iki sistemin de adil olmadığına dair ortak bir görüş oluştu.  Zaman içerisinde, bu adaletsizlik hissi ihanete uğramışlık duygusunun yaygınlaşmasına yok açtı.

Halkın büyük çoğunluğunda ekonomik ve siyasal sistemin adil olmadığı hissi bugünlerde Amerika’daki gösterilerin ana sebebidir.

İnsanların geleceğe yönelik umutları da azaldı. Adaletsizlik, eğitim sisteminde de rahatsız edici boyutta. Zengin ailelerin çocukları en iyi anaokullarına, en iyi ilkokullara ve en iyi liselere gidebilmektedir. Bu öğrencilerin en seçkin üniversitelere girme şansı, yoksul ailelerin çocuklarına göre çok daha yüksektir. Üstelik zengin çocukların üniversiteleri bitirdikleri zaman işleri de hazır olmaktadır. Diğerleri ise iş aramaya mahkumdur. 

Afrika kökenlilerin durumu çok daha vahimdir. Yoksulluk sınırı altında yaşayan insanların büyük çoğunluğu Afrika kökenlidir. En zengin %1’lik kesimde ise bir tane bile siyahi yoktur.

Amerika’nın bugünkü sistemi, çok zengin insanlara servet kazandırırken, Amerikalıların büyük çoğunluğuna yoksulluk, kaygı ve güvensizlikten başka bir şey vermemiştir.

MİLLİ DEMOKRATİK DEVRİM EKSİK KALMIŞ

Bu eşitsizliklerin sebebi ekonomik dinamikler de olsa, piyasayı esas olarak siyaset şekillendirmiştir. Siyaset, geniş halk kitlelerinin çıkarlarından çok, üst kesimlerdekilerin çıkarını gözetecek düzenlemeler yapmıştır. Seçimlerde hangi sonuç alınırsa alınsın, kim seçilirse seçilsin, kazanan %1’ler olmaktadır. Halk, demokrasiden ümidini kestiği için bugün sokaklarda hak arama peşine düşmüştür.

Öyle anlaşılıyor ki, bir büyük devrim ile kurulan ABD, henüz milli demokratik devrimini tamamlayamamıştır. Demokratik denilen bu siyasal sistem içerisinde, halkın büyük kesimi, kaderlerini seçimlerle değiştiremiyorsa, o ülkede gerçek demokrasiden nasıl söz edilebilir?

Bu denli ırk ve renk ayırımın olduğu bir Amerika’da milletleşme sürecinde de sorunlar olduğu görülmektedir. Afrika kökenlilerin ve Hispaniklerin Amerika’nın onurlu, eşit ve başı dik vatandaşları oluncaya kadar tamamlanmış bir milletleşmeden söz etmek zordur.

Demokrasiye, adalete inancı kalmamış, yönetime karşı güvensizlik duygusu taşıyan, ten renklerinden dolayı aşağılanan insanların hak arama yerinin sokaklar olması doğaldır. Çare, milli demokratik devrimi tamamlamaktan geçer. Eksik olan budur.