CUMHURİYETİ
YAŞATMAK
Cumhuriyet Kadınları Derneği (CKD) Kayseri Şubesi’nin
düzenlediği ve Atatürkçü Düşünce Derneği’nin ev sahipliği yaptığı “Cumhuriyet’i
Yaşatmak” başlıklı toplantıda yaptığım konuşmanın özeti:
Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti, Sakarya
muharebeleri sırasında Meclis’e şöyle sesleniyordu: «Giydiğimiz kefen,
yediğimiz zehir olsun… yeter ki düşmanı kovunuz». O günkü bu kahraman
kadınların devamı bugünkü Cumhuriyet Kadınları Derneğinin çok saygın
üyeleridir. Sizlerin mücadelesini takdirle ve saygıyla karşılıyorum.
CKD’den bir konuşma yapmam istendiğinde hemen e hiç tereddüt
göstermeden, konumuz “Cumhuriyet’i yaşatmak” olsun dedim. Bunun iki sebebi
vardı: Birincisi, Atatürk’ün bizlere yüklediği birinci görevin Türk
Cumhuriyetini kollamak ve korumak olması. İkincisi de babamın vasiyeti.
Ben Tunceli’nin Çemişgezek ilçesinde doğdum Babam Hozatlıydı.
Bana hep şunu derdi: “Cumhuriyet Dersim’i Tunceli yaptığı için ben okudum memur
oldum, seni de okuttum. Eğer bu havali Dersim olarak kalsaydı, sen şimdi ya bir
ağanın marabasıydın ya da bir şeyhin müridi. Ağaya direnmeye kalksaydın da
başın taşla ezilmiş, ölmüştün. Sana vasiyetimdir, Cumhuriyet’in değerini bil ve
onu koru, yaşat.”
TÜRKİYE CUMHURİYETİ BİR MİLLİ DEVLETTİR
Türkiye Cumhuriyet bir milli devlettir. Her milli devletin
olduğu gibi, devletimiz de üç ana esasa dayanır: Vatan, millet ve egemenlik.
Vatanımızın sınırlarını, 1914 yılında başlayan ve 1922 yılı
Ağustos ayında biten büyük savaş sonucunda belirledik. Bu savaşı Batı
emperyalizminin önemli güçleri olan İngilizlere, Fransızlara ve onların
üzerimize sürdüğü Yunanlılara karşı verdik ve kazandık. Hatay’ı sonradan
sınırlarımız içine aldık. İki değerli amiralimiz Soner Polat ve Cem Gürdeniz,
mavi vatan kavramını gündeme taşıdılar. Denizlerdeki münhasır ekonomik
bölgelerimizi de ‘Mavi Vatan’ olarak ilan ettik.
Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk
milleti denir” veciz ifadesiyle, milli
devletin Türk milletine ait olduğunu net bir şekilde anlatmıştı. 1924
anayasasına, Türk milletinin tarifi, “"Türkiye ahalisine, din ve ırk farkı
gözetilmeksizin vatandaşlık itibariyle Türk denilir» şeklinde yapılmıştı.
Şimdiki anayasamızın 66. Maddesinde ise, Türk Devletine vatandaşlık bağı ile
bağlı olan herkes Türktür.” diye ifade edilmiştir.
Türk milleti içerisinde farklı etnik kökenden insanlar
vardır ama tarifler nettir. Cumhuriyet ile birlikte hepimiz Türk milleti olarak
birleştik. Etnik ve dini inanç farklılıkları bu birleşmeye engel değildir.
Atatürk’ün şu sözlerini de unutmamak gerek: "Bugünkü
Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri,
Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek
istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri
mahsulü olan bu yanlış adlandırmalar, birkaç düşman aleti mürteci, beyinsizden
başka hiçbir millet ferdi üzerinde üzüntüden başka bir tesir yapmamıştır. Çünkü
bu millet fertleri de umum Türk camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe,
ahlaka, hukuka sahip bulunuyorlar.”
EGEMENLİK
Bir milli devlette egemenlik millete aitse, o devlet bir
cumhuriyettir. Türkiye Cumhuriyeti’nde Türk milleti egemendir. Egemenliği ikiye
ayırmak mümkün: içerde “millet egemenliği (Hakimiyet-i Milliye)”; dışarıya
karşı “tam bağımsızlık (İstiklal-i Tam)”.
23 Nisan 1920 tarihinde Millet Meclisi’nin açılması ve Türk
milletinin kaderini eline almasıyla birlikte Cumhuriyet kurulmuş oldu. 29 Ekim
1923 tarihinde ise Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu tüm dünyaya ilan edildi. 1914
yılında başlayan istiklal mücadelemiz böylece başarıya ulaşmış oldu.
Millet egemenliğinin devamı için; devletin üç kuvveti
(yasama, yürütme, yargı), otoritesini milletten alacak; kuvvetler ayrılığı
prensibi geçerli olacak, yönetim, millete (millet meclisine) hesap verecek, insanlar
özgür olacak. Bu ilkelerdeki aksaklık egemenlimizi zedeler.
TEHDİT VE TEHLİKELER
Bugün için Cumhuriyet’imiz 3 önemli tehlike ile karşı
karşıyadır. Sorunları şöyle sıralayabiliriz: Vatan bütünlüğünün korunması,
ekonomik durum ve gerici akımlar. Elbette en önemlisi vatan bütünlüğünün korunmasıdır.
VATANIN BÜTÜNLÜĞÜ
Atatürk’ün dediği gibi; “Söz konusu vatansa gerisi
teferruattır”. Onun için önce vatan diyoruz. Çünkü vatan olmazsa, egemenlik
olmaz, bağımsızlık olmaz, demokrasi olmaz, refah olmaz ve namus ve ırzımız da
tehlikeye girer.
Dün mütareke döneminde imzalanan Sevr ne ise, bugünün BOP’u
da odur. Her ikisinde de Fırat’ın doğusunda bir kukla devlet kurulması
hedeflenmiştir. Amerika-İsrail, PKK’yı maşa olarak kullanarak ülkemizi bölmeye
kalktı. Kahraman askerimiz, polisimiz ve korucularımız PKK’yı kendi açtıkları
hendeklere gömdü. Irak ve Suriye’nin kuzeyinde kurulmak istenen adı Kürdistan
olarak planlanan ikinci İsrail devletinin kurulmasını Fırat Kalkanı, Zeytin
Dalı ve Barış Pınarı harekatları ile önledi.
Bu mücadelenin kararlılıkla sürdürülmesi Cumhuriyeti’mizi
korumak içine en önemli eylemdir. PKK’ya ve onun siyasi uzantılarına asla taviz
verilmemelidir. Atatürkçülüğün de gereği budur.
EKONOMİK DURUM
Özellikle 1980 yılından bu yana uygulanan, adına neoliberal
ekonomi denilen program sonucunda Türkiye borç batağına saplanmış durumda. Herkes
borçlu, millet borçlu, devlet borçlu. Kredi kartı borçları 8 Milyar dolar. Dış
borç 500 Milyar dolara dayanmış, bu yıl ödenecek acil borç 180 Milyar dolar.
Yıllık dış ticaret açığı 77 Milyar dolar. Dış ödemeler açığı yıllık 55 Milyar dolar.
İflaslar başladı, devamı kapıda. Fabrikalar, iş yerleri
kapanıyor, işçiler sokağa atılıyor. Son yıl işsiz kalanların sayısı 1 milyona
dayanmış. Üç gençten biri işsiz. Çiftçinin ürünü para etmiyor. Toprağı sürmek,
tohum ve gübre atmak, ilaç kullanmak için elde para yok. Çarşılarda işler
kesat. Sanayici ve tüccar zor durumda.
Bütçe açığı, 2019 yılı Ocak Şubat ayları toplamı 11 Milyar
Türk Lirasının üstüne çıkmış. Geçen yılın 47 katı. İstanbul Borsasında 57
Milyar Dolar yabancı sermaye var. Dış güçlere tertipler düzenleme olanağı
veriyor.
Bu ekonomik durum en çok milli devletleri parçalamak isteyen
güçleri sevindiriyor. Bu güçler milli devletlere şunları dayatıyor:
Milli egemenlik ve tam bağımsızlık ilkelerinden taviz
verilecek. Devlet piyasanın ve Uluslararası şirketlerin hizmetine girecek. Mal
ve sermayenin dolaşımı için gümrük duvarları yıkılacak. Sosyal devlet ilkeleri
terk edilecek. Ülke topraklarının yabancılara satışındaki engeller
kaldırılacak. Devlet yatırımları özelleştirilecek.
Bu dayatmaları kabullenmek ve bu ekonomik programda ısrar
etmek Türkiye Cumhuriyeti için çok büyük bir yıkım olur. Türkiye süratle
Borçlanma ekonomisinden vaz geçip, üretim ekonomisine geçmelidir.
Atatürk’ün «Köylü milletin efendisidir» sözüne uygun olarak
üretici baş tacı yapılmalıdır. Sıcak para komisyoncularının, döviz-borsa
vurguncularının, tarikat-cemaat soyguncularının değil, üreticilerin egemen
olduğu bir ekonomik sistem kurulmalıdır.
GERİCİ AKIMLAR
Atatürk’ün şu iki cümlesi Türkiye Cumhuriyeti’nin
teminatıdır: «Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti
şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz.» “Cumhuriyet, fikri
hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller istemektedir...”
Ne yazık ki, 1938 yılında Atatürk’ün vefatıyla birlikte irticai
akımlar toplum hayatını ciddi biçimde etkilemeye başladı. Son yıllarda ise bu
etki zirve yaptı. Amerikancı bir darbede FETÖ’nün nasıl bir görev yüklendiğini
hep beraber gördük.
Aklını ve gönlünü şeyhe bağlamış, sorgulamayan, araştırmayan
bir insanın fikri de vicdanı da özgür değildir. Böyle bir toplumda millet
değil, şeyhler eğmen olur.
Türkiye çocuklarını, gençlerini şeyhlerin, dervişlerin
tasallutundan kurtarması gerekir. Cumhuriyetin Teminatı her bakımdan özgür
olabilen insanlardır. Atatürk’ün şu uyarısı hep aklımızda olmalıdır:
“Bizi yanlış yola sevkeden soysuzlar bilirsiniz ki, çok kere
din perdesine bürünmüşler, sâf ve temiz halkımızı hep din kuralları sözleriyle
aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz... Görürsünüz ki milleti
mahveden, esir eden, harabeden fenalıklar hep din örtüsü altındaki küfür ve
kötülükten gelmiştir. Softa sınıfının din simsarlığına müsaade
edilmemelidir. Dinden menfaat temin edenler, iğrenç kimselerdir. İşte biz bu
duruma karşıyız ve buna müsaade etmiyoruz.”
TÜRK DEVRİMİ EŞSİZDİR
Türkiye Cumhuriyet’i «Milli Demokratik Devrim» sonucu
kurulmuştur. Bu devrim sonucu egemenlik,
padişahtan millete geçmiştir. Bu devrimin adı «Türk Devrimi»dir. Türk Devrimi’ne sahip çıkmadan Cumhuriyet’e
sahip çıkılamaz.
Türk Devrimi, birbirini takip eden şu devrimlerin son
halkasıdır: Sened-i İttifak, 1808, Tanzimat Fermanı 1839, Islahat Fermanı 1859,
Kanun-i Esasi 1876, 1908 Devrimi, Millet Meclisi Açıldı 1920 ve nihayet; Cumhuriyet’in
İlanı 1923.
Cumhuriyeti korumak yetmez, Kemalist devrimi tamamlamak
gerekir. Bunun için yeni devrimlere ihtiyaç var. Nereye kadar devrim derseniz,
Atatürk’ün işaret ettiği toplumsal ve siyasal yapı kurulana kadar.
“... müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak
ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni
bir ahenk ve işbirliği çağı hakim olacaktır...”. ”…insanlığa müteveccih fikir hareketi er geç
muvaffak olacaktır. Bütün mazlum milletler, zalimleri bir gün mahv ve nabût
edecektir. O zaman dünya yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık
kendisine yakışan bir halet-i İçtimaiyeye kavuşacaktır. Bizim milletimiz o
zaman bu gayeye vasıl olan milletler arasında tekaddümüyle cidden iftihar
edecektir…”
KARŞI DEVRİMCİLERE DİKKAT
Cumhuriyeti korumak için karşı devrimcilere dikkat
etmeliyiz. Sıralayalım bu karşı devrimcileri:
Vatanımızı bölmeye kalkanlar; mezhep, dini inanç ve etnik
farklılıkları kullanarak milli birliğimizi bozmaya kalkanlar; egemenliği
milletten almaya kalkanlar; siyasi, askeri, mali, kültürel, ekonomik, adli
bağımsızlığımızı yok etmek isteyenler; milli, laik devlet yapımızı bozmaya
çalışanlar; milli kültürümüzü bozmaya çalışanlar.
SONSUZLUĞA KADAR CUMHURİYET
Atatürk diyor ki, «İki Mustafa Kemal var. Biri ben, fert
olan, fani olan Mustafa Kemal. İkinci Mustafa Kemal'den ise ancak
"Biz" diye bahsedebilirim. Yani sizler, çalışan köylü, uyanık,
münevver, milliyetperver vatandaşlar... İşte o Mustafa Kemal ölmez.»
Mustafa Kemallere güveniyoruz; Mustafa Kemallerin
yenilmeyeceğini biliyoruz. Bu güven ve kararlılık içinde Atatürk’le birlikte
haykırıyoruz: “Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat
Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır”.