30 Eylül 2019 Pazartesi

ACILI ANALARA, BABALARA DESTEK VERDİK

Vatan Partisi Kayseri İl Örgütü olarak Diyarbakır'da HDP binası önünde evlatlarına kavuşmak için eylem yapan acılı anne ve babaları ziyaret ettik. Onları desteklediğimizi, onların acılarına ortak olduğumuzu anlattık. Direndikçe kazanacaklarına dair onlara güven verdik.
Beş kişi gittik. İkisi öncü kadın üyemizdi. Bizi çok iyi karşıladılar. Yanlarına oturttular. Tek tek dertlerini anlattılar. Verilen her destekten büyük memnuniyet duyduklarını söylediler. Bize çok teşekkür ettiler. İyi ki geldiniz dediler. haber verirseniz düğünlerine de geliriz dediğimde hepsi birden gözlerinin içi gülerek "İnşallah" dediler ve davet edeceklerini söylediler. Eylemlerinin sonuç vereceğine inanıyorlar. Sitemleri de oldu: "Bizim evlatlarımızın hiç mi değeri yok ki, çocuk hakları diye yazıp çizen bazıları bize karşı ilgisiz davranıyor" dediler. CHP'nin tutumunu da eleştirdiler. Bir baba, "Kılıçdaroğlu'nun da bunlardan (HDP) bir farkı yok" dedi.
Anlattıkları içler acısıydı. Hepsinin tek gayesi var: yokluklar içerisinde, bin bir emekle yetiştirdikleri çocuklarına tekrar yavrum deyip sarılmak. Onların kokusunu tekrar hissetmek.
Hepsi acılı ama hepsi kararlı ve şuurlu.
Her birinin hikayesi farklı ama hepsi şuna inanıyor: Çocukları HDP kandırıyor, onları dağa götürüyor ve PKK'ya teslim ediyor. HDP'nin arkasında ise Amerika var.
Bir babanın "Devleti ilk defa yanımızda görüyoruz. Devlet yanımızda olmasaydı bu adamlar (HDP) bizi burada tarar öldürürdü. Yıllardır biz bu desteği bekledik. Bu destek daha önce gelseydi çocuklarımızı kimse dağa götüremezdi." sözü çok dikkat çekiciydi.
Anne ve babalar HDP binası için esas Kandil burası diyorlar ve bize HDP'nin neden kapatılmadığını soruyorlar.
Acılı anne ve babaların şu ifadeleri de çok önemli:
"Oğlumun ter kokusunu özledim, onun teri çok güzel kokardı, keşke bir daha koklayabilsem".
"Oğlum kendi iradesi ile gitmiş diyorlar, 10 yaşındaki çocuğun iradesi mi olur".
"Oğlum Kuran kursuna gidiyordu, aldı götürdüler, din düşmanı Amerka'ya teslim ettiler".
"Kızım üniversiteye gidiyordu, ben onu ne zorluklar içinde büyüttüm. Mezun olacağı gün kına yakacaktım".
"Ben çocuğuma çorbayı bile üfürerek yedirirdim, şimdi dağlarda aç susuz geziyor".
"Beni ölümle tehdit ediyorlar, çocuğumu elimden aldıktan sonra ben zaten öldüm".
"Oğlum askerdi, vatana hizmet ediyordu, onu kaçırdılar, el kızına nasıl veceğim diye düşündüğüm yavrum şimdi kimlerin elinde?".
"Yavrumu bir kere daha göreyim, sonra hemen öleyim, razıyım".
"Bu HDP'nin neden kökünü kazımıyorlar? Onlar kazımazlarsa ben bu binayı yıkacağım".

Dileğimiz bu anne ve babaların evlatlarına bir an önce kavuşması ve suçluların en kısa zamanda cezalandırılması.
Şu terör yuvası HDP de artık kapatılsın.

17 Eylül 2019 Salı


12 EYLÜL İLERİCİLERİ

12 Eylül darbesinden bu yana 39 yıl geçmiş ama bu darbenin başımıza sardığı iki büyük sorun devam edip gidiyor: Bu dönemde başlayan neoliberal ekonomik siyaset ülkeyi borç batağına soktu. Vatanı ve milleti bölmeye çalışan PKK terörü ise şehitler almaya devam ediyor.

Ekonomik durumu anlamak için gazetelerin yazdığı işsizlik rakamlarına bakmak yeterli:

“Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı 2019 yılı Haziran döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 938 bin kişi artarak 4 milyon 253 bin kişi oldu. İşsizlik oranı 2,8 puanlık artış ile %13,0 seviyesinde gerçekleşti. Aynı dönemde; tarım dışı işsizlik oranı 3,2 puanlık artış ile %15,3 olarak tahmin edildi. Genç nüfusta (15-24 yaş) işsizlik oranı 5,4 puanlık artış ile %24,8 olurken,15-64 yaş grubunda bu oran 2,9 puanlık artış ile %13,3 olarak gerçekleşti.

İstihdam edilenlerin sayısı 2019 yılı Haziran döneminde, bir önceki yılın aynı dönemine göre 802 bin kişi azalarak 28 milyon 512 bin kişi, istihdam oranı ise 2 puanlık azalış ile %46,4 oldu.”

PKK terörü ise 24 Temmuz 2015’den bu yana yürütülen mücadele sonucu giderek bitme noktasına geldi. Mücadeleyi yürüten kahraman askerlerimize, polislerimize, korucularımıza şimdi yörenin anneleri de katıldı.

AMERİKANIN HİZMETİNDE İLERİCİLİK

Amerika’nın başımıza sardığı bu iki sorunun bugüne kadar bu şekilde devam etmesinin en büyük nedenlerinden birisi 12 Eylül’den sonra ortaya çıkan ilerici aydınların(!) halkı yanlış yönlendirmesi oldu.

Bunlar, küreselleşmiş neoliberal ekonomi programının en büyük savunucusu oldular. Milli sanayiciyi kötü mal üretiyor, pahalıya satıyor diye damgaladılar. KİT’ler milletin sırtında yüktür, satalım, kurtulalım dediler. İçeride pahalıya üretiliyor, dışarıdan daha ucuz alırız diyerek üreticiyi suçladılar. Devleti küçültelim dediler. Ekonomi üzerindeki her türlü kısıtlamayı kaldıralım, kendi haline bırakılan piyasa arz-talep dengesini sağlar ve bu denge de ekonomik etkinliği artırır diye yazdılar, çizdiler.

Dünya Bankası ve IMF politikalarının savunuculuğunu yaptılar. Bunlara en büyük ekonomist kim diye sorun, Kemal Derviş derler.

Bu sözümona ilericiler Amerika ne isterse onu söylediler, onu yazdılar, yetmedi altına imza atıp bildiri yayınladılar. Amerika’nın papağanı oldular, piyonu oldular.

Yıllarca etnik kimlik dediler, mezhep dediler, demokratik özerklik dediler, ileri demokrasi dediler, yerel yönetimlere özerklik dediler, açılım dediler, barış dediler. Ülkenin bölünmesi için kamuoyu oluşturdular. Vatan bölücülüğü özgürlüğünü icat ettiler.

Ve bütün bunları da ‘ilerici aydın’ kimliği ile yaptılar.

BÖYLE İLERİCİLİK OLMAZ

Emperyalizmin planlarına, projelerine, niyetlerine hizmet edenlerden ilerici olmaz.

Batı tarzı bir hayat yaşamak insanı ilerici kılmaz.

Halk müziğini küçümseyip batı müziği hayranı olmak insanı ilerici kılmaz.

Halayı bırakıp sirtaki oynamak insanı ilerici kılmaz.

Ezandan, namazdan kaçmak insanı ilerici kılmaz.

Rakı, viski, rakı içmek insanı ilerici kılmaz.

Dekolte kıyafetler giyip çarşı Pazar gezmek insanı ilerici kılmaz.

Arabasının arkasına Atatürk’ün imzasını yazdırmak, Atatürk resimli tişört giymek insanı Atatürkçü de ilerici kılmaz.

GERÇEK İLERİCİ KİMDİR?

Küreselleşmiş neoliberal ekonominin tehdit ettiği ülke çıkarlarını savunanlar ilericidir.

Emperyalizmin zulmüne, sömürüsüne karşı çıkanlar, mazlumların yanında olanlar ilericidir.

Vatan bölünmesin diye mücadele edenler, dağlarda, kırlarda savaşanlar ilericidir.

Emperyalizmin parçalamak istediği milli devleti savunanlar ilericidir.

Millet egemenliğinin derinleşmesi için çaba gösterenler ilericidir.

Ülkenin bağımsızlığını savunanlar ilericidir.

Cemaat, tarikat, ağalık düzenini yıkmak isteyenler ilericidir.

Borçlanma ekonomisinden değil üretim ekonomisinden yana olanlar ilericidir.

Gelir dağılımındaki bozukluğa isyan edenler ilericidir.

Özetle, kim emperyalizme kaşı çıkıyorsa; milletin ve vatanın birliğinden yanaysa; ekonominin, eğitimin, savunmanın milli olması için çaba gösteriyorsa; vatan topraklarının tamamında Türk milletinin egemenliğini savunuyorsa, bilimi her konuda rehber edinmişse, o ilericidir.  

6 Eylül 2019 Cuma


HDP KAPISI DAĞ KAPISI OLMUŞ

Hacir Ana başlattı eylemi; birkaç gün önce, geldi, Diyarbakır HDP il binasının kapısının önüne oturdu ve “oğlumu siz dağa gönderdiniz, geri getirmezseniz buradan kalkmam” dedi ve direndi oğlu gelinceye kadar kalkmadı.

Hacir Ana, oğlunun kimler tarafından kandırıldığını gayet iyi biliyordu, haklı da çıktı.

Arkası geldi, şu an itibarıyla HDP il binasının kapısının önünde analar, babalar, kuzenler bacılar eylem yapıyor. Çocuklarını HDP’den isteyen aile sayısı ona yükseldi.  

Bu eylemle Diyarbakırlı analar, babalar Türkiye’ye ders veriyor. PKK’nın, HDP’nin ve “Kürdistan Davası”nın gerçek yüzünü, özünü, aslını anlatıyor.

ANALAR BABALAR DERS VERİYOR

Anlatmanın ötesinde, demokrasi, insan hakları gibi perdelerle olayların gerçek yüzünü örtmeye çalışanlara inanların yüzüne adeta tokat atıyor, kendine gel, yalanlara kanma diyor.

11 aydır oğlunu göremeyen baba ''HDP Kandil'dir, Kandil de HDP'dir. Biz evlatlarımız gelene kadar burada mücadelemizi sürdüreceğiz.'' Kandil’e operasyon yapmak isteyenle bu sözü duysunlar ve önce HDP’yi kapatsınlar. HDP kapanırsa, Kandil de biter.

Bir başka Ana ise oğluna sesleniyor: “Oğlum bu Kürdistan davası değildir. Bunlar Kürtleri kukla olarak kullanıyorlar. Oğlum bizi görüyor ve duyuyor isen geri dönün. Bu bir senaryodur içine düştünüz”

Ana haklı, dağa götürülen bu gençler Amerika’nın yazdığı bir senaryoda figüran olarak rol alıyorlar. Esas oyuncular ise, HDP, PKK, YPG, sözüm ona bazı aydınlar, gazeteciler ve ne yazık ki, kendilerini Atatürkçü, milliyetçi diye takdim eden bazı siyasetçiler. Gaflet içine düşmüş ve gerçekleri görmeyecek kadar beyinleri uyuşmuş olanlalar da alkışlarla bu tiyatroya destek veriyorlar.

“AMERİKAN UŞAKLIĞINA GÖNDEREN SİZLERSİNİZ”

Bağrı yanık bir anne de basın açıklaması yapıp sürekli barış palavraları atan HDP’lilere sesleniyor: “'Barışın neresindesiniz? Elin çocuğunu Amerikan uşaklığına gönderen sizlersiniz”. ““Yanan yüreğimin ateşiyle oturuyorum. Diyarbakır sizin rezilliğinizden bıkmış artık. Bizim yüreklerimizi yakmak için parti kurmuşlar. Bunlar neyin barışından bahsediyorlar?

Al bir ders daha; demek ki ne imiş, HDP/PKK Amerika’nın uşağıymış. Barış çağrıları ise palavraymış, kamuflajmış.

ADALET İLE ALDATMAK!

Canı yanmış bir baba ise, çocuğunun nasıl kandırıldığını anlatıyor ve çok önemli bir çelişkiye dikkat çekiyor: “Buraya (İl Binasına) gidip geliyordu. Benim oğlu batıda yetişti. Kürtçe bilmez. Ne olduysa Adalet mitingi ve sonra HDP mitingleri sonrasında oldu. Çocuğumun beynini yıkadılar, kendi emellerine kurban ettiler. Bunların çocuğu yok mu? Öyle partiseverse, dağseverse kendi çocuğunu göndersin. Bunların yaptığı zulümdür"

Benzer çelişkiyi bir ana çok net ortaya koyuyor: “Başlarım sizin Kürdistan davanıza. 'Fakir fukaranın çocuğu dağa, ben koltuklarda.' Alıştınız insanları dağa göndermeye. Size verecek çocuğumuz yok, getirin. Bunların çocukları lüks okullarda okuyor. Yeter artık toprağın altı genç doldu, nereye kadar?”

Buldan’ların, Demirtaşların çocukları en iyi okullarda, yurt dışlarında okurken ve Batı’nın en lüks yerlerine sefa sürerken fakir halkın çocukları ise dağ ve bir ananın dediği gibi sonunda ya hapishaneye ya da toprağın altına. HDP ve ona destek veren CHP’nin adaleti de bu işte…

HALK İŞ İSTİYOR, AŞ İSTİYOR!

Demirtaş’ın doğum günü pastasını objektifler önünde kesip yiyenler acaba Güneydoğu halkının ne yiyip ne içtiğin biliyor mu? Bir baba haykırıyor, “oğluma iş istedim, vermediler, sonra da dağa götürdüler”.

Analar babalar, gençler iş istiyor, aş istiyor, karnım doysun, sırtım üşümesin istiyor. HDP’nin böyle bir talebi yok, onlar Amerikan gemisine binmişler, yanlarına da bazı CHP’lileri almışlar durgun sularda keyif yapıyorlar. Fakir fukaranın çocuğu da önce dağa, sonra da ya hapishaneye ya da toprağın altına. Hem de gerçekleşmeyecek bir hayal uğruna…

Öyle anlaşılıyor ki bu eylemler devam edecek. Belki diğer kentlere de yayılacak. Amerika’nın dayattığı bu “Kürdistan davasına” hizmet etsin diye çok sayıda genç kandırılıp dağa çıkarılmış. Aileler artık gerçekleri biliyor ve haykırıyor. Söyledikleri her cümle bir makale değerinde.

Bu anaları babaları dinleyip de hala HDP’yi kapatmayanlar, Amerikan bandıralı HDP gemisine binip PKK’ya desteğe devam edenler, “Kürt sorunu meclis içinde çözülmeli” diyenler, HDP’yi yasal bir parti olarak görenler ya gaflet içindedir ya da ihanet…

3 Eylül 2019 Salı


“BAŞLARIM SİZİN KÜRDİSTAN DAVANIZA”

Duydunuz mu Ey Kılıçdaroğlu! Ey İmamoğlu, Ey İnce!

Sarmaş dolaş vaziyette destekler sunduğunuz, bunla yetinmeyip gemisine bindiğiniz HDP’nin il binası önünde Kürt kadınları feryat ediyor. Sadece HDP’ye değil, size de sesleniyor:

"Senin oğlun dağa gitsin, bakalım sen oturuyor musun, oturuyor musun? Bizim canımız gitmiş, senin umurunda mı? Gönderdiniz, yalan mı? Kaç tane genç toprağın altında. Diyarbakır'da genç bırakmadınız ya cezaevinde ya toprağın altındalar.

Başlarım sizin Kürdistan davanıza. 'Fakir fukaranın çocuğu dağa, ben koltuklarda.' Alıştınız insanları dağa göndermeye. Size verecek çocuğumuz yok, getirin.

Bunların çocukları lüks okullarda okuyor. Yeter artık toprağın altı genç doldu, nereye kadar?”

Şimdi anladınız mı bindiğiniz Amerikan bandıralı HDP gemisi ne taşıyormuş.? Kürt kadınları bağırarak açıklıyor: Emperyalistlerin komutasındaki bu HDP gemisinin Kürt gençlerini dağa taşıyor. Nihai amacı ise, vatan toprağını taşıyıp, Amerika ve İsrail’e vermek…

Bu Kürt analarının, bacılarının feryatları o bindiğiniz gemiyi yakında batıracak. Sizler de bu gemiyle birlikte gaflet ve ihanet denizinde boğulacaksınız.

BAŞLARIM SİZİN BU YALANCI ATATÜRKÇÜLÜĞÜNÜZE

CHP’yi kör bir inatla desteklemeye devam eden sözüm ona Atatürkçülere sesleniyorum.

Atatürk yaşasaydı, anaların feryadını beklemez, bu ihanet gemisini çoktan batırmış olurdu.

Bu tablo, sizi silkeleyip kendinize getirmediyse artık size söylenecek tek söz kalıyor:

“Başlarım sizin bu yalancı Atatürkçülüğünüze.”

https://www.facebook.com/eyup.s.karakas/videos/10214903653680678/?t=0



2 Eylül 2019 Pazartesi

ZEHRİ ALTIN TABAKTA SUNARLAR

Meşhur sözdür; zehri altın tabakta sunarlar”. Bu yöntemi en iyi Amerika’nın başını çektiği emperyalist devletler uyguluyor. Bu devletler, altın tabakta sundukları zehirlerle milli devletleri sömürüyorlar, parçalıyorlar.

Nedir o altın tabaklar derseniz, bazılarını sıralayalım: küreselleşme, demokrasi, halklara özgürlük, insan hakları, adalet, azınlıklara özgürlük ve özerklik, doğal çevreyi korumak.

Milli devletler içerisinde bu tabaklara zehri koyacak ve halka içirecek kadroları da kolay bulurlar. Siyasetçiler, yazarlar, gazeteciler, sözüm ona aydınlar ellerine aldıkları bu tabaklarla sundukları zehirlerle insanları bölünmeye, sömürülmeye hazır hale getirirler.

Bu zehirler doğrudan beyne etki eder. İnsanlar sağlıklı düşünemez hale gelir. Kendisine, içinde yaşadığı topluma, vatanına yabancılaşır; hatta düşman hale gelir.

DEMOKRASİ TABAĞI

Demokrasi, temel hak ve özgürlükler insanlığın çok kanlı mücadeleleri sonucu elde ettiği değerlerdir. Hangi topluma veya hangi kişiye demokrasi ve özgürlük ister misiniz diye sorsanız, evet isteriz derler,

Bunu bilen Amerika, zehirlemek istediği toplumlara zehri bu tabaklar içinde sunar. Irak’ı, Suriye’yi, Libya’yı demokrasi tabağında sundukları zehirle parçaladılar, milyonlarca insanın ölümüne, milyonlarca insanın evsiz, yuvasız kalmasına sebep oldular.

Türkiye’yi bölmek isteyenlerin de en sık demokrasi tabağını kullanıyorlar. Örnekler çok ama biz sonuncuyu yazalım: Bölücü terör örgütü PKK’ya her türlü yardımı yapan Diyarbakır, Van ve Mardin belediye başkanları görevden alınınca, demokrasiyi altın tabağa dönüştürüp içine de bölücülük zehrini koydular ve halka sundular. Bu zehri içenler, hainlikleri tescilli kimseleri demokrasi adına savunmaya başladılar. Zehir öyle etkildi ki, içenler için demokrasi vatandan daha değerli hale geldi.

KÜRESELLEŞME TABAĞI

Emperyalist güçler, küreselleşme tabağında sundukları zehirlerle batı sermayesinin gelişmekte olan ülkeleri daha rahat sömürmesinin yolunu açarlar.

Bunun için, gelişmekte olan ülkelere küreselleşmeyi allayıp pullayıp çok iyi bir şeymiş gibi takdim ederler.

Küreselleşin, zenginleşin derler ama tam tersi olur.  Kapıları açın, gümrükleri kaldırın, mal ve sermaye rahatlıkla dolaşsın derler. Bunu da ekonomik reçete diye sunarlar ama bu reçetenin özünde zehir var, sömürü var, el koyma var.

“Küreselleşme” tabağındaki sömürü zehrini Türkiye 1980 ihtilali ile içmeye başladı, hala da içiyor. 

ADALET TABAĞI

15 Temmuz’u takiben binlerce FETO ve PKK mensubu tutuklandı; asker, polis ve yargı bu örgütlerin mensuplarından temizlenmeye başlandı.

Temizlik ilerleyip hapishaneler dolmaya başlayınca zehir yeni bir tabakla sunulmaya başlandı. Altın tabağın ismi “Adalet” oldu.

Kamuoyu yargının tarafsız olmadığı ve binlerce masum insanın tutuklandığı ve ortada adalet kalmadığı şeklinde şartlandırıldı.

Adalet olmayınca yürümek te gerekli oldu(!). Adalet tabağındaki zehri içenler FETÖ ve HDP ile kol kola girip Ankara’dan İstanbul’a kadar, yürüdüler.

Bu zehri içenlere göre, yüzlerce kahraman Türk subayı, Vatan Partisi yöneticileri Ulusal Kanal çalışanları ve Aydınlık gazetesi yazarları hapislere atılırken Adalet vardı, binlerce FETÖ ve PKK mensubu tutuklanınca adalet yok oldu.

Dün genel kurmay başkanı dahil yüzlerce subay, teröristlikle ve casusluk, fuhuş gibi adice iftiralarla hapse atılınca adalet vardı, devleti ele geçirmek için darbe yapmaya kalkan, bunun için sivil halkı, polislerimizi, askerlerimizi acımadan şehit eden askerler hapse girince adalet yok oldu.

Adalet çok yüce bir kavramdır. Hiç kimse ben adalet istemiyorum demez. Adalet, zehir sunmak için çok ideal bir tabaktır. Amaç, bu tabaktaki zehri milletimize yedirip, ABD piyonlarına özgürlük sağlamaktır.

PANZEHİR

Bu altın tabakta sunulan zehirlerin iki panzehri var:

İlki, “Türk de biziz, Kürt de biziz, biz Türk milletiyiz” ifadesi ile özetlenebilecek “Tek Millet” bilincini yerleştirmek.  

İkincisi, küreselleşmeye karşı, borçlanma ekonomisini terk edip, üretim devriminin gerekliğini halka anlatmak.

Türk aydınına düşen başlıca görev de bu panzehirleri halka sunmak ve içirmektir.