31 Mayıs 2022 Salı

 

SİSTEMİN ROBOTLARI

Yüzyıllardır yapılan tüm devrimlere rağmen insanın insanı sömürmesine son verilemedi.

Yıllarca krallar, hükümdarlar, ağalar beyler önce kendi halkını sömürdü, yetmedi daha sonra da vantuzlarını diğer milletlere yerleştirdi.

Kapitalizmin gelişmesiyle sömürenler değişti; sermaye birikimi yeni sömürgenler yarattı.

Kapitalist ülkelerin büyük sermayesi, parayı siyasi, askeri, ekonomik güce dönüştürmüş durumda. Askeri gücünü kullanarak ülkeleri işgal ediyor, asıyor, kesiyor, öldürüyor, eziyor o ülkeyi ucuz ham madde, ürettiği mallar için pazar ve ucuz iş gücü kaynağına dönüştürüyor.

Siyasi ve ekonomik gücünü kullanarak ve psikolojik yöntemlere başvurarak darbeler yapıyor, iktidarlar belirliyor.

Kapitalist sistem, kompradorları ve işbirlikçileri çok iyi kullanır. Bir de farkında olmadan saf bir şekilde emperyalizme hizmet eden kimseler vardır ve bunlar çoğunluktadır. Bunlar neoliberal sistemin robotlarıdır.

Neoliberal sistem, psikolojik yöntemleri kullanarak, insanları kendisine hizmet eden robotlara dönüştürür. Bu robotlar kapitalizmin hizmetkârları haline gelirler ama bunun bilincinde değillerdir.

Bu robotlar birbirlerine çok benzerler çünkü hepsi aynı propaganda aygıtı tarafından programlanmışlardır.

ROBOTLAŞMANIN TARİHİ GEÇMİŞİ

Emperyalist sistemin bu robotlaştırma eyleminin tarihi geçmişi de var:

Emperyalizm, Osmanlı İmparatorluğu’nu 19. Yüzyıl içinde yemeye karar verince, sadece askeri değil, ekonomik ve siyasi yöntemleri de yoğun biçimde kullanmış. Özellikle Kırım savaşından sonra aşırı miktarda borçlanan Osmanlı, emperyalizmin ‘Tanzimat’ tuzağına düşmüş. Bu dönemde, yabancı dilde eğitim yapan okullar ülkenin her tarafına hızla yayılmış. Rahipler, papazlar, rahibeler ülkenin her yanına dağılmış. Bunların gayretiyle, o zamana kadar Türk ve Müslümanlarla kardeş kardeş yaşayan Hristiyan ve Museviler, Batılı ülkelerin hizmetine girmiş. Osmanlı içindeki komprador burjuvazi bunlardan oluşmuş. Bu kompradorlar, Batılı firmaların Türkiye içindeki maşaları olmuş.

Bu komprador burjuvazinin benimsediği yabancı kültür ‘çağdaşlaşma’ adı altında Türk aydınlarına benimsetilmeye Tanzimat ile başlanmış. Böylece kendi kültürüne yabancılaşmış, halkından uzaklaşmış, Batı hayranı bir kitle oluşmuş. Emperyalist sistemin kullandığı ilk robot topluluğu bu şekilde kurulmuş.

ROBOTLAŞMA NASIL SAĞLANIR

Sistem, çoğu zaman hükmetmek ve sömürmek için silah kullanmak yerine, sömürmek ve egemen olmak istediği ülkede psikolojik yöntemlerle robotlar oluşturmayı ve amacına sert müdahalelerle değil, yumuşak dokunuşlarla ulaşmayı tercih ediyor. İnsanları psikolojik yöntemlerle özgür olduğuna inandırıyor ama beyinlerini tutsak ediyor ve onları kolaylıkla yönlendiriyor, kullanıyor ve hükmediyor.

İnsanlar, ideallerinin, inançlarının, ideolojilerinin tutsağıdır. Bu nedenle, sistem, insanlara inanç, ideal ve ideoloji yükleyerek esir alabiliyor.

Bunun için başta ABD olmak üzere Batılı ülkelere karşı hayranlık uyandırılır. Neoliberal görüşleri savunanlar maddi ve manevi olarak ödüllendirilir.

Robotlaştırılmak istenen bireylerin beyinleri çalınır ve yalan yanlış bilgilerle doldurulur. Beyinleri sisteme tutsak olan bireylerin özgür olma şansları kalmaz. Bunlar sömürünün aleti ve aracı haline gelirler.

Bu robotlar sömürüldüklerinin farkında olmadan kendilerini ya da başka insanları suçlarlar ama sistemin kötülükleri asla akıllarına gelmez. Sisteme boyun eğmişlerdir ama kendilerini özgür hissederler. Böylece Sistem’e karşı durma direnci yok edilir.

Ülkeler değil, beyinler işgal edilir. İnsanlara inanç, fikir, duygu ve amaç yüklenir.

ROBOTLARIN ÖZELLİKLERİ

Aynı propaganda aygıtı tarafından programlanmış bu insanlar birbirlerine çok benzerler. Aynı fikirleri savunurlar, aynı kişilerden nefret ederler, aynı kişileri sever ve takdir ederler.

Bunlar yaptıklarının farkında değildir. Neyi savunduklarının, neye karşı çıktıklarının bilincinde değillerdir.

Bu robotlar yaptıklarını, söylediklerini, savunduklarını kendim yaptım, kendim söyledim, kendim savundum sanır ama aslında bunları robotlar yapmıştır. 

Böyle insanlar, özgür değildir, başka kimselerin veya güçlerin empoze ettiklerini kendi düşüncesi sanır ve şahsiyet olmaktan çıkar, kendisine yabancılaşır.

Bu robotlar öğrenilmiş cehalet içindedirler. Bu cehalet onları gerçeklerden, doğrulardan uzak tutar.

Üretilmiş nefret, sevgi ve kaygı gibi duygularla insanlar yönlendirilir. Duygular robotları yönlendirmek ve yönetmek için dizgin ve kamçı olarak kullanılır.

Akademik kariyerlerinin en üst noktasına gelmiş ama sistemin robotu olmaktan kurtulamamış çok sayıda insan var. Kendi alanlarında bilgililer ama günlük hayatta bilimsel yöntemlerle gerçeği araştırmayı öğrenememişler. Bu robotlaşan kimseleri kendilerine öğretilen gerçek dışı bilgiler, dışardan yüklenen duygular ve geliştirilen tutkular yönetir ve yönlendirir.

İnsanlar şartlandırılarak özgürlükleri ellerinden alınır. Şartlandırılanlar proje insan olur ve robota dönüşür. Robotların ne yapacağını, neden nefret edeceğini, neyi ve kimi seveceğini bu şartlandırmalar belirler.  Şartlanmış insan özgür düşünemez. Böyle robotlardan oluşan toplumlarda insanlar seçimlerini şartlandırmalar doğrultusunda yapar.

Eleştirel düşünceden uzaklaşınca kişinin özgün düşünce, duyum ve arzuları da kaybolur. Bunların yerini, katıldığı sürünün veya bir parçası olduğu robotlar topluluğunun düşünce, duyum ve arzuları alır.

Özerkliği öğrenememiş, özgün düşüncelere sahip olamamış insanlardan oluşan toplumlar sorunludur.

Kimlik, insanın normlarını, seçimlerini, değerlerini içerir. İnsanları robotlaştıran otorite,  kimlikleri de değiştirir ve toplumları farklılaştırır.

Robotlardan oluşan bir kitle yaratılınca farklı düşünenler bu kitleden dışlanır. CHP’den gerçek Atatürkçülerin ve İP’den gerçek ülkücülerin dışlandığı gibi…

ROBOTLARI TANIYALIM

Küreselleşmiş neoliberal sitemin egemen gücü olan büyük sermayenin piyonu olmuştur.

Öğretilmiş yanlışlıklar içerisindedir; bu yanlışları doğru sanır.

Geniş halk kitlelerinin, emekçi sınıfların, üreten kesimlerin savunucusu olmaktan çıkar, rant peşinde koşanlara hizmet eder.

Milli devlete yönelik tehditleri algılayamaz ve bilerek veya bilmeyerek dış güçlere hizmet eder.

Milletini hor görür, yabancı hayranlığı içerisindedir.

Vatanını bölmek, milli birliğini bozmak isteyenlere karşı cephe alacağına, onlarla birlikte hareket eder.

Paranın siyasal, ekonomik güç olduğu bir toplumu benimsemiştir; emekçilerin bu güce sahip olanlar tarafından ezilmesine, sömürülmesine ses çıkarmaz. 

Ülke içindeki toplumsal sorunların çözümü için emperyalist ülkelerden destek ve yardım bekler.

Tam bağımsızlık diye bir ilkesi, arzusu yoktur.

NEOLİBERAL SİSTEMİN PROPAGANDA ARAÇLARI

İsteklerimizin, düşüncelerimizin, duygularımızın ne ölçüde biz ait olduğunu ve ne oranda dışardan empoze edildiğini anlamamız için gerçekten özgür olmalıyız. Günümüzde özgürlüğün önündeki en büyük engel neoliberal sistemin propaganda araçlarıdır.

Devrimlerle kralın, ağanın, derebeyinin otoritesi bitti ama sermaye sahiplerinin otoritesi düşünceler ve duygular üzerinde baskın rol oynamaya başladı. Sistem’in kendisi düşünce ve inanç özgürlüğünü yok eden otoriteye dönüştü.  Toplumu yönlendirecek, gerçek dışı bilgiler yükleyecek araçlar silaha dönüştü ve sermayenin eline geçti.

Sistemin insanları robotlaştırmak için kullandıkları en önemli silahları: Gazeteler, dergiler, kitaplar,  televizyonlar(Fox TV, CNN TV, Bloomberg) TV, filimler (Hollywood, Netflix, Disnayland ), sosyal medya…

Bu araçları kullanan emperyalizm, robotlardan oluşmuş sürüleri kolaylıkla kullanabiliyor ve ülkesine, milletine ihanet edecek duruma getirebiliyor.

Bunun en iyi örneği FETÖ terör örgütü. FETÖ mensuplarının ne ölçüde vatan, millet haini olduklarını, Amerikan askerlerinden bir farkları olmadığını 15/16 Temmuz gecesi gördük.

TÜRKİYE’NİN GELECEĞİNİ GERÇEKTEN ÖZGÜR OLANLAR BELİRLEYECEK

 Türkiye’nin geleceği için, ikinci istiklal savaşını zafer ile taçlandırmamız için ve üretim devrimini gerçekleştirmemiz için özgürce ve eleştirel olarak düşünen, “Müdafaa-i Hukuk” ve “Hakimiyet-i Milliye” ülküsünü benimsemiş kadrolara ihtiyacımız var. Robotlaşmış, sürüye dönüşmüş, emperyalizmin piyonu haline gelmiş, sahte Atatürkçülerden, sahte milliyetçilerden, sahte solculardan, sahte dindarlardan bu ülkeye hayır yok.

18 Mayıs 2022 Çarşamba

 

19 MAYIS’TA ATATÜRK’Ü ANMAK

Türk Milleti’nin 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutluyorum.

19 Mayıs 1919 Türk Devrim tarihinin en önemli günlerinden birisidir. O gün milletimizin büyük devrimci önderi Mustafa Kemal Paşa ve ona inanmış bir avuç vatanseverin Samsun’a çıkması ile birlikte Türk Bağımsızlık Savaşının ikinci dönemi başladı.

19 Mayıslarda Atatürk’ü anmak ve günümüzün sorunlarını onun ışığında değerlendirmek bu bayramın ruhunun gereğidir.

Atatürk’ü Can Dündar, Yılmaz Özdil gibilerden öğrenenler çok muhtemeldir ki Atatürk’ü şöyle anacaklardır:

Bunlar, Atatürk’ün suya sabuna dokunmayan bazı sözlerini paylaşırlar. Çocukları çok sevdiğini, çok iyi giyindiğini, ayakkabılarının hep boyalı olduğunu, çok yalnız bir hayat yaşadığını, çok müşfik birisi olduğunu, rakıyı leblebi ile içtiğini, kahveyi şekerli sevdiğini filan birbirlerine anlatırlar. Hayran oldukları Batı’nın hayat tarzına uyup yaşayarak Atatürkçülük yaptıklarını sanırlar.

ATATÜRK’Ü EYLEMLERİ İLE ANMAK GEREK

Kemalizm’i anlamadan Atatürk anılırsa eksik ve yanlış olur.

Atatürk’e ‘Kemalizm’ nedir diye sorulduğunda ‘Yaptıklarımızdır’ diye cevap vermiştir.

Atatürk’ün yaptıkları denince, onun üç önemli eylemi akla gelir: Emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı, egemenliği padişahtan alıp millete vermek ve Türkiye halkını ümmet aşamasından millet aşamasına dönüştürmek.

Bütün bunlar iç içe geçmiş, birbirinden bağımsız olmayan eylemlerdir. Bunların birleşimi ise, Türk Devrimi’dir.

Atatürk’ün yaptığı bu büyük devrim maalesef kurtuluş savaşının gölgesinde kaldı. Çocuklarımıza Atatürk’ün devrimci kimliğini tam olarak anlatamadık. Onu, bir savaş kahramanı olarak bıraktık. Savaşın ise, Yunanistan ile bizim aramızda olduğunu anlattık. Kurtuluş savaşımızın emperyalizme karşı kazanıldığını adeta gizledik.

Bugünlerde bunun acısını çekiyoruz; kendisini Atatürkçü ilan eden önemli bir kesim, ne yazık ki, emperyalizmin planlarında bilinçsizce piyon oluyor.

KALKIŞMALAR VE ATATÜRK

Madem ki Atatürk’ü anıyoruz, bugüne ışık tutması için onun iç isyanlara karşı tavrını da hatırlayalım.

Bağımsızlık savaşı verdiğimiz yıllarda ve daha sonrasında çıkan kalkışmalara bakıyoruz, hepsinde emperyalist güçlerin parmağı var. Taktikleri ise, etnik farklılıkları kaşıyarak ve din elden gidiyor propagandası yaparak insanları isyana teşvik etmek. Düzce, Şeyh Sait, Seyit Rıza, Dersim isyanının özünde emperyalistlerin parmağı olduğu açık.

Atatürk bu isyanları en sert biçimde ezmiş, asla müsamaha göstermemiş ve isyanın elebaşlarını da asmıştır. Bu tavır tam bir devrimci tavırdır. Devrimden tavizler verilerek Cumhuriyet korunamaz.

Gelelim günümüze, PKK ve FETÖ iki kanlı örgüt; ikisi de Türkiye’yi bölmek ve egemenlikleri altına almak için emperyalistlerin kullandığı birer araç. İkisi de karşı devrim hizmetçisi.

Dünün Batıcıları gibi bugünün Batıcıları da devrimden yana değil, emperyalizmden yana bir tavır içindeler. Türkiye’yi bölmeye çalışan PKK/HDP ile işbirliği yapmaya devam ediyorlar.  Ne acıdır ki, bunu da sırtlarına Atatürk resimli tişörtler giyerek ve ellerinde Atatürk posterli bayraklar sallayarak yapıyorlar. Karşı devrimin enstrümanı haline gelmişler ama haberleri yok.

DEVRİM-KARŞI DEVRİM

Atatürk ancak devrimlerle anılır. O, dünyanın en büyük devrimcilerinden birisidir.

Türk Devrimi’nin özünde Müdafaa-i Hukuk vardır. Müdafaa-i Hukuk yani başta Türk milleti olmak üzere mazlum milletlerin haklarını savunmak ve korumak. Bunun iki ayağı var: İstiklal-i Tam (Tam Bağımsızlık) ve Hakimiyet-i Milliye (Millet Egemenliği). O günkü şartlar içerisinde bu amaca milli demokratik devrim ile ulaşılmış.

Atatürk’ün vefatından itibaren, onun devrimci anlayışı kaybolmuş hatta karşı devrim diyebileceğimiz gelişmeler oldu: Topraklarımızda yabancılara üs verdik, ikili anlaşmalar yaparak bağımsızlığımızı zedeledik, milli ordumuzu yabancı güçlerin emrine verdik, ekonomimizin milli özelliğinden tavizler verip yabancı sermayeyi söz sahibi kıldık. Ve bunları da Atatürkçü geçinen yönetimlerin zamanında yaptık. Sözüm ona Atatürkçülerin, günümüzde de bu eylemleri savunmaya devam etmesi ise gerçekten ibret verici!

Oysa bakın Atatürk ne diyor: “Milletimizin kurduğu yeni devletin mukadderatına, istiklâline, unvanı ne olursa olsun hiç kimseyi müdahale ettirmeyiz! Milletin kendisi, kurduğu devleti ve onun istiklâlini muhafaza ediyor ve ilelebet edecektir.”

Bir ayakları Amerika’da, diğer ayakları Londra’da olanların, iktidara gelmek için, Amerika’dan destek bekleyenlerin, Amerikan ve AB ülkeleri büyükelçileri ve IMF yetkilileri ile otel odalarında gizlice görüşenlerin, Amerika ile 2 sayfa, 9 maddelik anlaşma yapanlarla beraber olanların Atatürkçülüğünden ve cumhuriyetçiliğinden söz edilemez.

SÜREKLİ DEVRİM

Atatürk’ün bir de şu sözlerine bakalım: “…millet zikrettiğim değişimlerin ve devrimlerin tabii ve zaruri bir hakikati olarak, umumi idarenin ve bütün kanunların, ancak dünya ihtiyaçlarından ilham almasını ve ihtiyaçlarını gelişme ve değişmeleriyle aralıksız değişmesini kabul eden ‘dünyevi bir idare’ anlayışını ‘hayati’ saymıştır.”

Bu ifade ile anlatılan ‘sürekli devrim’ değildir de nedir? Müdafaa-i Hukuk amacına, o günkü şartlar içerisinde milli demokratik devrim ile ulaşılmıştı.

Türk milleti olarak öncelikle Atatürk’ün ölümünden sonra karşı devrimlerle yaralanan Milli Demokratik Devrimi tamamlamalıyız.  Yarın ise, sürekli devrimin gereği olarak, ‘sosyalizm’ neden olmasın?