31 Ağustos 2016 Çarşamba

ZAFER TÜRK MİLLETİNİN OLACAKTIR

Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk gibi davalarla başlayan Türk-Amerikan savaşı 24 Temmuz 2015 tarihinde Türk jetlerinin Kandil’i ve Kuzey Irak’taki diğer PKK hedeflerini bombalamasıyla birlikte silahlı mücadeleye dönüşmüştü.

15 Temmuz darbe girişi ABD’nin bu savaşta yaptığı en büyük hamle idi. Bu harekât darbeden çok Türkiye’yi işgal etme planının bir parçasıydı. Hedef sadece iktidar ve Erdoğan değildi. Bu hareket başarılı olsaydı,  Amerika FETO terör örgütü aracılığı ile Türkiye Cumhuriyet’ini ortadan kaldıracaktı.

Amerika başarılı olamadı ve yenildi. Yenilmeye de devam ediyor.

15 Temmuz’da Türk Ordusu Suriye topraklarına girdi. Türk Amerikan savaşı yeni bir boyut kazandı. Çünkü Türkiye aslında Suriye’ye değil Amerika’nın egemenlik alanına girmişti. Türk ordusu burada bir yandan DEAŞ ile diğer yandan PKK (PYD) ile savaşıyor.

DEAŞ da PYD de ABD’nin kurduğu ve desteklediği terör örgütleridir. PYD’nin içerisinde Amerika’nın özel birliklerinden elemanlar var. PYD’nin silahları Amerikan ve NATO silahları. O silahlarla tanklarımıza saldırıyorlar. Amerika, bu örgütleri eğitmiş, silahlandırmış, vekâlet vermiş bizim üzerimize sürmüş. Amaç Suriye’nin Kuzeyinde Akdeniz’e kadar uzanan ikinci İsrail diyebileceğimiz bir devleti kurmak.

Türk Ordusu, Türk Polisi canı, kanı pahasına Türkiye Cumhuriyeti’ni korumaya ve kollamaya çalışırken TBMM içindeki partilerin tutumu son derece yanlış.

AKP VE YANDAŞLARININ TUTUMU

AKP 15 Temmuz darbe girişimini bahane etmiş, TSK’ni zaafa düşürecek kararları uygulamaya sokuyor. Askeri okulları kapatıyor, askeri hastaneleri Sağlık Bakanlığına devrediyor. Ordunun emir komuta zincirini bozacak uygulamalar başlatıyor.

Kışlaların önünü belediyelerin çöp kamyonları ve DSİ’nin iş makinaları ile kapatmaya çalışması, darbe teşebbüsünü kendilerinin eski ortağı olan FETO örgütü yapmamış gibi halkla TSK karşı karşıya getirici demeçler vermesi son derece yanlış oldu. Ordu düşmanlığı yapıldı.

Bunlar yetmiyormuş gibi, TSK’nin ebedi başkomutanı, Mustafa Kemal Atatürk kötülenmeye kalkıldı, hakkında hakarete varan laflar edildi ve aşağılama gayretleri içine girildi.

CHP VE YANDAŞLARININ TUTUMU  

CHP ise 24 Temmuz 2015’den bu yana yanlışlıklarla dolu. Uçaklarımız Kandil’i bombalamaya başlayınca ve PKK kendi açtığı hendeklere gömüldükçe, ordumuzun ve polisimizin yürüttüğü bu vatan savaşını bazı CHP’liler AKP’nin seçim kazanmak için başlattığını iddia etti. Vatan savaşını saray savaşı olarak niteledi.

15 Temmuz darbe teşebbüsü oldu bazı CHP’liler bunun bir oyun olduğunu söyledi ve bu silahlı kalkışma bir tiyatrodur dedi.  FETO’nun ve Amerikan’ın bu kalkışmanın arkasında olduğu gerçeği halktan gizlenmeye çalışıldı.

Ordumuz Türkiye bölünmesin diye  Suriye sınırını geçerek Amerikan egemenliği altındaki topraklar girdi, bazı CHP’liler Türkiye bataklığa saplanacak, DEAŞ ile mücadele Türkiye içinde yapılsın, Türkiye Suriye’den bir an önce çıksın demeye başladı.

CHP adına verilen demeçlerde Amerikan emperyalizminden, Kürt koridorundan, ABD’nin Türkiye’yi bölme planlarında hiç bahsedilmedi. Bu mücadelenin Türk-Amerikan savaşı olduğu halka anlatılmadı. Tek yaptıkları şey Erdoğan düşmanlığı, biraz da PYD savunuculuğu, o kadar.

ZAFER BİZİMDİR

Türk-Amerikan savaşı elbette bizim zaferimiz ile sona erecektir. Türk milleti ve onun silahlı güçleri olan askerlerimiz ve polislerimiz Cumhuriyeti sonsuzluğa kadar koruyacak güçtedir.


Bu siyasi partiler ya bu savaşın gereğini yaparlar ya da milletimiz eninde sonunda milli hükumetini kurar ve zaferi kazanır.

29 Ağustos 2016 Pazartesi

GÜÇLÜ ORDU GÜÇLÜ TÜRKİYE

Bir ülke, bir millet ordusu ile güçlü olur. Güçlü olan milletin devleti bağımsız,  halkı özgür, milli irade egemen olur.

Ordu sadece sınırları korumaz, mensup olduğu milletin egemenliğini, bağımsızlığını, onurunu ve haysiyetini de korur.

Son zamanlarda FETO terör örgütünün Türkiye Cumhuriyetini yıkma teşebbüsünü bahane ederek Türk Ordusunu zayıf düşürecek eylemlerden, kararlardan ve söylemlerden hızla vazgeçilmelidir.

Vatan topraklarında bayrağımız dalgalanıyorsa ordu sayesindedir.

Bu vatanda egemenlik milletinse ordu sayesindedir.

Bu vatanda milletimiz bağımsız ve özgürse ordu sayesindedir.

Bu vatanda başımız dik bir şekilde ve onurumuzu koruyarak gezebiliyorsak ordu sayesindedir.

Bu vatanda evimizde rahat ve huzurlu bir şekilde uyuyabiliyorsak ordu sayesindedir.

Bu vatandan sürülüp atılmıyorsak ordu sayesindedir.

Türk Ordusu bu söylediklerimizi 30 Ağustos gün kazandığı zaferle ispat etmiştir.

30 Ağustos 1922 tarihi Türk Ordusu’nun içinden çıktığı millete yeni bir devlet ve yeni bir vatan hediye ettiği gündür.

ZAFER BAYRAMI

30 Ağustos Zafer Bayramı Türk Milletinin en büyük bayramlarından birisidir. Büyüklüğü öneminden kaynaklanmaktadır. 30 Ağustos Türk İstiklal savaşının son aşamasıdır. Bu savaş 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ile başlayan ve İzmir'e Yunan askerinin çıkması ile en ileri derecesine ulaşan
düşman işgalinden Türk vatanını ve Türk milletini kurtaran bir savaştır. Bu savaşın kazanılması ile Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş ve milletimiz istiklaline kavuşmuş, millet egemenliği tesis edilmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk bu büyük zaferi şöyle değerlendiriyor:

“Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekât Türk ordusunun, Türk subay ve komuta hey'etinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçiren muazzam bir eserdir.

Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklâl düşüncesinin ölümsüz bir âbidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evlâdı, bir ordunun başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.”

Bu zaferi kazanarak bize hür ve müstakil bir vatan bırakan, başta Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Paşa, Garp Orduları Komutanı İsmet Paşa ve Milli Savunma bakanı Kazım Paşa olmak üzere, neferinden, en üst düzeydeki komutanına kadar ordumuzun tüm mensuplarına,  şehitlerimize, gazilerimize ve ordumuzun galip gelmesi için her türlü fedakârlığı gösteren kadın, erkek tüm milletimize şükranlarımızı ve minnetlerimizi sunuyoruz.

DÜN YUNANLILAR BUGÜN FETO VE PKK

Bu savaş bir vatan savaşı idi. Türk milleti bu savaşı sadece Yunanlılar karşı değil, yedi düvele yani emperyalist ülkelerin tümüne karşı verdi ve kazandı.

Türk milletini ve vatanını bölmek ve vatan topraklarımızın bir kısmında Kürdistan ve Ermenistan isimli kukla devletler kurmak isteyen, başta İngiltere olmak üzere, emperyalist ülkeler, Sevr Antlaşmasını bize zorla kabul ettirmek istediler. Bunun için Yunanlıları üzerimize saldırttılar.

Biz Dumlupınar'da sadece Yunanlıları değil tüm emperyalist devletleri yendik.

Vatanımızı bölmek için dün Yunanlıları kullanan emperyalist güçler, son yıllarda da PKK, PYD, FETO, DEAŞ denilen terör örgütlerini kullanıyorlar. Sevr'i kabul etmemiz için Yunanlıları bize saldırtan güçler şimdi de BOP'u kabul ettirmek için bu kukla örgütler üzerinden aynı oyunu tezgahlamaya çalışıyorlar.

Dünkü savaşımız da vatan savaşı idi; bugün FETO’ya PKK'ya ve emperyalistlerin yerli işbirlikçilerine  karşı yürüttüğümüz mücadele de bir vatan savaşıdır.

Dün, milletimizin büyük desteği ile vatan savaşını kazanan kahraman ordumuz, Yunanlıları nasıl denize döktü ise, bugün de PKK'yı da, FETO’yu da belki denize değil ama tarihin çöplüğüne dökecektir.

Dün emperyalistlere karşı verdiğimiz Vatan savaşını nasıl kazandıysak, bugünkü vatan savaşını da öyle kazanacağız.


Milletimize ve ordumuza güveniyoruz. Çünkü biliyoruz ki, hiçbir güç, Türk milletinin bağımsız ve özgür yaşama arzusu ve vatan sevgisi kadar kuvvetli değildir.

23 Ağustos 2016 Salı

İKİNCİ BAĞIMSIZLIK SAVAŞI

Türkiye tam bir kaos ve savaş ortamında yaşıyor. Patlayan bombalar, kaybolan canlar, yıkılmış evler, bayraklar sarılı olarak gelen şehitler ve inanılmaz boyutlarda ihanetler.

Bu ortamın tek bir açıklaması var Türkiye bir vatan, özgürlük ve egemenlik savaşı veriyor. Düşman bazen FETO, bazen PKK, bazen IŞİD olarak saldırıyor. Yetmiyor, liboşlar televizyon televizyon gezip kafa bulandırıyor, halkı yanlışlıklar içine sokmaya çalışıyor.

Bu örgütler nerden çıktı, kim kurdu, kim destekliyor diyorsanız, cevap basit: Kim Büyük Ortadoğu Projesini  (BOP) geliştirip uygulamaya soktuysa o, yani ABD.

FETO onun uşağı, PKK onun çocuğu, IŞİD onun piyonu.

NE İÇİN BOP?

BOP uygulamaya konuldu çünkü ABD Ortadoğu’ya hâkim olmak istiyordu. Kendi güvenliğini İsrail’in güvenliğine bağlamış, İsrail’i de kendi güvenliği için yıllardır desteklemişti.

Yakın bir zamanda Amerikan başkan yardımcısı Joe Biden Türkiye’ye geliyor. Biden’in yıllar önce söylediği şu söz BOP’nin nedenlerini de net bir şekilde açıklıyor: “: "Eğer bir İsrail olmasaydı, çıkarlarımızın korunabildiğinden emin olmak için bir tane (İsrail) icat etmek zorunda kalabilirdik"

Bugün yapılmak istenen de yeni bir İsrail’dir. Kurmak istedikleri kukla devlet aslında ikinci İsrail devletidir. Bakmayın siz Kürt devleti dediklerine.

Devlet topraksız olamazdı. İkinci İsrail’i kurmak için Kuzey Irak, Kuzey Suriye ve Güneydoğu Anadolu’da egemen olan devletlerin yani Irak’ın, Suriye’nin ve Türkiye’nin bölünmesi gerekiyordu. Irak tamamlandı. Suriye bitirilmek üzere ve Türkiye’de PKK’ya karşı büyük bir mücadele yürütüyor.

Emperyalizm emellerini gerçekleştirmek ve bize Sevr’i kabul ettirmek için dün dincileri ve azınlık ırkçılarını kullanmıştı, bugün de Lozan’ı geçersiz kılmak için benzer örgütleri kullanıyor.

Türkiye yeniden bağımsızlık ve egemenlik savaşı içine itilmiştir. En büyük muhatabımız Amerika’dır. Amerika ile bir vatan savaşı yapıyoruz. Elbette kazanan biz olacağız.

TÜRKİYE’NİN MECBURİYETLERİ

Bu savaşı kazanmak için, Türkiye muhakkak Atatürk yolunu izlemelidir:

“Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.." Parola budur.

Cemaatlere müsaade edilmemelidir. Hiçbir dinci örgüt siyasette yer bulmamalıdır.

Laiklik muhakkak korunmalıdır. Ülke bilimin aydınlığı ile aydınlanmalıdır.

Azınlık ırkçılığına asla izin verilmemelidir. “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” anlayışı içerisinde milli birlik sağlanmalı ve korunmalıdır.

Hukukun üstünlüğü ve kanun önünde eşitlik ilkesine önem verilmelidir. İnsanlar arasında düşüncelerinden dolayı, mensup olduğu mezhepten dolayı ve etnik kökenden dolayı ayırımcılık yapılmamalıdır.

Türkiye Atlantik sistemi içerisinde kalarak bağımsızlığını ve vatan bütünlüğünü koruyamaz.  ABD ve AB ile dengeli bir ilişki yürütürken Türkiye yönünü Avrasya’ya çevirmelidir.

Rusya, Türk Cumhuriyetleri, İran, Irak, Suriye, Çin ve Hindistan ile daha yakın işbirliği ve dayanışma sağlanmalıdır.

Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ve adına “Kürt Koridoru” denilen oluşuma asla izin verilmemelidir.

Emperyalizmin içimize soktuğu hainler temizlenmelidir.

Bu sıraladıklarım Türkiye’nin mecburiyetleridir.

Bütün bunları mevcut iktidarın yapması mümkün değildir. Türkiye’nin bu mecburiyetleri yakın bir tarihte milli hükumetin kurulmasını da sağlayacaktır. Kazanan Türk Milleti olacaktır.


22 Ağustos 2016 Pazartesi

BİZİ YILDIRAMAZSINIZ
 
Bitlis, Van, Elazığ, Gaziantep ve art arda gelen patlamalar; kaybettiğimiz onlarca can ve onlarca yaralı.
 
Terör susmak bilmiyor ama kararlıyız, susturacağız.
 
Bu kanlı eylemleri yapan örgütler bellidir: FETO, PKK, DEAŞ
 
Her terör örgütünün bir siyasi amacı vardır. FETO’nun da, PKK’nın da, DEAŞ’ın de tek bir amacı var,  vatan bütünlüğümüzü, milli birliğimizi bozmak yani Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak.
 
Her terör örgütünün arkasında muhakkak farklı devletlerin istihbarat birimleri vardır.
 
FETO’nun da, PKK’nın da, DEAŞ’ın da arkasında başta Amerika ve İsrail olmak üzere batı emperyalizmine hizmet eden örgütler var. Yani, ABD ve yoldaşları var.
 
ABD ve yoldaşları bize saldırıyor. Bu saldırılar, bu bombalar alenen bize karşı bir harp ilanıdır.
 
Adı konmamış bir harp yaşıyoruz. O halde adını biz koyalım: Bütün bunlar bir Türkiye-ABD savaşıdır.
 
Türk Milleti’nin yeniden bir bağımsızlık ve milli egemenlik mücadelesi veriyor.  
 
Terör, ancak terörü siyasal amaçlarına ulaşmak isteyen güçler caydırılarak yok edilir. ABD ve yoldaşlarına şu husus açıkça söylenmelidir: “Kararlıyız, ne kadar bomba patlatırsanız patlatın, ne kadar can alırsanız alın amacınıza ulaşamayacaksınız. Bu ülkeyi böldürmeyiz.”
 
ABD başkan Yardımcısı Biden’in ülkemize gelecek olması bunun için çok güzel bir fırsattır. Biden’in yüzüne haykıralım: “Biz bu ülkeyi “Ya istiklal, ya ölüm” parolası ile verdiğimiz bir savaş sonucu kurduk. Vatanımız, devletimizi, bağımsızlığımızı, egemenliğimizi korumak için gene aynı kararlılıkla mücadele ederiz.”
 
Büyük Türk milleti, senin yılgınlığa kapılmayacağını biliyoruz. Bu bombaların seni korkutmayacağını biliyoruz. 

Kararlı olduğun takdirde, milli birliğini koruduğun takdirde devletine, yurduna, bağımsızlığına, namusuna, ırzına saldıran bu alçaklar asla başaralı olamaz. 

Gün birlik günüdür, gün mücadele günüdür.

18 Ağustos 2016 Perşembe

AKP'NİN BÜYÜTTÜĞÜ SORUNLAR

AKP iktidarı kendi büyüttüğü, içinden çıkılmaz hale getirdiği sorunlarla uğraşıyor. Bu sorunların üzerine gidince de kendisini kahraman ilan ediyor.
AKP'nin başımıza bela ettiği 3 büyük problem var:
1. PKK terörü, milli birliğin bozulması ve vatan bütünlüğünün kaybı.
2. Amerikancı FETO örgütünün devletin asker sivil demeden her makamına yerleşmesi ve Cumhuriyet'i ortadan kaldırmak üzere darbe teşebbüsünde bulunacak kadar büyümesi.
3. Uygulanan borçlanma ekonomisi sonucu iflas etmeye yakın Ekonomi.

PKK BELASI

24 Temmuz'dan bu yana PKK kendi açtığı hendekler gömülmeye başladı ama kabul etmek lazım, bu eli kanlı terör örgütü son 14 yılda AKP'nin uyguladığı adına açılım, çözüm, ileri demokrasi gibi isimler verilen yanlış politikalar sonucu çok büyüdü.

AKP iktidarı bu örgütün silahlanmasına, Güneydoğu’da alan hâkimiyeti sağlamasına, kentleri bomba deposu yapmasına göz yumdu. Şimdi bunun acısını çekiyoruz. Hemen her gün bir ilimizde bomba patlıyor. Sivil, asker, polis demden canlar alıyor.

Bu yanlış politikalar kentlerin harap olmasına, insanlarımızın evsiz kalmasına ve en önemlisi yüzlerce can kaybına yol açtı ve halen da açıyor. Çok sayıda asker, polis, korucu kahramanımızı kaybettik.

FETO gibi PKK'da Amerikan'ın piyonu olan bir terör örgütü. Onun Suriye'deki uzantısı olan PYD Türkiye'yi tehdit etmeye devam ediyor.  Gene AKP'nin uyguladığı Suriye politikası sonucu bu örgüt bu kadar rahat hareket edebiliyor.

FETO BELASI

FETO terör örgütü yıllardır çocuklarımızı, gençlerimizi ailesinden ve Türk milletinden koparıp aldı. Onların beynini yıkayıp birer CIA veya FBI ajanı gibi yetiştirdi. Kendi devletini yıkacak ve halkına kurşun sıkacak kadar hain yaptı.

Peki, bu kötülükleri ne zaman yaptı? Son 30 senedir yapıyor ama en çok da son 14 sene içerisinde yaptı.

Bizzat AKP iktidarı tarafından TSK, polis teşkilatı, bakanlıklar, üniversiteler, okullar içerisine yerleştirildi. Kendi ifadeleri ile "Ne isterse verildi".

AKP, örgütün zararı 17-25 Aralık'ta kendilerine dokunmaya başlayınca yavaş da olsa bir mücadele başlattı. Oysa daha önce bu örgüt subaylarımızı, aydınlarımızı, gazetecilerimiz ve siyasetçilerimizi kumpaslarla hapse atmıştı ve bu davaların savcısı da Erdoğan'dı.

Darbe teşebbüsü sonrası Erdoğan ve AKP bu örgüt ile mücadele ediyor ama özellikle TSK ile ilgili yaptığı tasarruflar ve danışman olarak atadığı isimler düşünülünce kafalarda şüpheler uyanıyor. Bazı insanlar “Erdoğan devleti mi koruyor, kendisini mi koruyor belli değil” demeye başladı.

Uyarmak gerek: 14 sene boyunca yapılan yanlışlıklar yeni hataların gerekçesi olamaz. Cumhuriyet'in temel değerleri sarsılarak devlet korunamaz.

EKONOMİK ÇÖKÜNTÜ

Özal ile başlayan, Kemal Derviş ile devam eden ve AKP iktidarının da 14 yıl boyunca uyguladığı, liberal ekonomi, küreselleşme, dünya ile entegre olma adı verilen ekonomik programlar Türkiye'yi borç batağına batırdı. 

Son 14 sene boyunca sürekli cari işlem açığı verdik. Açıkları borçlanarak kapattı. Borç yapılarak alının paralar üretim artırıcı, yeni iş sahası yaratıcı yatırımlara gitmedi.

Borç o kadar arttı ki, şimdi devleti satmaya kendilerini mecbur hissediyorlar. Meclis'in ilgili komisyonundan geçen karara göre satılığa çıkarılan kurumları okuyunca dehşete düşmemek mümkün değil.

100'den fazla kurum satılıyor. Bunları sıralayalım:

Atatürk Orman Çiftliği, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Türkiye Bilimler Akademisi, Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı, ÇAY-KUR, Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü, Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu, T.C. Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü, TÜRKSAT A.Ş. Genel Müdürlüğü, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, Ceza ve İnfaz Kurumları Tutukevleri, İş Yurtları Kurumu, Kalkınma İdaresi Başkanlıkları, Devlet Su İşleri, …

İşte AKP'nin yaptığı bu: Önce var olan sorunları çözeceğine büyüt ve baş edilemez hale getir sonra da bu sorunları yok edeceğim diye uğraş dur. Olan millete oluyor. Patlayan bombalar, ölen canlar, yok olan aileler, artan yoksulluk ve işsizlik.


Şu anlaşılmıştır artık: AKP Türkiye'yi idare etmekten acizdir. En kısa zamanda milli hükumetin kurulması gerekir. Önümüzdeki seçimler bu bakımdan çok önemlidir.

14 Ağustos 2016 Pazar

SUÇLU AYAĞA KALK!

Rakam büyük, 100 000 civarında olduğu söyleniyor. Bu kadar insan insanlığını, milli kimliğini, dinini kaybetmiş bir sümüklü adama “hoca efendi” demiş, onun emrine girmiş ve CIA’nin, FBI’ın ajanı olmuş.

Bütün bunlar hemen de olmamış, 30 seneyi aşkın bir kirli çalışmanın ürünü bunlar. 30 seneden fazla bir süre “Hoca efendi”  saygı görmüş, yöneticilerden, siyasetçilerden, halktan destek almış, eli öpülmüş, önünde eğilinmiş.

Sonunda CIA’nın robotunda dönmüş bu ajanlar yukarıdan gelen bir emirle darbe yapmaya kalktı,  ne oldukları ortaya çıktı.

Türkiye’nin bu hale gelmesinin suçlusu, sorumlusu kim, bu konu tartışılmıyor. İnsanlarımız nasıl olurda kendi sivil halkına kurşun sıkar; kendi askerini, polisini öldürür. Bu hainlik, bu nefret neyin eseridir; kimin gaflet ve ihanetinin sonucudur, bunlar hiç dile getirilmiyor.

KOLEKTİF SUÇ

Türkiye’de kolektif suç işlendi. Siyasetçi suçlu, yönetici suçlu, medya suçlu, yazarı suçlu, aydını suçlu ve halkın büyük çoğunluğu suçlu.

Şüphesiz en büyük sorumlu yıllarca bu ülkeyi yöneten, istediği zaman bir gecede yasa çıkarabilen, eğitim sistemini istediği gibi değiştirebilen, ekonomiyi keyfince yöneten iktidarlardır. Özellikle de son 14 yılda iktidarda olan, başta Erdoğan olmak üzere AKP’nin yöneticileridir.

Cemaat ne istedi ise verdiler. Cumhuriyet’in temel değerleri ile oynamaya kalktılar. Eğitim sistemini bozup, “kindar ve dindar” nesiller yetiştirmeye çalıştılar. Sadece FETO’ya değil, tüm cemaatlere her türlü kolaylığı ve imkânı tanıdılar.

Dindar nesil yetiştireceğiz dediler bu amaçla FETO’ya her türlü kolaylığı tanıdılar ama sonunda gerçek dinden sapmış, Kuran’dan çok Fethullah Hoca’nın kitaplarına inanan, Allah’a kul olacağına hoca efendiye kul olan, bu halleri ile dinden uzaklaşmış nesiller yetişti.

Kindar nesil yetiştireceğiz dediler çocukları FETO’ya teslim ettiler. FETO da çocuklarımızı insanlığa, kendi milletine, evrensel değerlere kin tutan mahlûklara dönüştürdü. Bu insanların tek duygusu kaldı: Kin. Bu insanlar sevgiyi unuttular, sevinci unuttular, hüznü unuttular, acımayı unuttular, insana ait ne kadar duygu varsa kin hariç unuttu. Kindar robotlara dönüştüler.  

AKP’ yönetimi bu robotları izledi, destekledi, ekonomik olarak güçlenmesini sağladı. Bu buram buram kin ve ihanet kokan ağacı suladı, gübreledi. Şimdi de özürler diliyor, af istiyor, cinler beni kandırdı diyor ama hesap vermiyor.

Sorumluluğunu gizlemeye çalışan iktidar askeri kışlaların önüne iş makinalarını yığıyor, askeri okulları kapatıyor, kuvvet komutanlıklarını bakanlara bağlıyor. Benim suçum yok, tüm suç askerlerin demeye getiriyor.

Bazı suçlar vardır, şikâyete tabi değildir, mağduru af etse bile suçlu hakkında ceza verilir. Bu gafletin belki de ihanetin (yargılama sonucunda belli olur) hesabını hâkim huzurunda tüm siyasetçilerin vermesi gerek. Hukuk devleti bunu gerektirir.  

SADECE YÖNETİCİLER Mİ SUÇLU

Sorumlu sadece siyaset değil, yanına medyayı da koymak gerek. Yıllarca halkın gerçek sorunlarını gündeme taşıyacaklarına ve tartışacaklarına etnik kimlik ve mezhep farklılıklarını anlatıp durdular. ABD’nin uzantıları olan FETO ve PKK örgütlerinin sözcülerini saatlerce televizyonlarda konuşturup, halkı Amerikan projelerine evet demeye hazır hale getirmeye çalıştılar.  

Kolektif suç dedik ya, halkımızın büyük çoğunluğu da suça iştirak etti. Cumhuriyetimizin kurucusu, büyük lider Atatürk’ün ilkelerini bir kenara bıraktı, mahallenin imamını, cemaatin şeyhini, hoca efendileri kendisine rehber edindi.

Kendisini kulluktan çıkarıp özgür ve eşit vatandaş yapan Cumhuriyet’in nimetlerinden faydalanacağına,  Cumhuriyet ile hesaplaşması olan ve Cumhuriyet’in temellerini sarsmaya çalışanları iktidara taşıdı.

FETO da, PKK’da esas olarak son 14 yılda güçlendi, büyüdü ve büyük bir tehdit haline geldi. Halkımız da ısrarla 14 yıldır aynı iktidarı başında tutuyor. Karşılaştığı sorunların sorumluluğunu da eski iktidarlara veya şimdiki muhalefete yüklüyor.

Halkımız artık yaptığı seçimlere çok daha fazla dikkat etmelidir. Kuzuya kurt teslim edilmez.
  

Artık herkes aklını başına almalıdır. Kurtuluş, “yeni Türkiye’de değil”, “yeniden Türkiye Cumhuriyeti”ndedir. 

Tutulacak yolu Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken belirlemiştir. Çare Atatürk yoluna girmekten geçmektedir.  

12 Ağustos 2016 Cuma

“İKİ AYYAŞ”IN İZİNDE

Yıl 1964, Kıbrıs’ta kanlı çatışmalar başladı. Türk varlığı yok edilmek istendi. Bunun üzerine Türkiye Kıbrıs’a müdahale etme kararı aldı ve askeri hazırlıklara başladı. Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesini istemeyen ABD başkanı Johnson o zamanki başbakana bir mektup yazdı. Mektup çok sert ve kaba bir üslupla yazılmış, küçük düşürücü ifadelere yer vermişti. Bir süre kamuoyundan gizlenen mektup hem yönetim kademelerinde hem de Türk halkında büyük hayal kırıklığı yaratmıştı.

Mektup kamuoyuna açıklanınca zamanın başbakanı şu meşhur sözü söyledi: "Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de bu dünyadaki yerini alır".  Şu anda da yeni bir dünya kuruluyor ve Türkiye bu dünyada yerini alıyor. Rusya ile yakınlaşma bu açıdan çok önemlidir.

İnönü’nün bu tarihi sözünden sonra Atatürk’ün de şu ifadesini hatırlamak gerek:

SSCB ile işbirliğini Türk dış politikasının temeli yaptım. Her ne pahasına olursa olsun, Türkiye’nin bu işbirliğinden hiçbir şekilde vazgeçmemesini istedim. Görüyordum ki, devletimiz ancak SSCB ve Doğu ile daha sıkı birleşmesi halinde ayakta kalabilir.

1945’den itibaren başlayan Atlantik yolculuğumuzun sonuna geldik. Rotamız artık olması gereken yöne çevrildi. Atlantik denizinde batırılmak istenen Türkiye kendisini ancak Avrasya’da kurtarabilir. Atlantik sistemi yıllardır bize bölünün, Ermenilerin isteklerini kabul edin, Kıbrıs’ı terk edin, ekonominizi bizim direktiflerimiz doğrultusunda yönetin diye dayatmalarda bulunuyordu.

ABD güçlü ve büyük bir Türkiye istemiyor.  Onun için FETO, PKK, DEAŞ, DHKPC gibi terör örgütlerini başımıza bela ediyor. Atlantik sistemi içinde kalarak bunlarla mücadele etmek mümkün değil. Rotamızı doğru yöne çevirdik. Bu yön “iki ayyaş”ın zamanında bize gösterdiği yöndür.

İki ayyaş diyerek Atatürk ve İnönü’yü itibarsızlaştırmak isteyen kişi şimdi onların izinde yürümeye başladı.

Şimdi de Atatürk’ün en büyük takipçisi ve Kemalist devrimin en büyük savunmacısı Vatan Partisi başkanı Doğu Perinçek’e kulak verelim:

DOĞU PERİNÇEK’İN TESPİTLERİ


“Atlantik sistemi, Türkiye’yi bölmeye kalktı. Türkiye, bölünme tehdidini hendeklere gömdü.

Atlantik sistemi, 1990’lı yıllarda “Kemalizmin sonu geldi” diye ferman buyurmuştu. Türkiye, “Ferman Washington’un ise Atatürkçülük bizimdir” dedi. Atatürk, kendisini yıkmaya kalkışanları bile teslim almıştır. Yaşanan olay budur.

Vatan Savaşı, önce ABD’nin piyonlarını hendeklere gömdü. Arkasından ABD’nin FETÖ darbesini millet ve devletin topyekûn mücadelesiyle bozguna uğrattık. Ve Türkiye artık geleceğini Avrasya ufuklarında aramaktadır.

Rus uçağının düşürülmesinden bu yana daha bir yıl geçmedi. Artık Rusya Türkiye’nin stratejik ortağı konumundadır. Erdoğan-Putin görüşmesi sıradan bir buluşma değildir. Stratejik bir dönemin başlangıç noktasıdır.

Türkiye, Avrasya çağına girmektedir.

Türkiye’nin toprak bütünlüğünün güvenceleri, Avrasya ittifakı içindedir.

Türkiye’nin bağımsız ve özgür yaşama kararı, ancak Avrasya coğrafyasında hayata geçirilebilir.

Türkiye’nin yeniden üretim ekonomisine yönelmesi, ancak Avrasya rotasındadır.

Güçlü Ordu Güçlü Türkiye, Avrasya’da varlığını gösterir.

Komşularımızla barışın anahtarı, Batı Asya Birliği’dir ve Avrasya Birliği’dir.

Aslında şu yaşadıklarımız, bir devrim sürecinin içine girdiğimizi gösteriyor.

Artık Türkiye, Atlantik sisteminin içine sığmıyor.

Türkiye, yeniden Atatürk Devrimini tamamlama sürecine girmenin sancılarını yaşıyor. Türkiye’nin mecburiyetleri hükmünü yürütmektedir. Vatan Partisi’nin “Vatan Savaşından Millî Hükumete” sloganı hayata geçmektedir.”

Bu süreç, elbette kendi hükumetini de yaratacaktır. Millî Hükumet, Türkiye’nin ufkundadır.”


11 Ağustos 2016 Perşembe

ATATÜRK’ÜN İZİNDE OLMAK

15 Temmuz günü millet olarak çok büyük saldırıya uğradık. Saldırı doğrudan doğruya Türkiye Cumhuriyetini yıkmaya, milli egemenliği ve bağımsızlığımızı yok etmeye yönelikti. Amerika’dan ve onun içimize bir hançer gibi sapladığı FETO terör örgütünden kaynaklanan tehdit çok büyüktü ve doğrudan iç cephemizi düşürmeye yönelikti.

Atatürk yıllar önce iç cephenin önemine işaret etmişti:

“Önemli olan, memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren, iç cephenin çökmesidir. Bu hakikati bizden daha iyi bilen düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için yüzyıllarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar. Bu güne kadar bunu başarmışlardır da. Gerçekten, “kaleyi içinden almak” dışından zorlamaktan çok kolaydır. Bu maksatla içimize kadar girebilen bozguncu mikroplar, ajanların bulunduğunu iddia etmek yerinde olur.”

15 Temmuz’da  harekete geçenler Atatürk’ün işaret ettiği “içimize kadar girebilen bozguncu mikroplar, ajanlar”dı. Bu bozguncu ajanları içimize sokan ise Amerika’ydı.

Bu büyük tehdit karşısında milletimiz ve yöneticilerimiz bilerek veya bilmeyerek Mustafa Kemal Atatürk’e ve onun ilkelerine sığındı, onun yol göstericiliğinden faydalandı. İnsanlarımız meydanlarda Türk bayrağı altında birleşti ve milli irade ve demokrasi nöbeti tuttu.

Belki bir kısmı farkında değildi ama bu nöbeti Atatürk’ün izinde oldukları için tutuyorlardı.

Savundukları iki şey vardı: Milli egemenlik ve bağımsızlık. Peki, Atatürk’e göre millet ve Cumhuriyet neye dayanıyordu:

“Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümetinin milletten aldığı veçhile istiklâl-i tam, hâkimiyet-i Milliye umdelerine istinaden milleti zengin, memleketi mamur etmekten ibarettir.

Bu umde icabı bütün cihan bilmelidir ki, artık Türkiye halkı; hâkimiyetini hiçbir şahıs ve makama veremez. Hâkimiyet demek şeref demek, haysiyet demektir. Bir milletten bu evsaf-ı medeniye ve insaniyesinin terkini talep etmek onu insanlıktan çıkarmak demektir. Milletimiz bu iki esasa istinat eder.

Atatürk’ün milli egemenlik üzerine söylediği şu sözleri hatırlanırsa, meydanları dolduran halkın bilinçli veya bilinçsiz olarak Ata’nın izinde olduğu net bir şekilde anlaşılır:


“Hiç şüphe yok, devletimizin ebedi müddet yaşaması için, memleketimizin kuvvetlenmesi için, milletimizin refah ve mutluluğu için, hayatımız, namusumuz, şerefimiz, geleceğimiz için ve bütün kutsal kavramlarımız ve nihayet her şeyimiz için mutlaka en kıskanç hislerimizle, bütün uyanıklığımızla ve bütün kuvvetimizle millî egemenliğimizi muhafaza ve müdafaa edeceğiz.”

“....bir millet kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını temin etmezse şunun, bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Bu sebeple teşkilâtımızda millî güçlerin etken ve millî iradenin hâkim olması esası kabul edilmiştir. Bugün bütün cihanın milletleri yalnız bir egemenlik tanırlar: Millî egemenlik..”

Meydanlarda tutulan demokrasi nöbetlerinin tek adam egemenliğine dönüşmemesi gerekir. Saltanat kaldırılmasaydı millet egemenliği de demokrasi de olmazdı.  

Atatürk’ün şu sözü de kulaklar küpe olmalıdır ve hiç kimse kendisini TBMM’nin üstünde görmemelidir ve hiç kimse saltanat hayalleri kurmamalıdır.

"Türkiye Büyük Millet Meclisinin haricinde hiçbir makam, millî mukadderata hâkim olamaz. Bütün kanunların düzenlenmesinde, her nevi teşkilatta, idarenin bütün teferruatında, genel eğitimde, iktisadî işlerde, millî egemenlik esasları dâhilinde hareket olunacaktır. Saltanatın ilgası hakkındaki karar değişmez kuraldır."

15 Temmuz tarihinde başlayan olaylar Atatürk’ün büyüklüğünü ve onun ilkelerinin vazgeçilmez olduğunu milletimize bir kere daha gösterdi.

Dün iki ayyaş diye Atatürk’ü ve İnönü’yü itibarsızlaştırmak isteyenler Atatürk’ün kalpaklı fotoğrafının altında toplantı yapmaya ve onun ilkelerini savunmaya mecbur kaldı.


“İki ayyaş”dan birisi olan İnönü, yıllar önce ABD başkanı Johnson’a “Dünya yeniden kurulur ve Türkiye bu yeni dünyada yerini alır” demişti. Ne garip tecellidir ki, şimdilerde uygulanmaya başlanan dış politika da İnönü’nin bu sözü doğrultusunda gelişiyor. 

8 Ağustos 2016 Pazartesi

TÜRK MİLLETİ BÜYÜKLÜĞÜNÜ GÖSTERDİ

7 Ağustos 2016 Cumhuriyet tarihinin en önemli günlerinden birisi oldu. Etnik köken farklıkları ile mezhep farklılıkları ile ve oy verdikleri siyasi parti farklılıkları ile bölünmeye çalışılan Türk Milleti tüm dünyaya bölünmez bütünlüğünü ilân etti. Sadece bölünmez bütünlüğünü değil, millet olarak toplanılacak yerin Türk bayrağının altı olduğunu da gösterdi.

Bu bir şahlanış hareketiydi. İnsanları oraya getiren güç vatan sevgisi ve canları gibi sevdikleri vatanına karşı dış ve iç tehdit algısı oldu. Bu vatan sevgisi ve tehdit algısı İstiklâl Savaşı ruhunun yeniden canlanmasını sağlamıştı.

Adeta 1919 yılında yayınlanan Amasya Tamimi yeniden tüm dünyaya duyuruluyordu: “Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir. Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”

Ve 5 milyon insan o gün bilerek veya bilmeyerek büyük önder Atatürk’ün tam bağımsızlık ve milli egemenlik ilkesini savundu. Liderler ise, “ 'Gazi Mustafa Kemal, İstiklal marşı, Kurtuluş savaşı, tek bayrak tek vatan” demek zorunda kaldı. Erdoğan’ın ağzından yıllarca duymadığımız Türk Milleti ve Atatürk gibi sözcükleri duymak da bizi memnun etti.

LİDERLER YETERSİZ KALDI

Erdoğan darbecilerden söz etti ama darbecilerin arkasındaki Amerika’dan bahsetmedi. İstiklâlden söz etti ama bağımsızlığımıza kast eden düşmanın kim olduğunu tam olarak açıklamadı. Atatürk’ün birkaç meşhur sözünü tekrar etti. Birkaç şiir okuyarak halkı coşturmaya çalıştı o kadar.

Darbe girişiminin arkasında kim var, hangi ülkelerden destek alıyorlardı, bu darbecilerin tam olarak amaçları neydi, bundan sonra Türkiye ne gibi tehlikelerle karşı karşıya kalabilir, bu tehlikelere karşı ne gibi tedbirler alınmalıdır;  bütün bunlarla ilgili tatmin edici bir sözü hiçbir liderden duymadık.

Bağımsızlıktan söz edildi ama bağımsızlığımızı kim tehdit ediyor, söylenmedi.

Erdoğan’ın Türk Ordusu üzerinde hükumetin  KHK’lerle yaptığı tasarrufları savunması ise, hiç doğru olmadı. Savunma da çok yetersiz kaldı.  

TSK ile ilgili yapılan düzenlemelerin, darbeci generaller tarafından daha önce hazırlanan bir raporla örtüşmesi ve AB’nin Türk ordusu sivilleşmelidir adı altında bizden talep ettikleri isteklerle benzerlik göstermesi bu düzenlemelerin çok aceleyle yapıldığını gösteriyor. Umarız, Sayın Erdoğan bu düzenlemeleri hükumet ile birlikte yeniden değerlendirir ve tecrübeli komutanların da görüşlerini alarak hatadan dönülmesini sağlar.   

ÇARE ATATÜRKTÜR, ÇARE EĞİTİMDİR

Türk milleti olarak bir daha bu şekilde darbe teşebbüslerine ve bağımsızlığımızı tehdit eden kalkışmalara maruz kalmamak için yapılması gereken şey Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkmaktır.

Vatan bütünlüğü, “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” anlayışı, tam bağımsızlık, milli egemenlik, laiklik, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayırımı, kanun önünde eşitlik, bilimin aydınlığı vazgeçilmez değerlerimiz olmalıdır. Bu değerleri kaybedersek vatanımızı da, bayrağımızı da,  özgürlüğümüzü de, namusumuzu da kaybederiz.

Çocuklarımızı ve gençlerimizi bu değerlere sahip çıkacak şekilde yetiştirmeliyiz. Dış tehditlere de iç tehditlere de karşı en önemli savunma stratejimiz bu olmalıdır. 

Çare Atatürktür, çare eğitimdir.


3 Ağustos 2016 Çarşamba

DEMOKRASİ NÖBETÇİLERİNE!

Meydanlarda demokrasi nöbeti tutan arkadaşım,
Seni takdir ediyorum, bugün için en vaz geçilmez değerlerimizden birisidir demokrasi. Peki, kahraman arkadaşım sen bu demokrasiyi kimlere borçlu olduğumuzu ve demokratik yönetimin asgari şartlarını biliyor musun?

İzninin olursa, anlatayım. Biz bu demokrasiyi Tayyip Erdoğan’a borçlu değiliz; Erdoğan sadece demokrasiden faydalanıp başbakan ve cumhurbaşkanı olan bir kişidir.

Biz demokrasiyi çok büyük kahramanlara ve fikir adamlarına borçluyuz.

DEMOKRASİ NASIL GELDİ?

Demokrasiye giden adımlar 1876 yılında I. Meşrutiyet’in ilanı ile atılmaya başladı. Bunu 1908 II. Meşrutiyet, 1920 TBMM’nin açılması ve en nihayet 29 Ekim 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması takip etti. Böylece padişahlıktan milli egemenliğe dayalı demokratik devlet yapısına geçmiş olduk.

Biz bu demokrasiyi, Namık Kemallere, Mithat Paşalara, Talat Paşalara, Genç Osmanlılara, İttihatçılara, Ziya Gökalplere, Yusuf Akçuralara, Ömer Seyfettinlere, Mehmet Akifler ve en önemlisi Mustafa Kemallere ve başta İsmet İnönü olmak üzere Atatürk’ün silah ve devrim arkadaşlarına borçluyuz.

Türkiye’de demokrasi Atatürk devrimlerinin bir sonucudur. Atatürk devrimleri olmasa sen bugün demokrasi nöbeti tutacağına meydanlarda padişahım çok yaşa der gezerdin.

DEMOKRASİNİN ŞARTLARI

Saygı değer demokrasi nöbetçisi arkadaşım, tutuğun nöbetin hakkını vermen için demokrasinin asgari şartlarını bilmen ve göz önünde tutman gerekiyor. Haddim olmayarak hatırlatmak isterim.

Demokrasi için en önemli husus bir vatana sahip olmaktır.  Bak, 15 yıllık yönetimin yanlışlıklarından dolayı vatanımızın bir kısmı tehlike altında. Güneydoğumuz bizden koparılmak isteniyor. Kahraman askerlerimiz, polislerimiz ve korucularımız göğüslerini bombalara, kurşunlara, roketlere siper etmişler vatanı savunuyorlar.

Kahraman askerlerimiz, tankımız, topumuz, uçağımız, füzemiz olmazsa sen nasıl vatanı korursun? Vatan elden gittikten sonra demokrasi mi kalır?

TSK’nin tek adama bağlanması nihayette diktatörlüğü getirebilir, buna da dikkat et.

Demokrasinin özü tam bağımsızlık ve milli egemenliktir. Devletimiz AB’ye, ABD’ye şu veya bu şekilde bağımlı olduğu sürece gerçek demokrasi olmaz. Sen bir yandan ülkenin bağımsızlığını korurken diğer yandan da egemenliği milletten alıp tek şahsa devretmek isteyen hainlere karşı da mücadele etmen gerekiyor.

Bazı kendini bilmezler Osmanlı devletini yeniden kurmaya çalışıyor. Bunların niyeti başımıza yeni bir padişah getirmek. Bunlara sakın kanma, milli egemenlikten asla vaz geçme.

Dikkat et, demokrasi nöbetin tek adam egemenliğinin ve haksız kazançların bekçiliği durumuna dönüşmesin.

Demokrasi özgürlükler rejimidir. İnsan hak ve özgürlüklerinin olmadığı ülkelerde demokrasiden söz edilemez. Bugünlere medya belirli ellerde toplandığı için senin haber alma özgürlüğün kısıtlı durumda. Bazı gafil ve hain yazarlar seni kandırmaya çalışıyor. Her okuduğuna ve her duyduğuna inanma; araştır, soruştur ve farklı kanallardan haber almaya çalış.

Demokrasilerde laiklik çok önemli. Laik devlet düzeni olmazsa, demokrasi olmaz. Milli birlik olmaz. Laiklik karşıtı söylemlerin iki amacı var; mezhep farklılıklarını ileri sürüp milleti bölmek ve egemenliği senin elinden alıp sözüm ona Allah adına hareket eden birisine devretmek. İki durumda da demokrasi kalmaz, sen de vatandaşlıktan çıkar köle olursun.

Devletin 3 kuvveti var: Yasama, yürütme ve yargı. Bu üç kuvvet birbirinden ayrı olmalı ve bağımsız hareket edebilmelidir. Bu üç kuvvet tek bir kişide toplanırsa artık demokrasiden söz edilemez. 

Makamı ve mevkii ne olursa olsun, herkes yargıya hesap vermelidir.

Yargı bağımsız olmalı ve vatandaşlar da yargı önünde eşit olmalıdır. FETO terör örgütüne yardım ettiği için bir memur açığa alınıyor da “ne istedilerse verdik” diyen devlet adamları yargı karşına çıkarılmıyorsa eşitlik yoktur, demokrasi sakattır. Sen de bu sakat demokrasinin nöbetini tutuyorsundur.

Demokrasilerde yargı yönetimi denetlemelidir. Yönetimin idari tasarruflarını Danıştay, mail tasarruflarını da Sayıştay denetleyemiyorsa, demokrasi gene sakatlanmış demektir. Madem demokrasi nöbeti tutuyorsun, buna dikkat et bakalım!..

Milli irade hür seçimlerle ortaya çıkar. Şimdiki seçim ve siyasi partiler kanunu demokrasiye aykırı hükümler taşıyor. % 10 seçim barajının olduğu bir ülkede milli irade tam olarak tecelli etmez. Hazır demokrasi nöbeti tutuyorken bu hususta da yetkilileri uyar, onlara baskı yap ve antidemokratik yasaları değiştirmelerini sağla.

Demokrasilerde fikir hayatının ve bilimin özgür olması gerek. Üniversitelerin özerk olmadığı ülkelerde bilim gelişmez. Bilim gelişmezse ve düşünce özgür olmazsa halk aydınlanmaz. Aydınlanmayan halk şarlatanların, demagogların peşinden gider. Milli irade sağlıklı oluşmaz.

Kıymetli nöbetçi arkadaşım, demokrasinin de, özgürlüğün de teminatı Türkiye Cumhuriyetidir.


Gerçekten demokrasi nöbeti tutacaksan, Türkiye Cumhuriyetine sahip çık ve onu koru, kolla. O senin yegâne teminatındır; bunu asla unutma.