31 Mayıs 2020 Pazar


YALAN NEHRİ: SOSYAL MEDYA

Facebook’da, Twitter’da hesaplarım var, çok sayıda WhatsApp grubuna da üyeyim. Covid 19 günlerinde bunları daha sık takip edebildim. Gördüğüm manzara şu: Sosyal Medya yalanlarla kirlenmiş bir nehre dönüşmüş ve bu nehir sürekli yalan yanlış bilgiler, videolar, fotoğraflar, yorumlar taşıyor.

Sosyal medyanın bu kadar yaygın kullanılmadığı dönemlerde Amerika, yalanlarını televizyonlar ve gazeteler ile yayardı. ABD medyası her yıl milyonlarca haber, fotoğraf, yorum, başyazı, köşe yazısı ve makaleyle diğer ülkeleri etkisi altına alırdı. CIA’nın Amerika içerisinde ve etkisi altına almak istediği ülkelerde yüzlerce gazete, dergi, haber ajansı ve yayınevinin doğrudan sahipliğini yapıyordu. Bu durum değişmedi ama devreye sosyal medya girdi ve Amerika’nın trolleri iş başı yaptı.

Yakın zaman öncesine kadar yayın hayatında olan Saman Yolu TV’nin, Taraf ve Zaman gazetelerinin sahibi FETÖ gözükse de asıl sahip CIA’ydı.

15 Temmuz’dan sonra bu yayın kuruluşları kapatılınca, dezenformasyon görevini sosyal medya yüklendi. Her gün yüzlerce mesaj, yalan haber, sahte videolar WhatsApp, Twitter, Facebook ve İnstagram aracılığı ile piyasaya sürülmeye başlandı.

PSİKOLOJİK SAVAŞ ARACI OLARAK SOSYAL MEDYA

Her çatışmanın bir psikolojik savaş boyutu vardır. Türkiye psikolojik saldırı altındadır. Bu saldırılar, etnik kimlik ve mezhepçilik üzerinden milli birliğimizi bozmaya, devlete ve orduya olan güveni sarsmaya, dini değerlerimizi yıpratmaya, millet ve memleket sevgimiz yok etmeye hedeflemiştir.

İnsanlar, tıpkı Nasrettin Hoca’nın komşusunun tenceresinin doğurduğuna inanması gibi işlerine gelen hususlara çok kolay inanırlar. Algı oluşturucuların en fazla yararlandığı zaafımız budur. Bu zaaf insanları tuzağa düşürür.

Bu tuzağa da en fazla iktidar karşıtları düşüyor. İktidarı kötüleyen, yıpratan her habere doğruluğunu araştırmadan hemen inanıyorlar ve inanmakla da kalmayıp kendi hesaplarından paylaşıyorlar. Sonuçta çok yanlış algılar oluşuyor. Bu da iktidarın son yıllardaki icraatlarından şikayetçi olan ve kendisine bağlı bir iktidar modelini oluşturmaya çalışan Amerika’nın işine geliyor.

15 Temmuz’dan sonra bu bilgi kirliliğinin artması ve yalan haber trafiğinin yoğunlaşması işin içinde FETÖ’nün olduğunu net olarak gösteriyor. 15 Temmuz gecesi Türkiye’de arzu ettikleri yönetimi devletin başına geçirmek isteyen Amerika’nın silahlı güçleri ezilince, planlarını değiştirdiler. Darbe ile arzu ettikleri bir iktidarı oluşturamayacağını anlayan Amerika, psikolojik savaş yürüterek bunu başaracağını sanıyor ama yanılıyor.

İstediği kadar sosyal medya yalanlarını bir nehir gibi içimize akıtsın, isterse siyasetteki ve medyadaki adamlarını organize ederek ittifaklar oluştursun, Amerika’nın Türkiye’de iktidarı belirleme gücü kalmamıştır.

Biz buradan Atatürkçüyüm, milliyetçiyim, muhafazakârım diyen vatandaşlarımızı uyarıyoruz: Emperyalizmin oyununa gelmeyin. Şunu da unutmayın; Atatürkçülüğün de milliyetçiliğin de muhafazakârlılığın da temelinde emperyalizme karşı olmak vardır. Size gelen haberleri, resimleri bilgileri akıl süzgecinden geçirin, araştırın, soruşturun. Amerika’nın yalan haberlerine inanıp, onları sosyal medya üzerinde yaymayın. Aksi takdirde emperyalizmin sözcüsü ve maşası haline gelirsiniz.

26 Mayıs 2020 Salı


BATI’NIN BATI ASYA MERAKI

Kapitalizmin gelişmesiyle ortaya çıkan emperyalizmden çok daha önce sömürgecilik vardı. Sömürgecilik, bir toplumun coğrafi ve etnik olarak uzak başka toplum tarafından bir iktidarca yönetilmesidir. İngiltere, Portekiz, Amerika, Hollanda, Belçika sömürgeye dayanan büyü imparatorluklar kurdular. Yüz yıllarca diğer halkları sömürdüler ve egemenliklerini sürdürmek için acımasızca katlettiler, işkenceler yaptılar. İnsanların hem topraklarını hem mallarını hem de canlarını aldılar.

Katliamlar söz konusu olduğunda, ortaya yüce amaçlar sürülür. Gerçek amaç hep gizlenir. Bunun en iyi örneği Haçlı Seferleri’dir.

Avrupa’nın Batı Asya merakı çok uzun yıllar öncesine dayanır. Birinci haçlı seferi ile başlayan büyük akınlar yaklaşık yüzyıl kadar sürmüştür. Haçlı seferleri dinsel amaçlara bağlanmıştı. Kudüs dinsizlerin elinden kurtarılacak ve Bizans’a yardım edilerek Anadolu’daki Türk yerleşimine engel olunacaktı. Gerçek sebep ise, toprak ve öteki zenginlikleri elde etmekti.

Art arda seferler yapıldı. Kudüs işgal edildi. Edilmesine edildi ama yerel halkın uzun soluklu direnci ve karşı koyması sert oldu. Saldırganlar sürekli kayıp vermeye başladılar. Sonunda, Akdeniz kıyısı boyunca birkaç tutanak noktasına geri çekilmeye mecbur kaldılar.

Bu yerleşim yerlerinden en önemlisi, şimdiki İsrail’in kuzeyinde bulunan Akra oldu. Ancak 1291 yılında o da Müslümanların saldırısına uğradı. Olaylar Vietnam’daki duruma çok benziyordu. Amerikalılar Vietnam’dan nasıl kaçtılarsa, bu yabancı istilacılar da aynı şekilde kaçıp kurtulmaya çalıştı. Kaçamayanlar cezalarını bir şekilde ödediler.

Sefere katılan bu silahlı din adamlarının bazıları ise ‘Kutsal Topraklara’ gelen hacılar için yapılar inşa ettiler. Bazıları iki yüz yıl kadar bu şatolarda kaldılar ve çıban başı oldular. Tanrıya hizmet bahanesi ile korsanlık bile yaptılar. Bu şatoların en meşhuru Suriye’nin batısında yüksek bir dağda inşa edilmiş olan Krakdes Chevaliers şatosudur. İsrail de bugünün çıban başı olarak, sömürgecilerin devamı gibi davranıyor.  

DÜN SÖMÜRGECİLER VARDI BUGÜN EMPERYALİSTLER VAR

Evet! Dün sömürgeciler Batı Asya’ya saldırmıştı, bugün de emperyalistler. Gene kutsal değerler ve yüce amaçlar bahane oldu. Saddam ve Esat diktatördü, halklarına zulmediyorlardı. Üstelik Irak’ın elinde bulunan nükleer ve kimyasal silahlar insanlık için büyük bir tehdit oluşturuyordu.

Amerika ve dünya kamuoyu bu yalanlara inandırıldı ve Amerika’nın başını çektiği emperyalist saldırı başladı. Amerika art arda iki kere Irak’ı işgal etti. Irak’ı da yetinmedi, Büyük Ortadoğu Projesi adı altında 22 ülkenin yönetimlerini ve sınırlarını değiştirmeye kalktı.

Güya diktatörlüklere son verecek, insan haklarını önleyecekti. Ama olan bölge halkına oldu. İki milyona yakın insan canından oldu. Evini, yurdunu terk etmeye mecbur kaldı. Bölgeyi kan ve barut kokusu sardı. 

Esas amacı ise, bölgenin zengin petrol ve doğal gez zenginliklerine el koymak, İsrail’in güvenliğini sağlamak ve İran’dan Akdeniz’e kadar uzanan, adına Kürdistan dediği ikinci İsrail devletini kurmaktı. Amacına tam olarak ulaşamadan bölgeden askerlerini büyük ölçüde geri çekti. Tıpkı yüzyıllar öncesi Haçlıların çekip gittiği gibi pılısını pırtısını bırakıp gitti, gitmeye de devam ediyor.

“DÜŞÜK YOĞUNLUKLU, UZUN VADELİ ÇATIŞMA”

Amerika kendi askerlerinin büyük kısmını geri çekti ama yeni bir strateji uygulamaya başladı: “Düşük yoğunluklu, uzun vadeli çatışma”.

Bu çatışma tarzında Amerika kendi askerlerinden çok, eğittiği, danışmanlık yaptığı, parasal olarak desteklediği, silahlandırdığı örgütleri kullanıyor. Bu bakımdan, bu çatışma modeline “vekalet savaşı” da denebilir. PKK, YPG, PYD, DEAŞ, Amerika’nın taşeron savaşçılarıdır.

Amerika’nın bu örgütleri kullanmaya, desteklemeye devam etmesini ve Amerika’ya tabi bir iktidar oluşturmak için gösterilen gayretleri bir arada düşününce, ‘İkinci İsrail’ projesinden vazgeçilmediği ama uzun vadeye yayıldığı anlaşılıyor.

UZATMAYALIM BİTİRELİM

Düşük yoğunluklu çatışma uzadıkça, Amerika ve İsrail’in şansı artar. Amerika’nın beklentisi Türk halkının bu çatışmalardan bıkmasını ve ‘ver kurtul’ aşamasına gelmesini sağlamak ve devam edip giden bu çatışmalardan ve oluşan ekonomik krizden de yararlanarak kendisine tabi bir yönetim oluşturmaktır. Bu şekilde, amacına ulaşmış olacaktır.

Türkiye bu oyunu bozmalıdır. Suriye’nin kuzeyine yerleşmiş bir terör unsurlarını bir an önce yok etmelidir. Suriye’nin kuzeyinde ikinci bir ‘Krakdes Chevaliers’e izin vermemelidir. Bunun için, başta Suriye olmak üzere bölge ülkeleri ile askeri dahil her türlü işbirliğine girmelidir. Amerika ve İsrail’in bu projesine dur demenin en iyi yolu budur.

Bu işbirliği sağlanırsa, sonuç, yüzyıllar öncesindeki haçlı seferlerindeki gibi olacaktır. Batı Asya, tüm yer altı ve yer üstü zenginlikleri ile bölge ülkelerine ait olacak, Amerika bu bölgede söz sahibi olmaktan çıkacak, İsrail’in genişleme planları da suya düşecektir.

17 Mayıs 2020 Pazar


19 MAYIS’TA ATATÜRK’Ü ANMAK

Türk Milleti’nin 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutluyorum.

19 Mayıs 1919, Türk Devrim tarihinin en önemli günlerinden birisidir. Öyledir çünkü, milletimizin büyük devrimci önderi Mustafa Kemal Paşa ve ona inanmış bir avuç vatanseverin Samsun’a çıkması ile birlikte Türk Bağımsızlık Savaşının ikinci dönemi başlamış oldu.

19 Mayıslarda Atatürk’ü anmak ve günümüzün sorunlarını onun ışığında değerlendirmek çok önemli. Bu bayramın ruhu da bunu gerektirir.

BAZILARI ATATÜRK’Ü NASIL ANACAK

Atatürk’ü Can Dündar’dan, Yılmaz Özdil’den öğrenenler çok muhtemeldir ki Atatürk’ü şöyle anacaklardır:

Atatürk’ün suya sabuna dokunmayan bazı sözlerini paylaşırlar. Çocukları çok sevdiğini, çok iyi giyindiğini, ayakkabılarının hep boyalı olduğunu, çok yalnız bir hayat yaşadığını, çok müşfik birisi olduğunu, rakıyı leblebi ile, içtiğini, kahveyi şekerli sevdiğini filan birbirlerine anlatırlar. Hayran oldukları Batı’nın hayat tarzına uyup yaşayarak Atatürkçülük yaptıklarını sanırlar.

ATATÜRK’Ü EYLEMLERİ İLE ANMAK GEREK

Kemalizm’i anlamadan Atatürk anılırsa eksik ve yanlış olur. Atatürk’e ‘Kemalizm’ nedir diye sorulduğunda ‘Yaptıklarımızdır’ diye cevap vermiştir.

Atatürk’ün yaptıkları denince, onun üç önemli eylemi akla gelir: Emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı, egemenliği padişahtan alıp millete vermek ve Türkiye halkını ümmet aşamasından millet aşamasına dönüştürmek.

Bütün bunlar iç içe geçmiş, birbirinden bağımsız olmayan eylemlerdir. Bunların birleşim ise, Türk Devrimi’dir.

Atatürk’ün yaptığı bu büyük devrim maalesef kurtuluş savaşının gölgesinde kaldı. Çocuklarımıza Atatürk’ün devrimci kimliğini tam olarak anlatamadık. Onu, bir savaş kahramanı olarak bıraktık. Savaşın ise, Yunanistan ile bizim aramızda olduğunu anlattık. Kurtuluş savaşımızın emperyalizme karşı kazanıldığını adeta gizledik.

Bugünlerde bunun acısını çekiyoruz; kendisini Atatürkçü ilan eden bazıları, maalesef emperyalizmin planlarında piyon olabiliyorlar ama haberleri yok!

Çocuklarımızın ve gençlerimizin hatta herkesin şunu bilmesi gerek: Cumhuriyet devrim demektir; cumhuriyetçilik ise devrimcilik.

DÜN DE BATICILAR VARDI BUGÜN DE VAR

Mütareke döneminde, İngiltere’nin Reuter ve Fransa’nın Havas ajansı Ankara’daki vatanseverlerden Kemalistler olarak bahseder. Kemalist sözcüğü de bu şekilde siyaset literatürüne girmiş. İstanbul’daki Batıcı hainler bu kelimeyi hemen kabullenmişler ve Mustafa Kemal Paşa’yı destekleyenleri ‘Kemalist’ ve ‘milliyetçi’ diye aşağılamaya çalışmışlar.

Bugün de bakıyoruz, gönülden ve cepten Batı’ya bağlı olanlar, bölücüler, şeriatçılar ‘Kemalist’ ve ‘ulusalcı’ sözcüklerini gerçek Atatürkçüleri aşağılamak için kullanıyorlar. Daha da acısı, Atatürk’ün kurduğu partiden Kemalistleri ve ulusalcıları ihraç ediyorlar.

KALKIŞMALAR VE ATATÜRK

Madem ki Atatürk’ü anıyoruz, bugüne ışık tutması için onun iç isyanlara karşı tavrını da hatırlayalım.

Bağımsızlık savaşı verdiğimiz yıllarda ve daha sonrasında çıkan kalkışmalara bakıyoruz, hepsinde emperyalist güçlerin parmağı var. Taktikleri ise, etnik farklılıkları kaşıyarak ve din elden gidiyor propagandası yaparak insanları isyana teşvik etmek. Düzce, Şeyh Sait, Seyit Rıza isyanının özünde emperyalistlerin parmağı olduğu açık.

Atatürk bu isyanları en sert biçimde ezmiş, asla müsamaha göstermemiş ve isyanın elebaşlarını da asmıştır. Bu tavır tam bir devrimci tavırdır. Devrimden tavizler verilerek Cumhuriyet korunamaz.

Gelelim günümüze, PKK ve FETÖ iki kanlı örgüt; ikisi de Türkiye’yi bölmek ve egemenlikleri altına almak için emperyalistlerin kullandığı birer araç. İkisi de karşı devrim hizmetçisi. Dünün Batıcıları gibi bugünün Batıcıları da devrimden yana değil, emperyalizmden yana bir tavır içindeler. Ne acıdır ki, bunu da sırtlarına Atatürk resimli tişörtler giyerek ve ellerinde Atatürk posterli bayraklar sallayarak yapıyorlar. Karşı devrimin enstrümanı haline gelmişler.

KARŞI DEVRİM

Atatürk ancak devrimlerle anılır. O, dünyanın en büyük devrimcilerinden birisidir. Türk Devrimi’nin özünde Müdafaa-i Hukuk vardır. Müdafaa-i Hukuk yani başta Türk milleti olmak üzere mazlum milletlerin haklarını savunmak ve korumak. Bunun iki ayağı var: İstiklal-i Tam ve Hakimiyet-i Milliye. O günkü şartlar içerisinde bu amaca milli demokratik devrim ile ulaşılmış.

Atatürk’ün vefatından itibaren, onun devrimci anlayışı kaybolmuş hatta karşı devrim diyebileceğimiz gelişmeler olmuştur: Topraklarımızda yabancılara üs verdik, ikili anlaşmalar yaparak bağımsızlığımızı zedeledik, milli ordumuzu yabancı güçlerin emrine verdik, ekonomimizin milli özelliğinden tavizler verip yabancı sermayeyi söz sahibi kıldık. Ve bunları da Atatürkçü geçinen yönetimlerin zamanında yaptık. Sözüm ona Atatürkçülerin, günümüzde de bu eylemleri savunmaya devam etmesi gerçekten ibret verici!

Oysa bakın Atatürk ne diyor: “Milletimizin kurduğu yeni devletin mukadderatına, istiklâline, unvanı ne olursa olsun hiç kimseyi müdahale ettirmeyiz! Milletin kendisi, kurduğu devleti ve onun istiklâlini muhafaza ediyor ve ilelebet edecektir.”

Bir ayakları Amerika’da, diğer ayakları Londra’da olanların, iktidara gelmek için, Amerika’dan destek bekleyenlerin, Amerikan büyük elçisi ile ve IMF yetkilileri ile otel odalarında gizlice görüşenlerin, Amerika ile 2 sayfa, 9 maddelik anlaşma yapanlarla ittifak oluşturanların Atatürkçülüğünden ve cumhuriyetçiliğinden söz edilebilir mi?

SÜREKLİ DEVRİM
Atatürk’ün bir de şu sözlerine bakalım: “…millet zikrettiğim değişimlerin ve devrimlerin tabii ve zaruri bir hakikati olarak, umumi idarenin ve bütün kanunların, ancak dünya ihtiyaçlarından ilham almasını ve ihtiyaçlarını gelişme ve değişmeleriyle aralıksız değişmesini kabul eden ‘dünyevi bir idare’ anlayışını ‘hayati’ saymıştır.”

Bu ifade ile anlatılan ‘sürekli devrim’ değildir de nedir? Müdafaa-i Hukuk amacına, o günkü şartlar içerisinde milli demokratik devrim ile ulaşılmıştı. Yarın ‘sosyalizm’ neden olmasın?


4 Mayıs 2020 Pazartesi


3 MAYIS TÜRKÇÜLER GÜNÜ VE YENİDEN ERGENEKON

3 Mayıs, yıllardır Türkçüler günü olarak anılır. Temeli 1944 yılına kadar gider.

1940’lı yıllar, Türkiye’nin Batı sitemine bağlanmaya başladığı yılardır. Türk milleti, O günlerden bugünlere kadar bu Batı sitemi içinde çabaladı durdu.

Savunmasını NATO’ya emanet etti. Ekonomisini Batı’nın büyük sermayesinin önerileri, telkinleri hatta talimatları ile yönetmeye çalıştı. Sonuçta, bölünme, vatan topraklarımızın elimizden çıkma ve borç batağına saplanma aşamasına kadar geldik.

Batı sitemi içinde kalmamızı arzulayan, başta Amerika olmak üzere, batılı ülkeler, sürekli olarak, Rusya, korkusunu, Çin, Arap ve İran düşmanlığını pompaladılar.

Acı olan da Türk Milliyetçilerinin bu propagandanın etkisi altında kalması oldu. Rusya’yı, Çin’i lanetlediler ama  ben Türkçüyüm diyen birsinin Amerika’ya göstermesi gereken net tavrı gösteremediler. Hatta Amerika’yı dost bildiler.

O dost bildikleri Amerika üzerimize PKK’yı saldı, FETÖ marifetiyle Türkiye’mizi işgale kalktı. Kıbrıs’ı istedi, Mavi Vatan'ımıza göz dikti, fabrikalarımıza, işletmelerimiz el koydu.  

ASYA ÇAĞI BAŞLIYOR

Yeni bir dünya kuruluyor. Asya çağı başlıyor. Türkiye için de Atlantik devri kapanıyor ve Avrasya dönemi yeniden başlıyor. Türk milleti, kendisinin “Asyaî bir millet” olduğunu kavramaya başlıyor.

Amerika’nın Çin, Rusya korkusu salması boşunadır. Türk milletinin gücü ve öz güveni yükselmiştir; artık başka bir devletin etkisi altına girmesi söz konusu değildir. Türk milliyetçiliğinin de başka bir ülkenin denetimine girmesi mümkün değildir.

Şu gerçek de çok önemli: Yedi Türk devleti var, Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Kırgızistan; hepsi de Avrasya’da. 

Turan Avrasya’dır, Avrasya Turan’dır.

YENİDEN ERGENEKON

Dün demir dağları eritip Ergenekon’dan çıkan Türk milleti, şimdi de Atlantik sitemine kendisini bağlayan zincirleri eritmiş ve Avrasya’ya doğru yola çıkmıştır.

Türk milliyetçilerine düşen görev; Türkiye’nin Avrasya’nın yükselişine katkıda bulunması ve Türk milletinin yeni kurulmakta olan dünyada şerefli bir yer alması için mücadele etmektir.

Amerikan gemisine binerek Turan’a gidilmez. Türk milliyetçisiyim diyen herkesin, öncelikle Amerikan gemisinden inip, Türkiye gemisine binmesi gerekir.

PERİNÇEK UYARIYOR

Sayın Perinçek, 3 Mayıs günü, Aydınlık gazetesinde çıkan yazısında Türk milliyetçiliğinin misyonunu şöyle tarif ediyor:

“Bugün “Türkçüler Günü” olarak kabul ediliyor.

Türkçülük, daha doğru bir tanımla Türk Milliyetçiliği,

İlkel değil, çağdaştır.
Hurafeci değil, bilimseldir.
Bölücü değil, imparatorluk birikimiyle güçlü birleştiricidir.
Irkçı değil, Büyük Millet Milliyetçiliğidir.
Özel çıkarcı değil, kamucudur.
Bencil değil, paylaşmacıdır.
Mafyacı değil, halkçıdır.
Yobaz ve bağnaz değil, Aydınlanmacı ve laiktir.
Emperyalist karşı devrimin hizmetinde değil, devrimcidir.
Türk Milliyetçiliği, Türkçe konuşan bütün Avrasyalıları Avrasya’nın bütünleşmesi davası için birleştirecek ve seferber edecektir.

Türk Milliyetçiliği, Avrasya devletlerinin bağımsızlığı, Avrasya ülkelerinin toprak bütünlüğü ve halklarının refah ve özgürlüğü ile uyum içinde çalışacaktır. Avrasya’nın bağımsızlık, toprak bütünlüğü ve halkların refah ve özgürlüğü temelinde önde konumlarda olacaktır.”