OSMANLI’DA TIP EĞİTİMİ VE 14 MART TIP
BAYRAMI
Osmanlı’dan önce tıp eğitimi Anadolu’nun farklı kentlerinde
kurulmuş olan darüşşifalarda verilmekteydi. Bunlardan bazılarını sıralayalım:
Mardin: Emineddin (H.502-516/ M.1108/9-1122/23)
Kayseri : Gevher Nesibe (H.602/ M.1205-6)
Sivas: İzzeddin Keykavus (H.614/ M.1217-18)
Mardin: Necmettin Gazi (H.619/M.1222)
Divriği: Turan Melik (H.626/ M.1228-29)
Çankırı: Cemaleddin Ferruh Darüşşifası (H.633/ M.1235)
Kastamonu Pervaneoğlu Ali Darüşşifası (H.671/ M.1272-73)
Tokat: Muineddin Pervane Darüşşifası (13.yüzyıl son çeyreği
başı)
Konya: Kemalettin Karatay (H.653/ M.1255)
Kastamonu: Atabey (H. 672/ M.1273)
Amasya: Amber bin Abdullah (H.708/ M.1308-9)
Osmanlı devleti kurulduktan sonra bunlara ek olarak Amasya
Darüşşifası (1309), Fatih Darüşşifası (1470), Süleymaniye Darüşşifası (12 Mayıs
1556) hizmet vermeye başlamış.
TIP EĞİTİMİN DURUMU
Tıp eğitiminin durumunu Şanizade Ataullah’ın (!771-1826) Tarih-i
Şanizade isimli eserindeki şu ifadeden anlaşılıyor:
"..Müslümanlardan
hiç kimse bu yüksek fenne hevesli olmayıp Süleymaniye Tıbhâne’sinde yalnız
hocalık vazifesine ve Tımarhane tabibliğine kanaat eder bazı çehresiz ve battal
adamlardan başka kimse kalmayıp, Osmanlı memleketinde değil yeni hekimliği hatta eski tababeti dahi
okuyup öğretecek hiç kimse kalmamakta bir zamanlar hekimleri oldukça çok diye
anılan ve sayılan şehirlerden İstanbul’da şimdiki halde Hırvat gemici vesair
ırgat bozuntusu bir alay cahil tabib ellerinde kalıp.." diyerek
üzüntüsünü açıklıyordu.”
TIPHÂNE-İ AMİRE’NİN
AÇILIŞI
19. Yüzyıl’ın başında Mustafa Behçet Efendi 21 yaşında
Hekimbaşı olur. İki tıp mektebinin açılmasını sağlar. Biri, 1805 yılında
Kuruçeşme'deki Rum okullarının içinde açılan "Rum Tıb Mektebi" diğeri
de 1806 yılında Kasımpaşa'da açılan "Tersane Tıbbiyesi" idi.
Tıphâne-i Amire onun 3. kere hekimbaşılığı yaptığı dönemde
açılır.
Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi 26 Aralık 1826’da padişaha
art arda üç takrir (dilekçe) vererek yeni tıp okulunun kurulmasının amacını
açıklamış ve okulun nasıl ve nerede kurulacağı konusunda teklif yapmış.
Mustafa Behçet Efendi ‘ye göre yeni tıp okulunun açılmasının
iki amacı var: Orduya hekim ve cerrah yetiştirmek, Müslüman hekim yetiştirmek.
14 Mart 1927
tarihinde ilk tıp okulu «Tıphane-i âmire» adı altında açıldı. 1828’de
«Tıphane-i Cerrahhane» adı ile yeni bir okul daha açıldı. 1836’de bu iki okul
birleştirildi.
Tıbhâne-i Amire 1827’den 1836 yılına kadar Şehzadebaşı’ndaki
Tulumbacıbaşı Konağında gündüz eğitim yapıyordu. 1836 yılında Sarayburnu’ndaki
askeri kışlaya (Otlukçu Kışlası) taşındı.
Ayrı bir binada eğitim göre Burada Tıbhâne-i Cerrahhâne ile
birleşti ve Otlukçu kışlasında eğitim
yatılı hale getirildi.
Daha Sonra Galatasaray’daki Enderun ağaları okuluna
taşınılmasına karar verilmiş. Galatasaray’daki bu binalar Hekimbaşı’nın
istediği şekilde düzenlenmiş ve Tıbbiye bu binaya taşınmış. Bu binanın 17 Şubat
1839 da açılışı yapılmış. Bu okula "Mekteb-i
Tıbbiye-i Adliye-i Şahane" adı verilmiş.
O yıl eğitimde yeni bir düzenleme yapılmış ve eğitim dili
Fransızca’ya çevrilmiş, mektebe reayadan da öğrenciler alınmaya başlanmış.
Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane’nin açılışında Sultan Mahmut bir konuşma yapmış:
«Bu yüksek binaları
Tıp okulu şeklinde düzenleyerek adını Mekteb-i Tıbbîye-i Adliye-i Şahâne
koydum. Burada insan sağlığının hizmetine çalışacağından bu okulu diğerlerinden
üstün tuttum. Tıp fenni burada Fransızca öğrenilecektir.»
«.. Halbuki bizim
beklemeye vaktimiz olmadığı gibi, yurdumuz ve ordularımızın büyük ihtiyacı olan
hekimleri biran önce yetiştirmek ve Türkçeye çevirerek Tıp kitaplarını meydana
getirmek zorundayız. Size Fransızca okutmaktan maksadım Fransızca dili
değildir. Hekimlik fennini öğrenip yavaş yavaş yurdumuzun her köşesine
yaymaktır.»
Avusturya’dan
getirilen Charles Ambroise Bernard’ı eliyle göstererek;
«Bu zatı sizin için
özellikle getirdim. Avrupa’nın birinci sınıf hekimlerinden olup gayet yetenekli
ve bilgili bir kişidir. Kendisinden ve öteki hocalardan hekimlik öğrenin ve
yavaş yavaş Türk dili üzerine bu ilmi yayın. Çünkü yabancı olarak ve tabip
sıfatıyla birçok ne idüğü belirsiz kişilerin yurdumuzda yerleşmesinden, şurada
burada şarlatanlık yapmalarından memnun değilim.»
OKUTULAN DERSLER VE
KİTAPLAR
Tıbhâne’de şu dersler okutuluyordu: Osmanlı Dil Grameri, Arapça,
Fransızca, Fizik, Kimya, Zooloji, Botanik, Fizyoloji, Anatomi, Askeri Cerrahi,
İç ve Dış Hastalıklar, Doğum.
Okutulan kitaplar Fransızca idi:
-ELEMENT DE BOTANIQUE EI’ ECOLE DE MEDICINE IMPERIAL DE
GALATA SERAI (1842) / BOTANİK KİTABI
-PHARMACOPEE MILITAIRE OTTAMANE/FARMAKOPE KİTABI(1844)
-LES BAINS DE BROUSSE, EN BITHNINE// BURSA BANYOLARI(KAPLICA
RİSALESİ)(1842)
-PRECIS DE PERCUSSION ET D’ANSCULTATION A I’USAGE DE SES
LAÇONS (1843) /PERKÜSYON KİTABI
Dr. C.A. Bernard’ın
PRECIS DE PERCUSSION ET D’ANSCULTATION A I’USAGE DE SES LAÇONS kitabının;
1-12 sayfalarda oskültasyon ve perküsyonun çok önemli olduğunu
söylediği solunum organlarının başlıca
hastalıklarının (catarrhe, laryngite, bronchite, bronchestatie, pneumonie,
akciğer ödemi, anfizem, tüberküloz, akciğer kanamaları, gangren, plörezi hidrotoraks,
pnömotoraks) anatomo- patolojik karakterleri anlatmaktadır.
12-21 sayfalar perküsyona ayrılmıştır. Bu kısımda perküsyon
percussıon immediate, percussıon mediate, percussıon sesleri, (açık, mat, timpanik
gibi) açıklanmıştır.
21-30 sayfalar oskültasyon hakkında genel bilgilere
ayrılmıştır.
30-39 sayfalarda solunum oskültasyonu üzerinde bilgiler
verilmektedir. Solunum sesleri başlıca 3 gruba ayrılmaktadır. “vesiculaire,
bronchique, indetermine” Kitapta bu raller hakkında geniş bilgiler vardır.
40-57 sayfalar solunum yolları hastalıklarında perküsyon ve
oskültasyona ayrılmıştır. Örnek olarak, catarrhe, bronşit bronşektazi, pnömoni,
akciğer ödemi, anfizem, tüberküloz, hemorajik
infarktüs, gangren, plörezi, hidrotoraks ve pnomotoraks üzerinde
durulmuştur.
57-68 sayfalar dolaşım organları hakkında genel bilgiler
içermektedir.
68-90 sayfalar kalp seslerini detaylı olarak inceleyen
kısımdır. Kalp kaviteleri, büyük
arterler ve perikard ayrı ayrı incelenmiştir.
Son sınıfta hocalar tarafından usta ve yetenekli olanlar
tespit edilerek, imtihan edilmiş ve başarılı olanlar askeri hastaneler veya
ordunun tabur ve alaylarına ‘muavin tabip’ unvan ile tayin edilmiş.
Bu muavin tabipler bir hekimin gözetiminde birkaç sene
hizmet ederek tecrübe sahibi olduktan sonra, başka hekime bağlı olmadan hasta
bakmaya ve ilaç yazıp vermeğe yetkili olarak ‘müstakil tabip’ oluyorlardı.
Bu öğrencilerin başarılı olanlar› Mirliva (albay), ikinci
derecede başarılılar kaymakam rütbesiyle gereken yerlere tayin ediliyordu.
1857 yılında Tıbbiye’de özel bir sınıf açılmış.
"Mümtaz sınıf" okulun kabiliyetli çalışkan
öğrencilerinden seçilmişti. Burada amaç Türkçe tıp eğitimine geçilmesi için tıp
kitaplarını Türkçeye tercüme edecek bir ekip oluşturmaktı.
SİVİL TIBBIYE
Osmanlı Devleti’nin hekime olan ihtiyacı göz önüne alınarak
2 Ocak 1867 tarihinde Türkçe tıp eğitimi yapan "Mekteb-i Tıbbiye-i
Mülkiye" (Sivil Tıp Mektebi) açıldı.
1870 yılında da Askeri Tıp okulunda dersler Türkçeleşti.
1878 yılında şimdiki Sirkeci tren istasyonu yakınındaki Demirkapı’daki askeri
kışlaya taşınıldı.
ABDÜLHAMİD DÖNEMİ
1894 yılında Sultan II. Abdülhamit’in emriyle
Haydarpaşa’daki Tıbbiye binası inşa edilmeye başlandı. 6 Kasım 1903’de bu
binaya taşınıldı.
1909 yılında askeri ve sivil tıbbiye okulları
birleştirilerek ismi "Darülfünun Tıp Fakültesi" oldu.
Darülfünun Tıp
Fakültesi mezunları şöyle yemin ediyorlardı:
“Mûmâ ileyh, veliyy-i
nimet-i a’zam ve akdesimiz padişah-ı hılâfetpenâh es-Sultan el-
Gâzi Abdülhâmit Hân-ı
sâni efendimiz hazretlerine sadâkatla ifây-ı hizmet edeceğine ve
gerek zengin olsun ve
kangı milletten olursa olsun davet edildiği hastalara iffet ve hüsni
edep vechile ve
tedaviye müsâreat ve teşhis ve tedavi marazlarında kemâliyye itina ve
dikkat eyleyeceğine ve
kasden iskât-ı cenin(çocuk düşürmek) içün hiçbir bahane ilâç
vermeyeceğine ve akeri
aileleri hastaları tarafından celp ve davet olundukta icâbetle
meccânen ve
tekâyüddât-ı kâmile ile tedavi edeceğine ve muhtâcîn ve fukaranın inkisârı
kulûbuna cür’et eylemeyeceğine
ve ağır hastalarda konsülteye sahîhan ihtiyaç görürse,
meşverete mutemedi
olan etıbbâyı hâzikayı davet edeceğine (ve itâsında kemâl-i ihtiyaç
ve tefekkürle
davranavağına ve eşyay-ı mîriyeyi hüsn-i muhafaza eyleyeceğine (devlet
malını güzelce koruyacağına)
ve muayenelerde ve rapor tahrîriinde istikametve
dikkatten inhiraf
etmeyeceğine (raporun hazırlanmasında doğrudan sapmayacağına) ve
nizamât ve kavânine
itaat eyleyeceğine yemin etmiştir.”
TIP EĞİTİMİNDE
1912-1922 DÖNEMİ
Tıp eğitimimizde önemli bir dönem de 1912-1922 yıllar
arasındaki on yıldır. Bu dönemi üçe ayırmak gerekir: Balkan Harbi, I. Cihan Harbi Mütareke dönemi.
1912 yılında Balkan Savaşı Başladı.
1912 yılının Ekim ayında seferberlik ilan edildi. Bu tarihte
Darülfünun Tıp Fakültesi’ndeki derslere de ara verildi.
Hocalar ve son sınıftaki hekim adayları askeri birliklere
atandılar.
Tıbbiye binasının her yeri hastaneye çevrilmişti. Klinik yataklar yaralılara kafi gelmeyince
dershaneler, koğuşlar hatta koridorlar bile hastane görevi görmeye başladı.
I CİHAN SAVAŞI
Tıp Fakültesinin 1 yıllığına kapatıldığı ilan edildi.
Hocalar gereken cephelere gönderilmiş, Tıbbiye son sınıf
öğrencileriyle 3. 4. 5. sınıf öğrencileri askeri birliklerde
görevlendirilmişlerdi.
Son sınıfın en çalışkan ve bilgili öğrencileri Kafkasya
cephesine gönderilmiş. Orada çoğu tifüs hastalığından ölmüştür.
Fakülte gene “Mecruhin” yaralılar hastanesi ve Hilal-i Ahmer
Hastanesi oldu.
Birinci Dünya Savaşı
boyunca toplam 765 tıp öğrencisinden 346’sı şehit düştü ve geri dönemedi. 1915
yılında Tıbbiye' ye kaydolan 1. sınıf öğrencilerinin tamamı Çanakkale’de şehit
düştü ve bu nedenle de Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane 1921 yılında hiç mezun
veremedi.
MÜTAREKE DÖNEMİ
Tıbbiye 1916’da
eğitime tekrar başladı.
İtilaf Devletleri askerleri 13 Kasım 1918’de İstanbul’u
işgal etti. 21 Kasım 1918’de Meclis-i Mebusan feshedildi. Aralık 1918’de
Tıbbiye binası da işgal edildi.
Haydarpaşa’daki tıp eğitimi İngiliz askerlerinin 5 sene sürecek işgal
dönemine girdi.
İngilizlerin, Haydarpaşa'daki binaya da el koymalarına
Fakülte Reisi Âkil Muhtar Bey muhalefet
etmiş. Tıp Fakültesi öğrencileri de
karşı durmuşlar. Fakültede Hocaların bir bölümü Malta'ya sürülmüş.
Öğrenciler, Haydarpaşa'daki binanın iki kulesi arasına Boğaz’daki
işgal gemileri arasına çok büyük bir bayrak asmışlar.
14 MART TIP BAYRAMI
Tıp Bayramı ilk defa
14 Mart 1919 da böyle bir ortamda kutlanmış.
Beyazıt’ta Darülfünun Konferans salonunda Kutlanan Tıp Bayramına;
o günkü Tıp Fakültesinin önde gelen hocalarından Dr. Fevzi Paşa, Dr. Besim
Ömer, Dr. Akil Muhtar, İstanbul’daki hastanelerin hekimleri, Tıp öğrencileri
katılmış.
Kızılhaç temsilcileri ve basının da davet edildiği
toplantıda Söz alan Dr. Memduh Necdet Bey “İstanbul
bizimdir, çünkü şehitler ve tarih, buradadır, Halife ve Hakan yatağı burasıdır”
diyerek sözlerini bitirirken salon alkışlarla inler. Tıbbiye mesajını
vermiştir. Kutlama işgale karşı sert bir tepkiye dönüşür.
TIBBIYELİ
ÖĞRENCİLERİN ‘İSTİKLAL’ KARARLILIĞI
Öğrenciler, Sivas Kongresi’ne katılmak, desteklerini
bildirmek istiyorlardı. Okulun hamamında toplandılar, Sivas kongresine katılma
kararı aldılar.
Herkes gitmek istiyordu, büyük sorun yol parası bulmaktı,
ancak üç kişiyi gönderebileceklerdi. Yapılan oylama ile üç kişi seçildi;
Hülagu, Yusuf (Naci Ceylan), Hikmet (Mehmet Boran) beyler. Fakat 15 lira
toplanabilmişti ve bununla yalnız Hikmet Bey gidebilecekti.
Mustafa Kemal’i ve kongrede alınan kararları
desteklediklerini bildiren mektup hazırlandı.
Sivas Kongresinde, Tıbbiyeli
Hikmet, manda tartışmalarından rahatsız olduğu için söz alır ve şunları
söyler:
”Paşam! Temsilcisi
bulunduğum tıbbiye, bağımsızlık savaşımızı başarmak için açtığınız çalışmalara
katılmak üzere beni gönderdi. Amerikan mandasını kabul edemem. Kongre bu yolda
bir karar verecek olsa bile, bunlar kim olursa olsun, bütün gücümüzle karşı
çıkarız. Varsayalım ki, Amerikan mandasını siz de onayladınız. Size de karşı
geliriz. Sizi kurtarıcı değil, vatan batırıcı sayarız. Tel’in ederiz.”
Mustafa Kemal bu
sözlerin üzerine “Arkadaşlar,
gençliğe bakın, Türk milli bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin” der
ve Tıbbiyeli Hikmet’e dönerek:
“Evlat, müsterih ol.
Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyordum. Biz mandayı kabul
etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal, ya ölüm” der.
Tıphâne-i Amire’nin
kuruluşundan 94 yıl sonra, Tıp Bayramı 14 Mart 1921’de Kadıköy’ünde Hale
sinemasında tekrar kutlanır ve 14 Mart kutlamaları gelenek halini alır.