31 Ocak 2018 Çarşamba

TTB BİLDİRİSİ VE SAVAŞLAR

TTB Merkez Konsey’inin Türkiye’nin Afrin’e müdahalesi üzerine yayınladığı bildiriyi tartışmadan önce Türkiye ve Batı Asya ülkeleri ile ilgili bir saptama yapalım.

Birinci cihan harbi sonrası Türkiye’yi bölemeyen emperyalist güçler bu emellerine kavuşmak için Türkiye’ye askeri ve psikolojik yöntemleri kullanarak saldırıyor.  Amaçları Türkiye, Irak, İran ve Suriye’den toprak kopararak ikinci İsrail diyebileceğimiz kukla bir devlet kurmak.  

Türkiye 24 Temmuz 2015 tarihinde Kandil’i bombalayarak karşı saldırıya geçti. Bu tarihten bu yana Amerika ve onun bölgedeki piyonları ve paralı askerlerine karşı savaşıyoruz.

Amerika, Irak’ın kuzeyinden başlayıp, Suriye’ni kuzeyini de içine alan ve Akdeniz’e oluşan bir koridor açmak için bölgedeki yerel unsurları silahlandırdı, paralı askerlerini yolladı. PYD/YPG’ye tonlarca silah verdi ve onları eğitti.

TSK’nin Afrin’de başlattığı harekât işte bu emperyalist güçlere karşı bir vatan savaşıdır. Tıpkı Birinci Cihan Savaşı ve onun devamındaki İstiklal savaşı gibi. Bu savaşları yapmaya ne kadar hakkımız vardıysa Afrin’de savaşmaya da o kadar hakkımız var.

Bu vatan savaşı haklı bir savaştır ve haklı savaşlara karşı çıkmak, haksızlığı savunmak ve emperyalistlerle ve zalimlerle birlikte olmak demektir. TTB Merkez Konseyi’nin yaptığı da budur.

BU SAVAŞLAR İNSANCIL DEĞİL Mİ?

Şimdi “insancıl amaçlarla” bu savaşa karşı çıkan TTB Merkez Konseyi üyelerine ve onları destekleyenlere soruyorum:

Atatürk ömrünün büyük kısmını savaşarak geçirdi ve bu savaşların sonunda Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Bu savaşlar sonunda vatanımız düşmandan temizlendi, egemenlik millete geçti, Türk milleti bağımsızlığına kavuştu. Bu savaşlar insani dram mı getirdi?  kavuştu. Bu savaşları beraberinde insani dram mı getirdi?

Çanakkale’de, Sakarya’da Dumlupınar’da, Afyon’da Türk Ordusu savaşmasaydı Türk milleti şimdi daha insancıl bir hayat mı sürüyor olacaktı.

Atatürk Conk Bayırı’nda “Sizlere ölmeyi emrediyorum” dedi diye “fiziksel, ruhsal, sosyal ve çevresel sağlık açısından onarılmaz sorunlara” mı yol açtı?

İkinci cihan savaşında insanlık Hitler ve Mussolini’ye karşı savaşmasaydı, insanlık mı kazanacaktı?

1640-1648 İngiliz Devrimi, 1776 Amerikan Devrimi ve 1789 Fransız Devrimi savaşarak yapıldı ve savaşan halkarları zalimlerin zulmünden kurtard. Demokrasi ve insan haklarına giden yolu açtı. Siz bu devrimlere de mi karşısınız? Ortaçağ zulmünden kurtardı ve bütün insanlık için demokrasinin yolunu açtı. Siz bu devrimlere de mi karşısınız?

Afrika’da, Asya’da, Güney Amerika’da insanlar emperyalistlerin kendilerini köleleştirmelerine karşı savaştı. Bağımsız ve hür oldular. Beraberinde dram getiriyor diye savaşmasalar mıydı?

Zalimlerin, emperyalistlerin arzularına savaşmadan evet demek zulme ve sömürüye hizmet eder. Esas insanlık dramı da budur işte.

SAVAŞ VE ÖZGÜRLÜK

Vatan savaşı yapılırken bu savaş karşı çıkmak en azından özgürlüğün kötüye kullanılmasıdır. Mazlumlara değil, zalimlere hizmet anlamı taşır.

İstiklal savaşı sırasında sözüm ona savaş karşıtı olan İngiliz Muhipleri Ankara’ya gelip savaşa hayır diye bildiri dağıtabilirler miydi?  Atatürk buna izin verir miydi?

Atatürk 23 Nisan 1920 tarihinde Büyük Millet Meclisi’nin açılışından hemen sonra İstanbul’dan gelen bütün matbuata ve haberlere yasak koymuştur. Bu yasağa uymayanlar vatan haini kabul edilmiştir.

29 Nisan 1932 tarihinde BMM’nce  kabul edilen Hıyanet-i Vataniye kanunun ilgili maddesini yazıyorum:  “ …Büyük millet meclisine karşı düşünce veya uygulamalarıyla veya yazdıkları yazılarla muhalefet ve bozgunculuk edenler vatan haini olarak addedilir.” Ve ikinci maddesi:  “Bilfiil vatan hainliği yapanlar asılarak idam edilir. Şahsen olaylara karışanlar ve teşebbüs edenler ceza kanununun kırk beşinci ve kırk altıncı maddesine göre cezalandırılırlar.”

Atatürk özgülük düşmanı mıydı?

EMPERYALİZMİN HİZMETÇİLERİ

Türkiye bugün de istiklal savaşı yapıyor. Topraklarını ve bağımsızlığını düşmana karşı savaşarak koruyor. Savaşa muhalefet Türk Milleti’nin bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne muhalefettir.


Dün PKK tarafından  genç, ihtiyar, çocuk demeden yöre insanlarını öldürülürken susanlar; bölge halkına hizmet için çabalayan öğretmenler, mühendisler, işçiler katledilirken susanlar; Amerika PKK’ya tonlarca silah verip onları savaş ve ölüm makinesı haline getirirken susanlar, Türk Ordusu Afrin’e müdahale edince savaşa karşıyız diyorlarsa, net olarak yazıyorum, bu savaş bozgunculuğudur, PKK seviciliğidir ve emperyalizme hizmetciliktir.  

30 Ocak 2018 Salı

BU BİR VATAN SAVAŞIDIR

Türk Ordusu Suriye’nin kuzeyinde savaşıyor. Bu bir vatan savaşı, ikinci istiklal savaşı da denebilir. Birinci İstiklal Savaşı’na karşı çıkanlar gibi bu vatan savaşına karşı söylemler geliştirenler de var. Ali Kemallerin, Rıza Tevfiklerin, Sait Mollaların yerini kapmışlar, yazıyorlar, çiziyorlar, bildiriler dağıtıp duruyorlar.

Bunların fark etmediği veya görmezden geldikleri gerçek şu: Türk Ordusu orada vatanını savunuyor.

ÖNCE VATAN

Şu iyi bilinsin:

VATAN olmadan, devlet olmaz;

VATAN olmadan, bağımsızlık olmaz;

VATAN olmadan, özgürlük olmaz;

VATAN olmadan, şerefli ve namuslu bir hayat olmaz;

VATAN olmadan, refah olmaz;

VATAN olmadan, gelecek olmaz.

PKK SEVİCİLERİ MEYDANDA

Savaşa hayır diyenlerin gerekçeleri de PKK savunuculuğunu gizlemek için uydurulmuş bahanelerden ibaret.

Türk Tabipler Birliği’nin bildirisi ise tam bir psikolojik karşı saldırı niteliğinde. Zamanında İngilizlerin uçaklarla Anadolu’ya attığı bildirilere benziyor. Türk milletinin direncini kırmak, savaşma arzusunu yok etmek istiyorlar.

"Savaşa hayır, barış hemen şimdi" demişler. Yani savaşmayıp teslim olmamızı istiyorlar. Sevr’i yırttınız bari BOP’u kabul edin demeye getiriyorlar.

SEVR’İ YIRTTIK SIRA BOP’DA

Sevr antlaşmasına göre Fırat’ın doğusunda İtilaf devletlerinin kontrolünde mahalli muhtariyet oluşturulacak; bir yıl sonra ise Kürt ahali eğer isterse ve Cemiyeti Akvam da onaylarsa Türkiye bu bölgede hiçbir hak iddia etmeyecekti.
Yani Fırat’ın doğusu Türkiye’den koparılıp alınacaktı. Böylece kukla Kürdistan ve Ermenistan devleti kurulacaktı.

PKK ve FETO aracılığı ile BOP adı altında bize dayatılan da tam bu işte. Geçmişte nasıl savaşıp Sevri emperyalistlerin başına çaldıksa, gene öyle yapacağız.

ATATÜRK SAVAŞTI VE BARIŞI SAĞLADI

Savaşmadan barış olmaz. Atatürk de savaştı ve yurda sulhu bu şekilde getirdi.

Dillerine Atatürk’ün “yurtta sulh, cihanda sulh” sözlerini dolamışlar, yazıp, söyleyip duruyorlar.

Atatürk, “Türk’ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!…O halde, ya istiklâl ya ölüm!” diyen komutandır. Ömrü savaşlarda geçmiştir.

Atatürk için esas olan “Müdafaa-i Hukuk”tur.  Yani Türk milletinin haklarını emperyalistlere karşı korumak. Bunun için Çanakkale’de, Dumlupınar’da ve daha bir çok yerde savaşmıştır.

Atatürk “Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir, ileri!” diyen kahramandır.

Atatürk, “Ben, size taarruz emretmiyorum; ölmeyi emrediyorum!” diyen komutandır.

Atatürk, "Biz barış istiyoruz" dediğimiz zaman "tam bağımsızlık istiyoruz" dediğimizi herkesin bilmesi lâzımdır. Bunu istemeye hakkımız ve kudretimiz vardır” diyen devlet adamıdır.


Savaş bozguncularının Atatürk’ün arkasına sığınmaları boşunadır. Türk milleti dün onun arkasında emperyalistlere karşı nasıl savaştıysa bugün de aynı şekilde savaşacaktır. Ta ki, son terörist yok oluncaya ve emperyalistlerin ülkemizi bölmeye yönelik emelleri son buluncaya kadar.

28 Ocak 2018 Pazar

 GÜNEŞ DOĞUDAN DOĞAR

“27 Ocak 2018” Türk Tarihi’nde bir şanlı sayfa olarak yerini aldı. Vatan Partisi 6 Olağanüstü Kurultayını Ankara’da topladı ve Genel Başkan Doğu Perinçek’i oy birliği ile Cumhurbaşkanı adayı olarak belirledi.  Ben bu tarihi olaya tanıklık etmenin gururunu ve onurunu yaşadım; çok mutluyum.

Yıllar önce Atatürk şöyle diyordu:

“Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum.”

Kurultay’ın başlamasına yakın MKK üyelerine ayrılan yere oturdum ve oturduğum yerden önce binlerce insanın doğacak güneşi sabırsızlıkla ve büyük bir heyecanla nasıl beklediğini gördüm.

Ve güneş doğdu.

Perinçek’in Cumhurbaşkanı adaylığı oy birliği ile kabul edilince yüzlerce pankart  ve bayrak havaya kalktı:

“GÜNEŞ DOĞUDAN DOĞAR”

Ve o an güneş DOĞU’dan doğmaya başladı. Ufuk, havaya kalkan binlerce al bayrağın kızlığına büründü. Manzara muhteşemdi. O binlerce Vatan Partili hem tarih yazdı hem de tarihe tanıklık etti.

KURULTAYA ÇOŞKU HAKİMDİ

Kurultay büyük bir coşku içinde başladı ve öylece devam etti. Sayın Doğu Perinçek’in cumhurbaşkanı adayı olarak ilan edildiği an bu coşku zirveye ulaştı.

Saat 8:00’den itibaren salonun kapıları açıldı. Salona gelen vatandaşlar Mülkiye Marşı, İleri Marşı, İzmir Marşı’yla kurultay coşkusunu yaşarken

 “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz”
 “Millet Ordu El Ele Yürekler Afrin'de”
 “Hepimiz Mehmet’iz ABD'ye Yeteriz”
“Öncü Cesur Doğu Perinçek”
“Birleşen Türkiye Üreten Türkiye”
“Vatan sana canım feda” sloganları atıldı. Salondaki dev ekranlardan gösterilen video gösterisinde ise Vatan Partisinin başarıları sergilendi.

GÜNEŞİ DOĞURAN KADRO

Vatan Partisi’nin birikimli, donanımlı, dinamik, tecrübeli ve genç bir kadrosu var. Bu kadro vatan savaşını başarı ile yönetebilir ve Türkiye’yi borçlanma ekonomisinden kurtarıp üretim ekonomisine taşıyabilir.

Bu kurultayda Vatan Partili gençlere hayran kaldım. Geleceğe dönük ümidim daha da güçlendi. Özellikle üç isim üzerinde durmak istiyorum: Vatan Partisi Genel Sekreteri Utku Reyhan, Vatan Partisi Öncü Gençlik Başkanı Aykut Diş, Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İlker Yücel.  

Bu gençlerin ve Vatan Partisi’nde görev alan tüm gençlerin alınlarından öpüyorum. Onlarla gurur duyuyorum.

GÖREV TALEBİ

Ey Türk Milleti,

Gözün arkada kalmasın, seni yaşatacak ve yüceltecek bir kadro var. Genel başkanı ile, tecrübeli ve genç, dinamik, vatansever kadrosu ile Vatan Partisi senden görev talep ediyor.

Önümüzde cumhurbaşkanı seçimi var. Parti yobazlığından vaz geç. Sana AKP’den de, CHP’den de, MHP’den de, İYİ P’den de fayda yok. Bu seçimde Doğu Perinçek’i destekle. Ona güven.

Hakkında söylenen yalan yanlış, uydurma laflara kanma. Vatan Partisi’nin başlattığı 100 000 imza kampanyası seni bekliyor. At imzanı, bu gidişe dur de… Doğudan doğan güneşin tüm Türkiye’yi aydınlatmasına sen de katkı da bulun.

25 Ocak 2018 Perşembe

“İLK KEMALİST HAREKÂT”

Oray Yeğin 21 Ocak 2018 tarihinde yazdığı yazıda Zeytin Dalı operasyonunu “İlk Kemalist harekât” olarak nitelendirmiş. Gerekçesini de şöyle anlatmış:

“BÜTÜN ülkelerde hükümetler gündelik işleyişte kendilerine göre birtakım değişiklikler yapsa da kritik anlarda kurucu ideolojinin dayatması devreye girer ve farklı siyasi kampların aynı tepkiyi verdiğine tanık oluruz. Türk Ordusu’nun Afrin operasyonunu da kurucu ideolojinin dayattığı devletin bütünlüğü, bölünmezliği ve ülkenin çıkarlarını her şeyin üstünde tutma ilkesi bağlamında yorumlamak doğru. Tarihi şartlar oluştuğunda görevde bir başka hükümet de olsa bu operasyonun yapılması kaçınılmaz olacaktı, ama tabii her yönetim bu cesur adımı atmaya yeltenemezdi.

Sınırda istikrar sağlanması ve Türkiye’nin (ve ABD’nin) terör örgütü olarak tanımladığı PKK destekli bir Kürt devleti kurulmasının engellenmesine yönelik yaptığı bu operasyon, sarsıntılara ve değişimlere rağmen kurucu ideolojinin hâlâ ne kadar baskın olduğunu gösteriyor. Kemalizm sınırlı bir şekilde devletin bekası, dolayısıyla da Misak-ı Milli sınırlarının korunması olarak tanımlandığında Afrin operasyonu daha da anlam kazanıyor.”

Kemalizm’in özüne ve Zeytin Dalı Harekâtı’nın özelliğine bakınca bu nitelendirmeye hak vermek lazım.

Kemalizm, ideoloji filan değildir; Mustafa kemal Atatürk’ün yaptıklarının özüdür. Kemalizm’e teorik olarak değil, pratik olarak bakmak lazım.

Afrin harekâtını değerlendirelim, bakalım Atatürk’ün yaptıkları ile benzerlik gösteriyor mu?

NEDEN KEMALİST HAREKÂT?

Oray Eğin bu harekâtın Misak-ı Milli sınırlarını korunması olarak tanımlandığında Kemalist Harekât olarak nitelenebilir diyor ki, doğrudur; bu açıdan Zeytin dalı bir Kemalist harekâttır.

Bu tanımlama yerinde ama eksik; biz tamamlayalım:

Zeytin Dalı bir vatan savaşıdır, her vatan savaşı bir Kemalist Harekâttır.

Zeytin Dalı, Amerika’nın başını çektiği emperyalist güçlere ve onların paralı askerlerine karşı yürütülüyor; emperyalizme karşı yürütülen her savaş bir Kemalist harekâttır.

Zeytin Dalı, başta Suriye olmak üzere bölge ülkelerinin tam bağımsızlığını elde etmesine yöneliktir; tam bağımsızlığı hedef edinen her savaş Kemalist bir harekâttır.

Zeytin Dalı, bölgede Amerikan egemenliğine son vermek ve bölge halklarının kendi ülkelerinde egemen olması için yapılıyor; milli egemenlik için yürütülen her mücadele Kemalist bir harekâttır.

Zeytin Dalı, öncelikle Türkiye olmak üzere,  Batı Asya’daki milli devletlerin parçalanıp, bölünmemesi için yapılıyor; milli devletleri korumak için milletlerin yaptığı her savaş Kemalist bir harekâttır.

ORDUMUZ TÜM MAZLUM MİLLETLER İÇİN SAVAŞIYOR

Bu harekâtın Afrin ile sınırlı olmayacağı ve Suriye’nin kuzeyindeki tüm terör unsurlarının temizlenmesine kadar süreceği anlaşılıyor.

Türk Ordusu yaptığı bu savaşla sadece kendi vatanını korumuyor aynı zamanda bölge ülkelerinin de haklarını savunuyor. Tıpkı İstiklal Savaşı’nda olduğu gibi.

Bağımsızlık savaşımızla ilgili bu değerlendirme bize değil, Atatürk’e ait. Savaş devem ederken şöyle diyor:

 “…biz Batı emperyalistlerine karşı yalnız ve kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz; aynı zamanda Batı emperyalistlerin, güçleri ve bilinen vasıtalarıyla Türk milletini emperyalizme vasıta olarak kullanmak isteyenlere de engel oluyoruz. Bununla bütün insanlığa hizmet ettiğimize inanıyoruz.”

“... Türkiye'nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi.”

Zeytin Dalı harekâtı da bu bakımdan uzun sürebilir. Milletimizin sabırlı olması ve ordusuna güvenip Mehmetçiğin her an arkasında durması lazım.


Bu topraklarda Amerikan, İsrail zulmünün son bulacağı günlere doğru gidiyoruz. Eninde sonunda zafer mazlum milletlerin olacaktır. 

22 Ocak 2018 Pazartesi

VATAN SAVAŞINA EVET!

"Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir" demişti Atatürk. İşte şimdi Türk Ordusu, Afrin’de Türk milletinin birliğini, vatanseverliğini ve Türk’ün kudret ve kabiliyetini dosta da düşmana da gösteriyor.

Türk Ordusu bu sefer savunmada değil, taarruzda. Amerikan mevzilerine amansız bir şekilde saldırıyor çünkü “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır”.

ÖNCE ABD SALDIRDI

ABD emperyalizmi 1991 kışında Irak’ı işgal etti. Yetmedi, 2003 baharında bir kez daha işgal etti. 2011 yılından bu yana Suriye’de iç savaş yürütüyor. PKK/PYD ve DEAŞ’ı Türkiye’nin üzerine sürdü. 15 Temmuz 2016 gecesi darbe tezgâhladı. Türkiye’yi işgal etmeye kalktı.

22 ülkenin sınırlarını ve yönetimlerini değiştireceğim diye tutturdu. Türkiye, Irak ve Suriye’de yüzbinlerce insanın kanına girdi. Yüzbinlerce insan evinden yurdundan göç etmek zorunda kaldı.

YANDAŞLAR FAALİYETTE

Şimdi savunmada olan Amerika ve onun piyonları ve yandaşları. Piyonlar Afrin’de PKK/YPG Türk ordusuna karşı koymaya çalışırken yurt içindeki yandaşlar da bozguncu propaganda yürütüyor.

İşledikleri genel tema da şu: Savaşa hayır!

Unutmayalım barış savaşarak elde edilir. Atatürk “Öldüreceğiz diyenlere karşı “ölmeyeceğiz” diye savaşa girmeliyiz” diyerek bağımsızlık savaşını başlatmıştır.

Bu topraklara vatan diyebiliyorsak, vatanımızda özgür ve bağımsız yaşayabiliyorsak ve bu topraklarda egemenlik biz de ise bunu yaptığımız savaşlara ve bu savaşlarda kahramanca vuruşan Mehmetçiklerimize borçluyuz.

Barış çığlıklarını atan PKK’lılara sormak lazım:

Peki kan dökmeye karşıydınız da o 4900 TIR silahı ABD emperyalizminden niçin aldınız?

Topraklarımıza neden mayınla döşediniz, hendekler kazdınız, pusular kurup canlara kıydınız, canlı bombalar patlatıp polislerimizi, Mehmetçiklerimizi şehit ettiniz?

Amerika ve İsrail’in kanlı senaryolarına neden ortak oldunuz?

Döktüğünüz kanlar kardeş kanı değil miydi?

SİLAHA KARŞI SİLAH KULLANILIR

Ordumuz bir damla petrol için binlerce insanın kanını dökmekten çekinmeyenlere karşı vatan savaşı veriyor.

Sadece Türk milleti için değil, Batı Asya’nın tüm mazlum milletleri için savaşıyor. Tıpkı İstiklal Savaşı’nda olduğu gibi.

Zafer mazlumların olacaktır.  Amerika da bu bölgeden pılısını, pırtısını toplayıp gidecektir.

Emperyalist Amerika’nın bizi bölme, vatan topraklarında başka bir devlet kurma emellerine ancak silahla karşı durulur.

Silahla saldırana silahla karşılık verilir. Onun için diyoruz ki: PKK ve diğer terör örgütleri yok oluncaya kadar “Savaşa Evet!”


Vatanımızın üzerindeki tehditler kalkıncaya ve ülkenin tamamında huzur ve güven ortamı sağlanıncaya kadar “Savaşa Evet”. 

17 Ocak 2018 Çarşamba

KOCASAKAL CHP’NİN ÖLDÜĞÜNÜ İLAN ETTİ

17 Ocak 2018 CHP tarihinde çok önemli bir gün olarak anılacak. Bu tarihte İstanbul eski Baro Başkanı Sayın Ümit Kocasakal bir hukukçu olarak CHP genel başkanlığına aday olduğunu açıkladı. Bu açıklama ile Atatürk’ün kurduğu CHP’nin öldüğünü kamuoyuna ilan etti.

Okuyalım bakalım Sayın Kocasakal ne demiş:

“Türkiye'nin tek çıkış yolu Atatürk'e geri dönmektir. Türkiye'yi tam bağımsızlığa geri döndürecek yegâne çıkış yolu budur. Bunu üstlenmesi gereken parti ise öncellikle Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi'dir. Ne yazık ki aşağıda açıklayacağım sebeplerle partimiz bu görevi yapamayacak hale gelmiştir.”

Bu en önemli görevi yapamayacak hale gelen bir parti ölü değildir de nedir?

“HDP güzellemesi yapanlar Atatürk'ün partisinde siyaset yapamaz. CHP'de Atatürk'ün resimleri indirilemez, bu bir marifet gibi görülemez. Ne güzel Atatürk'ün kurduğu partide olacaksın ama onun kurucusunun resimleri sende alerjik reaksiyon gösterecek. Bu partide Seyid-i Nursi, Seyit Rıza güzellemesi de yapılamaz.”

Yukarıda yapılamaz denilen her şey CHP bünyesinde yapıldı. Demek ki bu parti CHP olmaktan çıkmış.

“Ama CHP Atatürk'le kavgalı olanların toplanma yeri değildir.” Çok doğru ama toplandılar.

“Unutanlar için hatırlatmakta fayda var; CHP milli mücadeleyi yürütmüş, kurucusu Atatürk olan partidir. Yüzde yüz yerli ve milli bir partidir. Ulusal bütünlüğün, milli birlik ve beraberliğin teminatıdır.”

Türkiye’yi bölmeyi kafasına koymuş, en büyük emperyalist güç olan Amerikan’ın ülkemizdeki piyonu olan ve etnik ırkçılık yapan PKK/HDP ile kol kola gezen bir parti ulusal bütünlüğü, milli birliği ve beraberliği sağlayabilir mi? Böyle bir parti gerçek CHP olabilir mi?

“CHP evrensel değerleri reddetmeyecek şekilde millidir, ulusalcıdır.” CHP’de ulusalcılıktan eser kalmadı ki!

“Yurttaşlık, liyakatın yerini alt kimliklere dayalı aidiyetler almıştır. Bu aidiyetlerini öne çıkarmayan kişiler partide yer alamamaktadır.”

Gerçek CHP de böyle bir şey olabilir mi? CHP gitti, YCHP geldi. YCHP’de maalesef bunlar oluyor.

“Uyuyan güç uyanmalı, efsane geri dönemlidir. CHP kurucu değerlerine geri döndüğünde sağlam ve geçilmez bir milli direniş mevzisi olacaktır, yeni bir milli mücadele başlayacaktır. Kurtuluş kuruluştadır, Atatürk'tedir.”

Sayın Kocasakal ümidini kaybetmemiş. CHP’yi uyuyor sanıyor ama CHP çoktan ölmüş. Onu uyandırmaya çalışmak boşa bir gayret olur.

CHP öldü ve dirilmesi de mümkün değil çünkü beyin ölümü çoktan oldu.

Kocasakal ve onun gibi Atatürk’ün ve gerçek CHP’nin ilkelerini benimseyenler artık bu gerçeği görmeliler. Atatürkçülerin, Kemalist devrimi tamamlamak isteyenlerin, halkçıların, milliyetçilerin toplanacağı tek adres kaldı: Vatan Partisi.


Kaybedecek zaman yok. Dip diri bir Kemalist parti varken ölüyü diriltmeye çalışmaya gerek yok. Vatan Partisi’nde toplanalım ve gerçek “milli direniş mevzisini” güçlendirelim.

12 Ocak 2018 Cuma

MUSTAFA KEMAL’İN ASKERİ OLMADAN CHP’Lİ OLMAK!

CHP İstanbul İl Başkanlığına aday olan Canan Kaftancıoğlu “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganını doğru bulmuyorum. Militer bir dil olmasından öte, birey olmanın önüne geçen bir ifade.” demiş. Şu ifadeler de ona ait: “Aslan CHP, Aslan BDP  Savaşa Hayır”,  “CHP’yi BDP ile aynı yola girdi diye eleştiren gerzekler, yol doğru yol, ona bak sen Savaşa Hayır”

Son iki ifadesine bakınca bu bayanın zaten Mustafa Kemal’in yolunda olmadığı anlaşılıyor. Bunu açıkça yazamadığı için ‘Mustafa Kemal’in Askeri’ sloganını doğru bulmadığını söylemiş.

O halde sormak lazım: Madem ki Mustafa Kemal’in askeri olmayı kabul etmiyorsun, CHP’de işin ne?

Sayın Kıılçdaroğlu da il başkanlığı için aday olan bu bayana karşı tarafsız olduğunu beyan etmiş. Yani Kılıçdaroğlu böyle birisinin CHP İstanbul İl Başkanı olmasında bir sakınca görmemiş.

NE İŞİNİZ VAR CHP’DE?

İşte CHP’nin geldiği nokta bu: Vatan savaşı vererek Cumhuriyeti kuran CHP’nin, vatan bölücüleri ile birlikte olmayı doğru bulan ve Mustafa Kemal’in askeri olmayı kabul etmeyen bir il başkanı adayı var; ve bu adaya karşı tarafsız olduğunu ilan eden Genel Başkanı.

Mustafa Kemal’in Askeri olmak CHP’li olmanın gereğidir. Neden böyledir, anlatalım. Bunun için Mütareke dönemine dönelim.

MÜTAREKE DÖNEMİ

Bu dönemde ülkenin genel manzarası şöyle: Mondros Mütarekesi ile Osmanlı Devleti’nin sonuna gelinmiş. Ülke işgal altında. Yabancı güçler yönetime hâkim; halk savaşlardan kırılmış, yorgun düşmüş ve hastalıklı; büyük boyutlarda sefalet, yoksulluk ve cehalet ve sefalet; üretemeyen bir ekonomi. Ordu dağılmış ve silahları elinden alınmış. İşgal güçlerinin zulmü devam ediyor.

İşte bu ortamda Müdafaa-i Hukuk dernekleri kurulur ve daha sona bu dernekler Mustafa Kemal öndeliğinde Cumhuriyet Halk Fırkası’na (CHP) dönüşür.

CHP, vatan ve bağımsızlık savaşını yürüten partidir. Mustafa Kemal ve onun askerleri önce işgale son vermiş, sonra da Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarak bu topraklarda Türk milletini egemen ve bağımsız kılmıştır.

Kemalist Devrim, Mustafa Kemal ve onun askerlerince gerçekleştirilmiştir.  

MUSTAFA KEMAL’İN ASKERİ OLMAK

Mustafa Kemal’in askerleri sadece elinde silah düşmana kurşun sıkan insanlar değildir. Ellerinde silah da olur, bilimin meşalesi de olur. Kalplerinde ise her zaman vatan sevgisi, özgürlük ve bağımsızlık aşkı olur.

Cumhuriyeti kuran da onlardır, sonsuza kadar yaşatma azminde olanlar da onlardır.

“Mustafa Kemal’in Askerleri”, vatan ve millet bütünlüğünden ve bu toprakların tümünde milletin egemen olmasından asla taviz vermez.

“Mustafa Kemal’in Askerleri”, ilk görevlerinin Cumhuriyeti korumak ve kollamak olduğunu bilir.

“Mustafa Kemal’in Askerleri”, zalime karşı mazlum milletlerden yanadır.

“Mustafa Kemal’in Askerleri”, dün nasıl emperyalizme karşı savaşarak vatanı işgalden kurtarmışsa bugün de vatan bütünlüğümüze kasteden emperyalizme ve onun Türkiye’deki piyonları olan PKK, FETO’ya karşı her alanda savaşmasını bilir.

MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİ OLAMAYANLAR

Canan Kaftancıoğlu gibi Mustafa Kemal’in askeri olamayanlar ise emperyalizmi bir tehdit olarak görmezler.

Emperyalizmin vatan bölücü uşakları ile kol kola aynı yolda yürümeyi doğru bulurlar.

‘Savaşa Hayır’ kampanyası yürüterek vatan bütünlüğü için savaşan Mehmetçiği arkadan vururlar.

‘İleri Demokrasi, azınlık hakları, demokratik özerklik’ kavramları arkasında mevzilenerek vatan topraklarında milletimiz dışındaki güçlerin egemen olmasına hizmet ederler.

CHP İKTİDAR OLAMAZ

Canan Kaftancıoğlu gibi Mustafa Kemal’in Askeri olmayı içine sindiremeyenlerin, PKK ile kol kola girenlerin, emperyalizme karşı tek bir söz söyleyemeyenlerin, PKK/PYD’ye özgürlük savaşçısı diyenlerin egemen olduğu bir CHP’nin bu ülkede iktidar olma şansı yoktur.

AKP ve Erdoğan’ı yıllardır iktidarda tutan da CHP’nin bu yanlışlarıdır. AKP iktidarının devamında MHP’den çok CHP’nin katkısı var.

CHP tabanının büyük çoğunluğunun Mustafa Kemal’in Askeri olduğu biliyoruz. Bunların hâlâ neden bu partiyi desteklediklerini de anlamış değiliz. Ya bu yöneticileri başlarından uzaklaştırsınlar ya da artık bu partiyi desteklemekten vazgeçsinler.

EYUP S. KARAKAŞ

AMERİKA'NIN GERÇEK YÜZÜ

Vatan bütünlüğünü sağlamak için savaşan ve önemli başarılar elde ede Suriye Ordusu’nun İdlib’deki ilerleyişi Sayın Erdoğan’ı rahatsız etmiş. Katil Esed söylemlerini tekrarlemeya başladı. Yetmezmiş gibi CHP ve İP sözcüleri de Suriye devletini katliam yapmakla suçluyor.

Suriye Ordusu’nun ilerleyişinden bir de ABD ve İsrail memnun değil.

Onlara göre Esad terörist başı, Suriye de terörist devlet. Oysa esas terörist devlet Amerikanın kendisidir. Bunu ne iktidar ne de muhalefet dile getirmiyor. Katil Esed diyorlar ama katil Amerika ve İsrail diyemiyorlar.

KÜRESELLEŞME VEYA “NEO-SÖMÜRGECİLİK”

Dünya ekonomisi “küreselleşme” adı altında yürütülen programlarla büyük sermayelerin ve çok uluslu şirketlerin egemeniğine terk edilmeye çalışılıyor.

Küreselleşme sömürünün yeni adıdır. Küreselleşmenin hamisi ise Amerikadır.  Amerika uluslararası kapitalist sistemi korumakla kalmaz, bu sistemin kendi egemenliğinde yürümesini de ister. Bunun için askeri, ekonomik, siyasi, kültürel yöntemleri uygulamaktan asla geri durmaz.

ÖLÜM MAKİNESİ: AMERİKA

Kapitalist sistemin koruyucusu Amerika’nın farklı ülkelerde kurulmuş 400 civarında askeri üssü vardır. Bu üslerde en az 500 000 askeri personel görev yapar. 8 000 stratejik, 22 000 taktik nükleer silah kapasitesi olduğu söylenir. Çok büyük bir donanmaya sahiptir. Binlarce uçağı, füzesi, tankı, topu vardır.

II. Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD güçleri Vietnam, Dominik Cumhuriyeti, Kuzay Kore, Laos, Kamboçya, Lübnan, Panama, Libya, Irak ve Somali’de yüzbinlerce insanın ölümüne ve yıkımlara yol açacak şekilde doğrudan işgale kalkmış ve hava saldırılarında bulunmuştur.

Bu büyük güçle de yetinmeyen Amerika farklı ülkelerde terör örgütleri kurar, onları kendi emelleri doğrultusunda kullanır. PKK, PYD, IŞİD, El Kaide, El Nusra bunların hepsi Amerika’nın piyonlarıdır. Bunların yaptıkları her kanlı eylemin sorumlusu ve destekçisi Amerikadır.

Amerika’nın yaptığı ve desteklediği kanlı eylemler sonucunda yüz binlerce insan göçe mecbur kalmıştır. Soğuk savaş döneminde Komünizmden kaçan mültecilerden çok söz edilmiştir ama kapitalizmin zulmünden kaçan göçmenlerden hiç söz edilmemiştir.

NEDEN MÜDAHALE?

Barışsever ve demokrat olduğunu iddia eden bu ülke neden dünyanın pek çok köşesinde milyonlarca insanın ölümüne ve göç etmesine yol açan müdahalelerde bulunur?

Amerika'nın birinci hedefi sermaye birikimi için dünyayı daha güvenli hale getirmektir. Amaç sermayeyi korumak ve artırmaktır.

Eğer bir ülke Amerika'nın bu politikalarına karşı gelirse müdahale etmekten hiç çekinmez. Müdahale ederken de o ülkenin yönetim biçimini hiç dikkate almaz.
Son yıllarda Amerikan'ın doğrudan müdahalesine maruz kalan Panama, Mısır, Peru, Portekiz, Nikaragua, Şili, Jamaika, Dominik Cumhuriyeti, Küba, Vietnam, Libya, Irak gibi ülkelerin kimisinde askeri yönetimler, kimisinde sosyalistler veya sosyal demokratlar iktidarda idi.

Bütün bu midahallerde temel amaç, mevcut sınıfsal yapıyı küresel ölçekte korumak ve dünyanın topraklarını, işgücünü, doğal kaynaklarını ve pazarlarınıulusötesi yatırımcıların menzilinde tutmaktır.

Amerika doğrudan müdahale etmektense dolaylı denetim yöntemini de kullanır. Beğenmediği yönetimleri değiştirmek için darbeleri desteklemekten kaçınmaz.

Sürekli demokrasiden yana oluklarını söylerler. Ancak son 60 yılda Guatemela, Guyana, Dominik Cumhuriyeti Brezilya, Şili, Uruguay, Suriye, Arjantin, Bolivya Haiti gibi birçok ülkede demokratik yollarla seçilmiş reformcu hükümetler, ABD'nin desteklediği kapitalist ve neo-liberal ekonomi yanlısı askeri güçlerl tarafından devrilmişti. 12 Eylül darbesini de bu kapsamda değerlendirebiliriz.

KATİL KİM?

Amerika'nın doğrudan veya dolaylı müdahaleleri, desteklediği terör örgütlerinin eylemleri sonucu milyonlarca insan hayatını kaybetti. Milyonlarca insan sefalete ve sürgüne mahkum oldu.

AKP, CHP ve İP yetkilileri vatanını emperyalist saldırılara karşı koruyan Esat'ı ve onun yönetimindeki Suriye'yi katil diye niteleyeceklerine gerçek katilin kim olduğunu söylesinler. Söylemekle de kalmasınlar politikalarını buna göre belirlesinler.

9 Ocak 2018 Salı

CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ VE LİDERLER

Son Anayasa değişikliğinden sonra artık resmen ve fiilen Türkiye Cumhuriyeti’nde yürütmenin başı ‘Cumhurbaşkanı’ olacak. Bu bakımdan cumhurbaşkanlığı seçimi büyük önem kazandı. Hatta diyebiliriz ki milletvekilliği seçimlerinden de önemli hale geldi.

Cumhurbaşkanı’nın kuracağı hükümet Meclis’e karşı sorumlu olmayacak. Güven oyu almasına da gerek kalmayacak. Artık başbakan da olmayacak.

İktidar olmak isteyen partiler kendi adaylarını bu önemli gerçeğe ve Türkiye’nin sorunlarına göre belirlemeleri gerekecek.

KİMLER ADAY OLACAK?

Olayları takip ettiğimizde önümüzdeki seçimde muhtemel adayların şunlar olduğunu görüyoruz: 

Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Kemal Kılıçdaroğlu, Meral Akşener ve Doğu Perinçek.

Devlet Bahçeli aday olmayacağını ve dolaylı olarak Sayın Erdoğan’ı destekleyeceğini açıkladı ve yarıştan vazgeçti.

Abdullah Gül ise son zamanlarda yurt içi ve yurt dışı görüşmelerini artırdı ve Erdoğan karşıtlığını açıkça ilan etmeye başladı.

Kılıçdaroğlu da aday olacağını açıkladı ve demokrasi ve hukuk mücadelesinde kendileri ile birlikte hareket edeceklerle ittifak oluşturabileceğini söyledi. Adalet yürüyüşünde HDP ile kol kola giren HDP’nin CHP ile beraber hareket edeceği anlaşıldı.

İYİ Parti genel başkanı da aday olacağını birkaç kere tekrar etti. İkinci tura kalmazsa CHP adayını destekleyeceğini de açıkladı.

Vatan Partisi 27 Ocak tarihinde Ankara’da büyü Kurultayını toplayacak ve Genel Başkan Doğu Perinçek’in aday olacağını açıklayacak.

CUMHURBAŞKAN’INI BEKLEYEN SORUNLAR

Yeni Cumhurbaşkanı’nı bekleyen çok önemli sorunlar var.

Ülke bir vatan savaşı veriyor. PKK, FETO gibi terör örgütleri ile çok ciddi bir mücadelenin içinde. AKP iktidarının bölünme noktasına taşıdığı vatanımızın bütünlüğü pekiştirme görevi yeni Cumhurbaşkanı’nın öncelikli görevi olacak.

Ülke borç batağına batmış durumda. Batı’nın bize dayattığı liberal ekonomi programları sonucu borçlarımız arttı, işsizlik arttı, yoksulluk artı ve gelir dağılımındaki bozukluk büyüdü. Yeni 

Cumhurbaşkanı’nın bu gerçekleri görüp borçlanma ekonomisini terk edip üretim ekonomisine geçmeyi sağlaması lazım.

Komşularla iş birliğini sağlaması, laiklik ve aydınlanma konusunda taviz vermemesi gerekir.

HANGİ ADAY?

Bu sorunları hangi aday göğüsleyebilecekse o Cumhurbaşkanı olacaktır.

Sayın Erdoğan’ın 15 yıllık iktidarı ortada. Ülkeyi iyi yönetemediği açıkça görünüyor. Terör ve terörün destekçisi Amerika ile ilgili yalpalamaları devam ediyor. Bu konuda kesin ve yeterli adımları atamıyor. Hala Suriye’yi düşman olarak görüyor. Komşularla işbirliğini yeterli ölçüde sağlayamıyor. Yanlış ekonomik programlarda ısrar ediyor.

Sayın Abdullah Gül’ün geçmişte yaptıkları ortada. PKK’ya verilen tavizleri ‘güzel şeyler olacak’ diye açıklamıştı. Davutoğlu ile birlikte yürüttüğü dış politika ülkemize büyük zararlar vermişti. Hakkında ABD ve İngiltere’nin dostu olduğuna dair ciddi iddialar var. PKK ve FETO’yu başımıza musallat eden bu ülkelerle dostluk peşinde olan bir Cumhurbaşkanı vatan bütünlüğünü pekiştirmede asla başarılı olamaz. HDP’ye de sıcak bakmasını unutmamak lazım.

HDP ile beraber hareket edeceği anlaşılan Kılıçdaroğlu’nun vatan bütünlüğü konusunda büyük yanlış içinde olduğu görülüyor. Kemal Derviş’i ekonomiden sorumlu bakan yapacağını açıklayan Kılıçdaroğu anlaşılan liberal ekonomilerden de vazgeçemeyecek.  

Sayın Akşener, Batı ittifakına bağlı olduğunu ve savunmamızı NATO içerisinde sağlayabileceğimizi programına geçiren bir partinin genel başkanı. Liberal ekonomik programların bütün hızıyla uygulandığı dönemlerde de bakanlık yapmış bir kişi. HDP yeterli oy alırsa mecliste bulunmasında bir mahzur olmadığını da beyan etmişti.

Öyle anlaşılıyor ki, Kılıçdaroğlu, Gül ve Akşener Atlantik sisteminin adayları olarak ortaya çıkacaklar ve ikinci tura kim kalırsa onu destekleyecekler. Yani aslında birbirlerinden çok da farkları yok.

SON ADAY: PERİNÇEK

Vatan Partisi Genel Başkanı Sayın Doğu Perinçek Türkiye’nin sorunlarına tam teşhis koyan ve bunları çözebilecek olan tek adaydır.

Vatan Partisi’nin ve onun Genel Başkanı’nın başarıları ortada:

“Ergenekon ve Balyoz tertiplerinin çökmesi Vatan Partisi’nin başarısıdır!

Silivri duvarlarının yıkılıp Türk Ordusunun esaretten kurtarılması ve esaretten kurtulan ordumuzun PKK’yı hendeklere gömüp, Suriye’nin kuzeyinde Amerikan koridorunu yarması Vatan Partisi’nin başarısıdır!

Ermeni soykırımı yalanının Avrupa İnsan Hakları mahkemesi kararıyla tarihe gömülmesi Vatan Partisi’nin başarısıdır!

15 Temmuz 2016 gecesi hükümetten de önce kamuoyunun önüne çıkarak millete ve orduya güven vererek, ABD-FETÖ darbesinin bastırılmasını sağlamak milletimiz ve ordumuzla birlikte Vatan Partisi’nin başarısıdır!

FETÖ ile 40 yıl mücadele ederek, gladyonun ipliğini pazara çıkararak FETÖ’nün üzerine yürünmesini sağlamak Vatan Partisi’nin başarısıdır!

Türkiye’nin komşularıyla kanlı bıçaklı olduğu koşullarda, uçakların düşürüldüğü dönemlerde, komşularımızla yeniden işbirliğinin sağlanması Vatan Partisi’nin başarısıdır!

Türkiye’nin yönünü Atlantik’ten Avrasya’ya çevirmesi Vatan Partisi’nin başarısıdır!

Türkiye’de, bağımsızlığımızı hedef alan ABD’ye karşıtlığın yükselmesi Vatan Partisi’nin başarısıdır!

Atatürk’e sağdan soldan sövmenin serbest olduğu koşullardan, herkesin Atatürk’e sarıldığı günlere gelmemiz Vatan Partisi’nin başarısıdır!”


Türkiye’nin tek çıkışı Vatan Partisi ve onun lideridir.

5 Ocak 2018 Cuma


İRAN’A NEDEN SALDIRILDI?

Amerika ve İsrail’in kanlı eli İran’ı da karıştırmaya başladı. İran’ın iç dinamiklerini ve halkın  bazı ekonomik durum ve yönetim ile ilgili şikayetleri kaşınarak halk sokaklara çıkarıldı.

Yüz yıllardır beraber yaşamış Farslar, Türkler, Araplar ve Kürtler bir birine düşman kılınmak isteniyor. Amaç belli: İran’ı bölmek. Bu yapılamazsa bile iran’ın Batı Asya’da oynadığı ABD ve İsrail karşıtı eylemlerini sona erdirmek.

Amerika ve İsrail’in Batı Asya ile bu denli ilgilenmesinin üç sebebi var. Bölgedeki petrol kaynaklarını kontraol altına almak; İsrail’in güvenliğini sağlamak, toprak kazanmasına hizmet etmek ve bölge ülkelerini sömürmek.

AMERİKA’NIN SİLAHLARI

Bu ikili bu nedenlerle bölge ülkelerine saldırıyor. Onları bölmeye ve istikrarsızlaştırmaya çalışıyor. Bunu yaparken de kullandığı silah belli: Etnik kimlikleri ve dini inançları ön plana çıkarıp toplumları atomize etmek.

Amerika, yaptığı askeri müdahaleleri haklı göstermek için de bazı sihirli kelimeleri kullanıyor. Demokrasi, insan hakları, adalet, özerklik, dikatörlük sıkça kullandığı kavramlar. Daha da olmazsa müdahale etmek istediği ülkeleri nükler silah üretiyor, kimyasal silah kullanıyor diye itham edip gerekçeler yaratıyor.

Bu konuda da başarılar elde etti. Türkiye’yi istikrarsızlaştırdı. Hatta 15 Temmuz’da işgal etmeye kalktı. Irak’a müdahle etti, bir milyondan fazla insanının ölümüne sebep oldu. Suriye’nin hali ortada. İlk körfez savaşından bu yana 3 milyondan fazla insan hayatını kaybetti.

Bütün bunlara rağmen istediği başarıyı tam olarak sağlayamadı. Özellikle son zamanlarda Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin bazı konularda beraber hareket etmesi Amerika’yı yenilgiye doğru itti.

NEDEN İRAN?

Amerika-İsrail projelerine karşı İran’ın gösterdiği engelleyici tavır dikkate alınınca İran’daki olayların gerçek sebebi de net biçimde ortaya çıkıyor.

Bu konuda Vatan Partisi Genel Başkan yardımcısı Sayın Soner Polat’ın Aydınlk gazetesinde çıkan şu tespitlerini dikkate almalıyız:

“Yakın geçmişe biraz mercek tutalım. İran’ın Hizbullah’a desteği olmasaydı, muhtemelen Lübnan bugün İsrail mezalimi altında inim inim inlerdi! Filistin direnişine şimdiye kadar en büyük ve en samimi desteği İran verdi. Günümüzde Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Kudüs’ü ve Filistin’i satmak için ABD himayesinde İsrail ile gizli toplantılar yaptığı dikkate alınırsa, resim daha da netleşir. Mısır Cumhurbaşkanı Sisi’nin Başkan Trump ile kılıç dansı yaptığı kareleri de hatırlayalım...

İran, en kritik dönemde Suriye’ye verdiği destekle bu ülkeyi ayakta tuttu. Rusya’nın Suriye’ye askeri müdahale öncesinde Kudüs Kuvvetleri Komutanı Tümg. Kasım Süleymani ile görüşmeler yaptığını biliyoruz. Eğer kendi haline bırakılsaydı, ABD ve İsrail’in politik hedeflerine uygun olarak Suriye 3’e ve hatta 4’e bölünebilirdi. Irak, neredeyse bütünüyle IŞİD’e teslim olmuştu. ABD planları tıkır tıkır işliyordu. Barzani’nin afra tafrasından geçilmiyordu. İran’ın desteği ile Irak’ta HaşdiŞabi organize edildikten sonra Irak güvenlik güçleri askeri olarak durum üstünlüğü sağladı. Kuzey Irak’taki bağımsız Kürdistan girişimi silahla ezildi. İran aynı zamanda Suudi Arabistan’ın vahşi ve işbirlikçi rejimini baskı altında tutuyor.”

İşte bu nedenlerle Amerika ve İsrail İran’a saldırdı. Çünkü İran çökerse Türkiye dahil bölgedeki diğer ülkelerin de parçalanması daha kolay hale gelebilir. Tüm bölgede istikrasızlık yıllarca devem eder. Bu durumdan da en fazla İsrail karlı çıkar.

TÜRKİYE ÖNEMLİ

Bizim için önemli olan Türkiye’nin toprak bütünlüğüdür. Batı Asya’daki hiç bir ülke toprak bütünlüğünü tek başına sağlayamaz. Birisi bölünürse sıra diğerine gelir. Türkiye, kendi bütünlüğünü koruması için İran’ın, Suriye’nin ve Irak’ın toprak bütünlüğünü korumasına yardımcı olması gerekir. Bu bakımdan, “katil Esat”, İran’da demokrasi ve özgürlükler yok”, “Barzani’nin devlet kurmasında ne sakınca var” gibi söylemlerden kaçınmak lazım.

Bölge ülkeleri emperyalizme karşı iş birliği yapmalıdır.

İran’daki olaylar konusunda Türkiye dikkatli olmalıdır. Ortamın durulması ve istikarın sağlanması konusunda İran’a yardımcı olmak şarttır. Türkiye’nin vatan bütünlüğü bunu gerektirir.

Geçmişte Suriye’de yaptığımız yanlışlıkların sonucu ortada. Benzer uygulamalar İran halkına değil, Amerika ve İsrail’e hizmet eder.

2 Ocak 2018 Salı


2017’NİN KAYBEDENLERİ



2017 yılı kaybedenler ylı oldu. En başta çok güçlü, hiç yenilmez sanılan ABD Ortdadoğu’da yenildi ve kaybetti.

PKK’nın sonu geldi. Önce kendi açtıkları hendeklere gömüldü. Kalanlar da kentlerden, dağlardan sürüldü veya etkisiz hale getirldi. Ne dağlarda ne de kentlerde sığınacak yerleri kalmadı. Amerika’nın verdiği silahlara da onları kurtaramadı.

PKK’nın siyasal uzantısı HDP ‘de kaybetti. Barajı geçemez duruma düştü. Milletvekilleri hapse girdi. Kılıçdaroğlu’nun ‘Adalet Yürüyüşü’ de, Tuncay Özkan’ın çığlığı da onları derman olmadı.

Amerika, PKK’nın uzantısı PYD’ye binlerce tır silah yardımı yaptı. Onları eğitti, donattı ama onlar da kaybetti. Türkiye, bölge ülkeleri ve Rusya ile işbirliği yaparak PYD’yi çembere aldı. TSK Suriye’e girerek Afrin’i güneyden kuşattı.

Barzani referandum yapmaya kalktı; sadece Irak’ı değil, Türkiye ve İran’ı da karşısına aldı. Sonuçta Amerika ve İsrail’e rağmen elindekilerini de keybetti. Irak ordusu karşısında yenildi ve Kerkük dahil bir çok yerden kaçıp gitti.

Amerika’nın bir büyük yalanı daha ortaya çıktı. IŞİD’e yardım ettiği BBC’nin yayınladığı görüntülerle anlaşıldı. Bu terör örgütü de Suriye ve Irak’tan silindi.

2016 yılında darbe yapmaya kalkan FETO’da kaybedenler arasında. Devlet içine yerleşmiş, asker sivil binlerce mensubu tutuklandı, kamudaki görevlerine son verildi. Para kaynaklarına el konuldu. Finans desteği kırıldı. Bütün bunlara rağmen siyasi boyutuna dokunulamadı.

AMERİKA KAYBETTİ

PKK, PYD, Barzani, FETO yenilince Amerika da kaybetmiş oldu. Sadece Türkiye’de değil, Ortadoğu’da hatta tüm dünyada 2017 yılının kaybedeni oldu. Trump’ın yayınladığı güvenlik strateji belgesi bu kaybedişin itirafları ile dolu. Belgedeki saptamalar şunlar:

“Soğuk Savaş’tan sonra tek süper güç kaldık. Ama başarı rehavete neden oldu.

Amerikan gücü artık yenilmez sandık. Ama ABD inişe geçmeye başladı.

Vaşington’daki eski liderler, egemenliğimizi uzak diyarlardaki bürokratlara teslim etti.

Amerikan liderleri Amerika’nın üstünlüğüne inançlarını kaybetti. Sonucunda vatandaş hükümete ve geleceğe güveni kaybetti.

Güven krizi yaşadık ve anahtar alanlarda üstünlüğümüzü başkalarına teslim ettik.

Kuruduğumuz uluslararası örgütleri başkaları kullandı.

Başkaları sanayilerini destekledi, teknoloji çaldı, pazarları yönlendirdi. ABD’nin ekonomik güvenliği tehdit ediliyor.

Sınırı olmayan millet millet değildir!

Evinde refahı koruyamayan, dışarda çıkarlarını koruyamaz.

Savaşı kazanmaya hazır olmayan millet, savaşı önlemeye hazır değildir.

Çin ve Rusya gibi baş rakiplerimiz bize meydan okuyor, Amerikan güvenlik ve refahının altını oyuyorlar.

Kore DHC ve İran, ABD’yi tehdit ediyor.

Son 20 yılın siyasetlerini gözden geçirmeliyiz: Rakipleri işbirliğiyle ve uluslararası düzene katarak dönüştürme siyaseti genel olarak iflas etti.”

AMERİKA’NIN HAMLELERİ

Kaybetmeye alışık olmayan Amerika yenilgilerini tersine çevirmek için hamleler yapmaya başladı:

Suudi Arabistan’da Amerika karşıtı olabilecek prensler pasifize edildi. Yönetim tamamen Amerikancıların eline geçti. Suudiler ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki akeri durumuna getirildi.

Amerika yönetimi PYD’ye 400 milyon dolarlık silah yardımı yapmaya karar verdi. Suriye’nin kuzeyinde 100 kişilik bir ordu kurmanın hazırlıkları yapılmaya başlandı.

İran’da İsrail ile birlikte karışıklık çıkarmaya başladı. Türk, Kürt, Arap fitnesini kışkırttı. Halkı yönetime karşı ayaklandırmaya çalıştı ve çalışıyor.

2018’DE İŞBİRLİĞİ ŞART!

Amerika’nın sömürme ve İsrail’in büyüme arzusu Batı Asya’yı kan gölüne çevirmişti. Akan kanı ancak bölge ülkelerinin iş birliği tam olarak durdurabilir.

Milli devletler korunmalıdır. Etnik kimlik ve mezhep siyasetlerinden vazgeçilmelidir.

Unutumamalıdır ki, Türkiye, Suriye, Irak veya İran’ın birinin bölünmesi diğer ülkelerin de bölünmesine yol açar.

Artan işbirliği 2018’i Batı Asya’nın zafer yılı yapacaktır.