25 Ağustos 2021 Çarşamba

 AMERİKA’NIN İNSANLIK SUÇLARI

Afganistan’da yenilerek ülkeyi terk edince ”medeniyet ışığı söndü” diyerek Amerika’yı işgal ettiği ülkelere medeniyet ışığı saçan bir devlet gibi gösterenler oldu. Amerika işgal ettiği topraklara medeniyet ışığı filan götürmez, barut götürür, bomba götürür, ölüm götürü, zulüm götürür.

Bu medeni Amerika kurulduğu tarihten bu yana neler yapmış özetleyelim:

KURULUŞUNDA KATLİAMLAR VAR

Amerika kurulduğundan bu yana insanlık suçu işleye işleye büyüdü. Büyüme oranı, işlediği insanlık suçları ile orantılı gitti. Emperyalizm kan içerek büyür; ne kadar çok katliam, sömürü ve doğa tahribatı o kadar hızlı büyüme.

Amerika bağımsızlığını İngiltere ile savaşarak elde etti. Bağımsızlığını ilan ettiği topraklara ise Kızılderilileri öldüre öldüre sahip oldu. Bağımsızlık bildirisinde bile onlardan “Acımasız vahşiler” diye söz edilir. Bağımsızlık bildirisini kaleme alan Thomas Jefferson Kızılderililerin topraklarını ele geçirmenin beyazların hakkı olduğunu söyler. İlk cumhurbaşkanlarından John Adams’ göre Kızılderililer “Kanlı av köpekleridir”.

20 milyonun üzerinde Kızılderili ya öldürülmüş ye da ölümcül şartlar içine itilmiştir. Çeşitli işkencelere, tecavüzlere, hastalığa, açlığa ve sürgüne maruz bırakılmış, çocuk kadın demeden acımasızca katledilmiştir.  İlk biyolojik silah onlar için kullanılmış, çiçek virüsü bulaştırılmış battaniyeler verilerek binlerce Kızılderili ölüme terk edilmiştir. Amerikan hükümeti her Kızılderili kafatası için 5 dolar vererek adeta soykırım yapmıştır. Bununla yetinilmemiş, Kızılderililerin en önemli besin kaynağı olan bizonlar da öldürülüp Kızılderililer açlığa mahkûm edilmiştir. İlk zamanlar kuzey Amerika’da 50 milyon bizon varken 1889’da ülkede sadece 540 bizon kalmıştı.

KATLİAMLARA DEVAM

Amerika ülke dışındaki katliamlara erken başladı. 1899’dan 1902’ye kadar Filipinleri zapturapt altına almak için yapılan askeri harekâtta 200.000 Filipinli can vermiş, on binlercesi yaralanmış ve işkence görmüştü.

6 ve 9 Ağustos 1945 insanlık tarihinin en acı ve en karanlık günü oldu.  Amerika, önce Hiroşima’ya daha sonra da Nagazaki’ye atom bombası attı ve on binlerce masum insanı acımasızca öldürdü. Kentler harabeye döndü. Sadece insanlar değil o bölgelerde yaşayan her canlı artık yaşamaz oldu. Radyasyonun etkisi yıllarca devam etti.

Bu bir insanlık suçuydu. Bu bombalar Japonlara değil insanlığa atıldı ve 6 Ağustos’ta dünya insanlığını kaybetti.

Guatemala ise 1954 yılında Amerika tarafından işgal edildi. İşgal sonucu askeri yönetim kuruldu. Bu yönetim sırasında daha önce topraksız köylülere dağıtılan araziler geri alındı. 36 yıl süren iç savaş sonucunda 200.000’nin üzerinde Guatemalalı hayatını kaybetti. 

Panama Başkanı Noriega’nın uyuşturucu işiyle uğraştığını bahane eden Amerika 1989 yılında bu ülkeyi işgal etti. Panama City’de Noriega’nın büyük halk desteği gördüğü işçi semtleri bombalandı ve zorla boşaltıldı. Binlerce insan tutuklandı. Zengin Kompradorların desteği ile yeni bir hükümet kuruldu.

Amerika müdahale edecekse, büyük, küçük ülke demeden gereğini yapar. Dominik beş kere Amerikan askeri müdahalesine maruz kaldı. 100 binin biraz üzerinde nüfusu olan Granada da Amerikan gaddarlığından nasibini aldı. 1983’de Reagan yönetimi bu ülkeye işgal ederek yönetimi değiştirdi. Sonuçta işsizlik ve yoksulluk diz boyu arttı.

Vietnam savaşı ise tam bir trajedidir. Bu savaş 1965 yılında başlamış ve 1975 yılına kadar sürmüştür. Vietnam 1,5 milyon vatandaşını ve zehirlenme sonrası topraklarının üçte birini kaybetmesine karşın savaştan galip çıktı. Bu 1.5 milyonun üstündeki Vietnamlının çoğu sivildi, çocuktu, kadındı.

Irak’a iki kere müdahale etti. 2003’teki ikinci müdahaleden bu yana Irak’ta ölen sivil sayısı 1.000.000’nun üzerindedir. Binlerce insan işkenceye maruz kaldı. Kadınların ırzına geçildi. Çocuklar ailesiz kaldı. 2 milyondan fazla insan evinden, yurdundan göç etmek zorunda kaldı.

Amerika katliamlarını bizzat kendi askeri güçlerini kullanarak gerçekleştirdiği gibi farklı ülkelerde kendisine bağlı örgütleri silahlandırarak, eğiterek ve destekleyerek de yapar. El Salvador’da, Guatemala’da Kolombiya’da Endonezya’da bu yöntemleri kullanmıştı; tıpkı şimdilerde Batı Asya’da yaptığı gibi.

Şili’de sosyalist lider Allende’i devirmek için Pinochet’i destekledi. Pinochet, 1973 yılında önce Allende yanlısı subayları öldürdü. Daha sonra Allende’in bulunduğu Başkanlık Sarayı’nı ve ailesinin oturduğu evi bombaladı. Allende öldürüldü. İktidarı devir alan Pinochet iktidarı süresince katliamlar yaptı. 3 binin üzerinde insan öldürüldü. Bir milyondan fazla insan Şili’den göç etti.

Endonezya’da ABD destekli ordu 500.00’den fazla insanı öldürdü. Komünist Partisi’ni ve onun sempatizanlarını yok etti. On yıl sonra Amerika destekli Endonezya ordusu Doğu Timur’u istila edip 600.00’lik nüfusun 100.000’den fazlasını öldürdü. Saldırı, Başkan Ford ve Dış İşleri Bakanı Kissinger’in Endonezya’yı terk etmesinden bir gün sonra başladı. Belli ki yeşil ışık yakılmıştı.

Amerika’nın insanlık suçlarının en taze örneği Suriye’de yaşanıyor. Amerikan askerlerinin desteklediği terör örgütlerinin eylemleri sonucu 300.000’den fazla insan hayatını kaybetti. Milyonlarcası evinden yurdundan göç etmek mecburiyetinde kaldı. Anneler, babalar, bebekler denizlerde boğuldu.

BU KATİLAMLAR KİMİN VE NE İÇİN?

Başkan Wilson’un 1907 yılında söylediği şu sözlerde bu sorunun cevabı veriliyor:

“Ticaret ulusal sınır tanımadığı ve üretici de dünyayı bir Pazar olarak görmekte ısrar ettiği için ülkesinin bayrağı da onu izlemeli, ona kapalı olan ülke kapıları kırılıp devrilmelidir. Sermayedarların elde ettiği imtiyazlar devletin bakanlarınca güvence altına alınmalıdır, gönülsüz ülkelerin egemenlik hakları süreç içerisinde çiğnense bile. Koloniler oluşturulmalı ve ele geçirilmelidir, öyle ki dünyanın sağılmaya elverişli hiçbir köşesi es geçilmiş ya da bakir bırakılmış olmasın.”

ABD’nin politik hedeflerinden biri, küresel sermaye birikimi için dünyayı güvenli hale getirmektir. Herhangi bir şekilde ekonomik bağımsızlık ya da halkçı bir yeniden dağıtım politikası izleyenler, ekonominin artık değerini halkın yararına kullanarak kâr amacı gütmeyen hizmetlere ayırmak isteyen yönetimler Amerika’nın müdahale ya da işgal şeklinde gazabına uğramaktadır.

Bu müdahalelerden, bu katliamlardan amaç, uluslararası finans sisteminin güvenliğini korumaktır. Hiçbir ülkenin, bağımsız bir ekonomi politikası izlemesine ve kendisini geliştirmesine izin verilmez. Böyle ülkeler ambargolarla, müdahalelerle ve hatta işgallerle cezalandırılır ve tuttuğu yoldan gitmesi önlenir.

BÜYÜK SERMAYENİN KATİL BEKÇİLERİ

Dünyada büyük sermayenin egemen olmasını sağlamak için Amerikan Ordusu her an nöbettedir. Bu ordunun ölüm makinesi özelliğini yitirmemesi için her yıl milyarlarca dolar para harcanır. Amerika’nın 35’den fazla ülkede 400’den fazla üssü vardır. Bu üslerde 500.000 üstünde asker vardır. Bu ülke adeta bir nükleer bomba deposu gibidir. Dünyanın her yanına yetişebilecek binlerce stratejik ve taktik uçakları, binlerce füzesi vardır.

Bu kadar güçlü bir orduya sahip Amerika, özellikle son yıllarda, terör örgütlerini de kullanıyor. Amerika’ya yakın devletlerin askerleri, polisleri ve teröristler CIA ve buna benzer diğer birimlerce eğitiliyor. Onlara gözetim, soruşturma, işkence, göz dağı ve suikast konularında bilgiler veriliyor. Latin Amerika’da “Katiller Okulu” olarak bilinen Fort Benning’teki ABD Askeri Okulu’nda yandaş devletlerden gelen askerlere en son zulüm ve işkence metotları öğretiliyor. El Salvador’da köy katliamları yapanlar ve diğer vahşetlere karışanların çoğu bu okulda eğitilmişti.

PSİKOLOJİK SAVAŞ

Amerika bunlarla yetinmez, bir yandan da kendisini haklı göstermek ve yaptıklarını gizlemek için psikolojik savaş yürütür. Büyük sermayenin elinde olan ABD medyası her yıl milyonlarca haber, fotoğraf, yorum, başyazı, köşe yazısı ve makaleleriyle diğer ülkeleri ve kendi halkını etkiler. CIA ülke içinde 200’den fazla gazete, dergi, haber ajansı ve yayınevinin bizzat sahibidir. Ayrıca diğer gazeteler ve dergiler aracılığı ile yanlış ve taraflı haberler yayar.

Ulusal Demokrasi Vakfı ve Uluslararası Gelişme Örgütü gibi ABD hükümetinin parasal destek verdiği kuruluşlar ile Ford, Soros Vakfı ve diğer organizasyonlar diğer ülkelerdeki üniversitelere yardımda bulunur. Bu yardım serbest piyasa ekonomisi ideolojisini destekleyen akademik programlara, sosyal bilim enstitülerine, araştırmalara, burslara ve ders kitaplarına gider.

Birçok ülkedeki Protestan misyoner teşkilatları CIA’nın kontrolündedir. Buradaki rahipler birer ajan gibi çalışır. Ayrıca bazı tarikatlar, cemaatler de CIA tarafından kullanılır.

AMERİKA’NIN SONU GELDİ

Karamsar değiliz, yeni bir dünya kuruluyor. Bu yeni dünyada Amerika’nın dünyaya egemen olma arzuları son bulacaktır. Afganistan yenilgisi bunun habercilerinden birisidir. Yeni kurulacak dünyada sömürenlerle sömürülenler arasındaki çelişki bitecek ve Atatürk’ün müjdelediği günler yakında gelecektir:

“... müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hakim olacaktır...”

”…insanlığa müteveccih fikir hareketi er geç muvaffak olacaktır. Bütün mazlum milletler, zalimleri bir gün mahv ve nabût edecektir.

O zaman dünya yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir halet-i İçtimaiyeye kavuşacaktır. “

8 Ağustos 2021 Pazar

 İLERİCİLİK GERİCİLİK

Birçok insan gibi ben de bazı sosyal iletişim gruplarına üyeyim. Yeni milli eğitim bakanı atanır atanmaz bu gruplardaki bazı arkadaşlarım yeni bakanın İmam Hatip lisesi mezunu olduğunu kanıt göstererek gerici birisinin bakan olduğunu yazmaya başladılar.

Şaşırmamak elde değil. Bu ifadeleriyle tüm İmam Hatip Lisesi mezunlarını gerici yapıp çıktılar. Bunu yapanların içinde akademik kariyeri oldukça üst düzeyde olanlar bile var. Üzüntü verici bir durum.

Bu fikir yapısında olanlara göre bir insan;

İmam Hatip’ten mezunsa gerici, kolejden mezunsa ilerici,

Dindarsa, beş vakit namaz kılıyorsa, orucunu tutuyorsa gerici,

Rakı, viski içiyorsa ilerici, alkol almıyorsa gerici,

Türk müziği dinliyorsa gerici, Amerikan müziği dinlerse ilerici,

Batılı hayat tarzını benimsemişse ilerici, milli adetlere göre yaşarsa gerici,

Maldiv adalarına tatile giderse ilerici, umre için kutsal topraklara giderse gerici.

 Çok yanlış!

Bu yanlış kanı toplumda çok taraftar bulduğu için, ‘ilerici’ kimdir, ‘gerici’ kimdir sorusunu cevaplamak farz oldu.

İLERİCİLK

Bir kimseye ya da harekete ‘ilerici’ özelliğini veren üç temel husus var:

1.       Bilimin ışığı altında ve halkçı anlayış içerisinde toplumun yeniden şekillenmesi için mücadele etmek.

2.       Millet egemenliğini sağlamak ve korumak.

3.       Vatanın bütünlüğünü korumak ve ülkenin tam bağımsız olması için çaba harcamak.

Atatürk’ün de yaptığı işte tam budur.

İLERİCİ İNSAN

İlerici insanın savunduğu ‘ekonomik büyüme ve kalkınma’ mutlaka sosyal amaçlar içermelidir.

İlerici insan, servet, gelir ve fırsat eşitsizliğinin ortadan kalkması için çalışır. İstihdamın ve çalışanların gelirinin artması için uğraşır. 

Herkesin yararına ve herkese eşit şekilde sunulacak kamu hizmetleri arzular.

Devletin, eğitim ve sağlık gibi hizmetleri toplumun her ferdine eşitlikçi anlayış içerisinde sunmasını ister ve bunun için çaba gösterir.

Millet egemenliği için demokrasinin derinleşmesini ister.

‘Herkes için adalet’ kavramını düstur edinmiştir.

Ona göre ülke tam bağımsız, insanlar özgür olmalıdır. Yabancı güçlerin her türlü müdahalesine karşıdır.

Sorunlara milli sınırlar içinde çözümler üretmeye çalışır; çareyi ülke dışında aramaz.

Emperyalist saldırılara karşı milli devletin ne kadar önemli olduğunun farkındadır ve vatanını, devletini ve milli birliğini bu bilinç içinde savunur.

GERİCİ İNSAN

Gerici insan karanlıklar içerisindedir ama bunun farkında değildir.

Olayları, gelişmeleri ve tümüyle dünyayı değerlendirirken bilimsel yöntemlerden faydalanmaz.

Hurafelere inanır, batıl inançlar içerisindedir.

Özgür değildir, başka kimselerin veya güçlerin empoze ettiklerini kendi düşüncesi sanır. Bu haliyle kendisine yabancılaşmıştır.

Öğretilmiş yanlışlıklar içerisindedir; bu yanlışları doğru sanır.

Küreselleşmiş neoliberal sitemin egemen gücü olan büyük sermayenin piyonu olmuştur.

Geniş halk kitlelerinin, emekçi sınıfların, üreten kesimlerin savunucusu olmaktan çıkar, rant peşinde koşanlara hizmet eder.

Milli devlet yönelik tehditleri algılayamaz ve bilerek veya bilmeyerek dış güçlere hizmet eder.

Milletini hor görür, yabancı hayranlığı içerisindedir.

Vatanını bölmek, milli birliğini bozmak isteyenlere karşı cephe alacağına, onlarla birlikte hareket eder.

Paranın siyasal, ekonomik güç olduğu bir toplumu benimsemişti; emekçilerin bu güce sahip olanlar tarafından ezilmesine, sömürülmesine ses çıkarmaz.  

Ülke içindeki toplumsal sorunların çözümü için emperyalist ülkelerden destek ve yardım bekler.

Tam bağımsızlık diye bir ilkesi, arzusu yoktur.

ATATÜRK İLERİCİYDİ

Atatürk tam anlamıyla ilericiydi, yukarıdaki yazdığım özelliklerin hepsine sahipti. Ne yazık ki, kendisini Atatürkçü diye tanıyan ve tanıtan çok büyük çoğunluğun Atatürk ile ilgisi yok. İlerici olmaktan vazgeçtim, tutucu bile değiller; gericiler.

Etrafımda gerici olduğunu bilmeden ilericilik taslayan çok sayıda insan var. Bunların bir kısmı da Akademik olarak üst düzeye çıkmış insanlar. Amerika’nın egemen sermayesinin yoğun propagandası onları sağlıklı biçimde akıl yürütemez hale getirmiş.  

Türkiye’nin en büyük sorunlarında birisi de işte bu kendisine yabancılaşmış insanlar. Ne olduklarını keşke bir an önce anlasalar.  

5 Ağustos 2021 Perşembe

AMAÇ YENİ BİR İKTİDAR

Amerika’nın yıllardır uyguladığı yöntemdir bu: Bir ülkeye egemen olmak isterse, ilk yaptığı şey mevcut iktidarı yıpratmak, ülkeyi seçime götürmek ve bu şekilde uzlaşacağı (!) bir yönetimi iktidar yapmak. Bunun için, ülke içinde kaos yaratır, ekonomik saldırılarda bulunur, terör örgütlerinden faydalanır ve iktidarı yıpratır ve seçim ortamı yaratır.

Bununla başaramazsa sıra darbelere ve askeri müdahalelere gelir. Geçmiş yıllarda bunun çok örneğini gördük.

15 Temmuz 2016’da darbe teşebbüsünde bulundular ama başaramadılar. Sıra sözüm ona demokratik yollarla yen bir iktidar oluşturmaya geldi.

Bunu söylerken olgulardan ve nesnel gerçeklerden hareket ediyoruz: Sıralayalım o olguları ve gerçekleri:

Amerikan devletinin önemli bir kurumu olan Rand Corporation, Amerika-Türkiye ortaklığının geleceği ile ilgili olarak, “Türkiye’nin Milliyetçi Rotası” (Turkey's Nationalist Course) başlıklı bir raporu 14 Şubat 2020 tarihinde yayınladı.

Rapor, bir yandan Türkiye’nin milliyetçi bir rota takip etmeye başladığını ve Amerika ve NATO’dan uzaklaştığını yazıp bu durumdan duyulan rahatsızlığı yazarken, diğer yandan da Amerika’nın ümidini üç muhalefet partisinin 2023’te iktidar olmasına bağladığını anlatıyor.

60 yılı aşkın bir süredir, Akdeniz bölgesinde ve Batı Asya’da Türkiye ve Amerika’nın stratejik ortak olduğu yazılarak başlayan raporun bir yerinde şöyle deniyor: “Önümüzdeki beş ila on yıl boyunca Erdoğan, MHP’li ortaklarının teşviki ile farklı derecelerde ABD ve diğer NATO müttefiklerinin çıkarlarına ters düşen iddialı dış politika ve savunma politikaları izleyecek gibi görünüyor. Türkiye’de bu dönemde uygun bir koalisyon ortaya çıkacak, Erdoğan ve AKP’yi 2023’ten sonra iktidardan ayıracak olursa, 2018 seçimlerinde NATO müttefikleri ve Avrupa Birliği ile ilişkileri canlandırmayı savunan siyasi programlar açıklayan önde gelen üç muhalefet partisinden daha uzlaşmacı bir yaklaşım beklenebilir.”

Rapordan Amerika’nın ümidini ‘önde gelen üç muhalefet partisi’ne (CHP, İP, HDP) bağladığı anlaşılıyor.

BIDEN’IN AMACI BİR İKTİDAR DEĞİŞİKLİĞİ

Biden, bu raporun yayınlanmasından kısa bir süre sonra bir televizyon programında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı hedef alan ve muhaliflere destek veren, Türkiye'deki iktidarı değiştirebilmenin yollunu anlatan skandal ifadeler kullandı.

Söyledikleri özetle şöyle: “Bence ona (Erdoğan'a) çok farklı bir yaklaşım uygulamalıyız. Muhalif liderleri desteklediğimizi açıkça göstermemiz lazım. Yani çok endişeliyim. Ama benim yaptığım gibi onlarla (muhalif liderlerle) doğrudan temasa geçip Erdoğan'ı yenecek duruma gelmeleri için hala var olan Türk liderliği unsurlarından daha fazla verim almalı ve onları güçlendirmeliyiz. Darbe ile değil, seçim süreci ile...”

Bunları sadece Biden sözleri olarak değerlendirmemek gerek; bu sözler Amerika’nın Türkiye ile ilgili tutumunu ve planlarını anlatıyor.

BIDEN’IN DOSTLARI HAREKETE GEÇTİ

Biden’ın “Erdoğan’ı darbe ile değil seçimle indireceğiz” sözü CHP, İP ve HDP’yi harekete geçirdi. Bu andan itibaren bu partilerin liderleri ve bu partileri destekleyen medya kuruluşları fitne, fesat, bozgunculuk kokan söylemlerini ve yayınlarını artırdılar ve sürekli olarak erken seçim isteklerini dile getirmeye başladılar.

Bir kısım gazeteler ve televizyonlar da erken seçim istekleriyle birlikte yalan yanlış haberlerle iktidarı yıpratmak için düzenledikleri kampanyaları hızlandırdı. Çok sayıda insan da bilerek veya bilmeyerek bu kampanyaları sosyal medya üzerinden yaymaya başladı.

AMERİKA ORMANLARIMIZA SALDIRDI

“Ormanlarımızı PKK yaktı” sözü eksiktir, doğrusu “ormanlarımızı Amerika yaktı” olmalıdır.

Amerika ormanlarımız yaktı çünkü üç amacı var:

Ekonomik: Ormanlarımızı ve diğer doğal değerlerimizi yok etmek, turizmi baltalamak, o bölgedeki üretim tesislerini tahrip etmek.

Psikolojik: Halkı dehşet ve korkuya sevk etmek ve toplumda güvensizlik ve karamsarlık duygusunu artırmak.

Siyasal: İktidar değişikliğini yapmak için erken seçim şartlarını oluşturmak.

Aslında, ilk iki hedeften beklenen de CHP, İP, HDP, SP ve diğer dostlarını iktidara taşımak…

ACİL OLARAK YAPILMASI GEREKENLER

Bu alçak saldırı cevapsız kalamaz. Türk milleti, saldırının boyutu ve biçimini göz önüne alarak cevabını en sert biçimde vermelidir. Görev, tüm milli güçlere düşmektedir.

Acil olarak şunlar yapılmalıdır:

Batı sistemi içine kalarak özgür olamayız, bağımsız olamayız, topraklarımızı, ormanlarımızı, denizlerimizi koruyamayız. Batı ile ilişkilerimiz arttıkça, bağımsızlığımızdan sürekli tavizler verdik. ‘Uyducu’luğa dönüşen Batıcı politikalar artık terk edilmelidir.

NATO’dan çıkılmalıdır. NATO’dan çıkmak da yetmez, Türkiye 1940’lı yıllarda girdiği Batı sisteminden kopup Asya’daki gerçek dostlarına yönelmelidir.

İncirlik ve Kürecik üsleri Amerikan askerlerine kapatılmalı, buradaki Amerikalılar kovulmalıdır.

Amerika’nın ve Amerikancı çevreleri yürüttüğü psikolojik savaşa karşı milli güçler topyekûn hücuma geçmelidir. Gaflet içine düşmüş vatandaşlarımız uyarılarak, bilgilendirilerek kazanılmalıdır

HDP kapatılmalıdır ve PKK bitirilmelidir. HDP/PKK destekçileri de en ağır şekilde cezalandırılmalıdır.

En kısa zamanda Suriye ile askeri, siyasi ve ekonomik iş birliği içine girilmelidir.

Amerikalıların Batı Asya’dan kovulması için tüm bölge ülkeleriyle birlikte hareket edilmelidir.

Kuzey Kıbrıs Türk Devleti’nin diğer ülkeler tarafından tanınması için Kırım ve Abhazya konusunda Rusya ile anlaşılmalıdır. Çin’in ve İran’ın KKTC’yi tanıması için gerekli temaslar artırılarak yapılmalı ve Kıbrıs’ın Çin’in ve İran’ın güvenliği için ne kadar önemli olduğu anlatılmalıdır.

Savunma sanayimizin gelişmesi için her türlü girişim hızlandırılmalı ve TSK’nın yabancı silahlara olan bağımlılığı azaltılmalıdır.

Batı’nın dayattığı adına ister liberalizm, isterseniz borçlanma ekonomisi deyin, sömürülmemize hizmet eden ve bizi borç batağına sürükleyen ekonomik programlardan vazgeçilmeli ve ‘Üretim Devrimi’ programı uygulanmaya başlanmalıdır.

Bütün bunları gerçekleştirmek için tüm milli güçler bir araya gelmeli ve üreticilerin milli hükumeti bir an önce kurulmalıdır.