31 Ağustos 2020 Pazartesi

 

AMERİKA’NIN UMUDU DOSTLAR KOALİSYONU

Kılıçdaroğlu, CHP’nin son kurultayında “dostlarımızla ilk seçimlerde iktidar olacağız” dedi. Dostlar bir araya gelecek ve iktidar olacaklar yani Erdoğan’ı devirecekler.

Peki bu “Dostlar Koalisyonu” kimlerden oluşuyor?

Biraz geriye gidelim, aylar önce Amerikan devletini önemli bir kurumu olan Rand Corporation’ın Amerika-Türkiye ortaklığının geleceği ile ilgili olarak “Türkiye’nin Milliyetçi Rotası” (Turkey's Nationalist Course) başlıklı bir rapor yayınladı.

Rapor, bir yandan Türkiye’nin milliyetçi bir rota takip etmeye başladığını ve Amerika ve NATO’dan uzaklaştığından söz edip bu durumdan duyulan rahatsızlığı yazarken, diğer yandan da Amerika’nın ümidini üç muhalefet partisinin 2023’te iktidar olmasına bağladığını anlatıyor. Bunu bir not edelim.

Gelelim Biden’ın sözlerine: Gazetelerden öğrendiğimize göre bir konuşmasında Biden, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı hedef almış ve muhaliflere destek vererek, Türkiye'deki iktidarı değiştirebilecekleri yönünde skandal sözler söylemiş.

Söyledikleri özetle şöyle: "Bence ona (Erdoğan'a) çok farklı bir yaklaşım uygulamalıyız. Muhalif liderleri desteklediğimizi açıkça göstermemiz lazım. Yani çok endişeliyim. Ama benim yaptığım gibi onlarla (muhalif liderlerle) doğrudan temasa geçip Erdoğan'ı yenecek duruma gelmeleri için hala var olan Türk liderliği unsurlarından daha fazla verim almalı ve onları güçlendirmeliyiz. Darbe ile değil, seçim süreci ile…”

Akşener’e bir televizyon programında Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığı konusundaki görüşü sorulduğunda şöyle cevap verdiğini öğreniyoruz: “Sayın Gül benim arkadaşım. Kendisiyle ilgili olumsuz bir düşüncenin sahibi değilim”.

Bu cevaptan anlaşıldığına göre kimin cumhurbaşkanı adayı olacağı konusunda ihtilaf kalmamış; aday ya Gül ya da onun yedeği, muhtemelen de Babacan olacak.

KILIÇDAROĞLUNUN DOSTLARI

Yukarıda yazdıklarımı ve diğer gelişmeleri değerlendirince, Erdoğan’ı devirmek için bir araya gelen ‘dostların’ kimler olduğu netleşiyor:

Kraliçenin şövalyesi Gül,

FETÖ’nün kasetinden mamul, sözüm ona Atatürkçü Kılıçdaroğlu,

Milliyetçilerin, Türkçülerin, Turancıların ablası Akşener,

Dini bütünlerin bilge adamı Mollaoğlu,

Apo’nun heykeltıraşı, vatan, millet bölücüsü Demirtaş,

Amerika’nın Ankara’daki adamı Davutoğlu,

Para babalarının tahsildarı Babacan,

Azılı Türk düşmanı senatör Biden ve

Amerika’nın kan içici şahinleri.

AMERİKA’NIN ARZULADIĞI İKTİDAR

Amerika’nın yıllardır uyguladığı yöntemdir bu: Bir ülkeyi egemenliği altına almak isterse, ilk yapacağı şey uzlaşacağı (!) bir yönetimi iktidar yapmaktır. Bunu başaramazsa sıra darbelere ve askeri müdahalelere gelir. Geçmiş yıllarda bunun çok örneğini gördük.

RAND Corporation’nın rapordan anlaşılacağı üzere, Amerika, Türkiye üzerindeki egemenliğini kaybetmenin telaşı ve endişesi içerisindedir. Bu amaçla, Türkiye’de yeni bir iktidar istemektedir. Umudunu ise muhalefet partilerine bağlamıştır.

Sırtlarında Atatürk resimli tişörtler, ellerinde Atatürk posterleri eksik olmayan CHP’li sözde Atatürkçülerin, İYİP’in Türkçü, milliyetçi geçinen sevdalılarının, SP’nin dindar görünümlü yandaşlarının HDP/PKK’lı bölücü teröristlerle ve Amerika ile İngiltere’nin Batı Asya projelerini gerçekleştirmek için özel olarak yetiştirdiği ve görevlendirdiği birisi ile birlikte Amerika’nın umudu haline gelmesi çok acıdır.

Amerika boşa umutlanmasın. Türkiye’de artık Amerikan dostlarının iktidar olma şansı kalmadı. Bundan sonra, iktidarı Amerikan dostluğu değil, düşmanlığı belirleyecek. Bunu herkesin iyi kavraması ve yanlış yollara sapmaması lazım.

29 Ağustos 2020 Cumartesi

 

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI KUTLU OLSUN

Türk milletinin bu büyük zafer gününü kutluyorum.

Cumhuriyet’e giden yolun kapısını bugün açtık.

Başını İngilizlerin çektiği Batı’nın emperyalist güçlerini bugün mağlup ve perişan ettik.

Mazlum milletlere emperyalist güçlerin de yenileceğini bugün gösterdik.

Bu zaferle 23 Nisan 1920’de Atatürk’ün önderliğinde kurduğumuz cumhuriyeti tüm dünyaya Kabul ettirdik.

Bu zaferle Türk milleti şehit kanları ile vatan kıldığı bu topraklara egemen oldu ve özgür ve bağımsız yaşamaya başladı.

“ZAFER, ZAFER BENİM DİYENLERİNDİR”

Bu zaferi bize armağan eden, Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları Başkomutanı Mustafa Kemal Paşa, 30 Ağustos’u şöyle değerlendiriyor:

“Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekât Türk ordusunun, Türk subay ve komuta hey'etinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçiren muazzam bir eserdir.

Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklâl düşüncesinin ölümsüz bir âbidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evlâdı, bir ordunun başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.”

Bu zaferi kazanarak bize hür ve müstakil bir vatan bırakan, başta Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Paşa, Garp Orduları Komutanı İsmet Paşa ve Milli Savunma bakanı Kazım Paşa olmak üzere, neferinden, en üst düzeydeki komutanına kadar ordumuzun tüm mensuplarına, şehitlerimize, gazilerimize ve ordumuzun galip gelmesi için her türlü fedakârlığı gösteren kadın, erkek tüm milletimize şükranlarımızı ve minnetlerimizi sunuyoruz.”

EMPERYALİSTLERE KARŞI SAVAŞTIK

Bu savaş bir vatan savaşı idi. Türk milleti bu savaşı sadece Yunanlılar karşı değil, yedi düvele yani emperyalist ülkelerin tümüne karşı verdi ve kazandı.

Türk milletini ve vatanını bölmek ve vatan topraklarımızın bir kısmında Kürdistan ve Ermenistan isimli kukla devletler kurmak isteyen, başta İngiltere olmak üzere, emperyalist ülkeler, Sevr Antlaşmasını bize zorla kabul ettirmek istediler ve bunun için Yunanlıları üzerimize saldırttılar.

Biz Dumlupınar'da sadece Yunanlıları değil tüm emperyalist devletleri yendik.

MAVİ VATANIMIZ İÇİN DE SAVAŞIRIZ

Batılı güçler, geçmişte olduğu gibi, bugün de Yunanlıları üzerimize salıyorlar. Bu sefer amaç mavi vatanımızdaki haklarımızı elimizden almak ve bizi Anadolu’ya hapsetmek. Yunanistan dün yediği tokayı bir daha yemek istemiyorsa, emperyalistlerin oyuna gelmemelidir. Aksi takdirde bedelini çok ağır bir şekilde ödetmeye hazırız. 

YENİDEN VATAN SAVAŞI

Vatanımızı bölmek için dün Yunanlıları kullanan emperyalist güçler, son yıllarda da PKK, PYD, FETO, DEAŞ, DHKP-C denilen terör örgütlerini kullanıyorlar. Sevr'i kabul etmemiz için Yunanlıları bize saldırtan güçler, şimdi de vatan topraklarımızda kukla bir devlet kurulmasını kabul ettirmek için bu kukla örgütler üzerinden aynı oyunu tezgahlamaya çalışıyorlar.

Dünkü savaşımız da vatan savaşı idi; bugün FETO’ya PKK'ya ve emperyalistlerin yerli işbirlikçilerine karşı yürüttüğümüz mücadele de bir vatan savaşıdır.

Dün, milletimizin büyük desteği ile vatan savaşını kazanan kahraman ordumuz, Yunanlıları nasıl denize döktü ise, bugün de PKK'yı da FETO’yu da belki denize değil ama tarihin çöplüğüne dökecektir.

Dün emperyalistlere karşı verdiğimiz vatan savaşını nasıl kazandıysak, bugünkü vatan savaşını da öyle kazanacağız.

Milletimize ve ordumuza güveniyoruz. Çünkü biliyoruz ki, hiçbir güç, Türk milletinin bağımsız ve özgür yaşama arzusu ve vatan sevgisi kadar kuvvetli değildir.

22 Ağustos 2020 Cumartesi

 

TAM BAĞIMSIZLIĞA DOĞRU ÖNEMLİ BİR ADIM

 Türkiye’nin Karadeniz açıklarında 320 milyar metreküp gibi önemli miktarda doğal gaz rezervinin bulunması ve bunun da diğer keşiflerin habercisi olarak değerlendirilmesi milletimizin geleceği açısından çok büyük önem taşıyor. Bu müjdeyi Türkiye’deki diğer gelişmelerle birlikte değerlendirildiğinde ileriye doğru olan ümidimiz daha da artıyor.

 Türkiye bu önemli kefe giden yola yıllar önce girdi. Türkiye, 2013 yılında satın alınmış olan Barbaros Hayreddin Paşa sismografik araştırma gemisi ve 2015’te yapımı tamamlanan Oruç Reis araştırma gemisinin yanına 2017 yılında Fatih derin deniz sondaj gemisini, 2019’da onun ikiz kardeşi olan Yavuz sondaj gemisini ve 2020 yılında da Kanuni sondaj gemisini dahil ederek Akdeniz ve Karadeniz’de enerji kaynağı aramaya başladı. Fatih gemisi, mayıs sonunda Karadeniz’de göreve gönderildi ve 15 Temmuz itibarıyla ilk sondaja başladı. Daha önceden bölgede yapılan sismik araştırmalar neticesinde orada olduğu tahmin edilen rezerv için sondaja başlayan Fatih, kısa süre içerisinde 3 bin 500 metre derinliğe inerek doğal gaz rezervlerine ulaştı.

 GENİŞ AÇIDAN BAKINCA

 Konuya geniş açıdan bakınca şunları görüyoruz:

1.       Türkiye, emekli Amiral Cem Gürdeniz’in isim babalığı yaptığı kamunun gündemine taşıdığı ve Emekli Amiral Soner Polat’ın şiddetle savunduğu “Mavi Vatan” kavramı ile tanıştı. Türk milleti vatan sınırlarının deniz kıyılarında bitmediğini anladı. ‘Kıta sahanlığı’, ‘Münhasır Ekonomik Bölge’ gibi kavramların önemi anlaşıldı. Türkiye, kendi tersanelerinde, kendi mühendislerince, kendi işçilerince ürettiği, yerli silahlarla, füzelere donattığı muhriplerle, denizaltılarla mavi vatanını korumaya ve sahip çıkmaya başladı.

2.       Silah sanayiinde çok önemli gelişmeler oldu. Türkiye, kendi helikopterini, zırhlı araçlarını, obüslerini, toplarını, piyade tüfeklerini, mühimmatlarını, muharip gemilerini, denizaltılarını, sahil koruma botlarını, eğitim uçaklarını, silahlı ve silahsız insansız hava araçlarını kendisi üretmeye başladı. Savunma sanayinin dışa bağımlılığı azaldı. S 400’leri alarak hava savunma sistemlerini geliştirdi. Tuzlada yapımı devam eden uçak gemisini suya indirdi. ASELSAN, TUSAŞ, BMC, ROKETSAN, STM, FNSS, HAVELSAN dünyanın en büyük 100 silah şirketi arasına girdi.

3.       TSK’dan, MİT’ten Amerikan gladyosunun (FETÖ) temizlenmesi ile savunmamız çok güçlü hale geldi.

4.       Mavi vatanımızdaki petrol, doğal gaz gibi zenginlikleri kendi sismik araştırma ve sondaj gemisiyle aramaya ve çıkarmaya başladı. Enerji konusunda dışa bağımlılığını azaltarak tam bağımsızlık yolunda önemli bir adım attı.

5.       Türkiye, kendisini bölmeye kalkan ve borç batağına iten ekonomik programlar dayatan Atlantik siteminden dışına çıktı. Amerikan emperyalizmine karşı başı dik, bağımsızlıkçı bir yola girdi. Asya’da yerini almaya başladı. Yükselen Asya uygarlığının önder ülkelerinden biri oldu.

 BONZAİ İÇENLER VEYA ATLANTİK EROİNMANLARI

 Karadeniz’de bulunan doğal gaz milletimizin çok önemli bir kısmını sevindirip mutlu ederken bazılarını da telaşlandırdı, adeta yasa boğdu.

 Sayın Perinçek’in Bonzai içmiş ve Sayın Gürdeniz’in Atlatik eroinmanları dediği bu insanlar, olayı küçümseyerek, alay ederek, “7-8 seneden önce çıkarılamaz”, “zaten verimli delmiş”, “maliyeti çok yüksek”, “yandaş firmalar kazanacak”, “seçim yatırımı”, “rezerv de çok azmış” diyerek acılarını hafifletmeye ve birbirlerini teselli etmeye çalışıyorlar.

 Karadeniz’de doğal gaz bulunmasının, Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığa ve oradan da tam bağımsızlığa giderken attığı çok önemli bir adım olduğunu anlamıyorlar.   

 Sırtlarından Atatürk resimli tişörtlerini, ellerinden Atatürk posterlerini ve dillerinden Atatürk sözcüğünü düşmeyen bu sahte Atatürkçülere Atatürk şu sözlerini hatırlatmak istiyorum:

 “Biz yaşamak isteyen, haysiyet ve şerefiyle yaşamak isteyen bir milletiz. İstiklâl-i tam denildiği zaman tabii ki siyasi, mali iktisadi adli, askeri, her hususta istiklâl-i tam demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde istiklalden mahrumiyet millet ve memleketin hakiki manasıyla bütün istiklalin mahrumiyeti demektir.”

 

16 Ağustos 2020 Pazar

 

RAND CORPORATİON RAPORU BIDEN’IN SÖZLERİ VE KILIÇDAROĞLU’NUN DOSTLARI

 Önce Amerikan devletini önemli bir kurumu olan Rand Corporation’ın Amerika-Türkiye ortaklığının geleceği ile ilgili olarak hazırladığı “Türkiye’nin Milliyetçi Rotası” (Turkey's Nationalist Course) başlıklı raporunu değerlendirelim:

 Rapor, bir yandan Türkiye’nin milliyetçi bir rota takip etmeye başladığını ve Amerika ve NATO’dan uzaklaştığını yazıp bu durumdan duyulan rahatsızlığı yazarken, diğer yandan da Amerika’nın ümidini üç muhalefet partisinin 2023’te iktidar olmasına bağladığını anlatıyor.

 60 yılı aşkın bir süredir, Akdeniz bölgesinde ve Batı Asya’da Türkiye ve Amerika’nın stratejik ortak olduğu yazılarak başlayan raporun bir yerinde şöyle deniyor: “Önümüzdeki beş ila on yıl boyunca Erdoğan, MHP’li ortaklarının teşviki ile farklı derecelerde ABD ve diğer NATO müttefiklerinin çıkarlarına ters düşen iddialı dış politika ve savunma politikaları izleyecek gibi görünüyor. Türkiye’de bu dönemde uygun bir koalisyon ortaya çıkacak, Erdoğan ve AKP’yi 2023’ten sonra iktidardan ayıracak olursa, 2018 seçimlerinde NATO müttefikleri ve Avrupa Birliği ile ilişkileri canlandırmayı savunan siyasi programlar açıklayan önde gelen üç muhalefet partisinden daha uzlaşmacı bir yaklaşım beklenebilir.”

 JOE BIDEN’İN HAYALLERİ

 Gazetelerden öğrendiğimize göre bir konuşmasında Biden, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı hedef almış ve muhaliflere destek vererek, Türkiye'deki iktidarı değiştirebilecekleri yönünde skandal sözler söylemiş.

 Söyledikleri özetle şöyle: “"Bence ona (Erdoğan'a) çok farklı bir yaklaşım uygulamalıyız. Muhalif liderleri desteklediğimizi açıkça göstermemiz lazım. Yani çok endişeliyim. Ama benim yaptığım gibi onlarla (muhalif liderlerle) doğrudan temasa geçip Erdoğan'ı yenecek duruma gelmeleri için hala var olan Türk liderliği unsurlarından daha fazla verim almalı ve onları güçlendirmeliyiz. Darbe ile değil, seçim süreci ile... Partisi, İstanbul'dan dışarı atıldı. Peki biz ne yapıyoruz? Burada oturup boyun eğiyoruz.”

 Bunları sadece Biden sözleri olarak değerlendirmemek gerek; bu sözler Amerika’nın Türkiye ile ilgili tutumunu ve planlarını anlatıyor.

 KILIÇDAROĞLU’NUN DOSTLARI

 CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu CHP'nin 37'nci Olağan Kurultayı'nda "Önümüzdeki ilk seçimlerle birlikte dostlarımızla birlikte iktidar olacağız" dedi. Daha önceki söylemlerinden ve eylemlerinden dostlarını bilmek de hiç zor değil: HDP/PKK, Akşener, Gül, Babacan, Davutoğlu ve Karamollaoğlu. Biden’in konuşmasından anladığımıza göre Kılıçdaroğu’nun sınır ötesinde de dostları varmış.

 Biden’in konuşmasında bahsettiği muhalefet liderleri de Kılıçdaroğlu ve dostları olsa gerek.

 AMERİKA’NIN ARZULADIĞI İKTİDAR VE TALEPLERİ

 Amerika’nın yıllardır uyguladığı yöntemdir bu: Bir ülkeyi egemenliği altına almaya isterse, ilk yapacağı şey uzlaşacağı (!) bir yönetimi iktidar yapmaktır. Bunu başaramazsa sıra darbelere ve askeri müdahalelere gelir. Geçmiş yıllarda bunun çok örneğini gördük.

 Bu rapordan da anlaşılacağı üzere, Amerika, Türkiye üzerindeki egemenliğini kaybetmenin telaşı ve endişesi içerisindedir. Bu amaçla, Türkiye’de yeni bir iktidar istemektedir. Rand Corporation raporunda muhalif diye nitelendirilen üç parti var: CHP, İYİP ve HDP. Bunlara DEVA ve Gelecek partileri de eklendi.

 Erdoğan’ı devirip yeni bir iktidar oluşturma peşinde olan Amerika kurulması için uğraştığı koalisyondan daha doğrusu Türkiye’den ne istiyor, sıralayalım:

 İran’dan, Irak’tan ve Suriye’den toprak alıp, bizim Güneydoğu’muzu da içine katarak adı Kürdistan olan ikinci bir İsrail devletini kurmasına Türkiye’nin izin vermesini;

 Türkiye’nin Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki haklarından vaz geçmemizi ve bu bölgedeki zengin hidrokarbon yataklarına el koymasına ses çıkarmamızı;

 Bizi borç batağına sürükleyen ve sömürülmemize yol açan borçlanma ekonomisine devam etmemizi;

 Ermenililere soy kırım yaptığımız yalanını kabul etmemizi (bu kabulden sonra sıra tazminat ve toprak talebine gelecek);

 Rusya, Çin ve Batı Asya’daki komşu ülkelerle yakın işbirliği içine girmememizi;

 Bizi bölünmeye götürecek yasal düzenleler yapmamızı ve buna uygun olarak idari yapılanmayı değiştirmemizi…

 TÜRKİYE GEMİSİ AVRASYA ROTASINA GİRDİ

 Şunu Biden’ın ve herkesin anlaması lazım: Türk milleti, Amerika’nın dolayısıyla Atlantik sisteminin gerçek yüzünü görmüş ve yüzünü Avrasya’ya çevirmiştir. Amerika’nın Türkiye’de iktidarı belirleme gücü kalmamıştır. Türk milleti asla buna izin vermez. Amerika bu topraklarda yenilmiştir.

 Atlantik sistemi içinde kalarak vatan bütünlüğümüzü korumaya ve ihtiyaç duyduğumuz üretim devrimini yapmamıza imkân yoktur.

 Bu sistem, Türkiye’yi yıllardır sömürüyor. Vatan bütünlüğümüze kastediyor. Mavi vatanımızı elimizden almak istiyor. Bizi soykırımcı ilân ediyor. Onun için diyoruz ki, Atlantik devri kapanmıştır. Geleceğimiz Avrasya’dadır. Yeni bir işbirliği ortamı doğmuştur.

 Türkiye’nin dışında, 100 milyonun çok üzerinde soydaşımız da bu coğrafyada yaşıyor. Türk kardeşlerimiz de orada bizi bekliyor.

 Biden’ın ve Amerika’nın endişe duyması beklenen bir şey çünkü ümidini bağladığı güçlerin iktidar olma şansı kalmadı.

 Türkiye gemisi, 1945’den bu yana bağlı olduğu Atlantik limanında vira demir demiş ve rotasını Avrasya çevirmiştir. Bu rotada ilerlemeye devam etmektedir. Pruvası neta, ufku ve bahtı açık olsun.

 

 

15 Ağustos 2020 Cumartesi

 

EMPERYALİZMİN MASALLARI VE KENDİ HİKAYEMİZ

 

Şunu iyi bilmek gerekir: Emperyalizm, bir ülkede etkili olmaya başlayınca, ilk planda o ülkeyi az gelişmişlik düzeyinde tutmaya çalışır; gelişmişliği ise kendi kültürünü ve yaşama biçimini benimsetmek olarak kabul ettirir. Bunu başarmak içinde birtakım masallar uydurur ve söyler. En çok söylediği masalın adı ise; “Evrensel Kültür”.

 

Bu masal, kurdun kırmızı başlıklı kıza söylediğine benzer. Arzu edilen kötü amaca güzel bir masal ile ulaşılmak istenir.

 

Evrensel kültür kavramı, tehlikeli bir tuzağı gizler. Batılı emperyalistler, yaklaşık iki yüzyıldır, Yahudi-Hıristiyan tabanlı kendi kültürlerini ‘evrensel’ kılıfı giydirerek sömürmek istedikleri ülkelere kabul ettirmeğe çalıştılar. Sömürü düzenini kültür emperyalizmi yolu ile bu şekilde kolaylıkla kurdular.

 

Sömürmek istedikleri ülkedeki aydınları ve yöneticileri kültür emperyalizmi yoluyla Batı hayranlığı içine hapsederek, işbirlikçi haline dönüştürdüler. Bu insanları artık birer ‘kültür misyoneri’ halinde getirdiler.

 

EVRENSEL KÜLTÜR MASALINA KANMIŞ BATI HAYRANLARI

 

Bizde Batı hayranlığı 18. Yüzyıl sonlarında başlar. Osmanlı ordularının savaş meydanlarında yenik çıkması, zamanın yöneticilerinde ‘Batı hayranlığını’ başlatır. Düşman da Batı’dır, imdat beklenen yer de Batı’dır, talimat alınan makam da Batı’dadır.

 

İşbirlikçiliğe dönüşmüş kültür misyonerlerine birkaç örek verelim:

 

Tanzimat döneminde önemli görevler üstlenmiş Sadrazam Fuat Paşa’nın yazdığı vasiyetnameden bazı ifadeler:

 

“…mahvolma felâketinden kurtulabilmekliğimiz, İngiltere kadar paraya, Fransa kadar bilgi aydınlığına, Rusya kadar askere sahip olmaklığımıza bağlıdır. Yabancı müttefiklerimiz içinde en önemlisi, İngiltere’dir., (…) bendenizce, Bâbıâli’yi İngiltere’nin dostluğundan mahrum görmektense, birkaç vilayetimizi elden çıkmış görmek daha iyidir.”

 

O dönemim önemli isimlerinden Ali Paşa da farklı görüşte değil:

 

“…Avrupa ile aramızda daha sağlam bağlar yaratmalıydık. Onun maddi çıkarlarıyla bizimkiler aynı olmalıydı. Ancak o zaman ülkenin bütünlüğü siyasi bir hayal olmaktan çıkacak, bir gerçek olacaktı. Madem ki, Avrupa topluluğu içindeydik, Avrupa ülkelerinin isteklerine cevap vermeliydik.”

 

1881’de Mekteb-i Mülkiye-i Şahâne’de İktisat dersleri anlatan Ohannes Paşa da şunları anlatırmış: “Yerli sanayiinin, himaye usulleriyle korunmasına, gelişmesine tarafta değilim; zira, her ne kadar, yüksek gümrük resimlerinin devlet hazinesine bir menfaat getirmesi gerçek ise de ‘himaye sistemi’ serbest ticareti önlemektedir; zamanın ithalat ve ihracat rejimi ‘makul bir rejimdir’.

 

Ohannes Paşa’nın ‘makul rejim’ dediği 1838 yılında İngiltere ile imzalan Balta Limanı Antlaşmasından sonra oluşan gümrüklerin indirildiği, yabancı malların kolaylıkla ülke içinde dolaşabildiği rejim oluyor. Yani ‘serbest ticaret’, yani ‘liberal ekonomi’.  Bununla da kalınmamış, Batı sermayesinin ülke içine girmesine izin verilmiş ve sürekli yüksek faizle borç para alınarak ekonomi idare edilemeye çalışılmış.

 

Abdülhamid döneminde Almanlar da işin içine girmiş. Alman emperyalizmi de bu dönemde nasibini almış.

 

Atatürk’ün bu dönem ile ilgili görüşü ise oldukça sert:

 

"Tanzimat’ın açtığı serbest ticaret devri, Avrupa rekabetine karşı kendisini savunamayan ekonomimizi bir de iktisadi kapitülasyon zinciriyle bağladı. İktisat alanında bizden kuvvetli olanlar yurdumuzda bir de imtiyazlı durumda bulunuyorlardı. Rakiplerimiz, bu suretle, gelişmeye elverişli sanayimizi de mahvettiler. İktisadi ve mali gelişmemizin önüne geçtiler."

 

TÜRK DEVRİMİ VE MODERNLEŞME VE BİZİM HİKAYEMİZ

 

Batı’nın ‘evrensel kültür’ masalı etkisinde kalan insanlarımız ne yazık ki ‘modernleşmeyi’ Batı emperyalizminin dayattığı kültürü benimseme olarak kabul etmişler. Memleketin hammaddeleri ucuza kapatılsın, halk sömürülsün, fabrikaları elinden çıksın, yabancı sermaye ekonomiye egemen olsun; onlar için önemli değil; halk sömürgeci ülkenin kültürünü benimsedi mi ilerleme başlamıştır, halk çağdaşlaşmıştır.

 

Türk Devriminin lideri Atatürk’ün, çağdaşlaşma anlayışı çok farklıdır ve elbette gerçekçidir.

 

Devrimin amacı, feodal/ümmet toplumunu millete dönüştürmek olmuştur. Bunun için milli kültürün gelişmesine ve eğitimin milli oluşuna çok önem verilmiştir.  

 

Nesiller, bir yandan milli kültür ile donatılmaya çalışılırken bir yanda da “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz” denilerek özgürleştirilmeye çalışılmıştır. Ekonomik, siyasi, askeri bağımsızlık olmadan özgürlük olamayacağı bilinciyle hareket edilmiştir. Toplumun önüne yol gösterici olarak bilim konulmuştur.

 

“Modernleşme” adına o dönemde bizim söylediğimiz hikâye işte buydu.

 

GERİYE DÖNÜŞ

 

Atatürk’ün vefatı ile birlikte, ne yazık ki, ‘evrensel kültür masalı’ tekrar söylenmeye başlandı ve zihinler tekrar bulanıklaştı. O kadar bulanıklaştı ki İnönü döneminin önemli isimlerinden Nurullah Ataç şunu söyleyebilmişti: “Bizim devrim dediğimiz hareketin amacı, bu ilkeyi Batı ülkelerine benzetmektir. Biz görüyoruz eksiğimizi, Yunanca öğrenemedik, Latince öğrenemedik, Avrupalıların eğitiminden geçemedik, onun için ne denli uğraşsak Avrupalılar gibi olamıyoruz, buna üzülüyoruz.”

 

İnönü ile yeniden başlayan Batı’nın masallarına inanma devri, bugünlere kadar geldi ama bunun devam etmeyeceği gelişen olaylardan ve bazı söylemlerden anlaşılmaktadır. Sayın Kalın’ın tartışma yaratan ifadesini bu gözle değerlendirmekte fayda var.

 

BENZERLİK Mİ, ÇELİŞKİ Mİ?

 

Şimdi iki farklı ifadeyi alt alta yazıyorum. Önce Atatürk’ün bir sözü ve arkasından da Kalın’ın ‘tweet’i Aralarında çelişki mi var, yoksa benzerlik mi? Kararı siz verin:

 

“Bir millî terbiye programından bahsederken, eski devrin hurufatından (boş inançlarından) ve evsaf-ı fıtriyemizle (doğuştan sahip olduğumuz özelliklerle) hiç de münasebeti olmayan yabancı fikirlerden, şarktan ve garptan gelebilen bilcümle tesirlerden tamamen uzak, seciye-i milliye ve tarihiyemizle mütenasip bir kültür kastediyorum. Çünkü deha-yı milliyemizin inkişaf-ı tamı ancak böyle bir kültür ile temin olunabilir.”

 

"Biz masalları olan bir coğrafyanın çocuklarıyız. Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri anlatıldı.

Artık kendi hikâyemizi yazma zamanıdır"

https://www.aydinlik.com.tr/haber/emperyalizmin-masallari-ve-kendi-hik%C3%A2yemiz-215940



5 Ağustos 2020 Çarşamba

MİLLİ DEVLET MİLLİ DİL

 

Gazetelerde şu haberi okuyunca sevindim ve umutlandım: “Türk Dil Kurumu, tabelalardan şirket isimlerine kadar her alandaki yabancı kelimelerle ilgili kapsamlı rapor hazırladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığındaki Yüksek İstişare Kurulu'nda görüşülen raporda, İngilizce isimlerin ayıklanması ve Türkçenin korunması için yasa çıkarılması önerildi.”

 

Bu yasanın en kısa zamanda çıkarılmasını dileriz. Kayseri’de de tabelaların, şirket isimlerinin çoğunun ismi İngilizce.

 

Adam 15 katlı binayı dikmiş, daireleri satışa çıkarmış. Dairelerin satılık olduğunu anlatmak için binanın ön cephesine kocaman bir afiş asmış. Afişte şu yazıyor: “SATILIK FLATS”

 

Şaşkınlıkla okudum. Sanırsın Kayseri’nin halkının yarısı İngiliz veya Amerikalı, bu ilanı görünce gelip daire alacaklar.

 

Kentte bir ufak tur attım ilk 10 dakikada gördüklerim şunlar: “Başyazı Center”, “Başyazı Country”, “Green Appel villaları”, “Osmanlı Home”, “Kebap House”, “Show Room”, The Kayseri Residence”, “Coffe Break”, “Steak House”.

 

Maalesef İngilizce Türkçeyi yavaş yavaş teslim alıyor. Kayseri gibi “muhafazakar” bilinen bir kent de dahi afişlerin, tabelaların çok sayıda İngilizce kelime ile dolu olması aslına bu şehir için bir utanç kaynağıdır.

 

Türkçe tarihin en eski dillerinden birisidir. Yusuf Has Hacib 1070 yılında Kutadgu Bilik’i Türkçe olarak yazdığında henüz daha İngilizce diye bir dil yoktu. Bu gerçeği hatırlayınca İngilizce hayranlığına karşı içimdeki isyanı daha da büyüyor.

 

KÜLTÜREL ÜSTÜNLÜK

 

Milletler arası mücadelelerde “kültürel üstünlük” büyük önem taşır. “Kültürel üstünlük” kavramını ilk ortaya atan İngilizlerdir. İngiltere bu kavramı çok etkili bir şekilde kullandı. Sömürdüğü ülkelerde İngilizceyi ana dili haline getirmeye çalıştı. Bunun için de eğitim dilinin İngilizce olmasını sağladı. Böylece bu ülkelerde İngiltere’ye karşı bir hayranlık uyandırdı. Ülkeleri sömürmeyi kolaylaştırdı.

 

Mandela’nın şu sözleri çok önemli:

 

“Ben bir İngiliz okulunda eğitim ve öğretim gördüm. Şöyle bir düşünceye kapıldım: İyi olan herşeyin anavatanı İngiltere’dir.”

 

Günümüzde de dünya egemenliği peşinde olan Amerika emperyalist emellerini gerçekleştirmek için başta İngilizce olmak üzere kendi kültürünü tüm dünyaya yaymaya çalışıyor. Bunda da çok başarılı oluyor. Kültürel üstünlüğü siyasi ve ekonomik üstünlüğün takip edeceğini biliyor.

 

Türk milleti olarak dilimize sahip çıkamamanın eksikliğini dün de yaşadık bugün de yaşıyoruz. Amerika’nın kültürel üstünlüğünü kabul etmiş gibiyiz. Bu da bizi sömürüye açık hale getiriyor. Batı hayranlığı içine giren aydınlarımız, Attilâ İlhan’ının deyimiyle “Batı’nın manevi” ajanı haline geliyor.

 

Dilin kıymetini bilmemiz lazım. Unutmayalım ki, dilini kaybeden bir millet birkaç kuşak sonra topraklarını kaybeder ve tarih sahnesinden silinip gider.

 

BATI HAYRANLIĞINA SON

 

Türkçemize musallat olan bu İngilizce yazma ve konuşma hastalığından hızla kurtulmalıyız. Bunun için ilk yapılacak şey ülkede yabancı dille eğitimin yasaklanmasıdır. Bağımsız bir ülkede asla yabancı dille eğitim yapılamaz.


Amerikan kültürüne hayranlığımız sadece dille sınırlı değil. Amerikan kültürüne hayranlığımız milli kültürümüzün bozulmasına, bazı değerlerimizin de unutulmasına neden oluyor. Bu duruma son vermek ve kültür emperyalizmine dur demememiz gerek.


Atatürk’ün şu sözlerini hiç unutmayalım: 


“Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvelâ bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen, bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim.  Bilelim ki millî benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır”

 

“Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa, o topluluğa dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur”