29 Eylül 2016 Perşembe

LOZAN TÜRK MİLLETİ İÇİN BİR ZAFERDİR, İNGİLTERE İÇİN İSE BİR HEZİMET

14 Yıllık iktidarında 152 adamızı Yunanistan'a veren Erdoğan Lozan'da adalar Yunanistan'a verildi diye şikayet ediyor. Elindekine sahip çıkamayan birisinin Lozan'ı ve onu imzalayanları hedef alan bugünkü ifadesi son derecede çirkin olmuştur.

Osmanlılara toz kondurmayanlara hatırlatmak gerek:

Lozan'ı emperyalistlere kabul ettiren heyet, Türk Milletinin kaderine el koyduğu zaman, İstanbul, İzmir, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Bursa, Balıkesir, Kütahya, Aydın, Afyon, Antep, Urfa, Adana, Maraş Osmanlılar tarafından Batılı emperyalistlere verilmişti. Sevr imzalanmış, Anadolu'nun doğusunda Ermenistan ve Kürdistan'ın kurulmasının yolları açılmıştı.

Lozan İngiltere için bir hezimet, Türkiye için bir büyük zaferdir.
"15 Temmuz'da millli egemenlik korundu" diyenler şunu bilmedirler ki, milli egemenlik Lozan ile tescil edilmiştir.
Şu fotoğraflara baksınlar da utansınlar.
EYUP S. KARAKAŞ






22 Eylül 2016 Perşembe

BU DA YCHP

Bir önceki yazımda iktidarın yaptığı büyük yanlışlıktan söz etmiştim, sıra ana muhalefetin yanlışlarında.

CHP genel başkanı katıldığı bir televizyon programında FETO ve darbe girişimi hakkında sorulan sorulara cevap verirken sözüm ona demokrasiyi savunuyor.

Kılıçdaroğlu’na göre, Fethullah Gülen’in kitaplarının yasaklanması doğru değil, demokrasiye aykırı. Bunları söylerken Saidi Nursi’nin kitaplarının basılması ile ilgili bazı hakların kısıtlanmasını CHP olarak engellediklerini söyledi. Demokrasiyi zedeleyeceği için kitap yakmaya ve yasaklamaya karşı olduklarını anlattı.

“15 Temmuz darbe girişiminin arkasında Amerika mı var?" şeklindeki bir soruya “Benim elimde veri yok diye cevap verdi.


Kılıçdaroğlu bu ifadeleri ile demokrasiyi değil, açıkça FETO’yu ve onun arkasındaki Amerika’yı korumuş oluyor. CHP, YCHP olunca demek ki böyle oluyor.

Demokrasinin temelinde insan hak ve özgürlükleri vardır. Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin 30. Maddesi şöyledir:

“Bu bildirgenin hiçbir kuralı, herhangi bir devlet, topluluk veya kişiye, burada açıklanan hak ve özgürlüklerden herhangi birinin yok edilmesini amaçlayan bir girişimde veya eylemde bulunma hakkını verir biçimde yorumlanamaz.”

FETO da PKK da esas olarak insanlarımızın yaşama hakkı dâhil,  temel hak ve özgürlüklerini kıstlamak isteyen ve demokratik bir yönetim yerine diktacı bir tutumu hedef edinen örgütlerdir.  Fethullah Gülen’in demokrasiyi yaşatmak için değil yok etmek için kitap yazıyor. Çocukların, gençlerin beynini yıkayıp onları ülkesine, milletine, Cumhuriyet’e, demokrasiye düşman hale getiriyor. Bu kitapları yasaklamak değil, yasaklamamak demokrasiyi tehlikeye atar.

Kılıçdaroğlu’nun demokrasiyi ortadan kaldırmak için darbe teşebbüsünde bulunan bir örgütün liderinin “kitaplarının yasaklanmasını doğru bulmuyorum” ifadesi son derece yanlıştır. Bu ifade demokrasiyi değil, FETO örgütünü korur, demokrasiye ise zarar verir.

Fethullah Gülen İslâm dinini Haçlı’ların çıkarları için kullanan; dine de, millete de hainlik yapan birisidir. Bu adamın kitaplarını savunmak CHP genel başkanına mı kaldı?

Cumhuriyeti yıkmak isteyen bir örgütü şu veya bu şekilde savunmak Cumhuriyeti kuran partinin genel başkanına hiç yakışmadı.

Hele hele her şey gün gibi ortada iken, darbe girişiminin arkasına Amerika var mı diye sorulunca “benim elimde veri yok” demesi çok yanlış olmuş. Adeta Amerika’nın hainliğini gizlemeye çalışmış.

Cumhuriyet’in ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurucusu Mustafa Kemal kurduğu bu kurumları ebediyet yaşatmak için “Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz” demiş. YCHP genel Başkanı ise Saidi Nursi’nin kitapları kısıtlanmadan basılsın diye uğraşıyor.

Kılıçdaroğlu “ CHP artık 1930’ların partisi değil” derken ne kadar da doğru söylemiş. Yazık, çok yazık!


Son olarak Kılıçdaroğlu’na şunu da söylemek gerek: Amerikan’ın piyonu FETO’nun düzenlediği kaset kumpaslarından sonra parti başkanı olanların ve Amerikan elçisi ile otel odalarında gizli görüşmeler yapanların demokrasiyi savunacak yüzleri olamaz.

20 Eylül 2016 Salı

İKİ BÜYÜK YANLIŞLIK

Emperyalizme karşı vatan savaşı verdiğimiz ve Amerikancı darbenin izleri daha silinmeden İktidar ve ana muhalefet partisinde iki büyü yanlışlık kaynaklandı. AKP iktidarı, “Meclis-i Mebusan’ı kapatıp, meşrutiyeti yok edip istibdata geçen II. Abdulhamid’in doğum gününü kutlamaya kalktı. Ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu ise bir televizyon programında demokrasi adına FETO’yu ve cemaatleri savundu.

BİRİNCİ YANLIŞLIK

Bir Abdülhamid hayranlığıdır gidiyor. Önce, Gülhane Askeri Tıp Fakültesi’nin adını Abdülhamit yaptılar. Şimdi de 22-25 Eylül 2016 tarihleri arasında da TBMM, Dolmabahçe Sarayında Abdülhamit Sempozyumu topluyorlar. Hem de “uluslararası” bir girişim şeklinde.

Kim yapıyor bunu Daha dün milli iradeye, Millet Meclisi’ne sahip çıkın diye halkı meydanlara çağıranlar yapıyor. Bunlar bilmiyorlar mı ki, Abdülhamid, milli iradenin temsilcisi olan Meclis-i Mebusan’ı Türk-Rus savaşı çıkınca “olağan üstü hal” var deyip kapatan ve 33 yıl ülkeyi baskı ile, zulüm ile tek adam diktası ile yöneten bir padişahtır.

Abdülhamid’i anacaklarmış! Ansınlar bakalım.

Merak ediyorum, bu toplantılarında meclisi kapatıp tek adam diktası ile ülkeyi nasıl yönettiğini de anacaklar mı?

Osmanlı topraklarının çok büyük bir kısmının Abdülhamid’in padişahlığı zamanında kaybedildiğini de anacaklar mı?

Abdülhamid’in hürriyet kahramanlarını zindanlara attığını ve orada boğdurduğunu, Fizan çöllerine sürüp açlıktan ve susuzluktan ölmelerine sebep olduğunu da anacaklar mı?

Abdülhamid’e karşı büyük bir mücadele veren Türk milliyetçilerini Mustafa Kemali, Talat Paşayı, Enver Paşayı, Niyazi Beyi, Tevfik Fikret’i, Mehmet Akif’i de anacaklar mı?

Abdülhamid’in nasıl bir hürriyet düşmanı olduğunu da anacaklar mı?

Abdülhamid’in zamanında Türk milliyetçiliğinin çok büyük suç olarak görüldüğünü de anacaklar mı?

Sözü Doğu Perinçek’e bırakalım:

“ Türk milleti, ancak çağdaş değerler ekseninde birleştirilir. Türk Milletini birleştiren bayrak var. O, Mustafa Kemal Atatürk’tür. Millet ile Orduyu, millet ile devleti birleştiren bayrak odur. Abdülhamit, Atatürk’e karşı savaş bayrağıdır. Abdülhamit, Mustafa Kemalleri hapislere atan sultandır. Abdülhamit bayrağı açarak Fetullahçılık yapılır ama vatan savaşı yürütülemez.

ABDÜLHAMİT’İ MEHMET AKİF’TEN ÖĞRENİN

Mehmet Akif, Abdülhamit’e şöyle sesleniyordu, günümüz Türkçesiyle veriyoruz:

Ne yüce kavm idik; yazık ki sen geldin sefil ettin
Bütün gelecek ümidini imkansız kıldın, yok ettin

Rezîl olduk... Sen ey kanlı kâbus, sen rezîl ettin!
Gayret ifâde eden bir pak alın her kimde gördünse,

“Bu bir cani” dedin sürdün, ya mahkum eyledin hapse.
Hafiyelerini vekil edip her vicdana, her hisse.

Düşürdün milletin en kahraman evladını ye’se
Ne lanetlisin ki rahmetler okuttun ruh-i İblis’e!

Şimdi tekrar soruyorum: Bu anma toplantısında Mehmet Akif’in bu şiiri de okunacak mı?


İkinci büyük yanlışlık CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu’ndan geldi, onu da bir sonraki yazıda tartışalım.

19 Eylül 2016 Pazartesi

OKULLAR AÇILDI

2014-2015 eğitim ve öğretim dönemi başladı. Tüm yurtta öğrenci ve öğretmenler ders başı yaptı. 16 milyon 400 bin öğrenci ve 873 bin öğretmen ders başı yaptı.

Eğitim ve öğretim yılı başladı. Tüm yurtta 16milyon 400 bin öğrenci ve 873 bin öğretmen ders başı yaptı. Rakamlar oldukça büyük. Öğrenci sayısı birçok ülkenin toplam nüfusundan fazla. Okul sayımız ve okullaşma oranımız da geçmiş ile kıyaslanmayacak kadar iyi ama gene de yeterli değil.

Televizyonda Şemdinli ve Nusaybin’deki PKK tarafından yakılıp yıkılan okulların son halini gördüm. Okullar onarılmış, eğitime hazır hale getirilmiş. Sınıfları öğrenciler doldurmuş; her yan cıvıl cıvıl. Görev yapan gencecik kız ve erkek öğretmenleri görünce, ileri yaşıma bakmadan onların ellerini öpmek istedim. İşte bu gençlerdir gerçek anlamda Mustafa Kemal’in askerleri…

Bu genç öğretmenlere Mustafa Kemal’in askerleri diyorum çünkü Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşını zaferle bitirmiş, İzmir’e gelmiş. Çevresindekiler ona, “Çok yoruldunuz Paşam, herhalde çiftliğinize çekilir dinlenirsiniz” diyor. Onun yanıtı aynen şöyle oluyor:

“Hayır, asıl savaş şimdi başlayacak. Bu savaş, cahilliğe ve gericiliğe karşı yapılacaktır...”

Bu gençler gericiliğe ve cahilliğe karşı verilen savaşın korkusuz ve fedakâr askerleridir. Bu millet onlara çok şey borçlu…

OSMANLI’DAN BUGÜNLERE

Bugünlere kolay gelmedik. Cumhuriyet kurulduğunda toplumun eğitim düzeyi oldukça düşüktü. Gayrimüslim bankerlerden borç alarak kendilerine lüks saraylar yaptıran padişahların aklına nedense okul yapmak gelmemiş.

Cumhuriyet kurulduğunda, Çocukların sadece 1/4'i okula gidebiliyor. Halk cahil. Erkeklerin % 93'ü, kadınların % 99'u okuma yazma bilmiyor.  Tüm ülkede toplam 4770 ilkokul, 72 ortaokul ve 23 lise var.

Medreselerde sözüm ona eğitim yapılıyor. Bu medreseler askerden kaçma yeri ve bağnazlık yuvası olmuş. Hurafeler din diye öğretiliyor. Medreselerde Türkçe yasak.

Ülkede bir üniversite (darülfünun) var. Bu kurum da çağın özelliklerinden uzak bir halde. Akıl ve bilim unutulmuş.  Kitap yok, kütüphane yok, müze yok, resim yok, heykel yok, tiyatro yok, spor yok.
Halkı aydınlatacak, bilinçlendirecek, eğitecek kurumlar yok.

Halk adeta kendi kaderine ve cami imamının, tarikat şeyhinin, medrese ehlinin, bilgisine terk edilmiş durumda. Akılcı ve bilimsel düşünce yok.

Türkçe ihmal edilmiş. Sözcükler unutulmuş. Türkçe, Osmanlıca denilen bir dile dönüşmüş. Arapça, Farsça ve Fransızca Türkçeyi adeta istila etmiş.

CUMHURİYET VE MİLLİ EĞİTİM

Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın en zor zamanlarında, düşmanın Eskişehir’e, Afyon’a saldırdığı dönemde 15 – 16 Temmuz 1921’de Ankara’da 1. Maarif Kongresi’ni toplamıştır. Açılış konuşmasını yapan Atatürk konuşmasında muallimlerden “Türkiye’nin milli maarifini kurmasını” ister ve “milli maarifi” açıklar:

“Şimdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye usullerinin milletimizin gerileme tarihinde en önemli bir etken olduğu kanaatindeyim. Onun için bir milli terbiye programından bahsederken, eski devrin batıl inançlarından ve doğuştan sahip olduğumuz özelliklere hiç ilgisi olmayan yabancı fikirlerden Doğudan ve Batıdan gelebilen tüm etkilerden tamamen uzak, milli ve tarihi özelliğimize uyumlu bir kültür anlıyorum” demiştir.

1922 yılında ise şunları söylüyor:

“En önemli ve verimli vazifelerimiz milli eğitim işleridir.
Milli eğitim işlerinde kesinlikle zafere ulaşmak lazımdır. Bir milletin gerçek kurtuluşu ancak bu şekilde olur. Bu zaferin sağlanması için hepimizin tek vücut ve tek düşünce olarak bir program üzerinde çalışması lazımdır. Bence, bu programın iki esaslı noktası vardır:
(a) Sosyal hayatımızın ihtiyaçlarına uygun olması
(b) Çağın gereklerine uymasıdır.”

Ve savaş başlar. İlk mektepler, orta mektepler, liseler açılmaya başlar. Bir yandan da öğretmen ihtiyacını karşılamak için öğretmen okulları faaliyete geçirilir. İstanbul Darülfünun’u reforma tabi tutularak İstanbul Üniversitesi’ne dönüştürülür.

Çocuklar kadar halkın da eğitilmesine önem verilmiştir. Atatürk,  "Hedefe yalnız çocukları yetiştirmekle ulaşamayız. Çocuklar geleceğindir. Fakat geleceği yetiştirecek ana-babalar şimdiden az çok aydınlatılmalıdır ki yetiştirecekleri çocukları bu millet ve memlekete hizmet edebilecek, yararlı ve faydalı olabilecek şekilde yetiştirebilsinler. Bilenler bilmeyenleri toplayıp okutmayı bir vazife bilmelidirler." Demiş ve bunun gereği olarak en ücra köylerde bile “Millet Mektepleri” açtırmıştır. Gene halkın eğitilmesi ve aydınlanması için Halk Evlerini kurmuş ve Anadolu’da yaygınlaşmasını sağlamıştır.

Bugün eğer 193 üniversitemiz varsa ve 16 milyonun üzerinde çocuğumuz 873 bin öğretmen gözetiminde eğitime başlayabiliyorsa, bunu Türkiye Cumhuriyet’inin ilk yıllarında başlayarak bugüne kadar sürdürülen çalışmalara borçluyuz.

SORUNLARIMIZ VAR

Eğitim ve öğretim kurumlarımızın ve öğretmenlerimizin sayısını yeterli bulmuyoruz. Okul, derslik ve öğretmen sayısı hızla artırılmalıdır. Eğitim sistemimiz sorgulayan, araştıran, analiz yapabilen, bilimsel düşünceye sahip gençler yetiştirecek şekilde yeniden düzenlenmelidir.

Bir önemli sorun da yabancı dilde eğitimdir. Türkiye’de her kademede eğitim Türkçe olmalıdır. Yabancı dilde eğitim ancak sömürge ülkelerinde olur. Türk Milleti gibi büyük bir milletin Türkçe gibi çok gelişmiş bir dili varken yabancı dilde eğitim yapılması kabul edilemez. Faydası da yoktur.

Bir önemli sorun da özel okullardır. Özel okulların varlığı çocuklarımız arasında eşitsizlik yaratıyor. Bu eşitsizlik çocukların meslek hayatlarını da etkiliyor. Özel okulla kademeli olarak azaltılmalı ve kapatılmalıdır.

Eğitim ve öğretimde birlik çok önemlidir. Son yıllarda görülen medrese eğitimine dönüş arzuları ve çabaları son bulmalıdır. Eğitim bilime dayalı ve milli olmalıdır.

Eğitimin sürekliliği unutulmamalı, ömür boyu eğitim, eğitimde süreklilik ihmal edilmemelidir.

Bir önemli husus da eğiticilerin eğitimidir. İyi eğitim ancak iyi yetişmiş öğretmenlerle mümkündür.

Son sözü Atatürk söylesin:

“Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder.”

15 Eylül 2016 Perşembe

AMERİKA’NIN DAYATMALARI VE AKP

Başta Erdoğan olmak üzere iktidar sözcüleri sürekli ABD’nin dayatmalarına evet demeyeceklerini söylüyorlar. Bu söylem bizi mutlu ediyor ve umutlandırıyor. İktidarın ABD’nin iki eli kanlı örgütü olan FETO ve PKK’nın üzerine gitmesini, Suriye’nin kuzeyinde oluşturulmak istenen ikinci İsrail koridorunu engellemeye yönelik icraatlarını takdir le karşılıyoruz.

İktidarın bu icraatları geçmişte yaptıkları büyük hataları elbette affettirmez. Gün gelince bunun da hesabı sorulur.

ABD’nin dayatmalarına evet demeyeceklerini iddia eden iktidara Amerikan’ın bazı dayatmalarını hatırlatmakta fayda var.

AMERİKA’NIN SÖZCÜSÜ: GRAHAM FULLER

Graham Fuller’i bilirsiniz. Amerikan’ın nasıl bir Türkiye arzu ettiğini sıklıkla o dile getirir. Kendine göre bazı önerilerde bulunur ki aslında bu öneriler Amerikan’ın bize dayatmalarıdır. Bakın ne diyor bu CIA ajanı:

“…Atatürk’ün düşünceleri çağı için son derece güçlü düşüncelerdi; ama onun sayesinde yaratılmış bugünün kendisine güven duyan güçlü Türkiye’si, artık ulusal kimliğini yörüngesini, dünyadaki rolünü, hatta İslâm’ın gündelik hayattaki yerini ‘yeniden’ düşünebilmelidir….”

“…Türkiye nüfusunun iç yapısı geçmişte, genel olarak açıkça kabul edilmeyen bir şekilde, çok ‘etnik’ görünüyor: Türkiye ‘çok’ etnik unsurlu, çok ‘dinli’ bir toplumun sorunlarını nasıl halledeceğini sorusuyla uğraşıyor. (…) Bence eğer Türkiye yumuşak bir şekilde gelişecekse, bu meselelerin devamlı tartışılmasını elzemdir….”

“…evet! Türkiye çok  ‘etnik’ bir ülkedir ve bu gerçeği kabul etmelidir; bu gerçeğin kabulü daha gürbüz, çekici ve başarılı ‘yeni’ bir Türk devletinin başlangıcı olabilir…”

“…Türkiye, Kürt sorununu ve siyasette İslâm sorununu ‘demokratik yollardan’ çözmelidir; şu anda her iki konu da olumsuz yönde gidiyor, bunların çözülmemesi, Türkiye’nin iç ve özellikle dış politikasını bozacaktır….”

“…PKK’nın çökerilmesi, Kürt sorununun bitmesi anlamına gelmiyor, Kürt sorunu, temelde, Kürt Kimliği’nin tanınması, ifade edilmesi talebedir. Geçmişte inanan ciddi bir Müslüman olmak, sosyal açıdan çok ilerleyici görülmemişti; bugün insanlar İslâmı daha fazla ifade etmek istiyor; laiklik din özgürlüğünü reddetmemelidir…”

“…ABD, Türkiye’den genel olarak, dünyadaki ABD politikalarına ‘uyan’ bir ‘müttefik’ olmasını ister…”

AMERİKA NE DAYATIYOR?

Adam açıkça şunu söylüyor:

Atatürk’ün devri geçmiştir, Onun politikalarından, yol göstericiliğinden vaz geçin. Siz farklı etnik kimlikli halklardan oluşuyorsunuz. Türkiye’de sadece Türk milleti yok. Başta Kürtler olmak üzere farklı etnik kimliğe sahip insanlar var. Milli devlet anlayışından vaz geçin.

Kürt sorunun PKK çökertilse bile bitmez. Bu sorunu çözmek için siyasi haklar verilmelidir.

Laiklik ilkesini de gözden geçirin. Siyasal İslamcıların isteklerini de kabul edin.

Amerika’nın müttefiki olmak istiyorsanız, ABD’nin politikalarına uyun, bu politikalara aykırı işlemler yapmayın. Bize tabi olun.

Bütün bunlar özetle şu anlama geliyor:  Temellerini Atatürk’ün attığı Türkiye Cumhuriyet’ini tasfiye edin.  Yeni bir anayasa yapın. Milli devletten vaz geçin. Kürtlere siyasal haklar ve toprak verin. Bizim sözümüzden çıkmayın, biz ne dersek onu yapın.

Bunlar Amerika’nın siyasal talepleri, bunlara ekonomik isteklerini de eklemek gerek:

Amerika yıllardır IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumları da kullanarak bize neoliberal politikaları dayatıyor.  Turgut Özal’dan bu yana bu politikaları uyguluyoruz.

Bu politikaları uygulamada sorunlar oluşunca, Kemal Derviş denilen adamaların yolladılar. Bu politikaların özü; devletin küçülmesi, özelleştirmelerin yapılması, gümrüklerin kaldırılması, uluslararası sermayenin ülkemize girmesinin kolaylaştırılması ve bu sermayeye tavizler verilmesi, ekonominin ithalata dayandırılması, Türk parasının sürekli değerli tutulması, tüketimin özendirilmesi.  

Bunlar da Amerika’nın ekonomik dayatmaları…

HATIRLATMAK GEREK

Amerika’nın siyasal ve ekonomik dayatmalarını kısaca sıraladıktan sonra Sayın Erdoğan’a ve hükumet yetkililerine hatırlatmak lazım:

Siz iktidara gelir gelmez, Türkiye Cumhuriyet’inin Atatürk tarafından atılan temelleri ile oynamaya ve onları tahrip etmeye başladınız. Cumhuriyetin en önemli olan özelliği olan millilik vazfını yok etmeye çalıştınız. Milli devlet anlayışını zedelediniz, milli ekonomiyi tahrip ettiniz, milli eğitimin milli olma özelliğini bozdunuz.

Laiklik ilkesini zedelediniz, Atatürk, hurafelerin, dogmatik inançların karanlığından ülkemizi bilimin aydınlığına taşımıştı; siz aydınlığı karanlığa çevirdiniz.

Atatürk’ü ve onun silah ve devrim arkadaşlarını itibarsızlaştırmaya çalıştınız. Onlara ayyaş dediniz, Yandaş televizyonlara Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarını çıkartıp onların Atatürk’e hakaret etmesine imkan tanıdınız. 

Atatürk’ün en önemli ilkesi olan milli egemenliğini tek adam hakimiyetine dönüştürmeye çalıştınız.

Bu uygulamalarınız Graham Fuller’in istekleri ile ne güzel örtüşüyor.

İktidara geldiğiniz günden bu yana ağzınızdan Türk Milleti söz hiç çıkmadı desek yalan olmaz. Millet dediniz ama Türk demediniz, Türkiye’de bilmem kaç tane etnik kimlikten bahsettiniz ve Türklüğü bu etnik kimliklerden birisi gibi gösterdiniz.

PKK ile masaya oturup Graham Fuller’in isteklerine uyan bir anayasa yapmaya kalktınız. Türk Milletini anayasadan çıkartmanın planlarını yaptınız.  Türkiye’yi bölmeye çalışan bir örgütü adeta beslediniz, büyüttünüz.

Türkiye Cumhuriyeti’ni yok etmek isteyen Amerikan’ın piyonu FETO örgütünü devletin içine yerleştirdiniz, “ne istedilerse verdiniz”. 

Özelleştirme adı altında fabrikaları, işletmeleri, dereleri, madenleri, ormanları yabancılara ve yandaşlara yok pahasına sattınız. Kamu tekelini yok edeceğiz dediniz ama Türkiye’yi sermayenin tahakkümüne terk ettiniz.

Gelir dağılımını bozdunuz, kendi yandaşlarınızı zengin, halkı yoksul kıldınız. Üretimi değil, tüketimi teşvik ettiniz. Ülkeyi sürekli cari işlem açığı verir hale getirdiniz. Türkiye’yi borç batağına sapladınız.

Bütün bunlar da Amerika’nın dayattığı liberal politikaların sonucu oldu ve bunları siz yaptınız.

SORMAK GEREK

Şimdi soruyorum: Madem ki, Amerika’nın dayatmalarını artık hayır diyeceksiniz sormam gerek:

Bundan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri ile oynamaya devam edecek misiniz?

“Tek devlet” dedikten sonra bunun Türkiye Cumhuriyeti olduğunu, “tek millet” dedikten sonra bunun Türk Milleti olduğunu, “tek bayrak” dedikten sonra bunun Türk Bayrağı olduğunu söyleyecek misiniz?

Atatürk ve cumhuriyetimizin diğer kurucularını itibarsızlaştırmaya devam edecek misiniz? Tabelalardan sildirdiğiniz T.C. ibaresini tekrar yazdıracak mısınız? TBMM duvarlarından indirdiğiniz Atatürk resmini tekrar asacak mısınız? Atatürk ve İnönü’ye ayyaş demeye devam edece misiniz?

Kahraman ordumuz, polislerimiz ve korucularımız PKK’yı çökerttikten sonra onlarla gene masaya oturup ileri demokrasi, insan hakları vesaire deyip, önce federasyona daha sonra da ikinci İsrail diyebileceğimiz kukla devletin kurulmasına vesile olacak mısınız?

TSK’nı zaafa düşürecek uygulamalar yapacak mısınız?

Devletimizin laiklik ilkesini zedeleyecek, tahrip edecek uygulamalara devam edecek misiniz?

Özelleştirmelere, kamu sektörünü küçültmeye, borçlanma ekonomisini sürdürmeye, halkı yoksullaştırmaya, sosyal devleti tahrip etmeye, eşitsizliği artırmaya ve gelir dağılımını bozmaya, yandaşlarınızı zenginleştirmeye devam edecek misiniz?

Eğer bu sorulara cevabınız evetse, şunu bilin ki, bunlar hep Amerika’nın dayatmalarıdır. Hem bu uygulamalara devam edip hem de “Amerika’nın dayatmalarını kabul etmiyoruz” demeye hakkınız yoktur.


Amerika’nın dayatmalarına hayır diyecekseniz size tavsiyem şu:  Atatürk’ün yoluna giriniz. Onun gösterdiği aydınlık yolda yürümeye çalışınız. Amerika’nın değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesine tabi olunuz. 

12 Eylül 2016 Pazartesi

TIBBİYELİ HİKMET’TEN İTO’LU SELÇUK EREZ’E

Tarih 9 Eylül 1919, Sivas Kongresi’nde hararetli bir şekilde Türk Milleti’nin geleceği tartışılıyor. Kurtuluş için yoğun olarak manda fikri konuşuluyor. 8 Eylül gününün gecesi Mustafa Kemal Paşa manda lehindeki konuşmalara ithafen etrafındakilere şöyle seslenir:

“İstanbul’dakiler ve buradakiler nevmit ve hasta insanlardır. Ecnebi işgal etkisi altında cesaret ve ümitlerini kaybetmiş olmanın verdiği teessürle ve marazi bir haleti ruhiye içinde hareket ediyorlar. Bunun başka türlü izahı yoktur. Bir milletin istiklâl hakkını aramasından ve bu yolda gerekiyorsa son damla kanını akıtmasından daha tabii ne tasavvur edilebilir? Şerefsiz, istiklâlsiz, esir bir millet çocukları olarak yaşamak yerine, efendice ve kahramanca ölmek elbette ki şayanı tercihtir. Bunu anlayamamak ne garip mantıktır?”

9 Eylül sabahından itibaren tartışmalar yeniden başlar. Kongreye katılan 38 delegeden birisi de Tıbbiyeli bir gençtir. Cumhuriyet Tarihine Tıbbiyeli Hikmet olarak geçen bu genç,  14 Mart 1919 Tıbbiye direnişinin kahramanlarından birisidir. Bu kahramanlığından dolay delege olarak seçilmiş ve arkadaşlarını zar zor topladığı yol parası ile Sivas’a gelmişti.

Tıbbiyeli Hikmet Manda tartışmalarından rahatsız olduğu için söz alır ve şunları söyler:

”Paşam! Temsilcisi bulunduğum tıbbiye, bağımsızlık savaşımızı başarmak için açtığınız çalışmalara katılmak üzere beni gönderdi. Amerikan mandasını kabul edemem. Kongre bu yolda bir karar verecek olsa bile, bunlar kim olursa olsun, bütün gücümüzle karşı çıkarız. Varsayalım ki, Amerikan mandasını siz de onayladınız. Size de karşı geliriz. Sizi kurtarıcı değil, vatan batırıcı sayarız. Tel’in ederiz.”


Mustafa Kemal bu sözlerin üzerine  “Arkadaşlar, gençliğe bakın, Türk milli bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin” der ve Tıbbiyeli Hikmet’e dönerek:

“Evlat, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyordum. Biz mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal, ya ölüm” der.

“Varol Paşam” diyen Hikmet memnuniyetini ifade ederek ve Mustafa Kemal’in elini öper.

Tıbbiyeli Hikmet mandayı ret ederek milli egemenliği, bağımsızlığı, vatanın bütünlüğünü, Türk Milletinin haysiyetini ve şerefini savunmuştu. O zaman ki tehdit İngiltere, Fransa ve İtalya gibi batılı emperyalist güçlerden kaynaklanıyordu. Bu güçlerin ülkeyi işgal etmek, parçalamak ve milletimizi esir etmek için içimize saldığı güç ise Yunanlılardı.

Tıbbiyeli Hikmet mandayı ret ederek milli egemenliği, bağımsızlığı, vatanın bütünlüğünü, Türk Milletinin haysiyetini ve şerefini işte bu emperyalist güçlere karşı savunmuştu.

Bugünlerde benzer emperyalist güçler gene bağımsızlığımıza, mili egemenliğimize, vatanın ve milletin birliğine saldırıyor. Dün Yunan ordusunu kullanan bu güçler bugün PKK, FETO, IŞİD gibi terör örgütlerini kullanıyor.

PKK denilen Amerikan’ın Türkiye’yi bölmek için kullandığı eli kanlı örgütün başı için DTK, HDK, KJA, DBP ve HDP gibi PKK yandaşı örgütler Diyarbakır’da açlık grevi başlattı.

Hain terör örgütü PKK'nın İmralı'da tutuklu lideri Abdullah Öcalan için başlatılan açlık grevine ne yazıktır ki Tabipler Odası da destek oldu.

İstanbul Tabip Odası Başkanı Selçuk Erez, hiç hicap duymadan Apo ve PKK için tezgâhlanan açlık grevi eylemine destek vererek, "Halkın alkış tutup tebrik etmesi gerekiyor. Kürt halkının temsilcisi Apo'dur. Barışa inanıyorsak, bir an evvel masa başına oturmalıyız” diyecek kadar emperyalist güçlerin hizmetkârı olmuştur.

“Barış” kılıfıyla, terörist başını Kürt kökenli vatandaşlarımızın temsilcisi ilan etmesi aymazlıktır, ihanettir, teröre hizmet etmekten başka bir anlama gelmemektedir.

Emperyalizme karşı küçük yaşına bakmadan, Mustafa Kemal’e bile kafa tutarak karşı koyan Tıbbiyeli Hikmet’ten; ülkemizin birliğine, bütünlüğüne, bağımsızlığımıza ve egemenliğimize kast eden düşmanların içimize soktuğu hainlere destek çıkan İTO’lu Selçuk Erez’e geldik. Çok acı!

İşin daha acısı da diğer Tabip Odalarının ve hekimlerimizin bu ihanete ses çıkarmamasıdır.


Doktorlarımız Tıbbiyeli Hikmet’i örnek almalı ve bu hain zihniyet Tabip Odalarından sökülüp atılmalıdır. 

7 Eylül 2016 Çarşamba

GÜNEŞ DOĞUDAN DOĞAR

Türkiye 1940’lı yıllardan bu yana Atlantik sitemi içinde kendisine yer bulmaya çalışıyor.  Bu amaçla NATO üyesi oldu, AB’ne girmek için tavizler verdi, Gümrük Birliğine girdi ama Batı dünyasından hayır değil şer gördü.

Batı dünyası sürekli üzerimiz geliyor, haklarımızı elimizden almaya çalışıyor.

Doğu Akdeniz’de Antalya körfezi dışında bize hak tanımıyor. Kıbrıs’ı bırakıp gidin diyor.

Ege adalarını elimizden aldı, almaya da devam ediyor. Daha yeni 152 ada ve kayalığımız Yunanistan tarafından işgal edildi. Yunanistan karasularını 12 mile çıkarıp bize deniz yollarını kapatmaya çalışıyor.

Montrö antlaşmasını değiştirip boğazlar üzerindeki egemenliğimizi yok etmek istiyor.

Ermeni soykırımı yalanını kabul etmemiz için baskı uyguluyor. Ermenistan’a toprak vermemizin hazırlığı yapıyor. Kuzey Irak ve Suriye’de Kürt devleti adı altında yeni bir İsrail devleti kurmak için her türlü siyasi ve askeri planları uygulamaya sokuyor.

Ekonomik gelişmemizi yavaşlatmak ve bizi sömürmek için IMF Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası kurumlar aracılığı ile ekonomik kararlarımıza etki etmeye çalışıyor. Liberal ekonomileri bize dayatıyor.

Bütün bunlardan daha önemlisi PKK, FETO gibi terör örgütleri aracılığı ile vatanımızı bölmeye ve Türkiye Cumhuriyeti’ni tasfiye etmeye çalışıyor.

Balyoz, Ergenekon, casusluk davaları ile TSK’ni nasıl zafiyete uğrattığını da unutmadık.

Bütün bunları yaparken de bize dost ve müttefik ülke diyor. Böyle dostluk mu olur? Böyle müttefiklik mi olur?

SİLAHLI MÜCADELE

Dost ve müttefik bildiğimiz Amerika ile şu anda savaş halindeyiz. Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk gibi davalarla başlayan bu savaş 24 Temmuz 2015 tarihinden bu yana silahlı mücadeleye dönüştü.

Türkiye’yi bölmeye çalışan ABD güdümlü PKK terör örgütüne karşı başlatılan bu mücadele kahraman askerlerimiz, polislerimiz ve korucularımız tarafından büyük bir başarı ile sürdürülüyor. Yurt içinde bu mücadeleye devem edilirken ordumuz Suriye sınırını geçerek Amerikan’ın egemenlik kurduğu topraklar girdi. Türk Amerikan savaşı atık Suriye’nin kuzeyinde de devam ediyor.

Amerikan’ın kara gücüm dediği PKK’nın Suriye kolu olan PYD TSK’ne karşı durabilmek için Membic’in her tarafına Amerikan bayrakları astı. PYD artık resmen Amerikan bayrakları altında bizimle vuruşuyor.

Türkiye Batı sistemi içinde kalarak bu kötülüklere dur diyemez. Yeni ittifaklar aramak mecburiyetindedir. Komşuları ile olan ilişkilerini düzeltmeli ve emperyalizme karşı savaşan, mücadele eden bu ülkelerle işbirliğini artırmalıdır.

DIŞ POLİTİKADAKİ GELİŞMELER

Hükumetin son zamanlarda Rusya ile ilişkileri düzetmeye çalışması, Suriye ile temas kurmaya ve görüşmelere başlaması, İran ile yakınlaşması son derece önelidir ve yapılması gereken de budur.

G 20 zirvesi de göstermiştir ki artık güç odağı doğuya doğru kaymaktadır. Yüzyıllardır Batı tarafında sömürülen doğu halkları bir uyanış içindedir. Ekonomik ve askeri olarak Batı’nın kötülüklerine dur diyecek noktaya gelmiştir.

Türkiye de artık yönünü doğuya çevirmiştir ve rotasını da Atlantik sisteminden Avrasya sitemine döndürmüştür. Doğru olan da budur.

Mazlum milletler emperyalizme karşı başkaldırıyor. Dünya yeni bir gelişmenin sancılarını yaşıyor. Atatürk’ün 1033 yılında müjdelediği günler yaklaşıyor:


“Şarktan şimdi doğacak olan güneşe bakınız. Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün şark milletlerinin uyanışlarını da öyle görüyorum. Hürriyet ve istiklâline kavuşacak olan pek çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşu, şüphesiz ki terâkkiye ve refaha müteveccih vuku bulacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen istikbâle ulaşacaklardır. Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletlerarasında hiç bir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hakim olacaktır. Bu sözleri söyleyen Cumhurreisi değil, sadece Türk Milleti’nin bir ferdi olarak Mustafa Kemal’dir”

2 Eylül 2016 Cuma

AKLI EMANETE VERMEK!

Genelleme yapmak çok doğru değil ama şunu da söylemek gerek: Zulüm, ölüm, yoksulluk, sömürü hep doğu toplumlarında var. Oysa batı toplumları ise daha müreffeh, insanın insana eziyeti ise daha az, insanın insana saygısı daha çok. Bu gerçeği bilip nedenlerini araştırmadan, soruşturmadan doğu toplumlarına rahat yüzü yok.

Batı toplumlarını farklı kılan bilim, felsefe ve sanattır. Doğuda eksik olan da bunlardır.

Aklı kullanmayı bilmeyen toplumların kaderidir geri kalmak.

Batı, aklı kullanarak bilimde ilerlemiş, teknolojiyi insan hizmetine vermiş ve ahlaki değerleri yüceltmiştir. Körü körüne bir şeylere inanarak bunlar olmaz.

Laiklik sadece din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması değil, aklın, düşüncenin özgürleşmesidir de… Düşünce, bilim ve sanat papazların, cizvitlerin, rahiplerin etkisinden kurtulup özgürleşmesi batı toplumlarına aydınlığı getirdi.

Osmanlı’dan bu yana insan aklının esir olması ve cehalet Türk milletinin gelişmesine ve aydınlanmasına en büyük engel olmuştur.

Atatürk’ün Cumhuriyeti kurması ile birlikte başlayan aydınlanma hamleleri ve çabaları 1945’li yıllardan sonra duraklamaya uğramış.  Günümüz iktidarı ise aldığı kararlarla, uyguladığı eğitim sistemi ile toplumu adeta karartıyor.

GÜRÜNEN MANZARA

Etrafınıza bakın şunları göreceksiniz:

Başkalarına kötülük yaparak, baskı uygulayarak dini görevlerini yerine getirdiğini sanan insanlar.

Kuran’a değil de hoca efendiye, şeyhe, imama, sakal bırakıp, cübbe giyen sahtekârlara inanıyor. Onların sözünü İslam sanıyor.

Kuran, dualar, ibadet hep Arapça; bunların anlamını bilen çok az sayıda insan var. Bilgi yok, bilinç yok.

Kuran’ın Türkçe anlamından çok bir takım insanların yazdığı ilmihaller, risaleler okunuyor.

Daha da ileri giderek şunu söyleyebiliriz: İnsanların bir kısmı farkında olmadan Allah’tan çok bir insana inanıyor.

Akıllar emanete verilmiş durumda. Kendi aklı ile düşünen yok. Başkalarının düşüncesini körü körüne savunan milyonlar var. Kimisi aklını parti liderine emanet vermiş, kimisi şeyhe, kimisi lidere, kimisi televizyonda ahkâm kesen bir şarlatana…

İnsanların kendi düşüncesi yok. Olmadığı için de düşüncesini değiştiremiyor, geliştiremiyor.

Atatürk “Hayatta en hakiki yol gösterici bilimdir” demiş ama toplum bu gerçeğin farkında değil. Gideceği yolu bilimsel verilere göre değil, batıl inançlar, dogmalara göre belirliyor.

Bu böyle devam ettiği sürece ne Türk Milleti, ne de diğer İslam toplulukları Hristiyanların, Yahudilerin sömürüsünden, zulmünden kurtulamaz.

Başkalarına emanet verdiğimiz aklımızı başımıza almalıyız. Düşüncelerimiz bizim olmalı. Sahip olduğumuz düşüncelerimizi sürekli sorgulamalıyız ve değişime açık tutmalıyız. Yolumuzu hurafeler, dogmalar, peşin kabuller değil bilim aydınlatmalı.


Unutmayalım ki, aklı özgür olamayan bir kişinin gerçek anlamı ile hiçbir özgürlüğü yoktur. O başkalarının seçimleri ve kararları ile yaşar. Kula kul olmaktan da kurtulamaz.