30 Ocak 2017 Pazartesi

TEHDİT BÜYÜK, BİRLİK ŞART

Amerikan’ın başını çektiği “Batı Sistemi” ile savaş halindeyiz. Çelişkiye bak ki, biz de halen bu sistemin içindeyiz. Hem bu sitem içinde kalıp hem bu sistem ile mücadele etmek çok zor. Yolun sonu görünüyor.

Sistem bize 4 önemli hususu dayatıyor:

Kürt sorununu siyasal yönetmelerle çözün, yani toprak verin.

Kıbrıs’taki haklarınızdan vaz geçin.

Ermeni soykırımını kabul edin.

Ekonominizi bizim dediğimiz şekilde yönetin.

AKP Batı’nın bu isteklerine başlangıçta evet dediği için iktidar oldu ve uzun süre sistem tarafından desteklendi. Ne zaman ki, AKP ve Erdoğan bu isteklere hayır demeye başladı, sistemin baskısı arttı.

Bu dayatmalar evet dememiz için başlangıçta havuç politikası uygulandı. Başarılı olmayınca PKK, FETO ve IŞİD devreye sokuldu. Terör azdırıldı, patlayan bombaların sayısı arttı, şehit haberleri can yakmaya devam etti.

Yetmedi, şimdi de ekonomik olarak saldırı başlattılar. Yıllardır iyi yönetilmediği için kırılgan bir yapıya sahip ekonomimiz çökmeye başladı.

1980’li yıllardan bu yana ekonomimizi zaten sistemin istediği şekilde yönetiyorduk. Kapılarımızı sonuna kadar açmıştık, devlet bütçesini daraltmıştık, emek fiyatlarını düşürmüştük, yılların birikimi olan fabrikaları, işletmeleri, bankaları yani ne var ne yok yabancılara satmıştık.

Sonuçta borç batağına battık. Şimdi de bu ekonomik tablo siyasi baskı aracı olarak kullanılmaya başlandı.

BÖLÜNMEYE DEĞİL BİRLEŞMEYE İHTİYAÇ VAR

İşte tam bu durumda aniden bir anayasa değişikliği gündeme getirildi. Olacak iş değil, ama oldu. Vatan savaşı verdiğimiz bugünlerde milleti birleştirecek uygulamalara ağırlık verileceğine tam tersi milleti bölecek ve iç cephemizi zaafa düşürecek bir tasarı önümüze kondu.

Milli seferberliğin gerektiğinden söz eden bir iktidarın milleti bölecek olan böyle bir değişikliği istemesinin hiçbir mantıklı tarafı yoktur.

Kahraman askerimiz, polisimiz, korucumuz cansiperane çarpışıyor. Onlar kazanırsa, Türkiye kazanacak; onlar kaybederse, Türkiye kaybedecek. İç cephe güçlü olmazsa Mehmetçik zor durumda kalır.

DEVLET MECLİSİ İLE GÜÇLÜDÜR
Yapılmak istenen değişiklik ile meclisin yetkileri kısıtlanıyor ve cumhurbaşkanı devletin yasama, yürütme ve yargı gücünü elinde topluyor. İç cephe zaafa uğratılıyor.

Bu savaş böyle kazanılmaz. Karşımızda çok güçlü bir yapı var. Milletin belirli bir kesiminin desteğini alan tek bir kimse düşmana karşı güçlü olmaz.  

İktidar, ne kadar geniş bir tabandan destek alırsa o kadar güçlü olur. Milleti bölen, iktidarı meclisten alıp bir adama veren bir anayasa devleti de güçsüz bırakır.

Biz İstiklâl Savaşını TBMM etrafında birleşerek kazandık. Atatürk meclis kararı olmadan veya meclisi dışlayarak tek bir adım bile atmamıştır. Gücünü de buradan almıştır.

MİLLİ SEFERBERLİK HÜKÜMETİ

Bu savaşı kazanmak için yapılacak şey bellidir o da hükümeti güçlü kılmaktır. Hükümet nasıl güçlü kılınır, onu da Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in ağzından yazalım:

“Güçlü hükümet talebine doğru yanıt vermek, önümüzdeki sorunları çözmede başlangıç noktasıdır. İşte Cumhurbaşkanlığı Sistemi bu nedenle yanlıştır. Çünkü güçlü hükümet Cumhurbaşkanlığı Sistemiyle kurulmaz. Biz Güçlü Hükümeti Güçlü Meclisle kuracağımızı biliyoruz. Cumhurbaşkanlığı Sistemi, iktidarın tabanını daralttığı için, Meclisi de zayıflatıyor, Hükümeti de zayıflatıyor, hatta Cumhurbaşkanını da zayıflatıyor.”


Halk oylamasında “Hayır” çıkması yetmez; bütün siyasi partileri temsil eden ve onların tabanından güç alan bir “milli seferberlik hükümeti” kurulmalıdır. Savaş böyle kazanılır.

28 Ocak 2017 Cumartesi

MİLLET EGEMENLİĞİ OYLANAMAZ

Olacak iş değil! Türk Milleti’nin 150-200 yıl süren bir mücadelesinin sonunda kazandığı egemenlik hakkı halk oylamasına sunuluyor.

Akıl almaz bir durum. Biz bu hale nasıl geldi? Savaşa savaşa, şehitler vere vere kazandığımız egemenliğimizi “al senin olsun” diye bir kişiye vereceğiz.

İster seçimle gelsin ister zorla başa otursun kanunları bir kişi yapıyorsa, bakanları o belirliyorsa, devlet bütçesini o yapıyorsa, hakimleri o atıyorsa, devletin kurumlarını o oluşturuyorsa, devletin yasama, yürütme ve yargı kuvvetleri bu kişide toplanıyorsa ve bu kişinin siyasi sorumluluğu yoksa ve denetlenemiyorsa bu kişiye “cumhurbaşkanı” denmez; başka bir şey denir.

Böyle bir devlette millet egemen değildir; bu ülkede yaşayan insanların özgürlüğü de artık yok olmuştur.

MİLLİYETÇİ OLMAK

Devlet Bahçeli ve etrafındaki ona bağlı milletvekillerinin tutumunu anlamak ise çok zor. Partisinin ismi “Milliyetçi Hareket Partisi” ama hareketlerinin milliyetçilikle hiç ilgisi yok.

Milliyetçi bir kimse her şeyden evvel milletin egemenliğini ve bağımsızlığını savunur ve korur.  Bir milliyetçi şehitler vererek vatan kıldığımız bu topraklara Türk Milleti değil de tek bir adam egemen olsun diye mücadele etmez.

Millet egemenliği ancak “demokratik, laik, hukuk devleti” korunarak sağlanır. Fertleri özgür olmayan, insan onur ve haysiyetine saygı gösterilmeyen, yöneticileri milletin rızasına dayanmayan, yönetilenleri millet tarafından denetlenemeyen, yargı bağımsızlığı olmayan bir ülkede millet egemen değildir, bağımsızlık da yok olmuştur.

Bir milliyetçi böyle bir ülkeyi savunabilir mi?

BİRİNCİ MECLİS’İN EGEMENLİK MÜCADELESİ

Gerçek milliyetçiliği Birinci Millet Meclisi’nde görüyoruz.

Türk Millet bağımsızlık ve egemenlik savaşını bu meclis eli ile yürütmüştür. Reisini bu meclis seçmiştir, bakanları bu meclis belirlemiştir, başkumandanı bu meclis görevlendirmiştir. Hükümet meclisin hükümetidir, ordu meclisin ordusudur.

Başkumandan Mustafa Kemal Paşa 30 büyük zaferi bitirecek olan emri, “Millet Meclisin Orduları, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” diye vermiştir.

Zafer kazanılıp Türk Milletini bu topraklarda egemen kıldıktan sonra, Atatürk’ün şu ifadeleri ile meclis çalışmalarına ara vermiştir.

“…Yeni Türkiye devletinin varlığını ruhu milli Hakimiyettir. Milletin kayıtsız şartsız hakimiyetidir.”
“Arkadaşlar, Türkiye devletinde ve Türkiye devletini kuran Türkiye halkında tacıdar (taçlı kimse) yoktur. Diktatör yoktur.
Tacidar yoktur ve olmayacaktır, çünkü olamaz.”
“… Bütün cihan bilmelidir ki, artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur. Hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır, o da Milli Hakimiyettir.”

HATADAN DÖNMEK ERDEMDİR

Devlet Bahçeli ve onu destekleyen arkadaşlarına sesleniyorum:

Yaptığınız milliyetçilik değildir. Birinci Millet Meclisi’nin tarihini okuyunuz. Atatürk’ün yukardaki sözlerine kulak veriniz. İstiklâl Harbi’nin egemenliğin sultandan alınıp, millete verme mücadelesi olduğunu göreceksiniz.

Peki siz ne yapmak istiyorsunuz? Egemenliği milletten alıp bir kişiye vermenin mücadelesine katkı da bulunuyorsunuz. Bu mudur sizin milliyetçiliğiniz?


Hatadan dönmek erdemdir. Milliyetçiliğinizin gereğini yapın. Türk Milletinden özür dileyin, hatalıydım, egemenlik Türk Milletinde kalmalıdır deyin ve halk oylamasında “Hayır” diyeceğinizi ilan edin. Böyle yaparsanız bu millet sizi affedebilir?  

26 Ocak 2017 Perşembe

GAZİ MECLİS

TBMM’ne gazi meclis diyoruz, demekte de çok haklıyız.

Bu meclis dünya tarihinde belki de ilk olarak vatanı işgal eden batılı emperyalist düşmanlara karşı savaşmış, zafer kazanmış ve bir devlet kurmuştur: Türkiye Cumhuriyeti.

Meclis, Mustafa Kemal Paşa’yı kendisine reis seçmiş ama yetkilerini bir istisna dışında ne Mustafa Kemal’e ne de başka birisine devretmemiştir. Yasamayı da yürütmeyi de savaşı da o yapmıştır.

Ordu Meclis’in ordusudur. Hükumet Meclis’in hükümetidir. Başkumandanı da meclis belirlemiştir, hükümet üyelerini de. Bakanlara vekil denmesinin sebebi de budur. Onlara devletin işlerini görmesi için vekalet verilmiştir. Gerektiğin de de bu vekalet geri alınmıştır.

Bakanları reis belirlememiş, her bir bakan Meclis’in yaptığı seçim sonucu göreve gelmiştir.

Birinci Büyük Millet Meclisinin devam ettiği süre içinde hiçbir bakan yoktur ki bütçesini aylarca savunmak zorunda kalmasın. Hiçbir bakan yoktur ki bakanlığının işleri üzerinde Meclisi tatmin etme zorunluluğunu hissetmesin.

Birinci Meclis reisiyle, hükümetiyle, ordusuyla ve tüm üyeleri ile destan yazmıştır. Açılışı bir destandır, mücadelesi ayrı bir destandır.

BİRİNCİ MECLİS’İN AÇILIŞI

Son Osmanlı Mebusan Meclisi, İngiliz işgali altındaki İstanbul’da,17 Şubat 1920 tarihinde toplanmış ve  “Misak-ı Milli” adı altında kendi barış şartlarını bütün dünyaya ilan etmişti. Bu karar, Türk Milletinin kendi topraklarında özgür ve bağımsız yaşamasının en doğal hakkı olduğunu dünyaya duyurmuştu.

18 Mart 1920 tarihinde tekrar toplanan meclis çalışmalarını sonlandırdı.

Mebusan Meclis'inden Ankara’ya gelenler ve kısa süre içinde yapılan seçim ile milletvekili olanlar bu şehirde toplandı ve 23 Nisan 1920 tarihinde TBMM milletine hizmet etmeye başladı.

İlk toplantının başkanı, meclisin en yaşlı üyesi olan Sinop milletvekili Şeref Bey kısa bir konuşma ile Türkiye Büyük Millet Meclisinin açıldığını dünyaya ilan etti. Şeref Bey’in konuşması kıza ve özdür; şöye der:

“…milletimizin iç ve dış tam istiklâli içinde kaderini bizzat eline aldığını ve idare etmeğe başladığını bütün cihana ilân ederek Büyük Millet Meclisini açıyorum.”

İlk sözü Mustafa Kemal Paşa alır. Mütarekeden o güne kadar geçen olayları özetler ve konuşmasının son kısmında yeni kurulacak olan devletin özelliklerini anlatır. Bu konuşma anayasa profesörlerini hayrete düşürecek kadar bilgi doludur.

Mustafa Kemal, meclisin milli iradeye dayandığı ve bu nedenle meşru ve yasal olduğunu anlatır ve meclisin güvenini almış bir hükümetin meşru olacağını söyler be hükümet teşkilinin gerektiğini söyler.

Konuşmasının sonunda şunları söyler ki bu ifadesi bugünlerde anaysa değiştirmeye kalkanlara da ışık tutmaktadır:

İşte memleketimizin şimdiye kadar geçirdiği buhrandan, felaketlerden, kâh Avrupa’yı taklit etmek ve kâh devlet işlerinin şahsî görüşlere göre nizamlamaya ve tanzime çalışmak, kâh esas kanunu (Anayasayı) bile şahsi ihtiraslara oyuncak etmek gibi pek elim neticelerini gördüğümüz basiretsizliklerden hasıl olan umumi uyanıklığa tercüman olduğunuz kanaati ile şu müşkül ve buhranlı tarihi devrin mücadelelerini bu yolda nizama koymak taraftarıyız….”

GAZİ MECLİSİN MÜCADELESİ

Türk milleti artık, egemenliği ve bağımsızlığı için isyan halindedir. İsyanı ise Mustafa Kemal Paşa’nın reisliği altında Büyük Millet Meclisi yönetir ve yönlendirir.

Mecliste çok farklı fikirler taşıyan milletvekilleri vardı. Onları bir araya getiren, bir arda tutan ve mücadele azmini güçlendiren bir ruh vardı: “Kuvayi Milliye Ruhu”

Kuvayi Milliye Ruhu”, milli istiklâl ve egemenlik davasına inanmış ve bunu gerçekleştirmek için her türlü fedakarlığı göze almış insanların ruh haliydi. Meclis bu ruh halini hiçbir zaman kaybetmedi.

Farklı hayat görüşlerine ve düşüncelerine sahip olmalarına rağmen Gazi Meclis üyelerinin etrafında tek vücut olarak birleştikleri ana gayeler vardı:

Milli hâkimiyet, tam istiklâli sağlamak, milli mücadeleyi başarıya götürmek, meclisin haklarına el uzattırmamak, hükümeti her an denetlemek ve kontrol etmek, milli iradeyi her zaman üstün tutmak.

İLK ANAYASA

Meclis uzun tartışmalardan sonra “Esas Teşkilat Kanununu” (anayasa) kabul eder. Bu anayasanın ilk 3 maddesini anmakta fayda var:

Madde 1- Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını doğrudan doğruya ve fiili olarak idare etmesi esasına dayanmaktadır.

Madde 2- Yürütme kudreti ve kanun yapma salahiyeti milletin te ve hakiki mümessili olan Büyük Millet Meclisinde tecelli eder ve toplanır.

Madde 3- Türkiye Halk Hükümeti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti” adını taşır.

Şimdi lütfen, bu maddelerle yapılmak istenen anayasa değişikliğini kıyaslayın. Nerden nereye sürüklenmek istediğimizi görün.

YORGUNLUK BİLMEYEN MECLİS

Milletvekillerinin her birisi her çeşit kişisel endişe ve iktidar hursını sıfıra indirmiş ve yüklendikleri sorumluluğun farkında olarak mücadelelerini yürütmüşlerdir. Yasama ve yürütme yetkilerini büyük bir kıskançlıkla korumuşlardır. Meclisin denetleme ve kontolünü müsamahasız ve amansız bir şekilde devletin bütün işlerinde uygulamışlardır.

Meclis kanun yapma yetkisi bir kereye mahsus olmak üzere ve geçici olarak “Başkumandanlık Kanunu” ile Mustafa Kemal Paşa'ya 3 aylığına devretmiş, bunun haricinde tüm yasaları kendisi çıkarmıştır.

Mağlubiyet haberleri zafer haberleri ile yer değişirip de düşman denize dökülünceye kadar Meclis geceli gündüzlü çalşışmıştır. En zor zamanlarda bile karamsarlığa düşmemiş, egemenlik ve bağımsızlık mücadelesinden asla taviz vermemiştir.

BİRİNCİ MECLİSİN DAĞILMASI

Meclis orduları zaferi kazanmış, yeni Türk devletinin temelleri atılmıştır. Gayesine ulaşan meclis, 1 Nisan 1923 tarihinde dağılmaya ve yeni meclisin oluşması için seçim yapılmasına karar verir.

Kapanış konuşmasını “Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri” yapar:

“…Yeni Türkiye devletinin varlığını ruhu milli Hakimiyettir. Milletin kayıtsız şartsız hakimiyetidir.”

Arkadaşlar, Türkiye devletinde ve Türkiye devletini kuran Türkiye halkında tacıdar (taçlı kimse) yoktur. Diktatör yoktur.

Tacidar yoktur ve olmayacaktır, çünkü olamaz.”

“… Bütün cihan bilmelidir ki, artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur. Hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır, o da Milli Hakimiyettir.”

BAŞARININ SIRRI

Batı emperyalizmine ve kapitalizmine karşı ilk ciddi ve sonu zaferle biten savaşı bu meclis ve onun reisi Atatük kazanmıştır.

Başarının sırrı Atatürk'ün şu ifadesinde ortaya çıkyor:

Alim, cahil, istisnasız bütün milletin bireyleri, belki taşıdığı zorlukların farkında olmaksızın, bugün yalnız bir nokta çevresinde toplanmış ve sonuna kadar kanını akıtmaya karar vermiştir. O nokta tam bağımsızlığımızın kazanılması ve sürdürülmesidir.”

BAŞARI MİLLİ BİRLİKTE ARANMALIDIR

Bugün de yeni bir bağımsızlık savaşı veriyoruz. Bu savaşı ancak milli birlik ve dayanışma içinde kazanabiliriz.

Geçmişte olduğu gibi şimdi de emperyalist güçlere ve onların piyonu olan PKK, PYD, FETO ve IŞİD'e karşı zafer kazanmak isteniyorsa, milli güçleri bölmeye hizmet edecek anayasa değişikliğinden vaz geçilmelidir.

Milli Egemenliğin tecelli ettiği yer olan TBMM'nin yetkilerini kısarak, hükümeti meclis denetiminden çıkararak, kanun yapma ve hükümet kurma yetkisini sıfatı ne olursa olsun bir adama vererek ve yargı bağımsızlığını yok ederek mücadele başarılı kılınamaz.

Çare güçlü meclis ve milli hükümette aranmalıdır.

Gazi Meclisi şehit etmeğe kimsenin hakkı ve yetkisi yoktur; gücünün de olmadığı anlaşılacaktır.

Türk Milleti, çok zor şartlarda kazandığı vatan topraklarını, egemenliğini ve bağımsızlığını koruma güç ve kararlılığını en kısa zamanda tüm dünyaya bir kere daha gösterecektir.

21 Ocak 2017 Cumartesi

KARŞI DEVRİME İZİN YOK

AKP’nin önerdiği ve MHP’nin de destek verdiği anayasa değişikliği teklifinin mecliste kabul edilmesi tam bir karşı devrimdir.

1800 yıllarda Şinasi, Namık Kemallerin, Ziya Paşaların, Ali Suavilerin, Ebüzziya Tevfiklerin ve Ahmed Midhadların büyük çabaları ile başlayan ve Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile sonuçlanan “Türk Devrimi” bu karar ile derin bir yara aldı.

Uzun süren mücadeleler ve şehitler verilerek kazanılan milli egemenlikten vaz geçilmeye karar verildi.

BİRİNCİ MEŞRUTİYET’E GERİ DÖNÜYORUZ

I. Meşrutiyet dönemini hatırlatan bir anayasa ile karşı karşıya bırakıldık.

1876 yılında ilan edilen Kanun-i Esasi’nin özü şöyle:

Egemenlik Padişah’a ait.
Saltanat halifelik de dahil Osmanlı ailesinin en büyük evladına ait.
Padişah İslam dininin koruyucusu ve halkın hükümdarı.
Padişahın yetkisi çok, sorumluluğu yok.
Padişahın üstün gücünü sınırlayan hiçbir madde yok.
Hükümet meclise değil, padişaha karşı sorumlu.
Padişahın yargı yetkisi de var (Sürgüne gönderme hakkı).
Meclis-i Umumi: Heyeti-i Âyân ve Heyet-i Mebusan’dan oluşuyor. Heyeti-i Âyân üyelerini padişah belirliyor.

Karşılaştırmanız açısından değişiklikler ne getiriyor, özetleyelim:

Yapılmak istenen değişiklikle TBMM’nin yetkileri kısıtlanıyor. Cumhurbaşkanı, kanun yapma, devlet organlarını KHK’lerle düzenleme gibi meclisin yetkilerini üzerine alıyor. Devletin yasama, yürütme ve yargı yetkisi tek adamda toplanıyor.

Cumhurbaşkanının yetkileri çok ama meclise veya hiçbir makama karşı dolayısıyla millete karşı sorumluluğu yok; denetlenemiyor.

Hükümeti cumhurbaşkanı belirliyor. Hükümet meclise karşı değil, cumhurbaşkanına karşı sorumlu. Meclisin hükümeti denetleme yetkisi yok ediliyor.

Yüksek yargı organlarının üyelerinin çoğunluğunu cumhurbaşkanı atıyor. Cumhurbaşkanının yargı yetkisi yok gibi görünüyor ama yargı cumhurbaşkanına bağlı gibi çalışacağından dolaylı da olsa cumhurbaşkanı yargılama yetkisine de kavuşmuş oluyor.

Cumhurbaşkanı partili olacak; milletvekili seçimleri cumhurbaşkanlığı seçimi aynı anda yapılacak. Partili cumhurbaşkanı, adayları dolayısıyla milletvekillerini kendisi belirleyecek.

Sonuç olarak Cumhuriyet gidiyor, meşrutiyet geliyor. Padişah yok ama cumhurbaşkanı var.  

CUMHURİYETİN NİTELİKLERİ DEĞİŞİYOR

Anayasamızın değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez maddelerinin birincisinde “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” diyor. İkinci maddede ise cumhuriyetin niteliklerini şöyle sıralıyor:

“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”

Demokratik devletlerin iki temel özelliği olması lazım: Birincisi, zıt fikir ve kanaatlerin serbestçe ve özgürce çarpışması ve muhalefetin de iktidar olma şansının bulunması. İkincisi, yönetenlerin yönetilenlere karşı anayasaya dayanan sorumluluğunun olması.

Bu değişiklikle bizi cumhurbaşkanı yönetecek ve o da meclise karşı, yani millete karşı sorumlu olmayacak. Böyle bir yapıya “demokratik” denilebilir mi?

Devletin üç kuvveti tek elde toplanıyor. Yargı cumhurbaşkanının kontrolüne giriyor. Hukuk devleti de yok oluyor.

Böyle bir devlette iktidara zıt fikirlerin serbestçe ve özgürce söylenmesi de mümkün görünmüyor.

Anayasa’nın ilk 4 maddesi yerinde duruyor ama yok farz ediliyor. Cumhuriyetin iki temel niteliği (demokrasi ve hukuk devleti) yok oluyor.  

Cumhuriyetin temel nitelikleri yok ediliyorsa, cumhuriyet yok ediliyor demektir.


Türk Milleti devletine, egemenliğine, özgürlüğüne sahip çıkacak ve her ne pahasına olursa olsun “Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarma” görevini başarı ile yerine getirecektir.
KARŞI DEVRİME İZİN YOK

AKP’nin önerdiği ve MHP’nin de destek verdiği anayasa değişikliği teklifinin mecliste kabul edilmesi tam bir karşı devrimdir.

1800 yıllarda Şinasi, Namık Kemallerin, Ziya Paşaların, Ali Suavilerin, Ebüzziya Tevfiklerin ve Ahmed Midhadların büyük çabaları ile başlayan ve Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile sonuçlanan “Türk Devrimi” bu karar ile derin bir yara aldı.

Uzun süren mücadeleler ve şehitler verilerek kazanılan milli egemenlikten vaz geçilmeye karar verildi.

BİRİNCİ MEŞRUTİYET’E GERİ DÖNÜYORUZ

I. Meşrutiyet dönemini hatırlatan bir anayasa ile karşı karşıya bırakıldık.

1876 yılında ilan edilen Kanun-i Esasi’nin özü şöyle:

Egemenlik Padişah’a ait.
Saltanat halifelik de dahil Osmanlı ailesinin en büyük evladına ait.
Padişah İslam dininin koruyucusu ve halkın hükümdarı.
Padişahın yetkisi çok, sorumluluğu yok.
Padişahın üstün gücünü sınırlayan hiçbir madde yok.
Hükümet meclise değil, padişaha karşı sorumlu.
Padişahın yargı yetkisi de var (Sürgüne gönderme hakkı).
Meclis-i Umumi: Heyeti-i Âyân ve Heyet-i Mebusan’dan oluşuyor. Heyeti-i Âyân üyelerini padişah belirliyor.

Karşılaştırmanız açısından değişiklikler ne getiriyor, özetleyelim:

Yapılmak istenen değişiklikle TBMM’nin yetkileri kısıtlanıyor. Cumhurbaşkanı, kanun yapma, devlet organlarını KHK’lerle düzenleme gibi meclisin yetkilerini üzerine alıyor. Devletin yasama, yürütme ve yargı yetkisi tek adamda toplanıyor.

Cumhurbaşkanının yetkileri çok ama meclise veya hiçbir makama karşı dolayısıyla millete karşı sorumluluğu yok; denetlenemiyor.

Hükümeti cumhurbaşkanı belirliyor. Hükümet meclise karşı değil, cumhurbaşkanına karşı sorumlu. Meclisin hükümeti denetleme yetkisi yok ediliyor.

Yüksek yargı organlarının üyelerinin çoğunluğunu cumhurbaşkanı atıyor. Cumhurbaşkanının yargı yetkisi yok gibi görünüyor ama yargı cumhurbaşkanına bağlı gibi çalışacağından dolaylı da olsa cumhurbaşkanı yargılama yetkisine de kavuşmuş oluyor.

Cumhurbaşkanı partili olacak; milletvekili seçimleri cumhurbaşkanlığı seçimi aynı anda yapılacak. Partili cumhurbaşkanı, adayları dolayısıyla milletvekillerini kendisi belirleyecek.

Sonuç olarak Cumhuriyet gidiyor, meşrutiyet geliyor. Padişah yok ama cumhurbaşkanı var.  

CUMHURİYETİN NİTELİKLERİ DEĞİŞİYOR

Anayasamızın değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez maddelerinin birincisinde “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” diyor. İkinci maddede ise cumhuriyetin niteliklerini şöyle sıralıyor:

“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”

Demokratik devletlerin iki temel özelliği olması lazım: Birincisi, zıt fikir ve kanaatlerin serbestçe ve özgürce çarpışması ve muhalefetin de iktidar olma şansının bulunması. İkincisi, yönetenlerin yönetilenlere karşı anayasaya dayanan sorumluluğunun olması.

Bu değişiklikle bizi cumhurbaşkanı yönetecek ve o da meclise karşı, yani millete karşı sorumlu olmayacak. Böyle bir yapıya “demokratik” denilebilir mi?

Devletin üç kuvveti tek elde toplanıyor. Yargı cumhurbaşkanının kontrolüne giriyor. Hukuk devleti de yok oluyor.

Böyle bir devlette iktidara zıt fikirlerin serbestçe ve özgürce söylenmesi de mümkün görünmüyor.

Anayasa’nın ilk 4 maddesi yerinde duruyor ama yok farz ediliyor. Cumhuriyetin iki temel niteliği (demokrasi ve hukuk devleti) yok oluyor.  

Cumhuriyetin temel nitelikleri yok ediliyorsa, cumhuriyet yok ediliyor demektir.


Türk Milleti devletine, egemenliğine, özgürlüğüne sahip çıkacak ve her ne pahasına olursa olsun “Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarma” görevini başarı ile yerine getirecektir.

18 Ocak 2017 Çarşamba

EGEMENLİK SAVAŞLARI

Savaşların çoğu egemen olma arzusundan kaynaklanıyor. Bu savaşlar da çoğu zaman çok kanlı cereyan ediyor.

Egemenlik savaşlarının çok kanlı son örneğini Ortadoğu’da yaşananlarda görüyoruz. Bu bölgeye hâkim olmak isteyen Amerika ve müttefikleri yüzbinlerce insanın ölümüne neden oldu.

PKK’nın terör eylemlerinin arkasında Güneydoğu Anadolu’ya egemen olma arzusu yatıyor. Bu kanlı eylemlerle bölgeden Türkiye’nin hakimiyetini yok etmeye çalışıyor.

FETO’da 15 Temmuz gecesi Türkiye Cumhuriyeti’ne egemen olmak için darbe teşebbüsünde bulundu. Millet egemenliğinin timsali olan meclisi bu amaçla bombaladı.

MİLLİ EGEMENLİK İÇİN SAVAŞTIK

Atatürk önderliğinde yaptığımız savaşta amacımız millet egemenliğini sağlamaktı. Türk milletinin egemenliğini yok etmek isteyen batılı güçlere ve içerdeki işbirlikçilerine karşı yaptığımız savaşı kazandık ve yüzyıllardır Padişah ve ailesinde olan egemenliği millet olarak ele geçirdik ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduk.

Cumhuriyet’in temelinin ne olduğunu Atatürk şöyle anlatıyor:

“Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümetinin milletten aldığı veçhile istiklâl-i tam, hâkimiyet-i Milliye umdelerine istinaden milleti zengin, memleketi mamur etmekten ibarettir.

Bu umde icabı bütün cihan bilmelidir ki, artık Türkiye halkı; hâkimiyetini hiçbir şahıs ve makama veremez.

Hâkimiyet demek şeref demek, haysiyet demektir. Bir milletten bu evsaf-ı medeniye ve insaniyesinin terkini talep etmek onu insanlıktan çıkarmak demektir.

Milletimiz bu iki esasa istinat eder.

MİLLİ EGENLİĞİMİZE KASDEDENLER VAR

Anayasada yapılmak istenen değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti’nin iki temelinden birisi olan Milli Egemenlik yok edilmek isteniyor.

TBMM’nin yetkileri kısıtlanırsa, meclisin hükumeti denetleme yetkisi kaldırılırsa, hükumet meclise değil de cumhurbaşkanına karşı sorumlu olursa, cumhurbaşkanı da hiçbir makama karşı sorumlu olmazsa, meclisin elinde olması gereken yasama erki cumhurbaşkanına devredilirse, cumhurbaşkanı yüksek yargı organlarının üyelerinin çoğunu atayacak pozisyona gelirse böyle bir devlet biçiminde milli egemenlik söz konunu olamaz.

Bu değişiklikle yasama, yürütme ve yargı tek kişide toplanıyor. Türkiye’ye artık “demokratik, laik, hukuk devleti” demek koca bir yalan oluyor.

Tartışılması gereken huşu şu: Bu meclisin, hatta seçmenlerin çoğunluğunun millet egemenliğine son verecek bir değişikliği yürürlüğe sokma hakkı var mı? Bana kalırsa asla yok.

EGEMENLİK YASA İLE YOK EDİLEMEZ

Türk Milleti egemenliğini yokluklar içinde yedi düvele ve içimizdeki sülüklere karşı savaşarak ve şehitler vererek elde etmiştir.

Savaşarak elde edilen milli egemenlik bir anayasa değişikliği ile yok edilemez.

Yok etmek isteyenlere karşı cevabımızı Atatürk’ün ağzından veriyoruz:

“Egemenlik ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; görüşme ile, münakaşa ile verilmez. Egemenlik, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. “

“Millet egemenliğini almıştır ve isyan ederek almıştır. Alınmış egemenlik, hiçbir neden ve biçimde terk edilemez; geri verilemez. Bırakılamaz. Bu egemenliği tekrar geri alabilmek için; almak için kullanılmış olan araçları kullanmak gerekir.”

“Hiç şüphe yok, devletimizin ebedi müddet yaşaması için, memleketimizin kuvvetlenmesi için, milletimizin refah ve mutluluğu için hayatımız, namusumuz, şerefimiz, geleceğimiz için ve bütün kutsal kavramlarımız ve nihayet her şeyimiz için mutlaka en kıskanç hislerimizle, bütün uyanıklığımızla ve bütün kuvvetimizle millî egemenliğimizi muhafaza ve müdafaa edeceğiz.”

Uğruna çok kanlar dökülen egemenlik, anayasa filan değiştirilerek milletin elinden alınamaz.


Türk Milleti’nin egemenliğin öneminin bilincinde olan evlatları olarak diyoruz ki, hodri meydan, egemenliğimizi elimizden alın da görelim.

17 Ocak 2017 Salı

EKONOMİK BUNALIM VE TERÖR

İşsizlik rakamları Türkiye İstatistik Kurumu  (TÜİK) tarafından açıklandı. Rakam büyümeye devam ediyor.

Resmi işsizlik oranı % 11.8 olarak hesap edilmiş. Buna göre resmen işsiz olanların sayısı 3 milyon 647 bin oluyor. Bu rakama çalışmaya hazır olup da resmen iş aramayan 2 milyon 276 bin kişiyi de ilave ettiğimizde oran % 17.8’e çıkıyor.

Ekonomik kriz içerisindeyiz ama hala kriz ne zaman gelecek diye merak ediyoruz.

Ekonomimizi üç kelime ile özetlemek mümkün: Üretmeyen, büyümeyen ve borçlanan bir ekonomi.

İKİ BÜYÜK SORUN

İki büyük sorunla uğraşıyoruz. Terör ve ekonomik kriz. Bunları birbirinden ayrı değerlendirmek mümkün değil. Türkiye’yi bölmek isteyen güçler bir yandan bomba, kurşun, roket olup saldırıyor; diğer yandan zaten güçlü olmayan ekonomimizi batırmaya uğraşıyor.

Ekonomik kriz derinleşirken terör olayları da devam edip gidiyor. Türkiye’yi bölmeye yönelik terör, Diyarbakır’da 4 polisimizi daha şehit etti.

Bu iki belanın da bu kadar büyümesinin baş sorumlusu elbette 15 yıla yakın bir süredir iktidarda olan AKP ve Erdoğan.

Türkiye yoğun saldırı ve baskı altında iken yapılması gereken şey topyekun savunma olması lazım; iç cepheyi güçlendirmek lazım. Milli birliği bozucu davranışlardan, eylemlerden ve söylemlerden vazgeçmek lazım.

Oysa AKP ne yapıyor? Anayasayı değiştireceğim diye tutturmuş, milleti ikiye bölüyor.

AKP VE MHP TUZAĞA DÜŞTÜ

AKP ve MHP, Türk Milleti’ne ve kendilerine kurulmuş olan bu “yeni anayasa” tuzağına düştü.

AKP’li milletvekilleri belli ki Erdoğan’ın talimatı ile “evet” oyu kullanıyor. Bu evetler Erdoğan’ın da AKP’nin de sonunu hazırlıyor. İç cepheyi zayıflatıyor ve Türkiye’nin direncini kırıyor.

Mücadelede başarısızlık milletimize de AKP’ye de Erdoğan’a da büyük zarar verir. Milletimizi düşünmüyorlarsa bari kendilerini düşünsünler.

Bu şekilde, terörle de ekonomik bunalımla da mücadele edilemez. Teklif en kısa zamanda geri çekilmelidir.

MHP YANLIŞ YAPIYOR

Evet oyu kullanan MHP milletvekilleri ise seçmenlerine ve partilerinin isimlerinin başında bulunan “Milliyetçi” sözcüğüne de ihanet ediyorlar. Bu değişiklik kabul edilirse MHP diye bir parti kalmayacak. Kalsa da partilerin siyasi etkinliği olmayacak.

Başkan, bütün yetkileri elinde toplayacağı, kanunları kendisi çıkaracağı, hükumeti kendisi oluşturacağı ve yüksek yargı organlarının üyelerini kendisi belirleyeceği için TBMM’nin de onu oluşturan siyasi partilere mensup milletvekillerinin de konu mankeni olma dışında bir özelliği bulunmayacak.

MHP’nin yaptığı bu hatalardan sonra meclise girmesi çok zor. Girse bile, adı var, kendisi yok olacak.

Aynı durum tüm partiler ve milletvekilleri için de geçerli. Meclis yok olursa, partiler de yok olur, milletvekilleri de yok olur.

SÖZÜM MİLLETVEKİLLERİNE

Milletvekillerinin tümüne sesleniyorum:

Türkiye’yi riske sokacak, TBMM’ni yetkisiz ve işlevsiz kılacak, milletvekillerini konu mankeni durumuna düşürecek, yargı bağımsızlığını yok edecek bu girişime “Hayır” oyu verin.

Türk Milletine de, TBMM’ne de, partilerinize de, kendinize de “Evet” oylarınızla kötülük yapmayın.

Millet egemenliğini yok etmeyin, hukukun üstünlüğünü zedelemeyin.

Sandığa atılan her evet oyu Türkiye’nin teröre ve ekonomik bunalıma karşı yürüttüğü mücadeleye zarar veriyor; bunu unutmayın, tuzağa düşmeyin.

12 Ocak 2017 Perşembe

OSMANLI VE PADİŞAHLIK HEVESİ

Bir yandan Cumhuriyet’in ilk yılllarına ve Atatürk’e taş atılırken diğer yandan bir Osmanlı hayranlığı  ve Padişah olma hevesidir gidiyor.

Bu Osmanlı hayranlığı nereden kaynaklanıyor, anlamak mümkün değil.

Sanki Osmanlı 19. Yüzyılda Avrupa’nın şamar oğlanına dönmemişti.

Sanki Osmanlı 1018’de yenilmemişti

Sanki Sevr diye bir antlaşma yoktu.

Sanki Kurtuluş Savaşı başlarken İstanbul, İzmir, Adana, Antep, Urfa, Maraş, Antakya, Antalya, Kars, Ardahan işgal altında değildi.

Sanki fakir Anadolu köylüsünün vergilerini Düyunu Umumiye toplamıyordu.

Sanki İstanbul, Anadolu okul ve fabrika ve okul doluydu.

Sanki okuma yazma oranı % 7 değil de % 70 idi.

Sanki Anadolu insanı hastalıktan kırılmıyordu.

Bütün bunlar unutulmuş veya unutturulmuş ki bu Osmanlı merakı devem edip gidiyor.

Yapılmak istenen anayasa ile Osmanlı dönemine geri dönülme isteniyor. Geçmişte olduğu gibi yetkisi kısıtlı bir meclis, sorgulanamayan ve yetkisi sonsuza yakın bir başkan; yani padişah. Padişah’ın etrafında paşalar ve beyler. Söz sahibi olmayan, egemenliği ve özgürlüğü elinden alınmış bir halk.

Getirilmek istene düzen bu işte.

PADİŞAH PADİŞAH DEDİKLERİ

Peki bu hasretini çektikleri padişahlar ülkeyi nasıl yönetiyorlardı? III. Mehmet’ten örnek verelim:

III. Mehmet tahta oturduğunun gecesinde en büyüğü 13 yaşında olan19 erkek kardeşini Nizam-ı Âlem ve Kanunname’yi Âl-i Osman adına öldürtmüştür.

Bu yasalara uydurulmuş cinayetlerden başka ölümler de var. III. Murat’ın haremeninden kalan 200 haseki ve cariyeden hamile olanların hepsi Marmara’ya atılarak boğulmuştur.

O devirde rüşvetsiz iş yaptırmak mümkünn değildi. Halk yoksulluk, açlık çekerken Padişah ve  çevresi köşklerde, saraylarda keyif sürüyordu. Alınan rüşvetler paşaları zengin ediyordu.

III. Mehmet’in sadrazamlarından Sinan Paşa öldüğünde hazinesinde  yüzlerce mücevher ve kürkün yanında 600.000 duka altını, 2 milyon 900 bin akçesi çıkmıştı.

İkide bir Atatürk ve onun arkadaşlarına laf atanlar nedenese bu gerçeklerden hiç bahsetmezler.

TÜRK MİLLETİ UYANIK OL

Türk Milleti’ne sesleniyorum. Bu Osmanlı ve padişahlık sevdalılarının  peşinden gitme.

Unutma ki, sen Cumhuriyet sayesinde kul olmaktan çıktın, yöneticileri belirlemeye yetkin vatandaş oldun.

Cumhuriyet sayesinde özgürlüğüne, egemenliğine  kavuştun.

Egemenliğini elinde sıkıca tut; padişah heveslilerine kaptırma.  Egemenlik yoksa sen bir kölesin.

Bu anayasa değişikliği ile seni tekrar bir adama kul yapmak ve özgürlüğünü elinden almak istiyorlar.  Bunlara kanma. Cumhuriyete sahip çık çünkü o senin, çocuklarının ve tüm Türk Milleti’nin hür ve bağımsız yaşama teminatıdır.

11 Ocak 2017 Çarşamba

AYRIŞMA DEĞİL BİRLİK GEREK
 
15 yıla yakın bir AKP yönetiminden sonra ülkenin genel manzarası şöyle:
 
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerlerinden uzak ve sürekli yanılan, yanıldıkça ülkenin başına sorunlar açan bir iktidar.
 
İktidarın yanlışlıklarına dur dmeyi becemeyen ve halkın gözünde alternative olamayan bir muhalefet.
 
Etnik köken, dini inanç, mezhep farklılıklarının sürekli ön plana çıkarıldığı için birliği zedelenmiş bir millet.
 
“T.C.”, “Türk Milleti”, “Türk Milliyeti” gibi kavramlara düşman bir yönetim anlayışı.
 
Yıkılmış, yakılmış köyler, kentler.
 
Patlayan bombalar, sıkılan kurşunlar, kaybolan canlar.
 
Ülkeyi savunmak için Suriye’de, Irak’da ülke içinde savaşan ve şehitler veren askerler, polisler.
 
Devlet yönetimine, orduya, yargıya, eğitim kurumlarına yerleştirilimiş cemaatler, topluma yöne vermeye çalışan hoca efendiler, şeyhler, imamlar.
 
Cehalete, hurafelere, batıl inançlara terk edilmiş bir halk.
 
Medreselere dönmüş, bilim üretmekten aciz üniversiteler.
 
Artan yoksulluk, işsizlik, ve gelir, servet ve fırsat eşitsizliği.
 
Üretemeyen, sürekli cari işlem açığı veren, borca batmış bir ekonomi.
 
Geliştiririlemiyen sanayi, tarım ve hayvancılık.
 
Kadına yönelik şiddetlerde artma. Kadınlarla, çocuklarla ilgili sürekli cinsel taciz haberleri.
 
Halkın malını, canını, namusunu, ırzını koruyamayan bir devlet.
 
Bölünme aşamasına gelmiş bir vatan.
 
TUZAĞA DİKKAT
 
Ülkeyi bu duruma getiren AKP ve onun lideri Erdoğan Anayasa’yı değiştirmek istiyor ve gene yanılıyor.
 
Bu değişiklik Türkiye ve Erdoğan’a kurulmuş bir tuzaktır.
 
TSK ve emniyet güçlerimiz yurt içinde ve dışında kendi silahlı gücü olan FETO, PKK, PYD ve IŞİD ile savaşmaya başlayınca Amerika yıllarca desteklediği ve iktidara gelmesine katkıda bulunduğu Erdoğan’ın arkasından çekildi.
 
Erdoğan batılı güçler tarafından artık istenmiyor. Aslında onların  istemediği Erdoğan değil, son zamanlarda Türkiye Cumhuriyeti devletinin Amerikan ve İsrail projelerine karşı yürüttüğü politika.
 
Bu nedenle Türkiye’ye ve Erdoğan’a bir tuzak kuruldu. Tuzağın adı “Cumhurbaşkanlığı sistemi”.
 
Bahçeli Erdoğan’ın yanında mı yoksa ona tuzak kuranların yanında mı belli değil.
 
Batılı medya sürekli Erdoğan’ın dikatör olduğunu ve bu anayasa değişikliği ile yetkilerinin daha da artacağını söylüyor.
 
Batılı medyanın bu tutumu akla Kaddafi’yi, Saddam’ı ve Esad’I getiriyor. Bir müdahelenin hazırlığı mı var diye bizi düşünmeye zorluyor.
 
Aslında büyük tuzak Türkiye’ye kuruldu. İç cephe zaafa uğratılarak Türkiye’nin savunma gücüne darbe vurulmak isteniyor.
 
Türkiye ancak milli birlik ve milli seferberlik anlayışı içinde Amerika’nın saldırılarına karşı durabilir. Anayasa değişikliği teklifi bu birliği bozacak. İnsanlar evetçi, hayırcı diye ikiye ayrılacak.
 
Bu da yetmezmiş gibi devam eden vatan savaşında hükumete destek veren taban küçülecek.
 
EKONOMİK SALDIRI
 
Bu tuzak ile birlikte ekonomik saldırı da başladı. Yıllardır yanlış yönetildiği için kırılgan hale gelen ve borç batağına batan ekonomi giderek daha da kötü hale geliyor.
 
Kıbrıs Barış Harekatından sonra uygulanan ekonomik amborgu sonucu 70 sente muhtaç hale gelimiştik.; gidişat gene bu yönde.
 
Erdoğan kendisini ve Türkiye’yi düşünüyorsa en kısa zamanda bu değişiklik teklifini geri çekmelidir. Tuzağa düşmemelidir.
 
Askeri olarak ve ekonomik olarak bir savaşın içinde iken bölünmeye yer yok.
 
Bu saldırı ve tuzaklara karşı durmak için acilen milli seferbelik hükumeti kurulmalı ve toplumda ayrışmaya neden olacak her türlü girişimden vaz geçilmelidir.
 
Türkiye bu yanılmalardan ve kötü yönetilmekten ancak ortak akıl ile kurtulur, tek adam egemenliği ile değil.

6 Ocak 2017 Cuma

TOPYEKUN SAVUNMA LAZIM

Saldırının boyutu çok büyüdü. Amerika dünya egemenlğini yitirdiğini anladıkça Ortadoğu'ya daha fazla yüklenmeye başladı. Ortadoğu onlar için önemli çünkü petrol var, doğal gaz var ve İsrail var. 

Amerika bunlar için bir bekçi aradı ve bekçiyi de buldu: Kukla bir Kürt devlet. 

Bunun için, Irak'ı, Suriye'yi parçaladı, sıra Türkiye'ye geldi. 

Üzerimize taşeronlarını saldı. PKK onun askeri, FETO onun askeri, IŞİD onun askeri.

Türkiye izin vermeden kukla devletin kurulamayacağını biliyor, direncimizi kırmaya, bizi parçalamaya çalışıyor.

Türkiye direndikçe saldırının boyutunu da büyütüyor. 

SALDIRI ÇOK BÜYÜK

Evet! Saldırının boyutu çok büyüdü ve Erdoğan'nın da, AKP iktidarının da boyunu çoktan aştı. 

Terör olaylarını düzenleyen güç bir yandan silahla, bomba ile saldırıyor, diğer yandan Türkiye'yi hükumetsiz bırakmanın propagandasını yapıyor. Türkiye'yi hükumetsiz bırakmak istiyor. 

Türkiye "ikinci İstiklâl savaşı"nı  hükümetsiz yürütemez. 

Bu büyük saldırı ancak güçlü bir hükumet ile önlenebilir. 

AKP iktidarının yetersizliği ortadadır.

MİLLİ SEFERBERLİK GEREK

Türkiye bu saldırılara ancak topyekun savunma ile karşı durabilir. Milli seferbelik artık kaçınılmaz olmuştur. Görev bütün milli güçlere düşüyor. 

Milli seferberliği ancak milli seferberlik hükumeti tarafından örgütlenebilir. 

Amerika'nın Türkiye'yi hükumetsiz bırakma planı ancak AKP, CHP, MHP ve Vatan Partisi'nin içinde olduğu geniş tabanlı bir hükumeti kurarak önlenir.

DÜŞMANLIK DEĞİL DOSTLUK GEREK

Medyayı ve sosyal medyayı izliyorum AKP'liler Kılıçdaroğlu'nun, CHP'liler Erdoğan'ın ve bazı MHP'liler de kendi başkanlarının ne kadar kötü olduğunu anlatıp duruyorlar. Bu söylemler bazen eleştiri sınırını aşıp düşmanlık boyutuna ulaşıyor. 

Yanlış! Milli seferberliğin gerektiği bu ortamda düşmanlığa yer yok.

Düşman lazımsa, ben size söyleyeyim.

PKK'ya düşman olun, FETO'ya düşman olun, IŞİD'e düşman olun, İncirlik'e dişman olun, Amerika'ya düşman olun, Atalantik sistemine düşman olun.

Bizim düşmanlığa değil, dostluğa; nefrete değil, sevgiye; ayrışmaya değil, birleşmeye ihtiyacımız var.

Bir olalım, beraber olalım, iri olalım. 

HATAYA YER YOK

"İkinci istikal savaşı" verirken hataya yer yok. 

AKP ve Erdoğan milleti bölen, milli birliği bozacak olan "Cumhurbaşkanlığı Sistemi" sevdasından en kısa zamanda vaz geçmelidir. Anayasa değişikliği paketi Meclis gündeminden kaldırılmalıdır. 

Erdoğan'ı ve AKP'yi uyarmak lazım:  Başkanlık sisteminde ısrar ederseniz bu “diktatörlük” tartışmalarını alevlendirir ve  hükümeti devirmek isteyen emperyalist devletin beklediği ortamı yaratır.

Bu millet egemenliğini savaşarak elde etmiştir; şimdi de vatanın her köşesinde egemen olmak için savaş veriyor. Savaşarak kazanılan ve korunan egemenlik bir yasa maddesi ile sıfatı ve ismi ne olursa olsun bir adama devredilemz. 

Bu konuda ısrarcı olmak birliğimizi bozar. 

CHP de artık AKP ve Erdoğan düşmanlığından vazgeçmelidir. Vatan sevgisi Erdoğan düşmanlığından çok daha önde olmalıdır. “Mağdurları koruma” adına HDP ve FETÖ'ya uzattığı eli geri çekmelidir.

AKPnin geçmişte yaptığı hatalar birlikte hareket etmemek için bir neden olamamalıdır. 

MİLLİ SEFERBERLİK İÇİN GEREKLİ ORTAM

Doğu Perinçek'in şu tespitleri önemlidir:

"Millî Seferberlik için uygun ortamı sağlamak bugün millî görevdir.
 
Millî Güçler arasında karşılıklı saygı ve kardeşlik iklimini yaratmak, dayanışmayı sağlamak, herkesin görevi ve sorumluluğudur.
 
Vatan Partisi, teröre karşı birleştirici ve sorumluluk üstlenmekten kaçınmayan tutumunu sürdürecektir.
 
Millî Seferberlik Hükümetinin kurulması kaçınılmazdır.
 
Zaman kaybetmemek önemlidir."
BU ELLER BİZİM, BU TÜRKÜLER BİZİM, BU YİĞİTLER BİZİM

Kahraman şehidimiz Fethi Sekin'in fotoğrafına bakıyorum. Yiğit bir duruşu var. Elazığ'lı olduğunu öğrenince heyacanlanıyorum. Elazığ benim memleketim, çocukluğumun geçtiği yer. Vatan sevgisini ilk tattığım şehir.

Hatıralar canlandı gözümde, içimden Enver Demirbağ'ı dinlemek geldi. Açtım sesini, o gür sesi ile Enver Demirbağ haykırmaya başladı: "Kar mı yağmış şu Harput'un başına, Kurban olam toprağına taşına"

Ah Şehidim ah! Türküdeki gibi memleketin toprağına, taşına kurban oldun, şehitlik mertebesine yükseldin. Sen sadece Harput'a değil, vatanın tüm dağına, taşına kurban oldun. Ruhun şad olsun. 

Sen kendini feda ettin ki, bu vatan bölünmesin, bu dağlar, bu taşlar Türk kalsın, Türkün kalsın. 

Memleket dedim sadece Elazığ mı, bu memlektin bizi biz yapan, aynı duygularla, aynı düşüncelerle bizi millet yapan başka türküleri de var. 

Komşu ile geçtim. Diyarbakır'dan Celal Güzelses seslendi: 

Ağlama yar ağlama  
Mavi yazma bağlama 
Mavi yazma tez solar anam 
Yüreğimi dağlama 

Yapma be Şark bülbülü; ağlama derken ağlatacaksın bizi.

Değiştirdim türküyü, karşıma Nida Tüfekçi çıktı: Yozgat'tan sesleniyor:

Asker yolu beklerim, günü güne eklerim
Sen git yarim askere ben burayı beklerim. 

Aklıma gidip de gelmeyen yiğitler, onları gözü yaşlı bekleyen anneler, eşler, nişanlılar geldi. Gidip de dönemeyenlerdir bu ülkeyi vatan kılanlar dedim kendi kendime, hepsi nur içinde yatsın.

Oradan Kerkük'e geçtim, Abdurrahman Kızılay ses verdi; o da Kerkük'e kurban... 

"Kerkükleyem ben özüm
Kulak ver dinle sözüm
Canlar Kerkük'e Kurban
Evvel başta ben özüm"

Memleket için kendini kurban edenler söz konusu olur da Tokat türküsü dinlenmez mi?

"Hey onbeşli onbeşli
Tokat yolları taşlı
Onbeşliler gidyor
Kızların gözü yaşlı"

Fethi Sekin Elazığ'da doğup İzmir'de şehit düştü. Kim bilir kaç İzmirli de doğunun dağlarında şehit düşmüştür. Bir de İzmir türküsü dinlemek gerek:

zmir'in kavakları
Dökülür yaprakları
Bize de derler Çakıcı.
Yakarız konakları"

Aklıma Hasan Tahsin geldi, Yunan'a karşı aslanlar gibi savaşan efeler, zeybekler geldi. 

Kars'ı da unutmamak lazım:

"Bizim eller ne güzel eller
Söylesin şirin diller
Oynasin koç yigitler
Oh bizim eller ne güzel eller

Bu dağda maral gezer
Zülfünü tarar gezer
Dağ bizim maral bizim
Burda avcı ne gezer"

Türkülerden daha sağlam kanıt mı var? İzmir'den, Hakkari'ye; Edirne'den Kars'a kadar bütün bu kurban olunacak topraklar bizim, bu güzel yurt bizim, bu yiğitler bizim...

"Dörtnala gelip Uzak Asya'dan Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket, bizim." Bu topraklarda avcı barınamaz. diye haykırıyorum ve aklıma Köroğlu geliyor. Hasan Mutlucan'a ses veriyorum:

"Yiğitler silkinip ata binende 
Derelerde bozkurtlara ün olur 
Yiğit olan döne döne dövüşür 
Kötüler kavgadan kaçar dön olur "

Evet! Yiğitler, Mustafa Kemal'in askerleri, Vatan savaşçıları, askerimiz, polisimiz, tüm milletimiz silkindi ve atına bindi. Bu vatan bizim dedi, gerekirse ölürüz dedi. 

İstediğiniz kadar bomba patlatın, istediğiniz gibi kahpece saldırın; sonunuz yakındır. 

Şunu da iyi bilin: Bu türküler bu illerde sonsuzluğa kadar söylenecek. Bu toprağın insanı aynı türkülerle oynayacak, aynı türkülerle ağlayacak. Vatanımızı bizden koparamazsınız, bizi bizden ayıramazsınız.  

Türküler de bizim, kurban olunacak bu topraklar, bu taşlar da bizim, bu güzel eller de bizim; vatanı bekleyen bu koçyiğitler de bizim... Ve biz hepimiz Türk Milletiyiz.