26 Ocak 2023 Perşembe

 

KARNE HEDİYESİ OLARAK ALINAN ET

Medyada ve sosyal medyada karne hediyesi olarak alınan et üzerine yoğun biçimde yorumlar yapılıyor, Türkiye’nin geldiği durum eleştiriliyor.  Aslında bu eleştirenlere günaydın demek gerek. Türkiye’deki gelir ve servet eşitsizliğini bu olayla yeni öğreniyorlar.

Bu et alma olayının gazetecilerin haberi çarpıtmasından kaynaklandığı, et alan ailenin devamlı aynı kasaptan et aldığı anlaşıldı ama bu Türkiye’de yoksulluk ve işsizlik oranının yüksek olduğu gerçeğini değiştirmez.

Öncelikle şu tespiti yapalı; Türkiye, Kapitalist Batı’nın etkisine girip de Atatürk’ün ‘halkçılık’ ve ‘devletçilik’ ilkelerini bir yana bıraktığından bu yana zengin daha zengin, yoksul daha yoksul oluyor. Artan milli gelir belirli ellerde toplanıyor ama halka intikali sınırlı kalıyor.

EKONOMİK ÇELİŞKİLER

Türkiye’nin ekonomik ve sosyal durumunu yeni kavrayanlara yaşadığımız çelişkilerin nasıl derinleştiğini rakamlarla anlatalım; durum özetle şu:

Türkiye’de ve emperyalizmin etkili olduğu tüm ülkelerde zenginler zenginleşmekte, zenginlerin en zenginleri daha da zenginleşmekte, yoksulların sayısı artmakta ve giderek daha da yoksullaşmakta 

15 milyon insanımız yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Gelir, servet ve fırsat eşitsizliğinin boyutları büyümekte. Kadınlarımızın durumu daha da vahim; cinsiyet eşit(siz)liğinde 122. Sıradayız. 

Yoksulluk sınırında yaşayan çocuk sayısı Türkiye’de yüzde 24.6. Bu oranla Türkiye 39 ülke arasında üçüncü sırada. Türkiye’de her 4 çocuktan biri açlık sınırında yaşıyor. OECD ortalaması yüzde 12.7. Bebek ölümlerinde 1’inci sıradayız. Bizde binde 17 (2008) iken, OECD ortalaması 4.6.

Gelelim işçi sınıfına. Temmuz ayındaki asgari ücret artışı ve ara zamlar sayesinde işgücü ödemeleri 2022 yılı üçüncü çeyreğinde yüzde 96.2 arttı. Net işletme artığı/karma gelir ise yüzde 123 arttığı için yani sermayenin elde ettiği kazanç daha fazla olduğundan işgücü ödemelerinin Gayrisafi Katma Değer içerisindeki payı yüzde 26.3'te kaldı. İşgücü ödemelerinin cari fiyatlarla Gayrisafi Katma Değer içerisindeki payı geçen yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 29.5 düzeyindeydi. Özetle, sermayenin geliri arttı, emeğin geliri azaldı.

HAL BÖYLE OLUNCA:

Kimisi evine götüreceği ekmeğin fiyatını bile hesap ederken kimisi en lüks lokantalarda yiyip de yemek beğenmiyor.

Kimisi çocuğunun okul masraflarını karşılayamamanın acısını çekerken kimisi çocuğunu en pahalı özel okullara gönderiyor, yetmezmiş gibi özel hocalar tutuyor. Yoksullun çocuğu okurken de zorlanıyor, okulu bitirip iş ararken de; zenginin çocuğu iyi okullarda rahat rahat okuyor, okul bitince de zaten işi hazır oluyor.

Kimileri ülkenin fabrikalarını, işletmelerini, topraklarını, derelerini, madenlerini, limanlarını satıyor, kimileri de bunlardan habersiz televizyonda saçma sapan programlar, diziler izliyor.

Daha somut örnek verirsek, Rahmi Koç Atlantik’i geçecek özellikte, dünyanın en pahalı uçaklarından birisini alırken, Renault işçisi geçim derdi içinde kıvranıyor.

SİSTEMİ SORGULAYALIM 

Ekonomik kriz içerisinde olduğumuzu inkâr etmek mümkün değil. Yükselen enflasyon, artan işsizlik, ardı ardına ilan edilen konkordatolar, iflaslar, fabrikalardan çıkarılan işçiler, bozulan gelir dağılımı, artan ekonomik eşitsizlik, sürekli açık veren cari işlemler, kamunun ve halkın artan borçları bu krizin kanıtları... 

İnsanlar çare arıyor ama suçlanan sadece iktidarlar oluyor. İktidar değişince, her şey düzelecek sanılıyor. 1980’den bu yana uygulanan liberal ekonomik model ise hiç sorgulanmıyor.

Açın gazeteler bakın, televizyonları dinleyin tartışılan konulara bakın; partiler tartışılıyor, kişiler tartışılıyor ama sistem sorgulanmıyor. Zaten partiler de bu ekonomik sistem içerisinde çareler sunuyor.

İktidar bir türlü liberal ekonomi uygulamalarından vaz geçemiyor. Muhalefet ise liberal ekonominin savunucularını danışman tutmuş, bununla övünüyor. 

Sistem sorgulanmıyor çünkü kapitalist liberal ekonomik modelin en başarılı sistem olduğuna dair insanlara inandırılmış, önyargılar oluşturulmuş. Bırakın sosyalizmi; devletçilik, planlı kalkınma bile tu kaka olmuş. Küreselleşmiş, liberalleşmiş bir ekonomik modelin çok başarılı olacağına dair kanaatler insanlarımızın beynine çakılmış. 

İktidarı değiştirmek çözüm değildir. İktidarla birlikte sistemi değiştirelim. Özal gider, Çiller gelir; Çiller gider, Derviş gelir; Derviş gider, Erdoğan gelir, Erdoğan gider başka birisi gelir ama sorunlar bitmez.

Türkiye, tasarrufu, yatırımı, üretimi esas alan; planlı, kamu ağırlıklı, emekçilere saygı duyulan; refahın ve gelirin hakkaniyetle dağıtıldığı yeni bir ekonomik sistemi bir an önce uygulamaya başlamalıdır.

DÜNYADAKİ DURUM

Ülkelerin çoğunda ve dünya genelinde iktisadi ve siyasi politikalar zenginler belirliyor. Bunlar için para kazanma o kadar büyük bir amaç haline gelmiş ki, tüm yöntemleri meşru görüyorlar.

Bazı ülkelerin siyasi ve iktisadi hayatına hâkim olan en üst düzeydeki %1’lik kesim, sırf kendi keselerini doldurmak ve daha zengin olmak için, başka halkların, başka milletlerin toprağına, emeğine, ham maddesine, pazarına, doğal ve mali kaynaklarına el koyuyor.

Sonuçta, gelir düzeyi en üst seviyede olan %1’lik kesim giderek zenginleşirken, %99’luk kesim ise fakirleşiyor... Sömürüye dayanan emperyalizm sürüp gidiyor. 

1 milyara yakın insan açlık sınırının altında. 200 milyon çocuk beslenmek için yeterli gıda bulamıyor ve bebek ölümleri azalmıyor. En az 100 milyon çocuk ilkokula, 250 milyon çocuk ortaokula gitme imkânından mahrum. 1 milyara yakın insan okuma yazma bilmiyor. 300 milyon çocuk çalışmak mecburiyetinde.

En zengin 200 kişinin serveti 1 trilyon dolardan fazla. Buna karşılık 43 fakir ülkenin tüm geliri 150 milyon civarında.

SÜREKLİ DEVRİM GEREK

Bu durum gösteriyor ki, Fransız devrimi ve takip eden diğer devrim ve milli bağımsızlık mücadeleleri sömürüyü ve insanın insana hükmetmesini önlemeye yetmemiş. Bu böyle sürüp gidemez. Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi eninde sonunda,

“... müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hakim olacaktır...”

Yeter ki insanlar, tıpkı Castro gibi,  kendilerini, yoksul bırakan bu kapitalist sistemi sorgulamaya başlasınlar ve kendilerini sömüren, yoksul bırakan zenginleri ve politikacıları alkışlamaktan vazgeçsinler.

“Bizler çoğu kez insan hakları üzerine konuşuyoruz. Ama aynı zamanda insanların hakları üzerine de konuşmalıyız. Diğerleri lüks otomobillere binebilsin diye neden bazı insanlar çıplak ayaklarıyla yürümek zorunda? Diğerleri 70 yıl yaşasın diye neden bazı insanlar 35 yıl yaşamak zorunda? Diğerleri müthiş derecede zengin olsun diye neden bazıları berbat bir şekilde yoksul olmak zorunda? Ben, bir parça ekmeğe bile sahip olamayan dünya çocuklarının adına konuşuyorum.”