28 Nisan 2021 Çarşamba

 BIDEN HÜCUM BORUSUNU ÇALDI

Biden’ın Türkiye’yi ‘Soykırım’ yapmakla suçlayan beyanı yanlış ve eksik olarak değerlendiriliyor. Aynı hatalı değerlendirmeği TBMM’nin bildirisinde de görüyoruz. Bildiride, Biden’ın ‘Soykırım’ sözcüğünü kullanmasını, ABD Yönetiminin radikal Ermeni lobilerinin baskısına boyun eğmesine bağlandığını okuyoruz.

AKP sözcüsü Sayın Çelik de benzer değerlendirmede bulunmuş ve olayı çok basite indirgemiş: "Biden, diasporadaki fanatik Ermeni çıkar gruplarının rehinesi halindedir. İlk defa bir ABD Başkanı fanatik bir gruba teslim oldu.”

Konyu bu kadar basite indirgemek çok yanlış. Herkesin şunu anlaması gerek: Biden’ın bu ifadesi, Amerika’nın Türkiye üzerindeki planlarını gerçekleştirmek için atılmış bir adımdır. Biden, bu suçlamayla hücum borusu çalmıştır

BIDEN KİME GÜVENÜYOR?

Biden, Amerikan planlarının önündeki büyük engelin Sayın Erdoğan olduğunu ve Erdoğan’ı iktidardan indirmek için, parti isimleri de vererek, muhalefeti desteklemek gerektiğini daha başkan olmadan söylemişti.

Biden’ın hedefinde öncelikle Türkiye, ikinci olarak da Erdoğan var.

Şimdi Biden’ın aralık 2020’de söylediklerini bir hatırlayalım: “Bence ona (Erdoğan'a) çok farklı bir yaklaşım uygulamalıyız. Muhalif liderleri desteklediğimizi açıkça göstermemiz lazım. Yani çok endişeliyim. Ama benim yaptığım gibi onlarla (muhalif liderlerle) doğrudan temasa geçip Erdoğan'ı yenecek duruma gelmeleri için hala var olan Türk liderliği unsurlarından daha fazla verim almalı ve onları güçlendirmeliyiz. Darbe ile değil, seçim süreci ile... Partisi, İstanbul'dan dışarı atıldı. Peki biz ne yapıyoruz? Burada oturup boyun eğiyoruz.”

AMERİKA’NIN DAYATMALARI

Biden’ın bu ifadesini iyi değerlendirmek gerek; bu sözlerle Amerika’nın Türkiye ile ilgili projelerini gerçekleştirmek için kimlere güvendiğini anlatıyor.

Erdoğan’ı devirip yeni bir iktidar oluşturma peşinde olan Amerika, kurulması için uğraştığı koalisyondan daha doğrusu Türkiye’den ne istiyor, özetleyerek sıralayalım:

İran’dan, Irak’tan ve Suriye’den toprak alıp, bizim Güneydoğu’muzu da içine katarak adı Kürdistan olan ikinci bir İsrail devletini kurmasına Türkiye’nin izin vermesini;

Türkiye’nin Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki haklarından vaz geçmemizi ve bu bölgedeki zengin hidrokarbon yataklarına el koymasına ses çıkarmamızı;

Bizi borç batağına sürükleyen ve sömürülmemize yol açan borçlanma ekonomisine devam etmemizi;

Ermenililere soy kırım yaptığımız yalanını kabul etmemizi (bu kabulden sonra sıra tazminat ve toprak talebine gelecek);

Rusya, Çin ve Batı Asya’daki komşu ülkelerle yakın işbirliği içine girmememizi;

Bizi bölünmeye götürecek yasal düzenleler yapmamızı ve buna uygun olarak idari yapılanmayı değiştirmemizi istiyor.

Biden, bütün bunları gerçekleştirmek için de Türkiye’de yeni bir iktidar oluşturmanın planlarını yürütüyor.

HEDEFTE ERDOĞAN DA VAR

Bu açıklamasıyla Biden, daha doğru bir ifade ile Amerika, Türkiye üzerindeki bu planlarını gerçekleştirmek için engel gördükleri Erdoğan’ı iktidardan düşürme eylemlerine hız verdi.

Kılıçdaroğlu ve Akşener’in bu konuda takındıkları tavır ve söylemleri Türkiye’yi savunmaktan çok Erdoan’ı yıpratmaya yönelik oldu. Yıkıcı ve yıpratıcı politikalarına devem ettiler. Biden’ı değil, Erdoğan’ı suçladılar.

Gizli-açık işbirliği yaptıkları, Türkiye düşmanı HDP’nin Türkiye’yi 1915’de soykırım yapmakla ve halen de aynı soykırım politikalarını devam ettirmekle suçlamasına ise sesleri çıkmadı; vatansever bir anlayışla herhangi bir tepki vermediler. Çünkü onların amacı, Türkiye’yi savunmak değil, Erdoğan iktidarına son vermek.

VATAN PARTİSİ’NİN ÖNERİLERİ

Biden bu açıklamasıyla Türkiye ile tarihi bir tartışma başlatmadı; Türkiye’ye ve onun ile birlikte Asya güçlerine yeni bir hücum başlatacağının sinyalini verdi. Biden’a cevap bu gerçek dikkate alınarak verilmelidir.

Vatan Partisi, Türkiye Hükümetine çağrıda bulunarak Biden’ın hücum borusuna lafla yanıt verilemeyeceğini açıklamış ve eylemli yanıt önerisini dört maddede özetlemiştir:

“İncirlik Üssü, derhal Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tam kontrolüne alınmalıdır. ABD askerleri 15 gün içerisinde ülkelerine gönderilmelidir.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile birlikte Kırım ve Abhazya’nın tanınması için Rusya, İran ve Azerbaycan ile diplomatik temaslar başlatılmalıdır. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Sayın Vladimir Putin’in Altılı Platform önerisine KKTC ve Abhazya da dahil edilmelidir.

PKK’yı sınır ötesinde bitirmek için, Suriye Arap Cumhuriyeti ile askerî işbirliği dahil her konuda eylem için derhal harekete geçilmelidir.

HDP derhal kapatılmalıdır. Anayasa Mahkemesi, PKK’nın kolu ve bacağı olan örgüte karşı yargı sürecini uzatmamalı, Türkiye’nin karşılaştığı tehditlere uygun olarak hızla karar almalıdır.

Bu koşullarda güvenlikte ve üretimde devrimci kararlara önderlik edecek bir hükümet kurmak, Türkiye’nin önündeki temel meseledir.”

Vatan Partisi, Üreticilerin Millî Hükümetinde sorumluluk üstlenmek için milletimizden yetki istiyor ve başta AK Parti, MHP ve diğer millî güçlere, ABD tehditlerini boşa çıkarmak ve ‘Üreticilerin Millî Hükümetini’ kurmak için güçbirliği çağrısında bulunuyor.

26 Nisan 2021 Pazartesi

 

MİLLÎ HÂKİMİYET GÜNÜNDEN ÇOCUK BAYRAMINA

16 Mart 1920 tarihinde İstanbul işgal edilmeye başlandı.

İstanbul'un işgali dolayısıyla Mustafa Kemal Paşa beyanname yayınladı:

"...Bugün İstanbul'u zorla işgal etmek suretiyle, Osmanlı Devleti'nin 700 senelik hayat ve hakimiyetine son verildi. Yani, bugün Türk Milleti medeni kabiliyetinin, hayat ve istiklal hakkının ve bütün istikbalinin müdafaasına davet edildi."

Osmanlı Mebusan Meclisi son toplantısını 18 Mart tarihinde yaptı.

11 Nisan 1920 tarihinde Padişah Meclis-i Mebusan’ı kapattığını ilan etti.

Aralarında hükümet üyeleri ve mebusların da bulunduğu bir heyet Malta’ya sürüldü.

19 Mart 1920’de Mustafa Kemal Paşa vilayetlere, livada ve kolordu komutanlarına genelge yayınladı:

"Ankara'da toplanacak fevkalade selahiyete haiz bir meclis için acele seçim yapılması."

23 Nisan 1920 meclisin açılış tarihi olarak belirlendi ve 22 Nisan’da Mustafa Kemal Paşa bütün vilayetlere tamim gönderdi:

"..23 Nisan'dan itibaren bütün mülki ve askeri makamların ve umum milletin mercii meclis-i mezkur olacağı tamimen arz olunur."

23 Nisan 1920 Ankara’da Büyük Millet Meclisi toplandı.

Toplantıyı en yaşlı üye olarak başlatan Sinop mebusu açılış konuşmasında şöyle dedi:

“Tam istiklal ile yaşamak hususunda yaşamak hususunda kati azimde olan çok eskiden beri hür ve müstakil milletimiz, esaret vaziyetini şiddetle ve kesin olarak reddetmiş ve hemen vekillerini toplamaya başlayarak büyük meclisinizi vücuda getirmiştir. Bu büyük meclisin ikinci reisi sıfatıyla ve Allah’ın yardımı ile milletimizin iç ve dış tam istiklâl içinde kaderini bizzat eline aldığını ve idare etmeğe başladığını bütün cihana ilân ederek Büyük Millet Meclisini açıyorum.”

TÜRK DEVRİMİ’NİN İLÂNI VE YENİ DEVLET

Şeref Bey, milletimizin iç ve dış tam bağımsızlığı içinde kaderini bizzat elinde aldığını ve idare etmeğe başladığını söylerken aynı zamanda Türk Devrimi’ni de dünyaya ilân ediyordu: Egemenlik artık Türk milletinindi ve ebediyen de öyle kalacaktı.

Egemenliğin Türk milletine geçmesiyle birlikte Anadolu’da yeni bir Türk Devleti de doğmuş oluyordu: TÜRKİYE CUMHURİYETİ

Artık hükumet Meclis’in hükümetiydi. Ordu Meclis’in ordusuydu. Valiler, kaymakamlar Meclis’in vali ve kaymakamlarıydı. Meclis ise Türk milletinin meclisiydi.

23 NİSAN MİLLİ EGEMENLİĞİN ADIDIR

23 Nisan 1920 Türk tarihinde çok önemli bir gündür çünkü:

Bu tarihte Türk Milleti tebaa olmaktan çıkmış, egemenliği padişahtan almış ve kendi kaderini kendisi belirlemeye başlamıştır.

Kendi evlatlarının kanları ile vatan kıldığı bu topraklarda kulluğu bırakmış, efendi olmuştur.

Yüzyıllarca padişahın olan egemenlik bu tarihte Türk milletine geçmiştir.

Türk Milleti, “medeni kabiliyetinin, hayat ve istiklal hakkının ve bütün istiklalinin müdafaasına” TBMM’de tecelli eden hür iradesi ile devam etmeye başlamıştır.

23 Nisan denince akla gelmesi gereken “Hakimiyet-i Milliye ve İstiklal-i Tam” olmalıdır.

23 Nisan, 12 Eylül 1980 darbesine kadar Millî Hakimiyet günüydü. Amerikancı Darbe, bayramın adını “23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı” diye değiştirdi.  Bu değişiklik yapıldıktan sonra “Milli Egemenlik” bir yana bırakıldı ve bu önemli gün çocuk bayramı olarak kutlanmaya başlandı.

Bugün artık 23 Nisan denince akla çocuklar geliyor ve bu önemli gün gerçek anlamıyla kutlanmıyor. Hakimiyet-i Milliye ikinci planda kalıyor, ön plana çocuklar çıkıyor. Hal böyle olunca da 23 Nisan’ın ve millet egemenliğinin önemi halkımız tarafından iyi kavranmıyor ve iyi değerlendirilemiyor.

MİLLİ EGEMENLİĞE VURULAN DARBELER

‘Milli Egemenlik’ emperyalist Batı’nın hiç hoşlanmadığı bir kavramdır. Hakimiyet hep kendisinde olsun ister. Bu amacına da iktidarları belirleyerek, uluslararası antlaşmaları kullanarak, ekonomik ve siyasi baskılar, yaptırımlar uygulayarak ulaşmaya çalışır.

Bu emperyalist Batı, İMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi oluşumlarla mazlum milletleri nasıl ekonomik olarak kontrol etmek istiyorsa, İstanbul Sözleşmesi gibi bazı belgelerle, ikili antlaşmalarla da siyasi açıdan diğer devletler üzerinde egemenlik kurmaya çalışıyor. Bağımsızlığımıza alenen darbeler vuruyor.

MİLLİ EGEMENLİK VE İSTANBUL SÖZLEŞMESİ

İstanbul Sözleşmesi'nin uygulamasını izleyen bir mekanizma var: GREVIO. Bu GREVİO, sadece izlemiyor, talimatlar da veriyor, hesap soruyor.

GREVIO sözüm ona tarafsız ve bağımsız 10 uzmandan oluşuyor. Sözüm ona diyorum çünkü hazırladıkları rapor tam anlamıyla Türkiye karşıtlığını içeriyor.  

Bu oluşum, Türkiye’nin egemenlik haklarına açık bir şekilde müdahale ediyor. Türkiye’nin bağımsızlığına darbeler vuruyor. Kendisini Atatürkçü olarak tanımlayan bazıları da bu müdahaleleri beğeniyor, devam etsin istiyor.

Oysa Atatürk’ün en çok değer verdiği husus millet egemenliği idi. Onun bir sözünü hatırlatalım:

“Egemenlik, hiçbir mâna, hiçbir şekil ve hiçbir renkte ve işarette ortaklık kabul etmez.”

Bundan sonra, başta Atatürk olmak üzere, Türk milleti olarak egemenliğimizi kazanmamızı sağlayan tüm öncülere, şehitlerimize, gazilerimize layık olabilmek ve egemenliğimizi iç ve dış müdahalelere karşı koruyabilmemiz için, 23 Nisanları önemine ve anlamına uygun kutlayalım ve çocuklarımızın zihnine Atatürk’ün şu sözünü kazıyalım.

“Hiç şüphe yok, devletimizin ebedi müddet yaşaması için, memleketimizin kuvvetlenmesi için, milletimizin refah ve mutluluğu için hayatımız, namusumuz, şerefimiz, geleceğimiz için ve bütün kutsal kavramlarımız ve nihayet her şeyimiz için mutlaka en kıskanç hislerimizle, bütün uyanıklığımızla ve bütün kuvvetimizle millî egemenliğimizi muhafaza ve müdafaa edeceğiz. “

EYUP S. KARAKAŞ

www.eyupskarakas.blogspot.com

16 Nisan 2021 Cuma

 

EMPERYALİZM İLE SAVAŞAN CHP’DEN EMPERYALİZİN UMUDU OLAN CHP’YE

Değerli bilim adamı, gerçek Atatürkçü Prof. Dr. Cihan Dura yeni bir kitap yayımladı. Okunmasını şiddetle önerdiğim bu kitaptan bir pasaj aktarmak istiyorum:

Başkan John Kennedy’nin, kendisi gibi bir suikast soncu öldürülen kardeşi Robert Kennedy anısına düzenlenen yıllık insan hakları ödülüne Türkiye’den iki kişi uygun görülmüştü. Ödüller 21 Kasım 1997’de Senatör Edward Kennedy tarafından verilecekti. Senatör Kennedy, Türkiye’den ve Türklerden hoşlanmayan, özel hayatı da karanlık olan biriydi. Seçimlere katıldığı Massachussets eyaletinde çok sayıda Rum asıllı seçmen vardı. Onlara hoş görünmek için yıllardır Türkiye karşıtı politikalar izliyordu.

O gün, Kongre’de hazırlanan salonda300’den fazla konuk vardı. Kennedy ve Türkiye’den gelen iki şahıs kürsüde yerlerini aldılar. Bir köşede de çevirmenlik yapacak bir Türk oturuyordu. Edward Kennedy ödül verilecek olan ilk şahsı tanıttı: 35 yaşında, insan hakları savunucusu, “masum” bir avukattı. “Bu masum insan, DEP’lileri ve halkı savunduğu için hapis yattı” dedi ve onu kürsüye çağırdı. Ardından ağır gövdesiyle koltuğuna gömülüp gözlerini yumdu.

Ödül sahibi elindeki yazılı metni okumaya başladı. Türk askerinin sistemli bir şekilde Doğu’daki köyleri yakıp yıktığını, sivil halkı öldürdüğünü, işkence uyguladığını ileri sürdü. Ardından, “Türkiye’nin Kürdistan diye bilinen güneydoğusunda savaş var. Son on yılda 26 bin kişi öldürüldü. Bunların 3 bini siyasi suikast sonucu öldürüldü. Savaş bölgesinde avukatlık yapan bir kişi olarak neler çektiğimi bilemezsiniz” diyerek metni okumayı sürdürdü.

O sırada Edward Kennedy koltuğunda iyiden iyi uyuklamaya başlamıştı. Sanki söylenenler umurunda değildi; önemli olan birilerinin Türkiye aleyhinde bir şeyler söylemesiydi. Konuşmacı da aslî görevini yerine getiriyordu. Yüzüne iliştirdiği ağlamaklı ifadeyle konuşmasını bitirip yerine oturdu.

Peki bu adam kimdi? “Türk ordusunu cinayet ve işkence yapmakla suçlayan, güneydoğumuzu Kürdistan olarak adlandıran, orada savaş olduğunu ileri süren, Amerikalarda Türkiye aleyhine konuşmalar yapıp kendi devletini kötüleyen” bu adam kimdi?

Bu adam bugün Kemal Kılıçdaroğlu’nun yeni CHP’sinin çiçeği burnunda üyesi, aynı zamanda yakın yardımcısı olan, Haziran 2011 seçimlerinde partiden İstanbul milletvekili yapılan Sezgin Tanrıkulu’ydu.”

Sezgin Tanrıkulu bu konuşmayı yaparken yalnız da değildir. Bu ödüle layık görülen ikinci kişi de Şenal Saruhan’dır. O da CHP içinde siyaset yapmaktadır. Milletvekili yapılanlardan birisi de odur. Emperyalizmin mahfillerinde kendilerine rol verilen iki avukat, ikisi de CHP’li…

Tanrıkulu hızını alamamış, daha sonra da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Atatürk’ Tunceli’de katliam yapığını ima eden sözler söylemiş ve CHP adına özür dilemişti.

KILIÇDAROĞLU DA FARKLI DEĞİL

Tanrıkulu böyle de Kılıçdaroğlu çok mu farklı? Bir konuşmasında, Konuşmasında HDP’yi masum ve şirin göstermeye çalışmıştı. Onunla da yetinmemiş, Demirtaş’a şeref madalyası takmıştı.

Sormak lazım: Bu madalyayı Demirtaş’ın hangi hizmeti için takıyorsun?  PKK’nın Mehmetçiğe sıktığı kurşunlar, patlattığı bombalar için mi Demirtaş’a şeref madalyası takıyorsun? Demirtaş’ın eşbaşkan olduğu HDP teşkilatları ve belediyeleri PKK’ya erzak, lojistik, militan sağladığı için mi Demirtaş’a madalya takıyorsun? Bu eylemleri yapanlarda şeref ne arar?

Türk ordusuna madalya yok, Türk polisine madalya yok ama Demirtaş’a var. Yazıklar olsun!

Demirtaş’a madalya takmak, kahraman Mehmetçiklerimize, emniyet mensuplarımıza yapılan bir hakaret değil mi? Türk ordusuna karşı psikolojik bir saldırı değil mi?

KARŞI DEVRİM PARTİSİ

CHP, Türk milletini arkasına alarak, Atatürk’ün önderliğinde, Batı emperyalizmine ve onun yerli işbirlikçilerine karşı savaştı, bir büyük devrim gerçekleştirdi ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu. Cumhuriyetin temeline vatanın bütünlüğü ve milletin birliği koydu. Bu nedenle, vatanın bütünlüğüne, milletin tekliğine yönelik her söz bir karşı devrim ilanıdır.

CHP, bugün Atatürk’ün “Bizi aşağı olmaya mahkûm bir halk olarak tanımakla yetinmemiş olan Batı, yıkılmamızı çabuklaştırmak için ne yapmak lazımsa yapmıştır” diye anlattığı, başını Amerika’nın çektiği Batı emperyalizminin umudu haline gelmiştir.

CHP, Batı’dan demokrasi, insan hakları dileniyor, Batı’da Türkiye üzerindeki projelerini gerçekleştirmek için Kılıçdaroğlu ve dostlarına güveniyor.  

O Batı ki, vatanımızın bütünlüğüne kastediyor, Mavi Vatanımıza saldırıyor, yer altı ve yer üstü değerlerimize el koymak istiyor, milli birliğimizi parçalamaya çalışıyor.

Hal böyle iken, CHP’yi destekleyen, oy veren ve kendilerini Atatürkçü olarak tanımlayanlar Biden’ın umudu haline gelen CHP’yi hâlâ Atatürk’ün partisi sanıyorlar. Bakalım, yuttukları “Erdoğan düşmanlığı” afyonunun etkisinden ne zaman kurtulacaklar?