31 Ağustos 2014 Pazar

30 AĞUSTOS!  BİR DEVRİN BATTIĞI ZAFER

30 Ağustos, bize bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik kapılarını açan bir zaferdir. Bu zaferi “milli varlığı son bulduğu sanılan” büyük Türk Milleti, askeri ile, komutanı ile, kadını ile çocuğu ile birlikte kazanmıştır.

Bugün bağımsızlık timsali bayrağımız gönderinde ise, padişahın kulu olmaktan çıkıp özgür vatandaşlar oldu isek, egemenlik Osmanlı sülalesinden millete geçti ise, Türk olmanın gururunu yaşayabiliyorsak bunu bu büyük zafere borçluyuz.

Büyük nutkunda Gazi Paşa şöyle diyor:

“Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekât Türk ordusunun, Türk subay ve komuta hey'etinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçiren muazzam bir eserdir.
Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklâl düşüncesinin ölümsüz bir âbidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evlâdı, bir ordunun başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.” 

Bu eseri yaratan başta Mustafa kemal Paşa olmak üzere gazililerimiz, şehitlerimize şükranlar olsun. Onlar sayesinde Osmanlının bize bıraktığı işgal edilmiş vatan, yabancı güçlerden temizlenmiş ve bağımsız bir vatan dönüşmüştür.

Hamdullah Suphi Tanrıöver,  1924 yılında yapılan, 30 Ağustos’u anma toplantısında zaferi kazanan Türk halkını ne güzel anlatmış:

"Burada, hâdise sözden çok kuvvetli bir mevkidedir. Ben size ne söyleyebilirim ki, bu ovaların üstünde geçen vak’alar kadar derin, manalı, beliğ ve şümullü olsun. Söz burada fiil karşısında acizdir. Bakıyorum, aramızda Anadolu kadınları var, hiçbir felâketin üstüne gözyaşı akıtmamış, yüzleri kayalar gibi katı, yüzleri dağ başlarındaki kayalar gibi yanık, sayısız muharebelere sayısız şehitler vermiş Anadolu kadınları var. Aramızda alaca gömlekleriyle, çıplak ayaklarıyla köylüler ve köy çocukları görünüyor. Dağ başlarındaki yaylalardan Yörükler inmiş, içtimaa onlar da gelmişler, içtima tamamdır. Burada olanlar kadar burada olmayanlar da burada… Türk milletinin ruhu, bu harp meydanının kenarında şimdi el bağlamış duruyor" 

Yıllarca süren savaşlardan yorgun ve bitkin bir halk; insanlar aç ve susuz; üstte yok, başta yok, her evde 3-5 şehit veya gidip de gelmeyen nişanlı, koca, baba. Bu yokluk ve perişanlık iççinde eksik olmayan hürriyet ve istiklâl arzusu. Peki Osmanlı ne yapıyor? Kendi ikbali peşinde. İngilize teslim olmuş, sarayından çıkamıyor ki o saraylar Türk halkı açıktan hastalıktan, savaşlardan kırılırken ondan bundan borç alınarak yapılmış. Zafer gerçekleşince Türk halkı mutlu, mesut, padişah ve avenesi ise üzgün ve mahzun.

Afyon ovası ve Kocatepe Necmettin Halil Onan’ın dediği gibi bir devrin battığı yerdir. Bu devrin batması ile, Türkiye Cumhuriyeti “Yeni bir güneş gibi doğmuştur” ve Türk Ulusu hürriyet zevkini Cumhuriyet ile birlikte tatmaya başlamıştır.

Necmettin Halil Onan

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.

Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğduğu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir.

Düşün ki, hasrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda, bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.
                                 





27 Ağustos 2014 Çarşamba

VAH, ATATÜRK’ÜM VAH!

Vah Atatürk’üm vah! Bilsen, hizmet etmek için bir ömür harcadığın milletin kimlerin peşinden gidiyor, kurmak için yedi düvelle, onların işbirlikçileri ile mücadele ettiğin Cumhuriyet’in temelleri nasıl sarsılıyor; her karış toprağı vatandaş kanıyla ıslanmadıkça terk edilemez vatan toprakları nasıl bölünüyor. Biliyorum bu günlerin geleceğini tahmin ettin ve gençlere birinci vazife olarak Türk İstiklâl ve Türk Cumhuriyetini korumak ve kollamak görevini verdin. Ne yazık ki, onların da bir kısmının beyni yıkanmış, Cumhuriyeti korumayı bırak, yıkmak isteyenlerin peşinden gidiyor.

Vah Atatürk’üm vah! Bilsen senin koltuklarında kimler oturuyor.  Cumhurbaşkanlığı koltuğunda hırsızlıktan tapeli, kalpazanlıktan dosyalı, mürtecilikten sabıkalı, bölücü unvanlı, Türküm demekten imtinalı; senin padişahlardan alıp millete verdiğin egemenliği kendine mal etmeye çalışan; senin ve senden sonra yapılan fabrikaları, ormanları, dereleri, madenleri , bankaları, kurumları yok pahasına satan,  yandaşlara peşkeş çeken; senin karhaman diye övdüğün Türk Ordusu’na kumpas kurup tutsak eden;  senin ilkelerin doğrultusunda ülkeye hizmet etmek isteyen ve başlattığın aydınlanma sürecine katkıda bulunmak isteyenleri hapse atan;  hukuk sistemini alt üst eden birisi var.

Sen, “Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri, propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış adlandırmalar birkaç düşman aleti, mürteci,  beyinsizden başka hiçbir millet ferdi üzerinde elemden başka bir tesir hâsıl etmemiştir. Çünkü bu millet efradı da umum Türk camiası gibi aynı ortak maziye ve tarihe sahiptirler”  demiştin ve tüm Türkiye halkına bir ve beraber olmayı öğretmiştin.  Ne yazık ki, senin makamında oturan kişi bizi etnik olarak, mezhep olarak bölmeye çalışıyor.

Sen, “Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvelâ bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen, bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim.  Bilelim ki millî benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır” demiştin;  şimdiki cumhurbaşkanımız Türk milliyetini ayaklarının altına aldığını söylüyor.
“Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa, o topluluğa dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur” demiştin; şimdiki cumhurbaşkanı Türk kültürü yerine Arap kültürünü Müslümanlık diye bizlere sunuyor.

“Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır” demiştin şimdiki cumhurbaşkanı ülkenin sağlık sorunlarını çözmek için peygamberin hadislerinden yararlanmak gerekir diyen birisinin eşini başbakanlığa atıyor.

Peki , senin kurduğun CHP’nin başına kim var biliyor musun? Vah ki vah!

CHP başkanlığı koltuğunda ise, seni beğenmeyen;  milliyetçiliği CHP’ye yakıştıramayanları,  senin ilkelerini içine sindiremeyenleri etrafına toplayan;  bizi köklerimizden kopardı diye seni eleştiren birisini cumhurbaşkanlığı makamına aday yapan; kendi şehrine Seyit  Rıza gibi insanlık ve Cumhuriyet düşmanı  birisinin heykeli dikilince buna tepki vereceğine seni tenkit etmeye kalkan;  Soros destekli vakıflara üye olan, ülkeyi bölmek için kurulmuş terör örgütü PKK’nin siyasallaşması ve meşrutiyet kazanması için çıkarılan yasalara destek olan; milliyetçileri (ulusalcıları) dışlayıp,  federasyonculardan ekip kuran; eğitimdeki dinselleşmeye tek bir sözcükle olsun itiraz etmeyen;  Tayyip Erdoğan’a karşı ağır sözler kullanarak muhalefet yapıyor görüntüsü verip, AKP’nin irtica ve bölünme yolunda Anayasa’ya aykırı politikalarına omuz veren  birisi var.

Biliyorum, bu kadar olumsuz şartları sıralayınca diyeceksin ki,

“Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”

Bizde dediğin gibi yapacağız. Damarlarımızdaki asil kandan aldığımız güç ile İstiklâlimizi de Cumhuriyetimizi de, vatanımızı da, milli birliğimizi de koruyacağız ve kollayacağız. Ve senin dediğin gibi, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar olacaktır.


EYUP S. KARAKAŞ

26 Ağustos 2014 Salı

CUMHURİYET’İN MÜJDECİSİ 26 AĞUSTOS

“Efendiler, bu nutkumla, milli varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milletin, istiklâlini nasıl kazandığını, ilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan Millî ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.

Bugün ulaştığımız sonuç, asırlardan beri çekilen Millî felaketlerin yarattığı uyanıklığın eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir..

Bu sonucu ‘Türk gençliğine’ emanet ediyorum.

Ey Türk gençliği!  Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti’ni ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.”

Atatürk’ün emanet bıraktığı Cumhuriyet, şimdilerde başına “yeni” sözcüğü getirilerek yıkılmak istenen Cumhuriyettir. Bize emanet ettiği vatan, son zamanlarda bölüp parçalamak için İmralı’da hırsızlarla katillerin üzerinde planlar ve pazarlıklar yaptığı vatandır.

26 Ağustos 1922 tarihi istiklâle ve cumhuriyete giden yolun en önemli kilometre taşıdır. İşgalci güçlere karşı taarruz, başkumandan Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle  bu günün sabahı başlamıştır. Mehmetçik  yılmadan, korkmadan, zafere inanarak düşmana saldırmış ve 30 Ağustos zaferinin  müjdesini vermiştir ve Cumhuriyet’in müjdesini vermiştir.

Vatanımızı da, devletimizi de, bağımsızlığımızı da, özgürlüğümüzü de kanları ile bu  toprakları sulayan gazilerimize ve şehitlerimize borçluyuz. Onlar bizim Mehmetlerimizdir, Mehmetçiklerimizdir. 

Başkumandanından neferine kadar hepsi Mehmetçik olan ordumuza minnettarız. Onların bize emanet ettiği Türk istiklâlini ve Türk Cumhuriyeti’ni hırsızlara, katillere karşı korumak bizim birinci görevimizdir.

Biraz da Büyük şair Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya kulak verelim ve vatan için, Cumhuriyet için şehit ve gazi olan Mehmetçiklerimizi rahmetle analım.

 

Topraktan mı çıktı yarı toprak bir yaratık, 
Gökten mi indi yarı gök bir kartal. 
Bir Memet daha var oldu o sıra, 
Tepenin doruğunda kalpağı al. 

Bir Memet olduğu besbelli, 
Saçları başakta, gözleri çiçekte. 
Elleri ayakları öylesin kocaman, 
Yüzü altı Memet'in yüzüne öylesin benzemekte. 

Vardı üç adımda masalcana, 
Ağzı duman tüten makineliye, dev. 
Kabzayı kavrar kavramaz bastı tetiğe 
Fışkırdı namludan sonsuz bir alev. 

Allah Allah, şaştı bütün dağlar, bütün gök, 
Şaştı dost düşman. 
Bu kimdir, bu kaçıncı Memet'tir, 
Ölülerde dirilerde dondu kan. 

Görsen efsane, görmesen efsane, 
Duysan efsane. 
Uzak mıdır bayraktan düşen, 
Yakın mıdır ne? 

Bir parıltı bir parıltı tarihten, 
Tanrıca dik. 
Yurdun ulusun kutsal gücü, 
Bu yedinci Memet, Memetçik. 

22 Ağustos 2014 Cuma

KARİZMATİK LİDERLER

Tarih, çok sayıda karizmatik liderin halklarına yaptığı kötülükleri anlatır. Hiçbir yüzyılda 20. Yüzyıldaki kadar karizmatik lider yetişmemiştir. Bu yüzyılda yetişmiş 4 siyasî lider vardır ki bunların halkına ve insanlığa verdiği zararı hiçbir lider vermemiştir. Bu 4 lider Stalin, Mussolini, Hitler ve Mao’dur.

Halkları bu siyasi liderlerin karizmasına kapılarak peşlerinden gitmişler ve zararı da kendileri görmüşlerdir. Önemli olan, bir siyasi liderin karizması değildir. Önemli olan bir liderin halkını doğru yola mı, yoksa yanlış yola mı götürdüğüdür. Karizmatik liderler genellikle günün gerçeklerinden çok dünün olaylarından etkilenirler. Eylemlerine ülkenin ve dünyanın gerçeklerinden çok hayalleri yön verir.

Bu liderler demagog olur. Yapamayacakları şeyleri taahhüt ederler. Hayalleri akıllarının önündedir. Büyüklük rüyaları görürler. Halklarını gerçekçi olmayan bir ideoloji peşinde koştururlar. Vardıkları yer ise felaket olur.

Karizmatik liderler demokratik yollarla iktidara gelmiş olabilirler ama hayalleri gerçeklerle çatışınca, paranoyaklaşıp diktaya yönelirler. Ülkedeki bütün güçler ellerinde olsun isterler. En yakınlarındaki insanları bile harcamaktan, öldürtmekten çekinmezler. Halklarını da boş bir hayal peşinde felakete götürüler.

Karizmanın sonu kendini ve haddini bilmezliktir. Olayların akışı onlara haddini bildirir, cezalarını öldürülerek veya ülkelerinden sürülerek çekerler.  Bu liderlerin peşinden giden halklar da sonradan pişman olurlar ama onlarında sonu ölüm ve sefalet olur.

Karizmatik olup da mensup olduğu ulusuna çok büyük yararlılıkları olan liderler de vardır ama bunlar çok azdır. Mustafa Kemal Atatürk bunlardan birisidir. Onun büyüklüğü karizmasından değil, gerçekçiliğinden kaynaklanır. Dünyayı ve ulusunu çok iyi tanıyan Atatürk asla hayaller peşinden gitmemiş, gerçekçilikten ayrılmamıştır. Diğer liderler gibi diktaya yöneleceğine, egemenliğin halka geçmesi için mücadele etmiş, demokratik Türkiye’nin temellerini atmıştır. Halkına felaketi değil, saadeti yaşatmıştır.

Şimdilerde halkımız bir karizmatik liderin peşine takılmış gidiyor. Bu lider, bir imparatorluk kurma hayali ile yaşıyor. Osmanlı Devletini yeniden kuracağını hayal ediyor. Bu hayalini gerçekleştirmenin adımlarını teker teker atıyor. Sürekli demagoji yapıyor, halkı yalanlarla oyalıyor. İslam dininin yüceliğini istismar ediyor. İmam hatip liselerini  artırarak kendisine militan yetiştirmenin yollarını açıyor.  Ortadoğu’da sorgusuz sualsiz insan öldüren teröristlerle işbirliği yapıyor. Bunların ve Kürtlerin devlet kurmaları için çabalıyor. Bunlarla bir federasyona giderek Yeni Osmanlı devletini kuracağını hayal ediyor.


Bu lider, çok yakın zamanda hayallerinin gerçeklerle çatışmasına tanık olacaktır. Sonu Hitlerin, Mussolinin, Kaddafinin sonu gibi olabilir. Umarım ve dilerim ki, halkına daha fazla zarar vermeden gerçekleştirmek istediklerinin imkânsız bir hayal olduğunu kavrar. Veya halkımız bu insanın peşinden gitmekten vazgeçer.  Aksi halde, ulusumuz bu karizmatik lider yüzünden  çok daha büyük zararlar görebilir.

20 Ağustos 2014 Çarşamba

BU KADAR DA OLMAZ!


Bugün televizyon izlerken birden bire ağzımdan şu söz çıktı: "Ne diyor bu adam? Bu kadar da olmaz!" Şaşırıp kalmıştım; CHP milletvekili Rıza Türmen'e göre,  ulusalcı olan solcu olamazmış, CHP ulusalcılığı bırakıp solcu olmalıymış. Ben de diyorum ki, ulusalcı olmayan CHP'li olamaz. CHP'nin kurucusu Atatürk'ün belirlediği ilklerden birisidir milliyetçilik yani ulusalcılık. Rıza Türmen'in kendisi ulusalcı değilse, hemen CHP'den istifa etmelidir.
Daha önce yazdım gene yazıyorum:


"Türkiye Cumhuriyetini kuranlar başta Atatürk olmak üzere ulusalcıydı. Onun için yeni devlet  tam bağımsızlık, özgürlük, ulusal birlik, ulus egemenliği ve eşit vatandaşlık temelleri üzerinde kuruldu.Türkiye Cumhuriyetini yıkmak isteyen güçler bu temelleri sarsmak ve yıkmak için bu temelleri savunan kimselere ulusalcı deyip saldırıyorlar. Unutulmamalıdır ki, ulusalcılar olmasaydı Türkiye Cumhuriyeti de olmazdı, bağımsızlık da olmazdı, özgürlük de olmazdı, refah da olmazdı. Bugün bunlar adına neyimiz varsa bunu ulusalcılara ve onların kurduğu adı Türkiye Cumhuriyeti olan ulus devletimize borçluyuz."


En büyük ulusalcı Mustafa Kemal Atatürk'tür. 

Atatürk, “Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz” demiştir. Ömrü Türk milletine hizmet etmekle geçmiştir. Mensubu olmakla gurur duyduğu ulusu için en önemli hususun bağımsızlık olduğuna inanmıştır.
Atatürk ulusalcı olmasaydı İstiklâl Mücadelesini aşağıdaki düşünce doğrultusunda başlatır mıydı?
“...Temel ilke, Türk Ulusu’nun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir.Ne denli zengin ve müreffeh olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık önünde uşaklıktan öte bir gözle görülmeye layık olamaz. Oysa, Türk Ulusu’nun onur ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir. Öyle ise ya bağımsızlık, ya ölüm. İşte gerçek kurtuluşu isteyenlerin parolası bu olacaktır.”

Bu mücadelenin sonunda kurulan Cumhuriyet’in temelinin Türk kahramanlığı ve Türk kültürü olduğunu 10. Yıl Nutkunda belirtmiştir. CHP, ulus devletimiz olan Türkiye cumhuriyetini savunacaksa, önce Türk kültürünü savunacaktır. Türk kültürünü savunmak da yetmez, ulusal birliği, ulusal ekonomiyi, devletin tekliğini, ulusal egemenliği, eşitliği, özgürlüğü ve tam bağımsızlığı da savunacaktır.
Etnik bölücülüğe prim verip ulusal birliği bozarsanız, ulus devleti, ulusal ekonomiyi, ulusal çıkarları koruyamazsanız yani, ulusalcılık yapmazsanız,  solculuk da yapamazsınız.
Bu değerlerimizi savunanlara da ulusalcı dendiğine göre CHP ulusalcılıktan uzaklaşınca hangi değerlerimizi savunmaktan vazgeçecektir,  Rıza Türmen bunu da açıklasaydı çok iyi ederdi.
CHP'nin giderek Atatürkçülükten uzaklaşması fevkalade üzüntü vericidir. Yapılacak olan kongrede oluşacak yeni yönetim çok önemlidir. Kılıçdaroğlu ve Rıza Türmen gibi Atatürk'ün CHP'sini  beğenmeyip de Yeni CHP inşa etmek isteyenler yönetimde kalmaya devam ederse, bu parti artık Atatürk'ün partisi olmaktan çıkar. Sistemin partisi olur. Sistem partilerinin de solculukla uzaktan yakından ilgisi olmaz. 

Daha önce yazdığım bir ifadeyi tekrarlıyorum:

"Bu ülkede etnik kimliği ne olursa olsun herkes şunu bilmelidir ki, güvenliğimizin, geleceğimizin, refahımızın ve insanca yaşamamızın teminatı ulus devletin yaşamasıdır. Onu yaşatma ve yükseltme iradesine de ulusalcılık; bu irade içinde hareket edenlere de ulusalcı denir.  Ulusalcılar olmazsa, Ulus devlet yani Türkiye Cumhuriyeti yıkılır ve onun altında etnik kimliği ne olursa olsun, dini inancı ne olursa olsun tüm Türkiye halkı kalır."

19 Ağustos 2014 Salı

SALDIRI İÇ CEPHEYE

Atatürk, Büyük Nutku’nun sonunda Türk gençliğinin birinci vazifesinin Türk Cumhuriyetini korumak ve kollamak olduğunu söylüyor. Bir başka konuşmasında da Cumhuriyetin bekçilerine şu uyarıda bulunuyor:

’’ Asıl olan iç cephedir. Bu cephe, bütün memleketin ve bütün milletin vücuda getirdiği cephedir. Zahiri (görünen) cephe ise; doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silah cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilebilir. Fakat bu hal hiçbir vakit bir memleketi mahvedemez. Mühim olan, memleketi temelinden yıkan ve milletimizi esir ettiren, iç cephenin düşmesidir. Bu hakikati bizden iyi bilen düşmanlar, bu (iç) cephemizi yıkmak için asırlarca çalışmış ve çalışmaktadırlar.”   

İleri görüşlülüğü kıyas kabul etmez büyüklükte olan Ata’mızın bu ön görüsü de ne yazık ki özellikle son yıllarda, gerçekleşmiş ve hız kazanmış durumda. Bir yandan dış cephe yani TSK’nin savaş gücü ve azmi yapılan operasyonlar ve kurulan kumpaslarla sarsılırken bir yandan da iç cephe “etki ajanları” vasıtası ile çökertilmeye çalışılıyor.

Bu etki ajanları karşımıza gazeteci, yazar, program yapıcısı, akademisyen, hoca, imam, diplomat, bürokrat, siyasetçi olarak çıkıyorlar.  Bunların temel özelliği ulusal çıkarlar yerine hizmet ettikleri dış güçlerin çıkarlarını gizli açık savunmalarıdır. Televizyonlar, gazeteler bu yalancı aydınlara doldu. Hangi kanalı açsak bunlar;  hangi gazeteyi alsak bunlar karşımıza çıkıyor. Halkımızı sürekli  yanlış yönlendiriyorlar;  ulusal değerlerimizi, Cumhuriyet’imizin temellerini savunamaz duruma getirmek için beyin yıkayıp duruyorlar.

Bunların benzerlerine mütareke döneminde de çok rastlanırdı. Bunların büyük kısmı İngiliz Muhipleri Cemiyeti üyesi idiler. Bu cemiyetin üyelerini hatırlatmakta fayda var:  Vahdettin, Damat Ferit Paşa, Dahiliye Nâzırı olan Ali Kemal, Âdil ve Mehmet Ali Beyler ile Sait Molla, Mustafa Sabri Efendi. Derneğin başkanı da Rahip Frew idi. Mustafa Kemal bu dernek için nutkunda şunları söylüyor:

“Bu derneğin iki yönü ve iki ayrı niteliği vardı. Biri açık yönü ve usulüne uygun teşebbüslerle İngiliz himâyesini sağlama amacına yönelmiş olan niteliği idi. Öteki de gizli yönüydü. Asıl faaliyet bu gizli yöndeydi. Memleket içinde örgütlenerek isyan ve ihtilâl çıkarmak, millî şuuru felce uğratmak, yabancı müdahalesini kolaylaştırmak gibi haince teşebbüsler, derneğin bu gizli kolu tarafından idare edilmekte idi. Sait Molla'nın derneğin açıktan yaptığı çalışmalarında olduğu gibi gizli çalışmalarında da ondan daha çok rol oynadığı görülecektir. Bu dernek hakkında söylediklerim, sırası geldikçe yapacağım açıklamalar ve gereğinde göstereceğim belgelerle daha kolay anlaşılacaktır.”
O zamanki iç cephe düşmanları bir dernek altında toplandıkları için tanımak ve değerlendirmek kolay oluyor. Şimdiki ABD ve AB muhiplerini halkımız tanımakta zorluk çekiyor. Televizyonlar, gazeteler, STK’lar bunların yuvası olmuş. Türk Ulusu’nın çıkarlarını savunması gereken medyanın büyük kısmı bunların kontrollerine girmiş. İktidar partisi bunların en büyük destekçisi… Yetmezmiş gibi, muhalif partilerden de destek almaktalar.
 Cumhuriyeti ve onun kazanımlarını, ulusal birliği, özgürlüğü, kardeşliği, ulusal kültürü ve çıkarları gerçek anlamı ile savunanlar iktidarın hışmına uğruyor. Gazeteciler, televizyon programcıları işlerinden oluyor;  yandaş, Doğan ve cemaat medyası tarafından dışlanıyor.
İktidarın işine son verdiği cumhuriyetçi basın mensupları az imiş gibi, şimdilerde ana muhalefet partisi CHP’yi eleştirdikleri için, Nihat Genç, Hulki Cevizoğlu gibi gazeteci ve yazarların da işine son veriliyor. Anlaşılan AKP gibi CHP de medya meydanı zamanımızın Ali Kemallerine, Rıza Tevfiklerine, Refii Cevatlarına kalsın istiyor.
Halkımızın özellikle Atatürk’ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençlerin dikkatli olması gerekir. Bu etki ajanlarına fırsat veren gazeteleri ve televizyonları boykot etmelidirler. Bu iç cephe düşmanları bizim verdiğimiz paralarla ayakta duran medya sayesinde zehir saçmaya devam ediyorlar. Bu gazetelerin tirajı düşmeli, reytingi azalmalıdır.
Gençlerimiz ve tüm halkımız ulusal kimliğimizi, ulusal birliğimizi, ulusal çıkarlarımızı ve Atatürk ilkelerini savunan yazarlarımıza maddi ve manevi olarak destek olmalıdır. Onlar zamanımızın Hasan Tahsinleridir. 

18 Ağustos 2014 Pazartesi



ULUS DEVLET VE ULUSALCILIK

Son zamanlarda yeni bir aşağılama yöntemi geliştirildi. Bazı yazar ve politikacılar sanki çok kötü bir şeymiş gibi ulusalcı olmakla suçlanıyor. Ulusalcılık ta kasıtlı biçimde yanlış tanımlanıp kötüleniyor. Oysa ulusalcılık Türkiye Cumhuriyetini kuran iradenin adıdır. Bu irade kendisini en iyi “Ya istiklal ya ölüm” şeklinde ifade etmiştir.

Türkiye Cumhuriyetini kuranlar başta Atatürk olmak üzere ulusalcıydı. Onun için yeni devlet  tam bağımsızlık, özgürlük, ulusal birlik, ulus egemenliği ve eşit vatandaşlık temelleri üzerinde kuruldu. Türkiye Cumhuriyetini yıkmak isteyen güçler bu temelleri sarsmak ve yıkmak için bu temelleri savunan kimselere ulusalcı deyip saldırıyorlar. Unutulmamalıdır ki, ulusalcılar olmasaydı Türkiye Cumhuriyeti de olmazdı, bağımsızlık da olmazdı, özgürlük de olmazdı, refah da olmazdı. Bugün bunlar adına neyimiz varsa bunu ulusalcılara ve onların kurduğu adı Türkiye Cumhuriyeti olan ulus devletimize borçluyuz.

Recep Tayyip Erdoğan’ın Türk milliyetini ayağımın altına alıyorum ifadesi ile Ahmet Hakan’ın köşesinde  yazdığı “Ulusalcılar insanlığa düşman. Ulusalcılar Kürtlere düşman. Ulusalcılar dünyaya düşman. Ulusalcılar Alevilere düşman…Ulusalcılar dine düşman…” şeklindeki sözler aynı parelel kafanın ürünüdür.  Bu tarz söylemlere ikinci cumhuriyetçilerin, liboş ve yandaş yazar takımının yazılarında da sıkça karşılaşıyoruz. Bunların esas amacı Türkiye Cumhuriyetini tasfiye etmektir.

Cumhuriyeti tasfiye etme hayali kuranlar bir yandan vatansever, anti emperyalist aydınları, askerleri tutsak ederken bir yandan da cumhuriyet savunucularını ulusalcı diye aşağılamaya ve halkın gözünden düşürmeye çalışıyorlar.

Aziz halkımız şunu bilmelidir ki, ulus devlet olmadan bağımsızlık da olmaz, özgürlük de olmaz, refah da olmaz, kardeşlik de olmaz, insanca yaşamak da olmaz. Yıllardır bu liboş, gerici, ikinci cumhuriyetçi yazarlar ulus devleti yıkmak için demokrasi dediler, özgürlük dediler ama onların esas istediği bölücülere, irtica yanlılarına ve işbirlikçilere serbest çalışma ortamı sağlamaktı. Halkımızın bunların demogojilerine kanması sonucu geldiğimiz noktada irtica tehdidi her geçen gün artıyor, ülkenin bir kısmı da bizden kopup gidiyor.

Atatürk’ün “Cumhuriyeti kuran halka Türk” denir ifadesi unutturuldu, etnik kimlikler ön plana çıkarılarak Türkiye Cumhuriyet içinde çok sayıda millet varmış gibi bir algı yaratıldı. Oysa Türkiye Cumhuriyetinde tek bir millet vardır o da Türk Ulusudur.

Uluslar tek bir etnik guruptan oluşmaz. ABD, Fransa, Almanya, İtalya gibi ülkelerde çok sayıda etnik gurup vardır ama burada yaşayanların hepsi tek bir ulus halinde birleşmişlerdir.  Türk Ulusu da böyledir. Zulümden kaçan milyonlarca insan Anadolu’ya sığınmıştır. Kafkaslardan, Balkanlardan, Ortadoğu’dan Girit’ten, Kıbrıs’tan çok farklı etnik kökeni ve dini inancı olan insanlar ulus devletimizin birleştirici özelliği sayesinde Anadolu’nun yerli halkı ile kaynaşıp beraberce yaşamışlardır. Çünkü bütün bu insanlar kanun önünde eşittirler. Hiçbir guruba farklı haklar verilmemiştir. Anadolu halkının Ahmet Yesevi’den, Hacı Bektaşi Veli’den, Yunus Emre’den bu yana özünde oluşmuş olan insan sevgisi de bu kardeşçe yaşamayı mümkün kılmıştır.

Son yıllarda, ulus devleti parçalamak ve kardeşliğe son vermek isteyen kimseler ve çevreler etnik kimlik ve mezhep farklılıkları üzerinden siyaset yaptılar ve ülkeyi parçalama noktasına getirdiler. Bu etnik kimlikçilerin, mezhepçilerin özlediği ortamın Suriye’de, Irak’ta nelere, ne gibi canavarlıklara sebep olduğu gözler önündedir. Ulusalcılara ve Ulus devlete saldıranlar da zamanında bu etnik ve dini inançları esas alıp insanlara sözüm ona özgürlük getirileceğine inanlar veya inanmış görünenlerdir. Geline nokta işte ortada…

Özgürlükler ve haklar bütün insanlar içindir. Bazı guruplara daha farklı haklar verilirse bu imtiyaz olur ve kanun önünde eşitlik bozulmuş olur. Halk elbette kendi kültürünü yaşatacak, kendi adetleri ile hareket edecek ama imtiyaz istemeyecek. İmtiyaz birliğin ve kardeşliğin düşmanıdır.



Bu ülkede etnik kimliği ne olursa olsun herkes şunu bilmelidir ki, güvenliğimizin, geleceğimizin, refahımızın ve insanca yaşamamızın teminatı ulus devletin yaşamasıdır. Onu yaşatma ve yükseltme iradesine de ulusalcılık; bu irade içinde hareket edenlere de ulusalcı denir.  Ulusalcılar olmazsa, Ulus devlet yani Türkiye Cumhuriyeti yıkılır ve onun altında etnik kimliği ne olursa olsun, dini inancı ne olursa olsun tüm Türkiye halkı kalır.

14 Ağustos 2014 Perşembe

Göz yumma güneşten, ne kadar nûru kararsa
Sönmez ebedî, her gecenin gündüzü vardır.”

Orhan Veli “İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı” demiş; ben de gözlerim kapalı Türkiye’yi düşünüyorum. Aklıma içinde bulunduğumuz üç büyük tehlike geliyor, kahroluyorum:

Adım adım gelişen Tayyip diktatörlüğü,
Milli birliğin bozulması ve vatan topraklarının bölünmesi;
Çağdaş yaşamdan uzaklaşma ve irtica.

Bütün bunlara tuz biber olmak üzere:
Artan iç ve dış borç, eksilmeyen dış ticaret açığı ve bu borç ve açığı azaltma özelliği kalmayan bir ekonomi;
Tüm komşu ülkelerle düşman olmamız ve çıkarlarımızı koruyamayan bir dış işleri politikası;
Artan yoksulluk ve sefalet,
İşsiz dolaşan milyonlarca genç;
Peşkeş çekilen kentler, dereler, ormanlar, madenler;
Yabancıların eline geçen sanayi ve hizmet sektörü;
Can çekişen hayvancılık;
Bozulan ve bilimsellikten ve ulusallıktan uzaklaşan ve Tayyip’e seçmen yetiştiren eğitim sistemi;
Bilim üretemeyen ve halkının sözcüsü olamayan üniversiteler;
Bozulan iş ahlakı, giderek dürüstlüğünü kaybeden kitleler;
Halkın gözü kulağı ve sesi olması gerekirken iktidarın, Türkiye üzerinde emelleri olan ülkelerin ve onların istihbarat birimlerinin borazanı olmuş medya;
Alt üst olmuş ve hukuk dışına taşmış yargı sistemi;
Hapislerde tutsak edilen vatanseverler;
Tasfiye edilmeye çalışılan Türk Silahlı Kuvvetleri.

Bu kötü tabloyu uzatmak mümkün ama daha fazla düşünmek istemiyorum. Aklıma 12 yıldır bu ülkenin üzerine kabus gibi çöken ve bu kara tabloyu inşa eden iktidara karşı koyması gereken muhalefet partileri geliyor. “Hırsızdan başbakan olmaz, yalancıdan cumhurbaşkanı olmaz” söylemi dışında bir etkinliğini görmediğimiz Kılıçdaroğlu ve  Tayyip’in yaptıklarını Salı günleri gurup toplantısında anlatmaktan başka muhalefet yapmayan bir Bahçeli.

Bu iktidar ve muhalefet ile gidersek sonunda varacağımız nokta bölünmüş bir ülke, dikta ile yönetilen ve sömürülen bir ulus, bağımsızlığını yitirmiş bir devlet ve özgürlüğünü kaybetmiş bir halk.

Bütün bunları düşününce Osmanlının son dönemleri, mütareke yılları, Mustafa Kemal ve kurtuluş mücadelesi aklıma geliyor. Kendi kendime Tevfik Fikret’in şu şiirini okumaya başlıyorum:

MİLLET ŞARKISI
Çiğnendi, yeter, varlığımız cehl ile kahre;
Doğrandı mübarek vatanın bağrı sebepsiz.
Birlikte bugün bulmalıyız derdine çare.
Can kardeşi, kan kardeşi, şan kardeşiyiz biz.

Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol;
Ey hak, yaşa, ey sevgili millet, yaşa.. Var ol!
Gel kardeşim, annen sana muhtâc, ona koşmak..
Koşmak ona, kurtarmak o bî-bahtı vazîfen.
Karşında göğüs bağr açık ölgün, yatıyor bak;
Onsuz yaşamaktansa beraber ölüş ehven!
Her an o güzel sineyi hançerliyor eller;
İmdâdına koşmazsak eğer mahvı mukarrer.
Zulmün topu var, güllesi var, kal’ası varsa,
Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır;
Göz yumma güneşten, ne kadar nûru kararsa
Sönmez ebedî, her gecenin gündüzü vardır.
Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol!
Ey hak, yaşa, ey sevgili millet, yaşa.. Var ol!
Vaktiyle baban kimseye minnet mi ederdi?
Yok, kalmadı, hâşâ sana zillet pederinden
Dünyâda şereftir yaşatan milleti, ferdi;
Silkin, şu mezellet tozu uçsun üzerinden.
İnsanlığı pâ-mâl eden alçaklığı yık, ez;
Billâh yaşamak yerde sürüklenmeye değmez.
Haksızlığın envâını gördük.. Bu mu kaanun?
En gamlı sefâletlere düştük.. Bu mu devlet?
Devletse de, kanunsa da, artık yeter olsun;
Artık yeter olsun bu denî zulm-ü cehâlet..

Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol,
Ey hak, yaşa, ey sevgili millet, yaşa.. Var ol!

11 Ağustos 2014 Pazartesi

STRATEJİK HATA

Kılıçdaroğlu ve Bahçeli ne derse dersin bu seçim muhalefetin yenilgisi ile sonuçlanmıştır. Yapılan stratejik hatanın sonucu olarak maalesef hiç istemediğimiz halde Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir. Bunun sorumluluğu tamamen iki lidere aittir.

En büyük hata, özellikle CHP seçmeninin kabullenemeyeceği birisinin çatı adayı olarak belirlenmesidir. Parti tabanlarının, yetkili kurullarının, milletvekillerinin haberi olmadan ve seçmen eğilimleri göz önüne alınmadan yapılan bu tercih istenmeyen sonucu hazırlamıştır. Belirlenen stratejiye ve yapılan hesaba göre, dindar, sağcı bir aday gösterilerek CHP ve MHP’nin yerel seçimlerde aldığı yaklaşık %44-45 oranına % 10 civarında AKP’li seçmenin de oyu katılacak ve çatı aday seçimi kazanacaktı.

Bu strateji tutmamıştır. Çünkü bu strateji iki büyük yanılgı taşıyordu. Birincisi, CHP ve MHP seçmeni liderlerin emrine(!) uymamış ve büyük bir kitle ya sandığa gitmemiş ya da geçersiz oy kullanmıştır.  Anlaşılmıştır ki, seçmenlerin oyu parti liderlerinin cebinde değildir. Tıpış tıpış gidip oy vereceksiniz sözü bu bakımdan havada kalmıştır. İnsanlar ilkelerine, hayat görüşlerine uygun olmayan bir adaya sırf genel başkan istiyor diye oy vermek mecburiyetinde değildir. Bu bakımdan hiç kimse İhsanoğlu’na oy vermedi diye suçlanamaz. Demokratik yollarla belirlenmeyen adayın başarısız olması o adayı diktacı tutum anlayışı ile belirleyenlerin suçudur.

 İkinci yanılgı, AKP’den beklenen % 10 civarındaki oy gelmemiştir. Neden gelsin ki? Aslı dururken insanlar neden başkasına oy versin? Bu düşünce de boş bir hayalden ibaretti.

Bu durumun sorumluları olan Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin başarısızlığı kabul etmemeleri, hele de Kılıçdaroğlu’nun “İhsanoğlu ve Demirtaş başarılı oldu, Erdoğan olamadı” demesi genel seçimlerde de CHP ve MHP’nin yenilgi alacağının işaretidir. Hatasını görmeyen kendisini düzeltemez. Eleştirileri ihanet kabul edenin de meyli demokrasiye değil, diktayadır.


Cumhuriyet sevdalılarının, ulus devlet yanlılarının, laik devlet savunucularının, ulusal bütünlükten yana olanların, mezhep ve etnik ayrışma istemeyenlerin, özgürlük ve bağımsızlık aşıklarının, özetle Atatürk ilkelerine bağlı olanların, bu iki liderden ve eğer bu iki liderin yönetim anlayışı ile yönetilmeye devam ederlerse, CHP ve MHP’den bir şeyler beklemesi boşunadır. Ya yönetim anlayışı değişecek ya da yeni bir oluşuma gidilecek. 

Oyalayıcı ve iktidarın icraatlarını kolaylaştırıcı değil, gerçek anlamda muhalefet yapan ve kitlelere verdiği umut ile iktidarı hedefleyen bir oluşuma şiddetle ve acilen ihtiyacı var…

7 Ağustos 2014 Perşembe

SEÇİM TAHMİNİM

10 Ağustos tarihinde yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçiminde genel kanaat ilk turda olmasa bile ikinci turda Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olacağı şeklinde.  Bu görüş yapılan anketlere dayanıyor. Bu anketlerin çoğu Ekmeleddin İhsanoğlu’nun isminin aday olarak açıklandığı günlerde yapılmıştı. Bu günlerde CHP’li seçmenler yaşadıkları hayal kırıklığı nedeni ile seçimi boykot etmek istiyorlardı. Bu istek anketlere katılımın az olacağı dolayısı ile RTE’nin ilk turda seçileceği şeklinde yansıdı.

Durum değişmiştir. RTE’nin  kötü yüzünü her gün biraz daha fazla göstermesi,  CHP’li seçmenlerin   kendilerini Eİ’na oy vermeye mecbur hissetmelerine yol açtı. İlk günlerde yapılan anketlerin bir değeri kalmadı.

Aslında en büyük anket 4 ay önce yapılan mahalli seçimlerdir. Bu seçimlere AKP’nin aldığı toplam oy % 43.5 civarında idi. RTE’nin bu oranın üstüne çıkması çok zor görünüyor. Son 4 ayda insanları kendisinden daha da fazla soğutmak için ne gerekirse yaptı. Öyle tahmin ediyorum ki,  özellikle son bir hafta içinde yaptığı, farklı etnik kimlikleri, mezhepleri ve dini inançları aşağılayıcı davranış ve sözleri, insanların Tayyip’ten soğumasına yol açtı. Bu durumda, son seçim sonuçlarını da dikkate aldığımızda, Tayyip’in alsa alsa % 45-46 oranında oy alacağını tahmin etmek gerçekçi olur.

İhsanoğlu’nun oy oranı sürekli yükselirken, Erdoğan’ın oy oranı düşüşe geçti. İhsanoğlu’nun ilk turda seçilme şansı da artmış oldu. 

Tayyip’in ilk turda seçilme ihtimali sadece bölücü çevrelerin ilk turda onu desteklemesine bağlıdır. Apo da bunu bildiği için Tayyip’i sıkıştırmaktadır. Tayyip, bu ortamda Apo’ya ancak söz verebilir,  taviz veremez. Sözüne güvenilecek bir adam olmadığı için Apo’ya bağlı oyların kendisine gelme ihtimali, dolayısı ile ilk turda seçime ihtimali yoktur. İhsanoğlu’nun şansı daha fazladır.


Bu benim tahminimdir. Bu tahmini Ekmeleddin İhsanoğlu’nu çok beğendiğim için yapmıyorum. Son seçimleri ve gelişen olayları değerlendirerek bir sonuca ulaşmaya çalıştım. Çok değil,  3 gün sonra ne olacağını göreceğiz.

4 Ağustos 2014 Pazartesi

KARŞI DEVRİME KARŞI YENİ BİR CEPHE!

19 Mayıs 1919 tarihinde Atatürk’ün Samsun’a ayak basması ile başlayan bağımsızlık mücadelesi ve onu takiben yeni Türk devletinin kurulması emperyalizme ve  onun yerli işbirlikçilerine karşı gerçekleştirilmiş büyük bir devrimdir. Bu devrimi hazmedemeyen ve kabullenemeyen iç ve dış çıkar odakları dini inançları, etnik farklılıkları kullanarak karşı devrim yapma hevesi ve çabası içindedir.

Özellikle son 12 yıl içerisinde gelişen olaylar bu gerici, çıkarcı ve bölücü çevrelerin epeyce yol almasını sağladı. İktidardaki AKP ve onun gizli ortağı HDP amaçlarına ulaşmak için şimdilerde daha sıkı bir işbirliği içine girdiler. Görünen o ki,  HDP cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ilk turda sonuç alınamazsa, ikinci turda  RTE’nı destekleyecek ve onun seçilmesini sağlayacaktır. Bunun karşılığında APO’ya özgürlük verileceğini de Diyarbakır meydanlarında halka duyurulmuştur.

Cumhuriyet’ten, tam bağımsızlıktan, ulusal birlikten, etnik kimlik ve dini inanç farkı gözetmeksizin kardeşlikten, laik devlet anlayışından yana olanlar CHP ve MHP’nin gösterdiği “çatı adayı” karşısında hayal kırıklığına uğradı. Bu insanlar İhsanoğlu’na oy vereceklerse, bunun tek sebebi RTE’nin çok kötü bir aday olmasıdır. Bu durum RTE’nin ilk turda kazanma ihtimalini artırmaktadır. Yani karşı devrime karşı Cumhuriyet’i koruma konusunda bir fırsat kaçmış olacaktır.

Eğer tahminimiz doğru çıkarsa ki biz doğru çıkmasını hiç istemeyiz, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli derhal istifa etmeli ve CHP ve MHP yeniden örgütlenmelidir. Bu iki liderin yönetimindeki  ve şimdiki muhalefet anlayışı içerisindeki bu iki parti önümüzdeki seçimlerde AKP-HDP ortaklığının iktidara gelmesini ve 
Anayasa’yı değiştirecek çoğunluğu kazanmasını önleyemez.


Cumhuriyet’ten ve onun esaslarından ve kazanımlarından yana olan aydın ve ulusalcı insanlarımızın en kısa zamanda bir araya gelmesi ve karşı devrime karşı yeni bir cephe oluşturması gerekir. Birinci hedef 2015 seçimlerinde AKP-HDP iktidarının önlenmesi olmalıdır. Bu başarılamazsa, ülke bölünecek ve otoriter bir yönetim Türkiye’ye hâkim olacaktır. Çalışmalara en kısa zamanda başlanmalıdır.