30 Aralık 2018 Pazar

2019 YENİDEN KEMALİZM

Zor ve çetin günlerden geçiyoruz, tıpkı mütareke döneminde olduğu gibi. O dönemin zorluklarını Kemalizm ile aşmıştık. Öyle görünüyor ki, bugün de kemalist devrimi tamamlayarak zor günleri arkada bırakıp düzlüğe çıkacağız.

Mütareke döneminde, İngiltere ve Fransa’nın telgraf ajansları, Reuter ve Havas, emperyalizme baş kaldırmış Kuva-yı Milliye taraftarlarınadan Kemalist diyerek haber geçerlerdi. Kemailst sıfatı, aynen âsi, eşkiya, bolşevik kelimeleri ile eşanlamlı tutulur ve aşağılamak amacıyla kullanılırdı. İstanbul’da ne kadar emperyalistlerle elele tutuşmuş işbirlikçi, hain, sahtekâr varsa onlar da Mustafa Kemal’i destekleyen herkesi hakaret etmek amacıyla Kemalist diye nitelendirirlerdi.

Bu Anti Kemalist koalisyonun başında Batı’ya gönülden ve ceptan bağlı Alafrangalar ve dindar görünümlü hainler vardı. Sait Molla da Mustafa Sabri de Rahip Frew de bu koalisyonun içindeydi. Kefere ve mollalar birleşmişler Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’ne ve onun lideri olan Mustafa Kemal’e cephe almışlardı. Bunlara Kürt Teali Cemiyeti üyelerini ve Saidi Nursi’nin içinde olduğu bölücüleri de eklemek lazım.

Batıcılardan, dincilerden ve bölücülerden oluşan birliktelik size garip gelebilir ama bunları emperyalistlerin emellerine hizmet etmek arzusu bir arada tutuyordu. Anadolu’da savaşanlara Kemalist deyip aşağıladıklarını sanırlarıdı ama aslında aşağılık olanlar işte bu uşaklardı.

Bugünlere gelmeden önce, Kemalizm ile ilgili biraz konuşalım.

KEMALİZM ATATÜRK’ÜN YAPTIKLARIDIR

Kemalizmi anlamak için onun yaptıklarına bakmak lazım. Atatürk ne yapmışsa Kemalizm odur. O halde yaptıklarını sıralayalım:

Emperyalizme karşı savaştı ve emperyalist güçleri vatan topraklarından kovdu;

Bağımsız bir devlet kurdu;

Egemenliği padişahtan alıp halka verdi;

Halkı kulluktan çıkarıp, özgür vatandaş yaptı.

Bu yazdıklarım, Türk Devrimi’nin de özetidir. Bu devrim, İstiklal-i Tam, Hakimiyet-i Milliye ve Kuvayı Milliye’den oluşan Müdafaa-i Hukuk isimli saç ayağının üzerinde yükselmişti. Bağımsızlık savaşı bitti ama devrimler devam etti.

KEMALİZM SÜREKLİ DEVRİM DEMEKTİR

Kemalizm alında sürekli devrimciliktir. Atatürk’ün şu sözlerine dikkat edelim:

“Millet zikrettiğim tahavül ve inkılâbların tabii ve zaruri bir hakikati olarak, umumi idarenin ve bütün kanunların, ancak dünya ihtiyaçlarından ilham almasını ve ihtiyaçların gelişme ve değişmeleriyle aralıksız gelişip değişmesini kabul eden, ‘dünyevi bir idare’ anlayışını ‘hayati” saymıştır.”

Peki, nereye kadar değişim derseniz onun cevabını da Atatürk versin:

"Tekamülün gayesi, insanları birbirine benzetmek, Dünya Birliğine yürütmektir… Birliğe doğru yürüyüş, sulha doğru da yürüyüş demektir."

“Türkiye’de sınıf yoktur. Sınıf kavgası yoktur. İmtiyaz yoktur. Mıntıka taassubu, derebeylik, ağalık, aile, cemaat imtiyazı fikirleri yoktur.”

Bu sözler, o zaman için gerçeğin herhalde tam ifadesi değildi. Türkiye’de elbette ki sınıflar vardı. Derebeylik münasebetleri, ağalık, şeyhlik, aile, cemaat imtiyazı vardı. Bunları gidermek için de “İnkılâpçılık” ve “Devletçilik” ilkeleri evvelâ parti programına, sonra da Anayasa’ya girdi.

GELELİM GÜNÜMÜZE

Dün hangi gruplar Kemalizme karşı çıkyorsa, bugün de onların devamı niteliğinde olanlar aynı şekilde Kemalizme direnmeye devam ediyor.

Dün kurtuluşu İngiltere’ye sığınmakta veya Amerikan mandası olmakta arayanlar bugün de Batı sistemine aşırı güven içinde tam bağımsızlık ilkesini bir taraf koymuşlar; Türkiye’de olmadığını iddia ettikleri adaleti ve demokrasiyi Batı’dan dileniyorlar. Bunlar Atatürk’ün “Muassırlaşmak” anlayışını Batılı gibi olmak, onlar gibi yaşamak olarak anlıyorlar.

Bunlara göre Türk toplumu cahildir, gericidir ve kafası iyi çalışmayan insanlardan oluşmaktadır. Batı hayranlığı o kadar fazladır ki, farkında olmadan veya olarak Batı’nın çıkarlarına ve projelerine alet olurlar. İşin en kötü yanı ise bunlar kendilerini Kemalist olarak görürler ve takdim ederler.  

Kemalizmin en büyük engellerinden birisi de siyasal İslamcılıkdır. Çok garip gelebilir ama ülke içideki “Batıcılarla” çatışma içinde görünürler ama her iki grup da Batı’nın hizmetindedir. İktidarda etkin olduklarında ülkede cami sayısı da artar, yabıncılara satılan doğal kaynaklar, fabrikalar, topraklar da artar.

Dünün Kürt Teali Cemiyeti’nin yerini PKK/HDP almıştır. Batı’nın bunlara verdiği görev vatan topraklarımızın bizden koparılması ve kurulması düşünülen kukla devlete verilmesidir. Ne yazık ki bunların en büyük destekçisi kendilerini Kemalist olarak takdim eden Batıcılardır. Bunları Atatütrk heykelleri önünde görmek de mümkündür Seyit Rıza’nın heykeli önünde de...

2019 YENİ DÜNYA, YENİ TÜRKİYE

Yani bir dünya kurluyor. 2019 yılı ile birlikte, Kemalizmin sadece ülkemizde değil, tüm dünyada etkin olacağı günlere gireceğiz. Emperyalizmin lider gücü Amerika’nın dünya egemenliği hayallerinin sonuna geldik. Atatürk’ün müjdelediği günlere doğru gidiyoruz:

“... müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hakim olacaktır...”

“Mazlum milletler, zalimleri bir gün mahv ve yok edecektir. O zaman dünya yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir toplumsal hale mazhar olacaktır.”

Prof. Dr. Eyup S. Karakaş

25 Aralık 2018 Salı


AMERİKA GİDER BOP BİTER

Trump Suriye’den ABD’nin çekileceğini açıkladıktan sonra Ameka’dan ve Türkiye’den farklı çevrelerden  çeşitli tepkiler gelmeye başladı ve halen de geliyor.

Bu kararın “Sistem”in değil de Trump’ın kararı olduğu Amerika içindeki gelişmelerden anlaşılıyor. Farklı politikacılardan ve gazetecilerden şiddetli eleştiriler alan Trump bunlara Twiter yolu ile  veya video konuşması yayınlayarak cevap vermeye çalışıyor. Bunlardan bazıları:

“ABD, kıymetli canlarını ve milyarlarca dolarını harcayıp yaptıklarını takdir etmeyenleri korumak için hiçbir şey elde etmeden Orta Doğu’nun polisi olmak ister mi? Sonsuza kadar orada mı olalım?”

“Çocuklarımız, genç erkek ve kadınlarımız, insanlarımız, hepsi geri geliyorlar. Biz kazandık ve bu onların da isteği.”

“Lindey Graham’ın askerlerimizi ve milyarlarca dolarımızı korumamıza karşı olmasını anlamak çok zor. Biz orada kalarak ve İŞİD’I öldürerek Suriye, Rusya, İran ve diğer bölge insanları için neden savaşıyoruz. Ülkemize odaklanma ve gençlerimizin evlerine, ait oldukları yere dönme zamanı.”

“Trump Başkanlığının burada bulunmak için tek sebebiydi ve biz Suriye’de IŞİD’I yendik.”

Bütün bunlar Trump’ın bu konuda ne kadar kararlı olduğunu gösteriyor.

TÜRKİYEDE TEPKİLER ÇOK FARKLI

Türkiye’de ise, gazetelerde, televizyonlarda, haber sitelerinde çok faklı tepkiler var.  Sıralamaya çalışalım:

Gizlemeye Çalışanlar: Bunlara göre, Suriye’den Amerika’dan çekilmiyormuş, askerleri çekiliyormuş. Oysa Amerikan varlığı demek askeri birlikler demek. Onlar giderse geriye ne kalacak? Bir de bu karar Amerikan devletinin değil, Trump’ın kararı diyorlar. Sanki Trump Amerikan Başkanı değil de başka bir ülkenin devletin başkanı!..

Korkanlar: ABD’nin kolları arasında terör faaliyetleri yürütenler bu karardan sonra korkuya kapıldı. Biz ne olacağız telaşı içine girdiler.

Yalvaranlar: ABD’ye güvenip her türlü melaneti yapanlar “Amerika bizi bırakıp gitme” diye yalvarıyorlar. İmza kampanyaları açıyorlar ama boşuna. Bundan sonra bunların kaderini Türk ve Suriye ordusu belirliyecek.

İnanamayanlar: Bunlar Amerika ve İsrail’i gözlerinde o kadar büyütmüşler ki, Trump’ın aldığı bu kararı aldatmaca olarak değerlendiriyorlar. Amerika yenilmez, bölgeden de gitmez düşüncesi içindeler.

Ümitsizliğe kapılanlar: Amerikan projeleri ile iktidara gelme planları yapanlar haberi öğrenince moralleri bozuldu, ümitsizlik içinde kaldılar. Amerika gitmez bu bir aldatmacadır deyip birbirlerine moral vermeye çalışıyorlar.

Solcu geçinen bazı çevrelerin Amerika’ya gitme kal diye sızlanmaları ise tam bir komedi...

SİYASİ PARTİLERİN TEPKİSİ

Siyasi partiler de farklı tepkiler verdi:

Kılıçdaroğlu, “Kaygıya kapıldım, Amerika’nın gidişi İran ve Rusya’ya yarar” dedi. Çekinmese, Amerika Suriye’den çıkmasın diye o da imza verecek. Sayın Çeviköz ise Türkiye’nin askeri hareketlerden kaçınması gerektiğini ve diyalog ile sorunların çözümlenmesi gerektiğini söyledi. Türkiye’nin askeri müdahalesine karşı çıktı.

Sayın Bahçeli ise kararı memnuyiyetle karşıladı ve “Türk Ordusu Suriye’ye girmeli ve teröristleri temizlemelidir” dedi.

Sayın Akşener ise sessizliği büründü. Bu konuda ne düşünüyor öğrenemedik.

Sayın Perinçek 12 yıl önce Amerika’nın yenileceğini söylemişti, dediği doğru çıktı. Trump’ın seçim kampanyası sırasında, Amerika’nın 7 trilyon doları Orta Doğu topraklarına gömdüğünü ve seçilirse Amerikan askerlerinin bölgeden çekeceğini söylediğini hatırlattı. Trump’ın bu kararının askeri ve ekonomik mecburiyetlerden kaynaklandığını söyledi. Sayın Perinçek’e göre Amerika yenildi ve gidiyor.

AMERİKAN BASINI: PYD İÇİN SAVAŞMAYA DEĞMEZ

Türkiye’de tepkiler bu şekilde devam edip giderken Amerika’da Trump’a medya desteği sürekli artıyor. Yazılardaki tema genellikle PYD için savaşmaya değmez şeklinde.

Bunlardan birisi farklı ve önemli çünkü Amerika’nın bundan sonraki politikaları ile ilgili ip ucu veriyor. Foreign Policy’e, “Trump doğru işi yanlış yoldan yaptı” başlıklı bir makale yazan Stephen M. Walt, “ABD Ortadoğu’da stratejik hedeflerine yoğunlaşmalı: Bölgenin petrol ve gazının dünya pazarına ulaşması” ifadesi kullanmış. Öyle anlaşılıyor ki, ABD, İsrail, Güney Kıbrıs ve Yunanistan Doğu Akdeniz petrol ve doğal gaz kaynakları için işbirliğine devam edecekler. TSK, mavi vatanımızı ve bu bölgedeki haklarımızı koruyacak güçtedir. Karada yenilen Amerika denizde de haklarımızı teslim etmek mecburiyetinde kalacaktır.

Bu ortamda, Türkiye’nin Suriye ile askeri, siyasi ve ekonomik işbirliğine gitmesi giderek daha da önemli hale geliyor. AKP iktidarı ise ipe un sermeye devam ediyor.

20 Aralık 2018 Perşembe


AMERİKA YENİLDİ

Lamı cimi yok, Amerika yenildi ve çekip gidiyor. Uğruna yüz binlerce canın kurban edildiği BOP gerçekleşmeden bitti.

Amerika geldi, katletti, zulmetti, yıktı, yaktı; şimdi de yenilgiyi kabul etti; gidiyor.

Yazık oldu;  ölen, evinden yurdundan sürülen, insanlara, annesiz babasız kalan çocuklara, cinsel tacize uğrayan, alınıp satılan kadınlara yazık oldu. Onlar emperyalizmin kurbanları olarak anılacak.

Arakasından gitme diye ağlayanlar var: KNK Amerika’ya yalvarıyor: “Koalisyon güçleri, bölgeden çıkmamalıdırlar. ABD hükümeti, kararını gözden geçirmeli ve geri çekilme kararını iptal etmelidir” diye bildiriler yayınlıyor. Empeyalizme yandaşlık ve uşaklık edenin sonu budur işte.  

Amerika’ya bel bağlayanların, onun yenilmezliğine inanların, iktidara gelmek için Amerikan projelerine piyon olanların bir kısmı da “Yok canım, Amerika gitmez, bu bir taktiktir”, veya “Aslında gitmiyor, gidiyor gibi yapıyor” diye yorumlar yapıp kendilerini ve birbirlerini teselli etmeye çalışıyor.

Oysa Amerika yenildi ve gidiyor. Net ve açık.

Tükiye, Irak, Suriye, İran, Yemen ve Rusya’nın silahlı mücadelesi ve ortak bir cephede buluşması bu başarıyı sağladı.  ZaferTürkiyenin oldu, zafer Batı Asya ülkelerinin oldu.

Beyaz Saray güvenlik danışma Rice,  "Orta Doğu'yu Dönüştürmek" başlıklı bir yazısında, Fas'tan Basra Körfezi'ne kadar Orta Doğu'da bulunan 22 devletin rejiminin, sınır ve haritalarının değiştirileceğini, Türkiye'nin de bunların içinde olduğunu yazmıştı.  

En önemli hedef ülke Türkiye idi. Türkiye’yi parçalamk istediler. Onun için PKK’yı, FETÖ’yü üstümüze saldılar. İstediklerini iktidara taşıdılar, siyasi parti yönetcilerini kaset komploları ile değiştirdiler, komutanlarımızı, yurtsever aydınlarımızı hapislere attılar, darbe yapıp, Türkiye’yi işgal etmeye kalktılar, partileri böldüler, PKK’yı meclise soktular, kendilerine evet diyecekleri iktidara taşımak istediler ama Türk milletine güçleri yetmedi.

Türkiye’de artık herkes aklını başına almalıdır. Amerikan projeleri ile iktidar olma ihtimali kalmamıştır.

Konu kapanmış değildi; yapılacak işler var. Öncelikle, bir Amerikan projesi olan HDP kapatılmalıdır. Bu Türkiyenin daha güzel günler görmesi için şarttır. Hukuk da bunu gerektir. Diğer partiler de artık HDP ile kol kola girmekten vazgeçmelidir.

Türkiye, bölgedeki Amerikan artığı teröristleri temizlemek mecburiyetindedir. Bunun için ve bölgenin yeniden imarı için Suriye ile işbirliği şarttır. AKP yöneticileri bu konudaki inatlarını bir kenara bırakmalıdır. Erdoğan yönetiminin Türkiye’nin geleceği ile oynamaya hakkı yoktur.

Amerika’nın dünyanın efendisi olma hayalleri suya düştmüştür. Atlantik ittifakı çöküyor ve Avrasya birliği yükseliyor. Yeni bir dünya kuruluyor ve Türkiye de bu yeni dünyada yerini alıyor. Hiç kimse akıntıya kürek çekme hevesine kapılmasın.


19 Aralık 2018 Çarşamba


CUMHURİYET VE HULUSİ AKAR


CHP grup başkan vekili Özgür Özel ile MSB Hulusi Akar’ın TBMM’ndeki tartışmalarından sonra medyada ve sosyal medyada Hulusi Akar aleyhine adeta planlı biçimde bir kampanya başladı.

Suçlamaların en ağırı ise onun cumhuriyeti yıkmak isteyenlerle işbirliği yapıyor olması. Bunu okuyunca artık bukadar da olmaz dedim.

Cumhuriyeti kim veya kimler yıkmak istiyor? Önce bu soruya cevap vermek lazım ki, Sayın Hulusi Akar onlarla işbirliği yapıyor mu, anlayalım.

Her milli devlet gibi Türkye Cumhuriyeti’nde de 3 temel husus vardır:

1.      Millet,
2.      Vatan,
3.      Hükümranlık,

Türk milleti Hakkariden Edirne’ye kadar bu toprakları şehit kanları ile suluyarak vatan kılmıştır. Bu topraklarda hükümranlık da Türk milletine aittir.

Türkiye Cumhuriyeti,  Atatürk’ün ifadesi ile, “millî hâkimiyete dayanan, kayıtsız, şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti’dir”

Kimler milli birliğimizi bozmak istiyorsa, kimler vatan topraklarımızı bizden koparıp, üzerinde başka bir devlet kurmak istiyorsa, kimler bu toprakların tamamında veya bir kısmında Türk milletinin hükümranlığına son vermek istiyosa Türkiye Cumhuriyeti’ni onlar yıkmak istiyordur. Temel tehdit ve tehlike de bunlar geliyordur.

Cumhuriyeti korumak isteyenler bu tehdit ve tehlikelere karşı durmak zorundadır.

VATANIN BÜTÜNLÜĞÜ

Vatan olmadan cumhuriyet olmaz; “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır”.  Cumhuriyeti korumak vatanı savunmakla başlar.

Vatan bütünlüğümüz saldırı altındadır. “BOP”, bu saldırının adıdır.

Güneydoğumuz bizden koparıp kurulmak istenen kukla devlete verilmek isteniyor. Amerika bu nedenle Türkiye’ye saldırıyor: PKK olup saldırıyor, FETÖ olup saldırıyor.

Amerika, vekalet savaşları ile yetinmeyeceğinin sinyallerii veriyor. Çevremizde askeri yığınağını artırıyor. Karadan ve denizden etrafımızı sarmaya çalışıyor. Suriye ve Irak’da Amerikan askeri üsleri kuruluyor, Doğu Akdeniz’de Amerika, İsrail ve Yunanistan, Güney Kıbrıs muhripleri namlularını Türkiye’ye çevirmiş vaziyette tatbikatlar yapıyor.

MİLLETİN BİRLİĞİ

Cumhuriyeti korumak milli birliğimizi korumaktan geçer. Tarif açık ve net; “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” demiş Atatürk.

Cumhuriyet düşmanları yıllardır milletimizi etnik farklılıklar, mezhep ayrılıkları temelinde bölmeye çalışıyor.  Liberalerden, yalancı solculardan, dincilerden ve sözde Atatürkçülerden oluşan bir koru sürekli “etnik kimlik” ve “mezhep” şarkıları söylüyor. Amaç belli, milleti bölmek, Cumhuriyet’i yıkmak.

TEHDİTİN KAYNAĞI

Türkiye Cumhuriyeti için en büyük tehdit Amerika ve İsrail’in başını çektiği Batı emperyalizmidir. Onların içimizde besleyip büyüttüğü hainler ise PKK’dır, FETÖ’dür. HDP de PKK’nın siyasal parti hüviyetine bürünmüş bir parçasıdır.

TSK, polislerimiz, yargımız bu hainlerle büyük bir mücadele içerisindedir. Mehmetçiklerimizi bu hainler şehit etmektedir. Vatanımızı bunlar bölmek istemektedir. Milli birliğimizi bunlar bozmaktadır. Cumhuriyeti korumak isteyenler bu hainlerle mücadele etmelidir.

Bu hainlerle işbirliği yapanlar, onları hapishanelerde ziyaret edenler, bunların hapislerden çıkması için yürüyüş yapanlar, kamudan uzaklaştırılanların tekrar işine dönmesi için çaba harcayanlar, Yerel Özerklik Şartı'ndaki çekinceleri kaldıracağız diyenler,  etnik kimliklere eşitlik isteyenler, ana dilde eğitimi savunanlar, açılım sürecine yeniden dönmek isteyenler, HDP’yi meclsi sokmaya çalışanlar, Amerika’nın aleyhine tek bir söz etmeyenler, şimdilerde Türk Ordusu'nun başındaki Hulusi Akar'a saldırıyor.

Bu saldırının Sayın İlker Başbuğ’u ve diğer yurtsever komutanları hapislere atmak ile pek fazla bir farkı yok.

EN BÜYÜK GÜVENCEMİZ: TÜRK ORDUSU

Vatanımızın, milli birliğimizin, egemenliğimizin en büyük güvencesi ve koruyucusu Türk Silahlı Kuvvetleridir.

Ordumuz, Diğer güvenlik güçlerimiz ile birlikte, 24 Temmuz 2014’den sonra PKK’yı hendekle gömdü, kentleri, kırları, dağları hainlerden temizledi. Zeytin Dalı, Fırat Kalkanı harekatları ile İran’dan başlayıp, Akdenize kadar uzanacak olan “İkinci İsrail” koridorunun oluşmasını önledi. 15 Temmuz gecesi Amerika’ya karşı savaştı ve hainlere gerekli dersi verdi.

Bütün bunlar olurken ordumuzun başında Sayın Hulusi Akar vardı.

Ordumuza laf etme cesaretini bulamayanlar onun komutanlarına saldırıyor; dün İsmail Metin Temel bugün Hulusi Akar.

Sayın Hulusi Akar’I gerçek bilgilere dayanarak ve vatanseverlik duyguları içinde eleştirebilisiniz ama onu Cumhuriyet’i yıkmak isteyenlerle işbirliği içinde göstemek son derece de yanlıştır ve hainlere hizmet etmek anlamını taşır.

Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak isteyenleöncellikle Amerika’ya ve onun bölgemizdeki projelerine ve bu projelere hizmat edenlere karşı çıkmakla olur. Bunu yapamayanlar Cumhuriyet’i koruyorum diyemez.

14 Aralık 2018 Cuma

İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ DURUM VE PARTİLER

Değerlendirmeleri somut gerçekler üzerinden yapmak gerek. Ancak bu şekilde geleceğe yönelik tahminler doğru çıkabilir.

Türkiye ile ilgili temel gerçekler şunlar:

Türkiye Amerika ile savaşıyor. Sadece askeri alanda değil, ekonomikve psikolojik olarak da bu savaş devam ediyor. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı makamında da Sayın Erdoğan var.

Türkiye ekonomik olarak büyük bir kriz yaşıyor. Vadesi gelen dış borçları ödeyemez duruma geldi. İşsizlik artıyor. Geçim zorlaşıyor.

PARTİLERİN DURUMU

Türkiye, işte böyle zor ve çetin bir dönemde seçime gidiyor. Partilerin alacağı oyları büyük ölçüde bu iki büyük sorun karşısındaki tutumları belirleyecek.

Sayın Erdoğan ve AKP Türkiyeyi iyi yönetemiyor. Dış tehditlere karşı bazı önemli adımlar atmasına rağmen stratejik ve taktik hatalar yapmaya devam ediyor.

Suriye ile hâlâ iş birliği içine girmedi. İç cepheyi birlik içinde sağlam tutması gerekirken, söylemler ve eylemlerle toplumda çatlaklar oluşturuyor. Üretim ekonomisine geçecek yapısal değişikliklere gitmiyor. Bunlar da Amerika’ya karşı Türkiye’nin elini zayıf bırakıyor.

Yaşadığımız ekonomik sıkıntılar AKP’nin en büyük handikapı. Bu kriz AKP’nin oylarında azalmaya yol açabilir.

AKP’nin en büyük avantajı ise, Sayın Kılıçdaroğlu’nun tutum ve davranışları.

Kılıçdaroğlu, seçim ortamına girdikten sonra HDP’den Ahmet Türk, Abdullah Gül ile görüştü. Almanya’ya gitti ve orada PKKdestekçisi Sevim Dağdelen ile buluşup fotoğraflar çektirdi. Amerika ile kapalı kapılar arkasında bir şeyler devam edip gidiyor.

Sayın Kılıçdaroğu adeta AKP seçim kazansın diye uğraşıyor.

İTTİFAKLAR OLUŞTU

Bu seçimin bir özelliği de partilerin ittifakları, beraberlikleri. İki ittifak söz konusu: birincisi,AKP, MHP; ikincisi ise CHP ve İYİP beraberliği. CHP bir yandan İYİP ile ittifak yaparken diğer yandan HDP ile görüşmeye devam ediyor. HDP bu ikinci ittifakın adı anılmayan üyesi gibi.

CHP ve HDP’nin işbirliği bu seçimlerdeki en önemli belirleyici faktör olacak. Bu işbirliği AKP’nin ekmeğine yağ sürüyor. Bu kadar sıkıntılara rağmen AKP’nin sürekli seçim kazanmasında bu işbirliğinin etkisi büyük.

İYİP yetkililerinin CHP-HDP işbirliğine ses çıkarmamaları ve CHP ile ittifak kurararak HDP’ye gizli destek vermeleri MHP’nin neden bölündüğünü de izah ediyor.

VATAN PARTİSİ İTTİFAKLAR DIŞI

Vatan Partisi ise hiçbir ittifakın içine girmeden seçimlere katılacağını daha önce açıklamıştı. Sayın Perinçek’in bu seçimlerle ilgili şu açıklaması çok önemli:

“HDP ile işbirliğinin milletimizle, vatanımızla, Cumhuriyetimizle ilgili hiçbir gerekçesi yoktur.

HDP ile işbirliği, PKK ile işbirliğidir.

HDP ile işbirliği, Mehmetçiğe ve polisimize kurşun sıkanlara destektir.

HDP ile işbirliği, PKK’ya haraç toplanmasına olanak sağlamaktır.

HDP ile işbirliği, terör faaliyetine eleman bulması için PKK’ya destektir.

HDP ile işbirliği, PKK’ya otorite alanları kurması için yardım etmektir.

HDP ile işbirliği, hele bugünkü koşullarda Mehmetçiğe ihanettir, vatana ihanettir.

HDP ile işbirliği düşmanla işbirliğidir.

CHP İLE İYİ PARTİ YÖNETİMLERİNE VE ABDULLAH GÜL‘E UYARI

Vatan Partisi, seçimlerde ya da başka düzlemlerde HDP ile kesinlikle işbirliği yapmayacak ve HDP ile işbirliği içinde olanlarla birlikte olmayacaktır.

CHP ve İyi Parti yönetimlerini, HDP ile işbirliğine son vermeleri için uyarıyoruz. Bu işbirliği, Mehmetçiğe ihanet anlamı taşımak yanında, Ak Parti’ye en etkili seçim desteğidir.

Devletimiz ve Milletimiz, ABD’nin stratejik piyonu olan PKK terör örgütünü bitirecektir.

HDP ile işbirliğine en kararlı yanıtı milletimizin vereceğinden eminiz.”

Umarız CHP ve İYİP yetkilileri bu uyarıları dikkate alırlar. Aksi takdirde kaybeden onlar olacaktır.

10 Aralık 2018 Pazartesi

ATATÜRK’E DÖNMEK GEREK

Zor ve çetin günlerden geçiyoruz; manzara şu:

Bir yanda ekonomik sıkıntılar, diğer yanda vatan bütünlüğümüze kastetmiş emperyalist güçler.

Yetkilerini büyük bir kısmını cumhurbaşkanına devretmiş bir meclis ve ben herşeyi bilirim, keşke her sözüm kanun olsa diyen bir cumhurbaşkanı. 16 senedir iktidarda ve ekonomi borç batağında.

Meclis içi muhalefet ise halka ümit veremiyor.

Ana muhalefet demokrasi ve adaleti bile Batı’dan dileniyor. Milli güçlere sırtını dayayacağına Amerika’nın piyonları ile içili dışlı durumda. Ekonomik programı ise küreselleşme ve liberalleşmeden ibaret. Utanmadan bir de Atatürkçü geçiniyor.

Ana muhalefetin dışında “Milliyetçi” olduklarını ilan etmelerine rağmen birbirlerine zıt politikalar savunan iki parti var. İkisinin de milliyetçiliği sorgalanabilir.

Yetmezmiş gibi, topluma karamsarlık ve güvensizlik pompalayan bir medya. Kimisi iktidarın kontolünde, kimisi de Batı’lı güçlerin.

Bu çetin dönemden çıkışın tek reçetesi var: Atatürk’e dönmek ve onun rehberliğini kabul etmek.

Öncelikle toplumun gerçek Atatürk’ü yeniden keşfetmesi lazım. Bu da ancak Atatürk’ü sahte Atatürkçülerin elinden kurtarmakla olur.

Gün, yeniden “Kuva-yi Milliyeyi âmil ve iradeyi milliyeyi hâkim kılma” zamanıdır.

MÜDAFAA-İ HUKUK

Türkiye Cumhuriyeti Atatürk önderliğnde Müdafa-i Hukuk doktirini temelinde kuruldu. Müdafa-i Hukuk, yani hakların savunulması.

Atatürk şunları gördü:

Bir tarafta, sömüren ve ezen zalim milletler ve emperyalist güçler; diğer yanda mazlumlar, sömürülenler.

Bir tarafta paşalar, zadeganlar, ayanlar, kompradorlar; diğer yanda bunlarla birlikte mültezimlerin, ağaların ezdiği, yolsul ve sefil bir halk.

Ve daha önemlisi işgal edilmiş bir vatan.

Müdafaa-i Hukuk, başta Türk milleti olmak üzere sömürülen milletlerin ve ezilen, horlanan ve ellerinden vatanları alınan insanların haklarını savunmaktır.

Bu durumda ne yapmak gerktiğini Atatürk şöyle açıklar:

“Efendiler, bu durum karşısında tek bir karar vardı. O da millî hâkimiyete dayanan, kayıtsız, şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak...” İşte İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulanmasına başladığımız karar, bu karar olmuştur...”

Türkiye Cumhuriyeti, işte bu iki temel ilke üzerine kuruldu. Bu çetin dönemden bu hedeflere doğru yürüyerek çıkabiliriz: “İstiklal-i Tam ve Hakimiyet-i Milliye.”

Atatürk’e göre tam bağımsızlığın olmazsa olmazları var:

“Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek mânasiyle bütün bağımsızlığından mahrumiyeti demektir.”

Peki bu tam bağımsızlık nasıl sağlanacak? Atatürk’ü dinleyelim:

“....bir millet kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını temin etmezse şunun, bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Bu sebeple teşkilâtımızda millî güçlerin etken ve millî iradenin hâkim olması esası kabul edilmiştir.”

GELELİM BUGÜNLERE

Türkiye iki büyük sorun ile karşı karşıya. Bu sorunları bu iki temel ilke doğrultusunda çözebiliriz.

Önce vatan; vatanımızı koruyamazsak tam bağımsızlık ve millet egemenliği hayal olur.

Ordumuz, Cumhuriyet’i yıkmak ve vatan topraklarını bölmek isteyen PKK ve FETO’ya karşı büyük bir mücadele veriyor. Yalnız da değil, hakimlerimiz, savcılarımız ve emniyet güçlerimiz de ordumuzun yanında savaşıyor.

Vatanı ve Cumhuriyeti korumak için canları pahasına mücadele eden bu kahramanlarımız gerçek Atatürkçülerdir. Onlar Atatürkçü olduklarını döktükleri kanları ile ispat ediyorlar.

Ben Atatürkçüyüm diyen herkesin bu kahramanlarımızla aynı safta olması gerekir. Atatürk’ün en büyük eseri olan Cumhuriyet’i yıkmak için kahraman Mehmetçiklerimize, polislerimize kurşun sıkan hainlerin siyasetteki temsilcisi HDP’dir. HDP ile kol kola girenlerin veya FETO’ya açık, gizli destek verenlerin “Ben Atatürkçüyüm” demeye hakkı yoktur.  

Vatan savaşında başarı, Atatürk’ün dış politikalarına geri dönerek kolaylaşır.

Atatürkün ömrü Batı’nın emperyalist güçleri ile mücadele etmekle geçmişti. Batı’ya hiç güvenmezdi. Sovyetlerle iyi işbirliği kurmanın gerektiğine inanırdı. Türkiye'nin dış politikası konusundaki vasiyetini ise yakın silah arkadaşlarına belirtmişti. İsmet İnönü, Atatürk'ün Türk-Sovyet dostluğunu vasiyet ettiğini belirtir. Diğer taraftan Atatürk, Kılıç Ali'ye ölmeden kısa bir süre önce "Dış politikamızın temeli Sovyet dostluğudur. Sovyet dostluğuna zarar vermemek şartıyla İngiltere ile bir anlaşmanın faydası olur" demiştir. 

Sadabat Paktı’nı (İran, Irak Afganistan) ve Balkan Antantı’nı (Yunanistan, Yogıslavya, Romanya) kurarak komşularımızla işbirliğimizi geliştirdi.

Bugünlerde de yapılması gereken budur. Batı’nın emperyalist politikalarına karşı  Rusya, Irak, Suriye, İran, Azerbaycan ile birlikte hareket etmeliyiz.

KAMU SEKTÖR AĞIRLIKLI PLANLI KALKINMA

Ekonomik sıkıntılarımızı da Atatürk’e dönerek atlatırız. Dinleyelim Atatürk’ü:

“Dünyada iki mühim iktisadi ekol tatbik edilmektedir. Büyük harbin sonunda komünizm tatbik edildi. Fakat halka vadedilen şeyler aynen temin edilemedi. Ruslar bazı prensiplerden geri döndüler. Bir devrime teşebbüs edip sonradan dönmektense ağır ağır ilerlemek en doğru yoldur. İkinci ekol liberalizmdir. Bu da eskimiştir. Bizim tatbik ettiğimiz ekol devletçiliktir.”

Atatürk’ün TBMM’de yaptığı son konuşmalsınan bazı alıntılar yapalım:

“Endüstrileşmek, en büyük milli davalarınız arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için ham maddeleri ülkemizde bulunan büyük küçük her çeşit sanayii kuracağız ve işleteceğiz. En başta vatan savunması olmak üzere, ürünlerimizi değerlendirmek ve en kısa yoldan, en ileri ve zengin Türkiye idealine ulaşabilmek için bu bir zorunluluktur. Bu düşünce ile, beş yıllık ilk sanayi planından geri kalan ve bütün hazırlıkları bitirilmiş olan birkaç fabrikayı da ivedi olarak gerçekleştirmek ve yeni plan için hazırlanmak gerekir.”

“Küçük büyük bütün çiftçilerin iş araçları artırılmalı, yenileştirilmeli ve bakım önlemleri zaman geçirilmeden alınmalıdır.”

1980’li yıllardan bu yana uyguladığımız ve adına neoliberalizm denilen programın sonuna geldik. Artık Atatürk’ün gösterdiği yolda yürümek gerekiyor. O yol, devletçilikten ve planlı kalkınma modelinden geçiyor. Vatanımızı koruduğumuz gibi ekonomimizi de emperyalist güçlerin dayatmalarına karşı savunmamız lazım. Borçlanma ekonomisine son verip üretim ekonomisine geçme zamanı geldi ve geçiyor.

Bu iktidarla bu gelişmeleri sağlamamız mümkün değil. Çare, tüm milli güçlerin temsil edildiği ve etkin kılındığı bir milli hükümetin kurulmasındadır. Rehberimiz Atatürk'tür.


Yeniden Müdafaa-i Hukuk için, yeniden Atatürk…
PARA VE GÜÇ

Fransa’daki olayları sadece benzin ve mazot zammına bağlamak doğru değil. Bu hareket giderek yoksullaşan halkın Fransız seçkinlerine karşı bir tepkisidir. Buna benzer olaylar zengin-fakir çelikisinin giderek arttığı her ülkede beklenmelidir.

Haberleri okurken aklıma Charles Dickens’in İki Şehrin Hikayesi isimli romanı geldi. Yazar bu romanında 1780 yıllarınaki bir Fransız köyünü şöyle tarif ediyor:

“Tepenin yamaçlarında küçük bir köy vardı. Bu köyün ufak bir kilisesi, ormanı yel değirmeni ve zindanı vardı. Bu çevre olduğu gibi Marquis’indi. Ama buna karşın yoksul bir köydü, çünkü köylü tüm kazandığını vergi olarak ödüyordu: devlet vergisi, kilise vergisi, efendi vergisi, mahalli vergi, genel vergi derken, köylü bunlar altında eziliyor, elinde hiçbir şey kalmıyordu. Kadın ve erkelerin iki seçeneği vardı ya açlıktan sürünecek ya da zindanlarda çürüyecekti.”

Bu köyden Paris’ gelen yoksul bir köylünün halini ise yazar şöyle anlatıyor:

“Zavallı adam sarayı, havuzları, o büyülü Kral ve Kraliçeyi gördüğünde kendinden geçmişti. Arada bir göz yaşlarına hakim olamıyor, ağlıyordu. “Çok yaşayın!” diye bağırıyordu.”

İşçinin yanındaki bir Parisli tepkisini şöyle dile getirir:

“Bu aptallar senin gibilerin sayesinde görkemli hayatlarını sürdürebiliyorlar. Kendilerini daha da abartıp küstahlaşıyorlar”.

Fransız devrimini, bu köylü gibi kral ve asillere hayranlık duyan ve onları görünce “çok yaşa” diye bağıranların değil, “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” sloganlarını haykıranlar ve bu ilkeler için canları pahasına mücadele edenler gerçekleştirdi.

Fransız devrimini diğer devrimler izledi ama özgürlük, eşitlik birer hayal olmaya devam ediyor.

ASİLZADELERİN YERİNİ SERMAYEDARLAR ALDI

Kralların, asillerin yerini büyük sermaye sahiplari aldı. Kapitalizm emperyalizimi doğurdu. Sınıf çelikisi ve zalim, mazlum milletler çelişkisi yok olmadı. İnsanlar daha üstün ve daha zengin olmak için acımazısca ve insafsızca katliamlar yaptı; yapmaya da devam ediyor.

Çok uzaklara değil, yakınlarımıza baktığımızda Irak’taki, Suriye’deki, Libya’daki, Yemen’deki katliamları, acıları, sefaleti görmek mümkün.

Bu dökülen kanlar, bu akan göz yaşları, bu ölümler, bu sürgünler, bu yuvasız kalmış aileler, bu babasız, annesiz kalmış evlatlar, bu evladının arkasından ağlayan anneler, babalar; bütün bunların tek sebebi var: Kar, daha çok kar; para, daha çok para; her şeye rağmen kazanmak, daha çok kazanmak.

Füzeler, bombalar, uçaklar ölüm saçıyor. Bütün bu silahların tetiklerine de Batı’nın büyük sermaye sahipleri basıyor.

Buna rağmen, çok sayıda insan, tıpkı Charles Dickens’in romanındaki o yoksul Fransız gibi Batı’ya methiyeler düzüyor, bağlılığını dile getiriyor.

EN BÜYÜK ENGEL: PARANIN GÜCÜ

Demokrasi, insan hakları gibi kavramların değerini inkar edecek değiliz. Bu ilkeler doğrultusundaki gelişmeleri takdir ediyoruz ama yeterli bulmuyoruz.

Demokrasi’nin de insan haklarının da önündeki en büyük engel bize gore para. Paranın en büyük güç olduğu dünyamızda genel tablo da şöyle:

Sömürüye dayanan emperyalizm sürüp gidiyor. Emperyalizmin ve sömürü düzeninin oluşturduğu dünyamızın manzarası ise çok korkunç ve üzücü.

Bazı ülkelerin siyasi ve iktisadi hayatına hâkim olan % 1’lik kesim, sırf kendi keselerini doldurmak ve daha zengin olmak için, başka halkların, başka milletlerin toprağına, emeğine, ham maddesine, pazarına, doğal ve mali kaynaklarına el koyuyorlar.

Dünyada bugün 1.3 milyar insan aşırı fakirlik içinde yaşıyor. Bunların günde harcadıkları para 1 doların altında.

1 milyara yakın insan açlık sınırının altında. Son 10 yılda açlık çeken insan sayısı azalmadı, arttı. 200 milyon çocuk beslenmek için yeterli gıda bulamıyor ve bebek ölümleri azalmıyor.

En az 100 milyon çocuk ilkokula, 250 milyon çocuk ortaokula gitme imkânından mahrum. 1 milyara yakın insan okuma yazma bilmiyor. 300 milyon çocuk çalışmak mecburiyetinde.

Yüzbinlerce insan evinden, yurdundan göç etmek mecburiyetinde kalıyor. Binlercesi yollarda ölüyor. Her gün binlerce insan patlayan bombalar ve atılan kurşunlarla hayatını kaybediyor.

En zengin 200 kişinin serveti 1 trilyon dolardan fazla. Buna karşılık 43 fakir ülkenin tüm geliri 150 milyon civarında.

Gelir düzeyi en üst seviyede olan % 1’lik kesim giderek zenginleşirken, % 99’luk kesim ise fakirleşiyor.. 

DEVRİMLER YETERLİ OLMADI, YENİ DEVRİMLER GEREK

Devrimler devrimleri takip etmedi. Arzu edilen “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” tam olarak gerçekleşmedi. Fransa’daki sarı yeleklilerin devem edip giden tepkilerini açıdan değerlendirmek lazım.

Bu protestolar, kralı görünce “Yaşasın Kral” diye bağıranların değil, bu şekilde bağıranlara “senin gibi aptallar yüzünden kendilerini abartıp, küstahlaşıyorlar” diyenlerin hareketidir.

Güç ve para birbirinden ayrılmadıkça ne kan, göz yaşı ve sömürü durur ne de böyle protestolar…


Prof Dr. Eyup S. Karakaş

8 Aralık 2018 Cumartesi

BATI ÇETESİ VE GÖNÜLLÜLERİ

 Bartu Soral’in başına gelenler daha önce de Onur Öymen, Birgül Ayman Güler, Dilek Akagün Yılmaz gibi gerçek Atatürkçülerin başına gelmişti. Bunu yapanlar aynı hep aynı çetenin üyeleri. Bunlara “Batı Çetesi” diyorum. Bu çete üyeleri Bartu Sorel’e uyguladıkları “demokratik linçi” daha önce de Batı çıkarlarına hayır diyen çok sayıda vatansevere uygulamışlardı.

Bir de bu çeeteye inanıp bunların peşine takılanlar var ki onlara da “Batı gönüllüleri” demek uygun olur.

Bu çetenin atası Reşit Paşa’dır. Reşit Paşa o kadar batıcı idi ki, İngliz elçisine danışmadan adım atmazdı. 1838’de İngilizlerle Baltalimanı Antlaşmasını imzalayıp Osmanlı sanayiini ve esnafını yok eden odur.

Osmanlı’nın son döneminde Hürriye ve İhtilaf fırkasında toplandılar.Damat Ferit Paşa, Mustafa Sabri, Ali Kemal, Rıza Tevfik ve Refik Halit bu partinin yöneticileriydi. Aynı isimler mütareke döneminde kurulan İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin de üyeleriydi. Kürt Teali Cemiyeti ile de yakınlıkları vardı.

Milli mücadele karşıtı fikirlerini Alemdar, Peyam-Sebah, İstanul ve Vakit gibi gazetelerde yayarlardı. Damat Ferit Paşa, Mustafa Sabri, Ali Kemal, Rıza Tevfik, Refik Halit ve Mustafa Sabri bunların en önde gelenleriydi.

MARİFETLERİ

Bunların devamı maalesef bir kaset kumpası ile CHP’nin yönetimine el koydu. Çok sayıda gerçek Atatürkçü tasfiye edildi. Parti, Batı yanlısı bir program izlemeye başladı.

Kürt Teali Cemiyetinin yerini PKK-HDP aldı.

Bunlar kendilerini farklı şekilde kamufle ederler. Atatütürkçülük, dindarlık, solculuk, neoliberallik bunların farklı görüntüler veren kisveleridir.

Hürriyet, Sabah, Habertürk, Sözcü, Cumhuriyet, Birgün, Evrensel gibi bazı gazeteler de Batı yanlısı politikalaların savunulduğu yerler oldu.

Atatürkçüyüz derler ama anti-emperyalizm, Misaki Milli, milli iktisat, milli eğitim, milli savunma, milli kültür bunların pek gündeminde yokur. Atatürkçülük adına tek savundukları ilke laikliktir. Laikliği de genellikle dinsizlik olarak kabulederler.  Namaz kılanlarla filan pek araları yoktur.

Türkiye bir vatan savaşı verirken, bunlar bu savaşa “saray savaşı” deyip iç cephemizi çatlatmaya çalıştılar.

Bunların desteklediği cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce, bölücübaşının has adamını hapishanede ziyaret edip başarı diledi. Yetmedi, televizyona çıkıp ayrı ayrı yaşayalım mı sorusunu halka soracaklarını söyledi.

Bunların desteklediği parti seçim  bildirgesinde Avrupa Yerel Yönetimler Şartı’ndaki çekinceler kaldıracaklarını yazdı. Geçmiş hükümetler şartın bazı maddelerine ülkeyi bölünmeye götürür diye çekince koymuşlar, bunlar gelip kaldıracaklar.

Bu Batı yanlısı insanlar yıllarca çalışarak Batı’nın işine yarayacak bir sınıf oluşturdular. Gençleri Batı hayranlığı içinde yetiştirdiler. Yetişen bu gençler kendi ülkelerine yabancılaştı ve fırsat bulur bulmaz yurt dışına kaçtılar, kaçmaya da devam ediyorlar. Kendi okullarımızda Batı sermayesine malzeme yetiştirilmiş oldu.

Batı’nın ülkemiz üzerindeki emellerin projelerini halktan gizlediler. İnsanlar gerçek tehlikeleri göremez ve mücadele edemez oldu.

Milli kimlik yerine etnik kimliği veya ümmet kimliğini ön plana çıkardılar. İslamiyet, demokrasi ve insan hakları gibi  yüce kavramları ülkeyi ve milleti bölmek isteyenlerin eline silah olarak verdiler.

FETÖ ve PKK\HDP ile birlikte adalet yürüyüşü düzenlediler. Militanları hapislerden çıkarmanın yollarını aradılar.

Bunlar o kadar batı taraftarıdırlar ki, ülke içinde neden bu kadar ingilizce eğitim yapan okul, üniversite var diye sorgulamazlar.

Türkiye’nin geri kalmasını batılılaşmamasına bağlarlar. Amerikalılar gibi yaşamayı çaşdaşlaşmak sanırlar. Dindar halkımızı gerici olarak görürler ve onlardan nefret ederler.

İstedikleri partiye oy vermeyen halkı koyun olarak nitelendirirler ama kendileri parti lideri istedi diye “tıpış tıpış” gidip oy kullanırlar. Yetmez, Ankara’dan İstanbul’a kadar liderlerinin peşinden koyun gibi yürürler.  

Gün gelir Cumhuriyet’e karşı isyan etmiş Seyit Rıza denen eşkiyanın heykelinin önünde bildiriler açıklarlar, gün gelir Atatürk heykeline çelenk koyarlar.

Solculuğu Amerikan emperyalizmine hizmet etmek sanıp, PKK ile birlikte hareket ederler. Emperyalizmin uşaklığını yaparlar.

Atatütürkçü geçinirler ama Atatürk’ün ne kadar antiemperyalist olduğunu dikkate almazlar. Başta Amerika olmak üzere Batı’nın emperyalist güçlerine karşı tek bir kötü söz söylemezler. Bu konuda halkı uyarmazlar.

Amerika’nın piyonluğunu yapan ve Türkiye’yi bölmek isteyen HDP\PKK’yı meclise sokmak için her seçimde büyük çaba gösterirler. Bunu da Atatürkçülük adına yaparlar.

Mazlum milletleri değil, Batı’nın ağzı ile Batı’yı savunurlar.


Atatürk’e inanlar, onun izinden gitmek isteyenler, bunların gerçek yüzünü görünce, Türkiye, Kemalist Devrim rotasında hızla ilerleyecektir. O günler de yakındır. 

3 Aralık 2018 Pazartesi

PARA VE GÜÇ

Fransa’daki olayları sadece benzin ve mazot zammına bağlamak doğru değil. Bu hareket giderek yoksullaşan halkın Fransız seçkinlerine karşı bir tepkisidir. Buna benzer olaylar zengin-fakir çelikisinin giderek arttığı her ülkede beklenmelidir.

Haberleri okurken aklıma Charles Dickens’in İki Şehrin Hikayesi isimli romanı geldi. Yazar bu romanında 1780 yıllarınaki bir Fransız köyünü şöyle tarif ediyor:

“Tepenin yamaçlarında küçük bir köy vardı. Bu köyün ufak bir kilisesi, ormanı yel değirmeni ve zindanı vardı. Bu çevre olduğu gibi Marquis’indi. Ama buna karşın yoksul bir köydü, çünkü köylü tüm kazandığını vergi olarak ödüyordu: devlet vergisi, kilise vergisi, efendi vergisi, mahalli vergi, genel vergi derken, köylü bunlar altında eziliyor, elinde hiçbir şey kalmıyordu. Kadın ve erkelerin iki seçeneği vardı ya açlıktan sürünecek ya da zindanlarda çürüyecekti.”

Bu köyden Paris’ gelen yoksul bir köylünün halini ise yazar şöyle anlatıyor:

“Zavallı adam sarayı, havuzları, o büyülü Kral ve Kraliçeyi gördüğünde kendinden geçmişti. Arada bir göz yaşlarına hakim olamıyor, ağlıyordu. “Çok yaşayın!” diye bağırıyordu.”

İşçinin yanındaki bir Parisli tepkisini şöyle dile getirir:

“Bu aptallar senin gibilerin sayesinde görkemli hayatlarını sürdürebiliyorlar. Kendilerini daha da abartıp küstahlaşıyorlar”.

Fransız devrimini, bu köylü gibi kral ve asillere hayranlık duyan ve onları görünce “çok yaşa” diye bağıranların değil, “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” sloganlarını haykıranlar ve bu ilkeler için canları pahasına mücadele edenler gerçekleştirdi.

Fransız devrimini diğer devrimler izledi ama özgürlük, eşitlik birer hayal olmaya devam ediyor.

ASİLZADELERİN YERİNİ SERMAYEDARLAR ALDI

Kralların, asillerin yerini büyük sermaye sahiplari aldı. Kapitalizm emperyalizimi doğurdu. Sınıf çelikisi ve zalim, mazlum milletler çelişkisi yok olmadı. İnsanlar daha üstün ve daha zengin olmak için acımazısca ve insafsızca katliamlar yaptı; yapmaya da devam ediyor.

Çok uzaklara değil, yakınlarımıza baktığımızda Irak’taki, Suriye’deki, Libya’daki, Yemen’deki katliamları, acıları, sefaleti görmek mümkün.

Bu dökülen kanlar, bu akan göz yaşları, bu ölümler, bu sürgünler, bu yuvasız kalmış aileler, bu babasız, annesiz kalmış evlatlar, bu evladının arkasından ağlayan anneler, babalar; bütün bunların tek sebebi var: Kar, daha çok kar; para, daha çok para; her şeye rağmen kazanmak, daha çok kazanmak.

Füzeler, bombalar, uçaklar ölüm saçıyor. Bütün bu silahların tetiklerine de Batı’nın büyük sermaye sahipleri basıyor.

Buna rağmen, çok sayıda insan, tıpkı Charles Dickens’in romanındaki o yoksul Fransız gibi Batı’ya methiyeler düzüyor, bağlılığını dile getiriyor.

EN BÜYÜK ENGEL: PARANIN GÜCÜ

Demokrasi, insan hakları gibi kavramların değerini inkar edecek değiliz. Bu ilkeler doğrultusundaki gelişmeleri takdir ediyoruz ama yeterli bulmuyoruz.

Demokrasi’nin de insan haklarının da önündeki en büyük engel bize gore para. Paranın en büyük güç olduğu dünyamızda genel tablo da şöyle:

Sömürüye dayanan emperyalizm sürüp gidiyor. Emperyalizmin ve sömürü düzeninin oluşturduğu dünyamızın manzarası ise çok korkunç ve üzücü.

Bazı ülkelerin siyasi ve iktisadi hayatına hâkim olan % 1’lik kesim, sırf kendi keselerini doldurmak ve daha zengin olmak için, başka halkların, başka milletlerin toprağına, emeğine, ham maddesine, pazarına, doğal ve mali kaynaklarına el koyuyorlar.

Dünyada bugün 1.3 milyar insan aşırı fakirlik içinde yaşıyor. Bunların günde harcadıkları para 1 doların altında.

1 milyara yakın insan açlık sınırının altında. Son 10 yılda açlık çeken insan sayısı azalmadı, arttı. 200 milyon çocuk beslenmek için yeterli gıda bulamıyor ve bebek ölümleri azalmıyor.

En az 100 milyon çocuk ilkokula, 250 milyon çocuk ortaokula gitme imkânından mahrum. 1 milyara yakın insan okuma yazma bilmiyor. 300 milyon çocuk çalışmak mecburiyetinde.

Yüzbinlerce insan evinden, yurdundan göç etmek mecburiyetinde kalıyor. Binlercesi yollarda ölüyor. Her gün binlerce insan patlayan bombalar ve atılan kurşunlarla hayatını kaybediyor.

En zengin 200 kişinin serveti 1 trilyon dolardan fazla. Buna karşılık 43 fakir ülkenin tüm geliri 150 milyon civarında.

Gelir düzeyi en üst seviyede olan % 1’lik kesim giderek zenginleşirken, % 99’luk kesim ise fakirleşiyor.. 

DEVRİMLER YETERLİ OLMADI, YENİ DEVRİMLER GEREK

Devrimler devrimleri takip etmedi. Arzu edilen “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” tam olarak gerçekleşmedi. Fransa’daki sarı yeleklilerin devem edip giden tepkilerini açıdan değerlendirmek lazım.

Bu protestolar, kralı görünce “Yaşasın Kral” diye bağıranların değil, bu şekilde bağıranlara “senin gibi aptallar yüzünden kendilerini abartıp, küstahlaşıyorlar” diyenlerin hareketidir.

Güç ve para birbirinden ayrılmadıkça ne kan, göz yaşı ve sömürü durur ne de böyle protestolar…


Prof Dr. Eyup S. Karakaş