31 Ocak 2016 Pazar

GÖREV BAŞINA!

Çok kötü günler yaşıyoruz ve anlaşılan daha kötüleri de yolda geliyor. 13 yıllık iktidarında AKP ve 

Tayyip Erdoğan Türkiyeyi uçurumun kenarına getirdi. 

Ekonomi kötü, borçla idare ediyoruz.

Terör önlenemiyor ve hatta ayaklanmaya dönüştü.

Ne dost komşu ülke kaldı ne de dost ülke.

EKONOMİ BATAKTA

Irak ile ticaretimiz azaldı. Suriye ile bitti. Rusya malımızı almıyor. Turizm gelirleri Rusya krizi ve terör nedeni ile giderek azalıyor. Borcumuz artıyor, milli gelirimiz düşüyor.

10 yıl öncesinde dış borcumuz 200 milyar doların altında iken şimdi 400 milyar doları geçmiş durumda.  Yüksek petrol fiyatlarından kaynaklanan fonlar azaldığı için, borç bulmamız da zorlaşacak.

Milli gelir sürekli düşüyor. 2013’de 820 milyar olan milli gelir 2015’de 722 milyar dolar düşmüş.

Orta ve az gelirli vatandaşların milli gelirden aldığı pay giderek azalıyor. Yoksulluk artıyor ve işsizler çoğalıyor.

DOSTU DÜŞMAN EYLEDİK

13 yıl önce bitme noktasına gelen PKK terörü artık bir iç isyan görünümüne kavuştu. İlçeler, kentler harabeye döndü. Her gün birkaç evladımızı kaybediyoruz. İçimiz kan ağlıyor.  

Sıfır sorun diyerek Ermenistan’a, taviz vermeye, Kıbrıs’ı AB’ye teslim etmeye kalkan anlayış etrafımızda dost ülke bırakmadı. Son olarak da Rusya ile aramız açıldı. İlişkilerimiz bozuldu. ABD ve AB’ye mahkûm olmaya başladık.

HALK UYUTULUYOR

Bütün bunlardan daha vahimi halkımız durumu kavramış değil. İnsanlarımız durumun farkında değil çünkü Türkiye’yi kim yönetiyorsa, medyayı da o yönetiyor. Televizyonların, gazetelerin sahipleri ya bizzat iktidar mensubu ya da iktidar ile iş birliği yapan zenginler. Gemi batıyor ama halk dizilerde, sporda veya evlenme programlarında.

Bu yandaş ve satılık medya insanlarımıza her gün “işler yolunda” mesajı veriyor. Onları eğlendiriyor, oyalıyor. Sorunlarımızı ve içinde düştüğümüz felaketleri gözden uzak tutuyor.

13 yıllık Tayyip Erdoğan iktidarının bizi getirdiği nokta bu. Bu duruma gelirken muhalefetteki partiler de adeta AKP’ye yardımcı oldular. AKP’ iktidarını beğenmeyenler, baraj var, oylar bölünmesin propagandası ile CHP ve MHP ye yönlendirildi. Muhalif oylar bu partilere gitti, AKP rahat rahat icraatına devam etti.


Ülkenin geldiği bu durumdan şikâyetçi olanlara da söylenen şu: Başkanlık sistemi gelir ve Erdoğan başkan olursa işler düzelir. 13 yıl ülkeyi kötü yönetenlerin insanlarımıza sunduğu çare bu.

BİRLEŞME ZAMANI 

Erdoğan’a ve yandaşlara göre bu kötü durumun sorumlusu parlamenter sistem ve dolayısıyla Cumhuriyet. Cumhuriyet’in yerine yeniden Osmanlı devleti kurulursa ve Erdoğan da padişah olursa ülke güllük gülistanlık olacak.

Parlamenter sistem, kuvvetler ayırımı, hukukun üstünlüğü, üniter ve milli devlet, insan hak ve özgürlükleri hep ithal değerler. Bunlardan vazgeçilecek Türk tipi başkanlık yani padişahlık gelecek, eyaletlerin yerini özerk yönetimler alacak, milli egemenlik yerine tek adam hakimiyeti olacak ve ülke çok iyi yönetilecek.

Bunu kim diyor? 13 senedir ülkeyi istediği gibi yöneten ve bizi uçurumun kenarına getirip bırakan bir insan ve parti.

Türk milleti bu propagandalara kanmamalıdır. Atatürkçüler, milli devletten yana olanlar, hukukun üstünlüğüne inananlar, laik devleti savunanlar, milliyetçiler, devrimciler, halkçılar, vatanseverler birleşmeli bu kötü oyuna son vermelidir.  

En kısa zamanda Türkiye Cephesi büyütülmeli ve mücadele her alana yayılmalıdır.


Türkiye Cumhuriyeti’nin bekçileri görev başına!

29 Ocak 2016 Cuma

TÜRK TİPİ BAŞKANLIK: PADİŞAHLIK

Türkiye Cumhuriyet'i kurulduğundan bu yana devleti yıkmak için yapılan saldırılar yoğunlşarak devam ediyor. Sürekli savaş halindeyiz. Ekonomik olarak savaş halindeyiz, politik olarak savaş halindeyiz, pisikolojik olarak savaş halindeyiz.

Kim saldırıyor diye sorarsanız söyleyelim, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurarken kiminle mücadele edip yendiysek onlar saldırıyor. O zaman yedi düvel diyorduk, Atlantik Sistemi diyoruz. Buı sistemin başını da ABD çekiyor.

BİDEN'İN TALİMATLARI

ABD Başkan Yardımcısı geldi ve şu talimatları verdi gitti:

1.    Suriye'ye kendi başınıza müdahale edemezsiniz!
2.     PYD –YPG bizim Ortadoğu’daki kara gücümüzüzdür. Bu nedenle bizim Kürt koridoru işimizi baltalamaya yönelik ve bu güçleri hedef alan operasyon yapamazsınız!
3.    Kendi başına yeni terörist gruplar oluşturamazsınız. İncirlik in denetim ve kontrolü NATO dolayısıyla ABD ye aittir. Buraya müdahale edemezsiniz.
4.    Irak'ta, ABD’den habersiz inisiyatif almaz, Barzani, Nuceyfi, Abadi ile bizim bilgimiz dışında bir görüşme, uzlaşma, antlaşma yapamazsınız! . Musul ve Kerkük ABD için yaşamsal önem taşımaktadır. Bu bölgelere müdahaleniz söz konusu değildir!
5.    Güneydoğu ve Kandil'e operasyonlarını bitireceksiniz. “çözüm masası” yeniden ve ivedilikle oluşturulmalı, PKK'nın istekleri karşılanmalı.
6.    Yeni Anayasa’da  “Atatürkçülük” ve “Türk Milleti ”  yer almamalı.
7.    İhvan ve/veya IŞİD konusundaki kararlar, İsrail ile işbirliği ve İsrail in önerileri doğrultusunda alınmalıdır.

Bu olay gösteriyor ki, Cumhuriyet'in temel ilkesi olan “tam bağımsızlık” yok olmuştur. Böyle direktifler veren bir diplomat istenmeyen adam ilan edilip, memelektine gönderilmeliydi.

YENİ ANAYASA

Biden'in yeni anayasa yapın, içinde Atatürk ve Türk Milleti olmasın talimatı için zaten kollar sıvanmış durumda.

“Yeni Anayasa” çalışmalarının başını da Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarı çekiyor. CHP, MHP, HDP de onların peşine takılmış durumda. Anayasa masası kurulsa da bir sandalye de biz kapsak diye bekliyorlar.

Erdoğan, nasıl bir anayasa istediğini açıklamış: Türk tipi başkanlık ve milli ve yerli anayasa istiyormuş. Şöyle diyor Erdoğan:

“Bugüne kadar kurulan anayasaların hepsi ithaldir, yerli değildir ve ithal ürünlerle yönetildik, ithal mantıklar bize hakim oldu. Şimdi biz yerliye ve milliye dönmeliyiz.”

Anaysalarda mutlaka olması gereken milli egemenlik, demokrasi, kuvvetler ayırımı, insan hak ve özgürlikleri, parlemento gibi kavramların hepsi aslında ithal hususlardır. Bu değerleri biz başka ülkelerden aldık. Anaysa kavramının kendisi de aslında ithaldir.

Anayasal düzenin kurulması ve millet egemenliğinin sağlanması devrimler silsilesi sonucunda oluşmuştur. 1876 yılından bu yana Namık Kemallerin, Mithat Paşaların, Ziya Gökalplerin, Talat Paşaların ve nihayetinde Musatafa Kemal Atatürk'ün hep padişaha hem de yedi düvele karşı verdiği mücadelenin sonucunda Türkiye Cumhuriyet'i kuruldu.

Türkiye Cumhuriyet'i kurulunca biz millet egemenliğine, tam bağımsızlığa ve yukarda sıraladığım değerlere sahip olduk.

Milli egemenliğin bedeli ise ağır oldu. Türk Milleti bağımsız ve egemen olmak için çok kan döktü, çok şehit verdi. Türkiye Cumhuriyeti erkeği ile, kadını ile çocuğu ile verilen çok büyük bir savaşın sonucudur.

PADİŞAHLIK BİTTİ!

Yeni anayasa yaparak Türk Milleti'ni anayasadan çıkararak millet egemenliğini yok etmek isteyenlerin, haklarımızı ve özgürlüklerimizi elimizden almak isteyenlerin bu bedeli göz önünde tutmaları gerekir. Bu bedeli ödemeden hiç kimse Türk milletini anayasadan silemez ve millet egemenliğini yok edemez.

Türk Milleti'ni anayasadan çıkarıp, “ithal değerleri” de yok edip, millet egemenliğini de etnik kimlik ve mezhep esasına dayanan özerk devletçiklere devredince oluşacak devletin “Türk tipi” başkanına da artık padişah demek lazım. Sayın Erdoğan padişah olunca da artık başkanlık babadan oğula geçer. Erdoğan'ın iki oğlunun olmasının yaratacağı sorun da Osmanlı usullerine göre çözülebilir.


26 Ocak 2016 Salı

DEVRİM VE KARŞI DEVRİM

Türk Milleti 150 senedir milli demokratik devrim süreci içerisindedir. Bu devrimin temel hedefi emperyalizmin tasallutundan ve Ortaçağ zihniyetinden kurtulmak, tam bağımsızlığa kavuşmak ve millet egemenliğini kayıtsız şartsız sağlamaktır.

Türk devriminin ilk aşaması Mithat Paşa’ların , Namık Kemal’lerin, Ziya Paşa’ların başını çektiği Yeni Osmanlılar tarafından 1876 yılında I. Meşrutiyet’in ilanı ile gerçekleşti.

İkici aşamanın önderleri Genç Türkler, ve İttihat ve Terakki Cemiyeti idi. Onların önderliğinde 1908 Hürriyet devrimi başarıldı.

Türk devrimin en önemli aşaması ise, 30 Ağustos zaferi sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti oldu.

Türk Milleti, Cumhuriyet ile birlikte kendi milli devletine ve egemenliğine kavuştu. Emperyalizme karşı tam bağımsızlığını ilan etti. Laik devlet anlayışı ile hem milli birlik pekiştirildi hem de ülke bilimin aydınlığı ile aydınlanmaya başladı.

Ne yazık ki, Atatürk’ün erken vefat etmesi, karşı devrim sürecinin başlamasını kolaylaştırdı. II: Cihan harbinden sonra karşı devrim yol almaya başladı.

Karşı devrim süreci boyunca, tam bağımsızlık ilkemiz zedelendi. Atlantik sitemine bağlandık. Milli Ordumuzu NATO’nun kontrolüne bıraktık. Ekonomimiz ABD ve AB ülkelerinin arzu ve iradesi doğrultusunda şekillendirmeye başladık. Milli birliğimizi etnik siyasete ve mezhepçilik anlayışına kurban ettik. İkili anlaşmalar yaparak milli egemenliğimize zarar verdik. Laiklik ilkesini unuttuk.

Özellikle son dönemde ise karşı devrim iki koldan saldırılarını artırdı: Bir yandan irticai bir dikta yönetimi kurma çalışmaları, diğer yanda vatanı bölme ihaneti Türk Devrimini yok olma noktasına taşıdı.

Özellikle son 13 yılda, AKP iktidarı karşı devrimin öncüsü oldu. Milli egemenlik zedelendi, kuvvetler ayırımı yok edildi, özgürlükler kısıtlandı, aydınlanmanın yerini dogmaların karanlığı almaya başladı. Neoliberal politikaları uygulama adına ekonomimizi emperyalistlerin emrine verdik.

Cumhuriyet’in 6 okunun altısının da uçları kırık artık. Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik, Milliyetçilik, Devrimcilik emperyalist güçlerin izin verdiği kadarı ile bizi yönlendiriyor.

İşin acı tarafı, Cumhuriyet’i kuran parti de artık karşı devrimin bir parçası olmuş. O kadar olmuş ki, laikliğin başı düşmanı ve ABD’nin piyonu bir cemaati savunur duruma gelmiş. O da yetmiyormuş gibi, ülkeyi bölmeye ve vatan topraklarını ABD ve İsrail’e peşkeş çekmeye uğraşan örgüte sempati ile bakabiliyor.

AKP, CHP,  HDP bir araya gelmiş “Özgürlükçü demokrasi” diyerek etnik guruplara özerklik ve eğitim; cemaatlere “yaşam tarzı” güvencesi vermeye ve Türk Milletini anayasadan kovmaya çalışıyor.

Türk Milleti’nin cumhuriyetçi, devrimci, milliyetçi, halkçı, devletçi ve laikliğe inanan evlatlarının bir araya gelmesi ve bir Türkiye cephesi oluşturması şart olmuştur. Bu cephe, özellikle vatanın bütünlüğü için mücadele vermelidir. Güneydoğu’da yürütülen Vatan Savaşı kazanıldıktan sonra Kemalist devrimi tamamlamak için her türlü gayret gösterilmelidir.

Vatan Partisi bu cephenin merkezindedir ve Milli Demokratik Devrimi tamamlamak azim ve kararlılığındadır. Mustafa Kemal’e inan insanların bir araya gelip karşı devrime karşı mücadele edeceği örgüt Vatan Partisidir.


2016 yılı Vatan Partisi ve Atatürk’e inananların yılı olacaktır. 

25 Ocak 2016 Pazartesi

MUSTAFA KOÇ’UN ÖLÜMÜ ÜZERİNE

Mustafa Koç’un ölümüne çoğu insan gibi ben de üzüldüm. O, her şeyden önce bir insandı, bir candı. Üretimin artmasında çok büyük katkıları oldu.  

Her canın ölümü bizi özer. Bu üzüntü bazı şeyleri yazmaya da engel olmaması gerekir.

Ben bu vefata daha geniş açıdan bakmak istiyorum:

Yüz yıllardır bazı ülkelerin siyasi ve iktisadi hayatına hâkim olan kesimler, sırf kendi keselerini doldurmak ve daha zengin olmak için, başka halkların, başka milletlerin toprağına, emeğine, ham maddesine, pazarına, doğal ve mali kaynaklarına el koyuyorlar. Sömürüye dayanan emperyalizm sürüp gidiyor. Emperyalizmin ve sömürü düzeninin oluşturduğu dünyamızın manzarası ise çok korkunç ve üzücü.

Dünyada bugün 1.3 milyar insan aşırı fakirlik içinde yaşıyor. Bunların günde harcadıkları para 1 doların altında.

1 milyara yakın insan açlık sınırının altında.

Son 10 yılda açlık çeken insan sayısı azalmadı, arttı.

200 milyon çocuk beslenmek için yeterli gıda bulamıyor ve bebek ölümleri azalmıyor.

En az 100 milyon çocuk ilkokula, 250 milyon çocuk ortaokula gitme imkânından mahrum.

300 milyon çocuk çalışmak mecburiyetinde.

1 milyara yakın insan okuma yazma bilmiyor.

Yüzbinlerce insan evinden, yurdundan göç etmek mecburiyetinde kalıyor. Binlercesi yollarda ölüyor.

Her gün binlerce insan patlayan bombalar ve atılan kurşunlarla hayatını kaybediyor.

En zengin 200 kişinin serveti 1 trilyon dolardan fazla. Buna karşılık 43 fakir ülkenin tüm geliri 150 milyon civarında.

Bu tablonun sorumlusu gelir düzeyi en üst seviyede olan % 1’lik kesimdir.

Gelir düzeyi ün üst seviyede olan bu % 1’lik kesim giderek zenginleşirken, % 99’luk kesim ise fakirleşmektedir.  Ülkelerin çoğunda ve dünya genelinde iktisadi ve siyasi politikaları bu zenginler belirlemektedir. Bunlar için para kazanma o kadar büyük bir amaç haline gelmiştir ki, tüm yöntemleri meşru görmektedirler.

Medya da büyük oranda bu ultra zenginlerin elinde ve kontrolünde olduğu için yoksul halk duruma tam teşhis koyamamakta ve sürekli zenginlerin partisini iktidara taşımakta veya iktidarda tutmaktadır.

Bu ultra zenginlerin Türkiye’deki temsilcilerinden birisi de Mustafa Koç’tu.

Koç Holding son yıllarda servetini 5 misli artırdı. Bunda iktidar ile yakın ve iyi ilişki içerişinde olmasının büyük rolü oldu. O kadar iyi ilişkiler içerisindeydi ki, AKP ve Erdoğan aleyhine yayın yapan gazete ve televizyon kanallarına çok az reklam veriyor.

Örnek isterseniz yazayım: Bazı iktidar yanlısı gazeteler Koç Holdinge bağlı şirketlerden çok sayıda reklam alırken, iktidara muhalif yayın yapan Aydınlık ve Yeniçağ gazetelerin satışı bunların bazılarından daha fazla olmasına rağmen bu iki gazete Koç Holding’ten hemen hemen hiç reklam alamamaktadır.

Türkiye’nin ekonomik durumu ortada. Son yıllarda yoksulluk arttı, gelir dağılımı bozuldu, servet, gelir ve fırsat eşitsizliği ciddi boyutlara ulaştı. İşsizlik oranı çift rakamlara ulaştı.  Böyle bir tablonun sorumlusu, AKP iktidarı ve bu iktidarı şu veya bu şekilde destekleyen Türkiye’nin en üst gelir düzeyindeki % 1’lik kesimdir.

Hal böyle iken, AKP karşıtlarının ve Türkiye’nin bu durumundan şikâyetçi olanların Mustafa Koç’a methiyeler düzmesi bana biraz garip göründü ve bunları yazmaya kendimi mecbur hissettim.


Ne diyelim, Allah rahmet etsin.

18 Ocak 2016 Pazartesi

MECBURİYETLER

Bugün hastaneye el bileği kırık bir hasta geldi. Konuştuk, hastaneleri hiç sevmezmiş ama düşüp de bileği kırılınca mecburiyetten gelmiş.

Böyledir işte! İnsanları bazen mecburiyetler yönetir. Sadece insanları değil, toplumları da gün gelir mecburiyetler idare eder.

Fransız ihtilali bir mecburiyetin sonucudur. Hiç kimse ölümü istemez ama Fransız devrimini gerçekleştirmek için binlerce insan hayatını vermiştir.

Türk devrimi de bir mecburiyetin sonucudur. Düşman vatan topraklarını işgale başlayınca, bağımsızlık yok olunca millet Atasının etrafında birleşmiş ve "Ya istiklal ya ölüm" parolası ile devrimi gerçekleştirmiştir. Devrimin sonucu Türkiye cumhuriyetidir.

Türkiye Cumhuriyeti toplumsal olayların doğurduğu mecburiyetlerin bir sonucudur.

Milli demokratik devrimler halkın sefalete, sömürüye, kulun kula köleliğine, zulme ve baskıya karşı bir isyanıdır. Şartlar bu isyanı zorunlu hale getirmiştir. Rus devrimi, Çin devrimi, Küba devrimi bu mecburiyetlerin sonucudur.

MECBURİYETLER YÖNETİMLERİ ESİR ALIR

Şimdi soruyorlar, Erdoğan 7 Haziran seçimlerinden sonra nenden PKK ile olan müzakereye ve açılım sürecine son verdi ve TSK’nin silahlı mücadelesine evet dedi. Çünkü mecburdu. Türkiye Cumhuriyeti ile ilgili planları vardı; değiştirmek, dönüştürmek istiyordu. İktidarda kalmak onun için cazipti ve kalmaya da mecburdu. Seçim sonuçları açılım sürecini devam ettirdiği takdirde başkan olma hayalinin gerçekleşmeyeceğini ona gösterdi.

Devletin kendisini koruma refleksleri vardır. Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak için PKK’ya karşı mücadele gerekli ve zorunlu hale gelmişti. Onun için bu refleksler bir eylem başlattı ve Erdoğan da iktidarını sürdürmek ve ilerde başkan olmak için, müzakereyi bırakıp, mücadeleye evet demek mecburiyetinde kaldı.

TÜRK MİLLETİNİN MECBURİYETLERİ

Türk Milleti’nin içinde bulunduğu şartlar bazı mecburiyetleri ortaya çıkarmıştır. Vatan Partisi genel başkanı Doğu Perinçek’in şu sözleri bu mecburiyetlerin neler olduğunu anlatıyor:

“Türkiye’nin köklü değişiklikler ve büyük kararlar dönemine girdiğini gösteriyor. Türkiye, ancak Atatürk Devriminin temel programıyla çözebileceği sorunların içinde çırpınmaktadır. Vatan bütünlüğü, Üretim Ekonomisi, Devrim Kanunları, yurtta barış, komşularla barış, Avrasya’da ayağa kalkmak artık dilek ve umutların ötesinde mecburiyetler olarak gündemdedir.

Mecburiyetlere karşı konamaz. Mecburiyetler, yönetimleri esir alır. Türkiye’yi parçalamak ve Kemalist Devrimi yıkmak için iktidara getirilen AKP iktidarı dahi, bu mecburiyetlere yer yer teslim olmak zorunda kalmıştır. Vatan Partisi’nin Bölücü Terörü silahla uslandırma siyaseti ve F Örgütünü temizleme siyaseti, AKP iktidarını teslim almıştır.

Eğer Türkiye’nin içine girdiği süreçleri doğru saptarsak, tünelin ucundaki ışığı görürüz. Şu anda Türk Milletinin önünde Arslanlı Yol’dan iktidara yürüme olanağı bulunuyor. O olanağı görmeyen kötümserler için ağlamak ve yakınmaktan başka bir eylem bulunmuyor.”

BUNLARI YAPMAYA MECBURUZ

Teröre karşı devlet yaptırımının kullanılmasını zorunlu gören birlik siyaseti yürürlüğe girmiştir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Polisimizin ve Köy Korucularının Bölücü Teröre Karşı yürüttüğü silahlı mücadele, PKK’nın belini kırmıştır. ABD ve İsrail’in piyonu olan PKK’ya karşı bu mücadele Kandil’e beyaz bardak çekilinceye kadar devam etmelidir.

ABD’nin bir diğer piyonu olan F tip örgüt temizlenmelidir.

Türkiye borç batağına batmıştır. BU bataktan ancak borçlanma ekonomisinde vazgeçip, üretim ekonomisine geçmekle çıkılır. “Üreten Türkiye” programı hızla başlatılmalıdır.

Komşularla barış ve işbirliği, Türkiye’nin mecburiyeti olarak gündemdedir. Suriye, Lübnan, Irak, İran, Azerbaycan ve Mısır ile Batı Asya Birliği (BAB) oluşturma çalışmaları adım adım somut işbirliğine dönüşmelidir.

Atlantik sistemi içinde ve NATO’ya bağlanarak Kemalist Devrimi kaybettik. Atlantik’te bize bağımsızlık yok, özgürlük yok ve ekmek yok. Türkiye, güvenliğini, toprak bütünlüğünü ve ekonomik kalkınmasını gerçekleştirmek için, artık Asya’da ayağa kalkmak durumundadır.

MİLLİ İKTİDAR GEREKLİDİR

Bu gerçekler milli iktidarı mecburi hale getiriyor. Bu milli iktidarı kuracak olan irade ve güç Vatan Partisinde vardır. Türk Devrimini yeniden hayata geçirmek isteyenlerin, halkçıların, milliyetçilerin, Atatürk ilkelerine bağlı olanların, sömürüye hayır diyenlerin, tam bağımsızlığı isteyenlerin, gerçek demokratların ve Türk Milletinin refah, huzurunu isteyenlerin toplanacağı yer Vatan Partisidir.


Bu mecburiyetler Vatan Partisini iktidara taşıyacaktır. 

17 Ocak 2016 Pazar

AZİZ MİLLETİMİZE DUYURUMUZDUR
Bu ülkenin akademisyen, araştırtmacı ve aydınları olarak bu ihanete ortak olmayacağız!
Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını Sur’da, Silvan’da, Nusaybin’de, Cizre’de, Silopi’de ve daha pek çok yerde sokaklara döşedikleri mayınlarla, yollara kurdukları pusularla, ambulanslara ve okullara bile acımayan bir vicdansızlıkla öldüren, aç bırakan, evlerini ve hatta evlatlarını gasp eden bölücü terör örgütü, en başta evrensel insan hakları olmak üzere, Türkiye Cumhuriyeti yasalarıyla da güvence altına alınmış hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal etmektedir. Türkiye Cumhuriyetinin egemenliğine karşı işlediği suçlar bir yana, bütün milletimize karşı insanlık suçu işlemektedir.
Bu kasıtlı saldırganlığın nedeni herhangi bir hak arayışı değil, doğrudan doğruya emperyalizmin piyonu, ABD’nin deyimiyle “kara gücü” olmasından kaynaklanmaktadır. Bu çatışmalarda Türkiye Cumhuriyetine karşı yer alan herkes ve her devlet, uluslararası antlaşmaları, uluslararası teamül hukukunu ve uluslararası hukukun emredici kurallarını daağır bir şekilde ihlal etmektedir.
Bölücü terör örgütünün başta bölgede yaşayan parçası olmak üzere, Türkiye’nin her tarafında yaşayan bütün Türk Milletine karşı gerçekleştirdiği terör ve yıldırma taktiklerini görmezden gelen, uygulanmasına bildiri, yazı, tv programı gibi propaganda yöntemleriyle destek olan ya da bunlara sessiz kalan herkes bu tarihi suçun ortağı konumundadır.
Bu suça ortak olanlar sadece cinayet ve yıkımlardan değil, aynı zamanda bölgede yaşayan halkımızın uğradığı maddi zarardan da en az PKK kadar sorumludurlar.
Müzakere adı altında yürütülen sürecin bir sonucu olarak bugün vatanımız kan ve ateş içindedir. Bugünlerin siyasi sorumluları tarihin ve milletimizin önünde mutlaka hesap verecektir. Bununla birlikte bölgede kalıcı bir barış ve düzenin sağlanması için terör örgütü, komşu ülkelerdeki parçalarıyla birlikte hızla etkisiz hale getirilmeli, anaların, çocukların gözyaşları silinmelidir.
Bilim gerçeği bulmak içindir. Bilim adamı gerçeğin peşinde değilse bilim adamı değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin büyük bir uluslararası emperyalist koalisyon tarafından parçalanmaya çalışıldığı gerçeği, sadece gazete sayfalarına değil, vatan topraklarına hemen her gün, anneleri sıvasız evlerde haber bekleyen Mehmetçiklerin kanıyla yazılmaktadır. Bunu okuyamayanın bilime de insanlığa da bir faydası olamaz.
Bizler vatansever Türk aydın ve akademisyenleri olarak PKK bölücü terör örgütü içindeki kandırılmış vatan evlatlarından ve gerçeğin farkına varamayacak kadar bilimsel nosyonunu kaybetmiş terör destekçilerinden hemen bu büyük yanlışa bir son vermelerini talep ediyoruz. Bu ihanetlere sessiz kalıp vatanımızın bölünmesini izlemeyeceğimizi beyan ediyor ve yaraların sarılması, milletimizin büyük birliğinin zarar görmemesi için üzerimize düşen bütün görevleri gönüllü olarak yerine getireceğimizi taahhüt ediyoruz...
VATAN PARTİSİ KAYSERİ İL YÖNETİMİ

16 Ocak 2016 Cumartesi

KATİL SÜRÜSÜ!

Sizlere sesleniyorum!
Kimlik siyaseti güdenler,
Dini siyasete alet edenler,
PKK'nın aptal destekçileri,
Teröristleri barış havarisi göstermeye çalışan hainler,
ABD ve İsrail'in emperyalist projelerinin ortakları,
"demokrasi, barış" kelimelerinin arkasına sığınan cellatlar;

Sizler bazen siyasetçi,
Bazen gazeteci,
Bazen sanatçı,
Bazen aydın,
Bazen de akademisyen kılığındasınız ama siz aslında katilsiniz.

Her gün şehit haberleri geliyor. Bölgede bomba sesleri mermi seslerine karışıyor. İnsanlar ölüyor, bebekler ölüyor. Çocuklar korku içinde. Babalar işsiz, anneler aç. Yoksulluk had safhada.

Sanayi yok, tarım bitti, hayvancılık öldü; üretim durdu. İnsanlar bir kilo makarnaya, bulgura, muhtaç hale geldi.

Bunun sorumluları sizsiniz. Sürekli etnik kimlik dediniz, mezhep dediniz. İnsanları ayrıştırdınız. Kardeşi kardeşe düşman ettiniz.  

Bir gün olsun, fabrika demediniz, tarla demediniz, besicilikten bahsetmediniz, iş demediniz, aş demediniz.

Bir gün olsun eğitim demediniz, okul demediniz, kütüphane demediniz, atölye demediniz, hastane demediniz, sanat demediniz, spor demediniz.

Milletin size verdiği yetkiyi kötü kullandınız.

Yıllardır televizyon televizyon gezip konuşuyorsunuz, gazetelerde yazıp duruyorsunuz ama konuşmak için, yazmak için etnik kimlikten, dini inançtan başka konu bulamadınız. ABD’nin, İsrail’in gerçek niyetlerini halka söylemediniz.  Bunlar bizi bölecek, bize Sevr’i yeniden dayatıyorlar demediniz. Tam tersi emperyalistlerin uşağı gibi çalıştınız, yazdınız, konuştunuz.

Görün eserinizi de utanın.

Size sesleniyorum:

Bırakın artık bu etnik kimlik, mezhep siyasetlerini,
Bırakın artık katilleri desteklemeyi.
Gözünüz yeteri kadar kana doymadı mı?
Vazgeçin düşmanlığı körüklemekten,
Vazgeçen bir kaç varil petrol için kan döken bu zalimlere hizmet etmekten.

Lanet olsun size...


Eyup S. Karakaş

14 Ocak 2016 Perşembe

BARIŞ İSTEYENLERİN MUHATABI ABD VE İSRAİLDİR

Bombalar patlıyor, insanlar ölüyor. Ankara’da patlıyor, İstanbul’da patlıyor, Diyarbakır’da patlıyor, Şırnak’da patlıyor, Urfa’da patlıyor, Cizre’de patlıyor.

Bombaları patlatan beli; iki azılı terör örgütü: PKK ve IŞİD. Bu örgütleri kuran, yöneten, eğiten, silahlandıran da belli. ABD ve İsrail.

Bu iki devlet enerji kaynaklarını ve yollarını kontrol altına almak ve İsrail’in güvenliğini sağlamak için bu bölgedeki milli devletleri parçalayıp, küçük devletçikler, kantonlar oluşturmak istiyor. IŞİD’in de PKK’nın da görevi bu.

Amiral Soner Polat bugün açıkladı:

“DAEŞ (IŞİD), ABD ve İsrail tarafından müştereken yaratılmıştır. CIA ve MOSSAD tarafından Ürdün’deki özel ve gizli bir üste ABD ve İsrail’in elit özel birlikleri tarafından eğitilmiş, finansmanı Suudi Arabistan ve Katar tarafından sağlanmıştır.

DAEŞ’in İsrail ve ABD’ye yönelik tek bir eylemi yoktur. İsrail Hava Kuvvetleri çeşitli kereler Suriye Ordusu ve Hizbullah hedeflerini DAEŞ’i korumak maksadıyla vurmuştur. DAEŞ teröristleri İsrail sağlık kuruluşlarında tedavi görmüş ve bu ülkeden lojistik destek almıştır.

Birkaç gün TSK’nın basına servis ettiği bilgi notunda Silopi’de girilen her evde MOSSAD akıl ve zihniyetini yansıtan El Yapımı Patlayıcıların (EYP) yerleştirildiği ifade edilmiştir.

ABD Savunma İstihbarat Teşkilatı, “IŞİD’i ABD’nin büyüttüğünü” itiraf etmiştir. Ayrıca BM Golan Bölgesi Ateşkes Gözlem Gücü, İsrail ile IŞİD arasındaki örtülü ilişkileri resmi raporuna yansıtmıştır.

Birkaç gün önce, TSK’nın basına servis ettiği bilgi notunda Silopi’de girilen her evde MOSSAD akıl ve zihniyetini yansıtan El Yapımı Patlayıcıların (EYP) yerleştirildiği ifade edilmiştir.”

IŞİD’i de, PKK’yı da yaratan ve büyütenin Batı istihbarat örgütleri olduğu, amacın Türkiye’yi parçalamak ve Suriye sınırında Kürdistan kuşağı inşa etmek olduğu ve bunun da bir emperyal proje olduğu gün gibi ortadadır.

Bu gerçek apaçık ortada iken ve patlayan bombaların asil faillerin ABD ve İsrail olduğu belli iken bazı akademisyenlerin Türkiye Cumhuriyetini suçlaması ve PKK’ya kol kanat germesinin tek bir anlamı var: Bu bildiriyi imzalayanlar da bu emperyal projenin gerçekleşmesini istiyorlar.

Barış isteyenlerin muhatabı Türkiye Cumhuriyet değildir; muhatap ABD ve İsrail’dir.

Bildiriyi imzalayanlara sesleniyorum: Siz kime ve neye hizmet ettiğinizin ya farkında değilsiniz yani gafilsiniz ya da farkındasınız yani ABD ve İsrail’in güttüğü kişilersiniz.

Ülkede tek silahlı güç olur, o da devletin resmi güçleridir. Devlet içinde eli silahlı bir terör örgütünün mevcudiyeti savaş anlamını taşır. Meşru güçler gayrimeşru güçleri susturmadan barış sağlanmaz. Kanun hâkimiyeti barışın ilk şartıdır .


Türk Milleti ve onun kahraman silahlı güçleri, geçmişte bize Sevr olarak dayatılan, şimdi de İstanbul’da, Diyarbakır’da, Cizre’de, Şırnak’ta bombalar patlatarak kabul ettirilmeye çalışılan bölünme projesinin gerçekleşmesine izin vermeyecektir. Hainler ve gafiller de eninde sonunda cezalarını çekecektir. 

12 Ocak 2016 Salı

MÜCADELE İYİMSERLERİN İŞİDİR
 
Atatürk'e, millet egemenliğine, tam bağımsızlığa, insan haklarına, laik devlet anlayışına, insanların bilimin ışığı ile aydınlanmasına, ulusal birliğe, vatanın bölünmezliğine inanmış insanlarımızın büyük çoğunluğu endişe içinde.
 
Endişeli olmakta da son derece haklılar. 13 senelik AKP iktidarı Türkiye yukarıda sıraladığım tüm bu değerlerden uzaklaştırdı.
 
Atatürk ve onun ilkeleri unutturulmaya çalışıldı.
 
Millet egemenliğinin yerini tek adam hâkimiyeti almaya başladı.
 
Laik devlet anlayışı yıkılmaya başlandı.
 
Bilimin yerini batıl inançlar ve din adına uydurulmuş hurafeler almaya başladı.
 
Etnik kimlik, dini inanç ve mezhep üzerinden yapılan siyaset milli birliğimizi bozdu.
 
Vatan topraklarımızın bir kısmı elimizden çıkma noktasına geldi.
 
Barış ve kardeşliğin yerini savaş ve düşmanlık aldı.
 
Son olarak da, Atatürksüz ve Türksüz bir anayasanın ilk adımları atıldı.
 
Tamam! Bütün bunlar doğru. Endişe duymakta haklıyız ama karamsar olmak yok.
 
Büyük mücadeleleri karamsarlar değil, iyimserler yürütür ve kazanır.
 
Mustafa Kemal Atatürk iyimser olmasaydı 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a çıkar mıydı?
 
İyimser olmasalardı, Kazım Dirik, Refet Bele, Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak, İsmet İnönü, Kazım Orbay, gibi paşalar Atatürk’ün etrafında toplanırlar mıydı?
 
Halide Edip karamsar olduğu zaman Amerikan Mandasını düşünüyordu, ne zaman ki iyimser oldu, o da Anadolu’ya geçti.
 
Atatürk’ün yedi düvele meydan okuması onun iyimserliğinin ve iyimserliğinin bir sonucu olan azminin sonucudur.
 
Amasya genelgesini hazırlayanlar iyimser olmasalardı, “Milletin bağımsızlığını milletin azim ve kararı kurtaracaktır” derler miydi?
 
Tarihte bütün büyük başarıları iyimserler elde etmiştir. İyimser olmayan duruma razı olur. Teslimiyetçiler kötümserlerden çıkar.
 
Türk aydınına düşen görev üzerindeki kötümserliği atıp, örgütlü mücadelenin içinde olmaktır. Atatürk bağımsızlık mücadelesini kurduğu örgütlerle yürüttü.  
 
Türk aydınlarına sesleniyorum: Karamsarlığı bırakın. Türkiye Cumhuriyetini temellerine yeniden oturtmak istiyorsanız ve Atatürk ilkelerinin yeniden milletimizin kaderine egemen olmasını istiyorsanız, karamsarlığı bırakınız ve örgütlü mücadeleye katılınız.
 
Vatan Partisi tam bağımsızlığı ve milli egemenliği yeniden tesis etmek isteyenlerin partisidir. Vatan Partisi iyimserliği azme ve kararlılığa dönüştürenlerin partidir. Sizlerin içinde bulunmanız gereken örgüt de odur, parti de odur. 

9 Ocak 2016 Cumartesi

BARIŞ KÜLTÜRÜNDEN SAVAŞ KÜLTÜRÜNE

Diyarbakır’ın yetiştirdiği büyük üstat Celal Güzelses’i dinliyordum. Şark Bülbülü şöyle sesleniyordu:

“Mardin kapısında vurdular beni
Hevsel bahçesine koydular beni
Gözüm kapanmadan görseydim seni

Vurmayın arkadaşlar ben yaralıyam
El alem al giymiş ben karalıyam”

İşte bu esnada aldım şehit haberini. Diyarbakır’da kahraman bir evladımız daha PKK denilen kanlı örgüt tarafından şehit edilmiş. ABD’nin uşağı haline gelmiş bu kanlı örgüt güvenlik güçlerimizi şehit etmekle kalmayıp, şehri de harabeye dönüştürüyor. Celal Güzelses’in bahsettiği Mardin Kapısı, Hevsel Bahçeleri arık bir harabe halinde.

Patlayan bombalar insanlarımızı öldürmekle, binaları yıkmakla kalmıyor bir büyük kültürü yok ediyor. O kültür ki 3 büyük fikir, müzik ve edebiyat insanımız yetiştirmiş: Ziya Gökalp, Cahit Sıtkı Tarancı ve Celal Güzelses.

Ziya Gökalp  Çermik ilçesinde doğmuş bir Diyarbakırlı. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesinin oluşmasında ve Türk Devriminin gerçekleşmesinde büyük rol oynamış. Türk’ü, Türkçülüğü anlatmış.

Ziya Gökalp’ın fikirleri çoğu zaman yanlış bilinir. Onu bir ırkçı olarak görenler bile var ama o asla bir ırk milliyetçiliğini savunmamıştır. Türkçülüğün Esasları Kitabında şöyle diyor:

“Bu açıklamalardan anlaşıldı ki, millet, ne ırkın, ne kavmin, ne coğrafyanın, ne politikanın ne de iradenin belirlediği bir topluluk değildir…. “

“Bu düşüncelerden çıkaracağımız pratik sonuç şudur; yurdumuzda bir zamanlar dedeleri Arnavutluk’tan veya Arabistan’dan gelmiş milletdaşlarımız vardır. Bunların Türk terbiyesiyle büyümüş ve Türk idealine çalışmayı alışkanlık haline getirmiş görürsek, diğer milletdaşlarımızdan hiç ayırmamalıyız. Yalnız iyi günlerimizde değil, kötü günlerimizde de bizden ayrılmayanları nasıl milliyetimizin dışında sayabiliriz?”

“İnsanlarda ise, ırkın sosyal niteliklere hiç bir etkisi olmadığı için, soy aramak doğru değildir”.

Türk Devrimi her şeyden önce bir milletleşme sürecini demektir. Türkiye halkı, Cumhuriyeti kurarak, kendi milli devletini oluşturmuştur. Cumhuriyeti kuran bu halka da Türk milleti demiştir.

Ziya Gökalp’in bu fikre sahip olmasının en büyük nedeni Diyarbakır’da aldığı kültürdür. Türk Milletini bölmeye çalışan emperyalist güçlerin esas saldırısı da bu millet anlayışınadır. Amaç, bölmek ve kolay yönetmektir. PKK işte bu düşmanca zihniyetin eli silahlı, bölücü unsurudur.

Bu bölücülerin eli silahlı olanları olduğu gibi boynu kravatlı olanları da var.  İlkine PKK, ikincisine ise HDP deniyor. Birisinin eli kanlı, diğerinin dili kanlı. PKK’nın elinden, HDP sözcülerinin ise dillerinden kan akıyor. Her ikisinin de akıttıkları kanda boğulmaları yakındır.

Bu üç büyük insan barış ve kardeşlik kültürünün sonucudur; PKK ve HDP ise savaş ve düşmanlık zihniyetinin. İlkinde özümüz var, ikincisin de ise ABD’nin uşaklığı…

Bizim temennimizi ise gene Diyarbakır kültürü ile yetişmiş Cahit Sıtkı dile getiriyor:

“Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;

Olursa bir şikâyet ölümden olsun.”

6 Ocak 2016 Çarşamba

ANAYASA MASASI KURULDU

Yeni anayasa günün önemli gündem maddelerinden birini oluşturmaya devam ediyor. Yeni anayasa masası kurulmak üzere.

Masanın bir kenarında 13 yıldır ülkeyi yöneten AKP var. AKP ve Erdoğan’ın iddiasına göre bu anayasa onların elini kolunu bağlıyormuş. Elleri kolları bağlı iken ülkeyi getirdikleri ortam ortada: Memleketin bir kısmında sokak savaşları cereyan ediyor; ekonomi iflas noktasına gelmiş, yoksulluk artmış, bütün komşularla düşman haline gelmişiz. Ya bir de elleri kolları serbest olsaymış, kim bilir ne durumda olurduk.

Masanın bir kenarında da ise Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisi olan ‘Kemalizmi’ dışlamış,  YCHP var.

Masanın diğer kenarında ise AKP’nin icraatlarına karşı çok sert söylemlerde bulunan ama onun hiçbir kötü icraatını önleyecek irade ve eylemi gösteremeyen MHP var.

Masanın bir diğer kenarında ise, vatan topraklarından bir kısmından Türkiye Cumhuriyetinin yani milletin egemenliğini kaldırıp, egemenliği PKK denilen eli kanlı terör örgütüne vermek istediğini açıkça deklare eden HDP yani PKK var.

Şimdi bu 4 parti Türk Milletine yeni anayasa yapacaklar, biz de hayrını göreceğiz.

Yeni anayasa konusunda en hevesli parti AKP görünüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan da yeni anayasa konusunda büyük gayret gösteriyor. AKP’nin daha doğrusu Erdoğan’ın yeni anayasadan beklediği iki önemli husus var: Başkanlık sistemi gelsin ve Türk Milleti ve Türk kavramı anayasadan çıkarılsın, eşit vatandaşlık olsun.  

Erdoğan’ın nasıl bir başkanlık istediği ise, verdiği Hitler örneğinden anlaşılıyor.

Hitler 30 Ocak 1933 tarihinde başbakan olmuş ve 19 Ağustos 1934 tarihine kadar başbakan olarak kalmış. 2 Ağustos 1934 tarihinde devlet başkanı Hindenburg’un ölümü üzerine yapılan bir halk oylaması ile hem devlet başkanı hem de başbakan olmuş. Erdoğan’ın istediği de bu işte. Sonrası malum; tüm yetkileri elinde toplayan Hitler kanlı bir diktatöre dönüştü. Gerisini yazmaya gerek yok.

Eşit vatandaşlık konusunda CHP’nin de AKP’ye destek vereceği anlaşılıyor. Yeni anayasa ile vatandaşlar eşit olacakmış. Peki şimdiki anayasaya göre vatandaşlar eşit değil mi?

Mevcut Anayasanın 10 maddesi diyor ki: “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.

Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.

Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar”.

10. Madde ortada, bundan daha güzel eşitlik tanımı olur mu? Peki o halde istenen nedir?

İstenen şu: Türk Milleti kavramı anayasadan çıksın. Türkiye’de yaşayan insanlar etnik ve mezhep farklılıklarına göre ayrılsın. Türk vatandaşı demeyelim, Türkiye vatandaşı diyelim. Böyle bir şeyi, İngiltere’de, Fransa’da, Almanya’da diyebilir misiniz? Bir insan İngiltere vatandaşı ise İngiliz, Fransa vatandaşı ise Fransız, Almanya vatandaşı ise Alman olarak anılır. Ayrıca herkes kendi kültürünü serbestçe devam ettirir.

Etnik kimliğimiz ne olursa olsun biz Türk milletini beraberce oluşturduk. Türkiye Cumhuriyeti bizim milli devletimizdir. Türkiye vatandaşlığı kavramı milli devlete yapılan bir saldırıdır. Milli devlet zarar görürse, ülke parçalanır, emperyalistlerin kolayca yöneteceği ve sömüreceği devletçiklere bölünür.

Bu masadan Türk milleti için hayırlı bir anayasa çıkma ihtimali yoktur. Halkımız uyanık olmalıdır. Düşünülenler ve planlananlar gerçekleşirse bu Türkiye Cumhuriyetinin sonu olur.


Türkiye Cumhuriyetini sonsuzluğa kadar koruma kararlılığı içinde olanların bu masaya karşı tepkilerini şimdiden ortaya koymaları gerekir. Yarın geç olabilir. 

3 Ocak 2016 Pazar

BİZ TÜRK MİLLETİYİZ

13 yıldır iktidardasın. Geldiğin günden beri bizi ayrıştırmaya bölmeye çalışıyorsun. Etnik kimlik dedin, mezhep dedin durdun. Farklılıklarımızı kullanmaya çalıştın.

Yalnız da değildin: Yanına liboşları, vatansız solcuları, ABD’den imamlı cemaat üyelerini, bölücü hainleri de aldın.

Şimdi de Türk Milletini anayasadan çıkarmaya çalışıyorsun.

Nedir derdin? Kime hizmet etme peşindesin?

Şunu iyi bilmen lazım: Biz biriz, beraberiz; biz Türk Milletiyiz.

Kimimiz Orta Asya’dan, kimimiz, Kafkaslardan, kimimiz Balkanlardan, kimimiz Kırım’dan geldi, kimimiz de zaten burada idi. 

Bu toprakları yurt kılmıştık ama düşman geldi, yurdumuzu işgal etti. Vatanımızı parçalamaya kalktı.

Mustafa Kemal önderliğinde direndik, savaştık; Düşmanı kovduk ve Türkiye Cumhuriyetini kurduk. 

Anayasamıza “Türkiye ahalisine, din ve ırk farkı gözetilmeksizin vatandaşlık itibariyle Türk denilir» dedik. Din, mezhep, ırk ayırımı yapmadık. Hepimiz Türklükte birleştik.

Atatürk’ün şu sözünü gerçek bildik: “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı.. hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır.” Bu cevhere “Türk Milleti” dedik.

Elbette farklılıklarımız var, onlar bizim zenginliklerimiz.

Kimimiz camiye gider, kimimiz cem evine; kimimiz kiliseye gider, kimimiz sinagoga gider.

Hepimiz türkü söyleriz ama bazımız Türkçe, bazımız Çerkezce, bazımız Zazaca, bazımız Kürtçe, bazımız Arapça,  bazımız Boşnakça, bazımız da Lazca.

Kimimiz su böreği yer, kimimiz Boşnak böreği; kimimiz Arnavut ciğeri yer, kimimiz cartlak kebabı; kimimiz poğaça yer, kimimiz gubate; kimimiz humus yer, kimimiz yuvalama.

Kimimiz zeybek oynar, kimimiz mezdigo; kimimiz horun oynar, kimimiz halay çeker; kimimiz çiftetelli oynar, kimimiz çaçak.

Dedim ya, bunlar bizim zenginliklerimiz.

Türkmen de biziz, Avşar da biziz, Yörük de biziz, Azeri de biziz, Çerkez de biziz, Kürt de biziz, Zaza da biziz, Arnavut da biziz, Gürcü de biziz,  Laz da biziz, Boşnak da biziz, Abaza da biziz; biz hepimiz Türk Milletiyiz.

Kurtuluş savaşını beraber yaptık. Sevr’i beraber yırtık, Lozan’ı beraber imzaladık.

Milli devletimizi yani Türkiye Cumhuriyetini beraber kurduk, yıktırmayız.

Bu toprakları vatan kıldık, bir taşını bile vermeyiz.

Vatanın her köşesinde bayrağımızı göndere çektik,  indirmeyiz.

Egemenliğimizi Türk Milleti olarak elimize aldık, ne sana ne de başkasına vermeyiz.

Biz Türk devrimini Atatürk önderliğinde beraber yaptık.

Bunları bil ve boşuna yeni anayasa peşinde koşma.


Türk Milletinin düşmanları şunu iyi bilsin: Biz bütün bunları kan dökerek yaptık, korumak için de gerekirse gene kan dökeriz.  

Biz Türk Milletiyiz.

1 Ocak 2016 Cuma

ANAYASA KUMPASI

Türk Milletine yeni bir kumpas hazırlığı var. Yeni anayasa söylemi adı altında yürütülüyor bu kumpas. Amaç, Türk milleti kavramını anayasadan çıkarmak ve üniter devleti yok etmek.

Bu kumpasın siyasi partilerden 3 aktörü var: AKP, CHP ve HDP. MHP ise,  izleyici durumda. Bunlara bazı medya organlarını ve STK’ları da katmak mümkün.

1982 anayasası darbe anayasası imiş, demokratik değilmiş, sivil anayasa yapıp “birinci sınıf demokrasi” getirilmeliymiş. Ülkede demokrasinin yaralı olduğu doğru da bunu düzeltmenin yolu öncelikle antidemokratik yasaları değiştirmekten geçer.

Demokrasi deyince neden akla siyasi partiler kanunu, seçim kanunu gelmez? Öncelikle şu % 10 barajı kaldırılmalıdır. Siyasi partiler kanunu değiştirilip parti içi demokrasi sağlanmalıdır. Bunları yapmadan anayasanın hangi maddesini değiştireceksiniz de Türkiye’ye demokrasi gelecek.

Demokrasi, kararların halk tarafından verildiği bir rejimdir. Halk bu kararları sağlıklı verebilmesi için eğitim sisteminin değiştirilmesi gerekir. Sorgulamayı, araştırmayı değil, sorgusuz sualsiz inanmayı öğreten bir eğitim sistemi ile demokrasi sağlıklı işlemez. Sağlıklı demokrasi istiyorsanız öncelikle eğitimi değiştirin.

Türkiye’de çok büyük bir servet ve gelir eşitsizliği var. Ekonomik güç belirli ellerde toplanıyor. Ekonomik gücü elinde toplayanlar bunu siyasi güce dönüştürüyor.

Ülkeyi ilgilendiren kararlar zenginlerin isteği doğrultusunda alınıyor. Ülkede demokrasiden çok aristokrasi var. Bu ortamda yasaları da anayasayı da ekonomik güç belirler. Demokrasi istiyorsanız düzeltsenize bu eşitsizliği…

Kararı halk verecek ama halkın haber ve bilgilenme hakkı kısıtlanmış durumda. Medya iktidarın borazanı olmuş. Muhalif seslere izin yok. Türkiye’yi ve dünyayı bu medyanın gösterdiği şekilde görüyor. Çok aşırı bir bilgi kirliliği yaşanıyor. Bu ortamda sağlıklı demokrasi olur mu? Anayasa değişikliği ile İleri demokrasi getireceğini söyleyen iktidarın samimiyetine inanmak mümkün mü?

Türkiye Cumhuriyeti iki temel esas üzerine kurulmuştur: Hâkimiyet-i Milliye ve İstiklâl-i Tam. Kurucu irade budur. Bundan dolayı devlet milli ve üniterdir.  Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletindir. Yeni anayasa ile değiştirilmek istene de işte bu temel özelliklerdir. Amaç bölünmeye giden kapıları açmaktır.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri iki akım bazen ayrı ayrı bezen de birleşerek Cumhuriyete saldırıyorlar. Bunlar bölücü ve irticai akımlardır. Şu anda da ikisi birleşmiş ve Türkiye Cumhuriyetine ağır darbeler indirmeye başlamışlardır. Acı olan Cumhuriyeti kuran partinin de bu iki akıma bazen gizli bazen açık destek vermesidir.

Anayasa’nın bunların istediği biçimde değişmesi için halk oylaması gerekecek. Bu halk oylamasında halkın evet demesi için HDP-PKK bu işin dışındaymış izlemini veriliyor. Oysa bölücülerin 14 madde halinde sıraladıkları isteklerinin gerçekleşmesi için mevcut anayasanın değiştirmesi gerekiyor. Yapılması düşünülen yeni anaysa işte bu istekleri gerçekleştirmenin ilk adımı oluyor.

Türk Milleti olarak uyanık olmamız gerekir. Yeni bir anayasa yeni bir devlet demektir. Türk Milleti Türkiye Cumhuriyetini kurarak egemenliğini eline almıştır. Vatanının sınırlarını belirlemiştir. Yeni anaysa ile ne egemenliğini başkaları ile paylaşır ne de vatan topraklarının bir kısmında vaz geçer.

Türk Milletinden egemenlik hakkını elinden almak isteyenler Atatürk’ün şu sözlerini hiç unutmasınlar:

“Millet egemenliğini almıştır ve isyan ederek almıştır. Alınan egemenlik, hiç bir neden ve biçimde terk edilemez; geri verilemez. Bırakılamaz. Bu egemenliği tekrar geri alabilmek için, almak için kullanılmış araçları kullanmak gerekir.”

Bu sözlerin anlamı açıktır. Türk Milleti isyan etmiştir, kan dökmüştür ve egemenliğini almıştır. Hileyle, kumpasla bu egemenliği Türk Milletinin elinden almak isteyenler milletin egemenliğini korumak için de aynı yönetme başvuracağını bilmelidir.