19 MAYIS’TA ATATÜRK’Ü ANMAK
Türk Milleti’nin 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor
Bayramı’nı kutluyorum.
19 Mayıs 1919 Türk Devrim tarihinin en önemli günlerinden
birisidir. O gün milletimizin büyük devrimci önderi Mustafa Kemal Paşa ve ona
inanmış bir avuç vatanseverin Samsun’a çıkması ile birlikte Türk Bağımsızlık
Savaşının ikinci dönemi başladı.
19 Mayıslarda Atatürk’ü anmak ve günümüzün sorunlarını onun
ışığında değerlendirmek bu bayramın ruhunun gereğidir.
Atatürk’ü Can Dündar, Yılmaz Özdil gibilerden öğrenenler çok
muhtemeldir ki Atatürk’ü şöyle anacaklardır:
Bunlar, Atatürk’ün suya sabuna dokunmayan bazı sözlerini
paylaşırlar. Çocukları çok sevdiğini, çok iyi giyindiğini, ayakkabılarının hep
boyalı olduğunu, çok yalnız bir hayat yaşadığını, çok müşfik birisi olduğunu,
rakıyı leblebi ile içtiğini, kahveyi şekerli sevdiğini filan birbirlerine
anlatırlar. Hayran oldukları Batı’nın hayat tarzına uyup yaşayarak Atatürkçülük
yaptıklarını sanırlar.
ATATÜRK’Ü EYLEMLERİ İLE ANMAK GEREK
Kemalizm’i anlamadan Atatürk anılırsa eksik ve yanlış olur.
Atatürk’e ‘Kemalizm’ nedir diye sorulduğunda
‘Yaptıklarımızdır’ diye cevap vermiştir.
Atatürk’ün yaptıkları denince, onun üç önemli eylemi akla
gelir: Emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı, egemenliği padişahtan alıp
millete vermek ve Türkiye halkını ümmet aşamasından millet aşamasına
dönüştürmek.
Bütün bunlar iç içe geçmiş, birbirinden bağımsız olmayan
eylemlerdir. Bunların birleşimi ise, Türk Devrimi’dir.
Atatürk’ün yaptığı bu büyük devrim maalesef kurtuluş
savaşının gölgesinde kaldı. Çocuklarımıza Atatürk’ün devrimci kimliğini tam
olarak anlatamadık. Onu, bir savaş kahramanı olarak bıraktık. Savaşın ise,
Yunanistan ile bizim aramızda olduğunu anlattık. Kurtuluş savaşımızın
emperyalizme karşı kazanıldığını adeta gizledik.
Bugünlerde bunun acısını çekiyoruz; kendisini Atatürkçü ilan
eden önemli bir kesim, ne yazık ki, emperyalizmin planlarında bilinçsizce piyon
oluyor.
KALKIŞMALAR VE ATATÜRK
Madem ki Atatürk’ü anıyoruz, bugüne ışık tutması için onun
iç isyanlara karşı tavrını da hatırlayalım.
Bağımsızlık savaşı verdiğimiz yıllarda ve daha sonrasında
çıkan kalkışmalara bakıyoruz, hepsinde emperyalist güçlerin parmağı var.
Taktikleri ise, etnik farklılıkları kaşıyarak ve din elden gidiyor propagandası
yaparak insanları isyana teşvik etmek. Düzce, Şeyh Sait, Seyit Rıza, Dersim
isyanının özünde emperyalistlerin parmağı olduğu açık.
Atatürk bu isyanları en sert biçimde ezmiş, asla müsamaha
göstermemiş ve isyanın elebaşlarını da asmıştır. Bu tavır tam bir devrimci
tavırdır. Devrimden tavizler verilerek Cumhuriyet korunamaz.
Gelelim günümüze, PKK ve FETÖ iki kanlı örgüt; ikisi de
Türkiye’yi bölmek ve egemenlikleri altına almak için emperyalistlerin
kullandığı birer araç. İkisi de karşı devrim hizmetçisi.
Dünün Batıcıları gibi bugünün Batıcıları da devrimden yana
değil, emperyalizmden yana bir tavır içindeler. Türkiye’yi bölmeye çalışan
PKK/HDP ile işbirliği yapmaya devam ediyorlar. Ne acıdır ki, bunu da sırtlarına Atatürk
resimli tişörtler giyerek ve ellerinde Atatürk posterli bayraklar sallayarak
yapıyorlar. Karşı devrimin enstrümanı haline gelmişler ama haberleri yok.
DEVRİM-KARŞI DEVRİM
Atatürk ancak devrimlerle anılır. O, dünyanın en büyük
devrimcilerinden birisidir.
Türk Devrimi’nin özünde Müdafaa-i Hukuk vardır. Müdafaa-i
Hukuk yani başta Türk milleti olmak üzere mazlum milletlerin haklarını savunmak
ve korumak. Bunun iki ayağı var: İstiklal-i Tam (Tam Bağımsızlık) ve
Hakimiyet-i Milliye (Millet Egemenliği). O günkü şartlar içerisinde bu amaca
milli demokratik devrim ile ulaşılmış.
Atatürk’ün vefatından itibaren, onun devrimci anlayışı kaybolmuş
hatta karşı devrim diyebileceğimiz gelişmeler oldu: Topraklarımızda yabancılara
üs verdik, ikili anlaşmalar yaparak bağımsızlığımızı zedeledik, milli ordumuzu
yabancı güçlerin emrine verdik, ekonomimizin milli özelliğinden tavizler verip
yabancı sermayeyi söz sahibi kıldık. Ve bunları da Atatürkçü geçinen
yönetimlerin zamanında yaptık. Sözüm ona Atatürkçülerin, günümüzde de bu
eylemleri savunmaya devam etmesi ise gerçekten ibret verici!
Oysa bakın Atatürk ne diyor: “Milletimizin kurduğu yeni
devletin mukadderatına, istiklâline, unvanı ne olursa olsun hiç kimseyi
müdahale ettirmeyiz! Milletin kendisi, kurduğu devleti ve onun istiklâlini
muhafaza ediyor ve ilelebet edecektir.”
Bir ayakları Amerika’da, diğer ayakları Londra’da olanların,
iktidara gelmek için, Amerika’dan destek bekleyenlerin, Amerikan ve AB ülkeleri
büyükelçileri ve IMF yetkilileri ile otel odalarında gizlice görüşenlerin,
Amerika ile 2 sayfa, 9 maddelik anlaşma yapanlarla beraber olanların
Atatürkçülüğünden ve cumhuriyetçiliğinden söz edilemez.
SÜREKLİ DEVRİM
Atatürk’ün bir de şu sözlerine bakalım: “…millet zikrettiğim
değişimlerin ve devrimlerin tabii ve zaruri bir hakikati olarak, umumi idarenin
ve bütün kanunların, ancak dünya ihtiyaçlarından ilham almasını ve
ihtiyaçlarını gelişme ve değişmeleriyle aralıksız değişmesini kabul eden
‘dünyevi bir idare’ anlayışını ‘hayati’ saymıştır.”
Bu ifade ile anlatılan ‘sürekli devrim’ değildir de nedir?
Müdafaa-i Hukuk amacına, o günkü şartlar içerisinde milli demokratik devrim ile
ulaşılmıştı.
Türk milleti olarak öncelikle Atatürk’ün ölümünden sonra
karşı devrimlerle yaralanan Milli Demokratik Devrimi tamamlamalıyız. Yarın ise, sürekli devrimin gereği olarak, ‘sosyalizm’
neden olmasın?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder