7 Aralık 2022 Çarşamba

GAZİ MECLİSE EN BÜYÜK SAYGISIZLIK ANAYASA DEĞİŞTİRİLEREK YAPILDI

 TBMM’ Başkanı Sayın Şentop, Kılıçdaroğu’nun Gazi Meclis’e gösterdiği saygısızlığı şu sözlerle kınamış: "Meclisimizin Gazi Meclis unvanı sadece Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne ait bir unvandır. Dünya'da hiçbir Parlamento'ya nasip olmayan bir unvandır. Zira önce Türkiye Büyük Millet Meclisi milli mücadeleyi yöneten bir meclistir. Daha sonra devletimizi kuran bir meclistir. Meclisimizin bu unvanına karşı saldırıyı büyük bir saygısızlık olarak değerlendiriyorum. Kim yaparsa yapsın."

Sayın Şentop çok doğru söylemiş; biz de Kılıçdaroğlu’nu kınıyoruz ama Gazi Meclis’e yapılan en büyük saygısızlık onun yetkilerini kısmak ve görevlerinin bir kısmını elinden almaktır. Onu da Sayın Şentop’un partisi AKP anayasayı değiştirerek yaptı. 

NEDEN GAZİ MECLİS DENİYOR

TBMM “Gazi” unvanını hak ediyor çünkü bu meclis dünya tarihinde belki de ilk olarak vatanını işgal eden batılı emperyalist düşmanlara karşı savaşmış, zafer kazanmış ve bir devlet kurmuştur: Türkiye Cumhuriyeti.

Meclis, Mustafa Kemal Paşa’yı kendisine reis seçmiş ama yetkilerini bir istisna dışında ne Mustafa Kemal’e ne de başka birisine devretmemiştir. Yasamayı da yürütmeyi de savaşı da o yapmıştır.

Ordu Meclis’in ordusudur. Hükumet Meclis’in hükümetidir. Başkumandanı da meclis belirlemiştir, hükümet üyelerini de. Bakanlara vekil denmesinin sebebi de budur. Onlara devletin işlerini görmesi için Meclis tarafından vekâlet verilmiştir. Gerektiğin de de bu vekâlet geri alınmıştır.

Bakanları reis belirlememiş, her bir bakan Meclis’in yaptığı seçim sonucu göreve gelmiştir. 

Birinci Büyük Millet Meclisinin devam ettiği süre içinde hiçbir bakan yoktur ki bütçesini aylarca savunmak zorunda kalmasın. Hiçbir bakan yoktur ki bakanlığının işleri üzerinde Meclisi tatmin etme zorunluluğunu hissetmesin.

9 Eylül 19222de Yunanı denize döken ordu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin orduları idi. Mustafa Kemal Paşa 1 Eylül 1922 tarihinde verdiği o meşhur emre  "Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları!” diye başlayıp  ”Ordular! ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” diyerek bitirmiştir. Çünkü savaşan TBMM’nin bizzat kendisidir. Savaşmış ve gazi olmuştur.

Birinci Meclis reisiyle, hükümetiyle, ordusuyla ve tüm üyeleri ile destan yazmıştır. Açılışı bir destandır, mücadelesi ayrı bir destandır.

Bu destanı yazan meclis “Gazi” unvanını sonuna kadar hak ediyor.

GAZİ MECLİS YAPILAN SAYGISIZLIK DÜZELTİLMELİDİ 

Gazi Meclis’e saygısızlık Anayasa değişikliği ile yapıldı. Bu değişiklik ile Milli Egemenliğin tecelli ettiği yer olan TBMM'nin yetkilerini kısıldı, hükümet meclis denetiminden çıkarıldı, hükümet kurma yetkisi ve kanun yapma yetkisinin bir kısmı “Başkan”a verildi. Hükümet TBMM’nin vekiller heyeti olmaktan çıktı, Başkan’ın kabinesi oldu. Meclis bakanlardan hesap soramaz hale getirildi. 

Sayın Şentop eğer saygısızlıktan şikâyetçi ise,  Anayasa değişikliği ile Gazi Meclis’e yapılan saygısızlığı düzeltmek ve Gazi Meclis’i Türk milletini kaderini belirleyen tek kurum olma özelliğine yeniden kavuşturmak için mücadele etsin.

 TBMM’i başkanın ilk görevi bu olmalıdır.

18 Kasım 2022 Cuma

 

“BİZ ASYAİ BİR MİLLETİZ”

Tarih 12 Mayıs 1921, Büyük Millet Meclisi gizli oturumunda Mustafa Kemal konuşuyor: 

“Hepinizce malumdur ki, Doğu âlemi bizim bu siyasetimize eğilimli ve bunun bir neticesi olmak üzere de Ruslarla da bir takım ahitnameler yaptık. En son zamanda ve hepinizce malum olduğu gibi bir ittifakname yaptık. Dolayısıyla denilebilir ki, siyasetimiz bağımsız olmakla beraber, Doğu siyasetine eğilimli bir siyasettir. Fakat buna karşılık Batı’ya anlaşma kapılarını kapatmış değiliz.”

“Efendiler, bu son günlere kadar Batı’nın bizim hakkımızdaki imha siyasetinden, Sevr Antlaşması’nı ilan etmiş olduğu idam kararnamesi  hükmünü icradan vazgeçmiş olacağına işaret edecek bizce kati bir emare mevcut değildir. Dolayısıyla Batı’yla ciddi bir surette anlaşmak günü geldiğine kani değilim ve buna göre bugüne kadar takip ettiğimiz siyasete devam etmeye, yeniden karar vermiş bulunuyoruz.”

BATI AYNI BATI

Aradan 101 yıl geçmiş Batı’nın Türkiye’ye yönelik düşmanca eylemleri ve niyetleri aynen devam ediyor. 

Atatürk’ün vefatı ile birlikte ne yazık ki Batı sistemi içine girdik, kapısına bağlandık kaldık; onlar da ellerinden gelen kötülüğü bizden esirgemediler. 

Aradan 101 yıl geçmiş Batı’nın Türkiye’ye yönelik düşmanca eylemleri ve niyetleri aynen devam ediyor. 

Sevr yerinde duruyor sadece adı değişti, BOP oldu. Başka bir devlet kuracağız diyerek bizden Güneydoğu Anadolu’yu istiyorlar. Kıbrıs’tan çıkın gidin diyorlar.  Mavi Vatanımızdaki haklarımızdan vazgeçmemizi istiyorlar. 

Liberal ekonomi uygulayın, her türlü sermayeye sınırlarınızı açın, kamu mallarını bize satın, üretmeyin bizde alın, yüksek faizle bizden borç alın. Sömürmenin adını da küreselleşme, dünya ile bütünleşme koymuşlar. 

Bizi yıldırmak için PKK, DEAŞ gibi terör örgütleri kuruyorlar, Mehmetçiklerimizi ,  polislerimizi şehit ediyorlar. Bombalar patlatıp sivil katliamlar yapıyorlar.

FETÖ denilen terör örgüt vasıtasıyla insanlarımızı devşirip ülkesine, milletine ihanet eden robotlara dönüştürüyorlar. 

100 yıl öncesinden en önemli fark, dün karşımızda Batı olarak İngiltere vardı, bugün Amerika var. Dün İngiliz altınları ile cemiyetler kuruluyordu, gazeteciler besleniyordu; bugün aynı iş Amerikan dolarları ile yapılıyor.

“DOĞU SİYASETİNE EĞİLİMLİ BİR SİYASET”

Batı bizimle istediği kadar uğraşsın. Amerika artık dünyadaki tek egemen güç olmaktan çıktı. Asya’da yeni bir güç ve medeniyet yükseliyor. Ve Türkiye artık, Atatürk’ün deyimiyle,  “Doğu siyasetine eğilimli bir siyaset”  izlemeye başladı. 

Dünya’nın ve Türkiye’nin gerçekleri böyle bir siyaseti izlememizi gerekli kılıyor. 

Erdoğan yönetiminin bu konuda daha kararlı ve somut adımlar atmasını bekliyoruz. Şimdiki tereddütlü tutumuna devam ederse, yerine bir başka iktidar gelir ve Türkiye’nin Asya’ya yönelişini hızlandırır. 

Bu yöneliş bizi kardeş Türk devletlerinin yanına da hızla götürecektir.  

Tarihi “Türk Birliği” ancak böyle bir siyasetle oluşur.

 

14 Kasım 2022 Pazartesi

 BU PATLAMA KAOS PLANININ BİR PARÇASIDIR

Amerika’nın yıllardır uyguladığı yöntemdir bu: Bir ülkeye egemen olmak isterse,  mevcut iktidarı yıpratmak, ülkeyi seçime götürmek ve bu şekilde uzlaşacağı (!) bir yönetimi iktidar yapmak ilk deneyeceği işlemdir. Bunun için, o ülke içinde kaos yaratır, ekonomik saldırılarda bulunur, terör örgütlerinden faydalanır ve iktidarı yıpratarak seçim ortamı yaratır.

Bununla başaramazsa sıra darbelere ve askeri müdahalelere gelir. Geçmiş yıllarda bunun çok örneğini gördük.

Amerika, darbe yapma şansı kalmadığı için şu yöntemi kullanıyor: İktidarı yıpratmak, ülkenin yönetilemez hale geldiği propagandasını yapmak ve seçim yolu ile istedikleri bir yönetimi başa getirmek.

KAOS PLANI DEVREDE

Son günlerdeki olaylar ve gelişmeler Amerika’nın iktidar değişikliğini gerçekleştirmek için bir kaos planını devreye soktuğu anlaşılıyor. 

Aşağıda yazdıklarım bu kaos planı gereğince yaptıkları işlemler:

Halkın devlete olan güvenini sarsmak, devlet kurumlarını itibarsızlaştırmak;

Yargı kararlarını tartışılır hale getirmek, yargıya güveni sarsmak;

TUİK’in yayınladığı istatistiklerin yanlış olduğu propagandası yapmak;

Sürekli ‘Türkiye artık yaşanmaz bir ülke oldu’ diyerek, özellikle gençleri, kendi vatanlarına bağlılıklarını ve sevgisini azaltmak;

Mezhep ve etnik kimlik farklılıklarını kullanarak düşmanlıklar yaratmak, kargaşa çıkarmaya çalışmak;

Terör örgütleri aracılığı ile Mehmetçiklerimiz, polislerimizi, halkımızı şehit etmek ve devlet otoritesini zaafa uğratmaya çalışmak;

Farklı televizyon programlar, diziler ve filimler yolu ile milli kültürü ve bilinci yok etmek;

LGBT ve İstanbul Sözleşmesi propagandaları yapmak ve bunlar üzerinden toplum yapısını ve ahlak anlayışını bozmak;

Halkımızı sığınmacılar aleyhine kışkırtmak, çatışma çıkarmaya çalışmak;

FETÖ ve HDP/PKK mensuplarını masum göstermeye çalışmak;

Amerika’ya karşı mücadele mevziine giren herkese saldırmak, düşman ilan etmek;

TSK ve Emniyet güçlerinin uyuşturucu ticareti yaptıklarını iddia etmek;

TSK’nın kimyasal silah kullandığı yalanının propagandasını yapmak.

Terör ve teröristlere karşı amansızca mücadele eden İçişleri Bakanı Sayın Soylu’yu yıpratmak için hakkında sürekli yalan haberler uydurmak.

Halkın iktidardan nefret etmesi için farklı konularda yalan haberler üretmek.

AMERİKA KATİL! KATİL! 

İstiklal Caddesinde patlatılan bomba da bu kaos planının bir parçasıdır. Yakalanan zanlının Kobani’den geldiği ve PKK/PYD mensubu olması bu eylemin arkasında Amerika’nın olduğunu göstermektedir.  PYD/PKK’ya kara gücüm diyen Amerika, bu örgütü her bakımdan desteklemekte, silah vermekte, mensuplarını maaşa bağlamakta, eğitmekte ve üstümüze salmaktadır. Anlaşılan Amerika, kaos planını gerçekleştirmek için bu örgüte çok daha fazla görev verecektir.

Seçim gününe kadar ülkede kaos ortamı oluşsun diye çok faklı eylemlere, hareketlere tanık olabiliriz. Olayları hep bu kaos planı çerçevesinde değerlendirmekte fayda var.

AMERİKA’NIN  İKTİDAR BELİRLEME GÜCÜ BİTTİ

 Amerika, 15 Temmuz 2016’da kendi istedikleri bir yönetimi iktidara taşımak için darbe teşebbüsünde bulundu ama başaramadı. Türkiye’de artık Amerikancı bir darbenin gerçekleşmesine imkân kalmadı. Darbeden ümidini kesen Amerika’nın seçim yolu ile iktidar belirleme planı da Türk milleti tarafından boşa çıkarılacaktır. Amerika’nın artık Türkiye’de iktidarı belirleme gücü kalmadı.

Amerika’ya yaltaklananların değil, Amerika ile mücadele edenlerin iktidar olacağı bir ortama girdik. Bu gerçeği herkesin bilmesi ve politikalarını buna göre belirlemesi uygun olur. Aksi takdirde bir müddet sonra kendilerini tarihin çöplüğünde bulurlar.

 BÜYÜK DEVRİMCİ ÖNDERİMİZ ATATÜRK'ÜN İZİNDE

Bugün 10 Kasım 2022, Atatürk'ten ayrılalı 84 sene olmuş. 84 sene sonra yeniden Atatürk'ün önderliğine muhtacız.
Zor ve çetin günlerden geçiyoruz: Bir yanda ekonomik sıkıntılar, diğer yanda vatan bütünlüğümüze kastetmiş emperyalist güçlerin saldırıları…
Bu zor dönemden Kemalist devrimi tamamlayarak çıkacağız. Karamsar değiliz, geleceğe büyük bir ümitle bakıyoruz çünkü Atatürk tekrara yükselişe geçti.
İKTİDAR VE MUHALEFETİN DURUMU
İktidar sorunları tek başına çözecek yetenekte ve kararlılıkta gürünmüyor.
Meclis içi muhalefet ise halka ümit veremiyor. Ana muhalefet demokrasi ve adaleti bile Batı’dan dileniyor. Milli güçlere sırtını dayayacağına Amerika’nın piyonları ile içili dışlı durumda. Ekonomik programı ise küreselleşme ve liberalleşmeden ibaret. Utanmadan bir de Atatürkçü geçiniyor.
Yetmezmiş gibi, topluma karamsarlık ve güvensizlik pompalayan bir medya var.
Bu çetin dönemden çıkışın tek reçetesi var: Atatürk’e dönmek, onun rehberliğini kabul etmek ve Kemalist devrimi tamamlamak.
Öncelikle toplumun gerçek Atatürk’ü yeniden keşfetmesi lazım. Bu da ancak Atatürk’ü sahte Atatürkçülerin elinden kurtarmakla olur.Bu süreç de başlamış durumda...
MÜDAFAA-İ HUKUK
Gün, yeniden “Kuva-yi Milliyeyi âmil ve iradeyi milliyeyi hâkim kılma” zamanıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Atatürk önderliğnde Müdafa-i Hukuk doktirini temelinde kuruldu. Müdafa-i Hukuk, yani hakların savunulması.
Atatürk şunları gördü:
Bir tarafta, sömüren ve ezen zalim milletler ve emperyalist güçler; diğer yanda mazlumlar, sömürülenler.
Bir tarafta paşalar, zadeganlar, ayanlar, kompradorlar; diğer yanda bunlarla birlikte mültezimlerin, ağaların ezdiği, yolsul ve sefil bir halk.
Ve daha önemlisi işgal edilmiş bir vatan.
Müdafaa-i Hukuk, başta Türk milleti olmak üzere sömürülen milletlerin ve ezilen, horlanan ve ellerinden vatanları alınan insanların haklarını savunmaktır.
NE YAPMALIYIZ
Müdafaa-i Hukuk'un gereği olarak ne yapılması gerektiğini Atatürk şöyle açıklar:
“Efendiler, bu durum karşısında tek bir karar vardı. O da millî hâkimiyete dayanan, kayıtsız, şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak...” İşte İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulanmasına başladığımız karar, bu karar olmuştur...”
Türkiye Cumhuriyeti, işte bu iki temel ilke üzerine kuruldu. Bu çetin dönemden bu hedeflere doğru yürüyerek çıkabiliriz: “İstiklal-i Tam ve Hakimiyet-i Milliye.”
“İSTİKLAL-İ TAM” ŞART
Atatürk’e göre tam bağımsızlığın olmazsa olmazları var:
“Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek mânasiyle bütün bağımsızlığından mahrumiyeti demektir.”
Peki bu tam bağımsızlık nasıl sağlanacak? Atatürk’ü dinleyelim:
“....bir millet kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını temin etmezse şunun, bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Bu sebeple teşkilâtımızda millî güçlerin etken ve millî iradenin hâkim olması esası kabul edilmiştir.”
HAKİMİYET-İ MİLLİYE İÇİN ÖNCE VATAN
Önce vatan; vatanımızı koruyamazsak tam bağımsızlık ve millet egemenliği hayal olur.
Ordumuz, Cumhuriyet’i yıkmak ve vatan topraklarını bölmek isteyen PKK ve FETO’ya karşı büyük bir mücadele veriyor. Yalnız da değil, hakimlerimiz, savcılarımız ve emniyet güçlerimiz de ordumuzun yanında savaşıyor.
Ben Atatürkçüyüm diyen herkesin bu kahramanlarımızla aynı safta olması gerekir. Atatürk’ün en büyük eseri olan Cumhuriyet’i yıkmak için kahraman Mehmetçiklerimize, polislerimize kurşun sıkan hainlerin siyasetteki temsilcisi HDP’dir. HDP ile kol kola girenlerin veya FETO’ya açık, gizli destek verenlerin “Ben Atatürkçüyüm”, "Ben milliyetçiğim" demeye hakkı yoktur.
DIŞ POLİTİKADA DA REHBER ATATÜRK
Vatan savaşında başarı, Atatürk’ün dış politikalarına geri dönerek kolaylaşır.
Atatürkün ömrü Batı’nın emperyalist güçleri ile mücadele etmekle geçmişti. Batı’ya hiç güvenmezdi. Sovyetlerle iyi işbirliği kurmanın gerektiğine inanırdı. Türkiye'nin dış politikası konusundaki vasiyetini ise yakın silah arkadaşlarına belirtmişti. İsmet İnönü, Atatürk'ün Türk-Sovyet dostluğunu vasiyet ettiğini belirtir. Diğer taraftan Atatürk, Kılıç Ali'ye ölmeden kısa bir süre önce "Dış politikamızın temeli Sovyet dostluğudur. Sovyet dostluğuna zarar vermemek şartıyla İngiltere ile bir anlaşmanın faydası olur" demiştir.
Sadabat Paktı’nı (İran, Irak Afganistan) ve Balkan Antantı’nı (Yunanistan, Yogıslavya, Romanya) kurarak komşularımızla işbirliğimizi geliştirdi.
KAMU SEKTÖR AĞIRLIKLI PLANLI KALKINMA
Ekonomik sıkıntılarımızı da Atatürk’e dönerek atlatırız. Rehberimiz yol gösteriyor:
“Endüstrileşmek, en büyük milli davalarınız arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için ham maddeleri ülkemizde bulunan büyük küçük her çeşit sanayii kuracağız ve işleteceğiz. En başta vatan savunması olmak üzere, ürünlerimizi değerlendirmek ve en kısa yoldan, en ileri ve zengin Türkiye idealine ulaşabilmek için bu bir zorunluluktur. Bu düşünce ile, beş yıllık ilk sanayi planından geri kalan ve bütün hazırlıkları bitirilmiş olan birkaç fabrikayı da ivedi olarak gerçekleştirmek ve yeni plan için hazırlanmak gerekir.”
“Küçük büyük bütün çiftçilerin iş araçları artırılmalı, yenileştirilmeli ve bakım önlemleri zaman geçirilmeden alınmalıdır.”
1980’li yıllardan bu yana uyguladığımız ve adına neoliberalizm denilen programın sonuna geldik. Artık Atatürk’ün gösterdiği yolda yürümek gerekiyor. O yol, devletçilikten ve planlı kalkınma modelinden geçiyor.

12 Kasım 2022 Cumartesi

 GERÇEK ATATÜRK’Ü DEĞİL HAYALLERİNDEKİ ATATÜRK’Ü SEVİYORLAR

Her 10 Kasım’da olduğu gibi bu 10 Kasım’da da kalpleri Atatürk sevgisi ile dolu olan binlerce insan Atatürk’ü ziyaret etti. Anıtkabir’i ziyaret edemeyenler sosyal medya paylaşımları ile Atatürk’ü andı, bağlılıklarını dile getirdi.

Kendisini Atatürkçü sanan bazı kimseler ise zeybek oynayarak, beyaz leblebi ile rakı içerek ya da eşine sarılıp dans ederek Atatürkçü olduğunu ispat etmeye çalıştı.

Bunlar ve ne yazık ki, kalbi Atatürk sevgisi ile dolu olan çoğu insan gerçek Atatürk’ü değil de kafalarında oluşturdukları bir Atatürk hayalini seviyorlar ve onu özlüyorlar. 

Onlar aslında bir hayallerindeki Atatürk’ün peşinde koşuyorlar; Atatürkçülüğü de yanlış biliyorlar. Onlar için Atatürkçülük, Batı tarzı yaşam biçimi demek oluyor. Batılılara ne kadar çok benzerlerse, o kadar çok Atatürkçü olduklarına inanıyorlar.

Batı’yı o kadar çok benimsemişler ki, Batı’nın Türkiye’yi bölme planlarına bilmeden piyon bile olabiliyorlar. 

Bunlar aynı ustanın elinden çıkmış gibiler; düşünce yapıları, hayat görüşleri birbirlerine benziyor.

Atatürk’ün aşklarını, giyim kuşama verdiği önemi, insanlara karşı çok saygılı olduğunu filan bilirler ama onun insanlık tarihinin en büyük devrimcilerinden birisi olduğunu bilmezler. Bilmezler çünkü Atatürk’ü Can Dündar, Yılmaz Özdil, Zülfü Livaneli gibi yazarlardan ve sosyal medya paylaşımlarından öğrenmişlerdir. 

Atatürk’ün emperyalistlere karşı nasıl büyük bir mücadele verdiğini dikkate almazlar, zamanımızın en büyük emperyalisti Amerika’nın Türkiye üzerindeki projelerine bilerek veya bilmeyerek yardımcı olurlar.

Bilinçleri Amerikalılaşmıştır Amerika’nın hayranı kesilmişlerdir çünkü Amerika’yı ve dünyayı Hollywood filmlerinden, dizilerden ve Halk TV, Fox Tv, Birgün, Sözcü, Cumhuriyet gibi medya kuruluşlarından takip ederler. Amerika’nın Güneydoğu Asya’da, Irak’ta, Suriye’de, Güney Amerika’da, Orta Amerika’da yüzbinlerce insanın katili olduğunu ya bilmezler ya da dikkate almazlar. Sıkı birer Amerika hayranıdırlar.

Atatürk’ün eğitimin milli olması için gösterdiği çabaları unuturlar, okullarda, Üniversitelerde eğitim dilinin İngilizce olmasını isterler. Söyledikleri her cümlenin içine biri iki İngilizce kelime sokuştururlar. Bütün hayalleri çocuklarını Amerika’da okutmaktır.

Halk müziğini “kıro” müziği diye hor görürler; pop müzik, “Rock” müzik konserlerine giderler, konserin sonunda Atatürkçü olduklarını hatırlayıp hep beraber İzmir Marşı’nı söylerler.

Kilis’teki, Urfa’daki Arapça yazılmış tabelaların fotoğraflarını paylaşıp, Araplaşıyoruz diye şikâyet ederler ama giderek sayıları artan İngilizce tabelalardan rahatsız olmazlar.

Amerika FETÖ aracılığı ile Türkiye’yi işgal etmeye kalkar; bu yalancı Atatürkçüler hapse atılan FETÖ ve PKK/HDP mensupları için “Adalet Yürüyüşü” düzenler. Kamu görevinden uzaklaştırılanların göreve iadesini ister. 

Atatürk’ün fotoğrafları konusunda çok hassastırlar ama vatan topraklarını bizden koparıp almak için bize silahla saldıran PKK’nın siyasal uzantısı HDP meclise girsin diye oy toplarlar. Vatan elden gitsin, önemli değil, yeter ki fotoğraf duvarda asılı kalsın.

Vatanın ve milletinin birliğine karşı olan, cumhuriyet düşmanı PKK/HDP ile birlikte Atatürkçülük yapacaklarını sanacak kadar şaşırmış durumdalar. 

PKK ormanları yakar, yaktıklarını da bas bas bağırarak itiraf ederler ama bunların beyinleri o kadar uyuşmuştur ki, bir türlü PKK’yı kınayamazlar; Yangınları söndürmek için uçak yerine helikopter kullanıldı diye Tarım ve Orman Bakanını suçlarlar.

Ne zaman rakı lafı geçse hemen Atatürk’ü anarlar, rakı kadehlerine Atatürk’ün resmini koyarlar ama “İki ayyaş” sözüne çok sinirlenirler.

Sahipleri dindar diye BİM’den, A-101’den alışveriş yapmazlar; sahipleri arasında İngiliz olan Migros’u, Alman olan Real’i, Fransız olan Carrefour’u tercih ederler.

Atatürk’ün antiemperyalist tavrı, mazlum milletlerden yana oluşu, milli kültürü yüceltme arzusu, devrimciliği, milliyetçiliği, halkçılığı, devletçiliği, cumhuriyetçiliği bunlarda yok. Tek savundukları laiklik ama onu da din karşıtlığı sanıyorlar.

Ne zaman akıllarına Atatürkçülükleri gelse, “Türkiye laiktir laik kalacak” şeklinde slogan atıyorlar. Böylece Atatürkçü olmuş oluyorlar.

Çoğunun iyi niyetinden şüphe etmiyorum ama bilinç ve bilgi eksikliği olduğu muhakkak. Keşke Atatürk’ü, onu tüm özellikleriyle anlatan sağlam kaynaklardan öğrenseler de ve Atatürk’e ihanet eder duruma düşmeseler…

3 Kasım 2022 Perşembe

ATATÜRK İLE ALDATMAKTAN VAZGEÇİN ARTIK! 

Sırtını ABD’ye ve AB’ye dayamış, ümidini Chatham House’a, Beyaz Saray’a, Brüksel’e bağlamış, bir eli ile HDP/PKK’yı tutmuş, diğer eli ile Atatürk posteri taşıyor ve “Atatürk yükselişe geçti” diye beyanat veriyor.

Doğrudur, bugün yükselen değer Atatürk’tür. Ama biz, senin gibi insanların ellerinde Atatürk posterleri taşıdığı, meydanlarda zeybek oynadığı, salonlarda dans ettiği, beyaz leblebi ile rakı içtiği, ‘Türkiye Laiktir laik kalacak’ diye alanlarda bağırdığı için bu yargıya varmıyoruz. Türkiye’deki ve dünyadaki gelişmeleri (Atatürk’ün yaptığı gibi) bilimsel yöntemleri kullanarak ve nesnel gerçeklere bakarak değerlendirdiğimiz için bu sonuca ulaşıyoruz.

Atatürk bugün artık hatıra olmaktan çıkmış, bir eylem kılavuzu haline gelmiştir. Türk milleti, yükselen bir değer olan bu kılavuz eşliğinde Atlantik sitemine kendisini bağlayan zincirleri kırmış ve Asya’daki onurlu yerini almaya başlamıştır.

ATATÜRK BİR KILAVUZDUR

Türk milletinin Atatürk’ün kılavuzluğu ile yapıklarını sıralayalım da Atatürkçülük ne imiş anlaşılsın:

2014’te Silivri duvarlarını yıktık ve Türk Ordusunu özgürleştirdik.

2015’de Doğu Perinçek-İsviçre davasını kazanarak emperyalistlerin Ermeni soykırım yalanını bitirdik.

24 Temmuz 2015’te Kandil’i bombalamaya başladık ve sonrasında PKK’yı açtıkları çukurlara gömdük.

Yurt içinde, Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinde PKK’yı ezdik, ezmeğe de devam ediyoruz.

15/16 Temmuz gecesi FETÖ denilen hain örgütü ezdik. Devletimizi bu Amerikancı örgüt mensuplarından temizledik. Ezmeğe de devam ediyoruz.

Amerikancı generalleri, subayları, emniyet ve yargı mensuplarını hapislere attık, atmaya da devam ediyoruz.

Suriye’nin kuzeyinde yaptığımız askeri harekâtlarla Amerika’nın ikinci İsrail devletini kurma planını bozduk.

Doğu Akdeniz’deki ve Ege’deki mavi vatanımızdaki tüm hak ve çıkarlarımızı korumaya başladık.

Tam Bağımsızlık ilkesi doğrultusunda savunma sanayimizi geliştirdik, geliştirmeye de devam ediyoruz.

Kendi gemimizi, kendi uçağımızı, kendi helikopterimizi, kendi otomobilimizi yaptık, yapmaya da devam ediyoruz.

Enerjide dışa bağımlılığı azaltmak için hidroelektrik, rüzgâr, güneş santralleri kurduk, kurmaya da devam edeceğiz.

Üniversitelerimizi, AR-GE merkezlerini , okullarımızı yurt sathına yaydık, yaymaya da devam edeceğiz.

Karabağ’ı düşman işgalinden kurtardık.

Federasyon istemediğimizi, KKTC’nin bağımsız bir devlet olduğunu tüm dünyaya ilân ettik.

Türk Devletleri Teşkilatı’nın kurulmasına öncülük ettik.

Şanghay İşbirliği Örgütü’ne katılmak için çalışmalar başlattık.

Afrika’da, Asya’da, Güney Amerika’da emperyalist güçlere karşı mazlum halkları destekledik.

KEMALİST DEVRİMİ TAMAMLAMA AŞAMASINDAYIZ

Bunlar yeterli mi? Elbette değil!

Türk milleti, Atatürk’ün gösterdiği yolu bilimin aşığı ile aydınlatarak ileri doğru hareketine hızla devam edecek ve öncelikle ‘Milli Demokratik Devrimi’, başka bir değişle Kemalist Devrimi tamamlayacaktır.

Kemalist devrimin tamamlanması için Vatan Partisi’nin içinde bulunduğu ve yönlendirdiği “Üreticilerin Milli Hükümeti” en kısa zamanda kurulacaktır. Türkiye bunun eşiğine kadar gelmiştir. Bu eşik en kısa zamanda aşılacaktı

20 Ekim 2022 Perşembe

MEDYANIN AYŞE HANIMI

 Birkaç sene önceydi, muayene odama dizlerinde oldukça fazla ağrısı olan yaşlıca bir kadın hasta geldi. Muayene ve değerlendirmeden sonra, ağrılarının geçmesi için dizlerinden ameliyat olması gerektiğini söyledim. Yaşlı kadın, “Şimdi mevsim kış, yaz gelsin, bizim komşu Ayşe hanım var, o dedi ki, meşe yaprağını kaynat suyunu iç, kaynamış yaprağı da dizine sar, ağrın filan kalmaz. Ben yazı bekleyeceğim, Ayşe hanımın dediğini yapıp da ağrım geçmezse tekrar gelirim” dedi. 

Ne zaman gazetelerde ve televizyonlarda Canan Karatay ile ilgili bir haber görsem veya duysam aklıma hep bu bizim hasta ve onun çok güvendiği Ayşe Hanım gelir.

Ayşe Hanım ile Canan Karatay’ın arasındaki tek fark, Karatay’ın tıp Fakültesini bitirmiş olmasıdır. Karatay fakültede öğrendikleri bazı bilgileri ve terimleri konuşmalarının arasına sokuşturup sözlerine inanılmasını sağlıyor. Ayşe Hanım’ın bu şansı yok.

Ayşe Hanımın sağlık konusundaki önerileri  bilimsel gerçeklere ve kanıtlara ne kadar dayanıyorsa, Karatay’ın ki de o kadar dayanıyor. Çoğu uydurma ve palavra.

Her ne hikmetse Karatay’ın her sözü her tavsiyesi mutlak doğruymuş gibi bizim medya tarafından halka ulaştırılıyor. Benim hastanın Ayşe Hanımı varsa, bizim medyanın da Canan Hanımı var.. Onun için ben Canan Karatay’a  ‘Medya’nın Ayşe Hanımı’ diyorum. Siz ‘Medya’nın Canan Hanımı’ da diyebilirsiniz.

Bu yazıyı doktorluk anlayışımın bir gereği olarak kaleme aldım. Bir yalancının halkın sağlığı ile oynamasına sessiz kalamazdım.

CANAN HANIMIN  PALAVRALARI

İşte size Medyanın Ayşe Hanımının Bilimsellikten uzak, insan sağlığı ile oynayan önerilerinden bazıları:

“İstediğimiz kadar kurban kavurması yapılabilir, ızgarası yapılabilir. Kuyruk yağı içilebilir en doğal, en sağlıklı şeydir.”

“Virüsten neden korkuyorsunuz ki? Virüslerden korkmayın. C vitamini yüksek doz virüsleri öldürür. İlaca gerek yok, virüsleri ilaçlar öldürmez.” 

“Virüsler asitli ortamları severler ve asitte çoğalırlar. Dolayısıyla vücudun asitli olmaması lazım. Alkali ortamda virüsler ölür, yaşamaz.”

“Meyvelerden alınan şeker olan früktoz da tehlikeli. O nedenle meyve  yemek de sağlıklı değil.”

“Dost bakteriler vücudumuzda ‘seratonin’ adı verilen mutluluk hormonunu bağırsaklarda üretiyor. Yani mutluluğumuz bağırsaklarımızda! Bağırsaklarda üretilen seratonin beynimize gidiyor ve o şekilde kullanılıyor. Yeni nesil antidepresanlar beyinde seratoninin azalmaması ve tekrar kullanılması için veriliyor. Az olan şey bitse ne olur, bitmese ne olur? Seratoninin bitmemesi lazım, onu da üreten bağırsaklarımız…”

” Ev yoğurdu, ev turşusu, sirke, tarhana, kelle paça ve dahası… Bunlarda canlı bakteri var ve hepsi doğal probiyotik.”

“İşlenmiş tüm yemeklere karşı olduğunu belirten Canan Karatay, yulafın tiroidi bozduğunu ve kilo aldırdığını ifade etti. 

“Zeytin ve yağı kanser, mide ve bağırsak rahatsızlıklarının yanı sıra birçok hastalığın da şifasıdır. Soğuk sıkım zeytinyağı bol bol tüketilirse, kilo almazsınız. Zeytinyağı karaciğer yağını yok eder. Yapılan çalışmalar göstermiştir ki, zeytinyağı kanser hücrelerini yok ediyor. Zeytinyağı eklem ağrılarını yok ediyor, baş ağrılarını yok ediyor, cildi yumuşatıp kadife benzeri yapıyor."

“Zeytin, yüksek oranda kalsiyum içerir. Kalsiyum kemiklerin yapı taşıdır. Bitkisel yağ olan zeytinyağı kemikleri güçlendirir ve korur. Zeytinyağı mineral bakımından da zengindir onun bu etkisi kemiklerin güçlenmesine katkı sağlar.”

“Zeytinyağı, kan şekeri seviyesini düşürür. Diyabet hastaları için insülin görevi görür ve sorunlara pozitif etki sağlar.”

"Veganlar kısa ömürlüdür. Veganlar yalnız tahıl yiyor tavşan ve koyun gibi. Veganlık hastalıktır"

"Aşıların içinde alüminyum var. Alüminyum Alzheimer nedenidir. Aşı vurulmaya gerek yok. Bunun yerine D vitamini kullanımı çok önemlidir. 

“Sık sık yemek yemek ve deli gibi danalar gibi koşmak da insülin direncini yükseltir. Bize senelerce yumurtanın sarısını yedirmediler. O yüzden hepimiz aptallaştık.”

“Vitamini dışarıdan almak tamamen ticari. D vitamini köy tereyağında ve sakatatlarda da var.”

 ''Kolesterol en yüksek antioksidandır. Vücutta bir bozukluk olduğu zaman kolesterol vücuttaki yangını söndürmek için yükselir. Kolesterol ilacı kullanmak demek, bu yangını söndürmeye barikat kurmak demektir"

“Bir meyve yersen 5 kilometre koş ki toksik etkisini vücuttan atabilesin.” 

"Şimdi gebelere şeker yüklemesi yapıyorlar. Karaciğer yağlanmasına, alzaymıra, obeziteye neden oluyor. Bu yasaklanmalıdır. Zavallı kadınlara bu yüklenir mi?"

“Gut hastalığı şeker zehirlenmesinin belirtisidir, sebebi kırmızı et değildir. Meyve suyu ve fruktoz gut hastalığının nedenidir. Taze sıkılmış dahi olsa meyve suyu içilmeyecek.” 

“Rafine tuzlardan da uzak duracağız. Bu sofra tuzları, rengi açılsın diye içine kimyasallar eklenmiş, akışkan olsun diye alüminyum eklenmiş tuzlardır. Kristal kaya tuzu rafine olmamıştır. Kristal olarak kullanılır. Sağlık kaynağıdır, saftır, mineral topluluğudur. Kristal kaya tuzu ömrü uzatır. Bu tuzu suya katıp sabah akşam gargara yapın, hastalanmazsınız." 

Bir insan vücudunun 24 saat içinde yalnızca 5 gram şekere ihtiyaç duyduğunu söyleyen Karatay, bunun fazlasının kanser hücrelerini beslediğine vurgu yaptı.

Soğuk sıkım zeytinyağının ana sütünden farkı yoktur. Yağ değildir, zeytin meyvesinin suyudur ve yetişkinlerin ana sütüdür. Zeytin altındır, zeytinyağı altın suyudur." 

“Ekmek  en tatlı zehirdir. Beyni uyuşturur, vücuttaki trigliseriti yükseltir.”

“Rafine unlarda aminopeptin şekeri bulunur, insan metabolizmasında bunu hazmedecek enzim yok.”

 "'Ekmek kutsal değil mi, yemeyecek miyiz?' diyorlar. Yemeyeceksiniz kardeşim. Ekmek yenmeyecek." 

"Meyve yenmeyecek, bitti. Merak etmeyin aç kalmayacaksınız. Ben tüccar değilim, üretici değilim. Hekim ve sağlıkçı olarak konuşuyorum. Meyve şekeri de çocukların karaciğerini yağlandırır.” 

"Turp yerseniz turp gibi olursunuz. Doğal probiyotiktir, ömrü uzatır." 

”Kavurmayı yağı ile beraber yemelisiniz. Kuyruk yağı ile birlikte yenmeli. O zaman dinç olur, dağlara çıkar inersiniz.”

“Şifa kaynağı olan bal, kalbi kuvvetlendirir. Şeker ve tatlandırıcı yerine kullanılabilen bal sıcakla etkisini kaybettiğinden ılık ya da soğuk besinlerde kullanılmalı.” 

“Zeytinyağı eklem ağrılarını gideriyor, baş ağrılarını gideriyor, cildi yumuşatıp kadife gibi yapıyor." ifadelerini kullandı.”

“Kelle paça o kadar süperdir ki bizim gibi bütün yaşlıların ağrılarını giderir. Diz ağrısı, kalça ağrısı, bel ağrısı. Kışın hastalıkları önler. Corona virüsü önler. Corona virüsü ve diğer, bütün virüsler aynıdır zaten. Farklı bir virüs değil. Mangalda kül bırakmıyorlar ama vücudumuzun bağışıklık sistemi güçlü olduğu zaman hiçbir virüs hastalandırmaz sizi. Onun için sabah akşam kelle paçayı yemeyi ihmal etmeyiniz"


14 Ekim 2022 Cuma

 RUHAT MENGÜ YALNIZ DEĞİL

Okumuşsunuzdur, görmüşsünüzdür Ruhat Mengü isimli gazeteci kendisine gelen ve çok açık bir şekilde yalan olduğu belli olan bir WhatsApp mesajını gerçek sanıp kendi sosyal medya hesabından paylaşmıştı ve alay konusu olmuştu. 

Şunu rahatlıkla söyleyebilirim, Ruhat Mengü yalnız değil; onun gibi apaçık yalan haberlere kolaylıkla inanan ve bu yalanları gerçek sanarak büyük bir heyacan içerisinde paylaşan milyonlarca insan var. 

Sayıları milyonlara ulaştığını tahmin ettiğim bu kitle kendiliğinden oluşmadı.Uzun zamandır uygulanan bu nefret siyaseti ile Türkiye'de büyük bir 'Psikolojik kitle' oluştu. ‘Psikolojik’ diyorum çünkü insanlar akıllarından çok duygularının itmesi ile bu kitleye katılıyor. O duygunun adı da "Erdoğan nefreti".

Kendi aklını nefretinin emrine vermiş bir kimse, nefret duygularını besleyecek her türlü habere hemen inanır. Şüphe duymaz, araştırmaz, soruşturmaz. İnandığı bu haber onun kişisel çıkarlarını yok edecek de olsa mutlu olur. O kadar mutlu olur ki, haberi veya bilgiyi doğruluğunu araştırmadan arkadaşları ile paylaşır; mutluluğu daha da artar. Bu nedenle, sosyal medya yalan nehrine dönüşmüş durumda. Bu nehrin kaynağı ise belli; Amerika.

Bu kitlenin içinde kendisini Atatürkçü ilan edenleri, milliyetçiliği kimseye bırakmayanları, Türkiye'yi bölme hevesi içinde çırpınanları, ümidini Amerika'ya bağlamış liberalleri görmek mümkün. 

Dünya  görüşleri farklı, ama nefret aynı. Bu nefret onları tekleştiriyor. Nefret tek, fikir tek: ‘Erdoğan gitsin de kim gelirse gelsin.’

PSİKOLOJİK KİTLENİN ÖZELLİKLERİ

Böyle duygusal kitlelerde, ilk okul mezunu ve en üst düzeyde eğitim almış birisi, olayları nesnel olarak değerlendirme yeteneği bakımından aynı seviyeye iner. Bu insanlarda, nesnel gerçeklerin yerini nefretlerini besleyecek yalanlar alır.

Edinilen yanlış bilgi kişiyi kendi özüne yabancılaştırır. Yanlış bilgiler, yanlış seçimlere yol açar. Yanlış seçimler, sadece nefret yobazının kendi geleceğini değil milletin de geleceğini riske sokar ama o farkına varmaz...

Muhakeme yok olunca, çok büyük yalanlar bile psikolojik kitle içindeki insanlar için mutlak gerçeğe dönüşür. Mutlak gerçeğe dönüşmüş yalanlar, insanları yönlendirmeye ve sürüklemeye başlar. İnsanlar öyle sürüklenirler ki, kendilerine, içinden çıktıkları millete ve ülkeye yabancılaşırlar ama farkına bile varmazlar.

AMERİKA'NIN SÜRÜSÜ

Bu  duygusal kitle içindeki insanlardaki Erdoğan nefreti, Türkiye nefretine dönüşmüş ama haberleri yok. Türkiye aleyhine sandığı her haberi her bilgiyi büyük bir memnuniyetle paylaşıyor. Böylece Erdoğan’a zarar verdiğini sanıyor. Oysa hem ülkeye hem kendisine zarar veriyor. 

Eleştiri yok, araştırma yok, sorgulama yok, peşin kabul ve benimseme var. Öylesine benimsiyorlar ki, duydukları ve okudukları düşüncelerin başkasına ait olduğunu unutuyorlar ve kendi özgün düşünceleri sanıyorlar.

Eleştirel düşünceden uzaklaştıkları için, kendi özgün düşünce, duyum ve arzuları da kayboluyor. Bunların yerini, katıldığı sürünün veya bir parçası olduğu robotlar topluluğunun düşünce, duyum ve arzuları alıyor.

Sürüye katılan koyun, özgürce dolaşmaktan vazgeçer ve sürüye katılarak kendisini güvende hisseder. Çoban nereye derse oraya gider. İtiraz etmeden gider, çünkü çobanın kararını kendi kararı sanır ve o bunun farkında değildir. 

Duygularının esiri olanların oluşturduğu bu psikolojik kitleye "Amerika'nın sürüsü" demek uygun olur. Çünkü sürünün çobanı besbelli ki Amerika...

NEDEN PSİKOLOJİK KİTLE OLUŞTURULDU?

Amerika’nın yıllardır uyguladığı yöntemdir bu: Bir ülkeye egemen olmak isterse, ilk yaptığı şey mevcut iktidarı yıpratmak, ülkeyi seçime götürmek ve bu şekilde uzlaşacağı (!) bir yönetimi iktidar yapmak. Bunun için, ülke içinde kaos oluşturur, ekonomik saldırılarda bulunur, terör örgütlerinden faydalanır ve iktidarı yıpratır ve seçim ortamı yaratır.

Bütün bunları yapabilmesi için, kendisine sorgusuz sualsiz hizmet edecek insanlara ihtiyacı var. Bu nedenle, nefret duygusu ile bir insanları bir araya getirir ve böylece amaçları için kullanacağı  'psikolojik kitleyi' oluşturur. 

VATANSEVERLERE DÜŞEN GÖREV 

Olayları nesnel gerçeklerden hareket ederek değerlendiren ve gerçeklere bu şekilde ulaşan vatanseverlere büyük görev düşüyor. 

Nefretinin esiri olmuş ve gaflet uykusuna dalmış insanları sarsarak uyandırmak görevi onlara düşüyor.. Kuvvetli uyarıcılar olmadan bu gaflet uykusu son bulacak gibi görünmüyor. 

Ortamdaki bilgi kirliliğinin temizlenmesine gayret etmek gerek. Bunu yaparken de nesnel gerçekler gür bir sesle çekinmeden ve korkusuzca her ortamda dile getirilmelidir.

Türk milletinin geleceği için, bu hastalıklı ‘psikolojik kitlenin’ bilinçli kitleye dönüşmesi lazım. Türkiye’nin duygularının esaretinde olmadığı için sağlıklı düşünebilen insanlara ihtiyacı var, nefret yobazlarına değil!

13 Eylül 2022 Salı

 

BU NASIL ATATÜRKÇÜLÜK? NASIL MİLLİYETÇİLİK?

Her şey gün gibi ortada; 1940’lı yıllardan beri Amerika Türkiye’ye saldırıyor, egemen olmaya, hatta parçalamaya çalışıyor.

Şehit kanları ile vatan kıldığımız Anadolu’nun güney doğusunu bizden koparmak ve adı Kürdistan olan ikinci İsrail devletini kurmak için bizimle savaşıyor. Savaşı, kara gücümüz dediği, eğitip donattığı, her türlü siyasi desteği verdiği PKK ile birlikte yürütüyor.

PKK eliyle askerlerimize, polislerimize, sivillerimize yaşlılarımıza, çocuklarımıza saldırıyor, şehit ediyor.

Yer altı, yer üstü her türlü değerimize saldırıyor, el koymaya çalışıyor.

Kendisine evet demeyen iktidarları değiştirmek için darbeler yapıyor. Milli egemenliğimize saldırıyor.

Sağ-Sol, Alevi-Sünni, Laik-Antilaik, Yerli-Sığınmacı ayırımcılığı üzerinden kışkırtmalar yapıyor, kaos ortamı oluşturmaya çalışıyor.  İnsanların bir birlerini kırsın istiyor.

Suikastlar yapıyor, Amerika karşıtı askerleri, aydınları katlediyor.

Silahsız ve savunmasız kalalım diye silah ambargoları koyuyor.   

Ekonomimizi çökertmek için yaptırımlar ve ekonomik ambargolar uyguluyor.

Kıbrıs’ta Rumları, Ermenistan konusunda Ermenileri savunuyor. Bunların tezlerine ortak oluyor. Türk milletini soykırım yapmakla suçluyor.

Yunanistan’da, kurduğu ve büyüttüğü üslerle Türkiye’yi tehdit ediyor.

Doğu Akdeniz’de namluları Türkiye’ye yöneltilmiş harp gemileri ile tatbikatlar yapıyor, gözdağı vermeye çalışıyor.

Ege’de Yunan tezlerini destekliyor, arka çıkıyor ve Yunanlıları bize karşı silahlandırıp kışkırtıyor.

Nevada’da ‘Bin Yılın Meydan Okuması’ (Millennium Challenge) adı altında Türkiye’yi işgal etme senaryosu ile tatbikat yapıyor.

Komşularımızla aramızı açmaya uğraşıyor. Kendisine rakip gördüğü ve düşman kabul ettiği ülkelere biz de düşman olalım diye projeler yürütüyor. 

FETÖ denen ihanet örgütünü kurup insanlarımız hainleştiriyor, kendisine uşak yapıyor.

Vatansever askerlerimizi ve aydınlarımızı hapislere atıyor.

Etkisi altına aldığı medya ve televizyonlarla kültürümüze, saldırıyor. Milli kültürü yok edip yerine Hollywood kültürünü hayat tarzı olarak kabul ettirmeye çalışıyor.

Bütün bunlar olurken, kendisinin kötülüklerini, düşmanlıklarını görmeyelim diye kontrol altına aldığı, beslediği, fonladığı kurumları, yazarları, televizyon programcılarını, siyasileri kullanıyor, Amerika’yı dost ve müttefik gibi göstermeye çalışıyor, sahte düşmanlar üretiyor. Halkın öfkesini kendisine evet demeyen siyasilere, medya kuruluşlarına, aydınlara yöneltmeye çalışıyor.

Amerika’nın yaptığı ve yapmaya çalıştığı bu kötülükler, alçaklıklar ortada iken bazı kendisini Atatürkçü, ya da milliyetçi olarak tanımlayan kimseler ağızlarını açıp da Amerika aleyhine tek laf etmiyorlar. Etmedikleri gibi içeride ve dışarıda Amerika kimi düşman görüyorsa onlar da onu düşman biliyor ve tavırlarını, eylemlerini ona göre düzenliyor.

Türk milletine yönelik düşmanlıkları, hainlikleri alçaklıkları görmeyenden ve gerekeli tepkiyi vermeyenden Atatürkçü de milliyetçi olamaz. 

Bunların Atatürkçü ve milliyetçi olduklarına ancak ‘Erdoğan düşmanlığı’ ile beyinleri Amerika tarafından esir alınmış olanlar inanır. Beyinleri esir düşmüş kimselerin gerçekleri görme kapasiteleri de artık bitmiştir.

 

27 Ağustos 2022 Cumartesi

 

AMERİKA’NIN GÜLŞENİ

 

Şarkıcı olarak takdim edilen kadının İmama Hatip mezunlarını çok çirkin bir şekilde tahkir etmesini değerlendirirken olaya çok geniş açıdan bakmak gerek. Hadise basit bir hakaret olayı değildir. Tartışmaların tutuklanma konusuna indirgenmesi ise,  Türkiye üzerinde oynanmak istenen oyunları gizlemek olur.

 

Önce şu tespiti yapalı: Türkiye son 200 yıldır Batı’nın psikolojik saldırısı altında. O günden bugüne bir kültür savaşıdır devam edip gidiyor.

 

Bu kültürel saldırının iki amacı var: Birincisi, kültürel üstünlük sağlamak ve ikincisi milli değerleri yok etmek. Emperyalist güçler, bu amaçlara ulaşılınca hedef devleti kolaylıkla sömüreceklerini ve hatta o devleti parçalayıp yok edeceklerini çok iyi biliyorlar.

 

KÜLTÜR SAVAŞLARI

 

Milletler arası mücadelelerde “kültürel üstünlük” büyük önem taşır. “Kültürel üstünlük” kavramını ilk ortaya atan İngilizlerdir.

 

İngiltere bu kavramı çok etkili bir şekilde kullandı. Sömürdüğü ülkelerde İngilizceyi ana dili haline getirmeye çalıştı. Kendi kültürünü çağdaş ve evrensel kültür olarak takdim etti. Böylece İngiltere’ye karşı bir hayranlık uyandırdı.  Ayrıca, hedef ülkenin kültürel değerlerini yozlaştırdı. Ülkeleri bu şekilde kolaylıkla sömürdü.

 

Mandela’nın şu sözünü hatırlatma fayda var: “Ben bir İngiliz okulunda eğitim ve öğretim gördüm. Şöyle bir düşünceye kapıldım: İyi olan her şeyin anavatanı İngiltere’dir.”

 

Amerika, 1940’lı yıllardan beri, ”kültürel üstünlük” yöntemini Türkiye’ye karşı ne yazık ki başarılı bir şeklide uyguluyor. Bir yandan Amerika’nın ne kadar gelişmiş, ileri düzey bir ülke olduğunun propagandasını yapılırken diğer yandan da Türkiye ve Türk milletini aşağılayan, hor gören yayınlar yapılıyor, yazılar yazılıyor.

 

Şunu da iyi bilmek gerekir: Emperyalizm, bir ülkede etkili olmaya başlayınca, ilk planda o ülkeyi az gelişmişlik düzeyinde tutmaya çalışır; gelişmişliği ise kendi kültürünü ve yaşama biçimini benimsetmek olarak kabul ettirir. Tanzimat döneminde de, 1940’lı yıllardan sonra da yapılan budur.

 

Memleketin hammaddeleri ucuza kapatılsın, halk sömürülsün, fabrikaları elinden çıksın, yabancı sermaye ekonomiye egemen olsun; bunlar önemli değil, halk sömürgeci ülkenin kültürünü benimsedi mi ilerleme başlamıştır, halk çağdaşlaşmıştır.

 

Aydınlarımız, Tanzimat’tan bu yana maalesef emperyalizmin bu oyununa gelmektedir.

 

Amerika’nın kültürel saldırısından etkilenenler, tıpkı Mandela gibi, iyi olan her şeyin anavatanı Amerika sanıyor. Amerika’nın Türkiye’ye yaptığı fenalıkları görmüyor, diğer ülkelerde gerçekleştirdiği katliamlara seyirci kalıyor.

 

Özellikle son yıllarda, Amerika’dan her türlü kötülüğü gördük. Vatanımızı parçalamak istedi, darbeler yaptı.  FETÖ, PKK gibi silahlı terör örgütlerini kurdu, büyüttü, destekledi. Binlerce insanımızın ölmesine, kahramanlarımızın şehit olmasına sebep oldu.  Bütün bunları yaptı da Türkiye’den Amerika’ya karşı ciddi, büyük ve şiddetli bir tepki oluştu mu? Hayır! İşte kültürel ve psikolojik savaşın sonucu bu!

 

EMPERYALİZMİN SAVŞÇISI GÜLŞEN

 

Kültürel saldırının ikinci amacının o ülkenin milli, manevi değerlerini tahrip etmek olduğunu söylemiştim. İşte Gülşen’in görevi de tam da burada başlıyor.

 

Sahnede soyunarak, yarı çıplak şarkı söyleyerek ve uygunsuz şarkı sözleri yazarak, seyircilerin kucağına oturarak, LGBT bayrağı açarak kendisine verilen görevi başarılı bir şekilde yapıyor. 

 

Bu yaptıkları milli ahlakımıza, milli seciyemize, milli terbiyemize ve edebimize, ananelerimiz, milli benliğimize yönelik saldırılardır.  Bu saldırıları esas hedefi Türk milletidir.

 

Gülşen’in milletimize ve devletimize yönelik bu saldırıları, bu ahlaksızlıkları, bu edepsizlikleri, bu küstahlıkları onu emperyalizmin savaşçısı yapmıştır.

 

İmam Hatip mezunları için söyledikleri ise, geniş bir çevre tarafından yürütülen İslamiyet, din, din adamı,  imamlar, dindar insanlara ve camilere yönelik tahkir ve aşağılama kampanyasının bir parçasıdır.

 

Gülşen tutuklandıktan sonra, kendisine büyük bir destek kampanyası başlatıldı. Adeta kahraman ilan edildi. Türk milli benliğine, Türk kültürüne bu denli saldıran biri adeta kahraman ilan edildi. Bunu yapanların büyük çoğunluğu ise kendisini Atatürkçü olarak takdim eden çevreler ve insanlar oldu. Beyinleri esir alındığı için Atatürkçülüğü Batı tarzı yaşamak sanan bu insanlara Atatürk’ün şu sözlerini hatırlatmak isterim:

 

“Dünyanın bize hürmet etmesini istiyorsak, evvela bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen bütün fiil ve hareketimizle gösterelim; bilelim ki milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin şikârıdır(avı).”

 

İşte bu şarkıcı, kucak dansçısı, eşcinsellik propagandacısı, striptiz yıldızı Gülşen, bizi avlamak isteği ve eylemi içinde olan Amerika’nın, milli benliğimizi yok etmek için kullandığı bir piyondan başkası değildir.

 

10 Ağustos 2022 Çarşamba

 

İNGİLİZ MUHİPLERİ BİTTİ AMERİKAN MUHİPLERİ EYLEMDE

Açıkça yazalım; 75 yıldır başımıza gelen tüm kötülüklerin kaynağında Amerika var. 

Amerika neler yaptı:

Faili meçhul cinayetler, katliamlar, darbeler suikastlar yaptı.

Kahramanmaraş’ta, Çorum’da 1 Mayıs’ta ülkemizi kana buladı Madımakta canlarımızı yaktı, Başbağlar’da köylümüzü kurşuna dizdi.

12 Eylül’de, 12 Mart’ta işkenceler yaptı Demokrasiyi rafa kaldırdı.

PKK, FETÖ, DEAŞ’ı ı kurdu, üstümüze saldı.

Ergenekon-Balyoz tertipleriyle Türk ordusunu hapsetti, Türkiye’yi esir almaya yeltendi.

Canlı Bomba saldırıları, terör eylemleri yaptı. Savunma sanayimizi baltaladı, parasını ödediğimiz silahları vermedi.

Sözde Kürdistan devletini kurmaya kalktı. PKK’ya on binlerce tır silah verdi. Kahraman Mehmetçiklerimizi, polislerimizi, halkımızı şehit etti.

Yunanistan’ı ABD üssüne çevirdi.

Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi işgal tatbikatları yaptı.

Şu anda da Amerikan emperyalizmine karşı bir vatan savaşı veriyoruz. Emperyalizmin saldırısı altındayız. Amerika, PKK olup saldırıyor, FETO olup saldırıyor, PYD olup saldırıyor. Yetmezmiş gibi Yunanistan’da, Doğu Akdeniz’de, Suriye’de silahlarının namlusunu Türkiye’ye çevirmiş bekliyor. Türkiye’yi silahlı güçleri ile kuşatmaya çalışıyor. 

AMERİKAN MUHİPLERİ

Amerika ile vatan savaşı veriyoruz ama içimizde çok sayıda Amerika’ya hizmet eden gafil ve hainler var. Bunlara ‘Amerikan Muhipleri’ demek mümkün.

Ülkemizdeki bu Amerikan Muhiplerini anlamak için Mütareke dönemindeki İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ne dönüp bakmak lazım. Atatürk’ün bu dernek hakkındaki tespiti şöyle:

“Bu derneğin iki yönü ve iki ayrı niteliği vardı. Biri açık yönü ve usulüne uygun teşebbüslerle İngiliz himâyesini sağlama amacına yönelmiş olan niteliği idi. Öteki de gizli yönüydü. Asıl faaliyet bu gizli yöndeydi. Memleket içinde örgütlenerek isyan ve ihtilâl çıkarmak, millî şuuru felce uğratmak, yabancı müdahalesini kolaylaştırmak gibi haince teşebbüsler, derneğin bu gizli kolu tarafından idare edilmekte idi.”

Mütareke döneminde bu menfur faaliyetleri yürüten İngiliz Muhiplerinin yerini, zamanımızda Amerikan Muhipleri aldı. Bunlar tek bir dernek halinde değiller. Ya bazı partileri ele geçirmişler ya da yeni partiler kurup buralarda örgütlenmişler. Bazı STK’lar da bunlarla birlikte hareket eder durumda…

Biden, Erdoğan iktidarını devirmek için bunlara çok güveniyor. Bu muhipler de geçmişteki İngiliz muhipleri gibi gizli, açık faaliyetler yürüterek İktidarı Amerika lehine değiştirmeğe çabalıyor.

Yöntem benzer; memleket içinde karışıklık, çatışma çıkarmak, milli şuuru felce uğratmak, Amerika’nın arzuladığı iktidarı gerçekleştirmek.

MUHİPLERİN GÖREVLERİ 

Bunlara verilen ve bunların yerine getirmeye uğraştıkları görevleri sıralayalım: 

Halkın devlete olan güvenini sarsmak, devlet kurumlarını itibarsızlaştırmak;

Yargı kararlarını tartışılır hale getirmek, yargıya güveni sarsmak; 

Sürekli ‘Türkiye artık yaşanmaz bir ülke oldu’ diyerek, özellikle gençleri, kendi vatanlarına bağlılıklarını ve sevgisini azaltmak;

Mezhep ve etnik kimlik farklılıklarını kullanarak düşmanlıklar yaratmak, kargaşa çıkarmaya çalışmak;

Terör örgütleri aracılığı ile Mehmetçiklerimiz, polislerimizi, halkımızı şehit etmek, ülkenin

güneydoğusunda devlet otoritesini kaldırmaya uğraşmak;

Farklı televizyon programlar, diziler ve filimler yolu ile milli kültürü ve bilinci yok etmek; 

LGBT ve İstanbul Sözleşmesi propagandaları yapmak ve bunlar üzerinden toplum yapısını ve ahlak anlayışını bozmak 

Halkımızı sığınmacılar aleyhine kışkırtmak, çatışma çıkarmaya çalışmak;

Çin, Rusya, İran ve Venezuela gibi Amerika’nın düşman ilan ettiği ülkeleri karalamak, bunlar aleyhine kampanyalar yürütmek; bu ülkeleri Türkiye karşıtı gibi göstermek;

Akla gelebilecek her türlü provokasyonu yapmak; 

Diyanet İşleri Başkanı ve müftülerin ağzından yalanlar uydurup İslam’a saldırmak;

15 Temmuz darbe girişiminin arkasında Amerika olduğunu halktan gizlemek;

PKK ve FETÖ gibi terör örgütlerinin Amerika’ya bağlı olduğunu ve Amerika tarafından desteklendiğini saklamak;

FETÖ ve HDP/PKK mensuplarını masum göstermeye çalışmak;

Arap düşmanlığı yapıp, İsrail’i masum göstermek;

Amerika’ya karşı mücadele mevziine giren herkese saldırmak, düşman ilan etmek; 

Bir de yapmadıkları var ki bu da çok önemli: Amerika ve İsrail aleyhine tek söz söylememek. 

BUNLARI TANIYALIM

Bunların kim olduğunu anlamak için yukarıda yazdıklarımı değerlendirmek yeterli olur.

Bu muhipler farklı farklı partilerde örgütlenmişlerdir. Bu şekilde, kimisi Atatürkçüleri, kimisi Türkçüleri, kimisi dindarları, kimisi Kürt kökenli vatandaşlarımızı, kimisi de solcuları avlamaya çalışıyor. Ne yazık ki başarılı da oluyorlar.

Zaman zaman bir masa etrafında toplanırlar ve bir birlerine av hikâyeleri anlatırlar. Avlamak istedikleri kimseler ürkmesin diye bir partiyi masanın altında saklarlar. 

Avladıklarının öncelikle beyinlerini esir alırlar. Onları yoğun propaganda yöntemleri ile robot haline getirirler. Bu robotlar da artık birer Amerikan Muhibbi olmuştur ama çoğu bunun farkında bile değildir. Kendisini Atatürkçü, milliyetçi filan sanır, kendisi gibi düşünmeyenleri de sürekli aşağılar.

AMERİKAN MUHİPLERİNE ALDANMAYALIM

Halkımızı buradan uyarıyorum; bu Amerikan muhiplerinin sözlerine aldanmasınlar, yazdıklarını dikkate almasınlar. Zamanımızın Damat Feritlerinin, Ali Kemallerinin, Sait Mollalarının peşlerinden gitmesinler. Devletimize, milletimize güvensinler. Kaos, kargaşa bölünme planlarına alet olmasınlar. 

Ve şunu asla unutmasınlar; şu anda biz Amerika ile silahlı mücadele içindeyiz. Amerika sadece silahla da değil, ekonomik ve psikolojik yöntemlerle de saldırıyor. Böyle ciddi bir saldırı altında iken Amerika’ya, Batı emperyalizmine ağızlarını açıp da tek söz etmeyenlere dikkat edelim. Bunların çok büyük ihtimalle Amerikan muhibbi olduğunu bilelim. 

MAZLUMLAR ÇAĞI BAŞLIYOR

Her yerde yenilen Amerika, Türkiye’de de hüsrana uğrayacaktır. Kazanan, Amerika ve muhipleri değil, milletini ve bayrağını seven vatanseverler olacaktır.

Milli güçlerin bir araya gelmesi ve ‘üreticilerin milli hükümetinin’ kurulması ile Türkiye’de yeni bir devir açılacaktır.

Batı emperyalizminin egemen olduğu çağın sonuna geldik; “Mazlumlar Çağı” başlıyor. Kutlu olsun.

 

6 Ağustos 2022 Cumartesi


AVRASYA'YA DOĞRU...

Soçi görüşmeleri, Biden'ın endişelerinin ne kadar yerinde olduğunu gösterdi. Amerika açısından, Erdoğan iktidarı devrilmesi şart oldu.

Bunun için de muhalefetin Amerika tarafından desteklenmesi lazım.

Türkiye-Rusya birlikteliği ve işbirliği giderek Amerika aleyhine gelişiyor.

Putin'in Erdoğan'ı Eylül ayında yapılacak olan Şanghay İşbirliği Örgütü toplantısına davet etmesi ve Erdoğan'ın da daveti kabul etmesi, Türkiye'nin yönünün ne tarafa doğru olduğunu da net gösterdi.

Türkiye'nin yönünü değiştirmek için 6+1 ittifakına çok iş düşecek ama başarılı olmaları artık mümkün değil. Türkiye gemisi, bağlandığı Atlantik denizinde 'vira demir' dedi ve Avrasya'ya doğru hızla yol almaya başladı. Pruvası neta olsun..


31 Mayıs 2022 Salı

 

SİSTEMİN ROBOTLARI

Yüzyıllardır yapılan tüm devrimlere rağmen insanın insanı sömürmesine son verilemedi.

Yıllarca krallar, hükümdarlar, ağalar beyler önce kendi halkını sömürdü, yetmedi daha sonra da vantuzlarını diğer milletlere yerleştirdi.

Kapitalizmin gelişmesiyle sömürenler değişti; sermaye birikimi yeni sömürgenler yarattı.

Kapitalist ülkelerin büyük sermayesi, parayı siyasi, askeri, ekonomik güce dönüştürmüş durumda. Askeri gücünü kullanarak ülkeleri işgal ediyor, asıyor, kesiyor, öldürüyor, eziyor o ülkeyi ucuz ham madde, ürettiği mallar için pazar ve ucuz iş gücü kaynağına dönüştürüyor.

Siyasi ve ekonomik gücünü kullanarak ve psikolojik yöntemlere başvurarak darbeler yapıyor, iktidarlar belirliyor.

Kapitalist sistem, kompradorları ve işbirlikçileri çok iyi kullanır. Bir de farkında olmadan saf bir şekilde emperyalizme hizmet eden kimseler vardır ve bunlar çoğunluktadır. Bunlar neoliberal sistemin robotlarıdır.

Neoliberal sistem, psikolojik yöntemleri kullanarak, insanları kendisine hizmet eden robotlara dönüştürür. Bu robotlar kapitalizmin hizmetkârları haline gelirler ama bunun bilincinde değillerdir.

Bu robotlar birbirlerine çok benzerler çünkü hepsi aynı propaganda aygıtı tarafından programlanmışlardır.

ROBOTLAŞMANIN TARİHİ GEÇMİŞİ

Emperyalist sistemin bu robotlaştırma eyleminin tarihi geçmişi de var:

Emperyalizm, Osmanlı İmparatorluğu’nu 19. Yüzyıl içinde yemeye karar verince, sadece askeri değil, ekonomik ve siyasi yöntemleri de yoğun biçimde kullanmış. Özellikle Kırım savaşından sonra aşırı miktarda borçlanan Osmanlı, emperyalizmin ‘Tanzimat’ tuzağına düşmüş. Bu dönemde, yabancı dilde eğitim yapan okullar ülkenin her tarafına hızla yayılmış. Rahipler, papazlar, rahibeler ülkenin her yanına dağılmış. Bunların gayretiyle, o zamana kadar Türk ve Müslümanlarla kardeş kardeş yaşayan Hristiyan ve Museviler, Batılı ülkelerin hizmetine girmiş. Osmanlı içindeki komprador burjuvazi bunlardan oluşmuş. Bu kompradorlar, Batılı firmaların Türkiye içindeki maşaları olmuş.

Bu komprador burjuvazinin benimsediği yabancı kültür ‘çağdaşlaşma’ adı altında Türk aydınlarına benimsetilmeye Tanzimat ile başlanmış. Böylece kendi kültürüne yabancılaşmış, halkından uzaklaşmış, Batı hayranı bir kitle oluşmuş. Emperyalist sistemin kullandığı ilk robot topluluğu bu şekilde kurulmuş.

ROBOTLAŞMA NASIL SAĞLANIR

Sistem, çoğu zaman hükmetmek ve sömürmek için silah kullanmak yerine, sömürmek ve egemen olmak istediği ülkede psikolojik yöntemlerle robotlar oluşturmayı ve amacına sert müdahalelerle değil, yumuşak dokunuşlarla ulaşmayı tercih ediyor. İnsanları psikolojik yöntemlerle özgür olduğuna inandırıyor ama beyinlerini tutsak ediyor ve onları kolaylıkla yönlendiriyor, kullanıyor ve hükmediyor.

İnsanlar, ideallerinin, inançlarının, ideolojilerinin tutsağıdır. Bu nedenle, sistem, insanlara inanç, ideal ve ideoloji yükleyerek esir alabiliyor.

Bunun için başta ABD olmak üzere Batılı ülkelere karşı hayranlık uyandırılır. Neoliberal görüşleri savunanlar maddi ve manevi olarak ödüllendirilir.

Robotlaştırılmak istenen bireylerin beyinleri çalınır ve yalan yanlış bilgilerle doldurulur. Beyinleri sisteme tutsak olan bireylerin özgür olma şansları kalmaz. Bunlar sömürünün aleti ve aracı haline gelirler.

Bu robotlar sömürüldüklerinin farkında olmadan kendilerini ya da başka insanları suçlarlar ama sistemin kötülükleri asla akıllarına gelmez. Sisteme boyun eğmişlerdir ama kendilerini özgür hissederler. Böylece Sistem’e karşı durma direnci yok edilir.

Ülkeler değil, beyinler işgal edilir. İnsanlara inanç, fikir, duygu ve amaç yüklenir.

ROBOTLARIN ÖZELLİKLERİ

Aynı propaganda aygıtı tarafından programlanmış bu insanlar birbirlerine çok benzerler. Aynı fikirleri savunurlar, aynı kişilerden nefret ederler, aynı kişileri sever ve takdir ederler.

Bunlar yaptıklarının farkında değildir. Neyi savunduklarının, neye karşı çıktıklarının bilincinde değillerdir.

Bu robotlar yaptıklarını, söylediklerini, savunduklarını kendim yaptım, kendim söyledim, kendim savundum sanır ama aslında bunları robotlar yapmıştır. 

Böyle insanlar, özgür değildir, başka kimselerin veya güçlerin empoze ettiklerini kendi düşüncesi sanır ve şahsiyet olmaktan çıkar, kendisine yabancılaşır.

Bu robotlar öğrenilmiş cehalet içindedirler. Bu cehalet onları gerçeklerden, doğrulardan uzak tutar.

Üretilmiş nefret, sevgi ve kaygı gibi duygularla insanlar yönlendirilir. Duygular robotları yönlendirmek ve yönetmek için dizgin ve kamçı olarak kullanılır.

Akademik kariyerlerinin en üst noktasına gelmiş ama sistemin robotu olmaktan kurtulamamış çok sayıda insan var. Kendi alanlarında bilgililer ama günlük hayatta bilimsel yöntemlerle gerçeği araştırmayı öğrenememişler. Bu robotlaşan kimseleri kendilerine öğretilen gerçek dışı bilgiler, dışardan yüklenen duygular ve geliştirilen tutkular yönetir ve yönlendirir.

İnsanlar şartlandırılarak özgürlükleri ellerinden alınır. Şartlandırılanlar proje insan olur ve robota dönüşür. Robotların ne yapacağını, neden nefret edeceğini, neyi ve kimi seveceğini bu şartlandırmalar belirler.  Şartlanmış insan özgür düşünemez. Böyle robotlardan oluşan toplumlarda insanlar seçimlerini şartlandırmalar doğrultusunda yapar.

Eleştirel düşünceden uzaklaşınca kişinin özgün düşünce, duyum ve arzuları da kaybolur. Bunların yerini, katıldığı sürünün veya bir parçası olduğu robotlar topluluğunun düşünce, duyum ve arzuları alır.

Özerkliği öğrenememiş, özgün düşüncelere sahip olamamış insanlardan oluşan toplumlar sorunludur.

Kimlik, insanın normlarını, seçimlerini, değerlerini içerir. İnsanları robotlaştıran otorite,  kimlikleri de değiştirir ve toplumları farklılaştırır.

Robotlardan oluşan bir kitle yaratılınca farklı düşünenler bu kitleden dışlanır. CHP’den gerçek Atatürkçülerin ve İP’den gerçek ülkücülerin dışlandığı gibi…

ROBOTLARI TANIYALIM

Küreselleşmiş neoliberal sitemin egemen gücü olan büyük sermayenin piyonu olmuştur.

Öğretilmiş yanlışlıklar içerisindedir; bu yanlışları doğru sanır.

Geniş halk kitlelerinin, emekçi sınıfların, üreten kesimlerin savunucusu olmaktan çıkar, rant peşinde koşanlara hizmet eder.

Milli devlete yönelik tehditleri algılayamaz ve bilerek veya bilmeyerek dış güçlere hizmet eder.

Milletini hor görür, yabancı hayranlığı içerisindedir.

Vatanını bölmek, milli birliğini bozmak isteyenlere karşı cephe alacağına, onlarla birlikte hareket eder.

Paranın siyasal, ekonomik güç olduğu bir toplumu benimsemiştir; emekçilerin bu güce sahip olanlar tarafından ezilmesine, sömürülmesine ses çıkarmaz. 

Ülke içindeki toplumsal sorunların çözümü için emperyalist ülkelerden destek ve yardım bekler.

Tam bağımsızlık diye bir ilkesi, arzusu yoktur.

NEOLİBERAL SİSTEMİN PROPAGANDA ARAÇLARI

İsteklerimizin, düşüncelerimizin, duygularımızın ne ölçüde biz ait olduğunu ve ne oranda dışardan empoze edildiğini anlamamız için gerçekten özgür olmalıyız. Günümüzde özgürlüğün önündeki en büyük engel neoliberal sistemin propaganda araçlarıdır.

Devrimlerle kralın, ağanın, derebeyinin otoritesi bitti ama sermaye sahiplerinin otoritesi düşünceler ve duygular üzerinde baskın rol oynamaya başladı. Sistem’in kendisi düşünce ve inanç özgürlüğünü yok eden otoriteye dönüştü.  Toplumu yönlendirecek, gerçek dışı bilgiler yükleyecek araçlar silaha dönüştü ve sermayenin eline geçti.

Sistemin insanları robotlaştırmak için kullandıkları en önemli silahları: Gazeteler, dergiler, kitaplar,  televizyonlar(Fox TV, CNN TV, Bloomberg) TV, filimler (Hollywood, Netflix, Disnayland ), sosyal medya…

Bu araçları kullanan emperyalizm, robotlardan oluşmuş sürüleri kolaylıkla kullanabiliyor ve ülkesine, milletine ihanet edecek duruma getirebiliyor.

Bunun en iyi örneği FETÖ terör örgütü. FETÖ mensuplarının ne ölçüde vatan, millet haini olduklarını, Amerikan askerlerinden bir farkları olmadığını 15/16 Temmuz gecesi gördük.

TÜRKİYE’NİN GELECEĞİNİ GERÇEKTEN ÖZGÜR OLANLAR BELİRLEYECEK

 Türkiye’nin geleceği için, ikinci istiklal savaşını zafer ile taçlandırmamız için ve üretim devrimini gerçekleştirmemiz için özgürce ve eleştirel olarak düşünen, “Müdafaa-i Hukuk” ve “Hakimiyet-i Milliye” ülküsünü benimsemiş kadrolara ihtiyacımız var. Robotlaşmış, sürüye dönüşmüş, emperyalizmin piyonu haline gelmiş, sahte Atatürkçülerden, sahte milliyetçilerden, sahte solculardan, sahte dindarlardan bu ülkeye hayır yok.

18 Mayıs 2022 Çarşamba

 

19 MAYIS’TA ATATÜRK’Ü ANMAK

Türk Milleti’nin 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutluyorum.

19 Mayıs 1919 Türk Devrim tarihinin en önemli günlerinden birisidir. O gün milletimizin büyük devrimci önderi Mustafa Kemal Paşa ve ona inanmış bir avuç vatanseverin Samsun’a çıkması ile birlikte Türk Bağımsızlık Savaşının ikinci dönemi başladı.

19 Mayıslarda Atatürk’ü anmak ve günümüzün sorunlarını onun ışığında değerlendirmek bu bayramın ruhunun gereğidir.

Atatürk’ü Can Dündar, Yılmaz Özdil gibilerden öğrenenler çok muhtemeldir ki Atatürk’ü şöyle anacaklardır:

Bunlar, Atatürk’ün suya sabuna dokunmayan bazı sözlerini paylaşırlar. Çocukları çok sevdiğini, çok iyi giyindiğini, ayakkabılarının hep boyalı olduğunu, çok yalnız bir hayat yaşadığını, çok müşfik birisi olduğunu, rakıyı leblebi ile içtiğini, kahveyi şekerli sevdiğini filan birbirlerine anlatırlar. Hayran oldukları Batı’nın hayat tarzına uyup yaşayarak Atatürkçülük yaptıklarını sanırlar.

ATATÜRK’Ü EYLEMLERİ İLE ANMAK GEREK

Kemalizm’i anlamadan Atatürk anılırsa eksik ve yanlış olur.

Atatürk’e ‘Kemalizm’ nedir diye sorulduğunda ‘Yaptıklarımızdır’ diye cevap vermiştir.

Atatürk’ün yaptıkları denince, onun üç önemli eylemi akla gelir: Emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı, egemenliği padişahtan alıp millete vermek ve Türkiye halkını ümmet aşamasından millet aşamasına dönüştürmek.

Bütün bunlar iç içe geçmiş, birbirinden bağımsız olmayan eylemlerdir. Bunların birleşimi ise, Türk Devrimi’dir.

Atatürk’ün yaptığı bu büyük devrim maalesef kurtuluş savaşının gölgesinde kaldı. Çocuklarımıza Atatürk’ün devrimci kimliğini tam olarak anlatamadık. Onu, bir savaş kahramanı olarak bıraktık. Savaşın ise, Yunanistan ile bizim aramızda olduğunu anlattık. Kurtuluş savaşımızın emperyalizme karşı kazanıldığını adeta gizledik.

Bugünlerde bunun acısını çekiyoruz; kendisini Atatürkçü ilan eden önemli bir kesim, ne yazık ki, emperyalizmin planlarında bilinçsizce piyon oluyor.

KALKIŞMALAR VE ATATÜRK

Madem ki Atatürk’ü anıyoruz, bugüne ışık tutması için onun iç isyanlara karşı tavrını da hatırlayalım.

Bağımsızlık savaşı verdiğimiz yıllarda ve daha sonrasında çıkan kalkışmalara bakıyoruz, hepsinde emperyalist güçlerin parmağı var. Taktikleri ise, etnik farklılıkları kaşıyarak ve din elden gidiyor propagandası yaparak insanları isyana teşvik etmek. Düzce, Şeyh Sait, Seyit Rıza, Dersim isyanının özünde emperyalistlerin parmağı olduğu açık.

Atatürk bu isyanları en sert biçimde ezmiş, asla müsamaha göstermemiş ve isyanın elebaşlarını da asmıştır. Bu tavır tam bir devrimci tavırdır. Devrimden tavizler verilerek Cumhuriyet korunamaz.

Gelelim günümüze, PKK ve FETÖ iki kanlı örgüt; ikisi de Türkiye’yi bölmek ve egemenlikleri altına almak için emperyalistlerin kullandığı birer araç. İkisi de karşı devrim hizmetçisi.

Dünün Batıcıları gibi bugünün Batıcıları da devrimden yana değil, emperyalizmden yana bir tavır içindeler. Türkiye’yi bölmeye çalışan PKK/HDP ile işbirliği yapmaya devam ediyorlar.  Ne acıdır ki, bunu da sırtlarına Atatürk resimli tişörtler giyerek ve ellerinde Atatürk posterli bayraklar sallayarak yapıyorlar. Karşı devrimin enstrümanı haline gelmişler ama haberleri yok.

DEVRİM-KARŞI DEVRİM

Atatürk ancak devrimlerle anılır. O, dünyanın en büyük devrimcilerinden birisidir.

Türk Devrimi’nin özünde Müdafaa-i Hukuk vardır. Müdafaa-i Hukuk yani başta Türk milleti olmak üzere mazlum milletlerin haklarını savunmak ve korumak. Bunun iki ayağı var: İstiklal-i Tam (Tam Bağımsızlık) ve Hakimiyet-i Milliye (Millet Egemenliği). O günkü şartlar içerisinde bu amaca milli demokratik devrim ile ulaşılmış.

Atatürk’ün vefatından itibaren, onun devrimci anlayışı kaybolmuş hatta karşı devrim diyebileceğimiz gelişmeler oldu: Topraklarımızda yabancılara üs verdik, ikili anlaşmalar yaparak bağımsızlığımızı zedeledik, milli ordumuzu yabancı güçlerin emrine verdik, ekonomimizin milli özelliğinden tavizler verip yabancı sermayeyi söz sahibi kıldık. Ve bunları da Atatürkçü geçinen yönetimlerin zamanında yaptık. Sözüm ona Atatürkçülerin, günümüzde de bu eylemleri savunmaya devam etmesi ise gerçekten ibret verici!

Oysa bakın Atatürk ne diyor: “Milletimizin kurduğu yeni devletin mukadderatına, istiklâline, unvanı ne olursa olsun hiç kimseyi müdahale ettirmeyiz! Milletin kendisi, kurduğu devleti ve onun istiklâlini muhafaza ediyor ve ilelebet edecektir.”

Bir ayakları Amerika’da, diğer ayakları Londra’da olanların, iktidara gelmek için, Amerika’dan destek bekleyenlerin, Amerikan ve AB ülkeleri büyükelçileri ve IMF yetkilileri ile otel odalarında gizlice görüşenlerin, Amerika ile 2 sayfa, 9 maddelik anlaşma yapanlarla beraber olanların Atatürkçülüğünden ve cumhuriyetçiliğinden söz edilemez.

SÜREKLİ DEVRİM

Atatürk’ün bir de şu sözlerine bakalım: “…millet zikrettiğim değişimlerin ve devrimlerin tabii ve zaruri bir hakikati olarak, umumi idarenin ve bütün kanunların, ancak dünya ihtiyaçlarından ilham almasını ve ihtiyaçlarını gelişme ve değişmeleriyle aralıksız değişmesini kabul eden ‘dünyevi bir idare’ anlayışını ‘hayati’ saymıştır.”

Bu ifade ile anlatılan ‘sürekli devrim’ değildir de nedir? Müdafaa-i Hukuk amacına, o günkü şartlar içerisinde milli demokratik devrim ile ulaşılmıştı.

Türk milleti olarak öncelikle Atatürk’ün ölümünden sonra karşı devrimlerle yaralanan Milli Demokratik Devrimi tamamlamalıyız.  Yarın ise, sürekli devrimin gereği olarak, ‘sosyalizm’ neden olmasın?