KANLI PARA İMPARATORLUĞU
KANLI PARA İMPARATORLUĞU
TUNCELİ ÜZERİNDEN HESAPLAŞMA GAYRETİ
Dersim bir dağ içinde
Gülü bardağ içinde
Hak Dersim'i saklasın
Bir gülüm var içinde
Çok severek dinlerim bu türküyü. Memleket hasreti de olduğu
için biraz da duygulanırım.
Türküyü hem dinliyorum hem de düşünüyorum:
Türküyü yakanın dileğini Atatürk önderliğindeki Cumhuriyet
yerine getirdi. Dersim’i Tunceli yaparak, sadece Türküyü yakanın gülünü değil, tüm yöre
halkını sakladı, korudu.
Kimlerden mi korudu? Sayalım:
Kendilerine altın ve silah veren emperyalistlerin uşaklığını
kabul edip, devlete karşı isyan eden, askerlerimizi, memurlarımızı katleden,
yapılan köprüleri, yıkan, devlet dairelerini yakan ağa bozuntusu eşkıyadan
korudu.
Köylülerin elinden, buğdayını, arpasını, davarını zorla
elinden alan; vermek istemeyenlerin başını taşla ezen ağalardan korudu.
Kendilerini şeyh, şıh, dede ilan edip, halkın dini
duygularını istismar ederek, sevaptır diyerek, yoksulluktan çocuklarının
karnını bile doyuramayan insanların elinden ununu, yumurtasını tavuğunu elinden
alan ahlaksızlardan korudu.
Özetlersek; feodal düzen fırsatçılarından, gücünü
zorbalıktan alanlardan, orta çağ kalıntılarından korudu.
ÜÇ HABER ÜÇÜ DE TUNCELİ ÜZERİNE
Birbiriyle bağlantılı şu üç haberi okuyunca bunları yazmaya
kendimi mecbur hissettim:
Kılıçdaroğu, ‘Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve CHP’nin geçmişte pek çok topluluğu mağdur
ettiğini, özür dileyerek helallik isteyeceği’ sözleri medyaya düştü.
Kılıçdaroğlu’nun bu sözleri tartışılırken Almanya’dan bir haber
geldi. Gazetelerin verdiği şöyle: “Almanya’da Duisburg-Essen Üniversitesi 18-20
Kasım'da 'Tanınmayan soykırım-Dersim 1937-1938' çalıştayı düzenleyecek.
Düzenleyici kurumlar Atatürk'ü 'katliamcı' olarak suçlayan paylaşımlar yapıyor.
Etkinliğin, Kılıçdaroğlu'nun ‘helalleşme’ açıklamasıyla aynı döneme denk
gelmesi dikkat çekiyor.”
Son haber Tunceli’den geldi: Batı hayranı ve sözcüsü
konumundaki televizyonlar ve yazarlar tarafından ‘halka nohut dağıtıyor’ diye
övülen, lakabı ‘komünist’ olan ve 29 Ekim’i kutlamamayı, 10 Kasım’da Atatürk’ü
anmamayı komünistlik sanan belediye başkanı Maçoğlu’ndan geldi. Haber şöyle: “Tunceli
Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu, Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı ayaklanan
İngiliz işbirlikçisi ve Tunceli İsyanı'nın elebaşı Seyit Rıza'yı andı.”
HELALLEŞME ADI ALTINDA ATATÜRK VE CUMHURİYETLE HESAPLAŞMA
Kılıçdaroğlu, kimlerle helalleşeceğini sıralarken ‘Dersim’i
söylemedi ama bu onun taktik anlayışından kaynaklanıyor. Bu üç haber beraber
değerlendirildiğinde ve bazı CHP milletvekillerinin, daha önce Atatürk’ü
‘Dersim’de katliam yapmakla suçladıkları ve Seyit Rıza’nın heykeli önünde saygı
duruşunda bulundukları ve Kılıçdaroğlu’nın “Ben Dersimli Kemal’im” diye
bağırdığı dikkate alındığında konunun 1937’lere, 1938’lere geleceği apaçık
ortada.
Kılıçdaroğlu işini biliyor. Seçmenlerini ve destekçilerini
ürkütmemek için ‘sakaldan kıl koparma’ taktiği uyguluyor. Bir insanın sakalını
aynı anda çekip yolmaya kalkarsanız büyük tepki görürüsünüz ama her gün bir tel
alırsanız tepki görmezsiniz ve sonunda amacınıza geç de olsa ulaşırsınız.
Kılıçdaroğlu ve onunla birlikte hareket eden çevrelerin, bu
taktik içinde, eylemlerini sürdürecekleri belli oluyor. Bu taktikle seçmenini
FETÖ, HDP-PKK sempatizanı ve destekçisi yapan, Atatürk posteri taşımasına izin
verip Atatürk ilkelerinden uzaklaştıran Kılıçdaroğlu ve ekibinin bu konuda da
başarılı olma ihtimali yüksek görünüyor.
Erdoğan ve AKP nefreti yüzünden muhakeme etme yeteneğini
yitirmiş CHP’li kitle hem Atatürk tişörtü giyip, sosyal medyada Atatürk için
‘unutmadık, unutmayacağız’ mesajları paylaşır hem de Atatürk’ün Tunceli’de
katliam yaptığını kabullenir; Cumhuriyet’in kazanımlarını bir yana koyup,
ortaçağ kalıntısı, feodal düzen savunucularını alkışlar.
ATEŞ, ÖLÜM VE ŞİİR
Dizimden başarılı bir ameliyat geçirdim, her şey iyiye
gidecek diye sevinirken hiç umulmadık bir sağlık sorunu ile başım derde girdi. Ameliyat
ile doğrudan ilgisi olmayan bir alanda enfeksiyon gelişti. Ateşim yükseldi, kıpırdayacak
halim kalmadı. Kutup soğuğunda kalmış
gibi üşümeye baladım. Yatıp battaniyeyi başıma kadar çektim ama zangır zangır
titremem bir türlü durmadı.
Ne yıldıza ne de aya
Uçsuz bucaksız deryaya
Gelmez yola gidiyorum
Gemi bekliyor limanda
Tayfaları hazır onda
Gözüm kalmadı cihanda
Gelmez yola gidiyorum
Eşim dostum yavrularım
İşte benim sonbaharım
Veysel karanlık yollarım
Gelmez yola gidiyorum
Son meclisi câm üstüne câm olsun erenler
Şükrânla vedâ ettiğimiz cân-ı fenâya
Son pendimiz ah-lâfa devâm olsun erenler
Câizse Harâbât-ı İlâhî'de de her şey
Yârân yine Rindân-ı Kirâm olsun erenler
Tekrar mülâkî oluruz bezm-i ezelde
Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler.”
Umut da var; önce giden dostlarla da buluşulacak (mülaki
olmak), öyleyse şimdiden selamlar yollayalım.
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum, ne haldeyim?
Gidiyorum gündüz gece
Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gediyorum gündüz gece”
Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan
Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece
Guruba karşı bu son bahçelerde keyfince”
Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahud gül.”
Aramazlar gurbet ile gideni
Ak göğsün üstünde çakır dikeni
Bitmeyince gönül yardan ayrılmaz”
Ne söylerler ne bir haber verirler
Üzerinde türlü otlar bitenler
Ne söylerler ne bir haber verirler
Kiminin başında biter ağaçlar
Kiminin başında sararır otlar
Kimi masum kimi güzel yiğitler
Ne söylerler ne bir haber verirler”
Kûze eylen toprağım sunun anınla yâre su”
Her yer insan toprağı, varmadın mı farkına?
Padişahın parmağı ve bir Şahın elini,
Farkında değil misin, bak koymuşsun çarkına?”
“Bir gün bir testi aldım bir testiciden,
Çok şey söyledi bana testi gizliden.
Dedi: Şahtım, bir altın kadehim vardı,
Şimdiyse sarhoşlara testi oldum ben!”
“Çiğniyorken ayağın, düşün toprağı
Bir güzelin yüzü o; kaşı, dudağı
Şu bina duvarında gördüğün tuğla;
Ya bir Şah başı ya bir Vezir parmağı!”
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver anları
Bana seni gerek seni”
AMERİKAN ÇİZMESİNE HAYIR!
Amerika’nın Afganistan’ı işgali 20 sene sürdü. Bu süre
içinde Amerika’nın 2 trilyon dolar harcadığı söylendi.
Nereye gitti bu para? Bu para harcandı da Afganistan ne
kazandı?
Amerika hastane mi yaptı? Yol mu yaptı? Ülkenin altyapısın
mı düzenledi? Sanayisini mi geliştirdi? Tarımsal üretimini mi artırdı?
Fakirliği mi yok etti? Eğitim düzeyini mi yükseltti? Toplumun değişimini mi
sağladı?
Paralar silaha gitti, bombaya gitti, baruta gitti. O paralar
ölüm makinesi oldu, Afgan halkının üstüne ölüm yağdırdı.
Yirmi senin sonunda halkın büyük kısmı aç, sefil, evsiz, yurtsuz.
Yatacak yeri yok, yiyecek yiyeceği yok.
Bu yirmi yıl boyunca Amerikan’ın işgaline, zulmüne,
sömürüsüne, katliamlarına, ırza geçmelerine, işkencelerine ses çıkarmayanlar,
Taliban önderliğinde Amerika ülkeden kovulunca birdenbire Afgan dostu
kesildiler. Kadınlar başlarını örtme mecburiyetinde kalacak diye dertlendiler.
İnsan hakları yok olacak diye (sanki işgal altında iken varmış gibi) üzüldüler.
Amerika iyi diyemeyenler, Taliban kötü demeye başladı.
İşgal sona erdi diye üzülen bu kimselerin büyük çoğunluğu da
Atatürkçü geçiniyor. Onlara hatırlatalım:
Atatürk mazlumdan yanaydı, zalimden yana değil.
Atatürk, ülkelerin bağımsızlığından yanaydı, işgalinden yana
değil.
Atatürk, emperyalizme karşıydı, emperyalizmle savaşan ve onu
ülkelerinden kovanlara karşı değil.
Atatürk, önceliği İngiliz, Fransız, Yunan işgalini son
vermeye verdi, laikliğe değil.
Özgürlük için de, refah içinde, insan hakları için de, kadın
hakları için de, namuslu ve şerefli bir hayat yaşamak için de ön şart
bağımsızlıktır. Amerikan askerilerinin çizmesi altında bunların hiç birisi
olmaz.
Atatürkçü, işgal sona erdi diye üzülmez, sevinir ve kazanılan
bağımsızlığın tam olması ve siyasal ve sosyal devrimlerle taçlandırılması için
Afgan halkına yardım etmenin yollarını arar.
Atatürkçü düşünceyi Amerikancı düşünceye dönüştürenler var,
onları şiddetle kınıyorum.
AMERİKA’NIN İNSANLIK SUÇLARI
Afganistan’da yenilerek ülkeyi terk edince ”medeniyet ışığı
söndü” diyerek Amerika’yı işgal ettiği ülkelere medeniyet ışığı saçan bir
devlet gibi gösterenler oldu. Amerika işgal ettiği topraklara medeniyet ışığı
filan götürmez, barut götürür, bomba götürür, ölüm götürü, zulüm götürür.
Bu medeni Amerika kurulduğu tarihten bu yana neler yapmış özetleyelim:
KURULUŞUNDA KATLİAMLAR VAR
Amerika kurulduğundan bu yana insanlık suçu işleye işleye
büyüdü. Büyüme oranı, işlediği insanlık suçları ile orantılı gitti. Emperyalizm
kan içerek büyür; ne kadar çok katliam, sömürü ve doğa tahribatı o kadar hızlı
büyüme.
Amerika bağımsızlığını İngiltere ile savaşarak elde etti.
Bağımsızlığını ilan ettiği topraklara ise Kızılderilileri öldüre öldüre sahip
oldu. Bağımsızlık bildirisinde bile onlardan “Acımasız vahşiler” diye söz
edilir. Bağımsızlık bildirisini kaleme alan Thomas Jefferson Kızılderililerin
topraklarını ele geçirmenin beyazların hakkı olduğunu söyler. İlk
cumhurbaşkanlarından John Adams’ göre Kızılderililer “Kanlı av köpekleridir”.
20 milyonun üzerinde Kızılderili ya öldürülmüş ye da ölümcül
şartlar içine itilmiştir. Çeşitli işkencelere, tecavüzlere, hastalığa, açlığa
ve sürgüne maruz bırakılmış, çocuk kadın demeden acımasızca
katledilmiştir. İlk biyolojik silah
onlar için kullanılmış, çiçek virüsü bulaştırılmış battaniyeler verilerek
binlerce Kızılderili ölüme terk edilmiştir. Amerikan hükümeti her Kızılderili
kafatası için 5 dolar vererek adeta soykırım yapmıştır. Bununla yetinilmemiş,
Kızılderililerin en önemli besin kaynağı olan bizonlar da öldürülüp
Kızılderililer açlığa mahkûm edilmiştir. İlk zamanlar kuzey Amerika’da 50
milyon bizon varken 1889’da ülkede sadece 540 bizon kalmıştı.
KATLİAMLARA DEVAM
Amerika ülke dışındaki katliamlara erken başladı. 1899’dan
1902’ye kadar Filipinleri zapturapt altına almak için yapılan askeri harekâtta
200.000 Filipinli can vermiş, on binlercesi yaralanmış ve işkence görmüştü.
6 ve 9 Ağustos 1945 insanlık tarihinin en acı ve en karanlık
günü oldu. Amerika, önce Hiroşima’ya
daha sonra da Nagazaki’ye atom bombası attı ve on binlerce masum insanı
acımasızca öldürdü. Kentler harabeye döndü. Sadece insanlar değil o bölgelerde
yaşayan her canlı artık yaşamaz oldu. Radyasyonun etkisi yıllarca devam etti.
Bu bir insanlık suçuydu. Bu bombalar Japonlara değil
insanlığa atıldı ve 6 Ağustos’ta dünya insanlığını kaybetti.
Guatemala ise 1954 yılında Amerika tarafından işgal edildi.
İşgal sonucu askeri yönetim kuruldu. Bu yönetim sırasında daha önce topraksız
köylülere dağıtılan araziler geri alındı. 36 yıl süren iç savaş sonucunda
200.000’nin üzerinde Guatemalalı hayatını kaybetti.
Panama Başkanı Noriega’nın uyuşturucu işiyle uğraştığını
bahane eden Amerika 1989 yılında bu ülkeyi işgal etti. Panama City’de
Noriega’nın büyük halk desteği gördüğü işçi semtleri bombalandı ve zorla
boşaltıldı. Binlerce insan tutuklandı. Zengin Kompradorların desteği ile yeni
bir hükümet kuruldu.
Amerika müdahale edecekse, büyük, küçük ülke demeden
gereğini yapar. Dominik beş kere Amerikan askeri müdahalesine maruz kaldı. 100
binin biraz üzerinde nüfusu olan Granada da Amerikan gaddarlığından nasibini
aldı. 1983’de Reagan yönetimi bu ülkeye işgal ederek yönetimi değiştirdi.
Sonuçta işsizlik ve yoksulluk diz boyu arttı.
Vietnam savaşı ise tam bir trajedidir. Bu savaş 1965 yılında
başlamış ve 1975 yılına kadar sürmüştür. Vietnam 1,5 milyon vatandaşını ve zehirlenme
sonrası topraklarının üçte birini kaybetmesine karşın savaştan galip çıktı. Bu
1.5 milyonun üstündeki Vietnamlının çoğu sivildi, çocuktu, kadındı.
Irak’a iki kere müdahale etti. 2003’teki ikinci müdahaleden
bu yana Irak’ta ölen sivil sayısı 1.000.000’nun üzerindedir. Binlerce insan
işkenceye maruz kaldı. Kadınların ırzına geçildi. Çocuklar ailesiz kaldı. 2
milyondan fazla insan evinden, yurdundan göç etmek zorunda kaldı.
Amerika katliamlarını bizzat kendi askeri güçlerini
kullanarak gerçekleştirdiği gibi farklı ülkelerde kendisine bağlı örgütleri
silahlandırarak, eğiterek ve destekleyerek de yapar. El Salvador’da,
Guatemala’da Kolombiya’da Endonezya’da bu yöntemleri kullanmıştı; tıpkı
şimdilerde Batı Asya’da yaptığı gibi.
Şili’de sosyalist lider Allende’i devirmek için Pinochet’i
destekledi. Pinochet, 1973 yılında önce Allende yanlısı subayları öldürdü. Daha
sonra Allende’in bulunduğu Başkanlık Sarayı’nı ve ailesinin oturduğu evi
bombaladı. Allende öldürüldü. İktidarı devir alan Pinochet iktidarı süresince
katliamlar yaptı. 3 binin üzerinde insan öldürüldü. Bir milyondan fazla insan
Şili’den göç etti.
Endonezya’da ABD destekli ordu 500.00’den fazla insanı
öldürdü. Komünist Partisi’ni ve onun sempatizanlarını yok etti. On yıl sonra
Amerika destekli Endonezya ordusu Doğu Timur’u istila edip 600.00’lik nüfusun
100.000’den fazlasını öldürdü. Saldırı, Başkan Ford ve Dış İşleri Bakanı
Kissinger’in Endonezya’yı terk etmesinden bir gün sonra başladı. Belli ki yeşil
ışık yakılmıştı.
Amerika’nın insanlık suçlarının en taze örneği Suriye’de
yaşanıyor. Amerikan askerlerinin desteklediği terör örgütlerinin eylemleri
sonucu 300.000’den fazla insan hayatını kaybetti. Milyonlarcası evinden yurdundan
göç etmek mecburiyetinde kaldı. Anneler, babalar, bebekler denizlerde boğuldu.
BU KATİLAMLAR KİMİN VE NE İÇİN?
Başkan Wilson’un 1907 yılında
söylediği şu sözlerde bu sorunun cevabı veriliyor:
“Ticaret ulusal
sınır tanımadığı ve üretici de dünyayı bir Pazar olarak görmekte ısrar ettiği
için ülkesinin bayrağı da onu izlemeli, ona kapalı olan ülke kapıları kırılıp
devrilmelidir. Sermayedarların elde ettiği imtiyazlar devletin bakanlarınca
güvence altına alınmalıdır, gönülsüz ülkelerin egemenlik hakları süreç
içerisinde çiğnense bile. Koloniler oluşturulmalı ve ele geçirilmelidir, öyle
ki dünyanın sağılmaya elverişli hiçbir köşesi es geçilmiş ya da bakir
bırakılmış olmasın.”
ABD’nin politik
hedeflerinden biri, küresel sermaye birikimi için dünyayı güvenli hale
getirmektir. Herhangi bir şekilde ekonomik bağımsızlık ya da halkçı bir yeniden
dağıtım politikası izleyenler, ekonominin artık değerini halkın yararına
kullanarak kâr amacı gütmeyen hizmetlere ayırmak isteyen yönetimler Amerika’nın
müdahale ya da işgal şeklinde gazabına uğramaktadır.
Bu müdahalelerden,
bu katliamlardan amaç, uluslararası finans sisteminin güvenliğini korumaktır.
Hiçbir ülkenin, bağımsız bir ekonomi politikası izlemesine ve kendisini
geliştirmesine izin verilmez. Böyle ülkeler ambargolarla, müdahalelerle ve
hatta işgallerle cezalandırılır ve tuttuğu yoldan gitmesi önlenir.
BÜYÜK SERMAYENİN
KATİL BEKÇİLERİ
Dünyada büyük
sermayenin egemen olmasını sağlamak için Amerikan Ordusu her an nöbettedir. Bu
ordunun ölüm makinesi özelliğini yitirmemesi için her yıl milyarlarca dolar
para harcanır. Amerika’nın 35’den fazla ülkede 400’den fazla üssü vardır. Bu
üslerde 500.000 üstünde asker vardır. Bu ülke adeta bir nükleer bomba deposu
gibidir. Dünyanın her yanına yetişebilecek binlerce stratejik ve taktik
uçakları, binlerce füzesi vardır.
Bu kadar güçlü bir
orduya sahip Amerika, özellikle son yıllarda, terör örgütlerini de kullanıyor.
Amerika’ya yakın devletlerin askerleri, polisleri ve teröristler CIA ve buna
benzer diğer birimlerce eğitiliyor. Onlara gözetim, soruşturma, işkence, göz
dağı ve suikast konularında bilgiler veriliyor. Latin Amerika’da “Katiller
Okulu” olarak bilinen Fort Benning’teki ABD Askeri Okulu’nda yandaş
devletlerden gelen askerlere en son zulüm ve işkence metotları öğretiliyor. El
Salvador’da köy katliamları yapanlar ve diğer vahşetlere karışanların çoğu bu
okulda eğitilmişti.
PSİKOLOJİK SAVAŞ
Amerika bunlarla
yetinmez, bir yandan da kendisini haklı göstermek ve yaptıklarını gizlemek için
psikolojik savaş yürütür. Büyük sermayenin elinde olan ABD medyası her yıl
milyonlarca haber, fotoğraf, yorum, başyazı, köşe yazısı ve makaleleriyle diğer
ülkeleri ve kendi halkını etkiler. CIA ülke içinde 200’den fazla gazete, dergi,
haber ajansı ve yayınevinin bizzat sahibidir. Ayrıca diğer gazeteler ve
dergiler aracılığı ile yanlış ve taraflı haberler yayar.
Ulusal Demokrasi
Vakfı ve Uluslararası Gelişme Örgütü gibi ABD hükümetinin parasal destek
verdiği kuruluşlar ile Ford, Soros Vakfı ve diğer organizasyonlar diğer
ülkelerdeki üniversitelere yardımda bulunur. Bu yardım serbest piyasa ekonomisi
ideolojisini destekleyen akademik programlara, sosyal bilim enstitülerine,
araştırmalara, burslara ve ders kitaplarına gider.
Birçok ülkedeki
Protestan misyoner teşkilatları CIA’nın kontrolündedir. Buradaki rahipler birer
ajan gibi çalışır. Ayrıca bazı tarikatlar, cemaatler de CIA tarafından
kullanılır.
AMERİKA’NIN SONU
GELDİ
Karamsar değiliz,
yeni bir dünya kuruluyor. Bu yeni dünyada Amerika’nın dünyaya egemen olma
arzuları son bulacaktır. Afganistan yenilgisi bunun habercilerinden birisidir.
Yeni kurulacak dünyada sömürenlerle sömürülenler arasındaki çelişki bitecek ve
Atatürk’ün müjdelediği günler yakında gelecektir:
“...
müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler
arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği
çağı hakim olacaktır...”
”…insanlığa
müteveccih fikir hareketi er geç muvaffak olacaktır. Bütün mazlum milletler,
zalimleri bir gün mahv ve nabût edecektir.
O zaman dünya
yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir
halet-i İçtimaiyeye kavuşacaktır. “
İLERİCİLİK GERİCİLİK
Birçok insan gibi ben de bazı sosyal iletişim gruplarına
üyeyim. Yeni milli eğitim bakanı atanır atanmaz bu gruplardaki bazı
arkadaşlarım yeni bakanın İmam Hatip lisesi mezunu olduğunu kanıt göstererek
gerici birisinin bakan olduğunu yazmaya başladılar.
Şaşırmamak elde değil. Bu ifadeleriyle tüm İmam Hatip Lisesi
mezunlarını gerici yapıp çıktılar. Bunu yapanların içinde akademik kariyeri
oldukça üst düzeyde olanlar bile var. Üzüntü verici bir durum.
Bu fikir yapısında olanlara göre bir insan;
İmam Hatip’ten mezunsa gerici, kolejden mezunsa ilerici,
Dindarsa, beş vakit namaz kılıyorsa, orucunu tutuyorsa
gerici,
Rakı, viski içiyorsa ilerici, alkol almıyorsa gerici,
Türk müziği dinliyorsa gerici, Amerikan müziği dinlerse
ilerici,
Batılı hayat tarzını benimsemişse ilerici, milli adetlere
göre yaşarsa gerici,
Maldiv adalarına tatile giderse ilerici, umre için kutsal
topraklara giderse gerici.
Çok yanlış!
Bu yanlış kanı toplumda çok taraftar bulduğu için, ‘ilerici’
kimdir, ‘gerici’ kimdir sorusunu cevaplamak farz oldu.
İLERİCİLK
Bir kimseye ya da harekete ‘ilerici’ özelliğini veren üç
temel husus var:
1.
Bilimin ışığı altında ve halkçı anlayış
içerisinde toplumun yeniden şekillenmesi için mücadele etmek.
2.
Millet egemenliğini sağlamak ve korumak.
3.
Vatanın bütünlüğünü korumak ve ülkenin tam
bağımsız olması için çaba harcamak.
Atatürk’ün de yaptığı işte tam budur.
İLERİCİ İNSAN
İlerici insanın savunduğu ‘ekonomik büyüme ve kalkınma’
mutlaka sosyal amaçlar içermelidir.
İlerici insan, servet, gelir ve fırsat eşitsizliğinin ortadan
kalkması için çalışır. İstihdamın ve çalışanların gelirinin artması için
uğraşır.
Herkesin yararına ve herkese eşit şekilde sunulacak kamu
hizmetleri arzular.
Devletin, eğitim ve sağlık gibi hizmetleri toplumun her
ferdine eşitlikçi anlayış içerisinde sunmasını ister ve bunun için çaba
gösterir.
Millet egemenliği için demokrasinin derinleşmesini ister.
‘Herkes için adalet’ kavramını düstur edinmiştir.
Ona göre ülke tam bağımsız, insanlar özgür olmalıdır.
Yabancı güçlerin her türlü müdahalesine karşıdır.
Sorunlara milli sınırlar içinde çözümler üretmeye çalışır;
çareyi ülke dışında aramaz.
Emperyalist saldırılara karşı milli devletin ne kadar önemli
olduğunun farkındadır ve vatanını, devletini ve milli birliğini bu bilinç
içinde savunur.
GERİCİ İNSAN
Gerici insan karanlıklar içerisindedir ama bunun farkında
değildir.
Olayları, gelişmeleri ve tümüyle dünyayı değerlendirirken
bilimsel yöntemlerden faydalanmaz.
Hurafelere inanır, batıl inançlar içerisindedir.
Özgür değildir, başka kimselerin veya güçlerin empoze
ettiklerini kendi düşüncesi sanır. Bu haliyle kendisine yabancılaşmıştır.
Öğretilmiş yanlışlıklar içerisindedir; bu yanlışları doğru
sanır.
Küreselleşmiş neoliberal sitemin egemen gücü olan büyük
sermayenin piyonu olmuştur.
Geniş halk kitlelerinin, emekçi sınıfların, üreten
kesimlerin savunucusu olmaktan çıkar, rant peşinde koşanlara hizmet eder.
Milli devlet yönelik tehditleri algılayamaz ve bilerek veya
bilmeyerek dış güçlere hizmet eder.
Milletini hor görür, yabancı hayranlığı içerisindedir.
Vatanını bölmek, milli birliğini bozmak isteyenlere karşı
cephe alacağına, onlarla birlikte hareket eder.
Paranın siyasal, ekonomik güç olduğu bir toplumu
benimsemişti; emekçilerin bu güce sahip olanlar tarafından ezilmesine,
sömürülmesine ses çıkarmaz.
Ülke içindeki toplumsal sorunların çözümü için emperyalist
ülkelerden destek ve yardım bekler.
Tam bağımsızlık diye bir ilkesi, arzusu yoktur.
ATATÜRK İLERİCİYDİ
Atatürk tam anlamıyla ilericiydi, yukarıdaki yazdığım
özelliklerin hepsine sahipti. Ne yazık ki, kendisini Atatürkçü diye tanıyan ve
tanıtan çok büyük çoğunluğun Atatürk ile ilgisi yok. İlerici olmaktan vazgeçtim,
tutucu bile değiller; gericiler.
Etrafımda gerici olduğunu bilmeden ilericilik taslayan çok
sayıda insan var. Bunların bir kısmı da Akademik olarak üst düzeye çıkmış
insanlar. Amerika’nın egemen sermayesinin yoğun propagandası onları sağlıklı
biçimde akıl yürütemez hale getirmiş.
Türkiye’nin en büyük sorunlarında birisi de işte bu
kendisine yabancılaşmış insanlar. Ne olduklarını keşke bir an önce anlasalar.
AMAÇ YENİ BİR İKTİDAR
Amerika’nın yıllardır uyguladığı yöntemdir bu: Bir ülkeye
egemen olmak isterse, ilk yaptığı şey mevcut iktidarı yıpratmak, ülkeyi seçime
götürmek ve bu şekilde uzlaşacağı (!) bir yönetimi iktidar yapmak. Bunun için,
ülke içinde kaos yaratır, ekonomik saldırılarda bulunur, terör örgütlerinden
faydalanır ve iktidarı yıpratır ve seçim ortamı yaratır.
Bununla başaramazsa sıra darbelere ve askeri müdahalelere
gelir. Geçmiş yıllarda bunun çok örneğini gördük.
15 Temmuz 2016’da darbe teşebbüsünde bulundular ama
başaramadılar. Sıra sözüm ona demokratik yollarla yen bir iktidar oluşturmaya
geldi.
Bunu söylerken olgulardan ve nesnel gerçeklerden hareket
ediyoruz: Sıralayalım o olguları ve gerçekleri:
Amerikan devletinin önemli bir kurumu olan Rand Corporation,
Amerika-Türkiye ortaklığının geleceği ile ilgili olarak, “Türkiye’nin
Milliyetçi Rotası” (Turkey's Nationalist Course) başlıklı bir raporu 14 Şubat
2020 tarihinde yayınladı.
Rapor, bir yandan Türkiye’nin milliyetçi bir rota takip
etmeye başladığını ve Amerika ve NATO’dan uzaklaştığını yazıp bu durumdan
duyulan rahatsızlığı yazarken, diğer yandan da Amerika’nın ümidini üç muhalefet
partisinin 2023’te iktidar olmasına bağladığını anlatıyor.
60 yılı aşkın bir süredir, Akdeniz bölgesinde ve Batı
Asya’da Türkiye ve Amerika’nın stratejik ortak olduğu yazılarak başlayan
raporun bir yerinde şöyle deniyor: “Önümüzdeki beş ila on yıl boyunca Erdoğan,
MHP’li ortaklarının teşviki ile farklı derecelerde ABD ve diğer NATO
müttefiklerinin çıkarlarına ters düşen iddialı dış politika ve savunma
politikaları izleyecek gibi görünüyor. Türkiye’de bu dönemde uygun bir
koalisyon ortaya çıkacak, Erdoğan ve AKP’yi 2023’ten sonra iktidardan ayıracak
olursa, 2018 seçimlerinde NATO müttefikleri ve Avrupa Birliği ile ilişkileri
canlandırmayı savunan siyasi programlar açıklayan önde gelen üç muhalefet
partisinden daha uzlaşmacı bir yaklaşım beklenebilir.”
Rapordan Amerika’nın ümidini ‘önde gelen üç muhalefet
partisi’ne (CHP, İP, HDP) bağladığı anlaşılıyor.
BIDEN’IN AMACI BİR İKTİDAR DEĞİŞİKLİĞİ
Biden, bu raporun yayınlanmasından kısa bir süre sonra bir
televizyon programında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı hedef alan ve
muhaliflere destek veren, Türkiye'deki iktidarı değiştirebilmenin yollunu
anlatan skandal ifadeler kullandı.
Söyledikleri özetle şöyle: “Bence ona (Erdoğan'a) çok farklı
bir yaklaşım uygulamalıyız. Muhalif liderleri desteklediğimizi açıkça
göstermemiz lazım. Yani çok endişeliyim. Ama benim yaptığım gibi onlarla
(muhalif liderlerle) doğrudan temasa geçip Erdoğan'ı yenecek duruma gelmeleri
için hala var olan Türk liderliği unsurlarından daha fazla verim almalı ve
onları güçlendirmeliyiz. Darbe ile değil, seçim süreci ile...”
Bunları sadece Biden sözleri olarak değerlendirmemek gerek;
bu sözler Amerika’nın Türkiye ile ilgili tutumunu ve planlarını anlatıyor.
BIDEN’IN DOSTLARI HAREKETE GEÇTİ
Biden’ın “Erdoğan’ı darbe ile değil seçimle indireceğiz”
sözü CHP, İP ve HDP’yi harekete geçirdi. Bu andan itibaren bu partilerin
liderleri ve bu partileri destekleyen medya kuruluşları fitne, fesat,
bozgunculuk kokan söylemlerini ve yayınlarını artırdılar ve sürekli olarak
erken seçim isteklerini dile getirmeye başladılar.
Bir kısım gazeteler ve televizyonlar da erken seçim
istekleriyle birlikte yalan yanlış haberlerle iktidarı yıpratmak için düzenledikleri
kampanyaları hızlandırdı. Çok sayıda insan da bilerek veya bilmeyerek bu
kampanyaları sosyal medya üzerinden yaymaya başladı.
AMERİKA ORMANLARIMIZA SALDIRDI
“Ormanlarımızı PKK yaktı” sözü eksiktir, doğrusu
“ormanlarımızı Amerika yaktı” olmalıdır.
Amerika ormanlarımız yaktı çünkü üç amacı var:
Ekonomik: Ormanlarımızı ve diğer doğal değerlerimizi yok
etmek, turizmi baltalamak, o bölgedeki üretim tesislerini tahrip etmek.
Psikolojik: Halkı dehşet ve korkuya sevk etmek ve toplumda
güvensizlik ve karamsarlık duygusunu artırmak.
Siyasal: İktidar değişikliğini yapmak için erken seçim
şartlarını oluşturmak.
Aslında, ilk iki hedeften beklenen de CHP, İP, HDP, SP ve
diğer dostlarını iktidara taşımak…
ACİL OLARAK YAPILMASI GEREKENLER
Bu alçak saldırı cevapsız kalamaz. Türk milleti, saldırının
boyutu ve biçimini göz önüne alarak cevabını en sert biçimde vermelidir. Görev,
tüm milli güçlere düşmektedir.
Acil olarak şunlar yapılmalıdır:
Batı sistemi içine kalarak özgür olamayız, bağımsız
olamayız, topraklarımızı, ormanlarımızı, denizlerimizi koruyamayız. Batı ile
ilişkilerimiz arttıkça, bağımsızlığımızdan sürekli tavizler verdik.
‘Uyducu’luğa dönüşen Batıcı politikalar artık terk edilmelidir.
NATO’dan çıkılmalıdır. NATO’dan çıkmak da yetmez, Türkiye
1940’lı yıllarda girdiği Batı sisteminden kopup Asya’daki gerçek dostlarına
yönelmelidir.
İncirlik ve Kürecik üsleri Amerikan askerlerine kapatılmalı,
buradaki Amerikalılar kovulmalıdır.
Amerika’nın ve Amerikancı çevreleri yürüttüğü psikolojik
savaşa karşı milli güçler topyekûn hücuma geçmelidir. Gaflet içine düşmüş
vatandaşlarımız uyarılarak, bilgilendirilerek kazanılmalıdır
HDP kapatılmalıdır ve PKK bitirilmelidir. HDP/PKK
destekçileri de en ağır şekilde cezalandırılmalıdır.
En kısa zamanda Suriye ile askeri, siyasi ve ekonomik iş birliği
içine girilmelidir.
Amerikalıların Batı Asya’dan kovulması için tüm bölge
ülkeleriyle birlikte hareket edilmelidir.
Kuzey Kıbrıs Türk Devleti’nin diğer ülkeler tarafından
tanınması için Kırım ve Abhazya konusunda Rusya ile anlaşılmalıdır. Çin’in ve İran’ın
KKTC’yi tanıması için gerekli temaslar artırılarak yapılmalı ve Kıbrıs’ın Çin’in
ve İran’ın güvenliği için ne kadar önemli olduğu anlatılmalıdır.
Savunma sanayimizin gelişmesi için her türlü girişim
hızlandırılmalı ve TSK’nın yabancı silahlara olan bağımlılığı azaltılmalıdır.
Batı’nın dayattığı adına ister liberalizm, isterseniz
borçlanma ekonomisi deyin, sömürülmemize hizmet eden ve bizi borç batağına
sürükleyen ekonomik programlardan vazgeçilmeli ve ‘Üretim Devrimi’ programı
uygulanmaya başlanmalıdır.
Bütün bunları gerçekleştirmek için tüm milli güçler bir
araya gelmeli ve üreticilerin milli hükumeti bir an önce kurulmalıdır.
TÜRK-AMERİKA SAVAŞI YENİ BOYUT KAZANDI
24 Temmuz 2015’de başlayan Türkiye-Amerika savaşı artık yeni
bir boyut kazandı. Amerika içimizdeki hainleri kullanarak doğal varlıklarımıza,
ormanlarımıza, köylerimiz, hayvanlarımıza alçakça saldırıyor. Acımasızca
yakıyor, yıkıyor.
Bir yandan da psikolojik savaş araçları ile insanlarımızın
beynine darbeler indiriyor. Halkımızın bir kısmı bu darbeler sonucu gaflet
içine düşüyor hatta hainleşiyor.
Bu vahşi saldırı cevapsız kalamaz. Türk milleti, saldırının
boyutu ve biçimini göz önüne alarak en sert biçimde vermelidir. Görev, tüm
milli güçlere düşmektedir.
ACİL OLARAK YAPILMASI
GEREKENLER
Acilen yapılması gerekenler şunlardır:
HDP kapatılmalıdır ve PKK bitirilmelidir. HDP/PKK
destekçileri de en ağır şekilde cezalandırılmalıdır.
İncirlik ve Kürecik üsleri Amerikan askerlerine kapatılmalı,
buradaki Amerikalılar kovulmalıdır.
En kısa zamanda Suriye ile askeri, siyasi ve ekonomik iş
birliği içine girilmelidir.
Amerikalıların Batı Asya’dan kovulması için tüm bölge
ülkeleriyle birlikte hareket edilmelidir.
Kuzey Kıbrıs Türk Devleti’nin diğer ülkeler tarafından
tanınması için Kırım ve Abhazya konusunda Rusya ile anlaşılmalıdır. Çin’in KKTC’yi
tanıması için gerekli temaslar artırılarak yapılmalı ve Kıbrıs’ın Çin’in
güvenliği için ne kadar önemli olduğu anlatılmalıdır.
Savunma sanayimizin gelişmesi için her türlü girişim hızlandırılmalı
ve TSK’nın yabancı silahlara olan bağımlılığı azaltılmalıdır.
NATO’dan çıkılmalıdır. NATO’dan çıkmak da yetmez, Türkiye
1940’lı yıllarda girdiği Batı sisteminden kopup Asya’daki gerçek dostlarına
yönelmelidir.
Batı sistemi içine kalarak özgür olamayız, bağımsız
olamayız, topraklarımızı, ormanlarımızı, denizlerimizi koruyamayız. Batı ile
ilişkilerimiz arttıkça, bağımsızlığımızdan sürekli tavizler verdik. ‘Uyducu’luğa
dönüşen Batıcı politikalar artık terk edilmelidir.
Amerika’nın ve Amerikancı çevreleri yürüttüğü psikolojik
savaşa karşı milli güçler topyekûn hücuma geçmelidir. Gaflet içine düşmüş
vatandaşlarımız uyarılarak, bilgilendirilerek kazanılmalıdır.
Batı’nın dayattığı adına ister liberalizm isterseniz
borçlanma ekonomisi deyin sömürülmemize hizmet eden ve biz borç batağına
sürükleyen ekonomik programlardan vazgeçilmeli ve ‘Üretim Devrimi’ programı
uygulanmaya başlanmalıdır.
Bütün bunları gerçekleştirmek için tüm milli güçler bir
araya gelmeli ve üreticilerin milli hükümeti bir an önce kurulmalıdır.
BIDEN HÜCUM BORUSUNU ÇALDI
Biden’ın Türkiye’yi ‘Soykırım’ yapmakla suçlayan beyanı
yanlış ve eksik olarak değerlendiriliyor. Aynı hatalı değerlendirmeği TBMM’nin
bildirisinde de görüyoruz. Bildiride, Biden’ın ‘Soykırım’ sözcüğünü
kullanmasını, ABD Yönetiminin radikal Ermeni lobilerinin baskısına boyun eğmesine
bağlandığını okuyoruz.
AKP sözcüsü Sayın Çelik de benzer değerlendirmede bulunmuş
ve olayı çok basite indirgemiş: "Biden, diasporadaki fanatik Ermeni çıkar
gruplarının rehinesi halindedir. İlk defa bir ABD Başkanı fanatik bir gruba
teslim oldu.”
Konyu bu kadar basite indirgemek çok yanlış. Herkesin şunu
anlaması gerek: Biden’ın bu ifadesi, Amerika’nın Türkiye üzerindeki planlarını
gerçekleştirmek için atılmış bir adımdır. Biden, bu suçlamayla hücum borusu
çalmıştır
BIDEN KİME GÜVENÜYOR?
Biden, Amerikan planlarının önündeki büyük engelin Sayın
Erdoğan olduğunu ve Erdoğan’ı
iktidardan indirmek için, parti isimleri de vererek, muhalefeti desteklemek
gerektiğini daha başkan olmadan söylemişti.
Biden’ın hedefinde öncelikle Türkiye, ikinci olarak da
Erdoğan var.
Şimdi Biden’ın aralık 2020’de söylediklerini bir
hatırlayalım: “Bence ona (Erdoğan'a) çok farklı bir yaklaşım uygulamalıyız.
Muhalif liderleri desteklediğimizi açıkça göstermemiz lazım. Yani çok
endişeliyim. Ama benim yaptığım gibi onlarla (muhalif liderlerle) doğrudan
temasa geçip Erdoğan'ı yenecek duruma gelmeleri için hala var olan Türk
liderliği unsurlarından daha fazla verim almalı ve onları güçlendirmeliyiz.
Darbe ile değil, seçim süreci ile... Partisi, İstanbul'dan dışarı atıldı. Peki
biz ne yapıyoruz? Burada oturup boyun eğiyoruz.”
AMERİKA’NIN DAYATMALARI
Biden’ın bu ifadesini iyi değerlendirmek gerek; bu sözlerle Amerika’nın
Türkiye ile ilgili projelerini gerçekleştirmek için kimlere güvendiğini anlatıyor.
Erdoğan’ı devirip yeni bir iktidar oluşturma peşinde olan
Amerika, kurulması için uğraştığı koalisyondan daha doğrusu Türkiye’den ne
istiyor, özetleyerek sıralayalım:
İran’dan, Irak’tan ve Suriye’den toprak alıp, bizim
Güneydoğu’muzu da içine katarak adı Kürdistan olan ikinci bir İsrail devletini
kurmasına Türkiye’nin izin vermesini;
Türkiye’nin Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki haklarından vaz
geçmemizi ve bu bölgedeki zengin hidrokarbon yataklarına el koymasına ses
çıkarmamızı;
Bizi borç batağına sürükleyen ve sömürülmemize yol açan
borçlanma ekonomisine devam etmemizi;
Ermenililere soy kırım yaptığımız yalanını kabul etmemizi
(bu kabulden sonra sıra tazminat ve toprak talebine gelecek);
Rusya, Çin ve Batı Asya’daki komşu ülkelerle yakın işbirliği
içine girmememizi;
Bizi bölünmeye götürecek yasal düzenleler yapmamızı ve buna
uygun olarak idari yapılanmayı değiştirmemizi istiyor.
Biden, bütün bunları gerçekleştirmek için de Türkiye’de yeni
bir iktidar oluşturmanın planlarını yürütüyor.
HEDEFTE ERDOĞAN DA VAR
Bu açıklamasıyla Biden, daha doğru bir ifade ile Amerika,
Türkiye üzerindeki bu planlarını gerçekleştirmek için engel gördükleri
Erdoğan’ı iktidardan düşürme eylemlerine hız verdi.
Kılıçdaroğlu ve Akşener’in bu konuda takındıkları tavır ve
söylemleri Türkiye’yi savunmaktan çok Erdoan’ı yıpratmaya yönelik oldu. Yıkıcı
ve yıpratıcı politikalarına devem ettiler. Biden’ı değil, Erdoğan’ı suçladılar.
Gizli-açık işbirliği yaptıkları, Türkiye düşmanı HDP’nin Türkiye’yi
1915’de soykırım yapmakla ve halen de aynı soykırım politikalarını devam
ettirmekle suçlamasına ise sesleri çıkmadı; vatansever bir anlayışla herhangi bir
tepki vermediler. Çünkü onların amacı, Türkiye’yi savunmak değil, Erdoğan
iktidarına son vermek.
VATAN PARTİSİ’NİN ÖNERİLERİ
Biden bu açıklamasıyla Türkiye ile tarihi bir tartışma
başlatmadı; Türkiye’ye ve onun ile birlikte Asya güçlerine yeni bir hücum
başlatacağının sinyalini verdi. Biden’a cevap bu gerçek dikkate alınarak verilmelidir.
Vatan Partisi, Türkiye Hükümetine çağrıda bulunarak Biden’ın
hücum borusuna lafla yanıt verilemeyeceğini açıklamış ve eylemli yanıt
önerisini dört maddede özetlemiştir:
“İncirlik Üssü, derhal Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tam
kontrolüne alınmalıdır. ABD askerleri 15 gün içerisinde ülkelerine
gönderilmelidir.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile birlikte Kırım ve
Abhazya’nın tanınması için Rusya, İran ve Azerbaycan ile diplomatik temaslar
başlatılmalıdır. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet
Başkanı Sayın Vladimir Putin’in Altılı Platform önerisine KKTC ve Abhazya da
dahil edilmelidir.
PKK’yı sınır ötesinde bitirmek için, Suriye Arap Cumhuriyeti
ile askerî işbirliği dahil her konuda eylem için derhal harekete geçilmelidir.
HDP derhal kapatılmalıdır. Anayasa Mahkemesi, PKK’nın kolu
ve bacağı olan örgüte karşı yargı sürecini uzatmamalı, Türkiye’nin karşılaştığı
tehditlere uygun olarak hızla karar almalıdır.
Bu koşullarda güvenlikte ve üretimde devrimci kararlara
önderlik edecek bir hükümet kurmak, Türkiye’nin önündeki temel meseledir.”
Vatan Partisi, Üreticilerin Millî Hükümetinde sorumluluk
üstlenmek için milletimizden yetki istiyor ve başta AK Parti, MHP ve diğer
millî güçlere, ABD tehditlerini boşa çıkarmak ve ‘Üreticilerin Millî Hükümetini’
kurmak için güçbirliği çağrısında bulunuyor.
MİLLÎ HÂKİMİYET
GÜNÜNDEN ÇOCUK BAYRAMINA
16 Mart 1920
tarihinde İstanbul işgal edilmeye başlandı.
İstanbul'un
işgali dolayısıyla Mustafa Kemal Paşa beyanname yayınladı:
"...Bugün
İstanbul'u zorla işgal etmek suretiyle, Osmanlı Devleti'nin 700 senelik hayat
ve hakimiyetine son verildi. Yani, bugün Türk Milleti medeni kabiliyetinin,
hayat ve istiklal hakkının ve bütün istikbalinin müdafaasına davet
edildi."
Osmanlı Mebusan
Meclisi son toplantısını 18 Mart tarihinde yaptı.
11 Nisan 1920
tarihinde Padişah Meclis-i Mebusan’ı kapattığını ilan etti.
Aralarında
hükümet üyeleri ve mebusların da bulunduğu bir heyet Malta’ya sürüldü.
19 Mart 1920’de
Mustafa Kemal Paşa vilayetlere, livada ve kolordu komutanlarına genelge
yayınladı:
"Ankara'da
toplanacak fevkalade selahiyete haiz bir meclis için acele seçim
yapılması."
23 Nisan 1920
meclisin açılış tarihi olarak belirlendi ve 22 Nisan’da Mustafa Kemal Paşa
bütün vilayetlere tamim gönderdi:
"..23
Nisan'dan itibaren bütün mülki ve askeri makamların ve umum milletin mercii meclis-i
mezkur olacağı tamimen arz olunur."
23 Nisan 1920
Ankara’da Büyük Millet Meclisi toplandı.
Toplantıyı en
yaşlı üye olarak başlatan Sinop mebusu açılış konuşmasında şöyle dedi:
“Tam istiklal ile
yaşamak hususunda yaşamak hususunda kati azimde olan çok eskiden beri hür ve
müstakil milletimiz, esaret vaziyetini şiddetle ve kesin olarak reddetmiş ve
hemen vekillerini toplamaya başlayarak büyük meclisinizi vücuda getirmiştir. Bu
büyük meclisin ikinci reisi sıfatıyla ve Allah’ın yardımı ile milletimizin iç
ve dış tam istiklâl içinde kaderini bizzat eline aldığını ve idare etmeğe
başladığını bütün cihana ilân ederek Büyük Millet Meclisini açıyorum.”
TÜRK DEVRİMİ’NİN
İLÂNI VE YENİ DEVLET
Şeref Bey,
milletimizin iç ve dış tam bağımsızlığı içinde kaderini bizzat elinde aldığını
ve idare etmeğe başladığını söylerken aynı zamanda Türk Devrimi’ni de dünyaya
ilân ediyordu: Egemenlik artık Türk milletinindi ve ebediyen de öyle kalacaktı.
Egemenliğin Türk
milletine geçmesiyle birlikte Anadolu’da yeni bir Türk Devleti de doğmuş
oluyordu: TÜRKİYE CUMHURİYETİ
Artık hükumet
Meclis’in hükümetiydi. Ordu Meclis’in ordusuydu. Valiler, kaymakamlar Meclis’in
vali ve kaymakamlarıydı. Meclis ise Türk milletinin meclisiydi.
23 NİSAN MİLLİ
EGEMENLİĞİN ADIDIR
23 Nisan 1920 Türk
tarihinde çok önemli bir gündür çünkü:
Bu tarihte Türk
Milleti tebaa olmaktan çıkmış, egemenliği padişahtan almış ve kendi kaderini
kendisi belirlemeye başlamıştır.
Kendi
evlatlarının kanları ile vatan kıldığı bu topraklarda kulluğu bırakmış, efendi
olmuştur.
Yüzyıllarca
padişahın olan egemenlik bu tarihte Türk milletine geçmiştir.
Türk Milleti,
“medeni kabiliyetinin, hayat ve istiklal hakkının ve bütün istiklalinin
müdafaasına” TBMM’de tecelli eden hür iradesi ile devam etmeye başlamıştır.
23 Nisan denince
akla gelmesi gereken “Hakimiyet-i Milliye ve İstiklal-i Tam” olmalıdır.
23 Nisan, 12
Eylül 1980 darbesine kadar Millî Hakimiyet günüydü. Amerikancı Darbe, bayramın
adını “23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı” diye değiştirdi. Bu değişiklik yapıldıktan sonra “Milli
Egemenlik” bir yana bırakıldı ve bu önemli gün çocuk bayramı olarak kutlanmaya
başlandı.
Bugün artık 23
Nisan denince akla çocuklar geliyor ve bu önemli gün gerçek anlamıyla kutlanmıyor.
Hakimiyet-i Milliye ikinci planda kalıyor, ön plana çocuklar çıkıyor. Hal böyle
olunca da 23 Nisan’ın ve millet egemenliğinin önemi halkımız tarafından iyi
kavranmıyor ve iyi değerlendirilemiyor.
MİLLİ EGEMENLİĞE
VURULAN DARBELER
‘Milli Egemenlik’
emperyalist Batı’nın hiç hoşlanmadığı bir kavramdır. Hakimiyet hep kendisinde
olsun ister. Bu amacına da iktidarları belirleyerek, uluslararası antlaşmaları
kullanarak, ekonomik ve siyasi baskılar, yaptırımlar uygulayarak ulaşmaya
çalışır.
Bu emperyalist
Batı, İMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi oluşumlarla mazlum
milletleri nasıl ekonomik olarak kontrol etmek istiyorsa, İstanbul Sözleşmesi
gibi bazı belgelerle, ikili antlaşmalarla da siyasi açıdan diğer devletler
üzerinde egemenlik kurmaya çalışıyor. Bağımsızlığımıza alenen darbeler vuruyor.
MİLLİ EGEMENLİK
VE İSTANBUL SÖZLEŞMESİ
İstanbul
Sözleşmesi'nin uygulamasını izleyen bir mekanizma var: GREVIO. Bu GREVİO,
sadece izlemiyor, talimatlar da veriyor, hesap soruyor.
GREVIO sözüm ona
tarafsız ve bağımsız 10 uzmandan oluşuyor. Sözüm ona diyorum çünkü
hazırladıkları rapor tam anlamıyla Türkiye karşıtlığını içeriyor.
Bu oluşum,
Türkiye’nin egemenlik haklarına açık bir şekilde müdahale ediyor. Türkiye’nin
bağımsızlığına darbeler vuruyor. Kendisini Atatürkçü olarak tanımlayan bazıları
da bu müdahaleleri beğeniyor, devam etsin istiyor.
Oysa Atatürk’ün
en çok değer verdiği husus millet egemenliği idi. Onun bir sözünü hatırlatalım:
“Egemenlik,
hiçbir mâna, hiçbir şekil ve hiçbir renkte ve işarette ortaklık kabul etmez.”
Bundan sonra, başta
Atatürk olmak üzere, Türk milleti olarak egemenliğimizi kazanmamızı sağlayan
tüm öncülere, şehitlerimize, gazilerimize layık olabilmek ve egemenliğimizi iç
ve dış müdahalelere karşı koruyabilmemiz için, 23 Nisanları önemine ve anlamına
uygun kutlayalım ve çocuklarımızın zihnine Atatürk’ün şu sözünü kazıyalım.
“Hiç şüphe yok,
devletimizin ebedi müddet yaşaması için, memleketimizin kuvvetlenmesi için,
milletimizin refah ve mutluluğu için hayatımız, namusumuz, şerefimiz, geleceğimiz
için ve bütün kutsal kavramlarımız ve nihayet her şeyimiz için mutlaka en
kıskanç hislerimizle, bütün uyanıklığımızla ve bütün kuvvetimizle millî
egemenliğimizi muhafaza ve müdafaa edeceğiz. “
EYUP S. KARAKAŞ
EMPERYALİZM İLE
SAVAŞAN CHP’DEN EMPERYALİZİN UMUDU OLAN CHP’YE
Değerli bilim
adamı, gerçek Atatürkçü Prof. Dr. Cihan Dura yeni bir kitap yayımladı.
Okunmasını şiddetle önerdiğim bu kitaptan bir pasaj aktarmak istiyorum:
“Başkan John Kennedy’nin, kendisi gibi bir
suikast soncu öldürülen kardeşi Robert Kennedy anısına düzenlenen yıllık insan
hakları ödülüne Türkiye’den iki kişi uygun görülmüştü. Ödüller 21 Kasım 1997’de
Senatör Edward Kennedy tarafından verilecekti. Senatör Kennedy, Türkiye’den ve
Türklerden hoşlanmayan, özel hayatı da karanlık olan biriydi. Seçimlere
katıldığı Massachussets eyaletinde çok sayıda Rum asıllı seçmen vardı. Onlara
hoş görünmek için yıllardır Türkiye karşıtı politikalar izliyordu.
O gün, Kongre’de
hazırlanan salonda300’den fazla konuk vardı. Kennedy ve Türkiye’den gelen iki
şahıs kürsüde yerlerini aldılar. Bir köşede de çevirmenlik yapacak bir Türk
oturuyordu. Edward Kennedy ödül verilecek olan ilk şahsı tanıttı: 35 yaşında,
insan hakları savunucusu, “masum” bir avukattı. “Bu masum insan,
DEP’lileri ve halkı savunduğu için hapis yattı” dedi ve onu kürsüye
çağırdı. Ardından ağır gövdesiyle koltuğuna gömülüp gözlerini yumdu.
Ödül sahibi
elindeki yazılı metni okumaya başladı. Türk askerinin sistemli bir şekilde
Doğu’daki köyleri yakıp yıktığını, sivil halkı öldürdüğünü, işkence
uyguladığını ileri sürdü. Ardından, “Türkiye’nin Kürdistan diye bilinen
güneydoğusunda savaş var. Son on yılda 26 bin kişi öldürüldü. Bunların 3 bini
siyasi suikast sonucu öldürüldü. Savaş bölgesinde avukatlık yapan bir kişi
olarak neler çektiğimi bilemezsiniz” diyerek metni okumayı sürdürdü.
O sırada Edward Kennedy koltuğunda iyiden iyi uyuklamaya başlamıştı. Sanki söylenenler
umurunda değildi; önemli olan birilerinin Türkiye aleyhinde bir şeyler
söylemesiydi. Konuşmacı da aslî görevini yerine getiriyordu. Yüzüne iliştirdiği
ağlamaklı ifadeyle konuşmasını bitirip yerine oturdu.
Peki bu adam
kimdi? “Türk ordusunu cinayet ve işkence yapmakla suçlayan, güneydoğumuzu
Kürdistan olarak adlandıran, orada savaş olduğunu ileri süren, Amerikalarda
Türkiye aleyhine konuşmalar yapıp kendi devletini kötüleyen” bu adam kimdi?
Bu adam bugün
Kemal Kılıçdaroğlu’nun yeni CHP’sinin çiçeği burnunda üyesi, aynı zamanda yakın
yardımcısı olan, Haziran 2011 seçimlerinde partiden İstanbul milletvekili
yapılan Sezgin Tanrıkulu’ydu.”
Sezgin Tanrıkulu
bu konuşmayı yaparken yalnız da değildir. Bu ödüle layık görülen ikinci kişi de
Şenal Saruhan’dır. O da CHP içinde siyaset yapmaktadır. Milletvekili
yapılanlardan birisi de odur. Emperyalizmin mahfillerinde kendilerine rol
verilen iki avukat, ikisi de CHP’li…
Tanrıkulu hızını
alamamış, daha sonra da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Atatürk’ Tunceli’de
katliam yapığını ima eden sözler söylemiş ve CHP adına özür dilemişti.
KILIÇDAROĞLU DA
FARKLI DEĞİL
Tanrıkulu böyle
de Kılıçdaroğlu çok mu farklı? Bir konuşmasında, Konuşmasında HDP’yi masum ve
şirin göstermeye çalışmıştı. Onunla da yetinmemiş, Demirtaş’a şeref madalyası
takmıştı.
Sormak lazım: Bu
madalyayı Demirtaş’ın hangi hizmeti için takıyorsun? PKK’nın Mehmetçiğe sıktığı kurşunlar,
patlattığı bombalar için mi Demirtaş’a şeref madalyası takıyorsun? Demirtaş’ın
eşbaşkan olduğu HDP teşkilatları ve belediyeleri PKK’ya erzak, lojistik,
militan sağladığı için mi Demirtaş’a madalya takıyorsun? Bu eylemleri
yapanlarda şeref ne arar?
Türk ordusuna
madalya yok, Türk polisine madalya yok ama Demirtaş’a var. Yazıklar olsun!
Demirtaş’a
madalya takmak, kahraman Mehmetçiklerimize, emniyet mensuplarımıza yapılan bir
hakaret değil mi? Türk ordusuna karşı psikolojik bir saldırı değil mi?
KARŞI DEVRİM
PARTİSİ
CHP, Türk milletini
arkasına alarak, Atatürk’ün önderliğinde, Batı emperyalizmine ve onun yerli işbirlikçilerine
karşı savaştı, bir büyük devrim gerçekleştirdi ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu.
Cumhuriyetin temeline vatanın bütünlüğü ve milletin birliği koydu. Bu nedenle,
vatanın bütünlüğüne, milletin tekliğine yönelik her söz bir karşı devrim
ilanıdır.
CHP, bugün Atatürk’ün
“Bizi aşağı olmaya mahkûm bir halk olarak tanımakla yetinmemiş olan Batı,
yıkılmamızı çabuklaştırmak için ne yapmak lazımsa yapmıştır” diye anlattığı,
başını Amerika’nın çektiği Batı emperyalizminin umudu haline gelmiştir.
CHP, Batı’dan
demokrasi, insan hakları dileniyor, Batı’da Türkiye üzerindeki projelerini
gerçekleştirmek için Kılıçdaroğlu ve dostlarına güveniyor.
O Batı ki, vatanımızın
bütünlüğüne kastediyor, Mavi Vatanımıza saldırıyor, yer altı ve yer üstü değerlerimize el koymak
istiyor, milli birliğimizi parçalamaya çalışıyor.
Hal böyle iken, CHP’yi
destekleyen, oy veren ve kendilerini Atatürkçü olarak tanımlayanlar Biden’ın
umudu haline gelen CHP’yi hâlâ Atatürk’ün partisi sanıyorlar. Bakalım,
yuttukları “Erdoğan düşmanlığı” afyonunun etkisinden ne zaman kurtulacaklar?
ÖZGÜR DÜŞÜNCE YA DA ROBOTLAŞMA
Erich Fromm, çağdaş psikiyatrinin gelişmesine katkı sunan birkaç
bilim adamında birisi. Onun en önemli eserlerinden birisi de ‘Özgürlükten
Kaçış’ isimli kitabı. Bu kitapta, çağdaş insan için özgürlüğün anlamını ve
insanların özgürlükten kaçışlarını ve bunun nedenlerini anlatır.
Fromm, kitabının ‘Robot Uyumluluğu’ bölümünde, milyonlarca
kişinin nasıl oluyor da özgürlükten kaçıp, robot gibi yaşadığını anlamamıza
yardım ediyor. Okuyalım bakalım:
“Ele alacağım bu mekanizma, çağdaş toplumdaki normal
bireylerin birçoğunun bulduğu çözümü oluşturur. Kısaca özetlemek gerekirse,
birey, kendi olmaktan çıkar; kültürel kalıpların kendisine sunduğu kişiliği
tümüyle benimser; böylece tıpkı diğerleri gibi ve onların kendisinde beklediği
gibi olur. “Ben” ile dünya arasındaki tutarsızlık ve onunla birlikte de
bilinçli yalnızlık ve güçsüzlük duygusu ortadan kalkar. “…Kendi bireysel
benliğinden vaz geçen ve bir robot haline gelen kişi, çevresindeki milyonlarca
diğer robotla aynı olur. Ve artık kendini yalnız hissetmez, kaygı duymaz. Ama
ödediği bedel yüksektir; kendi benliğini yitirmiştir.
“Yalnızlığı yenmenin “normal” yolunun bir robot haline
gelmek görüşü, kültürümüzdeki insanın en yaygın görüşlerinden biriyle
çelişmektedir. Çoğumuz düşünme, hissetme ve dilediği gibi davranma özgürlüğüne
sahip bireyler olarak düşünülürüz. Kuşkusuz bu, çağdaş bireycilik konusundaki
genel görüş olmakla kalmamakta, aynı zamanda her birey, kendisinin “kendisi” ve
düşüncelerinin, duygu ve isteklerinin “kendisine ait” olduğuna içtenlikle
inanır. Bununla birlikte, aramızda gerçek bireyler vardır gerçi ama, ama çoğu
zaman bu inanç bir yanılsama, hatta bu koşulların ortadan kaldırılmasına giden
yolu tıkaması açısından, tehlikeli bir yanılsamadır.”
Fromm’un robotlaşma olarak isimlendirdiği bu duruma ‘sürüye
katılma’ da diyebiliriz. Sürüye katılan koyun özgürce dolaşmaktan vazgeçer ve
sürüye katılarak kendisini güvende hisseder. Çoban nereye derse oraya gider.
İtiraz etmeden gider, çünkü çobanın kararını kendi kararı sanır ve o bunun
farkında değildir.
Uzak, yakın arkadaşlarım, dostlarım var; onlarla
konuşuyorum, sosyal medyadan paylaştıkları mesajları, haberleri takip ediyorum.
Büyük çoğunluğu, özellikle siyasi konularda, aynı şeyleri söylüyor, sosyal
medyadan aynı şeyleri paylaşıyor. Hepsinin de Türkiye konusunda savundukları
düşünceler birbirinin aynısı. Ve hepsi bu fikirleri kendilerinin özgün
düşüncesi sanıyor. Oysa bu fikirler izledikleri televizyonlardaki konuşmacıların
veya okudukları gazetelerdeki yazarların düşünceleri. Bu düşünceleri
içselleştiriyorlar ve bir papağan gibi tekrar edip duruyorlar.
Sadece fikirleri aynı değil, duyguları da aynı. Hepsi aynı
politikacıyı seviyor ve hepsi aynı politikacıya kızıyor ve aynı politikacıdan
nefret ediyor.
Bunların izlediği televizyonlar da okudukları yazarlar da
aynı. Türkiye’nin ve dünyanın sorunlarına bakış açıları ve çözümleri de aynı. Tam
bir teslimiyet…
Özgürlükten kaçanların bazıları da cemaatlere katılıyor.
Cemaatler tam bir sığınma evi. İnsanlar bir şeyhe bağlanıyorlar; o ne derse
doğrusu odur diye kabulleniyorlar. Şeyhin düşüncelerini o kadar benimsiyorlar
ki, kendi özgün fikirleri sanıyorlar ve bu düşünceleri şiddetle savunuyorlar.
Özgürlükten kaçanların temel özelliği eleştirel düşünceden
uzaklaşmış olmaları. Eleştiri yok, araştırma yok, sorgulama yok, peşin kabul ve
benimseme var. Öylesine benimsiyorlar ki, duydukları ve okudukları düşüncelerin
başkasına ait olduğunu unutuyorlar ve kendi özgün düşünceleri sanıyorlar.
Eleştirel düşünceden uzaklaşınca kişinin özgün düşünce,
duyum ve arzuları da kayboluyor. Bunların yerini, katıldığı sürünün veya bir
parçası olduğu robotlar topluluğunun düşünce, duyum ve arzuları alıyor.
Emperyalizm, robotlardan oluşmuş böyle sürüleri kolaylıkla kullanabiliyor
ve ülkeye, millete ihanet edecek duruma getirebiliyor. Bunun en iyi örneği FETÖ
terör örgütü. 15/16 Temmuz gecesi yaşananları unutmadık.
Türkiye’nin geleceği için, ikinci istiklal savaşını zafer
ile taçlandırmamız için ve üretim devrimini gerçekleştirmemiz için özgürce ve eleştirel
olarak düşünen, “Müdafaa-i Hukuk” ve “Hakimiyet-i Milliye” ülküsünü benimsemiş kadrolara
ihtiyacımız var. Robotlaşmış, sürüye dönüşmüş, emperyalizmin piyonu haline gelmiş,
sahte Atatürkçülerden, sahte milliyetçilerden, sahte solculardan, sahte
dindarlardan bu ülkeye hayır yok.
BAĞIMSIZLIĞIMIZA VURULAN DARBE: İSTANBUL SÖZLEŞMESİ