29 Ağustos 2015 Cumartesi

Vatan Partisi Kayseri İl Örgütü olarak Türk Milletinin 30 Ağustos Zafer Bayramını kutluyoruz.


30 Ağustos Zafer Bayramı Türk Milletinin en büyük bayramlarından birisidir. Büyüklüğü öneminden kaynaklanmaktadır. 30 Ağustos Türk İstiklal savaşının son aşamasıdır. Bu savaş 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ile başlayan ve  İzmir'e Yunan askerinin çıkması ile en ileri derecesine ulaşan düşman işgalinden Türk vatanını ve Türk milletini kurtaran bir savaştır. Bu savaşın kazanılması ile Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş ve milletimiz istiklaline kavuşmuş, millet egemenliği tesis edilmiştir.


Mustafa Kemal Atatürk bu büyük zaferi şöyle değerlendiriyor:


“Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekât Türk ordusunun, Türk subay ve komuta hey'etinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçiren muazzam bir eserdir.

Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklâl düşüncesinin ölümsüz bir âbidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evlâdı, bir ordunun başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.”


Bu zaferi kazanarak bize hür ve müstakil bir vatan bırakan, başta Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Paşa, Garp Orduları Komutanı İsmet Paşa ve Milli Savunma bakanı Kazım Paşa olmak üzere, neferinden, en üst düzeydeki komutanına kadar ordumuzun tüm mensuplarına,  şehitlerimize, gazilerimize ve ordumuzun galip gelmesi için her türlü fedakarlığı gösteren kadın, erkek tüm milletimize şükranlarımızı ve minnetlerimizi sunuyoruz.


Bu savaş bir vatan savaşı idi. Türk milleti bu savaşı sadece Yunanlılar karşı değil, yedi düvele yani emperyalist ülkelerin tümüne karşı verdi ve kazandı.


Türk milletini ve vatanını bölmek ve vatan topraklarımızın bir kısmınında Kürdistan ve Ermenistan isimli kukla devletler kurmak isteyen, başta İngiltere olmak üzere, emperyalist ülkeler, Sevr Antlaşmasını bize zorla kabul ettirmek istediler. Bunun için Yunanlıları üzerimize saldırttılar.


Biz Dumlupınar'da sadece Yunanlıları değil tüm emperyalist devletleri yendik.


Vatanımızı bölmek için dün Yunanlıları kullanan emperyalist güçler, son yıllarda da PKK denilen terör örgütünü kullanıyorlar. Sevr'i kabul etmemiz için Yunanlıları bize saldırtan güçler şimdi de BOP'u kabul ettirmek için PKK üzerinden aynı oyunu tezgahlamaya çalışıyorlar.


Dünkü savaşımız da vatan savaşı idi; bugün PKK'ya ve emperyalistlerin yerli işbirlikçilerine  karşı yürüttüğümüz mücadele de bir vatan savaşıdır.


Dün, milletimizin büyük desteği ile vatan savaşını kazanan kahraman ordumuz, Yunanlıları nasıl denize döktü ise, bugün de PKK'yı, belki denize değil ama tarihin çöplüğüne dökecektir.

Dün emperyalistlere karşı verdiğimiz Vatan savaşını nasıl kazandıysak, bugünkü vatan savaşını da öyle kazanacağız.


Milletimize ve ordumuza güveniyoruz. Çünkü biliyoruz ki, hiçbir güç, Türk milletinin bağımsız ve özgür yaşama arzusu ve vatan sevgisi kadar kuvvetli değildir.

Eyup S. Karakaş.
Vatan Partisi İl Başkanı

"ASIL OLAN İÇ CEPHEDİR"

Biz İstiklal savaşını yaptık çünkü Türk vatanın her karışı bizim olsun; her karış toprağında milletimiz bağımsız olsun, özgür olsun ve milli egemenlik olsun. Bunun için Sevr'i yırttık, Lozan'ı imzaladık. İstiklal Savaşını yapmasaydık, esarete razı olacaktık, vatan topraklarının bir  kısmını yabancıların egemenliğine bırakacaktık. Bırakmadık, bundan sonra da bırakmayız. Kararımız kesindir.

24 Temmuz'da PKK'ya karşı başlatılan mücadele işte bu kararlılığın gereğidir. Vatanın her karış toprağında Türk Milleti egemen olacak, özgür olacak ve bağımsız olacak. Amaç budur. Onun için bu mücadele de bir vatan savaşıdır.

Bu savaştan ya Türk milleti galip çıkacak ve milli birlik sağlanıp, vatan topraklarını bölme heveslerine dur diyecek ya da ABD güdümündeki PKK kazanacak ve Sevr hortlamış ve yaşama geçmiş olacak. 30 Ağustos da anlamını yitirmiş olacak.

Bu savaşı kaybetmek istemiyorsak iç cepheyi sağlam tutmalıyız ve mehmetçiklerimizle birlikte olduğumuzu onlara anlatacağız.

Bu savaşı sadece TSK veya emniyet güçleri vermiyor, bu savaşı millet olarak hepimiz veriyoruz. Savaş milletin azim ve kararı ile kazanılır. Hiç kimsenin milletin azim ve kararını bozmaya çabalamasını hoş görmeyiz.

’’Asıl olan iç cephedir. Bu cephe, bütün memleketin ve bütün milletin vücuda getirdiği cephedir. Zahiri (görünen) cephe ise; doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silah cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilebilir. Fakat bu hal hiçbir vakit bir memleketi mahvedemez. Mühim olan, memleketi temelinden yıkan ve milletimizi esir ettiren, iç cephenin düşmesidir. Bu hakikati bizden iyi bilen düşmanlar, bu (iç) cephemizi yıkmak için asırlarca çalışmış ve çalışmaktadırlar.”  Bu gerçekleri Atatürk dile getirmiş. Her savaşın bir de psikolojik boyutu var. Bu boyut ihmal edilirse iç cephe düşer ve zafer hayal olur.

24 Temmuz'dan itibaren iç cepheyi zayıflatmaya yönelik propaganda başladı. Bu mücadelenin Saray savaşı olduğu, Tayyip Erdoğan'ın başkan olmak için başlattığı, uçaklarımızın dağı taşı boşuna bombaladığı fikri yayılmaya çalışıldı.

Bu ifadeler köyde, şehirde, dağda, düzde her türlü koşulda PKK'ya karşı mücadele eden Mehmetçiklerimiz için  "bu savaş sizin savaşınız değil, milletimizin savaşı değil, Tayyip'in savaşıdır; savaşmazsanız da olur  anlamını" taşır. Şehit yakınları için de "eşiniz, oğlunuz, kardeşiniz vatan uğruna değil; AKP uğruna öldü" anlamını taşır. Milletimizin kendi askerine destek olmaması için çağrı yapmak anlamını taşır.

Bir iç cephe daha nasıl düşürülebilir ki?

Türkiye'nin bu noktaya gelmesinde en büyük sorumlu ABD güdümündeki PKK ile gizli açık koalisyon kuran AKP ve onun lideri Tayyip Erdoğan'dır. Bunu biliyoruz ve zamanı gelince de hesap sorulacağından eminiz.  PKK'ya karşı verilen bu mücadelede, TSK'nin ve emniyet güçlerimizin arkasında durmak AKP'yi aklamak anlamına gelmez.AKP ve Tayyip Erdoğan'ın bu sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.

Bugüne kadar Türkiye Cumhuriyetinin yanında olmuş, onun kazanımlarını korumak için yazları ile mücadele etmiş bazı yazarlarımızın iç cepheyi düşürme tehlikesine yol açan yazılarını okudukça, çok üzülüyoruz.

Bugünkü yazısında Bekir Coşkun da aynı hatayı yapmış. Bu kutsal mücadeleyi Tayyip'e mal etmiş. Bu şekilde Tayyip'e hizmet etmiş. Bekir Coşkun dolaylı olarak şunu söylemiş oluyor:  Bu mücadeleden Türk Milleti başarılı bir şekilde çıkarsa, zafer Tayyip'indir. Bundan daha büyük Tayyip Erdoğan yandaşlığı olabilir mi? Umarız Bekir Coşkun bu hatadan kısa süre içinde döner.

Bize göre, bu savaş Erdoğanların, Davutoğullarının savaşı değildir. Bu savaş Türk Milletinin savaşıdır. Bu savaşı Türk Milleti TSK ve emniyet güçleri vasıtasıyla yürütmektedir. Sonuç  zafer olacaktır ve bu zafer de öncelikle mücadeleyi yürüten askerlerimize, polislerimize ve tüm Türk Milletine ait olacaktır. Gün gelecek Erdoğan'dan da hesap sorulacaktır.

26 Ağustos 2015 Çarşamba

BİR BÜYÜK ZAFERİN MÜJDECİSİ: 26 AĞUSTOS

Ya istiklal ya ölüm parolası ile başlayan Türk'ün kurtuluş mücadelesinde 26 Ağustos 1992 çok önemli bir dönüm noktasıdır. İstiklal savaşının başladığı günden bu tarihe kadar hep savunmada kalan Türk Ordusu, bu tarihte düşman askerlerini yurdundan kovmak ve Cumhuriyete giden yolu açmak için taarruza başlar.

Taarruz 26 Ağustos sabahı top atışları ile başlar. Mustafa Kemal Atatürk o sabahı şöyle anlatır:

"Arkadaşlar! Topçularımız bu mevzilere gece geldiler ve karanlık içinde mevzi aldılar ve fecirle beraber bütün dünyanın gözlerinin açıldığı zaman ateşe başladılar. Kemali takdirat ve hürmetle bunu zikretmek isterim ki, topçularımızın o gün göstermiş olduğu maharet ve vukuf, bütün dünya topçuları için misal olacak mahiyetteydi. Hayat-ı askeriyemde bu kadar mükemmel bir topçu ve bu kadar mükemmel idare edilmiş bir topçu ateşi nadiren gördüm. Topçularımız saat 4.30’da endahta başladılar; bilirsiniz ki, topçulukta evvelâ ateş tanzim etmek için, endaht yapılır. Yarım saat zarfında bütün bu cephe üstünde endaht tanzim edilmiş ve saat beşte yani yarım saat sonra, bu saydığım nikat üzerine şiddetle tesir endahtına başlanmıştır"

26 Ağustos sabahı başlayıp beş gün beş gece devam eden Afyon-Karahisar ve Dumlupınar Meydan Muharebesinin sonunda düşmanın asıl kuvvetleri imha edilmiştir. Yunan Ordusu'nun kalan kıtaları yakarak, yıkarak ve sivil halkı öldürerek İzmir'e doğru kaçmış ve İzmir'de de denize dökülmüştür.

Ordumuz Afyon ile İzmir arasındaki 400 kilometrelik mesafeyi meydan muharebeleri yaparak 15 günde katetmiştir.  "Topçularımızın, piyadelerimizin, süvarilerimizin, makineli tüfeklerimizin, tayyarecilerimizin ve her sınıf askerlerimizin gösterdikleri gayret ve kahramanlık her türlü takdiratın fevkindedir. "

4 Ekim 1922 tarihinde Atatürk TBMM'ne savaş ile ilgili bilgiler verir: ""Milletin mukadderatını doğrudan doğruya deruhde ederek yeis yerine ümit, perişanlık yerine intizam, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskoca bir varlık çıkaran Meclisimizin, civanmert ve kahraman ordularının başında bir asker sadakat ve itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı, bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir memnuniyet içindeyim. Kalbim bu meserretle dolu olarak pek aziz ve muhterem arkadaşlarımı bütün dünyaya karşı temsil ettikleri hürriyet ve istiklâl fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyorum"

Bu büyük zafer 29 Ekim 1923 tarihinde kurulan Türkiye Cumhuriyetinin müjdecisi olmuştur. Bu zafer, aynı zamanda Misak-ı Milli sınırları içerisinde Türk Milletinin hür ve bağımsız olarak sonsuzluğa kadar yaşayacağının tescildir.

Türk Milleti, ecdadın büyük fedakarlıklarla vatan kıldığı bu toprakları da, bağımsızlığının ve egemenliğinin en büyük güvencesi olan Türkiye Cumhuriyetini de korumaya kararlıdır. Son günlerde ABD güdümündeki PKK terör örgütüne karşı verdiğimiz mücadele bunun en güzel örneğidir. Dün nasıl emperyalistlerin piyonu Yunanlıları Dumlupınar'da imha ettiysek, emperyalistlerin yeni piyonu eli kanlı PKK örgütünü de öyle yok edeceğiz. Ordumuza ve emniyet güçlerimize güveniyoruz ve kahramanlarımızı destekliyoruz.

25 Ağustos 2015 Salı

YA  MÜCADELE EDECEĞİZ YA DA BÖLÜNECEĞİZ

Sormak istiyorum: Şunlar birer gerçek değil mi?

100 yılı aşan bir süreden bu yana emperyalist güçler Fırat'ın doğusunda bir kukla devlet kurmak istemiyorlar mı? Sevr'in en önemli maddesi bu değil mi? Bu amaçla Güneydoğu Anadolu'da sürekli isyanlar çıkartmadılar mı? Şeyh Sait İsyanının, Dersim olaylarının arkasında hep bu batılı güçler yok mu?

1980'li yıllardan sonra kurulan PKK, ABD'nin bir piyonu ve maşası değil mi? ABD yetkilileri PKK ve PYD için bunlar bizim kara gücümüzdür demedi mi? PKK terör örgütünün bölücü eylemleri sonucu Türkiye'de binlerce insan ölmedi mi? PKK yöre halkını bebek, yaşlı, kadın erkek demeden öldürmedi mi? Bu bölgeye hizmet götürmek isteyen öğretmenleri, mühendisleri, teknik adamları öldürmedi mi? Askerlerimizi, emniyet görevlilerimizi şehit etmedi mi?

2002 yılında sıfırlanma noktasına gelen PKK terörü AKP'nin yanlış politikaları sonucu tekrar azmadı mı? ABD, AKP ve PKK ortaklığının beraber yürüttüğü çözüm süreci sonucunda Türkiye bölünme noktasına gelmedi mi?

ABD'nin kanlı planları sonucunda Irak ve Suriye parçalanma noktasına gelmedi mi? Irak'ın ve Suriye'nin kuzeyinde Kürdistan isimli ikinci İsrail'in kurulması için ABD, Barzani PKK ve PYD iş birliği içinde değil mi?

Bu süreç böyle giderse vatan topraklarının bir kısmı bizden koparılıp kukla devlete verilmeyecek mi?

Bütün bu soruların cevabı evet olduğuna göre esas görevi vatan savunması olan Türk Silahlı Kuvvetleri olaya seyirci kalabilir miydi? Elbette kalamazdı. Nitekim kalmadı da.

24 Temmuzdan itibaren yurt içi ve yurt dışı terör yuvaları dağıtılmaya başlandı. PKK militanlarının  en az 800'ü etkisiz hale getirildi. Bu rakamdan daha fazlası yaralanıp saf dışı bırakıldı.

AKP-PKK ortaklığının ABD güdümündeki "Kürt Açılımı"  sonucu güçlenen, silahlanan terör örgütü yaptığı kalleşçe saldırılar sonucu askerlerimizi, güvenlik kuvvetlerimizi şehit etmeye başladı. Hiç bir vatandaşımızın ölmesini istemeyiz ama şehit kanları ile vatan kıldığımız toprakları da ABD istiyor diye ona buna teslim etmeyiz.

TSK'nin ve güvenlik güçlerimizin PKK'ya karşı yürütüğü bu mücadeleyi "saray savaşı" olarak göstermek ve yapılan operasyonları AKP'nin tek başına iktidar olmak isteğine bağlamak fevkalade yanlıştır. Bu propaganda Mücadeleyi yürüten askerlerimize "savaşmayın, vatan topraklarını PKK'ya teslim edin" demektir. Milletin kendi silahlı güçlerini desteklemesine engel olmak demektir.

Yukarıda sıraladığım gerçeklere rağmen bunu yapanlar ABD'nin yani emperyalizmin yanında yer almış olurlar.

Bu hataya Tayyip düşmanlığından sağlıklı düşünemeyenler düşmektedir. TSK'ni desteklemek ayrı bir konudur, AKP iktidarını desteklemek ayrı bir konudur. İkisi birbirine karıştırılmamalıdır.  Emperyalizmin güdümüne girmiş sözde solcuların, liberal kafalıların oyuna gelinmemelidir.

Türk Milleti büyük bir çoğunlukla TSK'nin arkasında durmasını bilmiştir. Milletimizin artan desteği ile PKK denilen eli kanlı örgüt yok edilecektir. Vatanın ve milletin birliği korunacaktır. Yöre halkı bu örgütün baskısından ve tahakkümünden kurtarılacaktır. Bunda hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır.

Bütün bu sürecin sonunda da Türkiyeyi bu duruma sürüklüyenlerden hesap sorulması kaçınılmazdır.

21 Ağustos 2015 Cuma

EY AKP'YE OY VEREN ARKADAŞIM!

Her gün yeni şehit haberleri geliyor. PKK azmış, yakıyor, yıkıyor, askerlerimize saldırıyor. Emperyalizmi arkasına almış olan hain ve alçaklar ülkemizi bölmeye uğraşıyor.  Vatan savunmasını kutsal bilen ve askere kınalanarak, davulla, zurna ile giden   yavrularımız al bayrağa sarılıp silah arkadaşlarının omuzunda geri geliyor.

Dış borcumuz 400 milyar doların üzerie çıkmış. Dolar 3 lira olmak üzere. Dolardaki bir kuruş artış bile borç yükümüzü milyonlarca lira artırabiliyor. Ekonomi sarsıntı içinde. Yoksulluk, işsizlik artıkça artıyor.

Şimdi yıllardır AKP'ye oy veren vatandaşlarıma sesleniyorum:

AKP iktidarının ve Tayyip Erdoğan'ın yaptığı her türlü kötülüğü aslında sen yaptın. Çünkü sen AKP'ye sadece oy vermedin, vekalet verdin, yetki verdin; onlar da memleketi kan çanağına döndürdü. Ülkeyi bölünme aşamasına getirdi.  Bu durumdan sen sorumlusun. Senin "şehitler ölmez, vatan bölünmez" diye bağırmana hakkın yok. Şehitlerin kanı sana da bulaştı.

Gelişmeleri iyi takip edemedin. Her seçimde oyunu götürüp AKP'ye verdin Olanlardan sen sorumlusun. Unutma, vekilin yaptıklarından asil sorumludur. Vekaleti sen verdin, yapan da sensin.

Türk Silahlı Kuvvetlerine kumpası sen kurdun. Çok değerli subaylarımızı sen tutsak ettin. Ordumuzu sen tasfiye etmeye kalktın. Aydınlarımız sen hapsettin. Yazarları, gazetecileri sen susturdun. Haber alma özgürlüğünü sen yok ettin. F tipi örgüte ne istedilerse verdin. Milletini değil, CIA’yı sevindirdin. Milletin güzide evlatlarına tuzakları sen kurdun. Yargıya güveni sen yok ettin.

Cumhuriyet’in temellerini sen sarstın. Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü’ye utanmadan sen ayyaş dedin. Atatürk’ü, sen Yezit ilan ettin.

Yoksulluğu, sefaleti sen artırdın. Gelir, fırsat ve servet eşitsizliğini sen artırdın. Parası olmayanın gittiği okula bak, parası olanın gittiği okula bak. Bu farkı sen yarattın. Yoksulun çocuğu üniversite önlerinde beklerken, zenginin çocuğu özel üniversiteleri bitirip meslek sahibi oluyor. Fakirin çocuğu üniversiteyi bitirse bile iş bulmak için aylarca, yıllarca bekliyor. Parası olan çok donanımlı, lüks hastanelerde tedavi görüyor. Parası olmayan sıralarda bekliyor. Bütün bu durumlara sen sebep oldun.

Devlet, millet borca batmış durumda. Ülke sömürge ülkesine döndü. Sürekli dış ticaret açığı veriyoruz. Açığı borçla kapatıyoruz. Sanayi üretimi yavaşladı, tarım üretimi geriledi. Dışarıdan yiyecek almazsak aç kalacağız. Bunu yapan da sensin. Ekonomiyi sen bu hale getirdin.

Kamuya ait ne varsa yok pahasına sattın. Fabrikaları, işletmeleri, bankaları, hastaneleri,  ormanları, dereleri, madenleri yok pahasına ona buna verdin. Eli zengin ettin, kendini fakir düşürdün. Devlet eliyle zengin yarattın. İhaleleri hep belirli kişilere yüksek fiyattan verip devleti zarara uğrattın.

Komşularımızla arayı sen bozdun. Irak’ta yüz binlerce insan katledilirken, Müslüman kadınların ırzına geçilirken ABD askerleri için sen dua ettin. Onlara sen yardım ettin. Suriye’nin iç işlerine karıştın,  terörü besledin, binlerce insanın ölümüne, binlerce insanın evinden yurdundan göç etmesine sen sebep oldun. Ermenistan ile iyi geçineceğim diye Azeri kardeşlerimizi sen küstürdün.

Egedeki 16 edayı sen Yunanistan'a verdin. Bak şimdi oralarda Yunan bayrağı dalgalanıyor. Bunu sen yaptın. Kıbrıs’ta Rauf Denktaşı sen yalnız bıraktın. Güney Kıbrıs’ı sen AB üyesi yaptın.

Rüşveti yöneticiler almadı, sen aldın, hırsızlığı vekillerin değil sen yaptın. Yalanı sen söyleyip halkı kandırdın. Bunları vekilin yaptı ama aslında sen yaptın. Vebalin çok büyük.

Eline bulaşmış bu şehit kanlarını nasıl temizleyeceksin?

1 Kasım'da yeni bir seçim var. Bu sefer bari doğru karar ver.  Kendini bağışlatmak istiyorsan, vekilini iyi seç. Unutma, vekalet verdiklerinin yaptığı her şeyi aslında sen yapacaksın.

Ülkeyi bölmeye çalışanlara vekalet verme. Gencecik çocuklarımızın şehit olmasına izin verme. Siyaseti meslek edinip, halkı kandırarak oy toplayıp, sonra da cebini dolduranlara vekâlet verme. Katillerle birlikte Türk'e anayasa yapanlara vekâlet verme. Ülkenin kıymetlerini, sermayesini, topraklarını yabancılara teslim edenlere vekâlet verme. Türkiye’nin geleceğini karartanlara vekâlet verme. Eğer verirsen, olacaklardan sen sorumlusun. Unutma vekil ne yaparsa yapsın, o yapılanların hesabını asil verir.



19 Ağustos 2015 Çarşamba

HDP KAPATILMALIDIR
Son acı haber Siirt'en geldi, 8 vatan evladını daha kaybettik. PKK denilen ihanet ve katliam şebekesi kanlı eylemlerine devam ediyor ve onun siyasi uzantısı da TBMM'de oturmuş, hükumete ortak olmanın hesaplarını yapıyor. Türk milleti her gün bir kaç evladı bu alçaklar tarafından şehit edilirken, bu hainlerin TBMM'nde ve hükumette olmasına izin veremez, vermemelidir.
Ne acıdır ki, gencecik çocuklarımız şehadet şerbeti içerken HDP'liler bazı çevrelerce hala itibar görmeye devam ediyor. HDP'nin siyasi parti olma özelliği kalmamıştır. En kısa zamanda kapatılmalıdır. Meclis bu hainlerden temizlenmelidir.
Yazıklar olsun bunlara oy veren gafillere ve hainlere. Yazıklar olsun, ABD uşaklarını meclise sokan sözüm ona solculara. Yazıklar olsun, bunları ve bunların sözcülerini televizyonlarda konuşturanlara. Yazıklar olsun, bunları parti diye kabul edip, beraber hükumet kurmayı düşünenlere. Yazıklar olsun ellerinde şehit kanı olanların elini sıkanlara.
Neden kapatılmıyor?
Anayasamızın 68 maddesinin 4. fırkası şöyle diyor:
"Siyasi partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez."
Peki bu işleri yaparsa ne olur; onu da 69. madde belirlemiş:
"Bir siyasi partinin 68 inci Maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı eylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına, ancak, onun bu nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi halinde karar verilir. Bir siyasî parti, bu nitelikteki fiiller o partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği ve bu durum o partinin büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsendiği yahut bu fiiller doğrudan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği takdirde, söz konusu fiillerin odağı haline gelmiş sayılır."
Şimdi Yargıtay Başsavcısına sormak lazım: Daha ne bekliyorsunuz? HDP'yi kapatma davası açmak için delil mi bulamıyorsunuz? Bulamıyorsanız, parti yöneticilerinin yaptıklarına bakın, söylediklerini dinleyin, yazılanları okuyun. Daha ne bekliyorsunuz? Açın şu kapatma davasını artık. Kovalım bu hainleri meclisten.
Ne bekliyorsunuz? Yetmedi mi yaptıkları? HDP'nin eylemleri, "devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı " değil mi? Görevinizi yapmazsanız akan kanların sorumluluğu size de ulaşır.
HDP kapatılıncaya ve PKK'nın beli kırılıncaya kadar seçimler ertelenmelidir. Gerekli görülen il ve ilçelerde sıkıyönetim ilan edilmlidir. PKK ile mücadele amansızca yürütülmelidir. HDP asla hükumete ortak yapılmamalıdır.
Herkes ayağını denk almalı, aklını başına devşirmelidir. Gün birlik ve beraberlik günüdür. Kürt-Türk ayırımı yapılmadan hain, katil, alçak kim ise onun üzerine gidilmelidir.
İşin acı olan bir yanı da şu: Türkiyeyi bu karanlık günlere taşıyan kişi Cumhurbaşkanı olarak hala yönetimde söz sahibidir ve eski partisi de hala % 40'ın üzerinde oy alabilmektedir. Milletimiz bu PKK (HDP) belasından da Erdoğan'dan da kurtulmadan rahat etmeyecektir. Yargıya güveniyoruz. Umarız, bizi bunlardan Cumhuriyet savcıları ve hakimleri kurtaracaktır.
Milletimize baş sağlığı ve şehitlerimiz rahmet diliyorum.
Eyup S. Karakaş
Vatan Partisi MKK üyesi ve Kayseri İl Başkanı

16 Ağustos 2015 Pazar

TÜRK'ÜN EMPERYALİZM İLE SAVAŞI

Güneydoğu Anadolu'da devam eden terör eylemleri için HDP Mardin Milletvekili Gülser Yıldırım, "Bu, zalim ve mazlumun savaşıdır" demiş. Bu ifadeye göre, kahpece ve alçakça öldürülen yöre halkı, askerler, siviller, yaşlılar, bebekler zalim; öldüren hainler ise mazlum oluyor.

Bu kadın halt etmiş. Bu savaş emperyalizmle Türk'ün savaşıdır. PKK denilen eli kanlı örgüt emperyalistlerin silahlı gücüdür. Bunu ABD yetkilileri "PKK ve PYD bizim kara gücümüzdür" diyerek resmen açıkladı. Emperyalistlerin köpeği haline gelmiş bu PKK denen hainler topluluğunun siyasal uzantısı da HDP'dir. Bu kadın da işte böyle bir kadındır.  Sırtını ABD'ye dayamış, Türk' kefen biçmeye çalışıyor. Türk'e kefen biçmeye kalkanlarını sonunun ne olduğunu İstiklal Harbimize baksın da öğrensin.

Bugün PKK ve HDP nasıl emperyalistlerin ordusu olarak bize saldırıyorlarsa dün de Yunan orduları İngiltere ve diğer ülkelerin telkini ile saldırdılar. Dün emperyalist ülkeler bize nasıl Sevr'i dayatmak için Yunanlıları kullandılarsa, bugün de BOP'u bize kabul ettirmek için PKK denilen hainler topluluğunu üzerimize saldırtıyorlar. Dün Yunan askerlerini ülkemizde nasıl barındırmayıp denize döktüysek bugün de ABD'nin kara gücü olan PKK'yi bu ülkede barındırmayacağız. Belki denize dökmeyeceğiz ama bu pisliği dökecek bir çöplük bulacağız.

PKK'nın emperyalizmin köpeği olduğunu ve mücadelenin Türk milleti ile emperyalizm arasında cereyan ettiğini söyleyen, dile getirip halkı aydınlatan bir parti TBMM'de yok ama PKK'nın siyasal uzantısı mecliste.

Bu sonuç büyük ölçüde AKP'nin ve CHP'nin yanlışlıklarından kaynaklandı. PKK'yı azdıran, büyüten ve milletimizin başına musallat eden parti AKP'dir.

CHP de açılım sürecini destekleyerek ve HDP'nin meclise girmesi için çaba göstererek bu büyük suça ortak oldu. Kendisini solcu olarak niteleyen bu parti, solculuğun gereği olarak emperyalizme karşı olacağına, emperyalizmin emellerine yardımcı oluyor.

İsminde milliyetçi sözcüğü bulunan MHP ise, en büyük düşmanımız emperyalizm hakkında tek bir laf etmiyor. Milletin hakkına, hukukuna, toprağına, canına kasteden sanki ABD ve AB değilmiş gibi sadece AKP'ye çatıyor. AKP'ye olan  tepkisi de hep lafta kalıyor.

Mecliste bulunan bu üç partinin üçü de sadece bir birbirlerini  eleştiriyorlar. ABD ve AB aleyhine tek bir söz etmiyorlar. Esas büyük tehdidi milletimizden adeta gizliyorlar.

Türk'ün emperyalizmle mücadelesinden galip çıkması için yıllardır bunun kavgasını veren ve bedelini ödeyen kadroların Meclis'e girmesi ve milli hükumeti kurması gerekir.

Milli hükumet,  Gazi Mustafa Kemal'in yaptığı gibi, tam bağımsızlık ve milli bütünlük sağlanıncaya kadar emperyalizmin dış ve iç güçlerine karşı mücadele etmelidir. Türk milleti her türlü seçimini bu gerçeğe göre yapmalıdır ve yapacaktır da...

15 Ağustos 2015 Cumartesi

ÇARE BİRLİK VE KARDEŞLİKTE

Erdoğan ve AKP iktidarı 13 senede Türkiye'ye çok büyük kötülükler yaptı.  13 yılın sonunda geldiğimiz noktada her gün bir kaç şehit haberi geliyor. Bombalar patlıyor, karakollar, garnizonlar basılıyor, yollar kesiliyor, özerklikler ilan ediliyor.

Bu gelişmelerin en büyük sorumlusu Tayyip Erdoğan ve onun yönetimindeki AKP ve onu destekleyen, oy veren seçmendir. F tipi örgütü başımıza bela eden, TSK'ni tasfiye eden, aydınları, yazarları susturan, medyayı yalakalaştıran ve halkına devamlı yalan söyler hale getiren  PKK'yı "kürt sorunu, "çözüm süreci", "demokratikleşme" söylemleri ile büyüten, pervasızlaştıran hep bu AKP iktidarıdır.

En büyük sorumlu AKP'dir ama meclisteki 2 büyük partinin de sorumluluğu büyüktür. CHP ve MHP, Türkiye her geçen gün kötüye giderken yeterli muhalefeti yapmadıkları gibi zaman zaman da AKP'ye destek çıktılar. AKP'nin kötülüklerine engel olamadılar. Seyirciden öteye  geçemediler.  CHP,  açılım sürecini gizli, açık destekleyerek PKK'nın azgınlaşmasında sorumlu hale geldi. PKK'nın siyasal uzantısı olan HDP'nin meclise girmesi için özel çaba gösterdi.

Dökülen kandan, akan göz yaşından yandaş medya ve Doğan medyası da sorumludur. Toplumu ayrıştırdılar; kardeşliği değil, düşmanlığı pompaladılar. Birliği değil, bölünmeyi savundular. Özel görevli etki ajanlarını sık sık ekranlar taşıyıp, ağızlarından zehir akıtmalarını sağladılar. Etnik kimlik üzerinden, mezhep farklılıkları üzerinden topluma ayrılık tohumları ektiler. İnsan hakları, demokratikleşme diyerek bölünmenin yollarına taş döşediler.

Ülkenin bu duruma gelmesinde en büyük suçlu PKK, KCK ve onların siyasi parti görünümündeki uzantısı HDP'dir.

Güneydoğu'nun haline bir bakın. Yoksulluk, sefalet, işsizlik, açlık had safhada.  Bu örgütlerin uyguladığı terör yüzünden yatırım durmuş, hayvancılık ve tarım gerilemiş hatta ölmüş. İnsanlar birbirine düşman kılınmış. Sözüm ona o bölgenin haklarını savunan HDP sözcülerinin yöre halkı için alt yapı yatırımı, fabrika,  tarımın, hayvancılığın gelişmesi için yatırım, eğitim kalitesinin yükseltilmesi için okul istediğini duydunuz mu? Dostluğu, kardeşliği birliği savunduklarını okudunuz mu? Bunlar yöre halkının geleceğini, refahını, mutluluğunu düşünmezler, tek amaçları var; Türkiye'den toprak koparmak ve  ABD- İsrail projesi olan kukla devletin kurulmasını sağlamak.

İşte AKP'nin düne kadar müzakere ettiği insanlar bunlardı. Uzak görüşten mahrum AKP iktidarı bu Türkiye düşmanları ile birlikte Türkiyeyi bölünme noktasına taşıdı. Vatanın bütünlüğü, milletin birliği tehlikeye girdi. Bereket TSK duruma el koydu ve PKK'nın belini kırmak ve bölücülere gerekli dersi vermek için harekete geçti.

Başlatılan bu mücadele kesin sonuç alınıncaya kadar devem etmeli ve PKK yok olma mertebesine getirilmelidir. Hükumete düşen görev ise, bölgede güvenlik sağlandıktan sonra Kürt, Türk demeden insanlarımızın refahını artıracak önlemleri almasıdır. Öncelikle güvenlik sağlanmalı, daha sonra yöre halkının tüm Türkiye halkı ile kucaklaşması temin edilmelidir.

Akan kanın, dökülen gözyaşının durması için öncelikle düşmanlığın yerini dostluk almalı, farklılığın yerini de birlik ve kardeşlik almalıdır. Onun için diyoruz ki "Türk de biziz, Kürt de biziz,; biz Türk milletiyiz".

13 Ağustos 2015 Perşembe

ERDOĞAN DİRENMEYE DEVAM EDİYOR

AKP-CHP koalisyonun olmayacağı kesinleşti. Öyle anlaşılıyor ki, Erdoğan, AKP içindeki etkinliğini kullanarak bu koalisyona engel oldu.

Kılıçdaroğlu'nun beyanatından anladığımız kadarı ile AKP zaten CHP'ye koalisyon kurmayı teklif etmemiş. Kuracakları azınlık hükumetine CHP'nin dışarıdan destek olmasını istemiş.  Demek  ki, günlerdir tartışılan bu azınlık hükumeti imiş.

CHP yetkililerinin ısrarla görüşmeleri devam ettirmeleri onların hükumete ortak olmak istemelerinden kaynaklanıyor. Azınlık hükumeti olmasın,  kendilerinin de içinde olacağı bir hükumet kurulsun diye çırpınmışlar. Kılıçdaroğlu'nun tarihi fırsat kaçtı demesi de koalisyona ortak olamamasının verdiği üzüntüden  kaynaklanıyor.

AKP ile koalisyon kurmaya ne de meraklıymış bu Kılıçdaroğlu.

Erdoğan, AKP-CHP koalisyonunu kurdurmayarak sisteme karşı direnmeye devam ettiğini gösterdi. Sistem, seçim öncesinden başlayarak bu koalisyonun oluşması için büyük çaba harcadı. AKP tek başına iktidar olmasın diye HDP gibi bir terör uzantısı meclise sokuldu.  Sistemim has adamları  Abdullah Gül ve Kemal Derviş İstanbul'da nöbet tutmaya başladı. Aydın Doğan medyası, Halk TV, Sözcü gazetesi bu koalisyon için kamu oyu oluşturmaya çalıştı ama olmadı çünkü Erdoğan çoktan beri sisteme karşı hareket ediyordu.

Abdullah Gül ve Fethullah Gülen ile arasının açılması, F tipi örgütün üzerinde gitmesi, Balyoz ve Ergenekon gibi TSK'ni tasfiye etmeye ve aydınları susturmayı amaç edinen davaları  yargıda değişiklikler yaparak bozması, Bu davaların savcılarını ve hakimlerini daha önce överken suçlamaya başlaması  hep bu direnmenin işaretleridir.

Sisteme karşı  yaptığı en büyük eylem ise, çözüm sürecini bitirip, PKK'nın üzerine şiddetle gitmesidir. Dolmabahçe mutabakatını tanımadığını ifade ettiğinde  bu değişikliğin olduğunu anlamak gerekirdi. TSK ve diğer güvenlik birimleri  düne kadar kışlalarda ve karakollarda bekletilirken bu dönüşüm ile birlikte PKK'nın belini kırmak üzere harekete sevk edildi.

ABD'den habersiz veya çok geç haber vererek ve mutabakatlarını almadan Kandil'in defalarca bombalanması da Erdoğan'daki değişikliğin bir kanıtıdır.

Erdoğan'ın ABD'ye karşı tutumundaki değişikliğin önemli izlerini Çin'de de gördük. Erdoğan, Çin seyahatinde çok önemli beyanatlar verdi. Daha önce NATO'nun muhalefetine rağmen Çin'den 3 milyar 400 milyon dolar değerinde füze almaya karar verilmişti.  bu seyahatte ise, Erdoğan karşılıklı ticaretin "milli paralar" ile yapılmasını ve 3. nükleer santralin Çinlilerin yapmasını önerdi. Doğu Türkistan'daki terör faaliyetlerini kınıyorum dedi ve Doğu Türkistan İslami Hareketi'nin ABD güdümünde olduğunu söyledi. Bunlar ABD'nin hiç de hoşuna gitmeyeceği beyanatlardır.

ABD yanlılarının kurulmasını şiddetle istediği AKP-CHP koalisyonunun kurulmasını engellemesi de Erdoğan'ın bu dönüşümünün eseridir. Ne oldu da düne kadar ABD güdümünde hareket eden Erdoğan bu şekilde değişti bilemiyoruz. Tahmin ederiz ki, bu değişiklikte milli güçlerin rolü  olmuştur.

Erdoğan cumhurbaşkanlığını devam ettirebilmek için tutum değişikliğini yapmaya mecbur kalmıştır. Önümüzdeki dönemde AKP-MHP koalisyonu kurulması ihtimali artmıştır. İyi mi olur, kötü mü olur karar vermek zor.  Böyle bir koalisyon kurulursa ABD'nin isteklerine göre değil, Türk Milletinin çıkarlarına göre icraat yapmasını dileriz. Yapmazlarsa, milletimiz gerekeni yapmasını bilir.

10 Ağustos 2015 Pazartesi

KOLEKTİF SUÇ

Günlerdir gözü dönmüş hainler polislerimize, askerlerimize her türlü alçaklığı kullanarak saldırıyor. Şehit haberinin gelmediği gün kalmadı. Amaçları ülkeyi bölmek olan bu hainler kendilerine veya yöre halkına değil, emperyalizme hizmet ediyorlar. ABD ve AB'nin piyonu olmuşlar her türlü melaneti işliyorlar.

Ülkenin bu hale gelmesinde, şehit kanlarının akmasında, başta Güneydoğu'da yaşayanlar olmak üzere halkımızın fakirleşmesinin, sefalet içinde yaşamasının ve insanlarımızın kanlarının akmasının en büyük sorumlusu PKK denilen bu hain terör örgütü ve onun siyasal uzantısı olan HDP'dir. Etnik kökenlerini bahane edip kardeşliği değil, düşmanlığı seçen bu insanlar yıllardır, adam öldürüyorlar. Bu hainlerin yüzünden 40 000'den fazla insan hayatını kaybetti. Binlerce insan sakat kaldı. İnsanlar evinden, memleketinden göç etmeye mecbur kaldı. Yöreyi yaşanmaz kılmak için ne lazımsa yaptılar. Yaşlı, bebek, kadın, erkek, asker, sivil Türk, Kürt demeden kan döktüler. Hala da döküyorlar. Döktükleri kanda boğulmaları yakındır.

HDP'ye oy verenler de en az PKK'nın eli kanlı teröristleri kadar suçludur. Dağdaki eli kanlı teröristin şehirdeki adamını saz çalıp türkü söylüyor diye barış havarisi gibi gördüler. Oylarını HDP'ye verdiler. Bilerek veya bilmeyerek bu dökülen kanlardan sorumlu hale geldiler.

İkinci büyük sorumlu AKP ve bu partiye oy verenlerdir. AKP iktidarı  3 Kasım 2002 tarihinde nerede ise sıfırlanmış olan terörü azdırdı. Bu iktidarın yöneticileri kimsenin ne olduğunu bilmediği bir çözüm sürecini yürütmek bahanesi ile eli kanlı terörist başı ile müzakere masasına oturdular.  Sloganları da "anneler  ağlamasın" idi. Terörist başına, bizim analarımızı ağlatma, ne istersen verelim dediler. Müzakerenin özü buydu.

Bu partiye oy verenler de suçludur. Türk kimliğini yok edip, ülkeyi etnik ve mezhep temelinde bölmeye kalkanlara, hırsızlıkları ayyuka çıkanlara, dini istismar edip çıkar elde edenlere sürekli oy verip iktidarda tuttular. Hala da AKP'ye  ve Erdoğan'a toz kondurmuyorlar.

Bir diğer sorumlu, F tipi örgüttür. Kökü dışarda olan ve ABD güdümünde olduğu ayan, beyan ortada olan bu CIA maşası örgüt yaptığı kumpaslarla ABD'nin çıkarlarına karşı durabilecek kişi ve kurumları hedef aldı. Komutanlarımızı, parti yöneticilerimizi, aydınlarımızı kumpaslara tutsak hale getirildi. Bu hainliği yaparken de en büyük yardımcısı AKP iktidarı idi.

AKP iktidarını ve HDP'yi dolaylı olarak da PKK'yı destekleyen medyanın da çok büyük sorumluluğu var. Liboşlar, liberal ve vatansız solcular, din istismarcıları, ikinci cumhuriyetçiler, yetmez ama evetçiler televizyon, televizyon gezip halkı yanlış yönlendirdiler. Bölücülüğü, demokrasinin ve insan haklarının bir gereği gibi gösterdiler. Emperyalizme hizmet eden bir solculuk sergilediler. 12 Eylul referandumunda AKP'yi destekleyip F tipi hakim ve savcıların yargıyı teslim almasına hizmet ettiler. Son seçimde de HDP'yi yani şimdi askerlerimizi ve polislerimizi şehit eden PKK'yı meclise sokmak için olağanüstü gayret gösterdiler.  Dökülen kandan bu vatansızlar ve ilkesizler de sorumludur.

Bir diğer sorumlu CHP'dir. Bir kaset kumpası ile yönetimi ve yönetim ile birlikte politikaları da değişen YCHP'nin yeni yöneticileri  Türkiye Cumhuriyetini korumak için gayret göstereceklerine ve büyük önder Atatürk'ün ilkelerini savunacaklarına  AKP'nin ne olduğu belli olmayan çözüm sürecine sahip çıktılar. Atatürk ve İnönü'ye ayyaş diyenlere cevap olarak bu büyüklerimizi savunacaklarına onları Dersim katilleri olarak halkımıza tanıtmaya çalıştılar. Çözüm sürecinin bölünmeyi hedeflediği bile bile bu sürece sahip çıktılar. Bölünmeyi kolaylaştıracak anayasal ve yasal değişikliklere evet dediler.  AKP'nin kötülüklerini halka anlatmada zaaf gösterdiler.

MHP yöneticileri de dökülen şehit kanlarından sorumludur. 3 Kasım'da ülkeyi seçime götürüp iktidarı AKP'ye teslim ettiler. Adında milliyetçi sözcüğü olmasına rağmen, AKP'nin gayrı milli politikalarına hayır diyemediler. AKP'yi iktidardan uzaklaştıracak gayreti göstermediler.  Abdullah Gül gibi birisinin cumhurbaşkanı olmasını sağladılar. CHP ile birlikte Ekmeleddin İhsanoğlu'nu aday gösterip Erdoğan'ın seçimi kazanmasını sağladılar. Haziran direnişini CHP ile birlikte etkisizleştirdiler ve Erdoğan'ı rahatlattılar. Balyoz ve Ergenekon mağdurlarına sahip çıkmadılar.  Halkı uyarmada yetersiz kaldılar.

Türkiye'de kollektif suç işlenmiştir ve işlenmeye de devam ediliyor. Vatanın bütünlüğü, milletin birliği ve kardeşliği son derece büyük tehdit altındadır. Bunun sorumluları ve suçluları derece derece farklı olmasına rağmen yukarıda saydığım kurumlar, onların yöneticileri  ve destekçileridir.. Tarih bunları gün gelecek mahkum edecektir. Asıl sorumlular da yargı önünde hesap verecektir.
Milli birlik sağlanıncaya ve düşmanlık yerini kardeşliğe bırakıncaya kadar mücadeleye devam edilmelidir. Milli Hükumetin kurulması yakındır. Türk Millet'nin gücü bütün bu zorlukları yenecek büyüklüktedir.

9 Ağustos 2015 Pazar

EFSANEMİZ TOPRAK OLUYOR


Büyük usta Fikret Otyam'ı kaybettik. Türk Milleti'ninin başı sağolsun.

O gerçek bir santçıyıdı ve fikir ve eylem adamıydı. Arslanlı Yol'da yürüyen bir aydındı.  Fikirlerini sanatına yansıtmayı çok iyi bilmişti.  Obejektifini, fırçasını ve kalemini milletinin özgürlüğü ve refahı için kullanmıştı. Türkiye Cumhuriyeti'nin yılmaz bekçiydi.

Vatan Partisi üyesi ve Aydınlık Gazetesi yazarı, değerli aydınımız ressam Fikret Otyam’ın vefatı üzerine Doğu Perinçek aşağıdaki yazıyı kaleme almıştır. Aynen aktarıyorum:

"EFSANEMİZ TOPRAK OLUYOR

Milletlerin de duyguları vardır.
Milletimizin yüreği, ciğeri, canı, dili, elidir Fikret Otyam ağabeyimiz.
Hiç kimse, Anadolu insanının aşkını, meşkini, sevinçlerini, gülüşlerini, göz yaşlarını, şakasını, cilvesini, öfkesini, isyanını, onun kadar yürekten yaşamamıştır.
Sevgisi de sövgüsü de, Anadolu toprağı kokar.
Bakışı, duruşu, seslenişi, yürüyüşü, o kadar bizdendir ki... O kadar candan ve o kadar içtendir ki...
Her mahalle ve köy kahvesinde, siz görmeseniz bile o vardır, çınarın altında bağdaş kurmuş size hikâyesini anlatmaktadır.

MASALDIR VE DESTANDIR
Fikret Otyam, binlerce yıllık bir tarihin içinde birikmiştir. Asya bozkırlarından çizmesinde tozuyla, sırtında sazıyla gelen Dede Korkutlar, Hacı Bektaşlar, Yunus Emreler, Kazak Abdallar, Evliya Çelebiler, Aşık Veyseller, Yemen ellerinde kalan şehit, İzmir’e giren süvari, Nâzım Hikmet, Orhan Kemal, Rasin, Abidin Dino, Madımak’ta yakılan gelin, Arslanlı Yol’da yürüyen devrimci; hepsi ama hepsi Fikret Otyam’ın bilincinde dernek olmuştur.
Çok görmüş, nice maceralardan geçmiş, acılarla pişmiş, yedi ateşten geçmiş, vurulmuş ve kırılmış, ama boyun eğmemiş bir halkın tarihin içinden ve dışından getirdiği her şey, O’nun varlığında toplanmıştır. Masaldır, efsanedir, destandır, Bekri Mustafa’nın hicvidir, Nasrettin Hoca şakasıdır, bilmecedir ve şiirdir bütün hayatı.

AĞABEYİMİZDİR VE KİRVEMİZDİR

Hepimizin ailesindedir, babamızdır, anamızdır, dayımızdır, ağabeyimizdir ve kirvemizdir.
Onun kadar sohbeti tatlı bir Adem oğluna kimse rastlamamıştır.
Doğaldır ve hâlâ doğanın içindeki insandır.
Bir ayağı Fırat suyunda serinlenir, öbür ayağı Ergene ırmağında.
Bir kucağında Urfa’nın ceylanları, öbür kucağında Ankara’nın keçileri.
Sofrasında ve yüreğinde herkese ama herkese, erdemlisine ve günahkârına, ayakta kalana ve düşküne, diriye ve yaralıya, herkese ve herkese yer vardır.
Başı pare pare dumanlıdır, bakışları Anadolu güneşi gibi sıcak.  Beyni ve elleri, doğurgan ve yaratıcı.

BESMELEMİZDİR

Yazdıkları, boyadıkları, söyledikleri, geçtiği ırmak, çıktığı yokuş, koskoca bir insanlığa mirastır.
Ocağın adamıdır, örgütlüdür, partilidir, kırk yıllık Aydınlıkçıdır. Dergâha kırk yıl ateş taşımış, odunun bile eğrisini sokmamıştır.
Başına çöken Azrail, ondaki çalışma ateşini söndürememiştir. Yaşamak, iş yapmaktır Fikret Ağabey için.
Biraz önce Filiz’le konuştum, Diyaliz makinesine bağlanmış o ermiş, daha dün “Aydınlık’a yazmaya başlıyorum” diyormuş.
Her başlangıcı besmeledir. Hatırasıyla her işimizi âsan eder. Bize o besmelesini bırakmıştır.

NEFESİMİZDİR VE YÜREK ATIŞLARIMIZDIR
Son sergisine, “Ankara’ya Elvedâ” adını vermişti. Olmaz dedim, “Ankara’ya Merhaba” olsun.
O buluşmamızda dayanamadım, göz yaşlarımı sakladım.
En son Antalya’da artık vedâ görüşmemizdi. Gülüyoruz ama ikimiz de farkındayız, belli etmiyoruz, edep ve erkân öyle çünkü. Doya doya sarılamadım ağabeyime, “nereye gidiyorsun” diye soramadım kirveme.
Toprak kokan o efsane, şimdi toprağa dönüyor, Anadolu’nun bağrına...
Hangi bilinç, hangi yürek, Fikret ağabeye elvedâ diyebilir...
Hangi ciğer, onsuzluğa dayanabilir.
Binyılların erenlerinden kalan nefestir.
Nefesimizde ve yürek atışlarımızda o vardır."

5 Ağustos 2015 Çarşamba



SALDIRI BAŞKOMUTANA

Türk Silahlı Kuvvetleri terör örgütüne karşı büyük bir mücadele veriyor. PKK denilen bu terör örgütü emperyalist güçlerin eli kanlı piyonudur. ABD yetkilileri bu örgütün ABD'nin kara gücü olduğunu daha yeni açıkladı. Yani Türk Silahlar Kuvvetleri sadece bir terör örgütüne karşı değil,  Amerika'ya karşı da savaş veriyor. Bu savaş başarılı olacak ve terör örgütünün beli kırılacaktır. Vatandaşlarımız bundan emin olabilirler.

Bu mücadele, Demirtaş'ın öne sürdüğü gibi bir "saray savaşı" değildir. Bu savaş vatanımızı, milli birliğimizi, özgürlüğümüzü koruma savaşıdır. Türk Milleti bu savaştan galip çıkmasını bilecektir.

Ordumuz harekete başlar başlamaz Amerikancı çevreler psikolojik harekât başlattılar. Bu savaşın Tayyip Erdoğan'nın oy kazanma savaşı olduğunu, uçaklarımızın dağı taşı bombaladığını, sivillerin öldürüldüğünü iddia edip silahlı kuvvetlerimizin terörün kökünü kazımasına engel olmaya çalıştılar.

Türkiye karşıtı bu cephe şimdi de ordumuzun başkomutanı Org. Hulusi Akar'ı hedefe oturttu. Bugün Org. Hulusi Akar, yürütülen savaşta Genelkurmay Başkanı’nın yetkilerini üstlenmiş bulunuyor. Başka deyişle savaşa kumanda ediyor.

Bir savaşta öncelikle baş komutana saldırılır.  Savaşı kazanmak isteyen taraf karşı tarafın komutanını devirerek veya yıpratarak güç kazanır. Bugün de öyle yapılıyor. Ordumuzun komutanına saldıranlar eğer gafil değillerse, haindirler.

Türk Milleti silahlı kuvvetlerin tüm mensuplarına sahip çıktığı gibi başkomutanına da sahip çıkmalıdır. Bu fitneye son vermelidir. Emperyalistlerin oyununa gelmemelidir.

Milletimiz şunu da bilmelidir ki, kim bu büyük mücadeleyi yıpratmaya çalışıyorsa,  o Türkiye cephesinin karşısındadır. Gün, Türkiye cephesinde birleşme günüdür. Unutmayalım bu hareket, Türk Milletinin emperyalizme karşı verdiği, adına  "İstiklâl Harbi" dediğimiz savaştan sonra en önemli mücadeledir.

Türk milletinin azim ve kararlılığı karşısında emperyalistler ve başta HDP (PKK) olmak üzere  onların Türkiye'deki piyonları yenilmeye mahkumdur.

Org. Hulusi Akar Kayseri'nin kendisi ile onur duyması gereken bir evladıdır. Onun başarısı milletimizin emperyalizme karşı yürüttüğü mücadelenin Türk Milleti lehine sonlanması demektir. Başkomutanından en kıdemsiz erine kadar tüm silahlı kuvvetlerimiz mensuplarını minnet ve saygı ile anıyoruz. Dualarımız onlarla...


3 Ağustos 2015 Pazartesi

24 TEMMUZ, BİR DÖNÜM NOKTASI

24 Temmuz Türkiye Cumhuriyeti tarihinde çok önemli bir dönüm noktası oldu.  Türk Silahlı Kuvvetleri ve emniyet güçleri bölücü terör örgütü PKK'ya ve IŞİD'de karşı çok büyük bir operasyon başlattı.  Bu operasyon Türk Milleti nazarında çok büyük destek gördü ve büyük bir memnuniyetle karşılandı.

Bu operasyonun yapıldığı gün, adına çözüm denilen bölünme sürecinin bittiğinin tüm dünyaya ilan edildiği gündür. Ülkemizin üstüne çöken kara bultların dağılmaya başladığı gündür.

AKP'nin uyguladığı çok yanlış politikalar sonucu, PKK devlet içinde devlet hüviyetini kazanmıştı. Özellikle Güneydoğu Anadolu'da yöre halkını adeta esir almıştı.

Ne olduğunu kimsenin bilmediği bir çözüm süreci sonunda geldiğimiz noktada milli birlik bozulmuş, vatan topraklarının bir kısmında, ABD ve İsrail'in istediği kukla bir devletin kurulması için şartlar oluşmaya başlamıştı.

İşte bu aşamada Türk Milleti bölücü örgüte  ve onun büyük destekçisi ABD'ye "yeter, dur  artık" dedi. TSK hem yurt dışında hem de yurt içinde PKK'ya büyük darbeler indirmeye başladı.  Kuzey Irak'taki terör yuvaları büyük oranda yok edildi. Binin üzerinde insan terör örgütü üyesi olduğu iddiası ile göz altına alındı.

TSK'nin yürüttüğü bu mücadele karşısında iki cephe oluştu. Türkiye cephesi ve emperyalist cephe. Türkiye'nin bölünmesini istemeyen ve Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığından, milli birlikten yana olanlar Türkiye cephesinde birleşmeye başladı. Halkımız çok büyük oranda bu cephede yerin aldı.  Yıllardır emperyalizmin sözcülüğünü yapanlar bu harekatı durdurmak ve ordumuzu susturmak için birleştiler ve bir psikolojik karşı hareket başlattılar.

Bu emperyalist cepheye maalesef Tayyip düşmanlığı nedeni ile özgürce düşünemeyen bazı kıymetli yazarlarımız ve gazetelerimiz de katıldı. Bu cephedeki insanlar toplum içerisinde şu söylemleri yaymaya çalışıyor:

"Bu savaş, Türk Milletinin değil, sarayın savaşıdır."

"AKP tek başına iktidara gelmek için bu savaşı başlattı, aslında hiç gereği yoktu."

"Uçaklar dağı, taşı bombalıyor, bu şekilde hiç bir sonuç alınamaz. Tekrar çözüm süreci başlamalıdır."

"İnsanlar gereksiz yere ölüyor, bu savaş durdurulsun"

Bütün bu söylemler son derece yanlıştır. Milli çıkarlarımızı korumamız, milli devletimiz olan Türkiye Cumhuriyetini yaşatmamız, vatan topraklarını korumamız, özgür ve bağımsız yaşamamız için PKK terör örgütünün belinin kırılması şarttır. Bu hareket PKK'nın sonunu getirinceye kadar devam etmelidir.

Emperyalist cephenin hareketi sabote etmeye yönelik söylemleri dikkate alınmamalıdır. Bu savaş, "Saray savaşı değil, vatan savaşıdır". Sarayı değil, vatanı korumak için yapılmaktadır. Bu savaşın sonunda dost da, düşman da Türk Vatanını bölmeye hiç bir gücün yetmeyeceğini anlayacaktır.

Bu savaş ortamında bozgunculuk yapanları tarih hain olarak damgalayacaktır.

Herkes aklını başına almalıdır. Hiç kimse, ABD güdümündeki medyanın harekatı çarpıtmaya ve itibarsızlaştırmaya yönelik söylemlerine itibar etmemelidir. Gün Türkiye cephesinde birleşme günüdür. Türk Silahlı kuvvetlerine destek verme günüdür.

Milletimiz bu bilinç içinde olduğunu kısa sürede göstermiştir. Ordusuna ve güvenlik kuvvetlerine sahip çıkmıştır.

PKK ve IŞİD'e karşı yürütülen bu harekatın AKP iktidarı zamanında başlaması ne Tayyip Erdoğan'ı ne de AKP'yi aklamaz. 13 yıllık iktidarları boyunca terörü azdıran bu iktidardır. Zamanı gelince bunun da hesabı sorulacaktır.