31 Aralık 2020 Perşembe

 2020

Türkiye’nin “Yeniden Asya Açılımını” başlatması;

Karabağ’ın işgalden kurtarılması;

Türkiye’nin Atlantik Sistemi’nden kopup Avrasya’ya yönelmeye başlaması;

Türkiye, İran Rusya işbirliğinin bölgemizdeki sorunları çözmede model oluşturması;

Mavi Vatan kavramının gelişmesi;

Türkiye’ye yönelik Doğu Akdeniz kaynaklı silahlı tehditlerin artması;

ABD’nin Türkiye’yi düşman ilan edip, yaptırımlar uygulamaya başlaması;

Biden’ın Türkiye’deki iktidarı değiştirip yerine muhalefetteki partilerden oluşacak bir iktidar kurmak için çalışacaklarını söylemesi;

Amerika İstihbarat örgütlerinin kontrolündeki Atlantik Konseyi’nin Türkiye’yi haydut devlet (rogue) ilan etmesi;

Türkiye ve KKTC’nin Kıbrıs sorunu için strateji değiştirmeleri ve Kıbrıs’ta iki ayrı devlet olmalı tezini savunmaya başlaması;

Milli savunma sanayiinin hızla gelişmesi. TSK’nın kullandığı silah, araç, gereç ve mühimmatın Türkiye’de üretilmeye başlanması;

PKK’nın bitme noktasına gelmesi;

Covid 19 salgının gelişmesi ve sağlık çalışanlarının olağan üstü gayretler ve fedakarlıklar göstermesi;

Dünyada ekonomik ağırlığın Batı’dan Doğu’ya kayması ve Türkiye’nin bu duruma uyum çalışmalarının başlaması;

İstanbul’dan Çin’e tren seferlerinin başlaması;

ABD’nin dünyanın tek egemen gücü olmaktan çıkması;

Türkiye’de ve dünyada gelir dağılımının ve eşitsizliğin artması;

Türkiye’de işsizlik ve yoksulluğun artması;

“Üretim ve İstihdam” temelli ekonomik sistemin öneminin kavranması ve bu yolda bazı adımların atılması;

İhtiyaç duyduğumuz enerjinin, yerli ve yenilenebilir kaynaklardan temin edilme oranının artması;

Karadeniz’de doğal gaz bulmamız ve çıkarma faaliyetlerine başlamamız;

Covid 19 nedeniyle eğitimin uzaktan yapılması.

 

27 Aralık 2020 Pazar

 

AMERİKA’NIN ELİ KANLI ÖRGÜTÜ: CIA

Mazlum milletler için ‘milli devletler’ onları zalimlerden koruyan birer kale gibidir. Bu nedenle emperyalist Amerika milli devletlere saldırır. Ekonomik, siyasi ve kültürel dayatmalarda bulunur, ülke içinde kargaşa yaratır. İktidarı demokratik yollardan değiştirmeye çalışır, bu yöntemle başarılı olamazsa, darbeler yaptırır hatta askerlerini kullanıp ölüm kusar.

Amerika, sömürmek istedikleri ülkelerde kendilerine hizmet edecek yardakçıları ve işbirlikçileri ne yazık ki kolaylıkla bulur. Bunlar siyaset adamı olur, iş adamı olur, yazar olur; onlar için ne lazımsa o olur. Ülkelerin başına istedikleri yöneticileri getirir, ülkenin istedikleri gibi yönetilmesini sağlar.

Bütün bu faaliyetlerde baş rolde CIA vardır. CIA, Amerika’nın daha doğrusu Amerikan büyük sermayesinin eli kanlı aletidir.

BİSSEL’İN AÇIKLAMALARI

CIA’nın geçmiş dönemdeki önemli isimlerinden birisi olan Bissel, 8 Ocak 1968 tarihinde, hazırladığı bir raporu Harold Pratt Sarayında okumuş. Bissel, bu raporunda CIA’nın farklı ülkelerde yürüttüğü gizli faaliyetleri anlatmış. Faaliyetleri anlatırken onları şöyle sınıflandırmış 

“… Gizli faaliyetlerim amaçları şunlardır: 1. Siyasal tavsiye ve danışmalık, 2. Bir kişiye yardım, 3. Siyasal partilere maddi ve teknik yardım, 4. İşçi sendikaları, işyerleri, kooperatifler dahil özel örgütlenmeleri desteklemek, 5. Gizli propaganda, 6. Kişilerin özel olarak eğitilmesi ve insan takası, 7 Ekonomik operasyonlar, 8. Bir rejimi desteklemek ya da devirmek için girişilen askeri ya da siyasal operasyonlar… 

CIA’NIN YÖNTEMLERİ

Peki ama bu gizli faaliyetleri hangi yöntemlerle uyguluyorlar, şimdi de ona bakalım:

“… Bu bölgelerde gerçekten yapılacak çok iş vardır. Kullanılan teknik ‘sızma (nüfuz) tekniğidir. Bu arada gizli operasyonları hep aynı klasik biçimde yürütülmesini savunanlar, sızma tekniğinden dehşete düşmektedirler, çünkü bu taktiğin uygulanmasında standartlara ve ajan seçme kurallarına uyulmamaktadır. Sızma için herhangi bir kimseyi aylıkla çalıştırma yöntemine başvurulmuyor, daha çok yakın ve dostça ilişkiler kuruluyor (bu ilişkileri geliştirmek için para bazen teklif ediliyor, bazen edilmiyor)…” 

CIA’NIN AMAÇLARI

Kullanılan yöntemler bunlarmış. CIA’nın bu yöntemleri uygulamaktaki amacı neymiş derseniz, onu da Bissel anlatıyor:

“… İç kuvvet dengesine müdahaleler etmenin amacı gizili operasyonlar yoluyla daha etkili, daha kudretli ve belki de daha akıllı müttefikler edinmektir. Genellikle bu yöresel müttefikler yardımın geldiği kaynağı belirler, ama ne onlar ne Birleşik Amerika bunu kamuoyuna açıklayamaz. Gizli propaganda ve belirli ekonomik faaliyetlerde kullanılacak ajanlar, paralı görevliler olabilir. Ama daha büyük ve önemli müdahaleler için müttefiklerimiz kendi ideoloji ve amaçlarına bağlı olmalıdırlar…”

“İç kuvvet dengesini değiştirmek” ifadesinin anlamı belli; iktidarı değiştirmek! Amerika’nın yıllardır uyguladığı yöntemdir bu: Bir ülkeyi egemenliği altına almak isterse, ilk yapacağı şey, uzlaşacağı bir yönetimi demokratik yollardan(!) iktidar yapmaktır. Bunu seçim yolu ile başaramazsa, sıra darbelere ve askeri müdahalelere gelir.

CIA’NIN KULLANDIĞI ARAÇ VE KİŞİLER

Türkiye’de nasıl oluyor da Atatürkçüler, ulusalcılar, Türkçüler ve siyasal İslamcılar bir araya gelip Biden’ın iktidar umudu haline geliyor? Sorunun cevabını Bissel’in şu ifadelerde bulmak mümkün:

“… Kuruluş (CIA) bu biçim çalışmalarda kullanabileceği kişi ve araçları bulmakta şaşılacak derecede başarılı olmuştur. Yöresel bir müttefiği inanmadığı bir amaç uğrunda çalışmaya zorlamak bütün operasyonun etkisi azaltabilir, hatta tamamen mahvedebilir. Öğrenci, işçi ve kültür topluluklarına yapılan yardımların amacı onların faaliyetlerini yönetmek değil de belirli bir tarafa doğru yöneltmek, onları daha kuvvetlendirmek ve daha etkili bir hale getirmektir.”

Net olarak anlaşılıyor. Öğrenci, işçi ve kültür topluluklarından (siz bunlara siyasi partileri de katın) yararlanıyorlar; bunların sağcı, solcu, ulusalcı, siyasal İslamcı olup olmadıklarına bakmıyorlar. Bunların işlerine, faaliyetlerine karışmıyorlar ama onları belirli bir tarafa doğru yönlendiriyorlar. Nedir o taraf? Amerikan politikalarına hizmet.

Bissel, “…onları daha kuvvetlendirmek ve daha etkili bir hale getirmektir” demiş, Biden’da şöyle söylüyor:

"Bence ona (Erdoğan'a) çok farklı bir yaklaşım uygulamalıyız. Muhalif liderleri desteklediğimizi açıkça göstermemiz lazım. Yani çok endişeliyim. Ama benim yaptığım gibi onlarla (muhalif liderlerle) doğrudan temasa geçip Erdoğan'ı yenecek duruma gelmeleri için hala var olan Türk liderliği unsurlarından daha fazla verim almalı ve onları güçlendirmeliyiz…”

CIA’NIN DEVŞİRMELERİ

Devam edelim Bissel’in raporuna:

“… Diğer taraftan, zor ve zaman gerektiren bir çalışma olmakla beraber, bu ülkelerde resmi olmayan bir gizli operasyon merkezi kurmamız hem mümkün hem de faydalıdır. Bunun gerçekleşmesi için özel örgütlerden yararlanmalı ya da böyle örgütler kurulmalıdır. Bu kuruluşların personeli Amerikalı olmayacağından o toplumlara daha fazla karışabilecekler, Birleşik Amerika’nın adı faaliyetlere resmen karışmamış olacaktır…”

“… Birleşik Amerika, doktrinine inandırılan ve eğitilen o ülkelerin yurttaşlarından daha fazla yararlanmalıdır. Bu kimseler zamanla Amerikalı personel kadar güvenilir ve sadık (devşirme) olabilir. Latin Amerika, Asya, Afrika ülkelerine eğildiğimiz bu sıralarda, oradaki Amerikan yurttaşlarının faaliyetlerinin sınırlı olduğunu unutmamalıyız. Önerilen ilk değişiklik oralarda resmi olmayan bir gizli faaliyet sistemi kurmaktır. Sonra yabancı uyruklu yurttaşlardan (yani o ülke halkından) ne kadar yararlanabileceğimizi denemeliyiz.

Uzun söze gerek yok, çok değil daha birkaç hafta önce, ABD’nin Ankara Büyükelçiliği internet sitesinden “Türkiye-ABD bağlarının ve demokratik değerlerin güçlendirilmesi” başta olmak üzere 4 konuda faaliyet gösteren derneklere, vakıflara ve meslek kuruluşlarına 5 bin dolar ile 50 bin dolar arsında hibe yardımı yapılacağını açıkladı. Bu hibelerin neden yapıldığı da Bissel’in raporundan anlaşılıyor.

CIA’NIN MÜTTEFİKLERİ

Raporun bir yerinde şöyle deniyor:

“Başlıca görevimiz (CIA’nın) müttefik bulmak, -hem kişi hem örgüt- onlarla ilişki kurmak, aynı ilkeler için çalışmalarını sağlamaktır.”

Biraz geriye gidelim, aylar önce Amerikan devletini önemli bir kurumu olan Rand Corporation’ın Amerika-Türkiye ortaklığının geleceği ile ilgili olarak “Türkiye’nin Milliyetçi Rotası” (Turkey's Nationalist Course) başlıklı bir rapor yayınladı.

Rapor, bir yandan Türkiye’nin milliyetçi bir rota takip etmeye başladığını ve Amerika ve NATO’dan uzaklaştığından söz edip bu durumdan duyulan rahatsızlığı yazarken, diğer yandan da Amerika’nın ümidini üç muhalefet partisinin 2023’te iktidar olmasına bağladığını anlatıyor.

Ne dersiniz? CIA müttefiklerini bulmuş mu acaba?

CIA’NIN POLİTİKACILARI

CIA’nın marifetleri bu kadar da değil. Bakın Bissel ne diyor:

“Gizliliğin şart olmadığı olaylarda bile, daha çabuk ve resmi olmayan bir biçimde başlatılacağı için, bazı operasyonlar CIA kanalıyla gerçekleştirilebilmiştir. Bunun bir örneği ilerde ülkesinde etkili bir siyasal lider olacağı tahmin edilen politikacıları saptayıp Amerika’yı tanımaları için uygulanan programlardır.”

ABD Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Eğitim ve Kültürel İşler Bürosu (The Bureau of Educational and Cultural Affairs (ECA) of the U.S. Department of State) var.  “Amerika’yı tanımaları için uygulanan programlar” büyük oranda İşte bu büroda sürdürülüyor. Bu büroda eğitim almış 300’ün üzerinde politikacı kendi ülkelerinde devlet başkanı, başbakan ve bakan olmuş. Demek ki CIA seçimin iyi yapıyormuş. Sayın Abdullah Gül’de bu okulda eğitim alanlardan…

CIA’NIN İKTİDARI DEĞİŞTİRME PLANLARI

Gelişen olaylardan, Rand Corporation’ın (siz ona CIA da diyebilirsiniz) raporundan ve BİDEN’ın sözlerinden anlıyoruz ki, Amerika Erdoğan’ı iktidardan düşürmekte kararlı. Bunu da ülke içindeki” müttefikleri aracılığı ile yapmayı planlamışlar ve uygulamaya koymuşlar. Kimdir bu müttefikler derseniz sıralayalım:

Kraliçenin şövalyesi Gül, FETÖ’nün kasetinden mamul, sözüm ona Atatürkçü Kılıçdaroğlu; sözüm ona milliyetçilerin, Türkçülerin, Turancıların ablası Akşener; sözüm ona dini bütünlerin bilge adamı Mollaoğlu; Apo’nun heykeltıraşı, vatan, millet bölücüsü Demirtaş; Amerika’nın Ankara’daki adamı Davutoğlu ve Para babalarının tahsildarı Babacan.

TÜRKİYE GEMİSİ AVRASYA ROTASINA GİRDİ

Şunu Biden’ın ve herkesin anlaması lazım: Türk milleti, Amerika’nın dolayısıyla Atlantik sisteminin gerçek yüzünü görmüş ve yüzünü Avrasya’ya çevirmiştir. Amerika’nın Türkiye’de iktidarı belirleme gücü kalmamıştır. Türk milleti asla buna izin vermez. Amerika bu topraklarda yenilmiştir. Biden’ın ümidini bağladığı güçlerin iktidar olma şansı kalmamıştır.

Atlantik sistemi, Türkiye’yi yıllardır sömürüyor. Vatan bütünlüğümüze kastediyor. Mavi vatanımızı elimizden almak istiyor. Bizi soykırımcı ilân ediyor. Onun için diyoruz ki, Atlantik devri kapanmıştır. Geleceğimiz Avrasya’dadır.

Türk milleti anlamıştır ki, Atlantik sistemi içinde kalarak vatan bütünlüğümüzü korumaya ve ihtiyaç duyduğumuz üretim devrimini yapmamıza imkân yoktur. Bu nedenle, Türkiye gemisi, kendisini bağlayan zincirleri kırmış ve Avrasya’ya doğru hızla ilerlemektedir. CIA’nın oyunları Türkiye’yi yolundan alıkoyamaz.

 

28 Kasım 2020 Cumartesi

 

DÜN İNGİLİZ ALTINLARI BUGÜN AMERİKAN DOLARLARI

 ABD Büyükelçiliği, Türkiye'deki sivil toplum kuruluşlarına 'demokrasi ve insan haklarını savunma' cümlesiyle perdelediği, asıl hedefi Türkiye’de istikrarsızlık yaratmak olan projeler karşılığı para dağıtacağını açıklamış bulunuyor.

 ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'nin resmi internet sitesinde yayınlanan programda “Türkiye-ABD bağlarının ve demokratik değerlerin güçlendirilmesi” başta olmak üzere 4 konu başlığı yer alıyor. Elçilik, en düşük hibenin 5 bin dolar, en yüksek hibenin ise 50 bin dolar olacağını ekliyor, ancak toplamda kaç projeye hibe verileceğine dair bilgiye yer vermiyor.

 Programda “demokratik değerlerin güçlendirilmesi” bölümünde şu ifadeler dikkat çekiyor:

 “Bu alandaki öneriler, cinsiyete dayalı şiddete karşı koymalı, LGBTİ haklarını desteklemeli, hukukun üstünlüğünü ve ifade özgürlüğünü teşvik etmeli ve/veya Türk medyasının ve sivil toplumun insan haklarını ve özgürlüklerini savunma kapasitesini güçlendirmelidir.”

 Bu haber, Mustafa Kemal’in Erzurum Kongresi’nde söylediği şu sözleri hemen hatıra getiriyor:

 “Burada acı bir gerçek olmak üzere arz edeyim ki, memleketimizde çok miktarda yabancı parası ile birçok propaganda cereyan ediyor. Bundaki amaç pek açıktır: millî hareketi sonuçsuz bırakmak, millî istekleri felce uğratmak, Yunan, Ermeni emelleri ve vatanın bazı önemli kısımlarını işgal amaçlarını kolaylaştırmaktır.

 O yıllarda bir vatan savaşı veriyorduk, bugün de veriyoruz. Dün iç iç cepheyi bozmak ve milli mücadelemizde zaaflar yaratmak için İngiliz altınları kullanılmıştı, bugün Amerikan dolarları kullanılmak isteniyor.

 GAVURUN EKMEĞİNİ YİYEN GAVURUN KILICINI ÇALAR

 Amerika daha önce de yapmıştı, şimdi de yapmak istediği o! Ne zaman bir iktidar Amerikan planlarına ve projelerine karşı uygulamalarda bulunsa, Amerika’nın bu iktidarla arası açılır. Bir yandan ekonomik saldırılarda bulunur, diğer yandan ülkede kaos yaratmak için her çareye başvurur. O esnada da kendilerine yar olabilecek yeni bir iktidar adayı oluşturmaya başlar.

 Öyle anlaşılıyor ki, Amerika, bu dolarları Türkiye’de kaos yaratmak ve kendisine evet diyecek bir yönetimi iktidar yapmak için dağıtacak. Araç olarak da demokratik kitle araçlarını kullanacak.

 Vatan Partisi Kayseri İl Başkanlığı olarak bir hatırlatmada bulunmak ve Kayseri’deki demokratik kitle örgütlerini uyarmak istiyoruz: “Gavurun ekmeğini yiyen, gavurun kılıcını çalar”; sakın Amerikan oyununa gelmeyin ve sakın bu hibe dolarlara el sürmeyin. Gözümüz üzerinizde olacak. Amerika’nın kirli paraları ile ellerini ve kirletenleri kamuoyuna açıklamakta asla tereddüt etmeyeceğiz.

21 Kasım 2020 Cumartesi

 

AMERİKA’DAN ‘MÜZAHARET’ TALEP EDENLER

Bir ülkede yöneticilerin veya yönetime talip olanların işbirlikçi ya da teslimiyetçi olması o ülke için çok büyük felakettir. İşbirlikçiler, çıkarlarını dış güçlerin arzuları ile birleştirir, kararlarını onların arzulara göre verirler. Teslimiyetçiler ise, emperyalist güçlerin baskıları karşısında, kendi milletlerine güvenemezler, yılgınlık içerisinde, savaşmadan, kendilerine emanet edilen ülkeyi dış güçlerin arzularına teslim ederler. Zorlukları aşmak için tehditkâr güçlerden yardım isterler; yani düşmanın gazabından düşmana sığınırlar.

Böylelerini mütareke döneminde çok görmüştük. İstanbul’u İngilizler işgali altındayken, Sadrazam Damat Ferit Paşa 30 Mart 1919 günü İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Caltrophe’a gitmiş ve Padişah tarafından hazırlanmış bir belge sunmuştur. Bu belge ile Osmanlı Padişahı Mehmet Vahdettin’in “yabancılara karşı bağımsızlığını koruması, iç güvenliğini sağlaması” için Türkiye’yi on beş yıl süre ile İngiltere’ye sömürge olarak teklif etmiştir. Bu belge, İngiltere’ye uygun gördüğü her yeri işgal etme, istediği her şeyi yapma hakkı veriyordu.

Böylece “ülkenin bağımsızlığı ve iç güvenliği korunmuş olacaktır. Teslimiyetçiliğin bu denlisi tarihte az görülmüştür. Ama Mütareke döneminde başka teslimiyetçilik örnekleri de vardır. Zamanın ‘büyük muharriri’ Refii Cevad (Ulunay) Alemdar gazetesinde şöyle yazıyordu: “…İstiklâlimizi temin edebilmek için kuvvetli bir devletin müzaharetine (yardımcı olmasına, arka çıkmasına) muhtacız, o devlet ki İngiltere’dir ve İngiltere olması lâzımdır, bizi elimizden tutmalı ve para sarf edilmesi lâzım gelen yerleri bize göstererek yaşamaya layık bir kuvvet halinde bizi muhafaza eylemelidir.”

Bu kadar da değil, aynı yıl İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kurucusu Sait Molla İstanbul gazetesinde şunları yazıyordu: “..Artık mukadderatımız üzerinde ne himaye ne manda kelimeleri bahis mevzu olabilir. Şimdi İngiliz tarafları, İngiliz dostlarınca bahis mevzuu olacak şey, o istiklâlcilerin, takip ettiği gibi beynelmilel (milletler arası) bir vaziyeti intaç edecek (sonuçlandıracak) olan istiklâl değil, İngilizlerin yardımı ve himayesiyle teeyyüd edecek (güçlenecek) olan istiklâldir.”

YENİ CHP’NİN SON DURUMU

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ve İstanbul’un CHP’li Belediye Başkanı İmamoğlu’nun son günlerde verdikleri beyanatları okuyunca Mütareke döneminin teslimiyetçilerini hatırlatmak istedim.

İmamoğlu, "Demokrasinin kurumları yerinde duruyor. Demokratik işleyiş hüküm sürüyor gibi görünüyor. Ama gerçek hayat bunun tam tersi bir yönde akıyor. Denge ve denetleme mekanizmaları fiilen işlevsizleştiriliyor. Demokrasinin temel gereklilikleri, bir temenniye dönüşüyor. Siyasi iktidarın elinde toplanan güç ve yetkiler o kadar artabiliyor ki bir demokrasiden söz edilip edilemeyeceği sorgulanır hale geliyor." ifadeleriyle Türkiye'yi dünyaya şikâyet etmiş.

‘‘Yeni Amerikan Başkanı’na Türkiye konusunda nasıl bir politika izlemesini tavsiye ederdiniz?’’ sorusuna da Kılıçdaroğlu, ‘‘Türkiyedeki bütün demokratikleşme hareketlerini desteklemelerini isteriz’’ cevabını vermiş.

Son olarak, CHP Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz, ABD’de 3 Kasım seçimlerinin galibi ilan edilen Joe Biden yönetiminden beklentilerinin Türkiye’de demokrasiye vurgu yapması olduğunu söylemiş.

Emperyalizmin acımasız gücü Amerika’dan, hem de Amerika’ya karşı ikinci bir istiklâl savaşı verdiğimiz bugünlerde demokrasi dilenin üç CHP’li lider. Birisi Damat Ferit ise, diğeri Sait Molla. CHP’nin üç liderinin bu tutumları ve söylemleri gösteriyor ki, CHP’nin Mustafa Kemal Atatürk’ün CHP’si ile bir benzerliği kalmamış.

ATATÜRK BUGÜNLERE IŞIK TUTUYOR

Bir yanda, “Efendiler! Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlandırmıştır. Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Halbuki, hangi istiklal vardır ki Ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!” diyen Atatürk, diğer yanda Amerika’dan destek ve yardım isteyen yeni CHP’liler.

Ülkenin işgal altında olduğu ve bağımsızlık savaşının devam ettiği günlerde Atatürk, Türk milletine yakışan çıkış yoluna şöyle işaret etmiştir:

“… Hasis menfaatlerini kutsal duygulara tercih edip gücünü halktan almayan resmi bir kuvvetle, bunların gücünden yararlanan çıkarcı ve duyguları bakımından yozlaşmış bir azınlığın dışında bütün millet ve memleket, Anadolu’nun sinesinde verilen bir işaret üzerine yığın halinde kıyam etmiş birleşmiştir. İşte hareketi milliye bugünün en büyük sorunu olan milli bütünlüğü ve milli istiklâli korumak için bütün milletin azim ve imanından doğdu…”

Demek ki neymiş, milletinden, memleketinden değil de iktidara gelmek için, Türkiye’de demokrasi yok bahanesi ile ABD’den ve AB’den yardım isteyenler “…çıkarcı ve duyguları bakımından yozlaşmış bir azınlıkmış”.

CHP’yi İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ne benzetenlere Cahit Külebi’nin mısraları ile cevap verelim:

“Biz biliriz bizim işlerimizi

 İşimiz kimseden sorulmamıştır.

 Kılıçla, mızrakla, topla, tüfekle

 Başımız bir kere eğilmemiştir.”

 

13 Kasım 2020 Cuma

 

PSİKOLOJİK KİTLE!

Türkiye’de bir yeni ‘psikolojik kitle’ oluştu. ‘Psikolojik’ diyorum çünkü insanlar akıllarından çok duygularının itmesi ile bu kitleye katılıyor. O duygunun adı da ‘Erdoğan ve AKP nefreti’.

Bu kitlenin içerisinde Atatürk posteri sallayanları, kafa tokuşturarak milliyetçiliğini ilan edenleri, Türkiye’yi bölme hevesi içinde çırpınanları, inşallah, maşallah diyerek dindar olduklarını gösterme ihtiyacı duyanları, ümidini Amerika’ya bağlamış liberalleri görmek mümkün.

Fikirler farklı, ama nefret aynı. Bu nefret onları tekleştiriyor. Nefret tek, fikir tek: ‘Erdoğan gitsin de kim gelirse gelsin.’

Biden, Macron,  Miçotakis, Kılıçdaroğlu, Akşener, Demirtaş, Fethullah ele ele tutuşmuş, ‘Erdoğan Gitsin’ türküsünü söyleyip halay çekiyorlar. Davul Türkiye’de, tokmak Amerika’da. Halay başı ise Biden; o diz kırıyor hepsi kırıyor, o ellerini kaldırıyor hepsi kaldırıyor. Melodi Amerika’dan geliyor, ritmi orası belirliyor. Bizim psikolojik kitlemiz ise coşmuş vaziyete izliyor, alkışlıyor.

EGEMEN OLAN AKIL DEĞİL, DUYGU

Böyle topluluklara ‘duygusal kitle’ demek de mümkün; çünkü egemen olan duygular.

Aşkın gözü kördür derler, biz de diyoruz ki, nefretin gözü daha da kördür. Nefret seline kapılmış birisinde artık kişisel muhakeme, araştırma, soruşturma, şüphelenme kalmaz. Kendisine yöneltilen telkinlerin esiri olur. 

Kendi aklını nefretinin emrine vermiş bir kimse, nefret duygularını besleyecek her türlü habere hemen inanır. Şüphe duymaz, araştırmaz, soruşturmaz. İnandığı bu haber onun kişisel çıkarlarını yok edecek de olsa mutlu olur. O kadar mutlu olur ki, haberi veya bilgiyi doğruluğunu araştırmadan arkadaşları ile paylaşır; mutluluğu daha da artar.

Bu nedenle, sosyal medya yalan nehrine dönüşmüş durumda. Bu nehrin kaynağı ise belli, halay başında kim varsa, melodi nereden yükseliyorsa yalan nehrinin kaynağı da odur, orasıdır.

Böyle duygusal kitlelerde, ilk okul mezunu ve en üst düzeyde eğitim almış birisi, olayları nesnel olarak değerlendirme yeteneği bakımından aynı seviyeye iner. Bu insanlarda, nesnel gerçeklerin yerini nefretlerini besleyecek yalanlar alır.

Muhakeme yok olunca, çok büyük yalanlar bile psikolojik kitle içindeki insanlar için mutlak gerçeğe dönüşür. Mutlak gerçeğe dönüşmüş yalanlar insanları yönlendirmeye, sürüklemeye başlar. İnsanlar öyle sürüklenirler ki, kendilerine yabancılaşırlar ama farkına bile varmazlar.

NEFRET DUYGUSU YOBAZLAŞTIRIYOR

Duygularının seline kapılmış insandan aydın olmaz. Olmasına olmaz da öyleleri var ki kendisini ‘aydın’ sanıyor. Ne yazık ki ne aydınlanmış ne de aydınlatıyor. Okuduğu tek şey gazete, o da tek yanlı. Dinlediği bir iki televizyon kanalı, onlar da yalancılarla dolu.

Bu insanlar, akşam televizyonlarda dinlediklerini sabah birbirlerine anlatıyorlar. Anlattıkça nefretleri tazeleniyor, nesnel düşünme yetenekleri daha da azalıyor. Kendi düşüncelerine ve bildiklerine iman etmiş, tam bir yobaza dönüşüyorlar.

Duygularına ve özellikle de nefretine esir düşmüş insanlar yobazlaşıyor. Yobazlık sadece dindar geçinenlerde olmuyor, kendi bildiklerini ve kanaatlerini sorgulamayan, onlarla ilgili şüphe duyup araştırmayan herkes yobaz. Böyle yobazlaşmış aydınlara ‘nefret aydını’ demek gerek.

Bu nefret aydınlarında, Erdoğan nefreti Türkiye nefretine dönüşmüş ama haberleri yok. Türkiye aleyhine sandığı her haberi her bilgiyi büyük bir memnuniyetle paylaşıyor. Böylece Erdoğan’a zarar verdiğini sanıyor. Oysa hem ülkeye hem kendisine zarar veriyor. 

YABANCILAŞAN İNSANLAR TEHLİKE SAÇIYOR

İnsanların, sorgulamadan kabullendikleri yalanların kendilerine verdiği zararlardan kurtulması lâzım.

Edinilen yanlış bilgi kişiyi kendi özüne yabancılaştırıyor. Yanlış bilgiler yanlış seçimlere yol açıyor. Yanlış seçimler sadece nefret yobazının kendi geleceğini değil milletin de geleceğini riske sokuyor ama farkında değil ki…

En büyük yabancılaşma ve buna bağlı yanlış seçimler siyaset alanında görülüyor.

Öyleleri var ki, kendisini Atatürkçü sanıyor, Milliyetçi sanıyor, Türkçü sanıyor ama Atatürk’ün ömrü boyunca Batılı emperyalistlerle mücadele ettiğini ve ölümüne kadar Batı ile yakın ilişki içine girmediğini dikkate almıyor. Erdoğan’a duyduğu nefret, onu emperyalistlerin şahini ve büyük bir Türk düşmanı olan Biden’ın yanına itiyor. Onunla birlikte AKP iktidarını yıkmaya çalışıyor.

Erdoğan nefreti bunların gözlerini öyle kör etmiş ki, vatanımıza ve milli birliğimize saldıran eli kanlı bir örgütün mecliste temsil edilmesi için çabalar gösteriyorlar hatta oy veriyorlar.

Bu durumun devam etmesini isteyenler de sürekli sürekli Erdoğan ve AKP nefretini pompalıyorlar.

DUYGULARIN YERİNİ AKIL ALMALI

Ancak nefretten arınan insan özgürce düşünebilir. Nefretinin esiri olmuş ve gaflet uykusuna dalmış insanları sarsarak uyandırmalıyız. Kuvvetli uyarıcılar olmadan bu gaflet uykusu son bulacak gibi görünmüyor.

Olayları nesnel gerçeklerden hareket ederek değerlendiren ve gerçeklere bu şekilde ulaşan vatanseverlere büyük görev düşüyor. Ortamdaki bilgi kirliliğini temizlemeye gayret etmek gerek. Bunu yaparken de nesnel gerçekler gür bir sesle çekinmeden ve korkusuzca her ortamda dile getirilmelidir.

Türk milletinin geleceği için, bu hastalıklı ‘psikolojik kitlenin’ bilinçli kitleye dönüşmesi lazım. Türkiye’nin duygularının esaretinde olmadığı için sağlıklı düşünebilen insanlara ihtiyacı var, nefret yobazlarına değil!

 

29 Ekim 2020 Perşembe

 CUMHURİYET’İ KORUMA VE KOLLAMA

Bir büyük isyan, bir büyük savaş, nihayetinde bir büyük devrim ve Türkiye Cumhuriyeti.

Bu büyük devrimi gerçekleştiren yüce Türk milletinin 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı kutluyorum ve bu bayramı bize hediye ve emanet eden, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, tüm gazi ve şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum.

Müdafaa-i Hukuk, İstiklâl-i Tam, Hâkimiyet-i Milliye ve Misak-ı Milli; bu dört husus Türkiye Cumhuriyeti’nin özüdür, esasıdır.

Müdafaa-i Hukuk yani Türk milletinin haklarının savunulması!

Müdafa-i Hukuk, vatan bütünlüğünün savunulmasını, Türk milletinin egemenliğinin ve tam bağımsızlığının savunulmasını, toprağın altındaki ve üstündeki tüm değerlerin, doğal kaynakların vb.. savunulmasını kapsar.

İyi de, o dönemde haklar kime karşı savunuldu? Düvel-i Muazzama’ya karşı! Düvel-i Muazzama nedir derseniz sıralayalım: İngiltere, Fransa, İtalya, Amerika yani Batı, yani Atlantik sistemi!

Atatürk, milli mücadeleyi Düvel-i Muazzama’ya (Batı sistemi) karşı yürütmüş, milli ekonominin temellerini atmış, ölünceye kadar da Batı sistemi ile yakın ilişki kurmaktan kaçınmıştır.

O günlerde, bir yabancı gazeteye söyledikleri önemli: “…Avrupa ve Türkiye birbirine karşı durumdadır. Bizi aşağı olmaya mahkûm bir halk olarak tanımakla yetinmemiş olan Batı, yıkılmamızı çabuklaştırmak için ne yapmak lazımsa yapmıştır.”

Bir başka demecinde ise şöyle demiş: “…eğer ecnebi düşmanlığından, o kadar pahalı elde bir bağımsızlığa gölge düşürebilecek her şeyden nefret etmek anlamı çıkarılırsa; bizim ecnebi düşmanı olduğumuz söylenebilir. (…) Henüz güvenimiz yerinde değildir, evvelce Türkiye’deki ecnebi teşebbüslerinin, ecnebi amaçlarının içimizde uyandırdığı kaygılar, bütünüyle ortadan kalkmamıştır.”

“Yıkılmamızı çabuklaştırmak için ne yapmak lazımsa yapmış Batı”, bugün de farklı bir şey yapmıyor.

Vatanın bütünlüğüne kasteden Batı, Mavi Vatanımıza saldıran Batı, yer altı ve yer üstü değerlerimize el koymak isteyen Batı, milli birliğimizi parçalamak isteyen Batı ama hâlâ bu gerçeği görmeyen, Batı’nın projelerine piyon olan, sözde Atatürkçüler, milliyetçiler ve dindar geçinen insanlar var.

Bu Batıcı insanların çabaları beyhudedir. Atlantik sistemi içinde kalarak, Cumhuriyet korumanın ve kollamanın imkânsız olduğu anlaşılmıştır. Türkiye, yeniden Mustafa Kemal’in devrimci rotasına girmiştir ve Atlantik sitemine kendisini bağlayan zincirleri kırıp, Avrasya’daki onurlu yerini almaktadır.

 

9 Eylül 2020 Çarşamba

AMERİKAN PROJELERİNİN TAŞERONLUĞU KILIÇDAROĞLU’UNA KALMIŞ

Kılıçdaroğlu Parti Meclisi’nin açılışında 42 dakika konuştu. Biz de bu konuşmayı dikkatle, hayretle ve büyük bir üzüntü içinde dinledik. 100 yıl önce emperyalistlerle karşı vatan savaşı veren Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinin devamı olan CHP, nerelere savrulmuş, çok acı! Emperyalistlerin Türkiye üzerinde oynadıkları oyunun bir parçası haline gelmiş.

İçerik felaket, üslup ise, CHP genel Başkanı’nın ağzına hiç yakışmamış: “Saray ve beslemeleri Türkiye'yi krize soktu”, “5 maskeyi dağıtamadılar. Sağlık Bakanına güvenmiyorum”, “Saray'ın kibirlisi herkesi köle görüyor”, “Erdoğan 83 milyona zulüm yapıyor”, “Malvarlığını korumak için Trump'tan emir alıyorlar”, “Varlık Fonu Erdoğan ve damadının çiftliğidir”, “Devleti çürütüyorlar”, “Totaliter rejim var mücadele edeceğiz.”

Türkiye şu anda büyük bir tehditle karşı karşıya. Bütün dünya bunu konuşuyor. Türkiye’ye Doğu Akdeniz’den, Kıbrıs’tan, adalardan, Ege Denizi’nden, Libya’dan, Fırat’ın doğusundan ve batısından yönelen tehditler var. Ana muhalefet partisinin genel başkanı Kılıçdaroğlu, böyle bir ortamda Türkiye mevziinde değil. Türkiye’ye yönelik tehditlere karşı, Amerika’dan, Fransa’dan, Yunanistan’dan, Güney Kıbrıs’tan, İsrail’den gelen silahlı tehditlere karşı hiçbir tavır ve konumlanma yok. Bu konularda en küçük bir sözü yok. Bu tehditleri anlatmıyor ama bu tehditlere karşı çok önemli olan iç cepheyi bölmeye çalışan kışkırtıcı sözler söylüyor.

DEMİRTAŞ ÜZERİNDEN PKK’YA MADALYA TAKMAK

Kılıçdaroğlu, Konuşmasında HDP’yi masum ve şirin göstermeye çalıştı. Onunla da yetinmedi, Demirtaş’a şeref madalyası taktı. Sormak lazım: Bu madalyayı Demirtaş’ın hangi hizmeti için takıyorsun?  PKK’nın Mehmetçiğe sıktığı kurşunlar, patlattığı bombalar için mi Demirtaş’a şeref madalyası takıyorsun? HDP teşkilatları ve belediyeleri PKK’ya erzak, lojistik, militan sağladığı için mi Demirtaş’a madalya takıyorsun? Bu eylemleri yapanlarda şeref ne arar?

Türk ordusuna madalya yok, Türk polisine madalya yok ama Demirtaş’a var. Yazıklar olsun!

Demirtaş’a madalya takmak, kahraman Mehmetçiklerimize, emniyet mensuplarımıza yapılan bir hakaret değil mi? Türk ordusuna karşı psikolojik bir saldırı değil mi? Kime hizmet ediyorsun Kılıçdaroğlu?

AMERİKA’NIN İKTİDAR PLANI DEVREYE SOKULUYOR

Öyle anlaşılıyor ki, Kılıçdaroğlu, gölge CIA’nın (Rand Corporation) ve en son Biden’ın ilan ettiği Tayyip Erdoğan’ı yıkma planını uygulamaya çalışıyor. 

ABD bu iktidar modelinin merkezine CHP’yi oturtmuştu. Bu projeye göre, CHP’nin bir yanında HDP, diğer yanında İYİP olacak, bunlara Davutoğlu ve Babacan’ın partisi katılacak. Abdullah Gül de destekçileri olacak. 

Emperyalistlere karşı büyük bir savaş kazanmış Atatürk’ün partisi, emperyalistlerin umudu olmuş, bu umudu boşa çıkarmamak için çabalıyor. Gerçek Atatürkçüler elbette buna izin vermeyecektir.

UYARIYORUZ

Ben Atatürkçüyüm, ben milliyetçiyim diyenler, ‘Erdoğan düşmanlığı’ tuzağına, oradan da Amerika’nın projelerinin içine düşmüşler, ilkelerinden uzaklaşmışlar. Ne yazık ki, bunun farkında da değiller. 

Onlara sesleniyoruz: Amerika, Türkiye üzerindeki emellerini gerçekleştirmek için sizleri kullanmaya çalışıyor. Görün bu tuzağı ve Türkiye cephesindeki yerinizi alın. Emperyalistlerin mevziinde durmak size yakışmıyor. Aksi takdirde, çökecek olan Amerikan projesinin altında sizler de kalırsınız.

2 Eylül 2020 Çarşamba

 

HEM EVLAT NÖBETİ HEM VATAN NÖBETİ

Diyarbakır annelerinin dağa kaçırılan evlatları için HDP Diyarbakır İl Başkanlığı binası önünde 3 Eylül 2019'da başlattığı oturma eyleminde bir yıl geride kaldı. Anneler günlerdir, aylardır hatta senelerdir görmedikleri çocuklarını HDP’den istiyor. Çünkü onlar HDP binalarının PKK’nın askere alma dairesi gibi çalıştığını biliyorlar. Doğru adresteler, doğru kapının önündeler. 

Anneler Diyarbakır HDP binası önünde sadece evlat nöbeti tutmuyorlar, bu kahraman anneler aynı zamanda vatan nöbeti de tutuyorlar. Vatan savaşının en ileri mevziinde kahramanca direniyorlar. 

Vatan Partisi Kayseri İl Örgütü olarak kahramanlarımızı geçen eylül ayı içerisinde ziyaret etmiştik. Onları desteklediğimizi, onların acılarına ortak olduğumuzu anlattık. Direndikçe kazanacaklarına dair onlara güven verdik. 

Her birinin hikayesi farklı ama hepsinin tek gayesi var: Yokluklar içerisinde, bin bir emekle yetiştirdikleri çocuklarına tekrar yavrum deyip sarılmak. Onların kokusunu tekrar hissetmek.

Hepsi acılı ama hepsi kararlı ve şuurlu.

Hepsi şuna inanıyor: Çocukları HDP kandırıyor, onları dağa götürüyor ve PKK'ya teslim ediyor. HDP'nin arkasında ise Amerika var.

Bir babanın "Devleti ilk defa yanımızda görüyoruz. Devlet yanımızda olmasaydı bu adamlar (HDP) bizi burada tarar öldürürdü. Yıllardır biz bu desteği bekledik. Bu destek daha önce gelseydi çocuklarımızı kimse dağa götüremezdi." sözü çok dikkat çekiciydi. 

Anne ve babalar, HDP binası için esas Kandil burası diyorlar ve bize HDP'nin neden kapatılmadığını sordular. 

“SÖZLERİ ALTIN DEĞERİNDE”

 Sayın Perinçek onlar için “Konuşmaları şiir gibi, sözleri altın değerinde” diyor.

 Televizyonlardan dinlediklerimizin ve ziyaretimiz esnasında duyduklarımızın bazılarını yazalım da Perinçek’in ne kadar doğru söylediği anlaşılsın:

 "Senin oğlun dağa gitsin, bakalım sen oturuyor musun, oturuyor musun? Bizim canımız gitmiş, senin umurunda mı? Gönderdiniz çocukları, yalan mı? Kaç tane genç toprağın altında. Diyarbakır'da genç bırakmadınız ya cezaevinde ya toprağın altındalar.

 “Başlarım sizin Kürdistan davanıza. 'Fakir fukaranın çocuğu dağa, ben koltuklarda.' Alıştınız insanları dağa göndermeye. Size verecek çocuğumuz yok, getirin.”

 “Bunların çocukları lüks okullarda okuyor. Yeter artık toprağın altı genç doldu, nereye kadar?”

 “Yavrularımızı ABD’ye uşak yapıyorsunuz.”

 “HDP İsrail’dir. Bunlar Kürt değil, bunlar gavur. Bunların bizim üzerimizde ne hakları var, bunlar gavur. Müslüman olsalardı, oğlumu kaçırmazlardı bizi perişan etmezlerdi.”

 “Bunlar Kürtler için çalışmıyorlar. Bunlar Kürt değil. Bunlar Amerika için çalışıyor. Bunlar Kürt değil, Amerika’nın adamlarıdır.”

 “Yüreğimizi yaktılar, Allah da onların yüreğini yaksın. Oğlumu HDP’den istiyorum. HDP oğlumu götürmüş onların eline vermiş. Onların çocukları Amerika’da okuyor, niye çocuklarını göndermiyorlar. Çocuklarımızı alıp Kandile götürüyorlar.”

 “Burası, HDP Kandil’dir. HDP oğlumu nereden getiriyorsa getirsin. Ben oğlumu istiyorum. Buradan gitmeyeceğim, vallahi burayı yıkarım.”

 "Oğlumun ter kokusunu özledim, onun teri çok güzel kokardı, keşke bir daha koklayabilsem".

 "Oğlum kendi iradesi ile gitmiş diyorlar, 10 yaşındaki çocuğun iradesi mi olur?"

 "Oğlum Kuran kursuna gidiyordu, aldı götürdüler, din düşmanı Amerika'ya teslim ettiler.”

"Kızım üniversiteye gidiyordu, ben onu ne zorluklar içinde büyüttüm. Mezun olacağı gün kına yakacaktım.”

 "Ben çocuğuma çorbayı bile üfürerek yedirirdim, şimdi dağlarda aç susuz geziyor.”

 "Beni ölümle tehdit ediyorlar, çocuğumu elimden aldıktan sonra ben zaten öldüm.”

 "Oğlum askerdi, vatana hizmet ediyordu, onu kaçırdılar, el kızına nasıl vereceğim diye düşündüğüm yavrum şimdi kimlerin elinde?”

 "Yavrumu bir kere daha göreyim, sonra hemen öleyim, razıyım.”

 "Bu HDP'nin neden kökünü kazımıyorlar? Onlar kazımazlarsa ben bu binayı yıkacağım".

 AYNI NÖBETTEYİZ

 Diyarbakır annelerine destek olmak için bugün (3 Eylül 2020) saat 13:00’de Cumhuriyet meydanında toplanacağız ve “AYNI NÖBETTEYİZ” diyerek analarımıza destek vereceğiz.

 Tüm vatansever Kayseri halkını nöbete davet ediyoruz. Bilelim ki bu bir vatan nöbetidir!

31 Ağustos 2020 Pazartesi

 

AMERİKA’NIN UMUDU DOSTLAR KOALİSYONU

Kılıçdaroğlu, CHP’nin son kurultayında “dostlarımızla ilk seçimlerde iktidar olacağız” dedi. Dostlar bir araya gelecek ve iktidar olacaklar yani Erdoğan’ı devirecekler.

Peki bu “Dostlar Koalisyonu” kimlerden oluşuyor?

Biraz geriye gidelim, aylar önce Amerikan devletini önemli bir kurumu olan Rand Corporation’ın Amerika-Türkiye ortaklığının geleceği ile ilgili olarak “Türkiye’nin Milliyetçi Rotası” (Turkey's Nationalist Course) başlıklı bir rapor yayınladı.

Rapor, bir yandan Türkiye’nin milliyetçi bir rota takip etmeye başladığını ve Amerika ve NATO’dan uzaklaştığından söz edip bu durumdan duyulan rahatsızlığı yazarken, diğer yandan da Amerika’nın ümidini üç muhalefet partisinin 2023’te iktidar olmasına bağladığını anlatıyor. Bunu bir not edelim.

Gelelim Biden’ın sözlerine: Gazetelerden öğrendiğimize göre bir konuşmasında Biden, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı hedef almış ve muhaliflere destek vererek, Türkiye'deki iktidarı değiştirebilecekleri yönünde skandal sözler söylemiş.

Söyledikleri özetle şöyle: "Bence ona (Erdoğan'a) çok farklı bir yaklaşım uygulamalıyız. Muhalif liderleri desteklediğimizi açıkça göstermemiz lazım. Yani çok endişeliyim. Ama benim yaptığım gibi onlarla (muhalif liderlerle) doğrudan temasa geçip Erdoğan'ı yenecek duruma gelmeleri için hala var olan Türk liderliği unsurlarından daha fazla verim almalı ve onları güçlendirmeliyiz. Darbe ile değil, seçim süreci ile…”

Akşener’e bir televizyon programında Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığı konusundaki görüşü sorulduğunda şöyle cevap verdiğini öğreniyoruz: “Sayın Gül benim arkadaşım. Kendisiyle ilgili olumsuz bir düşüncenin sahibi değilim”.

Bu cevaptan anlaşıldığına göre kimin cumhurbaşkanı adayı olacağı konusunda ihtilaf kalmamış; aday ya Gül ya da onun yedeği, muhtemelen de Babacan olacak.

KILIÇDAROĞLUNUN DOSTLARI

Yukarıda yazdıklarımı ve diğer gelişmeleri değerlendirince, Erdoğan’ı devirmek için bir araya gelen ‘dostların’ kimler olduğu netleşiyor:

Kraliçenin şövalyesi Gül,

FETÖ’nün kasetinden mamul, sözüm ona Atatürkçü Kılıçdaroğlu,

Milliyetçilerin, Türkçülerin, Turancıların ablası Akşener,

Dini bütünlerin bilge adamı Mollaoğlu,

Apo’nun heykeltıraşı, vatan, millet bölücüsü Demirtaş,

Amerika’nın Ankara’daki adamı Davutoğlu,

Para babalarının tahsildarı Babacan,

Azılı Türk düşmanı senatör Biden ve

Amerika’nın kan içici şahinleri.

AMERİKA’NIN ARZULADIĞI İKTİDAR

Amerika’nın yıllardır uyguladığı yöntemdir bu: Bir ülkeyi egemenliği altına almak isterse, ilk yapacağı şey uzlaşacağı (!) bir yönetimi iktidar yapmaktır. Bunu başaramazsa sıra darbelere ve askeri müdahalelere gelir. Geçmiş yıllarda bunun çok örneğini gördük.

RAND Corporation’nın rapordan anlaşılacağı üzere, Amerika, Türkiye üzerindeki egemenliğini kaybetmenin telaşı ve endişesi içerisindedir. Bu amaçla, Türkiye’de yeni bir iktidar istemektedir. Umudunu ise muhalefet partilerine bağlamıştır.

Sırtlarında Atatürk resimli tişörtler, ellerinde Atatürk posterleri eksik olmayan CHP’li sözde Atatürkçülerin, İYİP’in Türkçü, milliyetçi geçinen sevdalılarının, SP’nin dindar görünümlü yandaşlarının HDP/PKK’lı bölücü teröristlerle ve Amerika ile İngiltere’nin Batı Asya projelerini gerçekleştirmek için özel olarak yetiştirdiği ve görevlendirdiği birisi ile birlikte Amerika’nın umudu haline gelmesi çok acıdır.

Amerika boşa umutlanmasın. Türkiye’de artık Amerikan dostlarının iktidar olma şansı kalmadı. Bundan sonra, iktidarı Amerikan dostluğu değil, düşmanlığı belirleyecek. Bunu herkesin iyi kavraması ve yanlış yollara sapmaması lazım.

29 Ağustos 2020 Cumartesi

 

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI KUTLU OLSUN

Türk milletinin bu büyük zafer gününü kutluyorum.

Cumhuriyet’e giden yolun kapısını bugün açtık.

Başını İngilizlerin çektiği Batı’nın emperyalist güçlerini bugün mağlup ve perişan ettik.

Mazlum milletlere emperyalist güçlerin de yenileceğini bugün gösterdik.

Bu zaferle 23 Nisan 1920’de Atatürk’ün önderliğinde kurduğumuz cumhuriyeti tüm dünyaya Kabul ettirdik.

Bu zaferle Türk milleti şehit kanları ile vatan kıldığı bu topraklara egemen oldu ve özgür ve bağımsız yaşamaya başladı.

“ZAFER, ZAFER BENİM DİYENLERİNDİR”

Bu zaferi bize armağan eden, Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları Başkomutanı Mustafa Kemal Paşa, 30 Ağustos’u şöyle değerlendiriyor:

“Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekât Türk ordusunun, Türk subay ve komuta hey'etinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçiren muazzam bir eserdir.

Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklâl düşüncesinin ölümsüz bir âbidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evlâdı, bir ordunun başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.”

Bu zaferi kazanarak bize hür ve müstakil bir vatan bırakan, başta Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Paşa, Garp Orduları Komutanı İsmet Paşa ve Milli Savunma bakanı Kazım Paşa olmak üzere, neferinden, en üst düzeydeki komutanına kadar ordumuzun tüm mensuplarına, şehitlerimize, gazilerimize ve ordumuzun galip gelmesi için her türlü fedakârlığı gösteren kadın, erkek tüm milletimize şükranlarımızı ve minnetlerimizi sunuyoruz.”

EMPERYALİSTLERE KARŞI SAVAŞTIK

Bu savaş bir vatan savaşı idi. Türk milleti bu savaşı sadece Yunanlılar karşı değil, yedi düvele yani emperyalist ülkelerin tümüne karşı verdi ve kazandı.

Türk milletini ve vatanını bölmek ve vatan topraklarımızın bir kısmında Kürdistan ve Ermenistan isimli kukla devletler kurmak isteyen, başta İngiltere olmak üzere, emperyalist ülkeler, Sevr Antlaşmasını bize zorla kabul ettirmek istediler ve bunun için Yunanlıları üzerimize saldırttılar.

Biz Dumlupınar'da sadece Yunanlıları değil tüm emperyalist devletleri yendik.

MAVİ VATANIMIZ İÇİN DE SAVAŞIRIZ

Batılı güçler, geçmişte olduğu gibi, bugün de Yunanlıları üzerimize salıyorlar. Bu sefer amaç mavi vatanımızdaki haklarımızı elimizden almak ve bizi Anadolu’ya hapsetmek. Yunanistan dün yediği tokayı bir daha yemek istemiyorsa, emperyalistlerin oyuna gelmemelidir. Aksi takdirde bedelini çok ağır bir şekilde ödetmeye hazırız. 

YENİDEN VATAN SAVAŞI

Vatanımızı bölmek için dün Yunanlıları kullanan emperyalist güçler, son yıllarda da PKK, PYD, FETO, DEAŞ, DHKP-C denilen terör örgütlerini kullanıyorlar. Sevr'i kabul etmemiz için Yunanlıları bize saldırtan güçler, şimdi de vatan topraklarımızda kukla bir devlet kurulmasını kabul ettirmek için bu kukla örgütler üzerinden aynı oyunu tezgahlamaya çalışıyorlar.

Dünkü savaşımız da vatan savaşı idi; bugün FETO’ya PKK'ya ve emperyalistlerin yerli işbirlikçilerine karşı yürüttüğümüz mücadele de bir vatan savaşıdır.

Dün, milletimizin büyük desteği ile vatan savaşını kazanan kahraman ordumuz, Yunanlıları nasıl denize döktü ise, bugün de PKK'yı da FETO’yu da belki denize değil ama tarihin çöplüğüne dökecektir.

Dün emperyalistlere karşı verdiğimiz vatan savaşını nasıl kazandıysak, bugünkü vatan savaşını da öyle kazanacağız.

Milletimize ve ordumuza güveniyoruz. Çünkü biliyoruz ki, hiçbir güç, Türk milletinin bağımsız ve özgür yaşama arzusu ve vatan sevgisi kadar kuvvetli değildir.

22 Ağustos 2020 Cumartesi

 

TAM BAĞIMSIZLIĞA DOĞRU ÖNEMLİ BİR ADIM

 Türkiye’nin Karadeniz açıklarında 320 milyar metreküp gibi önemli miktarda doğal gaz rezervinin bulunması ve bunun da diğer keşiflerin habercisi olarak değerlendirilmesi milletimizin geleceği açısından çok büyük önem taşıyor. Bu müjdeyi Türkiye’deki diğer gelişmelerle birlikte değerlendirildiğinde ileriye doğru olan ümidimiz daha da artıyor.

 Türkiye bu önemli kefe giden yola yıllar önce girdi. Türkiye, 2013 yılında satın alınmış olan Barbaros Hayreddin Paşa sismografik araştırma gemisi ve 2015’te yapımı tamamlanan Oruç Reis araştırma gemisinin yanına 2017 yılında Fatih derin deniz sondaj gemisini, 2019’da onun ikiz kardeşi olan Yavuz sondaj gemisini ve 2020 yılında da Kanuni sondaj gemisini dahil ederek Akdeniz ve Karadeniz’de enerji kaynağı aramaya başladı. Fatih gemisi, mayıs sonunda Karadeniz’de göreve gönderildi ve 15 Temmuz itibarıyla ilk sondaja başladı. Daha önceden bölgede yapılan sismik araştırmalar neticesinde orada olduğu tahmin edilen rezerv için sondaja başlayan Fatih, kısa süre içerisinde 3 bin 500 metre derinliğe inerek doğal gaz rezervlerine ulaştı.

 GENİŞ AÇIDAN BAKINCA

 Konuya geniş açıdan bakınca şunları görüyoruz:

1.       Türkiye, emekli Amiral Cem Gürdeniz’in isim babalığı yaptığı kamunun gündemine taşıdığı ve Emekli Amiral Soner Polat’ın şiddetle savunduğu “Mavi Vatan” kavramı ile tanıştı. Türk milleti vatan sınırlarının deniz kıyılarında bitmediğini anladı. ‘Kıta sahanlığı’, ‘Münhasır Ekonomik Bölge’ gibi kavramların önemi anlaşıldı. Türkiye, kendi tersanelerinde, kendi mühendislerince, kendi işçilerince ürettiği, yerli silahlarla, füzelere donattığı muhriplerle, denizaltılarla mavi vatanını korumaya ve sahip çıkmaya başladı.

2.       Silah sanayiinde çok önemli gelişmeler oldu. Türkiye, kendi helikopterini, zırhlı araçlarını, obüslerini, toplarını, piyade tüfeklerini, mühimmatlarını, muharip gemilerini, denizaltılarını, sahil koruma botlarını, eğitim uçaklarını, silahlı ve silahsız insansız hava araçlarını kendisi üretmeye başladı. Savunma sanayinin dışa bağımlılığı azaldı. S 400’leri alarak hava savunma sistemlerini geliştirdi. Tuzlada yapımı devam eden uçak gemisini suya indirdi. ASELSAN, TUSAŞ, BMC, ROKETSAN, STM, FNSS, HAVELSAN dünyanın en büyük 100 silah şirketi arasına girdi.

3.       TSK’dan, MİT’ten Amerikan gladyosunun (FETÖ) temizlenmesi ile savunmamız çok güçlü hale geldi.

4.       Mavi vatanımızdaki petrol, doğal gaz gibi zenginlikleri kendi sismik araştırma ve sondaj gemisiyle aramaya ve çıkarmaya başladı. Enerji konusunda dışa bağımlılığını azaltarak tam bağımsızlık yolunda önemli bir adım attı.

5.       Türkiye, kendisini bölmeye kalkan ve borç batağına iten ekonomik programlar dayatan Atlantik siteminden dışına çıktı. Amerikan emperyalizmine karşı başı dik, bağımsızlıkçı bir yola girdi. Asya’da yerini almaya başladı. Yükselen Asya uygarlığının önder ülkelerinden biri oldu.

 BONZAİ İÇENLER VEYA ATLANTİK EROİNMANLARI

 Karadeniz’de bulunan doğal gaz milletimizin çok önemli bir kısmını sevindirip mutlu ederken bazılarını da telaşlandırdı, adeta yasa boğdu.

 Sayın Perinçek’in Bonzai içmiş ve Sayın Gürdeniz’in Atlatik eroinmanları dediği bu insanlar, olayı küçümseyerek, alay ederek, “7-8 seneden önce çıkarılamaz”, “zaten verimli delmiş”, “maliyeti çok yüksek”, “yandaş firmalar kazanacak”, “seçim yatırımı”, “rezerv de çok azmış” diyerek acılarını hafifletmeye ve birbirlerini teselli etmeye çalışıyorlar.

 Karadeniz’de doğal gaz bulunmasının, Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığa ve oradan da tam bağımsızlığa giderken attığı çok önemli bir adım olduğunu anlamıyorlar.   

 Sırtlarından Atatürk resimli tişörtlerini, ellerinden Atatürk posterlerini ve dillerinden Atatürk sözcüğünü düşmeyen bu sahte Atatürkçülere Atatürk şu sözlerini hatırlatmak istiyorum:

 “Biz yaşamak isteyen, haysiyet ve şerefiyle yaşamak isteyen bir milletiz. İstiklâl-i tam denildiği zaman tabii ki siyasi, mali iktisadi adli, askeri, her hususta istiklâl-i tam demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde istiklalden mahrumiyet millet ve memleketin hakiki manasıyla bütün istiklalin mahrumiyeti demektir.”

 

16 Ağustos 2020 Pazar

 

RAND CORPORATİON RAPORU BIDEN’IN SÖZLERİ VE KILIÇDAROĞLU’NUN DOSTLARI

 Önce Amerikan devletini önemli bir kurumu olan Rand Corporation’ın Amerika-Türkiye ortaklığının geleceği ile ilgili olarak hazırladığı “Türkiye’nin Milliyetçi Rotası” (Turkey's Nationalist Course) başlıklı raporunu değerlendirelim:

 Rapor, bir yandan Türkiye’nin milliyetçi bir rota takip etmeye başladığını ve Amerika ve NATO’dan uzaklaştığını yazıp bu durumdan duyulan rahatsızlığı yazarken, diğer yandan da Amerika’nın ümidini üç muhalefet partisinin 2023’te iktidar olmasına bağladığını anlatıyor.

 60 yılı aşkın bir süredir, Akdeniz bölgesinde ve Batı Asya’da Türkiye ve Amerika’nın stratejik ortak olduğu yazılarak başlayan raporun bir yerinde şöyle deniyor: “Önümüzdeki beş ila on yıl boyunca Erdoğan, MHP’li ortaklarının teşviki ile farklı derecelerde ABD ve diğer NATO müttefiklerinin çıkarlarına ters düşen iddialı dış politika ve savunma politikaları izleyecek gibi görünüyor. Türkiye’de bu dönemde uygun bir koalisyon ortaya çıkacak, Erdoğan ve AKP’yi 2023’ten sonra iktidardan ayıracak olursa, 2018 seçimlerinde NATO müttefikleri ve Avrupa Birliği ile ilişkileri canlandırmayı savunan siyasi programlar açıklayan önde gelen üç muhalefet partisinden daha uzlaşmacı bir yaklaşım beklenebilir.”

 JOE BIDEN’İN HAYALLERİ

 Gazetelerden öğrendiğimize göre bir konuşmasında Biden, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı hedef almış ve muhaliflere destek vererek, Türkiye'deki iktidarı değiştirebilecekleri yönünde skandal sözler söylemiş.

 Söyledikleri özetle şöyle: “"Bence ona (Erdoğan'a) çok farklı bir yaklaşım uygulamalıyız. Muhalif liderleri desteklediğimizi açıkça göstermemiz lazım. Yani çok endişeliyim. Ama benim yaptığım gibi onlarla (muhalif liderlerle) doğrudan temasa geçip Erdoğan'ı yenecek duruma gelmeleri için hala var olan Türk liderliği unsurlarından daha fazla verim almalı ve onları güçlendirmeliyiz. Darbe ile değil, seçim süreci ile... Partisi, İstanbul'dan dışarı atıldı. Peki biz ne yapıyoruz? Burada oturup boyun eğiyoruz.”

 Bunları sadece Biden sözleri olarak değerlendirmemek gerek; bu sözler Amerika’nın Türkiye ile ilgili tutumunu ve planlarını anlatıyor.

 KILIÇDAROĞLU’NUN DOSTLARI

 CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu CHP'nin 37'nci Olağan Kurultayı'nda "Önümüzdeki ilk seçimlerle birlikte dostlarımızla birlikte iktidar olacağız" dedi. Daha önceki söylemlerinden ve eylemlerinden dostlarını bilmek de hiç zor değil: HDP/PKK, Akşener, Gül, Babacan, Davutoğlu ve Karamollaoğlu. Biden’in konuşmasından anladığımıza göre Kılıçdaroğu’nun sınır ötesinde de dostları varmış.

 Biden’in konuşmasında bahsettiği muhalefet liderleri de Kılıçdaroğlu ve dostları olsa gerek.

 AMERİKA’NIN ARZULADIĞI İKTİDAR VE TALEPLERİ

 Amerika’nın yıllardır uyguladığı yöntemdir bu: Bir ülkeyi egemenliği altına almaya isterse, ilk yapacağı şey uzlaşacağı (!) bir yönetimi iktidar yapmaktır. Bunu başaramazsa sıra darbelere ve askeri müdahalelere gelir. Geçmiş yıllarda bunun çok örneğini gördük.

 Bu rapordan da anlaşılacağı üzere, Amerika, Türkiye üzerindeki egemenliğini kaybetmenin telaşı ve endişesi içerisindedir. Bu amaçla, Türkiye’de yeni bir iktidar istemektedir. Rand Corporation raporunda muhalif diye nitelendirilen üç parti var: CHP, İYİP ve HDP. Bunlara DEVA ve Gelecek partileri de eklendi.

 Erdoğan’ı devirip yeni bir iktidar oluşturma peşinde olan Amerika kurulması için uğraştığı koalisyondan daha doğrusu Türkiye’den ne istiyor, sıralayalım:

 İran’dan, Irak’tan ve Suriye’den toprak alıp, bizim Güneydoğu’muzu da içine katarak adı Kürdistan olan ikinci bir İsrail devletini kurmasına Türkiye’nin izin vermesini;

 Türkiye’nin Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki haklarından vaz geçmemizi ve bu bölgedeki zengin hidrokarbon yataklarına el koymasına ses çıkarmamızı;

 Bizi borç batağına sürükleyen ve sömürülmemize yol açan borçlanma ekonomisine devam etmemizi;

 Ermenililere soy kırım yaptığımız yalanını kabul etmemizi (bu kabulden sonra sıra tazminat ve toprak talebine gelecek);

 Rusya, Çin ve Batı Asya’daki komşu ülkelerle yakın işbirliği içine girmememizi;

 Bizi bölünmeye götürecek yasal düzenleler yapmamızı ve buna uygun olarak idari yapılanmayı değiştirmemizi…

 TÜRKİYE GEMİSİ AVRASYA ROTASINA GİRDİ

 Şunu Biden’ın ve herkesin anlaması lazım: Türk milleti, Amerika’nın dolayısıyla Atlantik sisteminin gerçek yüzünü görmüş ve yüzünü Avrasya’ya çevirmiştir. Amerika’nın Türkiye’de iktidarı belirleme gücü kalmamıştır. Türk milleti asla buna izin vermez. Amerika bu topraklarda yenilmiştir.

 Atlantik sistemi içinde kalarak vatan bütünlüğümüzü korumaya ve ihtiyaç duyduğumuz üretim devrimini yapmamıza imkân yoktur.

 Bu sistem, Türkiye’yi yıllardır sömürüyor. Vatan bütünlüğümüze kastediyor. Mavi vatanımızı elimizden almak istiyor. Bizi soykırımcı ilân ediyor. Onun için diyoruz ki, Atlantik devri kapanmıştır. Geleceğimiz Avrasya’dadır. Yeni bir işbirliği ortamı doğmuştur.

 Türkiye’nin dışında, 100 milyonun çok üzerinde soydaşımız da bu coğrafyada yaşıyor. Türk kardeşlerimiz de orada bizi bekliyor.

 Biden’ın ve Amerika’nın endişe duyması beklenen bir şey çünkü ümidini bağladığı güçlerin iktidar olma şansı kalmadı.

 Türkiye gemisi, 1945’den bu yana bağlı olduğu Atlantik limanında vira demir demiş ve rotasını Avrasya çevirmiştir. Bu rotada ilerlemeye devam etmektedir. Pruvası neta, ufku ve bahtı açık olsun.

 

 

15 Ağustos 2020 Cumartesi

 

EMPERYALİZMİN MASALLARI VE KENDİ HİKAYEMİZ

 

Şunu iyi bilmek gerekir: Emperyalizm, bir ülkede etkili olmaya başlayınca, ilk planda o ülkeyi az gelişmişlik düzeyinde tutmaya çalışır; gelişmişliği ise kendi kültürünü ve yaşama biçimini benimsetmek olarak kabul ettirir. Bunu başarmak içinde birtakım masallar uydurur ve söyler. En çok söylediği masalın adı ise; “Evrensel Kültür”.

 

Bu masal, kurdun kırmızı başlıklı kıza söylediğine benzer. Arzu edilen kötü amaca güzel bir masal ile ulaşılmak istenir.

 

Evrensel kültür kavramı, tehlikeli bir tuzağı gizler. Batılı emperyalistler, yaklaşık iki yüzyıldır, Yahudi-Hıristiyan tabanlı kendi kültürlerini ‘evrensel’ kılıfı giydirerek sömürmek istedikleri ülkelere kabul ettirmeğe çalıştılar. Sömürü düzenini kültür emperyalizmi yolu ile bu şekilde kolaylıkla kurdular.

 

Sömürmek istedikleri ülkedeki aydınları ve yöneticileri kültür emperyalizmi yoluyla Batı hayranlığı içine hapsederek, işbirlikçi haline dönüştürdüler. Bu insanları artık birer ‘kültür misyoneri’ halinde getirdiler.

 

EVRENSEL KÜLTÜR MASALINA KANMIŞ BATI HAYRANLARI

 

Bizde Batı hayranlığı 18. Yüzyıl sonlarında başlar. Osmanlı ordularının savaş meydanlarında yenik çıkması, zamanın yöneticilerinde ‘Batı hayranlığını’ başlatır. Düşman da Batı’dır, imdat beklenen yer de Batı’dır, talimat alınan makam da Batı’dadır.

 

İşbirlikçiliğe dönüşmüş kültür misyonerlerine birkaç örek verelim:

 

Tanzimat döneminde önemli görevler üstlenmiş Sadrazam Fuat Paşa’nın yazdığı vasiyetnameden bazı ifadeler:

 

“…mahvolma felâketinden kurtulabilmekliğimiz, İngiltere kadar paraya, Fransa kadar bilgi aydınlığına, Rusya kadar askere sahip olmaklığımıza bağlıdır. Yabancı müttefiklerimiz içinde en önemlisi, İngiltere’dir., (…) bendenizce, Bâbıâli’yi İngiltere’nin dostluğundan mahrum görmektense, birkaç vilayetimizi elden çıkmış görmek daha iyidir.”

 

O dönemim önemli isimlerinden Ali Paşa da farklı görüşte değil:

 

“…Avrupa ile aramızda daha sağlam bağlar yaratmalıydık. Onun maddi çıkarlarıyla bizimkiler aynı olmalıydı. Ancak o zaman ülkenin bütünlüğü siyasi bir hayal olmaktan çıkacak, bir gerçek olacaktı. Madem ki, Avrupa topluluğu içindeydik, Avrupa ülkelerinin isteklerine cevap vermeliydik.”

 

1881’de Mekteb-i Mülkiye-i Şahâne’de İktisat dersleri anlatan Ohannes Paşa da şunları anlatırmış: “Yerli sanayiinin, himaye usulleriyle korunmasına, gelişmesine tarafta değilim; zira, her ne kadar, yüksek gümrük resimlerinin devlet hazinesine bir menfaat getirmesi gerçek ise de ‘himaye sistemi’ serbest ticareti önlemektedir; zamanın ithalat ve ihracat rejimi ‘makul bir rejimdir’.

 

Ohannes Paşa’nın ‘makul rejim’ dediği 1838 yılında İngiltere ile imzalan Balta Limanı Antlaşmasından sonra oluşan gümrüklerin indirildiği, yabancı malların kolaylıkla ülke içinde dolaşabildiği rejim oluyor. Yani ‘serbest ticaret’, yani ‘liberal ekonomi’.  Bununla da kalınmamış, Batı sermayesinin ülke içine girmesine izin verilmiş ve sürekli yüksek faizle borç para alınarak ekonomi idare edilemeye çalışılmış.

 

Abdülhamid döneminde Almanlar da işin içine girmiş. Alman emperyalizmi de bu dönemde nasibini almış.

 

Atatürk’ün bu dönem ile ilgili görüşü ise oldukça sert:

 

"Tanzimat’ın açtığı serbest ticaret devri, Avrupa rekabetine karşı kendisini savunamayan ekonomimizi bir de iktisadi kapitülasyon zinciriyle bağladı. İktisat alanında bizden kuvvetli olanlar yurdumuzda bir de imtiyazlı durumda bulunuyorlardı. Rakiplerimiz, bu suretle, gelişmeye elverişli sanayimizi de mahvettiler. İktisadi ve mali gelişmemizin önüne geçtiler."

 

TÜRK DEVRİMİ VE MODERNLEŞME VE BİZİM HİKAYEMİZ

 

Batı’nın ‘evrensel kültür’ masalı etkisinde kalan insanlarımız ne yazık ki ‘modernleşmeyi’ Batı emperyalizminin dayattığı kültürü benimseme olarak kabul etmişler. Memleketin hammaddeleri ucuza kapatılsın, halk sömürülsün, fabrikaları elinden çıksın, yabancı sermaye ekonomiye egemen olsun; onlar için önemli değil; halk sömürgeci ülkenin kültürünü benimsedi mi ilerleme başlamıştır, halk çağdaşlaşmıştır.

 

Türk Devriminin lideri Atatürk’ün, çağdaşlaşma anlayışı çok farklıdır ve elbette gerçekçidir.

 

Devrimin amacı, feodal/ümmet toplumunu millete dönüştürmek olmuştur. Bunun için milli kültürün gelişmesine ve eğitimin milli oluşuna çok önem verilmiştir.  

 

Nesiller, bir yandan milli kültür ile donatılmaya çalışılırken bir yanda da “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz” denilerek özgürleştirilmeye çalışılmıştır. Ekonomik, siyasi, askeri bağımsızlık olmadan özgürlük olamayacağı bilinciyle hareket edilmiştir. Toplumun önüne yol gösterici olarak bilim konulmuştur.

 

“Modernleşme” adına o dönemde bizim söylediğimiz hikâye işte buydu.

 

GERİYE DÖNÜŞ

 

Atatürk’ün vefatı ile birlikte, ne yazık ki, ‘evrensel kültür masalı’ tekrar söylenmeye başlandı ve zihinler tekrar bulanıklaştı. O kadar bulanıklaştı ki İnönü döneminin önemli isimlerinden Nurullah Ataç şunu söyleyebilmişti: “Bizim devrim dediğimiz hareketin amacı, bu ilkeyi Batı ülkelerine benzetmektir. Biz görüyoruz eksiğimizi, Yunanca öğrenemedik, Latince öğrenemedik, Avrupalıların eğitiminden geçemedik, onun için ne denli uğraşsak Avrupalılar gibi olamıyoruz, buna üzülüyoruz.”

 

İnönü ile yeniden başlayan Batı’nın masallarına inanma devri, bugünlere kadar geldi ama bunun devam etmeyeceği gelişen olaylardan ve bazı söylemlerden anlaşılmaktadır. Sayın Kalın’ın tartışma yaratan ifadesini bu gözle değerlendirmekte fayda var.

 

BENZERLİK Mİ, ÇELİŞKİ Mİ?

 

Şimdi iki farklı ifadeyi alt alta yazıyorum. Önce Atatürk’ün bir sözü ve arkasından da Kalın’ın ‘tweet’i Aralarında çelişki mi var, yoksa benzerlik mi? Kararı siz verin:

 

“Bir millî terbiye programından bahsederken, eski devrin hurufatından (boş inançlarından) ve evsaf-ı fıtriyemizle (doğuştan sahip olduğumuz özelliklerle) hiç de münasebeti olmayan yabancı fikirlerden, şarktan ve garptan gelebilen bilcümle tesirlerden tamamen uzak, seciye-i milliye ve tarihiyemizle mütenasip bir kültür kastediyorum. Çünkü deha-yı milliyemizin inkişaf-ı tamı ancak böyle bir kültür ile temin olunabilir.”

 

"Biz masalları olan bir coğrafyanın çocuklarıyız. Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri anlatıldı.

Artık kendi hikâyemizi yazma zamanıdır"

https://www.aydinlik.com.tr/haber/emperyalizmin-masallari-ve-kendi-hik%C3%A2yemiz-215940



5 Ağustos 2020 Çarşamba

MİLLİ DEVLET MİLLİ DİL

 

Gazetelerde şu haberi okuyunca sevindim ve umutlandım: “Türk Dil Kurumu, tabelalardan şirket isimlerine kadar her alandaki yabancı kelimelerle ilgili kapsamlı rapor hazırladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığındaki Yüksek İstişare Kurulu'nda görüşülen raporda, İngilizce isimlerin ayıklanması ve Türkçenin korunması için yasa çıkarılması önerildi.”

 

Bu yasanın en kısa zamanda çıkarılmasını dileriz. Kayseri’de de tabelaların, şirket isimlerinin çoğunun ismi İngilizce.

 

Adam 15 katlı binayı dikmiş, daireleri satışa çıkarmış. Dairelerin satılık olduğunu anlatmak için binanın ön cephesine kocaman bir afiş asmış. Afişte şu yazıyor: “SATILIK FLATS”

 

Şaşkınlıkla okudum. Sanırsın Kayseri’nin halkının yarısı İngiliz veya Amerikalı, bu ilanı görünce gelip daire alacaklar.

 

Kentte bir ufak tur attım ilk 10 dakikada gördüklerim şunlar: “Başyazı Center”, “Başyazı Country”, “Green Appel villaları”, “Osmanlı Home”, “Kebap House”, “Show Room”, The Kayseri Residence”, “Coffe Break”, “Steak House”.

 

Maalesef İngilizce Türkçeyi yavaş yavaş teslim alıyor. Kayseri gibi “muhafazakar” bilinen bir kent de dahi afişlerin, tabelaların çok sayıda İngilizce kelime ile dolu olması aslına bu şehir için bir utanç kaynağıdır.

 

Türkçe tarihin en eski dillerinden birisidir. Yusuf Has Hacib 1070 yılında Kutadgu Bilik’i Türkçe olarak yazdığında henüz daha İngilizce diye bir dil yoktu. Bu gerçeği hatırlayınca İngilizce hayranlığına karşı içimdeki isyanı daha da büyüyor.

 

KÜLTÜREL ÜSTÜNLÜK

 

Milletler arası mücadelelerde “kültürel üstünlük” büyük önem taşır. “Kültürel üstünlük” kavramını ilk ortaya atan İngilizlerdir. İngiltere bu kavramı çok etkili bir şekilde kullandı. Sömürdüğü ülkelerde İngilizceyi ana dili haline getirmeye çalıştı. Bunun için de eğitim dilinin İngilizce olmasını sağladı. Böylece bu ülkelerde İngiltere’ye karşı bir hayranlık uyandırdı. Ülkeleri sömürmeyi kolaylaştırdı.

 

Mandela’nın şu sözleri çok önemli:

 

“Ben bir İngiliz okulunda eğitim ve öğretim gördüm. Şöyle bir düşünceye kapıldım: İyi olan herşeyin anavatanı İngiltere’dir.”

 

Günümüzde de dünya egemenliği peşinde olan Amerika emperyalist emellerini gerçekleştirmek için başta İngilizce olmak üzere kendi kültürünü tüm dünyaya yaymaya çalışıyor. Bunda da çok başarılı oluyor. Kültürel üstünlüğü siyasi ve ekonomik üstünlüğün takip edeceğini biliyor.

 

Türk milleti olarak dilimize sahip çıkamamanın eksikliğini dün de yaşadık bugün de yaşıyoruz. Amerika’nın kültürel üstünlüğünü kabul etmiş gibiyiz. Bu da bizi sömürüye açık hale getiriyor. Batı hayranlığı içine giren aydınlarımız, Attilâ İlhan’ının deyimiyle “Batı’nın manevi” ajanı haline geliyor.

 

Dilin kıymetini bilmemiz lazım. Unutmayalım ki, dilini kaybeden bir millet birkaç kuşak sonra topraklarını kaybeder ve tarih sahnesinden silinip gider.

 

BATI HAYRANLIĞINA SON

 

Türkçemize musallat olan bu İngilizce yazma ve konuşma hastalığından hızla kurtulmalıyız. Bunun için ilk yapılacak şey ülkede yabancı dille eğitimin yasaklanmasıdır. Bağımsız bir ülkede asla yabancı dille eğitim yapılamaz.


Amerikan kültürüne hayranlığımız sadece dille sınırlı değil. Amerikan kültürüne hayranlığımız milli kültürümüzün bozulmasına, bazı değerlerimizin de unutulmasına neden oluyor. Bu duruma son vermek ve kültür emperyalizmine dur demememiz gerek.


Atatürk’ün şu sözlerini hiç unutmayalım: 


“Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvelâ bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen, bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim.  Bilelim ki millî benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır”

 

“Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa, o topluluğa dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur”


31 Temmuz 2020 Cuma


CHP KARŞI DEVRİM PARTİSİ OLDU

Kurultay’da yaptığı konuşmada, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Kürt sorununu kendilerinin çözeceğini belirtmiş, “CHP, demokrasi ve özgürlük bağlamında bu sorunu çözecek” demiş.

Amerika ve İsrail, PKK’nın eline silahı vermiş, kendilerine bağlı kukla bir devlet kurmak için üzerimize salmış, Kılıçdaroğlu da bu saldırıyı demokrasi ve özgürlük bağlamında önleyecekmiş. Kime ne özgürlüğü verecek de Amerika bu emelinden vazgeçecek ve PKK da silahlı mücadeleye son verecek?

PKK’nın derdi özgürlük değil ki, onların derdi toprak. Vatanımızın bir kısmını Amerika’ya hediye etmek istiyorlar.

Amerika ve İsrail’in desteğinde ve kontrolünde olan ve Türkiye’yi bölmeyi hedefleyen terörü ‘Kürt Sorunu’ olarak nitelemek ise emperyalizme hizmetten başka anlam taşımaz.

“EŞİT YURTTAŞLIK!”

CHP, bundan önceki Kurultay’ı 3-4 Şubat 2018 günlerinde yapmıştı ve bu kurultayda, bir bildiri yayınlamıştı. Bildirinin 11. Maddesinde şunlar yazıyordu: “Kürt sorunu eşit yurttaşlık temelinde, TBMM zeminde toplumsal uzlaşma ve ortak akıl ekseninde çözülmelidir”.

Bu ‘eşit yurttaşlık’ tanımı daha önce; HDP tarafından da dile getirilmişti. CHP’nin bu dillendirmesi ise çok önemli. Atatürk’ün kurduğu bir partinin de bu tanımı programına alması, onun Kemalizm’den ve Cumhuriyetin temel değerlerinden ne kadar uzaklaştığını göstermiş oldu.

YURTTAŞLARIN EŞİTLİĞİ ZATEN ANAYASA GÜVENCESİ ALTINDA!

Atatürk önderliğinde gerçekleştirdiğimiz Cumhuriyet Devrimi ile Türkiye halkı, etnik kimliğine, dini inancına bakmadan Türk Milleti olarak birleşti, tek millet oldu. Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan herkes, ayırım gözetilmeden devletin eşit yurttaşları yapıldı. Anayasaya bu amaçla, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” maddesi konuldu.

EŞİT YURTTAŞLIK NE ANLAMA GELİYOR

Hal böyle iken bu ‘eşit yurttaşlık” kavramı neden ileri sürüldü? CHP, ne yapmak istiyor?

‘Eşit Yurtaşlık’tan ne kastedildiğini bugüne kadar hiçbir CHP’li yetkili açıklamadı. Açıklamadı çünkü açıklayamazlar. Onların yapmadığını biz yapalım:

Eşit Yurttaşlıkta’ eşitlik yurttaşlar arasında değil, etnik veya dinsel yapılar arasındaki eşitliktir.  Azınlıklar tanınacak, bunlara anayasal haklar verilecek. Böylece ‘Kürt Sorununa’ TBMM zeminde çare bulunacak. Amerika ve AB yıllardır Türkiye’ye bunu dayatıyor. Açıkça bölünün diyemediği için, azınlık hakları diyor, yerel özerklik diyor, demokratik özerklik diyor, insan hakları diyor, ileri demokrasi diyor ve eşit yurttaşlık diyor.

Sonuç aynı: Güneydoğumuzu da içine alan ikinci bir İsrail devleti. Adı da Kürdistan!.

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki bazı maddelere Türkiye’nin koyduğu çekincelerin, CHP tarafından kaldırılması gerektiği fikri de aynı amaca hizmet ediyor.

SİLAHA SİLAHLA KARŞILIK VERİLİR

Amerika ve İsrail’in başını çektiği emperyalist güçler, başta Türkiye olmak üzere, Batı Asya ülkelerinin sınırlarını değiştirmek, adı Kürdistan olan ikinci İsrail devletini kurmak için terör örgütlerini bölgeye yığmışlar, silahlandırmışlar, eğitmişler, maaşa bağlamışlar, ortamı kan gölüne çevirmişler ve biz de birkaç yasa değişikliği ile bunu durduracağız.

Şimdi biz CHP’li yöneticilere soruyoruz: Anayasa’nın hangi maddelerini değiştireceksiniz de Amerika Türkiye’yi bölmekten vazgeçecek? Yasalarda nasıl bir değişiklik yapacaksınız da PKK elindeki silahlar elinden bırakıp gelip teslim olacak.

Demokratik özerklik, insan hakları, yerel özerklik, anadilde eğitim gibi sözler İkinci İsrail devletine giden yola taş döşemekten başka işe yaramaz.

Anayasa değiştirilerek Amerika dize getirilecekmiş! Amerika bizi silahla bölmek istiyor, çaresi de silah kullanmaktır. Atatürk de bunu yapmıştı.

BU BİR KARŞI DEVRİM İLANIDIR

Türkiye halkı Türk milleti olarak birleşti ve Atatürk önderliğinde bir devrim yaptı ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu. Cumhuriyetin temeline vatanın bütünlüğü ve milletin birliği koydu. Bu nedenle, vatanın bütünlüğüne, milletin tekliğine yönelik her söz bir karşı devrim ilanıdır.

Sayın Kılıçdaroğlu’nu bu ifadeleri, CHP kurultaylarında alınan kararlar, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki bazı maddelere Türkiye’nin koyduğu çekinceleri kaldırma beyanı, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun "Türkiye'nin çok uzun zamandır bir sorunu var. Daha önemli bir sorunu ise demokrasi sorunu vardır. Kürt sorunu ve demokrasi sorunu birbiriyle ilintilidir. Demokrasi sorunu çözülmeden Kürt sorunu çözülemez.” sözü, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu’nun DieWelt Editörü Daniel-Dylan Böhmer’le yaptığı röportajda, “Türk Hükümeti, Kürtlere barışçı bir çözüm getirmelidir. Demokratik özgürlüklerini ve temel insan haklarını güvence altına almalıdır.” demesi açık ve seçik bir şekilde, vatanın bütünlüğünü, milletin birliğini, Cumhuriyeti, Atatürk ilkelerini ve Türk Devrimi’ni hedef alan bir karşı devrim ilanıdır.

CHP karşı devrim partisine dönüşmüştür, Atatürk ile de hiçbir ilgisi kalmamıştır ve artık bir gerici partidir.


17 Temmuz 2020 Cuma


'İMGESEL ATATÜRKÇÜLÜK'

Bilinen bir hikayedir; birileri yakaladıkları bir leyleği Nasrettin Hoca’ya getirirler. Hoca, bu nedir diye sorar. Leyleği getirenler, “Bu kuştur hocam” derler. Hoca bu kuşa hiç benzemiyor der ve leyleğin bacaklarını, gagasını, kuyruğunu keser ve “Hah şimdi kuşa benzedi” der.

Öncesi de var ama özellikle 1980’den sonra insanlarımızın kafasında bir Atatürk imajı yarattılar. Bu imajın gerçek Atatürk ile pek fazla ilgisi yok; tamamen hayali bir kişilik. Atatürk bir imgeye dönüştürüldü. “Atatürk” denildiğinde, artık bazı insanlar, Hoca’nın leyleğe yaptığı gibi, Atatürk’ün temel görüşlerini ve ilkelerini kesip atıyorlar ve kendilerine öğretilen ‘İmgeyi’ düşünüyorlar.

Atatürk denilince akıllarına gelen bu imgede devrimcilik yok, emperyalizme karşı duruş yok, mazlum milletlerle birlikte olma yok, halkçılık yok, milliyetçilik yok, devletçilik, vatanın bütünlüğüne ve milletin birliğine sahip çıkma yok.

Gerçek Atatürk bir imgeye dönüşünce, Atatürkçülük de ‘İmgesel Atatürkçülüğe’ dönüşmüş oldu. Toplumun büyük bir kesimi de bu ‘İmgesel Atatürkçülüğü’ benimsedi. Bu insanlar da halkı Atatürk ile aldatmak isteyenlerin peşinden sürüklenmeye başladı.

GERÇEK ATATÜRK’Ü İMGESİNDEN AYIRT ETMEK GEREK

Bu insanları uyarmak için, Atatürk’ün yaptıklarını hatırlatacağım ve soracağım:

Atatürk’ün üç büyük eylemi vardır: Emperyalizme ve onun yerli işbirlikçilerine karşı savaşmış ve sınırlarını Mehmetçik kanı ile çizilmiş bir devlet kurmuş. Demokratik bir devrim gerçekleştirmiş ve egemenliği padişahtan alıp, millete vermiş. Yaptığı devrimle, Türkiye’nin ‘feodal ümmet’ toplumunu ‘millet’ aşamasına taşımış. Bunun için de ağalık, şeyhlik gibi ortaçağ kalıntılarını temizlemiş. Bunları gerçekleştirirken de acımasız davranmış ve direnenlere karşı devlet otoritesini tavizsiz kullanmış.

Şimdi soruyorum:

Türkiye’yi bölmek için emperyalistlerin kurduğu, maddi olarak desteklediği, silahlandırdığı, askeri eğitim verdiği PKK/HDP ile birlikte hareket edenler, onlarla birlikte hükümet kurma çalışmaları yapanlar, bu örgüt meclise girsin diye her evden bir oy isteyenler, topluma bu örgütü hoş göstermeye çalışanlar, örgütün hapisteki eş başkanını ziyaret edip ona başarılar dileyenler gerçek Atatürkçü olabilir mi?

Emperyalistlerin kurmak istediği kukla devlet için vatanımızı bölmeye kalkan, teröristlere yardım eden, onlara eleman sağlayan, belediyenin her türlü imkanını terör örgütünün emrine veren belediye başkanları görevden alınınca ta İzmir’den, Ankara’dan, İstanbul’dan koşup gidip, bu hain başkanları ziyaret edenler, onlara destek sunanlar Atatürkçü olabilir mi?

Tunceli ilinde kendi feodal düzenini devam ettirmek için Cumhuriyet’e karşı ayaklanan ve yöre halkına her türlü zulmü uygulayan, Mehmetçiklerimizi ve devlet görevlilerini şehit eden Seyit Rıza’nın heykelini dikenler, bu heykel önünde saygı duruşunda bulunup açıklamalar yapanlar Atatürkçü olabilir m?

Mehmetçiklerimizi şehit edenlere ‘Özgürlük Savaşçısı’ diyenler Atatürkçü olabilir mi?

KİMLER GERÇEK ATATÜRKÇÜ DEĞİLDİR

Atatürk’ün bazı sözlerini hatırlatıp, kimlerin gerçek Atatürkçü olamayacaklarını açıklamaya çalışalım:

“Söz konusu vatansa gerisi teferruattır.”

Vatanımızın bütünlüğüne kasteden, bunun için yöre halkını, öğretmenleri, mühendisleri, işçileri katleden, Mehmetçiklerimize, polislerimize kurşun sıkan, bombalar patlatan PKK/HDP ile birlikte hareket eden bu eli kanlı terör örgütü hoş göstermeye çalışanlar; bu örgütü ve onun köyü niyetini halkımızdan gizleyenler gerçek Atatürkçü değildir.

“Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri, propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır.” “Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış adlandırmalar birkaç düşman aleti, mürteci,  beyinsizden başka hiçbir millet ferdi üzerinde elemden başka bir tesir hasıl etmemiştir.”

Türk milletini Kürt, Laz, Boşnak gibi etnik kimlikler üzerinden bölmeye çalışanlar; “HDP’nin 6 milyon Kürt oyu var”, “HDP Kürtleri temsil ediyor” gibi ifadelerle bazı vatandaşlarımızı Türk milletinin dışına itenler; etnik ve dinsel temelde partilerin bulunmasını onaylayanlar gerçek Atatürkçü değildir.

“Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvelâ bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen, bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim. Bilelim ki millî benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır.”

Milli kültürümüzü hor görenler; milli ve manevi değerlerimize saldıranlar; Türkçe kelimeleri bir yana atıp, İngilizce sözcüklerle konuşmaya çalışanlar; Hollywood kültürünü halkımıza dayatanlar gerçek Atatürkçü değildir.

“…Türk milletinin karakteri yüksektir; Türk milleti çalışkandır; Türk milleti zekidir. Çünkü, Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir.”

Halkımızı sürekli aşağılayanlar, aptallıkla suçlayanlar, milletimizi ve Türkiye’yi beğenmeyip, başka milletlere hayranlık duyguları besleyenler, milli birlik ve beraberliğimiz bozacak eylemler içinde olanlar gerçek Atatürkçü değildir.  

“… milletimizin kuvvetli, mes’ut, müstekâr yaşaması için, devletin tamamiyle milli bir siyaset takip etmesi ve bu siyasetin iç teşkilatımıza tamamiyle uygun olması ve ona dayanması lazımdır. ‘Milli siyaset’ dediğim zaman, kastettiğim mana şudur: milli sınırlarımız içinde her şeyden önce kendi kuvvetlerimize dayanarak varlığımızı koruyup, memleketin dahili saadetine ve imarına çalışmak.”

Milli siyaseti terk edip, Batıcı zihniyet içinde, “Türkiye, ancak Batı ittifakı içinde güvenliğini koruyabilir” diyenler; savunmamızı NATO’ya havale etmek isteyenler gerçek Atatürkçü değildir.

“…vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Halbuki, hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!”

Ülke ekonomisini IMF’nin egemenliğine terk etmek isteyenler, IMF yetkilileri ile otel odalarında gizli gizli görüşenler; Chatham House’u ziyaret edip, oralardan nasihatler alanlar, destek talep edenler gerçek Atatürkçü değildir.

“İstiklâl-i tam, bizim bugün deruhte ettiğimiz vazifenin ruh-u aslısıdır. İstiklâl-i tam denildiği zaman tabii ki siyasi, mali iktisadi adli, askeri, her hususta istiklâl-i tam demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde istiklalden mahrumiyet millet ve memleketin hakiki manasıyla bütün istiklalin mahrumiyeti demektir.”

Türkiye’yi ABD ve AB’nin güdümüne sokmak isteyenler; mali politikalarımızı Batılı çevrelerin önerilerine göre düzenlemek isteyenler; NATO’da kalmak için direnenler gerçek Atatürkçü değildir.

“Yabancı bir devletin himaye ve desteğini kabul etmek, insanlık özelliklerinden mahrumiyeti beceriksizlik ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir.”

Türkiye’de insan hakları ve demokrasi yok deyip Amerika’nın ve Avrupa’nın müdahalesini talep edenler; onlardan demokrasi dilenenler gerçek Atatürkçü değildir.

“Asıl olan iç cephedir. Bu cephe, bütün memleketin ve bütün milletin vücuda getirdiği cephedir. Zahiri (görünen) cephe ise; doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silah cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilebilir. Fakat bu hal hiçbir vakit bir memleketi mahvedemez. Mühim olan, memleketi temelinden yıkan ve milletimizi esir ettiren, iç cephenin düşmesidir. Bu hakikati bizden iyi bilen düşmanlar, bu (iç) cephemizi yıkmak için asırlarca çalışmış ve çalışmaktadırlar.”

İç cephemizi yıkmak ve zayıflatmak için, etnik ve dinsel inanç temelinde siyaset yapanlar; milli birliğimizi bozmaya çalışanlar; milletimizin özgüvenini sarsmak isteyenler; millet sevgisini ve kardeşlik duygusunu yok etmenin gayreti içinde olanlar gerçek Atatürkçü değildir.

Bu saydıklarımı yapanlar gerçek Atatürkçü olamaz,  ancak ‘imgesel Atatürkçü’ olabilirler.

20 Haziran 2020 Cumartesi


“BATICI VE BATILILAŞMACI ATAÜRKÇÜLÜK ÖLÜYOR”

Nagehan Alçı’nın HaberTürk’te yaptığı şu tespitler sosyal medyadan büyük ses getirdi. Cümle şöyle: "Bir yandan milliyetçilik, bir yandan ulusalcılık yani üçüncü dünyacı sol yorumuyla Kemalizm yeniden yükselişte. Özünde Batıcı ve Batılılaşmacı bir ideoloji olan Atatürkçülüğün ruhuna El Fatiha okuyabiliriz. Bu gelenek adeta öldü. 1960’ların siyasi konjonktüründe ortaya çıkmış üçüncü dünyacı ve Batı düşmanı sol Kemalizm ise Atatürk bağlamında seküler kesimde hegemonik ideoloji haline geldi."

Önce şu düzeltmeyi yapalım;  Atatürkçülüğün özünde batıcılık filan yoktur. Atatürk, Türk milletini çağdaş bir toplum haline dönüştürmek için, Batı ve onun yerli işbirlikçileri ile savaşmış ve mücadele etmiştir. Batı ile olan ekonomik ve siyasi ve askeri bağları koparmıştır. Tam bağımsızlıktan kasıt da budur zaten.

Atatürk, Batı’ya bağlı kalarak çağdaşlaşmanın mümkün olamayacağını anlamıştı ve gereğini yaptı. Tam bağımsızlığı ilke edinmiş ve bunun için bir büyük savaş vermiş birisi, elbette, ülkesine yabancı güçlerine etkin olmasını istemezdi.  

BATICI ATATÜRKÇÜLÜK

Batıcı Atatürkçülüğün 5 temel özelliği var ki bunların hiç birinin gerçek Atatürkçülük ile ilgisi yok. Teker teker açıklayalım:

1.       Siyasi, askeri ve ekonomik olarak Batı’ya bağımlılık.
2.       Mazlum milletlerden değil, emperyalizmden yana olmak;
3.       Batı hayranlığından kaynaklanan milli kültürü terk edip Batılı hayat tarzını benimseme;
4.       Din düşmanlığına dönüşmüş bir laiklik anlayışı;
5.       Mezhep, etnik köken, dil ayırımlarını ve aşiretçilik, cemaatleşme gibi milli dokuya zarar veren ortaçağ kalıntılarını hoş görme hatta destekleme.
Atatürk’ün yaptıkları ve söyledikleri ortada; bunlar dikkate alındığında gerçek Atatürkçülüğün asla Batıcı Atatürkçülük olmadığı kolaylıkla anlaşılır. Batıcı Atatürkçülük veya Attilâ İlhan’nın isimlendirdiği gibi ‘İnönü Atatürkçülüğü’ 1940’lı yıllardan sonra başlamıştır. 1980 darbesinden sonra da yaygınlaşmıştır.

Yukarıda sıraladığımız 5 madde ile ilgili olarak Atatürk’ün bazı ifadelerini hatırlayalım ve değerlendirmelerde bulunalım:

BATI’YA BAĞLILIK DEĞİL, TAM BAĞIMSIZLIK

Atatürk’ü batıcı diye nitelendirme sıklıkla yapılan büyük bir yanlışlık. Atatürk tamamen milli bir siyaset izlemiştir. Nedir bu milli siyaset derseniz, onun sözleri ile cevap verelim:
“… milletimizin kuvvetli, mes’ut, müstekâr yaşaması için, devletin tamamiyle milli bir siyaset takip etmesi ve bu siyasetin iç teşkilatımıza tamamiyle uygun olması ve ona dayanması lazımdır. ‘Milli siyaset’ dediğim zaman, kastettiğim mana şudur: milli sınırlarımız içinde her şeyden önce kendi kuvvetlerimize dayanarak varlığımızı koruyup, memleketin dahili saadetine ve imarına çalışmak.”

Atatürkçülüğün en önemli özelliği ‘Tam Bağımsızlık’ ilkesini tavizsiz korumaktır. Tam Bağımsızlığın tarifini de Atatürk’ün ağzından verelim: "Siyasî, malî, ekonomik, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bunların herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, millet ve memleketin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksunluğunu ifade eder."

İfade açık; Siyaseten başka devletlere tabi olursanız, iktisadi sisteminizi Avrupa ve Amerika’nın arzularına göre düzenlerseniz, savunmanızı NATO’ya emanet ederseniz, kültürünüzü de Hollywood’un etkisine bırakırsanız tam bağımsız olamazsınız.

EMPERYALİZMDEN DEĞİL MAZLUMDAN YANA OLMAK GEREK

Atatürk’ün ömrü emperyalizmle savaşarak ve mücadele ederek geçmiştir. Batı’nın emperyalist olduğunu ve Türkiye düşmanı olduğunu o bizlere öğretmiştir.

Mücadelesi tüm mazlum milletler içindi. Kendi ifadesi ile anlatalım:

“…biz, Batılı emperyalistlerine karşı yalnız ve kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz; aynı zamanda Batılı emperyalistlerin, güçleri ve bilinen vasıtalarıyla Türk milletini emperyalizme vasıta olarak kullanmak isteyenlere de engel oluyoruz. Bununla bütün insanlığa hizmet ettiğimize inanıyoruz….”

“Türkiye azim ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği, bütün mazlum milletlerin, bütün şarkın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan Şark milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir...”

“...Şarktan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklâl ve hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır.”

MİLLİ KÜLTÜR MİLLİ TERBİYE ESASTIR

Batı kültürünü, Amerikalılar gibi yaşamayı Atatürkçülük olarak görenler var; çok yanlış. Bunlar Tanzimat Alafrangacılarının devamı gibidir. Batı tarzı yaşama özendikleri için milli olan her şeyden uzaklaşırlar. Oysa Atatürk milli kültüre ve terbiyeye çok önem verirdi. Okuyalım bakalım:

"Türk Milletinin idaresinde ve korumasında millî birlik, millî duygu, millî kültür en yüksekte göz diktiğimiz idealdir"
"Dünyanın bize hürmet etmesini istiyorsak, evvelâ biz, kendi benliğimize hürmet edelim. Benliğimize ve milletimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen, bütün ef'al (eylemler) ve hareketimizle gösterelim. Bilelim ki, millî benliğini bulamayan milletler, başka milletlerin şikârıdır (avıdır)."

"Efendiler yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize görecekleri tahsilin hudutları ne olursa olsun, en evvel ve her şeyden evvel Türkiye'nin istiklâline, kendi benliğine, millî ananelerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumunu öğretmelidir.

“Bir millî terbiye programından bahsederken, eski devrin hurufatından (boş inançlarından) ve evsaf-ı fıtriyemizle (doğuştan sahip olduğumuz özelliklerle) hiç de münasebeti olmayan yabancı fikirlerden, şarktan ve garptan gelebilen bilcümle tesirlerden tamamen uzak, seciye-i milliye ve tarihiyemizle mütenasip bir kültür kastediyorum. Çünkü deha-yı milliyemizin inkişaf-ı tamı ancak böyle bir kültür ile temin olunabilir.”

LAİKLİK DİNSİZLİK DEĞİLDİR

Bazı rozet, poster Atatürkçüleri milletimizin mukaddes değerlerine saldırmayı laiklik olarak görüyor. Din adamlarından nefret ediyor ve Türkye’nin başına gelen her türlü felaketin sorumlusu olarak din eğitimini ve imamları görüyor.

Onlara göre laiklik ve dinsizlik eş anlamlı. Oysa Atatürk hiç de öyle düşünmüyordu. Laikliği önemli bir ilke olarak kabul etmişti ama din ve vicdan özgürlüğüne de çok önem veriyordu. Okuyalım gene:

“Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sade din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz.

Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü de demektir.”

ORTAÇAĞ KALINTILARINA SAHİP ÇIKILAMAZ

Atatürk sadece bir devlet kurmadı, yeni bir toplum inşa etti. Bu yeni toplumdan mezhep, etnik köken ve aşiretçilik, cemaatleşme gibi milli dokuya zarar veren Ortaçağ kalıntılarını temizlemeye çalıştı. Millet Egemenliği için bu temizlik şarttı. “Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz” ifadesi rasgele söylenen bir söz değildir. Halk egemenliğinin en önemli şartlarından birisidir.

Hal böyle iken, Batıcı Atatürkçüler etnik kimlik ve mezhep farklılıkları üzerinden siyaset yapmaya devam ediyor. Hatta etnik farklılığı ileri sürerek ülkeyi bölmeye çalışan Amerikancı terör örgütüne destek oluyor. Onlara Atatürk’ün şu sözünü hatırlatmak lazım:

“Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış tevsimler (isimlendirmeler); birkaç düşman aleti, mürteci beyinsizden maada hiçbir millet ferdi üzerinden teellümden (üzüntü) başka bir tesir hasıl etmemiştir. Çünkü, bu millet efradı da umum Türk camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunuyorlar.”

NAGEHAN ALÇI ÜZÜLÜYOR BİZ SEVİNİYORUZ

Nagehan Alçı, Batıcı Atatürkçülük ölüyor diye çok üzgün ama biz sevinçliyiz. ‘Batıcı Atatürkçülük’ ölecek ki gerçek Atatürkçülük siyaset ve düşünce hayatımıza egemen olsun ve biz de Kemalist devrimi tamamlayalım.