26 Mart 2023 Pazar

 YEREL YÖNETİM TUZAĞINA DİKKAT! 

Kılıçdaroğlu, ilk önce Cumhuriyet Halk Partisi’nin son olağan kurultayında, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na Türkiye’nin koyduğu çekinceleri kaldıracaklarını söylemişti. Daha sonra, birçok kere bu niyetini dile getirdi. Son olarak da CHP İstanbul Milletvekili Yunus Emre iktidara geldiklerini bu çekinceleri hemen kaldıracaklarını dile getirdi.

2018’da, Seçim bildirgesinde açıkça Avrupa Yerel Yönetimler Şartı’ndaki çekincelerin kaldırılacağı yazıyordu. 

Geçmiş hükümetler şartın bazı maddelerine ülkeyi bölünmeye götürür diye çekince koymuşlar, bunlar gelip kaldıracak. Böylece yerel yönetimler özerk bir yapıya kavuşacak ve sonrası gelecek.

Yerinden yönetimlerin ayrı bir devlete dönüşmesi, bir süreç olarak dört basmaktan oluşur, çekince kaldırınca bu süreç de başlar:

İlk basamak;  “yerinden yönetim”adını alır,  yerel  yönetimlerin güçlendirilmesi anlamına gelir.

İkinci basamak;  "bölgeselleştirme" ve "bölgecilik", yani birkaç il bir bölge adı altında birleştirilir.

Üçüncü basamak; "federalizm",  ikinci basamakta oluşturulan bölge federatif  yapıya dönüştürülür.

Dördüncü basamak;  federatif yapı ana devletten ayrılır ve yeni bir devlet kurulur.

SAKALDAN KIL KOPARMA TAKTİĞİ 

Bu sürecin sonu, Güneydoğu’muzun Amerika ve İsrail tarafından kurulmasına çalışılan kukla devlete katılması olacak. Buna Türk milletinin izin vermeyeceğini bildikleri için, “sakaldan kıl koparma taktiği” uyguluyorlar. Bir insanın sakalını bir günde yolmaya kalkarsanız, büyük tepki alırsınız ama her gün bir kıl koparırsanız, bir kıl için tepki almazsınız; bir süre sonra adam sakalsız kalır.

Yerel yönetimler konusunda işte bu sakaldan kıl koparma taktiği uygulanıyor. Sakaldan her gün bir kıl koparıp tepki almadan sakal yolunmak isteniyor .

Ne yazık ki bu taktiği uygulama görevi,  “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır”  diyen büyük önder Atatürk’ün partisine verilmiş.  CHP’nin yanına da milliyetçileri susturmak için İyi Parti konumlandırılmış. Yukarıda anlattığım gibi, adım adım, alıştıra alıştıra Türkiye’yi böleceklerini sanıyorlar.

Önce, yerel yönetimleri güçlendirme, eğitimi mahallileştirme, mali özerklik verme, eyaletlere bölme, federasyon oluşturma, ayrı devlet kurma.

Sonuç: Bölünmüş vatan.

Bu senaryonun gerçekleşmesine imkân yok. Milletimiz bunların kötü niyetini anlayacak ve 14 Mayıs’ta bu planı uygulamayı görev edinenlere gerekli dersi verecektir.

 

 

 

24 Mart 2023 Cuma

 

OSMANLI’DA TIP EĞİTİMİ VE 14 MART TIP BAYRAMI

Osmanlı’dan önce tıp eğitimi Anadolu’nun farklı kentlerinde kurulmuş olan darüşşifalarda verilmekteydi. Bunlardan bazılarını sıralayalım:

Mardin: Emineddin (H.502-516/ M.1108/9-1122/23)

Kayseri : Gevher Nesibe (H.602/ M.1205-6)

Sivas: İzzeddin Keykavus (H.614/ M.1217-18)

Mardin: Necmettin Gazi (H.619/M.1222)

Divriği: Turan Melik (H.626/ M.1228-29)

Çankırı: Cemaleddin Ferruh Darüşşifası (H.633/ M.1235)

Kastamonu Pervaneoğlu Ali Darüşşifası (H.671/ M.1272-73)

Tokat: Muineddin Pervane Darüşşifası (13.yüzyıl son çeyreği başı)

Konya: Kemalettin Karatay (H.653/ M.1255)

Kastamonu: Atabey (H. 672/ M.1273)

Amasya: Amber bin Abdullah (H.708/ M.1308-9)

Osmanlı devleti kurulduktan sonra bunlara ek olarak Amasya Darüşşifası (1309), Fatih Darüşşifası (1470), Süleymaniye Darüşşifası (12 Mayıs 1556) hizmet vermeye başlamış.

TIP EĞİTİMİN DURUMU

Tıp eğitiminin durumunu  Şanizade Ataullah’ın (!771-1826) Tarih-i Şanizade isimli eserindeki şu ifadeden anlaşılıyor:

"..Müslümanlardan hiç kimse bu yüksek fenne hevesli olmayıp Süleymaniye Tıbhâne’sinde yalnız hocalık vazifesine ve Tımarhane tabibliğine kanaat eder bazı çehresiz ve battal adamlardan başka kimse kalmayıp, Osmanlı memleketinde değil  yeni hekimliği hatta eski tababeti dahi okuyup öğretecek hiç kimse kalmamakta bir zamanlar hekimleri oldukça çok diye anılan ve sayılan şehirlerden İstanbul’da şimdiki halde Hırvat gemici vesair ırgat bozuntusu bir alay cahil tabib ellerinde kalıp.." diyerek üzüntüsünü açıklıyordu.”

TIPHÂNE-İ AMİRE’NİN AÇILIŞI

19. Yüzyıl’ın başında Mustafa Behçet Efendi 21 yaşında Hekimbaşı olur. İki tıp mektebinin açılmasını sağlar. Biri, 1805 yılında Kuruçeşme'deki Rum okullarının içinde açılan "Rum Tıb Mektebi" diğeri de 1806 yılında Kasımpaşa'da açılan "Tersane Tıbbiyesi" idi.

Tıphâne-i Amire onun 3. kere hekimbaşılığı yaptığı dönemde açılır.

Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi 26 Aralık 1826’da padişaha art arda üç takrir (dilekçe) vererek yeni tıp okulunun kurulmasının amacını açıklamış ve okulun nasıl ve nerede kurulacağı konusunda teklif yapmış.

Mustafa Behçet Efendi ‘ye göre yeni tıp okulunun açılmasının iki amacı var: Orduya hekim ve cerrah yetiştirmek, Müslüman hekim yetiştirmek.

14 Mart 1927 tarihinde ilk tıp okulu «Tıphane-i âmire» adı altında açıldı. 1828’de «Tıphane-i Cerrahhane» adı ile yeni bir okul daha açıldı. 1836’de bu iki okul birleştirildi.

Tıbhâne-i Amire 1827’den 1836 yılına kadar Şehzadebaşı’ndaki Tulumbacıbaşı Konağında gündüz eğitim yapıyordu. 1836 yılında Sarayburnu’ndaki askeri kışlaya (Otlukçu Kışlası) taşındı.  Ayrı bir binada eğitim göre Burada Tıbhâne-i Cerrahhâne ile birleşti  ve Otlukçu kışlasında eğitim yatılı hale getirildi.

Daha Sonra Galatasaray’daki Enderun ağaları okuluna taşınılmasına karar verilmiş. Galatasaray’daki bu binalar Hekimbaşı’nın istediği şekilde düzenlenmiş ve Tıbbiye bu binaya taşınmış. Bu binanın 17 Şubat 1839 da açılışı yapılmış. Bu okula "Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane" adı verilmiş.

O yıl eğitimde yeni bir düzenleme yapılmış ve eğitim dili Fransızca’ya çevrilmiş, mektebe reayadan da öğrenciler alınmaya başlanmış.

Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane’nin açılışında  Sultan Mahmut bir konuşma yapmış:

«Bu yüksek binaları Tıp okulu şeklinde düzenleyerek adını Mekteb-i Tıbbîye-i Adliye-i Şahâne koydum. Burada insan sağlığının hizmetine çalışacağından bu okulu diğerlerinden üstün tuttum. Tıp fenni burada Fransızca öğrenilecektir.»

«.. Halbuki bizim beklemeye vaktimiz olmadığı gibi, yurdumuz ve ordularımızın büyük ihtiyacı olan hekimleri biran önce yetiştirmek ve Türkçeye çevirerek Tıp kitaplarını meydana getirmek zorundayız. Size Fransızca okutmaktan maksadım Fransızca dili değildir. Hekimlik fennini öğrenip yavaş yavaş yurdumuzun her köşesine yaymaktır.»

Avusturya’dan getirilen Charles Ambroise Bernard’ı eliyle göstererek;

«Bu zatı sizin için özellikle getirdim. Avrupa’nın birinci sınıf hekimlerinden olup gayet yetenekli ve bilgili bir kişidir. Kendisinden ve öteki hocalardan hekimlik öğrenin ve yavaş yavaş Türk dili üzerine bu ilmi yayın. Çünkü yabancı olarak ve tabip sıfatıyla birçok ne idüğü belirsiz kişilerin yurdumuzda yerleşmesinden, şurada burada şarlatanlık yapmalarından memnun değilim.»

OKUTULAN DERSLER VE KİTAPLAR

Tıbhâne’de şu dersler  okutuluyordu: Osmanlı Dil Grameri, Arapça, Fransızca, Fizik, Kimya, Zooloji, Botanik, Fizyoloji, Anatomi, Askeri Cerrahi, İç ve Dış Hastalıklar, Doğum.

Okutulan kitaplar Fransızca idi:

-ELEMENT DE BOTANIQUE EI’ ECOLE DE MEDICINE IMPERIAL DE

GALATA SERAI (1842) / BOTANİK KİTABI

-PHARMACOPEE MILITAIRE OTTAMANE/FARMAKOPE KİTABI(1844)

-LES BAINS DE BROUSSE, EN BITHNINE// BURSA BANYOLARI(KAPLICA

RİSALESİ)(1842)

-PRECIS DE PERCUSSION ET D’ANSCULTATION A I’USAGE DE SES

LAÇONS (1843) /PERKÜSYON KİTABI

Dr. C.A. Bernard’ın PRECIS DE PERCUSSION ET D’ANSCULTATION A I’USAGE DE SES LAÇONS kitabının;

1-12 sayfalarda oskültasyon ve perküsyonun çok önemli olduğunu söylediği  solunum organlarının başlıca hastalıklarının (catarrhe, laryngite, bronchite, bronchestatie, pneumonie, akciğer ödemi, anfizem, tüberküloz, akciğer kanamaları, gangren, plörezi hidrotoraks, pnömotoraks) anatomo- patolojik karakterleri anlatmaktadır.

12-21 sayfalar perküsyona ayrılmıştır. Bu kısımda perküsyon percussıon immediate, percussıon mediate, percussıon sesleri, (açık, mat, timpanik gibi) açıklanmıştır.

21-30 sayfalar oskültasyon hakkında genel bilgilere ayrılmıştır.

30-39 sayfalarda solunum oskültasyonu üzerinde bilgiler verilmektedir. Solunum sesleri başlıca 3 gruba ayrılmaktadır. “vesiculaire, bronchique, indetermine” Kitapta bu raller hakkında geniş bilgiler vardır.

40-57 sayfalar solunum yolları hastalıklarında perküsyon ve oskültasyona ayrılmıştır. Örnek olarak, catarrhe, bronşit bronşektazi, pnömoni, akciğer ödemi, anfizem, tüberküloz, hemorajik  infarktüs, gangren, plörezi, hidrotoraks ve pnomotoraks üzerinde durulmuştur.

57-68 sayfalar dolaşım organları hakkında genel bilgiler içermektedir.

68-90 sayfalar kalp seslerini detaylı olarak inceleyen kısımdır.  Kalp kaviteleri, büyük arterler ve perikard ayrı ayrı incelenmiştir.

Son sınıfta hocalar tarafından usta ve yetenekli olanlar tespit edilerek, imtihan edilmiş ve başarılı olanlar askeri hastaneler veya ordunun tabur ve alaylarına ‘muavin tabip’ unvan ile tayin edilmiş.

Bu muavin tabipler bir hekimin gözetiminde birkaç sene hizmet ederek tecrübe sahibi olduktan sonra, başka hekime bağlı olmadan hasta bakmaya ve ilaç yazıp vermeğe yetkili olarak ‘müstakil tabip’ oluyorlardı.

Bu öğrencilerin başarılı olanlar› Mirliva (albay), ikinci derecede başarılılar kaymakam rütbesiyle gereken yerlere tayin ediliyordu.

1857 yılında Tıbbiye’de özel bir sınıf açılmış.

"Mümtaz sınıf" okulun kabiliyetli çalışkan öğrencilerinden seçilmişti. Burada amaç Türkçe tıp eğitimine geçilmesi için tıp kitaplarını Türkçeye tercüme edecek bir ekip oluşturmaktı.

SİVİL TIBBIYE

Osmanlı Devleti’nin hekime olan ihtiyacı göz önüne alınarak 2 Ocak 1867 tarihinde Türkçe tıp eğitimi yapan "Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye" (Sivil Tıp Mektebi) açıldı.

1870 yılında da Askeri Tıp okulunda dersler Türkçeleşti. 1878 yılında şimdiki Sirkeci tren istasyonu yakınındaki Demirkapı’daki askeri kışlaya taşınıldı.

ABDÜLHAMİD DÖNEMİ

1894 yılında Sultan II. Abdülhamit’in emriyle Haydarpaşa’daki Tıbbiye binası inşa edilmeye başlandı. 6 Kasım 1903’de bu binaya taşınıldı.

1909 yılında askeri ve sivil tıbbiye okulları birleştirilerek ismi "Darülfünun Tıp Fakültesi" oldu.

Darülfünun Tıp Fakültesi mezunları şöyle yemin ediyorlardı:

“Mûmâ ileyh, veliyy-i nimet-i a’zam ve akdesimiz padişah-ı hılâfetpenâh es-Sultan el-

Gâzi Abdülhâmit Hân-ı sâni efendimiz hazretlerine sadâkatla ifây-ı hizmet edeceğine ve

gerek zengin olsun ve kangı milletten olursa olsun davet edildiği hastalara iffet ve hüsni

edep vechile ve tedaviye müsâreat ve teşhis ve tedavi marazlarında kemâliyye itina ve

dikkat eyleyeceğine ve kasden iskât-ı cenin(çocuk düşürmek) içün hiçbir bahane ilâç

vermeyeceğine ve akeri aileleri hastaları tarafından celp ve davet olundukta icâbetle

meccânen ve tekâyüddât-ı kâmile ile tedavi edeceğine ve muhtâcîn ve fukaranın inkisârı

kulûbuna cür’et eylemeyeceğine ve ağır hastalarda konsülteye sahîhan ihtiyaç görürse,

meşverete mutemedi olan etıbbâyı hâzikayı davet edeceğine (ve itâsında kemâl-i ihtiyaç

ve tefekkürle davranavağına ve eşyay-ı mîriyeyi hüsn-i muhafaza eyleyeceğine (devlet

malını güzelce koruyacağına) ve muayenelerde ve rapor tahrîriinde istikametve

dikkatten inhiraf etmeyeceğine (raporun hazırlanmasında doğrudan sapmayacağına) ve

nizamât ve kavânine itaat eyleyeceğine yemin etmiştir.”

TIP EĞİTİMİNDE 1912-1922 DÖNEMİ

Tıp eğitimimizde önemli bir dönem de 1912-1922 yıllar arasındaki on yıldır. Bu dönemi üçe ayırmak gerekir: Balkan Harbi,  I. Cihan Harbi Mütareke dönemi.

1912 yılında Balkan Savaşı Başladı.

1912 yılının Ekim ayında seferberlik ilan edildi. Bu tarihte Darülfünun Tıp Fakültesi’ndeki derslere de ara verildi.

Hocalar ve son sınıftaki hekim adayları askeri birliklere atandılar.

Tıbbiye binasının her yeri hastaneye çevrilmişti.  Klinik yataklar yaralılara kafi gelmeyince dershaneler, koğuşlar hatta koridorlar bile hastane görevi görmeye başladı.

I CİHAN SAVAŞI

Tıp Fakültesinin 1 yıllığına kapatıldığı ilan edildi.

Hocalar gereken cephelere gönderilmiş, Tıbbiye son sınıf öğrencileriyle 3. 4. 5. sınıf öğrencileri askeri birliklerde görevlendirilmişlerdi.

Son sınıfın en çalışkan ve bilgili öğrencileri Kafkasya cephesine gönderilmiş. Orada çoğu tifüs hastalığından ölmüştür.

Fakülte gene “Mecruhin” yaralılar hastanesi ve Hilal-i Ahmer Hastanesi oldu.

Birinci Dünya Savaşı boyunca toplam 765 tıp öğrencisinden 346’sı şehit düştü ve geri dönemedi. 1915 yılında Tıbbiye' ye kaydolan 1. sınıf öğrencilerinin tamamı Çanakkale’de şehit düştü ve bu nedenle de Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane 1921 yılında hiç mezun veremedi.

MÜTAREKE DÖNEMİ

Tıbbiye 1916’da  eğitime tekrar başladı.

İtilaf Devletleri askerleri 13 Kasım 1918’de İstanbul’u işgal etti. 21 Kasım 1918’de Meclis-i Mebusan feshedildi. Aralık 1918’de Tıbbiye binası da işgal edildi.  Haydarpaşa’daki tıp eğitimi İngiliz askerlerinin 5 sene sürecek işgal dönemine girdi.

İngilizlerin, Haydarpaşa'daki binaya da el koymalarına Fakülte Reisi Âkil Muhtar Bey  muhalefet etmiş.  Tıp Fakültesi öğrencileri de karşı durmuşlar. Fakültede Hocaların bir bölümü Malta'ya sürülmüş.

Öğrenciler,  Haydarpaşa'daki binanın iki kulesi arasına Boğaz’daki işgal gemileri arasına çok büyük bir bayrak asmışlar.

14 MART TIP BAYRAMI

Tıp Bayramı ilk defa 14 Mart 1919 da böyle bir ortamda kutlanmış.

Beyazıt’ta Darülfünun Konferans salonunda Kutlanan Tıp Bayramına; o günkü Tıp Fakültesinin önde gelen hocalarından Dr. Fevzi Paşa, Dr. Besim Ömer, Dr. Akil Muhtar, İstanbul’daki hastanelerin hekimleri, Tıp öğrencileri katılmış.

Kızılhaç temsilcileri ve basının da davet edildiği toplantıda Söz alan Dr. Memduh Necdet Bey “İstanbul bizimdir, çünkü şehitler ve tarih, buradadır, Halife ve Hakan yatağı burasıdır” diyerek sözlerini bitirirken salon alkışlarla inler. Tıbbiye mesajını vermiştir. Kutlama işgale karşı sert bir tepkiye dönüşür.

TIBBIYELİ ÖĞRENCİLERİN ‘İSTİKLAL’  KARARLILIĞI

Öğrenciler, Sivas Kongresi’ne katılmak, desteklerini bildirmek istiyorlardı. Okulun hamamında toplandılar, Sivas kongresine katılma kararı aldılar.

Herkes gitmek istiyordu, büyük sorun yol parası bulmaktı, ancak üç kişiyi gönderebileceklerdi. Yapılan oylama ile üç kişi seçildi; Hülagu, Yusuf (Naci Ceylan), Hikmet (Mehmet Boran) beyler. Fakat 15 lira toplanabilmişti ve bununla yalnız Hikmet Bey gidebilecekti.

Mustafa Kemal’i ve kongrede alınan kararları desteklediklerini bildiren mektup hazırlandı.

Sivas Kongresinde, Tıbbiyeli Hikmet, manda tartışmalarından rahatsız olduğu için söz alır ve şunları söyler:

”Paşam! Temsilcisi bulunduğum tıbbiye, bağımsızlık savaşımızı başarmak için açtığınız çalışmalara katılmak üzere beni gönderdi. Amerikan mandasını kabul edemem. Kongre bu yolda bir karar verecek olsa bile, bunlar kim olursa olsun, bütün gücümüzle karşı çıkarız. Varsayalım ki, Amerikan mandasını siz de onayladınız. Size de karşı geliriz. Sizi kurtarıcı değil, vatan batırıcı sayarız. Tel’in ederiz.”

Mustafa Kemal bu sözlerin üzerine “Arkadaşlar, gençliğe bakın, Türk milli bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin” der ve Tıbbiyeli Hikmet’e dönerek:

“Evlat, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyordum. Biz mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal, ya ölüm” der.

Tıphâne-i  Amire’nin kuruluşundan 94 yıl sonra, Tıp Bayramı 14 Mart 1921’de Kadıköy’ünde Hale sinemasında tekrar kutlanır ve 14 Mart kutlamaları gelenek halini alır.