ATATÜRK’E DÖNMEK GEREK
Zor ve çetin
günlerden geçiyoruz; manzara şu:
Bir yanda
ekonomik sıkıntılar, diğer yanda vatan bütünlüğümüze kastetmiş emperyalist
güçler.
Yetkilerini büyük
bir kısmını cumhurbaşkanına devretmiş bir meclis ve ben herşeyi bilirim, keşke
her sözüm kanun olsa diyen bir cumhurbaşkanı. 16 senedir iktidarda ve ekonomi
borç batağında.
Meclis içi
muhalefet ise halka ümit veremiyor.
Ana muhalefet
demokrasi ve adaleti bile Batı’dan dileniyor. Milli güçlere sırtını
dayayacağına Amerika’nın piyonları ile içili dışlı durumda. Ekonomik programı
ise küreselleşme ve liberalleşmeden ibaret. Utanmadan bir de Atatürkçü
geçiniyor.
Ana muhalefetin
dışında “Milliyetçi” olduklarını ilan etmelerine rağmen birbirlerine zıt
politikalar savunan iki parti var. İkisinin de milliyetçiliği sorgalanabilir.
Yetmezmiş gibi,
topluma karamsarlık ve güvensizlik pompalayan bir medya. Kimisi iktidarın
kontolünde, kimisi de Batı’lı güçlerin.
Bu çetin dönemden
çıkışın tek reçetesi var: Atatürk’e dönmek ve onun rehberliğini kabul etmek.
Öncelikle
toplumun gerçek Atatürk’ü yeniden keşfetmesi lazım. Bu da ancak Atatürk’ü sahte
Atatürkçülerin elinden kurtarmakla olur.
Gün, yeniden “Kuva-yi
Milliyeyi âmil ve iradeyi milliyeyi hâkim kılma” zamanıdır.
MÜDAFAA-İ HUKUK
Türkiye Cumhuriyeti
Atatürk önderliğnde Müdafa-i Hukuk doktirini temelinde kuruldu. Müdafa-i Hukuk,
yani hakların savunulması.
Atatürk şunları
gördü:
Bir tarafta,
sömüren ve ezen zalim milletler ve emperyalist güçler; diğer yanda mazlumlar,
sömürülenler.
Bir tarafta
paşalar, zadeganlar, ayanlar, kompradorlar; diğer yanda bunlarla birlikte
mültezimlerin, ağaların ezdiği, yolsul ve sefil bir halk.
Ve daha önemlisi
işgal edilmiş bir vatan.
Müdafaa-i Hukuk,
başta Türk milleti olmak üzere sömürülen milletlerin ve ezilen, horlanan ve
ellerinden vatanları alınan insanların haklarını savunmaktır.
Bu durumda ne
yapmak gerktiğini Atatürk şöyle açıklar:
“Efendiler, bu durum
karşısında tek bir karar vardı. O da millî hâkimiyete dayanan, kayıtsız,
şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak...” İşte İstanbul’dan çıkmadan
önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz
uygulanmasına başladığımız karar, bu karar olmuştur...”
Türkiye
Cumhuriyeti, işte bu iki temel ilke üzerine kuruldu. Bu çetin dönemden bu
hedeflere doğru yürüyerek çıkabiliriz: “İstiklal-i Tam ve Hakimiyet-i Milliye.”
Atatürk’e göre tam bağımsızlığın
olmazsa olmazları var:
“Tam bağımsızlık denildiği
zaman, elbette siyasi, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her
hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi
birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek mânasiyle bütün
bağımsızlığından mahrumiyeti demektir.”
Peki bu tam bağımsızlık nasıl
sağlanacak? Atatürk’ü dinleyelim:
“....bir millet kendi kuvvetine
dayanarak varlığını ve bağımsızlığını temin etmezse şunun, bunun oyuncağı
olmaktan kurtulamaz. Bu sebeple teşkilâtımızda millî güçlerin etken ve millî
iradenin hâkim olması esası kabul edilmiştir.”
GELELİM BUGÜNLERE
Türkiye iki büyük sorun ile karşı
karşıya. Bu sorunları bu iki temel ilke doğrultusunda çözebiliriz.
Önce vatan; vatanımızı koruyamazsak
tam bağımsızlık ve millet egemenliği hayal olur.
Ordumuz, Cumhuriyet’i yıkmak ve
vatan topraklarını bölmek isteyen PKK ve FETO’ya karşı büyük bir mücadele
veriyor. Yalnız da değil, hakimlerimiz, savcılarımız ve emniyet güçlerimiz de
ordumuzun yanında savaşıyor.
Vatanı ve Cumhuriyeti korumak için
canları pahasına mücadele eden bu kahramanlarımız gerçek Atatürkçülerdir. Onlar
Atatürkçü olduklarını döktükleri kanları ile ispat ediyorlar.
Ben Atatürkçüyüm diyen herkesin bu
kahramanlarımızla aynı safta olması gerekir. Atatürk’ün en büyük eseri olan
Cumhuriyet’i yıkmak için kahraman Mehmetçiklerimize, polislerimize kurşun sıkan
hainlerin siyasetteki temsilcisi HDP’dir. HDP ile kol kola girenlerin veya
FETO’ya açık, gizli destek verenlerin “Ben Atatürkçüyüm” demeye hakkı yoktur.
Vatan savaşında başarı, Atatürk’ün
dış politikalarına geri dönerek kolaylaşır.
Atatürkün ömrü Batı’nın emperyalist
güçleri ile mücadele etmekle geçmişti. Batı’ya hiç güvenmezdi. Sovyetlerle iyi
işbirliği kurmanın gerektiğine inanırdı. Türkiye'nin dış politikası
konusundaki vasiyetini ise yakın silah arkadaşlarına belirtmişti. İsmet İnönü,
Atatürk'ün Türk-Sovyet dostluğunu vasiyet ettiğini belirtir. Diğer taraftan
Atatürk, Kılıç Ali'ye ölmeden kısa bir süre önce "Dış politikamızın temeli
Sovyet dostluğudur. Sovyet dostluğuna zarar vermemek şartıyla İngiltere ile bir
anlaşmanın faydası olur" demiştir.
Sadabat Paktı’nı (İran, Irak Afganistan) ve Balkan
Antantı’nı (Yunanistan, Yogıslavya, Romanya) kurarak komşularımızla
işbirliğimizi geliştirdi.
Bugünlerde de yapılması gereken budur. Batı’nın emperyalist politikalarına karşı Rusya, Irak, Suriye, İran, Azerbaycan ile birlikte hareket etmeliyiz.
Bugünlerde de yapılması gereken budur. Batı’nın emperyalist politikalarına karşı Rusya, Irak, Suriye, İran, Azerbaycan ile birlikte hareket etmeliyiz.
KAMU SEKTÖR AĞIRLIKLI PLANLI KALKINMA
Ekonomik sıkıntılarımızı da
Atatürk’e dönerek atlatırız. Dinleyelim Atatürk’ü:
“Dünyada iki mühim iktisadi ekol tatbik edilmektedir. Büyük harbin sonunda
komünizm tatbik edildi. Fakat halka vadedilen şeyler aynen temin edilemedi.
Ruslar bazı prensiplerden geri döndüler. Bir devrime teşebbüs edip sonradan
dönmektense ağır ağır ilerlemek en doğru yoldur. İkinci ekol liberalizmdir. Bu
da eskimiştir. Bizim tatbik ettiğimiz ekol devletçiliktir.”
Atatürk’ün TBMM’de yaptığı son
konuşmalsınan bazı alıntılar yapalım:
“Endüstrileşmek,
en büyük milli davalarınız arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için
ham maddeleri ülkemizde bulunan büyük küçük her çeşit sanayii kuracağız ve işleteceğiz.
En başta vatan savunması olmak üzere, ürünlerimizi değerlendirmek ve en kısa
yoldan, en ileri ve zengin Türkiye idealine ulaşabilmek için bu bir
zorunluluktur. Bu düşünce ile, beş yıllık ilk sanayi planından geri kalan ve
bütün hazırlıkları bitirilmiş olan birkaç fabrikayı da ivedi olarak
gerçekleştirmek ve yeni plan için hazırlanmak gerekir.”
“Küçük büyük
bütün çiftçilerin iş araçları artırılmalı, yenileştirilmeli ve bakım önlemleri
zaman geçirilmeden alınmalıdır.”
1980’li yıllardan bu yana
uyguladığımız ve adına neoliberalizm denilen programın sonuna geldik. Artık
Atatürk’ün gösterdiği yolda yürümek gerekiyor. O yol, devletçilikten ve planlı
kalkınma modelinden geçiyor. Vatanımızı koruduğumuz gibi ekonomimizi de emperyalist
güçlerin dayatmalarına karşı savunmamız lazım. Borçlanma ekonomisine son verip
üretim ekonomisine geçme zamanı geldi ve geçiyor.
Bu iktidarla bu gelişmeleri
sağlamamız mümkün değil. Çare, tüm milli güçlerin temsil edildiği ve etkin
kılındığı bir milli hükümetin kurulmasındadır. Rehberimiz Atatürk'tür.
Yeniden Müdafaa-i Hukuk için,
yeniden Atatürk…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder