28 Haziran 2017 Çarşamba

BOP PENCERESİNDEN BAKMALIYIZ

Söylenenleri dinleyince, yazılanları okuyunca ve sosyal medya paylaşımlarını inceleyince şunu anladım: İnsanlarımızın büyük çoğunluğu Türkiye’nin içinde bulunduğu vahim durumdan haberi yok. Oysa, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yan en şiddetli ve büyük tehdit ve tehlikeleri göğüslemeye çalışıyor.

 Bu tablo halkımızın bir kısmı tarafından görülmüyor, çünkü dünyaya ve yurda baktıkları pencere çok dar veya pencerenin camı buğulu.

Durumun tam olarak anlaşılması için, Türkiye’ye ve diğer bölge ülkelerine BOP penceresinden bakmak lazım. ABD dış işleri bakanı, bu proje ile Türkiye dahil 22 ülkenin sınırlarının değişeceğini ve yeni devletler kurulacağını açıkça söyledi. Söylenen söz de tutuldu ve Ortadoğu’daki bazı milli devletlere saldırı başladı.

ABD SALDIRIYOR

Türkiye de bu saldırıdan nasibini aldı. ABD, Türkiye’yi bölmek için PKK, FETO ve IŞİD gibi terör örgütlerini devreye soktu.

ABD’nin ilk ve en büyük saldırısı TSK’nin yurtsever subaylarını, aydınlarımızı, bilim adamlarımızı yargı içine yerleşmiş FETO üyesi hâkim ve savcılar eliyle, hem de casusluk, fuhuş yapma ve yaptırma gibi son derce ahlaksızca iddialarla hapse attılar. TSK’nin komuta kademesi tasfiye edilmeye çalışıldı. Bu şekilde BOP’a direnç gösterecek kuvvetler zaafa uğratıldı.

AKP hükümetlerinin gafilane şekilde açılım politikaları yürütmeleri ve dindar sandıkları cemaat mensuplarını önemli mevkilere getirmeleri, bu örgütlerin gücünü artırdı ve eylemlerinin yoğunlaşmasına sebep oldu. Emniyet teşkilatı ve yargı FETO’ya, Güneydoğu Anadolu ise PKK’ya teslim edildi.

DÖNÜM NOKTASI: 24 TEMMUZ 2015

Türkiye hızla bölünme aşamasına doğru giderken 24 Temmuz 2015 tarihinde şartlar değişti.  TSK ve emniyet teşkilatımız PKK üzerine var gücüyle gitmeye başladı. PKK kentlerden temizlendi, dağlardan da temizlenmeye başlandı.

Mehmetçiklerimiz Suriye’nin kuzeyinde oluşturulmak istenen Kürt Koridorunu (İkinci İsrail Koridoru) Fırat kalkanı harekâtı ile böldü.

Bu arada Ordu ve polis içine yerleşmiş FETO gladyosu bir darbe ile Türkiye’yi ele geçirmeye çalıştı ama kahraman ordumuz ve polisimiz halkı da yanlarına alarak bu darbeyi önledi ve FETO mensupları tutuklanmaya başlandı.

Dün vatanseverleri mahkûm eden hakimler ve savcılar ya yurt dışına kaçtı ya da tutuklandılar. Yargıdan 4 bine yakın FETO mensubu temizlendi. Yargıtay’daki ve HSK’daki FETO üyelerinin görevlerine son verildi. PKK mensupları da tutuklanmaya başlandı. 70 bine yakın FETO ve PKK mensubu yargı kararı ile hapishanelere konuldu.

Türkiye Cumhuriyeti, ordusuyla, polisiyle ve yargısıyla Amerika’nın bu eli kanlı terör örgütlerine karşı kahramanca mücadele ediyor. Bu uğurda canlarımız bizden kopup gidiyor. Her gün birkaç şehit haberi alıyoruz ve kahramanlarımızın başarısı için dua ediyoruz.

İÇ CEPHE ZAYIFLATILMAMALI!

Amerika-Türkiye savaşıyor. Bu savaşta iç cephe önemli ama hem iktidar hem de muhalefet partileri iç cephemizi zayıflatan yanlışlıklar yapıyor.

Sayın Erdoğan, sadece kendisine oy verenlerin yani yaklaşık %50’lerin cumhurbaşkanı olmaya devam ediyor. İktidar tarafından laiklik dışı kararlar alınıp uygulamaya konuluyor. İktidar bu tip davranışlarla milli birliğe zarar veriyor.

Bazı çevreler de bilinçli veya bilinçsiz olarak TSK’nin komuta kademesini, özellikle de genel kurmay başkanı Hulusi Akar’ı küçük düşürmeye ve itibarsızlaştırmaya çalışıyor. 30-40 yıl önce çekilmiş fotoğraflar medyaya servis ediliyor. Bunun arkasında kripto FETO olduğu muhakkak.

Vatan savaşı veren bir ordunun baş komutanına saldırmak, Türk ordusuna saldırmakla eş anlamlıdır.

Kahraman Mehmetçikler terör örgütleri ile nasıl cansiperane mücadele ediyorsa, hâkim ve savcılarımız da aynı şekilde vatan savaşına katılıyor. Tehditlere ve baskılara aldırmaksızın FETO ve PKK mensuplarını çekinmeden tutukluyor ve gerekli cezaları veriyor.

İşte tam bu sırada, CHP Milletvekili Berberoğlu’nun haksız ve yasalara aykırı şekilde tutuklanmasını bahane eden Sayın Kılıçdaroğlu “Yargı çökmüştür, adalet kalmamıştır, binlerce insan haksızlığa uğratıldı” söylemleri ile bir yürüyüş başlattı ve adalet istedi.

Peki haksızlığa uğradılar denilenler kim? FETO ve PKK mensupları. Bunlar tutuklanınca adalet kayboluyorsa, bu terör artıklarını salmamız mı gerek? Adalet bunun için mi isteniyor. Bu adalet arayışı iç cepheye bir hücum sayılmaz mı?

Adalet çok soylu bir kavram ve elbette herkes için lazım. Ama siz yargı çökmüştür deyip adalet istiyorum derseniz size sorarlar: Yargı adaleti sağlayamıyorsa, peki kim bu adaleti sağlayacak. Kimden adalet istiyorsunuz, diye soralar.

Yargıyı neden hırpalıyorsunuz? Bırakın yargı mensupları da vatan savaşına kahramanca katılsınlar.

Bu vatan savaşında, önümüzde iki yol var; ya BOP’un sahibi olan ABD ve İsrail’in dediklerini yapıp teslim olacağız ya da vatanımızı savunmaya devam edeceğiz. Birinci ihtimali Türk Milleti kabul etmeyeceğine göre, savaşacağız.

Bu savaşta en büyük gücümüz, milli birliğimiz, kahraman ordumuz, polisimiz ve yargımızdır. Gücümüzü zaafa uğratmaya kimsenin hakkı yoktur.


BOP penceresinden baktığımda benim vardığım sonuç bundan ibaret…

22 Haziran 2017 Perşembe

ZEHRİ ALTIN TABAKTA SUNARLAR

Meşhur sözdür, ”Zehri altın tabakta sunarlar”. Bu atasözü bizimdir ama en iyi uygulayıcısı Amerika’dır. “milli devletleri parçalamak, halkları sömürmek için 3 altın tabak kullanır:

Küreselleşme, demokrasi ve insan hakları ve özgürlük. Buna şimdi bir ilave geldi:  Adalet.

Demokrasi, temel hak ve özgürlükler insanlığın çok kanlı mücadeleleri sonucu elde ettiği değerlerdir. Hangi topluma veya kişiye demokrasi ve özgürlük ister misiniz diye sorsanız, evet isteriz derler, çünkü bunlar insanlık için en büyük değerlerdir.

Bunu bilen Amerika, zehirlemek istediği toplumlara zehri bu tabaklar içinde sunar. Irak’ı, Suriye’yi, Libya’yı demokrasi tabağında sundukları zehirle parçaladılar, milyonlarca insanın ölümüne, milyonlarca insanın evsiz, yuvasız kalmasına sebep oldular.

Küreselleşme dedikleri de batı sermayesinin gelişmekte olan ülkeleri sömürmesinin bir yolu.

Küresel güçler gelişmekte olan ülkelere küreselleşmeyi allayıp pullayıp çok iyi bir şeymiş gibi takdim ederler. Küreselleşin, zenginleşin derler ama tam tersi olur.  Kapıları açın, gümrükleri kaldırın, mal ve sermaye rahatlıkla dolaşsın derler. Bunu da ekonomik reçete diye sunarlar ama bu reçetenin özünde zehir var, sömürü var, el koyma var.

“Küreselleşme” tabağındaki sömürü zehrini Türkiye 1980 ihtilali ile içmeye başladı, hala da içiyor.  

Milli devletleri sömürmenin bir yolu da o devletleri istikrarsızlığa sürüklemek ve mümkünse parçalamak. Bunu da “insan hakları, azınlıklara özgürlük” tabağında sundukları “bölünme” zehri ile yapıyorlar.

Türkiye’ye de bölünme zehrini böyle sundular. Türkiye bu zehri içti ve bölünme aşamasına geldi. 24 Temmuz 2105’de TSK’nın, polislerimizin ve korucularımızın PKK’nın üstüne yürümesi ise panzehir oldu.

ADALET DÜN VARMIŞ, BUGÜN YOK OLMUŞ!

İşte tam bu sırada FETO örgütü devreye sokuldu ve devletimiz ABD’nin piyonlarının kontrolüne sokulmak istendi. Başaralı olamadılar, binlerce FETO ve PKK mensubu tutuklandı; asker, polis ve yargı bu örgütlerin mensuplarından temizlenmeye başlandı.

Temizlik ilerleyip hapishaneler dolmaya başlayınca zehrin tabağı değiştirildi; yeni tabağın ismi “Adalet” oldu.

Kamuoyu yargının tarafsız olmadığı ve binlerce masum insanın tutuklandığı ve ortada adalet kalmadığı şeklinde şartlandırıldı. Bazı hukuki uygulamalar da bu kanaat pekiştirildi.

Adalet olmayınca yürümek te gerekli oluyor! Yürüyüp olmayan adaleti sağlayacaklar. Sormak lazım:

Dün binlerce Türk subayı ve Vatan Partisi yöneticileri Ulusal Kanal ve Aydınlık yazar ve çalışanları hapislere atılırken Adalet vardı,  70 bin FETÖ ve PKK mensubu tutuklanınca adalet yok oldu.

Dün genel kurmay başkanı dahil yüzlerce subay, teröristlikle ve casusluk, fuhuş gibi adice iftiralarla hapse atılınca adalet var, devleti ele geçirmek için darbe yapmaya kalkan, bunun için sivil halkı, polislerimizi, askerlerimizi acımadan şehit eden askerler hapse girince adalet yok.

Dün İlhan Selçuklar, Erol Manisalılar, rektörler, bilim adamları, yazarlar hapse atılınca adalet var, HDP’li millet vekilleri hapse girince adalet yok.

Dün FETO üyesi hakimler, savcılar, polisler kumpaslarla insanlarımızı haksız yere tutuklarken adalet var, bugün bu hakimler kaçıp gidince ve görevlerine son verilince adalet yok.


Adalet çok yüce bir kavramdır. Hiç kimse ben adalet istemiyorum demez. Adalet, zehir sunmak için çok ideal bir tabaktır. Amaç, bu tabaktaki zehri milletimize yedirip, ABD piyonlarına özgürlük sağlamaktır. Milletimiz bu tabaktaki zehrin farkındadır ve hevesler kursaklarda kalacaktır. 

21 Haziran 2017 Çarşamba

MÜDAFAA-İ HUKUK VEYA ADALET YÜRÜYÜŞÜ

Dostlarım, arkadaşlarım, tanıdığın, tanımadığım kimseler soruyorlar; “Bu kutlu adalet yürüyüşüne Vatan Partisi neden katılmıyor?”. Tek tek anlatmaya çalışıyorum ama yetmiyor, en iyisi yazayım dedim:

Türk Milleti adalet için kutlu yürüyüşünü yıllar önce yapmıştır. Bu yürüyüşün adı “Müdafaa-i Hukuk Yürüyüşü”dür. 1914’de başlar, 30 Ağustos 1922 tarihinde Dumlupınar’da biter.

Bu yürüyüş kutludur çünkü emperyalizme ve onun içerdeki uzantılarına karşı milletin hakkını savunmak için yapılmıştır. Sadece Türk milletinin hakları değil, tüm mazlum ülkelerin hakları zalimlere karşı savunulmuştur.

Emperyalizm Türk milletinin yaşama hakkına, vatanına, namusuna, ırzına saldırmıştır ve milletimiz bu yürüyüşle Atatürk önderliğinde adaleti sağlamıştır; bir devrim yapmıştır ve ortaya Türkiye Cumhuriyeti çıkmıştır.  

Yıllar geçti, batılı güçlerin niyeti değişmedi. Gene saldırıyorlar, hakkımızı gene gasp etmek istiyorlar. Dün kabul ettiremedikleri Sevr’i bugün gerçekleştirmek için örtülü örtüsüz saldırıyorlar. PKK/HDP olup saldırıyorlar, PYD olup saldırıyorlar, FETO olup, gladyo olup saldırıyorlar.

Eğer adalet için yürünecekse, milletin hakkını bu güçlere karşı savunmak için yürüyelim. Adını da “Yeniden Müdafaa-i Hukuk” koyalım; işte o zaman bu yürüyüş kutlu olur.

Kılıçdaroğlu yürüyor ama bu yürüyüş kutlu değil. Değil çünkü milletin hakkını koruyacak bir adalet arayışı içinde değil. Türkiye’yi dış güçlere şikâyet ediyor ve onlardan adaleti sağlamasını istiyor.

Peki kimler için adalet istiyor; Onu da Perinçek’in ağzından dileyelim:

“SUÇSUZLAR KİM

O yürüyüşte Herekol dağında şehit düşen Mehmetçiğin anasına adalet isteniyor mu? O Mehmetçiğe kurşun sıkana adalet isteniyor.

O yürüyüşte İzmir Adalet Sarayı önünde PKK’nın canlı bombasının üzerine atlayan Polis Fethi Sekin’in yetimlerine adalet isteniyor mu? Canlı bombaya adalet isteniyor.

O yürüyüşte 15 Temmuz darbesini bastırırken şehit düşen, yaralanan askere ve polise adalet isteniyor mu? 15 Temmuz Darbesini yapanlara adalet isteniyor.

O yürüyüşte Ergenekon tertibinde hayatını veren Kuddusî Okkırlara, Yrb. Ali Tatarlara, İlhan Selçuklara, Prof. Dr. Uçkun Geraylara, Amiral Cem Çakmaklara adalet isteniyor mu? O yürüyüşte Ergenekon tertibinin polislerine, savcılarına, yargıçlarına adalet isteniyor.

O yürüyüşte PKK bombasıyla şehit olan Derik Kaymakamı Muhammet Fatih Safitürk’e adalet isteniyor mu? O yürüyüşte Selahattin Demirtaşlara adalet isteniyor.

O yürüyüşte PKK’nın şehit ettiği Müzik Öğretmeni Aybüke Yalçın’a adalet isteniyor mu? O yürüyüşte hendek kazanlara iş makinası veren terör yandaşlarına adalet isteniyor.

Biliyoruz, bazı saf kardeşlerimiz hemen “Biz F Savcısı Zekeriya Öz, F polisi Ali Fuat Yılmazer, Nazlı Ilıcak, Ekrem Dumanlı, Selahattin Demirtaş vb için yürümüyoruz” diyeceklerdir.

Manzara öyle değil. Açıklamalar da öyle değil. “Türkiye’de adaletin bittiği, hapishanelere suçsuzların doldurulduğu” edebiyatıyla yürünüyor.

Bugün hapishanede olanlar, İlker Başbuğlar, Çetin Doğanlar, Teoman Komanlar, Doğu Perinçekler, Kemal Alemdaroğlular, Mehmet Haberallar, Deniz Gezmişler, Mahir Çayanlar, Mümtaz Soysallar değil!

O zaman kimdir o suçsuzlar?

HAPİSHANELERDE KİMLER VAR

70 bin FETÖ bağlantılı ve bölücü terör bağlantılı şüpheli tutukludur. Bu koşullarda “Adalet bitti, Cumhuriyet yıkıldı” bağırışları, onları kurtarma talebinden başka hangi anlama geliyor?

Bu yürüyüşü PKK, HDP, onların teferruatları, FETÖ ve artıkları niçin destekliyor? Enis Berberoğlu’na yapılan haksızlığı düzeltmek için mi?

Bugün Türkiye’de “Adalet bitti” diye yürüdüğünüz zaman, “hapistekilere özgürlük” diye bağırdığınız zaman, bunun tek bir anlamı vardır: 70 bin FETÖ ve PKK bağlantılıya adalet ve özgürlük!

Çünkü içerde olanlar bunlar.”


Dünkü kutlu yürüyüş Türk milletinin hakkını savunmak için yapılmıştı; bugün ise, milletin hakkına göz diken ABD’nin Türkiye’deki piyonlarını hapislerden çıkarmak için yapılıyor. Bu yürüyüşe “kutlu” da denmez; katılmak da olmaz.  

14 Haziran 2017 Çarşamba

AMAN DİKKAT!

Zor günlerden geçiyoruz. Türkiye’yi bölmeyi kafasına koyan güçler saldırılarını giderek artırıyor. Bu zor günlerde en çok ihtiyaç duyduğumuz şey milli birliktir. İktidarın da muhalefetinde birliğimizi bozacak her türlü eylemlerden ve söylemlerden kaçınması gerekir.

Bu zaruret ortada iken birbirini takip eden iki gelişme milli birliğimizi riske attı, adeta Türkiye’nin altında bir dinamit gibi patladı.

Önce sayın Kılıçdaroğu gurup toplantısında Türkiye’yi kaosa sokabilecek sözler etti; arkasından bir CHP milletvekili hakkında mahkûmiyet kararı verilip tutuklandı.

KILÇDAROĞLU’NUN TALİHSİZ BEYANI

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Salı günü CHP grup toplantısında tarihî önemde bir açıklama yaptı. Gerçi daha önce HDP de 16 Nisan sonrasında yürürlüğe giren anayasanın gayri meşru olduğunu ısrarla ilan ediyordu. Ancak aynı görüş CHP Genel Başkanı tarafından paylaşılınca olayın çapı tarihî boyutlar kazandı. Kılıçdaroğlu’nun açıklaması özetle üç noktada toplanıyor:

1. Yürürlükte olan anayasa gayri meşrudur.

2. Mevcut iktidar meşru olmayan anayasaya göre görev yapıyor.

3. Bu anayasaya göre yapılacak her şey gayri meşrudur.

Sayın Kılıçdaroğu, önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimi ve TBMM seçimi bu anayasaya dayanarak yapılacağına göre bu seçimlerin gayri meşru olduğunu şimdiden ilan etmiş oluyor.

AKP iktidarı Türkiye’yi idare etmede aciz durumdadır. İktidarın değişmesi gerekmektedir. Bu iktidarı seçim yolu ile değiştiremeyeceksek nasıl değiştireceğiz.

Kılıçdaroğlu seçimlere gayri meşru dediğine göre bu iktidarı değiştirmek için demokrasi dışı yöntemlere baş vurulmasını mı istiyor? Halkı hükümete karşı isyana mı çağırıyor? Bu beyan kaosa davetiyedir.  Kılıçdaroğlu en kısa zamanda söyledikleri ile ilgili olarak bir açıklama yapmalıdır.

ENİS BERBEROĞLU’NUN TUTUKLANMASI

CHP milletvekili ve Türkiye’nin seçkin gazetecilerinden Enis Berberoğu’nun tutuklanması iç çatışma doğurabilecek ikinci olay oldu. Bu tutuklanma sadece Fethullah Terör Örgütü'nü ve bölücü terör örgütünün sevindirmiştir. Bu kararın tutarlı hiçbir yanı yoktur.

Türkiye’yi yönetenler, böyle iç çatışma ihtimalini yükseltecek uygulamaları önlemek mecburiyetindedir. Bu durum yargı bağımsızlığı ile geçiştirilemez. HSK üyelerini istediği gibi değiştirebilen iktidarın böyle bir bahane arkasına sığınmaya hakkı yoktur.

Vatan Partisi Genel Başkanı Sayın Doğu Perinçek’in bu iki konu hakkındaki değerlendirmeleri çok önemlidir ve muhakkak dikkate alınmalıdır.


Halkımız sükunetini bozmamalı, meşru yollar dışında hak arama yöntemlerine baş vurmamalıdır.


Milli birlik kaybolursa, vatan bütünlüğü de kalmaz. Bu da en çok FEO ve PKK’nın ve onların arkasındaki emperyalist güçlerin işine gelir.

12 Haziran 2017 Pazartesi

VATANIMIZI SAVUNMUŞTUK, GENE SAVUNUYORUZ

Mustafa Kemal Atatürk diyor ki:

“Mutlaka şu veya bu sebepler için milleti savaşa sürüklemek taraftarı değilim. Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir” diyor Atatürk. Vatan toprakları tehdit alındaysa, ulusun hayatı da tehlikede demektir; o takdirde savaş kaçınılmaz olur.

Osmanlı Devleti I. Cihan Savaşı'na işte bu nedenle katılmıştır. Buna rağmen bazı yanlış değerlendirmeler söylenip durmaktadır.

Çeşitli iddialar var: I. Cihan Savaşında Türkiye, vatan savunması yapmamış, emperyalistler arasında paylaşıma alet olmuş. Osmanlı Devleti tarafsız kalabilir, savaşa girmeyebilirmiş. İttihatçılar özelikle de Enver Paşa devleti bir hayal uğuruna savaşa sokmuş.

Oysa birinci cihan savaşının dışında kalabilecek tek ülke varsa o da Osmanlı Devleti’ydi. Türkiye paylaşımın hedefi olduğu için savaşa girmek mecburiyetindeydi. Almanya dışında müttefik seçme ihtimali yoktu çünkü İtilaf devletleri yani İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya Osmanlı topraklarını paylaşmak için anlaşmışlardı.

Savaşın amacı, Türkiye’nin paylaşılması, boyunduruk altına alınması yağmalanması ve bağımsızlığına son verilmesiydi. Merak eden açsın Sykes-Picot anlaşmasını okusun. Bu güzel vatanın nereleri İngiltere’nin, nereleri Fransa’nın, nereleri Rusya’nın, nerelerin İtalya’nın olacaktı görsün.

Türkiye bir vatan savaşı verdi ve 1914’de başlayan savaş 30 Ağustos 1922 tarihinde sona erdi  Sonuçta Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.

İkinci cihan savaşına Türkiye girmedi çünkü girme mecburiyeti yoktu. Vatanımızın paylaşılması söz konusu değildi.

YENİDEN VATAN SAVAŞI

Bunları neden yazıyorum? TSK ve polislerimiz yurt içinde, yurt dışında Türkiye’yi bölmek ve vatanımızdan parça koparmak isteyenlere karşı tıpkı birinci cihan Savaşı’nda olduğu gibi bir vatan mücadelesi veriyor.  

Şu anda da bir vatan savaşı veriyoruz.

Emperyalistlerin saldırısı altındayız. Amerika PKK olup saldırıyor, FETO olup saldırıyor, PYD olup saldırıyor. Yetmezmiş gibi Suriye’deki tanklarının namlusunu Türkiye’ye çevirmiş bekliyor.

Birinci cihan Harbine gereksiz yere girdiğimizi iddia edenler gibi şimdilerde de Suriye’de ne işimiz var, Ortadoğu bataklığına girmeyelim, bu savaş Arapların savaşı bizi ilgilendirmez diyenler var.

Yanlış, bu savaş en çok bizi ilgilendiriyor. Vatanımız savunuyoruz, bağımsızlığımızı savunuyor, egemenliğimiz savunuyoruz.

Savunmayalım mı yani?

24 Temmuz 2015 tarihinde bu yana Türkiye-Amerika savaşı devam ediyor. Amerika’nın taşeron örgütü önce şehirlerden temizlendi, şimdi de dağlardan temizleniyor. Suriye’nin kuzeyinde oluşturulmak istenen koridoru “Fırat Kalkanı” harekâtı ile durdurduk. Bir diğer taşeron örgüt olan FETO’nun belini kırdık, kırmaya da devam ediyoruz.

Ne yapsaydık yani? Savaşmasaydık da teslim mi olsaydı. Lozan’ı inkâr edip Sevr’i kabullenseydik.

9 Haziran 2017 Cuma

KATAR'I DOĞRU OKUMAK


Ortadoğu'da olaylar o kadar hızlı gelişiyor ki, takip etmek mümkün olmuyor. Diğer yandan gelişmelerle ilgili çok bilgi kirliğinin olması da insanımızın kafasını iyice karıştırıyor.

Kafa karışıklığının bir sebebi de tüm olay ve gelimelere Tayyip düşmanlığı pencerseinde bakmak sebep oluyor. Bir olay Tayyip'i yıpratacaksa iyidir, Tayyip'in işine yarıyorsa kötüdür. Bu pencere doğruları göstermiyor, kafaları karıştırıyor, düşünceleri bulanıklaştırıyor.

Suudi Arabistan'ın başını çektiği 7 ülke Katar ile tüm ilişkilerini kesti. Bu durum Türkiye'de farklı yorumlara yol açtı. Dinliyoruz, okuyoruz durumun doğru değerlendirlmediğini görüyoruz.

Gelişen bu olaylara Arapların kendi aralarındaki bir mücadele ve kavga olarak görmek çok büyük hatadır. Bu görüş Tayyip düşmanlığından başka bir kriterleri olmayanların kanaatidir.

ÇELİŞKİLERE BAKMALIYIZ

Doğrudur, Ortadoğu'da çatışma ve çekişme var ve giderek de büyüyor. Bu çatışmaların mahiyetini anlamak için çelişkilere bakmak lazım.

Çelişki, dinler arasında değil, mezhepler arasında değil, etnik kimlikler arasında da değil.

Çelişki, ABD ve İsrail'in başını çektiği batılı güçler ve onlara biad eden ülkelerle, (bir başka söylemle “Atlatik Sistemi”) bu bölgede, emperyalizme karşı durmaya çalışan yörenin milli devletleri ve onlarla birlikte hareket eden Rusya arasındadır.

Savaş var ve savaşın iki tarafını bunlar oluşturuyor. Katar ABD tarafında olmadığı için bu muameleye maruz bırakıldı.

HEDEF ÜLKE TÜRKİYE

Emperyalistlerin hedefinde özellikle Türkiye var. Irak'ın ve Suriye'nin kuzeyini içine alacak bir koridor oluşturmak ve daha sonra buraya güneydoğumuzu da katmak isteyen Amerika Türkiye'yi sıkıştırmaya çalışıyor.

PKK'yı kullandı, kullanmaya devam ediyor ama kahraman ordumuz, polisimiz, koucularımız PKK'yı açtıkları hendekler gömdü. Şimdi de dağlarımızı bu katillerden etmizliyor.

FETÖ'ya darbe yaptırıp Türkiye'yi içerden yıkmak istediler ama gene kaybeden Amerika oldu. TSK içindeki Amerika'nın silahlı gücü yok edildi. Devlet daireleri bunlardan temizlenmeye devam ediyor.

Türkiye “Fırat Kalkanı” harkatı ile ikinci İsrail koridoruna bir hançer sapladı. Koridor hayalleri yıkıldı.

NE YAPMALIYIZ?

Bütün bunları kabullenemeyen Amerika, Saldırılarına şu veya bu şekilde devam ediyor. Katar'ı yalnızlaştırarak Türkiye'ye darbe vurmaya çalışıyor.

Türkiye “Atlatik Sistemi” içinde kalarak bu hücumları önleyemez. Kendi topraklarında Amerika'ya üs vererek hiç önleyemez. Yapılacak şey bellidir.

Türkiye öncelikle İran, Irak, Suriye ve Katar ile iyi ilişkiler kurmalıdır. Rusya ile işbirliğini artırmalıdır.

NATO tartışmaya açılmalı ve İncirlik dahil tüm yabancı üsler kapatılmalıdır. Türkiye'de tek bir yabancı asker kalmamalıdır.

Unutmayalım ki, NATO bizim hiç bir güvenlik sorunumuzu çözmemiştir. NATO'da durmamız tam bağımsızlık ilkesine de aykırıdr. Çıkılmasında fayda vardır.

Türkiye milli birlik içinde sorunlarını çözecektir. Bunda en ufak şüpheye yer yoktur.


6 Haziran 2017 Salı

EŞKİYAYA YATAKLIK YAPMAYALIM

Amerika’nın kanlı eli Ortadoğu’yu karıştırmaya devem ediyor. Bir damla petrol için binlerce insanın kanını dökmekten çekinmeyen Amerika şimdide yeni nifaklar, yeni düşmanlıklar ve yeni çatışmalar peşinde. Bir yandan düşmanlıklar yaratıp, ülkeleri, halkları birbirine düşman ediyor, diğer yandan silah satıyor.

Amerika’nın en fazla zarar verdiği ve vermek istediği ülkelerden birisi de Türkiye. 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında o var.  Gece İncirlik ve Büyük Ada komuta merkezi gibiydi. Girişim başarılı olmayınca, o gece Büyük Ada’da bulunan CIA’nın Graham Fuller denen görevlisinin Yunanistan’a 8 subayla birlikte kaçtığı yetkili mercilerle biliniyor.

İncirlik YPG/PYD denilen terör örgütünün ağır silahlarla donatılmasında da merkezi rol oynuyor. Şu bir gerçek; kendi ülkemizde bir üsse yerleşmiş ve bizim iznimizle bize düşmanlık yapan bir güç var. Topraklarımız bu düşman güçten arındırılmalıdır.

Vatan Partisi geçenlerde “İncirlik üssü ABD’ye kapatılsın” diye bir imza kampanyası başlattı ve bildiri dağıttı. Bildiri aynen şöyle:

“İNCİRLİK ÜSSÜ ABD’YE KAPATILSIN

Değerli vatandaşlarımız,
Bölücü PKK Terör Örgütüne ve Fethullah Terör Örgütüne karşı devletçe ve milletçe büyük bir mücadelenin içindeyiz. Vatan savaşı veriyoruz.
Terör örgütlerinin arkasında Amerika ve İsrail var.
Vatan toprağı olan İncirlik Üssü’nden kalkan Amerikan uçakları, Mehmetçiğimize ve Polisimize kurşun sıkan terör örgütlerini koruyor.
Amerikan tankları sınır boylarımızda PKK’yı desteklemek için namlularını Türkiye’ye çevirmiş bulunuyor.
Dahası, İncirlik Üssü, 15 Temmuz gecesi FETÖ’nün darbe girişimine yataklık etti.
Apaçık ortadadır, İncirlik Üssü Türkiye’nin güvenliğine hizmet etmiyor. İncirlik Üssü, Amerika’nın Türkiye Hükümetini ve Türkiye kalesini içten ele geçirme girişiminin hizmetindedir.
Devekuşu gibi kafamızı kuma gömmenin alemi yok! İncirlik Üssü Türkiye’nin bağrına sokulmuş bir hançerdir.
Olmaz böyle şey: Hükümet, vatan Toprağımızda Türkiye’ye karşı bir müdahale ve saldırı üssü bulunmasına izin vermez!
Değerli vatandaşlarımız,
İncirlik Üssü, aynı zamanda komşularımıza karşı bir tehdit ve saldırı üssüdür. Suriye, Irak ve İran’ın toprak bütünlüğü, Türkiye’nin toprak bütünlüğüdür.
Türkiye, Müslüman milletlerin düşmanı olan eşkıyaya yataklık yapamaz.
Vatan Partisi olarak kampanya başlatıyoruz.
İncirlik Üssü, Amerikan uçaklarına kapatılsın.

İncirlik Üssü, Türk Ordusu’nun denetimi altına alınsın.”

2 Haziran 2017 Cuma

TARİHTEN GÜNÜMÜZE BİR IŞIK

Bilen bilir, Yusuf Akçura Türk devrim tarihinin en önemli kişilerinden birisidir. Osmanlı’nın son döneminde ortaya çıkan, Kemalizm’e de kaynaklık yapan Türkçülük siyasetinin gelişmesinde büyük rol oynamıştır.

Yusuf Akçura maalesef günümüzde çok az bilinmektedir. ‘Ben Türk Milliyetçisiyim’ diyenlerin bile Yusuf Akçura’yı tanımamaları çok üzücüdür. Sadece Akçura değil, o dönemin çok önemli Türkçüleri olan Gaspıralı, Gökalp ve Galiyev de unutulmak üzeredir.

Özellikle gençlere önerimdir, bu 4 büyük şahsiyetin hayatını incelesinler, yazdıklarını okusunlar; onların ışıkları hâlâ dimağları aydınlatacak kadar parlaktır.

Akçura, Kırım Türklerindendir. Rusya’da doğmuş ama İstanbul’da eğitim almıştır. Abdülhamid zamanında diğer Türkçüler gibi hapse atılmış ve sürgüne gönderilmiştir. 1908 devriminden sonra İstanbul’a dönmüş ve yoğun bir tempo ile Türkçülük fikrinin yayılmasına hizmet etmiştir.

AKÇURA BUGÜNÜ ANLATIYOR

Akçura, bir makalesinde Osmanlı’nın son dönemini anlatır ama sanırsınız ki bugünü anlatıyor. Okuyalım bakalım:

“Avrupa’da büyük sanayi ve sermayenin oluşmasıyla, Osmanlı ülkesine girişi, ekonomimizi alt üst etti ve memleketimizin ekonomik krizinde hiç şüphesiz, en önemli etken oldu…

2. Mahmut zamanında, yabancılardan, ecnebi milletlerde borç almak, borçlanmak düşünüldü. Abdülmecit zamanında borçlanma kapısı geniş açıldı ve en çok bu kapıdandır ki Avrupa’nın büyü sermayesi, Osmanlı ülkesine girip istila etti. Sanayi ürünleri ile memleketten aldığı kazanca para kirası olarak aldığı faizler eklendi. Ecnebilerden alınan borç paraların mühim bir kısmı, egemen zümre ve padişahlar tarafından verimsiz masraflara tutuldu…

Devlet bütçesinin masraflar kısmına borç faizleri de yüklenince, denge daha çok bozuldu. Fakat bu borçlanma belası bunla da kalmadı. Devlet, borcunun faizlerini ödeyemeyince, müflis borçlulara yapılan muamele, konkordato Osmanlı Devleti’ne reva görüldü: Düyun-u Umumiye kurumu kuruldu.

Kim ne derse desin, Osmanlı saltanatında, Düyun-u Umumiye Kurumu, devlet içinde devlet mahiyetindeydi, iktisadi bağımsızlığımızı ve bunun üzerine siyasi bağımsızlığımızı büsbütün yaraladı.”

ÜRETİM EKONOMİSİ ÖNCELİĞİMİZ OLMALI

Şimdi, 2.Mahmut’un yerine Özal’ı, Abdülmecit’in yerine Çiller’i, Düyun-u Umumiye’nin kurulmasına rıza gösteren Abdülhamid’in yerine de Erdoğan’ı koyun ve düşünün. Var mı günümüzden farkı?

Borçlanma ekonomisine halen devam ediyoruz. Borçlarımız boyumuzu aşmak üzere. Bu ayla ilgili açıklanan rakamlara göre dış ticaret açığımız daha da artmış. Bu demektir ki bu açık borçla kapanacak.


Türkiye bir an önce borçlanma ekonomisini terk edip, üretim ekonomisine geçmelidir. Zaman daralıyor, Düyun-u Umumiye’ye az kaldı.