27 Şubat 2018 Salı


TEHDİT, RİSK VE TEHLİKE

Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Sayın Soner Polat’ın kaynak yayınlarından çıkan “Türkiye İçin Jeopolitik Rota” isimli kitabında tehdit, potansiyel tehdit, risk ve tehlike kavramları çok güzel anlatılmış. Sayın Polat özetle şöyle anlatmış:
“A ülkesi B ülkesine yönelik kötü niyet besliyorsa ve bu kötü emellerini gerçekleştirebilecek bir askeri yeteneği varsa “tehdit”tir.

Kötü niyeti yok ama yeteneği varsa “potansiyel tehdit”tir.

Yeteneği yok, ancak kötü niyeti varsa, bu ülke “risk” teşkil eder.

Risk kapsamı içine alınmayacak küçük çaplı yıkıcı girişimler için ise “tehlike” kavramı kullanılır.

Bu kavramlar dikkate alındığında Amerika’nın başını çektiği Batı sisteminin Türkiye için ne büyük tehdit olduğu hemen anlaşılıyor. Batı’nın Türkiye üzerinde uzun yıllardan bu yana kötü emelleri var ve bu emellerini gerçekleştirecek askeri, siyasi ve ekonomik yeteneği var.

EN BÜYÜK TEHDİT: BATI SİSTEMİ

Türkiye için Batı risk değil, tehdittir.

Dönüp tarihe bir bakalım. Osmanlı devletini kim sömürdü, parçaladı, yıktı? Batı

Sevr’i dayatarak bizi kim Anadolu’nun ortasına hapsetmek istedi? Batı.

Biz bağımsızlık savaşını kime karşı verdik? Batı’ya karşı

Kıbrıs’tan Türkleri atarak bu adayı kim Yunanistan’a yani Batı sistemine bağlamak istedi ve istiyor? Batı.

Ege adalarının tamamını Yunanistan’a vermek için kim politik manevralar yapıyor? Batı.

Hangi sistemin ülkeleri soykırım yasalarını parlamentolarından geçiriyor? Batı.

Dayattıkları ekonomik programlarla bizi sömüren, milli ekonomimizin gelişmesini engelleyen kim? Batı.

Vatan topraklarını elimizden koparıp almak için eli kanlı bölücü örgütü PKK’yı besleyen, büyüten, silahlandıran kim? Batı.

Kürt sorununa siyasal çözüm bulun diye bizi zorlayıp, bölünmemiz için çabalar harcayan kim? Batı.

FETÖ denen örgütü kullanarak Türk Ordusunu tasfiye etmeye kalkan ve Türk aydınlarını ve vatanseverlerini hapislere atan kim? Batı.

Bizim topraklarımızın bir kısmını içine alacak şekilde kurulması planlanan, Kürdistan isimli ikinci İsrail devletinin gerçekleşmesi için Türkiye’de, Irak’ta, Suriye’de yüzbinlerce insanın ölümüne neden olan kim? Batı.

Yıllardır Türkiye’deki irticai faaliyetleri kim destekliyor? Batı.

Bu örnekleri artırmak mümkün. Bu kadarı bile Batı’nın Türkiye ve Batı Asya ülkeleri için ne büyük tehdit olduğunu gösteriyor.

BATI TEHDİTİNE KARŞI PARTİLERİN TUTUMU

Bu gerçekler ışığında Batı’nın Türkiye için risk ve tehlikenin ötesinde ne büyük bir tehdit olduğu apaçık görünüyor. Peki bu açık tehdide rağmen partilerin tutumu nedir?

AKP geçmişte çok büyük hatalar yaptı. PKK ile açılım yapmaya çalıştı. Öcalan ile birlikte Türk milletine anayasa yapmaya kalktı. Kendi ifadeleri ile FETÖ’ye ne istediyse verdi. Devlet içine FETÖ’nün yerleşmesine ve dal budak salmasına yardım etti. FETÖ ile birlikte TSK’ni tasfiye etmeye kalktı. Batı sisteminin bize önerdiği ekonomik programları uygulayarak Türkiye’yi borç batağına batırdı.  

Şimdi Türkiye Amerika’ya karşı vatan savaşı veriyor ama AKP iktidarı bu savaşı iyi ve etkili yönetemiyor. Suriye ile işbirliği içine giremiyor. İncirlik ve diğer Amerikan üs ve tesislerini Amerika’ya kapatamıyor. Toplumu birleştiremiyor. FETÖ’nün özellikle siyasi kanadını temizleyemiyor. AKP iktidarı ile Batı sisteminin açtığı yaralar onarılamaz.

CHP ise, hâlâ Batı’nın içimizdeki en büyük en hain örgütü DDP/PKK ile işbirliği yapacağını söylüyor. Açılıma dönülmesini istiyor. Vatan savaşını zaafa uğratacak söylemler ve eylemler içine giriyor. Ekonomik olarak Batı sisteminin en has adamı Kemal Derviş’ten medet umuyor, Türkiye’nin sömürülmesini kolaylaştıran liberal ekonomileri savunmaya devam ediyor.  

MHP ise AKP ile işbirliği yapmaya karar vererek onun yanlışlarına peşinen ortak oluyor. Amerika’ya karşı sert söylemleri var ama hâlâ Batı sisteminden çıkalım diyemiyor.

İYİ Parti ise programında Türkiye’nin savunmasının Batı ittifakı içinde mümkün olacağını yazmış. Batı bizi parçalamak istiyor; İYİP ise bu Batı ile işbirliği yapıp Türkiye’yi savunacağını sanıyor. Ekonomik programı ise tamamen Batı’nın bize dayattığı politikaları içeriyor.

Bu büyük tehdide karşı en tutarlı program, söylem ve eylemler Vatan Partisi’nde var. Vatan Partisi Vatan Bütünlüğü sağlanıncaya kadar Amerika ile ve onun piyonları ile savaşmayı, Batı’nın kötü emellerine karşı komşu ülkelerle işbirliğini, Batı’nın bize dayattığı borçlanma ekonomisinin terk edilmesini, üretim ekonomisine geçilmesini ve Atlantik Sistemi’nden çıkıp Avrasya Sistemi içinde yer alınmasını öneriyor.

En doğrusunu Vatan Partisi söylüyor, en doğrusunu Vatan Partisi yapıyor.

18 Şubat 2018 Pazar


SAVAŞIYORUZ, SAVAŞACAĞIZ

Bugünlerde iki büyük sorunla mücadele ediyoruz: Vatan bütünlüğünü ve ekonomik kriz. Öncelikli meselemiz vatan bütünlüğünün korunması ve ülkede huzur ve güven ortamının sağlanmasıdır.

Bunun için savaşıyoruz.  Karşımızdaki asıl güç, PKK ve DEAŞ gibi terör örgütleri değil, arkalarında dünyanın süper devleti var.

Türkiye Amerika ile savaşıyor. Amerikan namlularından çıkan kurşunlar Mehmetçiklerimizi şehit ediyor. Tanklarımızı, helikopterlerimizi Amerikan füzeleri vuruyor.

Bizi yıldıramazlar. Gelen şehit haberleri kalbimizi yaralar ama vatanımızı savunmada bize yılgınlık vermez. Yılmayacağız, son terörist, son Amerikan askeri bu bölgeden yok oluncaya kadar savaşa devem edeceğiz.

Vatan Partisi olarak Türk Ordusu’nun arkasındayız. Mehmetçik’e desteğimiz sonsuzdur. Ona güveniyoruz. Genel Kurmay Başkanı’ndan en kıdemsiz erine kadar kahramanlarımıza güveniyoruz.

Afrin’de savaşan Mustafa Kemal’in askerleridir. Türk Milletinin vatansever evlatlarıdır. Zafer onların olacaktır. Bunda asla şüphemiz yoktur.

Vatan için savaşıyoruz. Çünkü biliyoruz ki,

Vatan olmazsa devlet olmaz.

Vatan olmazsa, bağımsızlık olmaz.

Vatan olmazsa, egemenlik olmaz.

Vatan olmazsa, özgürlük olmaz.

Vatan olmazsa, şeref ve namus olmaz.

Vatan olmazsa Türk milletinin geleceği olmaz.


İÇ CEPHE ÖNEMLİ

Atatürk şöyle diyor:

’’ Asıl olan iç cephedir. Bu cephe, bütün memleketin ve bütün milletin vücuda getirdiği cephedir. Zahiri (görünen) cephe ise; doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silah cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilebilir. Fakat bu hal hiçbir vakit bir memleketi mahvedemez. Mühim olan, memleketi temelinden yıkan ve milletimizi esir ettiren, iç cephenin düşmesidir. Bu hakikati bizden iyi bilen düşmanlar, bu (iç) cephemizi yıkmak için asırlarca çalışmış ve çalışmaktadırlar.”  

Savaşa hayır demek iç cepheye saldırıdır.

Bu savaş Erdoğan’ı iktidarda tutmak için yapılıyor demek,

Ordumuz Suriye batağına saplandı demek, iç cepheye saldırıdır.

Bu bir saray savaşıdır demek, iç cepheye saldırıdır.

Gencecik evlatlarımız Afrin dağlarında boşuna ölüyor demek, iç cepheye saldırıdır.

Meslek odalarının ismindeki Türk ve Türkiye sözcüklerini kaldırmaya kalkmak, iç cepheye saldırıdır.

Millet ve Atatürk düşmanı bir akıl hastasını cumhurbaşkanının hastanede ziyaret etmesi iç cepheye saldırıdır.

SONUNA KADAR SAVAŞACAĞIZ

Bize savaşmayın diyorlar, barış hem de şimdi diyorlar. Biz de diyoruz ki, sonuna kadar savaşacağız.

Savaşmayın demek, Amerikan projelerine, yani ikinci İsrail devletine evet demektir.

Savaşmayın demek vatanımıza sahip çıkmayalım demektir.

Savaşmayın demek zulme teslim olun demektir.

Savaşmayın demek ülke varsın bölünsün demektir.

Savaşmayın demek, Diyarbakır’ı verelim demektir.

Savaşmayın demek, Amerika öldürsün, sömürsün demektir.

Savaşmayın demek, Türkiye Cumhuriyeti yıkılsın demektir.

Savaşacağız, vatanımızı koruyacağız ve Türkiye Cumhuriyeti’ni sonsuzluğa kadar yaşatacağız.

BARIŞ İSTEYENLERE SESLENİYORM

Barış isteyenlere sesleniyorum: Siz barış mı istiyorsunuz. Acele etmeyin barışı Türk Ordusu en kısa zamanda sağlayacaktır çünkü barış Mehmetçiğin süngüsünün ucundadır.

BİR İMZA DA SİZDEN OLSUN

2019 yılında cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak. Bu seçimde vatan savaşını yönetecek komutanı belirleyeceğiz. Sayın Erdoğan’ın bu savaşı iyi yönetemediği ortada.

Bu vatan savaşını en iyi yönetecek devlet ve siyaset adamı Sayın Doğu Perinçek’tir. Vatan Partisi 27 Ocak 2018 Tarihinde Ankara’da olağanüstü kurultay düzenledi ve bu kurultayda Sayın Doğu Perinçek’in partimizin cumhurbaşkanı adaylığı oy birliği ile belirlendi.

Adaylığın kesinleşmesi imza kampanyası başlattık. Bir imza da sizden olsun diyoruz.

16 Şubat 2018 Cuma


KALENİN İÇİNDE DÜŞMAN SAKLI

Amerika’nın, İsrail’in, İngiltere’nin ve tüm batılı ülkelerin büyük sermaye sahipleri tüm dünyaya sermayenin egemen olmasını isterler. Kendi hükümetlerini, ordularını, medyayı hep kontrol altında tutarlar. Bunu da başarırlar çünkü para bunlarda, güç bunlarda.

Bunlara ucuz işçi, ucuz hammadde, uygun pazar gerekir. Onun için diğer ülkelerden ve halklardan faydalanırlar. Gözleri paraya doymadığı için insanların yoksulluktan, açlıktan, hastalıktan ölmesine, sürünmesine, sürülmesine aldırmazlar. Onlar için bir damla petrol binlerce insanın kanından daha kıymetlidir.

Ne yazık ki, sömürmek istedikleri ülkelerde kendilerine hizmet edecek yardakçıları ve işbirlikçileri kolaylıkla bulurlar. Bunlar siyaset adamı olur, iş adamı olur, yazar olur; onlar için ne lazımsa o olur. Ülkelerin başına istedikleri yöneticileri getirirler, ülkenin istedikleri gibi yönetilmesini sağlarlar.

MİLLİ DEVLETLER BİRER KALEDİR

Mazlum milletler için ‘milli devletler’ onları bu zalimlerden koruyan birer kale gibidir. Bu nedenle emperyalist Batı, milli devletlere saldırıyor. Ekonomik, siyasi ve kültürel dayatmalarda bulunuyor. Yetmezse, askerlerini kullanıp ölüm kusuyor.

Başta Amerika olmak üzere emperyalist güçler isteklerini gerçekleştirmek için, milli devletleri parçalayıp, yutulabilir kolay lokma haline getirmeye çalışıyor. Bunun için gerekirse askeri yöntemlere baş vuruyor.
Amerika, Türkiye’ye, Irak’a, Suriye’ye, İran’a, Libya’ya bu nedenle saldırdı.

KALEYİ İÇERDEN DÜŞÜRMEK

Geçmiş yüzyıllarda insanlar düşman tehlikesine karşı kaleler inşa etmişler. Mallarını, canlarını, namuslarını yüksek surlar içinde korumaya almışlar. Bu surları aşmak zor olduğu için kaleyi işgal etmek isteyenler çeşitli hilelere başvurmuşlardır. “Truva Atı” efsanesini herkes tarafından çok iyi bilinir. Bu atın içine saklanan askerler Truva kentinin içine girerler ve kenti işgal ederler.

Günümüzde milli devletler geçmişteki kalelere benzer. Surların yerini sınırlar ve gümrükler almıştır. Milli devletler emperyalizmin sömürüsüne karşı halkların en önemli güvencesidir. Bunu iyi bilen Batı son yıllarda milli devletlere saldırısını artırmıştır.

AMERİKA’NIN İÇİMİZDEKİ ATLARI

Emperyalizmin milli devletleri bölmek için kullandığı yöntem akla Truva atını getiriyor. Ülke içinde oluşturulan Truva atlarının içi emperyalizmin hizmetçileri ile dolduruluyor ve devlet iç cepheden yıkılmaya çalışılıyor.

Türkiye’de de durum budur. İç cephe saldırı altındadır. Amerika’nın atlarının içi gafil ve hainler dolu durumda. Truva atlarının içine gizlenmiş bu hainler sürekli olarak saldırıyorlar. Hedeflerinde Türk vatanı, Cumhuriyeti’nin temel değerleri ve kazanımları var.

DEMOKRASİ ATI

Amerika’nın içimize yerleştirdiği en büyük at, “Demokrasi atı”. Bu atın içinde HDP var. HDP, sıkıştıkça bu atın içine girip gizleniyor, kendisini korumaya çalışıyor.

Türkiye Cumhuriyeti Amerika ve onun güdümündeki PKK/YPG ile savaşıyor. Bu savaşta 1 Mehmetçik şehit olmuş. PKK, aynı gün Türkiye Cumhuriyeti’nin başşehri Ankara’da HDP adı altında toplanmış, Afrin direnişçilerine saygılar, Apo’ya selamlar yolluyor. Rezaletten de öte tam bir ihanet.

HDP kongresinde yaşananlar bu parti için başlı başına kapatma sebebidir. Türkiye’deki Siyasi Partiler Kanununa göre Anayasa göre hangi kanuna isterseniz bakın. Hiçbir parti terör örgütü propagandası yapamaz, terör örgütü liderini kendi lideri olarak benimseyemez.

Anayasa’nın 68. Maddesi gayet açık, okuyalım bakalım:

“Siyasi partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez.”

HDP’nin ne olduğu belli, yasalar belli ama HDP kapatılsın denince bu hainler hemen demokrasilerde parti kapatılamaz deyip Amerika’nın “Demokrasi” atı içine kaçıyorlar.

CEMAAT ATI

Amerika’nın FETÖ denilen uşakları ise yıllarca “Cemaat” atının içine saklandı. Bunlar, TSK’ni tasfiye etmeye kalktı, vatansever aydınları, siyasetçileri tutukladı ama vatansever Türk halkı onların nihai emellerine ulaşmasına izin vermedi.

15 Temmuz gecesi bu atın içindeki hainler attan çıkıp da Türkiye’yi işgal etmeye kalkınca, TSK, emniyet güçleri, vatansever hakimler, savcılar ve milletimiz tarafından gereği yapıldı. Hainler tutuklandı, Cemaat atı da parçalanıp bir kenara atıldı.

EŞİT YURTTAŞLIK ATI

Amerika’nın içimizdeki atlarından birisi de “Eşit Vatandaşlık” atı.

HDP kongresinde asılan panoda şu yazılı: “Eşit Yurttaşlık, Ortak Vatan”

CHP’nin son kurultay bildirisinde şu ifade vardı: “Kürt sorunu dâhil bütün toplumsal sorunlarımızı, eşit yurttaşlık temelinde, ulusal bütünlük ve toplumsal uzlaşı ile çözeceğiz.”

Amerika’nın bu atına binenlerden birisi de İyi Parti. Programında şöyle yazıyor: “Partimizin Doğu Güneydoğu sorununa ilişkin öncelikle tüm ülkede eşit vatandaşlık zeminine oturan sağlam bir demokrasi ve özgürlük ortamını geliştirecektir.”

Anayasamızda zaten eşit vatandaşlık ilkesi var. O halde Amerika’nın “Eşit Vatandaşlık” atı içinde gizlenenler ne istiyor acaba? Bunların arzusu Türk ve Kürt federasyonları arasındaki eşitlik olsa gerek.

Türk Milleti bu oyunu bozacak ve Amerikan atlarının içine gizlenen gafil ve hainlerin Türkiye Cumhuriyeti’ni içerden yıkmasına izin vermeyecektir.


14 Şubat 2018 Çarşamba


EŞİT YURTTAŞLIK=FEDERASYON

1984 yılından bu yana bir büyük mücadele veriyoruz. Amerika’nın başını çektiği emperyalist güçler ülkemizi bölsün diye silahlandırdığı, eğittiği, desteklediği PKK isimli terörsit örgütün eylemleri canımız yetti artık. O günden bugüne 40 000 civarında insan hayatını kaybetti. Kentler, köyler viraneye döndü.

İktidarların gaflet içindeki davranışları bu örgütü şımarttı, büyüttü. 24 Temmuz 2015 tarihinde Türkiye artık savunmayı bıraktı, hücuma geçti. Ordumuz bir vatan savaşı başlattı. Afrin harekâtı da bu savaşın bir parçasıdır. Bu savaşın amacı vatan bütünlüğünün ve milli birliğin sağlanmasıdır.

İTİLAF PARTİLERİ

Her terörist hareketin arakasında bir siyasi amaç vardır. PKK’nın da amacı Türkiye’yi bölmek. Çarenin de bu gerçek dikkate alınarak aranması lazım. Lazım ama CHP ve İYİ Parti çareyi “eşit vatandaşlık” da bulmuşlar.  

İyi Parti bu sorunun adını “Doğu- Güneydoğu” sorunu koymuş. Bu sorunu da şöyle çözeceklermiş:

“Partimizin Doğu Güneydoğu sorununa ilişkin öncelikle tüm ülkede eşit vatandaşlık zeminine oturan sağlam bir demokrasi ve özgürlük ortamını geliştirecektir. Çıkış noktamız demokrasi, bireysel hak ve özgürlük taleplerinin karşılanması, demokrasinin tabana yayılması, ülkenin ve bölgenin ekonomik kalkınmasının sağlanması, bölgeler arası gelişmişlik farkının kapatılması ve refah toplumunun yaratılmasıdır.”

Gelelim CHP’ye: CHP, Cumartesi günü topladığı Parti Meclisi (PM) kararlarını bir bildiriyle açıklamıştı. Bildiride, “Kürt sorunu dâhil bütün toplumsal sorunlarımızı, eşit yurttaşlık temelinde, ulusal bütünlük ve toplumsal uzlaşı ile çözeceğiz” maddesi yer aldı.

Bu da CHP’nin kendi internet sitesinden alınan bir pasaj:

“Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları standartlarını geliştirecek, Kürt sorununun yasal boyutlarını çözecek, tam demokrasi ve eşit vatandaşlık yolunda ciddi ilerleme kaydedilmesini sağlayacak yasal adımların vakit geçirilmeden atılması.”

Geçenlerde HDP’nin ihanet kokan kongresi Ankara’da yapıldı. Orada bir pankart vardı. Pankartın bir yanında Apo’nun fotoğrafı, diğer yanda ise şu ibare vardı:

“Eşit yurttaşlık, Ortak Vatan”

Oldu sana eşit yurttaşlık üzende anlaşan üç parti: CHP, İyi Parti ve HDP.

Birinci Cihan Harbi öncesi İngiltere, Fransa ve Çarlık Rusya’sı da Osmanlı devletini parçalamak için anlaşmışlardı. Bu anlaşmadan dolayı bunlara “İtilaf (anlaşmış) Devletleri” deniyordu.

CHP, İyi Parti ve HDP de eşit yurttaşlık da anlaştıklarına göre bunlara da “İtilaf Partileri” demek gerek.

EŞİT YURTTAŞLIK ZATEN ANAYASADA VAR

Anayasamızda zaten eşitlik ilkesi var.

Madde 10 – Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.

Anayasa da bu madde varken bu itilaf partileri nasıl bir eşit yurttaşlık istiyorlar?

Biz anlatalım: Doğu ve Güneydoğu’da bir Kürt federasyonu, geri kalan kısımda da Türk federasyonu olacak. Türkiye devleti de bu iki federasyonun eşit katılımı ile yeniden kurulacak.

Anayasa’nın bu maddesi varken bundan başka nasıl bir hukuki düzenleme getirilecek de eşit yurttaşlık sağlanacak? Yukarda anlattığımız gibi.

ÇARE TEŞHİSİ DE İÇERİYOR

İtilaf partilerinin buldukları bu çare de gösteriyor ki, bunlara göre “Kürt sorunu”, “Doğu-Güneydoğu sorunu” dedikleri meselenin kaynağı eşit yurttaşlık olmamasıdır.

Bu teşhiste emperyalizmin Türkiye’yi bölme planı yok. Amerika’nın terör örgütlerini örgütlediği, üzerimiz saldırttığı, batılı güçlerin Sevr’i BOP adı altında hortlatmaya çalıştığı gerçeği yok.

Teşhis yanlış olunca çare de yanlış olur.

HDP’yi anlıyoruz, o zaten Amerika güdümünde bölücü bir parti; peki köklerinin Kuvayı Milliye olduğunu beyan eden CHP’ye ve milliyetçi bir parti olduğunu beyan eden İyi Parti’ye ne demeli?

Bu itilaf (anlaşma) sanırım cumhurbaşkanlığı seçimlerine de yansıyacak. Bu millet yıllardır ülkeyi kötü yöneten AKP’ye de bu tilaf partilerine de mahkum olamaz, olmamalı. Bu bakımdan Vatan Partisi genel Başkanı Doğu Perinçek’in aday olması son derece önelidir.

12 Şubat 2018 Pazartesi


İHANET ANKARA’YA ULAŞTI

Türkiye Cumhuriyeti Amerika ve onun güdümündeki PKK/YPG ile savaşıyor. Bu savaşta 11 Mehmetçik şehit olmuş. Aynı gün PKK Türkiye Cumhuriyeti’nin başşehri Ankara’da HDP adı altında toplanmış, Afrin direnişçilerine saygılar, Apo’ya selamlar yolluyor. Rezaletten de öte tam bir ihanet.

Ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin başkanından, başbakanından, iç işleri bakanından, valisinden bir tepki yok. Yaptıkları sadece PKK’lıarın güvenliğini sağlamak. Güvenliğini sağlıyorlar ki, devlete millete rahat rahat küfretsinler.

İktidardaki AKP böyle de muhalefetteki CHP ve İP (İyi) nasıl?

CHP HDP’YE İYİCE YAKLAŞTI

Öcalan resminin gölgesinde PKK marşı söyleniyor, saygı duruşu yapılıyor, PKK’ya destek mesajları yayınlanıyor. Ve bütün bunlar olurken CHP milletvekilleri Engin Altay, Bülent Tezcan ve Kılıçdaroğlu’nun PM adayı Onur Akın orada. Saygı duruşunu da ihmal etmiyorlar.

Geçenlerde yapılan CHP kurultayında Atatürkçülükten, Kuvayı Milliye’nin devamı olmaktan söz edenler bugün PKK ile yan yana.

Ayıptır be! Bari Atatürkçüyüm demeyin, Kuvayı Milliye’nin devamıyız demeyin.

Atatürk olsaydı 11 şehidin geldiği gün Mehmetçik katilleri Ankara’da böyle bir ihanet kongresi yapabilir miydi?

İYİ PARTİ HDP’Yİ KAPATILSIN DİYEMİYOR

Milliyetçiliği kimseye bırakmayan İP yetkililerinden ise bugüne kadar HDP kapatılsın diye bir tepki duymadık. HDP’yi PKK’nın uzantısı olarak gördükleri de yok.

Geçenlerde Sayın Akşener’e cumhurbaşkanlığı seçiminde HDP ile ittifak yapacak mısınız diye soruyorlar; cevap oldukça dikkat çekici.  Eşinin Rizeli olduğunu dolayısıyla Rizelileri iyi tanıdığını Erdoğan’ın bu seçimlerde HDP ile ortaklık yapacağını söylüyor. İddiaya girmeye hazır olduğunu ilave ediyor.

Gerçek bir milliyetçinin bu soruya cevabı şöyle olmalıydı: “İyi Parti asla PKK’nın siyasal uzantısı olan bir parti ile ortak hareket etmez. Bu parti ihanet içindedir ve hemen kapatılması gerekir. Bu konuda savcıları ve hükumeti göreve davet ediyorum.”

Böyle bir cevaptan vazgeçtik, “hayır ortaklık filan yapmayacağız” bile diyemiyor. Erdoğan yapacak diyor ve böylece HDP’yi yasal bir parti olarak gördüğünü ifade etmiş oluyor.

HDP KAPATILMALIDIR DİYEN TEK PARTİ: VATAN PARTİSİ

Vatan Partisi daha önce HDP kapatılsın diye bir kampanya başlatmıştı. Dün kongre rezaletinden sonra Vatan Partisi Genel Sekreteri Utku Reyhan bir açıklama yaptı ve Vatan Partisi’nin görüşünü bir kere daha tekrarladı:

“Bugün HDP kongresinde yaşananlar bu parti için başlı başına kapatma sebebidir. Türkiye’deki Siyasi Partiler Kanununa göre Anayasa göre hangi kanuna isterseniz bakın. Hiçbir parti terör örgütü propagandası yapamaz, terör örgütü liderini kendi lideri olarak benimsemez.

Vatan Partisi yıllar öncesinde HDP’nin kapatılmasıyla ilgili gerekli delilleri Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na vermişti. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bu yeni delilleri, bugün HDP kongresinde yaşananları da ekleyerek HDP’nin kapatılmasıyla ilgili dava açmak zorundadır. Hukukun kanunun gereği budur.

Eğer Ankara’da İçişleri Bakanı ve Vali bu duruma rağmen kongreyi iptal etmedilerse görevlerini tam olarak yapmamışlar demektir.

 Mehmetçiğimizin acısı yüreğimizdeyken, askerimiz can siperane PYD/PKK’ya karşı Afrin’de savaşırken, Afrin’deki teröristlere selam gönderilmesini devlet izleyemez. Büyük bir hata yapılmıştır. Bu hatanın telafisi için HDP’ye derhal kapatma davası açılmalıdır.

HDP bugünkü kongresinde terör örgütüne bağlı olduğunu, terör örgütü liderini lider olarak benimsediğini hem Genel Başkan adayıyla hem de Kongre Divan Başkanının gönderdiği selamlarla, hem de delegelerin attığı teröre destek sloganlarıyla bir kez daha göstermiştir.”

10 Şubat 2018 Cumartesi


ERDOĞAN YÖNETEMİYOR

Türkiye bir vatan savaşı veriyor ama ne yazık ki, Sayın Erdoğan bu savaşı Türkiye’nin hızlı ve az kayıpla kazanmasını sağlayacak bir cumhurbaşkanlığı yapamıyor. Neden böyle diyorum derseniz, cevabını yazmadan önce gazetelerde çıkan şu haberleri ve bilgileri alt alta koyup okuyalım:

“Suriye'nin Fırat'ın doğusunda terör örgütü PYD kampını vurması büyük önem taşıyor. 21'inci Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı Cahit Armağan Dilek'e göre, Suriye'nin operasyonu Ankara ile Şam arasında işbirliği kanalı açabilir. Operasyonda Amerika'nın Suriye'ye sert karşılık verdiğini belirten Dilek "Washington, Ankara'ya Fırat'ın doğusuna gelirsen sana da tepkim sert olur mesajı verdi" dedi”
“Kremlin Sözcüsü Dmitry Peskov, İran, Rusya ve Türkiye liderlerinin Suriye konusunda yeniden bir zirve düzenleme olasılığına işaret etti.”

“ABD’nin demokratik Suriye güçleri kılıfıyla koruduğu bu PKK karargahının vurulmasının ardından bu kez ABD uçakları Suriye ordusuna saldırdı. Rusya bu gelişmeyi, ABD’nin meşru bir ülkeye karşı açık saldırısı olarak tanımlarken, Amerikan ordusunun Afrin’de provokasyon peşinde olduğunu duyurdu.”

“Rusya, 3 Şubat’ta İdlib’de Su-25 tipi savaş uçağının Amerikan MANPAD füzesi ile düşürülmesinden sonra, bu tarz saldırılara karşı Afrin ve İdlib hava sahasını kapsayacak şekilde yeni bir elektronik hava savunma sistemi kurma kararı almıştı.
Rusya Dışişleri Bakanlığı, ABD ve YPG’nin Deyr ez Zor yakınlarında Esed rejimi yanlısı güçlerle çatışmasını eleştirdi. Açıklamada, "Son olaylar ABD'nin, Suriye'deki yasa dışı varlığını sürmesinin sebebinin IŞİD'le mücadele etmek değil, sadece Suriye'ye ait olan ekonomik varlıkları ele geçirip elinde tutmak olduğunu bir defa daha gösterdi" ifadelerine yer verildi.”

“İki ABD’li generalin Menbiç’te, Türkiye’nin desteklediği Özgür Suriye Ordusu siperlerine karşı nöbet tutan YPG militanlarının yanına giderek buradan bayrak göstermeleri, kuşkusuz üstlerinin onayı olmadan yapılan bir hareket değil. Önem taşıyan nokta, Ankara’dan gelen Menbiç mesajlarının ardından ABD’li komutanların verdikleri karşılığın gerilimi daha da yukarı çekecek nitelikte olmasıdır. Örneğin Tümgeneral Jerard, “Eğer bize vurursanız, biz de agresif bir şekilde karşılık veririz. Kendimizi koruyacağız” şeklinde konuşuyor.”

“Suriye ordusu, sınır ihlali yapan İsrail savaş uçağını düşürdü. İsrail buna karşılık Suriye ve İran'a ait 12 askeri noktayı vurduğunu iddia etti.”

İKİ TARAF VAR

Bütün bunlardan çıkan net bir sonuç var: Biz Amerika ve onun güdümündeki terör grupları ile savaşıyoruz. Bizimle birlikte Suriye de savaşıyor. Rusya ve İran da Suriye’nin yanında yer alıyor.  

İki cephe oluşmuş durumda: 1. Türkiye, Rusya, Suriye, İran; buna Irak merkezi yönetimi de katabiliriz. 2. Amerika, İsrail, DEAŞ, PKK, YPG, PYD ve Barzani güçleri.

Bu savaşın nedeni ise Amerika ve İsrail’in Türkiye, Suriye, İran ve Irak’ı bölme ve kukla bir devlet kurmak istemesi.

“YA İŞBİRLİĞİ YAP YA DA İSTİFA ET”

Hal böyle olunca Türkiye’nin özellikle hangi devletle işbirliği yapması lazım? Cevabı biz verelim: Suriye. Peki Sayın Erdoğan ne diyor? Cevap gazetelerde var:

“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda 45. Muhtarlar toplantısında konuştu. Erdoğan, burada yaptığı konuşmada Suriye Devlet Başkanı Esad için, ‘1 milyon vatandaşını öldüren katille neyi konuşacağız?’ dedi.”

Sayın Erdoğan katillerle konuşmayacaksa ve işbirliği yapmayacaksa Amerikalılarla görüşmesin. Esas katil Amerika ve İsrail’dir. Katillere tepki gösterecekse, önce İncirlik’i Amerikan uçaklarına kapatsın. Diyarbakır’daki Amerikan askerlerini yurt dışına çıkarsın. Kürecik üssünü kapatsın.

Suriye ile görüşmenin ötesinde işbirliği yapmak şart ama Sayın Erdoğan buna bir türlü yanaşmıyor. O zaman Vatan Partisi Genel Başkanı Sayın Perinçek’in şu sözü akla geliyor: “Ya Suriye ile işbirliği yap ya da istifa et.”

Suriye ile işbirliği yapmamanın bedelini bu millete ödetmeye Sayın Erdoğan’ın hakkı yoktur.

7 Şubat 2018 Çarşamba


DEVLET AKLI GEREK

Devlet adamında öncelikle devlet akılı olması gerek. Bir yöneticide devlet aklı olmayınca ya sürekli kandırılır ya da sürekli yanlışlıklar yapar. Örnek karşımızda: Sayın Recep Tayyip Erdoğan.

Kanıta gerek yok; kendi ifadesi ile birçok kez kandırıldığını anlıyoruz.

Sayın Erdoğan öncelikle Amerika’ya kandı. Açılım yaparsa ve Abdullah Öcalan ile görüşürse terör sorununa çare bulacağım sandı. Yanıldığını anladı ama bu süreç içinde PKK büyüdü, kentleri işgal etti, yöre halkını haraca bağladı.

Hatadan dönüp de PKK’nın üzerine gidince gerçek gün ışığına çıktı. PKK’nın açtığı hendekler büyük bir mücadele sonucu kapatıldı, örgüt kentlerden kovuldu ama onlarca Mehmetçik ve polisimiz şehit düştü.

Gene Amerika’ya kanıp bölge ülkelerine düşman oldu. Suriye ile aramız açıldı. Esat’ı Suriye’nin yönetiminden kolaylıkla uzaklaştıracağız sandı. Yüzbinlerce insan öldü, perişan oldu. PKK Suriye’nin kuzeyine yerleşti. Şimdi de temizlemeye çalışıyoruz.

Amerika’nın piyonu FETO’ya kandı. Ne isterse verdi, elemanlarını devlet içine yerleştirdi. 15 Temmuz gecesi FETO yani Amerika az daha Türkiye’yi işgal ediyordu.

Devlet aklı olan birisi bütün bunlardan ders çıkarır. Son iki olay gösterdi ki Sayın Erdoğan yanılmaya devam ediyor.

ESAT KATİLMİŞ! GÖRÜŞÜLEMEZMİŞ!

Türk ordusu Suriye’nin kuzeyinde görünürde teröristlerle ama esas olarak Amerika ile savaşıyor. Amaç, Türkiye’nin ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak.

Suriye ile düşmanımız ortak, dostumuz ortak. Buna rağmen sayın Erdoğan Esat ile görüşmeye ve Suriye ile işbirliğine razı olmuyor. İşbirliği gerekir diyenlere de kızıyor. Esat’ı kastederek  bir milyon insanın katili ile görüşülmez diyor.

Türkiye’nin amacına ulaşması için Suriye ile birlikte hareket etmesi hayati öneme haiz. Devlet aklı ile hareket edilse bu işbirliği gerçekleşecek ama Sayın Erdoğan buna yanaşmıyor.

Esat katil filan değil, ülkesini ve halkını emperyalistlere karşı koruyor. Esas katil Amerika. Sayın Erdoğan katillerle görüşmek istemiyorsa önce Amerika’ya karşı tavır alsın. Görüşmeyi kessin. İncirlik ve diğer tesisleri Amerika’nın kullanımına kapatsın.

TÜRK VE TÜRKİYE SÖZCÜĞÜNÜ KİMSE KALDIRAMAZ

TTB Merkez Konsey’inin son davranışını tasvip etmeye imkân yok. Zaten çok da büyük tepki aldı. Sayın Erdoğan’ın da tepki vermesi gayet normal ama şu habere ne denir?

“Erdoğan, Türk Tabipler Birliği ve Barolar Birliği'nden 'Türk' ifadesinin çıkarılması gerektiğini savundu. Erdoğan, Türk Tabipler Birliği'nin başındaki 'Türk' ifadesi zaten Bakanlar Kurulu kararıdır. Bir defa onun oradan hemen, süratle çıkarılması lazım" dedi.”

Bu davranışı devlet aklı ile açıklamak mümkün değil.  Bir kere ‘Türk’ ve ‘Türkiye’ sözcüğü bu kurumlara bakanlar kurumu kararı ile verilmiş değil. Bunlar yarı resmî kurumlardır ve kanun ile kurulurmuştur. Bakanlar kurulu kararı ile değişiklik yapamazsınız.

Erdoğan’ın bu sözlerine hem Cumhuriyetçi Hekimler Grubundan hem de TBB ve onun başkanı Sayın Metin Feyzioğlu’ndan sert tepki geldi.

TTB ise ‘Türk’ sözcüğünün kaldırılacak olmasından memnun ki hiç tepki vermedi.

Cumhuriyetçi Hekimler Grubu’nun bildirisi şöyle:

"Cumhurbaşkanı'nın yaptığı talihsiz açıklamayı üzüntüyle öğrendik.

Mevcut Türk Tabipler Birliği (TTB) yönetimi, vatan bütünlüğünü korumak üzere Türkiye Cumhuriyeti Ordusunun Afrin’de başlattığı harekata karşı yayınladığı bildiri ile geniş kamuoyu ve hekimlerin ezici çoğunluğunda derin bir infiale yol açmıştır. Hak ettiği büyüklükte de tepki almıştır. Mevcut TTB yönetiminin kaynağı olduğu krizin nedeni, mevcut yönetimin Türk milletine yeterli düzeyde yakınlık duymamasından ve ABD emperyalizminin psikolojik savaş aleti haline gelmesinden kaynaklanmaktadır.

Milletin, mevcut TTB yönetimine duyduğu haklı tepkisini suiistimal ederek, kökleri Çanakkale ve İstiklal savaşlarında olan; Anayasamızın 135. maddesine dayanarak kurulmuş, kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütümüzün bu vasfını ortadan kaldırmayı ima eden söylemlerde bulunmak, Türk milletinin adını Birliği’mizden silmeye kalkmak, samimiyetsiz, fırsatçı ve beyhude bir girişimdir.

Türk milletinin adını Anayasa'dan çıkarma gibi artık tarihin çöplüğüne atılmış hevesleri hatırlatmaktadır.”

Sayın Erdoğan’ın TBB’ni ve başkanını milli olmakla suçlaması ise asla kabul edilemez. Hatta diyebiliriz ki Sayın Feyzioğlu Sayın Erdoğan’dan daha milli davranışlar sergilemektedir.   

4 Şubat 2018 Pazar

BARIŞ MEHMETÇİĞİN SÜNGÜSÜNÜN UCUNDADIR

Onlar Ortadoğu diyor ama biz Batı Asya diyelim ve buna Kuzey Afrika’yı da katalım ve manzaraya bakalım:

1991 yılında Amerika’nın ilk Körfez müdahalesi ile başlayan insanlık dramı.

Ölen milyonlarca insan. Bombalarla, füzelerle, kurşunlarla ölenlere kaçarken denizde boğulanlar ekleniyor. Sayı her an kabarıyor.

Kentler yıkılıyor, tarih yok oluyor.

Açlık, ayrılık, kimsesizlik, anne, baba, çocuk hasreti, yoksulluk ve sefalet.

Namusunu ırzını koruyamayan gençler, çocuklar; pazara sürülmüş kadınlar.

Topraklar teröristlerin elinde, teröristler Amerika ve İsrail’in kucağında.

Bütün bu ölümler, zulüm ya Amerikalılarca yapılıyor ya da Amerikan silahlarının gölgesinde.

DEMOKRASİNİN BEDELİ!

Bütün bunların nedeni ise, adına BOP denilen, Amerika’nın bu bölgedeki 22 ülkenin sınırlarını ve yöneticilerini değiştirme planı. Bu proje ile güya bölge ülkelerine demokrasi, insan hakları ve barış gelecekmiş.

Amerika’nın getirmek istediği demokrasinin (!) bedelini insanlar canları ile, malları ile hayatları ile ödüyor. Bu bedelin karşılığı 3 milyon ölüm. Bu rakamdan daha fazla evinden, yurdundan ayrılmak zorunda kalmış insanlar.

Amerika’nın bu projesinin bedelini çocuklar da ödüyor. Küçücük vücutları bombalarla parçalanıyor. Yıkılan evlerinin altında kalıyor. Aileleri yok oluyor. Eğitimden mahrum, sağlıklı yaşam koşullarından mahrum, anne ve babadan mahrum yaşıyorlar.

Barut kokuları içinde doğuyorlar, barut kokuları ve kan içinde ölüyorlar.

AMERİKAN SİLAHLARININ GÖLGESİNDE BARIŞ OLMAZ

Tekrar yazıyorum: Bütün bu felaketler Amerikan silahlarının gölgesinde oluyor. Silahlar bazen Amerikalı askerlerin elinde bazen de Amerika ve İsrail’in desteklediği ve eğittiği teröristlerin elinde.

Bütün bunların kararını Amerika halkı vermiyor. Karar, Amerika’nın zenginlerinin de zenginlerinin kararı. Derin devlet dedikleri de zaten büyük sermayenin devlet içindeki gücü.

Bu bölgede İsrail de var ama oradaki çocuklar mutlu. Ölmüyorlar, zulme uğramıyorlar. Sabah annelerine, babalarına sarılıp vedalaşarak okullarına rahatlıkla gidiyorlar. Onlar güvende ve onlar daha da güvende olması için diğer ülkelerin çocuklar ölüyor veya annesiz, babasız kalıyor.

Amerika’nın müdahalesinin esas sebeplerinden birisi de İsrail’in güvenliğini sağlamak. İsrail güvende olsun, İsrailli çocuklar mutlu olsun, diğer çocuklar önemli değil.

SAVAŞMAYALIM DA ZULME TESLİM Mİ OLALIM?

Birileri de çıkmış savaşa insani değildir, savaşmayın diyor. Hem de kime diyor? Amerika’ya değil, Amerika’nın piyonlarına, teröristlere değil; Türk milletini ve bölgenin mazlum halklarını bu beladan ve zulümden kurtarmak için savaşan Türk askerine diyor.

Savaşmayın demek, bu zulme razı olun demek.

Savaşmayın demek, bırakın Amerika sizi öldürsün, sizi sömürsün demek.

Savaşmayın demek terör örgütleri bu bölgeye hâkim olsun, halkı canından, malından etsin demek.

Savaşmayın demek, egemenliğinizden vaz geçin demek.

Savaşmayın demek, vatanınıza sahip çıkmayın demek.

Savaşmayın demek, emperyalizme teslim olun demek.

Türk milleti kararlıdır vatanına ve egemenliğine sahip çıkacaktır. Zulüm, göz yaşı, kan, sömürü ülkede ve bu bölgede son bulacaktır.Savaş bize dostluk, kardeşlik, huzur ve güven getirecektir.


Barış mı istiyorsunuz? O halde Mehmetçiğin savaşını destekleyin. Barış Mehmetçiğin süngüsünün ucundadır.

1 Şubat 2018 Perşembe

CHP’NİN Y-CHP’YE DÖNÜŞÜMÜ

Bu hafta sonu CHP’nin seçimli kurultayı yapılacak. Bu seçimde Kılıçdaroğlu’nun kazanması muhakkak gibi. Aday olacağını açıklayan Ümit Kocasakal’ın yeterli destek bulup aday olabileceği ise şüpheli.

Geriye dönüp CHP’nin nasıl YCHP’liştiğine ve Kılıçdaroğlu’nun nasıl genel başkan olduğuna bakalım.

Bu konuda Sayın Turan Özlü’nün Kaynak Yayınlarında çıkan Y-CHP isimli kitabından alıntılar yapalım.

Turan Özlü’nün tespitleri şöyle:

“Yeni CHP (Y-CHP) için düğmeye daha 2008’de basıldı. Amerikan-İsveç merkezli Silkroad Enstitüsü’nün Ekim 2008 tarihli raporunda, “Deniz Baykal’ın CHP’den istifaya ikna edileceği, Kemal Kılıçdaroğlu’yla yer değiştireceği” yazılmıştı. Raporda “CHP’nin bu şekilde Avrupa merkezli bir sosyal demokrat parti olarak ortaya çıkacağı” söyleniyordu.

Yazıldığı gibi oldu, Baykal “istifaya ikna edildi”.

Onur Öymen bu rapordan 2009 yılında haberdar oldu. Raporun hazırlayıcıları arasında yer alan Svante E. Cornell, Öymen’i ziyaret etti ve raporu kendisine verdi. Baykal, bu rapordan başka gelişmelerden hareketle kendi yerine “daha uzlaşmacı” bir isim için çoktan karar verildiğini biliyordu.

Öymen bu konuda şöyle diyordu:


“ABD’nin istediği birçok projenin gerçekleşmesine o zaman CHP yönetimi engel olmuştu. Başta 1 Mart tezkeresi, Dubai Antlaşması, 2005 tarihli Kıbrıs Antlaşması, Kürt Açılımı, Patrikhane’nin talepleri… CHP karşı çıktı ve sonucu etkileyecek bir varlık gösterdi.”

Öymen tertibin ABD’yle bağlantısını şu sözlerle açıkladı:

“Baykal’ı ABD’ye davet etmişlerdi. Biz Obama’yla görüşmesini istediğimizi söyledik. ABD tarafı bizde adet değildir’ dediler. Bakalım edelim derken kaset skandalı patladı.”

Baykal’a komplonun parmak izleri Stephan Larrabee’nin RAND raporunda yazdıklarında açıkça görülmektedir… İşte Larrabee’nin yazdıkları:

“CHP geleneksel olarak en batı ve Amerikan yanlısı partilerden birisidir. Ancak parti 2003 yılından bu yana (1 Mart Tezkeresi kastediliyor) giderek bir boyutta, daha millici ve Amerikan karşıtı bir duruş benimsedi. CHP, Türkiye’nin AB’ye üyeliği davasına öncülük etmek yerine, AB’ye en şiddetli eleştirileri yapar hale gelmiştir.”

Larrabee raporda, hükmünü de açıklıyor:

“CHP’de acilen bir siyasi gençleşmeye ve üst yönetimde değişikliğe gereksinim vardır.”

“…Baykal’a komplo ve sonrasında eski Ankara Büyükelçisi Edelman’ın değerlendirmesi de ABD’nin resmi tavrını ortaya koyuyordu:

“CHP’deki değişimden çok mutluyuz.”

Sayın Turan Özlü daha pek çok şey yazıyor ama şimdilik bu kadarını aktaralım.

DEĞİŞİMİN YOLU AÇILDI

Kaset komplosu sonucu ABD’nin isteği yerine gelmiş, CHP “daha millici ve Amerikan karşıtı” olma özelliğini yitirmeye başlamıştı. Kılıçdaroğlu verilen görevi bugüne kadar başarı ile yürüttü ve CHP’yi Y-CHP haline getirdi.

Y-CHP’nin artık Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinin devamı olan Cumhuriyet Halk Fırkası ile ilgisi kalmadı. Atatürk’ün temel siyasetlerinden de yavaş yavaş uzaklaşılmaya başlandı. Kılıçdaroğlu da bunu “CHP artık 1930’ların CHP’si değildir” diye itiraf etti.

DEĞİŞİM NE GETİRDİ?

Y-CHP aslından o kadar uzaklaştı ki,

Atatürk Tunceli’de soykırım yapmakla suçlandı ve halk ve Cumhuriyet düşmanı Seyit Rıza’ya övgüler düzüldü;

Türk milleti Ermenilere karşı soykırım yapmakla suçlandı;

Türkiye’yi bölmek için Amerika tarafından desteklenen PKK/HDP ile işbirliğine gidildi. HDP’nin meclise girmesi için çabalar sarf edildi;

“Adalet yürüyüşü” yapılarak Amerikancı FETO ve PKK mensuplarının hapisten kurtarılmasına çalışıldı;

Amerika’nın ve diğer gelişmiş ülkelerin diğer ülkeleri sömürmek için uygulamaya koydukları neoliberal ekonomik programlar savunuldu ve ekonominin Amerikancı  Kemal Derviş’e teslim edileceği vurgulandı.  

Atatürk’ün ısrarla savunduğu “Milli Siyaset” yerine Amerikancı ve batıcı siyasetler uygulanmaya başlandı.

SONUÇ

Amerika’nın yeni sömürü politikalarında her zaman ülkeleri işgal etmek yok. İşgal etmek yerine, kendi politikalarına evet diyecekleri çeşitli komplo ve projelerle yönetimin başına getiriyor.   

AKP, bir Amerikan projesi olarak iktidara taşınmıştı. CHP de bir Amerikan komplosu ve projesi ile değişime uğratıldı. Şimdi bu iki parti 2019 seçimlerinde cumhurbaşkanı adayı gösterecekler.

Türkiye Erdoğan’a da Kılıçdaroğlu’na da mahkûm değildir. Amerika’nın gücü artık bunlardan birini seçtirmeye yetmeyecektir.


Atatürk’ün milli, halkçı ve devrimci politikalarını devam ettirecek bir aday 2019’da cumhurbaşkanı olmalıdır ve olacaktır. Bu gidiş durdurulmaz…