30 Nisan 2015 Perşembe

VATAN NAMUS VE EMEK

Bugün 1 Mayıs, “Emek ve Dayanışma Günü”.  Tüm yurtta “İşçi Bayramı” olarak kutlanıyor. Bugün tüm emekçilerin haklarının dile getirildiği gündür, mücadele günüdür.
 
Türk işçisi şunu iyi bilmelidir: Emperyalizmin sömürüsü ve baskısı ve tehdidi  altındaki bir ülkede işçi sınıfının ekmek ve hak mücadelesi, genellikle demokrasi mücadelesinin bir parçasıdır. Demokrasi ise ancak bağımsızlık ve milli egemenlik temelinde inşa edilir.
 
O halde hangi kesimden olursak olalım, emperyalizme teslim olmamak için tam bağımsızlığa ve milli egemenliğe dayalı  milli devletimizi emperyalizme karşı savunmalıyız.
 
Emperyalistler ve onların yerli işbirlikçileri milli devletimize, vatanımıza ve emeğe saldırıyorlar. Bizi devletsiz ve vatansız bırakmak istiyorlar.

Ey emekçi kardeşim! Devletin olmazsa, vatanın olmaz. Devletin olmazsa, milletin de kalmaz. Vatan, bu açıdan millî devletin egemenliği altındaki topraklardır. Vatan, millî bayrağının dalgalandığı topraklardır, göklerdir ve denizlerdir.  
 
Küreselleşme adı altında bizi devletsiz ve vatansız bırakmak istiyorlar. Vatansız ve devletsiz işçi köleden başka bir şey değildir. İşçi haklarını savunmak için öncelikle bağımsızlığı, milli egemenliği, vatanı ve bayrağı savunmak gerekir. Bayraksız işçi bayramı kutlanmaz. Vatanı, bağımsızlığımızın simgesi olan bayrağı savunmayan hiçbir hareket emeğin namusunu savunmaz. 

Haklar, Türk bayrağının altında korunur. İşçi bayramı Türk Bayrakları altında kutlanır.
 
AKP iktidarı bir kara bulut gibi üzerimize çöktü. AKP’nin ekonomi yönetimi adı altında yaptığı uygulama, dünyanın büyük tefecilerinden sıcak para dilenmek ve komisyon almaktan ibaret. Borçlanma ekonomisi, dilencilerin ekonomisidir.
 
Bu dönemde, sanayi ve tarım gelişemedi. Samandan ete; tabak, çanaktan elektronik malzemeye kadar her şeyi ithal eder olduk. İşsizlik arttı, insanlar sokakta kaldı. Toprağa gübre, tohum atamaz olduk. Evlerimize ekmek, et götüremez olduk. Taşeron işçi olduk.
 
İşçilerin kurtuluşu emperyalizmin kontrolündeki yönetimlerden kurtulmakla başlar. Önümüzde 7 Haziran seçimleri var. Bu seçimlerde Vatan Partisi’nin iktidara gelmesi şarttır. Vatan Partisi milletimiz birleştirecek, vatanımızı, sanayimizi, tarımımızı, emekçimizi dış güçlere karşı koruyacak olan partidir.
 
Vatan Partisi,

Özelleştirmeleri durduracak;

Üretimi artırıp, işsizlere iş bulacak;

Taşeronluğa son verecek;

Kiralık işçi uygulaması kaldıracak;

Sözleşmeli personel uygulamasını bitirecek;

Geçici personel (4-C) uygulamasını bitirecek;

Ücretli öğretmenleri kadroya geçirecek, atanamayan öğretmenlerin atamasını yapacak;

Çocuk işçilik önlenecek;
Mevsimlik işçiler güvence altına alınacak.

Özel istihdam büroları kapatılacak;

İş kanunu kapsamı genişletilecek;

Kadınların ekonomik hayata katılması teşvik edilecek;

Analık izni artırılacak;

Ev kadınları sosyal güvenlik kapsamı altına alınacak;

Asgari ücret ayda net 1500 liraya yükseltilecek;

Ücretliler üzerindeki vergi yükü azaltılacak;

Temel tüketim malları ucuzlatılacak;

Kıdem tazminatı tavanı kaldırılacak;

Emeklilikte yaşa takılanların sorunu çözülecek;

Sendikalaşma hakkı genişletilecek;

Vatan partisi iktidarında emekli, dul ve yetimler saygı görecek. Vatan partisi kimsesizlerin partisi olacak.
 
Halkımıza çağrımızdır: 7 Haziran’da Vatan, emek ve namus için oylarınızı Vatan Partisine verin. Vatan partisi, vatanı, emeği ve namusu savunanların partisidir.

Eyup S. Karakaş 
Vatan Partisi Kayseri İl Başkanı

24 Nisan 2015 Cuma

“BÜYÜK FELAKET”

Şu gerçek iyi bilinmelidir:

Tarihteki en büyük katliamları ve büyük felaketleri Türk Milleti yaşamıştır. 1821 1922 yılları arasında, beş milyondan fazla Müslüman, ülkelerinden sürülüp atılmıştır. Beş buçuk milyon Müslüman, kimisi savaşlarda öldürülerek, kimisi  sığıntı durumunda iken açlık ve hastalıktan canını yitirerek, ölmüşlerdir. Bu insanların çok büyük çoğunluğu Türk'tü.

Osmanlı Devleti, Anadolu’da, Balkanlar’da, Kafkasya’da çok geniş bir alanı kaplıyordu. 1922 yılına geldiğimizde, elimizde doğu Trakya ve Anadolu kaldı. Savaşlardan, katliamlardan kaçan milyonlarca insan Anadolu’ya sığındı.

Mora isyanında, Yunanlılar yüz binin üzerinde Türkü öldürdü. Bunların büyük çoğunluğu savunmasız siviller, çocuklardı. İki Balkan Harbinde ölen Türklerin sayısı ise üç yüz binin üzerindedir. Bu rakamdan daha fazlası ile İstanbul'a, Anadolu’ya sığındı. Açlık, hastalık bu insanların kaderi oldu.

Rus yayılmacılığı hem Balkanlarda hem de Kafkaslarda yüz binlerce insanın ölümüne neden oldu. Kırım Tatarları katledildi, sürüldü. Kafkaslardaki Çerkezler, Abazalar, Balkarlar, Acarlar Rus yayılmacılığının kurbanı oldular. Yüz binlercesi öldü, yüz binlercesi kaçıp kurtuldu. Anadolu Çerkez köyleri ile doludur. Bu köyde yaşayanlar Rus katliamından kaçıp gelenlerin torunlarıdır.

Ermeni ve Rum çetelerinin 1914 yılından itibaren katlettikleri Müslüman sayısı altı yüz bin civarındadır. Erkekleri savaşa gittiği için savunmasız kalan Türk köyleri bu çetelerle basılmış, yüz binlerce insan katledilmiştir. Erzincan, Van katliamları tam bir felakettir. Bir günde binlerce insan öldürülmüştür.

Avrupa’nın ve ABD’nin  emperyalist emelleri için Afrika’da, Asya’da, Orta ve Güney Amerika’da yaptığı mezalim ve katliam insanlık suçu boyutlarındadır. Bu coğrafyalarda insanlara “büyük felaket” yaşatmışlardır, soykırımlar uygulamışlardır.

Avrupa ülkeleri ve ABD, Afrika’da yaşayan siyah derili insanlar hayvan muamelesi yapmış, hayvan avlar gibi avlayıp köle olarak çalıştırmış; mal gibi alıp satmıştır. Afrika’yı sömürge haline getirmiş, yöre halkını aç, yoksul bırakmıştır. Afrika halkının yaşadıklarıdır “büyük felaket”.

ABD emperyalist  emellerini gerçekleştirmek için Endonezya’da, Vietnam’da, Kamboçya’da milyonlarca insanın ölümüne neden olmuştur.  Güneydoğu Asya’ya “büyük felaket” yaşatmışlardır.

ABD’nin Güney Amerika’da, Orta Amerika’da yaptığı mezalim, sömürü ve katliamlar da “büyük felaket” boyutundadır. Şili’de, Paraguay’da Nikaragua’da Haiti’de yapılan katliamların boyutu, tahmin edilenlerden de fazladır. Yüz binlerce insan ölmüştür. Hem katliam yapmışlar, hem de sömürmüşler.

Çok fazla geçmişe gitmeye gerek yok, ABD ve müttefikleri kendi çıkarları için Irak’ta bir milyondan, Suriye’de de üç yüz binden fazla insanın ölümüne neden oldular.  Milyonlarca insan evinden, yurdundan, köyünden uzaklaşmak ve sefil bir hayat yaşamak zorunda kaldı. “Büyük felaket” budur işte.

ABD’nin, Avrupa’nın ve Rusya’nın bizi soykırım yapmakla, büyük felaketlere yol açmakla suçlamaya hakları yoktur. Tarihte en acımasız katliamları, mezalimleri, tehcirleri bu ülkeler yapmıştır.


Hükümet üyelerinin ve Kılıçdaroğlu’nun bu konuda verdiği beyanatlar ise, Türk Milleti’ni suçlar mahiyettedir. Ermenilerin acılarından söz edip öldürülen milyonlarca Müslümandan söz etmemeleri ve Ermeni ağzı ile konuşup “Büyük katliam” sözünü tekrarlamaları çok yanlıştır. Bu konuda en kararlı ve doğru tutum Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’e aittir. Ermeni soykırımının emperyalist bir yalan olduğunu dostun, düşmanın yüzüne haykırmaktadır. 

23 Nisan 2015 Perşembe

ERMENİ SOYKIRIMI YALANI


Amerika ve Avrupa emperyalizmi yeni bir haçlı seferi başlattı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi  kararına rağmen “Ermeni Soykırımı” yalanını tekrar edip duruyorlar. Ermeni Soykırımı iddiasında bulunanlar aslında Türk Milletine düşmanlıklarını ilân ediyorlar.

Birinci Dünya savaşı yıllarında Türkiyemize karşı savaş koşullarında, emperyalist propaganda merkezlerinde uydurulan yalanlar, çöplükten çıkarılıp yeniden dayatılmaktadır.  O yıllarda yaptığımız vatan savunması idi. Batı emperyalizmi vatan savunmamızı mahkûm ettirmeye çalışıyor. 

Türkiye’nin vatan bütünlüğün iradesini kırmaya çalışıyor.

Lozan’da, Berlin’de Paris’te ve bütün Avrupa başkentlerinde ilân ettiğimiz gerçeği bir kez daha emperyalist Avrupa ve Amerika’nın yüzüne çarpıyoruz:

Ermeni soykırımı, emperyalist bir yalandır.

Ermeni soykırımı, uluslararası bir yalandır.

Ermeni soykırımı, tarihsel bir yalandır.

Soykırım yapmadık, vatan savunduk.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Perinçek-İsviçre Davası’na ilişkin 17 Aralık 2013 günlü kararında, 1915 yılı olaylarının Holokost’a, başka deyişle Yahudi Soykırımı’na benzemediği vurgulanmaktadır. AİHM’e göre 1915 yılı olayları “soykırım” kapsamında değildir.

Avrupa Birliği ve bazı Avrupa ülkelerinin parlamentoları haddini bilmelidir. Parlamentolar yargı yetkisine sahip değildir. AİHM kararına göre, parlamentolar tarih yazamaz.  Türk düşmanı emperyalistler kendi yalanlarını “tarihsel gerçek” diye insanlığa dayatamaz.

Perinçek-İsviçre davası ile soykırım yalanı kökten bitirilmiştir. Türk  Milleti’nin elinde kapı gibi AİHM kararı var. Bu karar elimizde ama ne yazık ki, Türkiye’de hükümet koltuklarını işgal edenler, AİHM kararının bize kazandırdığı konumun farkında değiller. Beyanatları bu kararı dikkate almadıklarını gösteriyor.

Avrupa Parlamentosu’nun kararında Erdoğan ve Davutoğlu’na övgüler bulunması ise, çok acıdır. 

Avrupa Parlamentosu’nun ve bazı parlamentoların böyle kararlar almasında AKP iktidarının çok büyük payı vardır. AKP iktidarı,  Kürt açılımı, Ermeni açılımı diyerek bu kararların alınmasını kolaylaştırmıştır.

Ermeni soykırımı kararlarının alınmasında Türkiye’yi bölme ve ikinci İsrail diye nitelendirebileceğimiz Büyük Kürdistan’ı kurma planlarının büyük rolü vardır. Avrupa ve Amerika, Ermeni Soykırımı yalanını,  bu niyetlerini gerçekleştirmek için ileri sürüyor.

Milletimiz endişe etmesin, Vatan Partisi’ne güvensin. Ermeni Soykırımı yalanını çöpe atacağız ve Türkiye’nin bölünmesine izin vermeyeceğiz. 

Türk, Kürt, Ermeni demeden tüm Türkiye halkını Türk Milleti olarak yeniden birleştireceğiz. Topraklarımız bizim için vatandır ve vatanın her bir karışı bizim için kutsaldır.

Eyup S. Karakaş

Vatan Partisi Kayseri İl Başkanı


22 Nisan 2015 Çarşamba

23 NİSAN VE MİLLİ EGEMENLİK

Tüm Türk Milletinin 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutluyorum.

23 Nisan 1920 tarihi Türk Milletinin tam bağımsızlık ilkesi ile egemenliğini eline aldığı gündür. Bu nedenle bu bayram, çocuk bayramı temasından daha çok “Milli Egemenlik” teması işlenerek kutlanmalıdır.

Birinci Cihan Harbinde Osmanlı Devleti müttefiklerinin yenilmesi nedeni ile çok ağır şartlar içeren Mondros mütarekesini imzalar. İtilaf devletleri, başta İngiltere olmak üzere 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul’u işgal etmeye başlarlar. Haber Ankara’ya ulaşır. Mustafa Kemal Atatürk bu olayı şöyle değerlendirir:

“Bugün zorla işgal etmek suretiyle Osmanlı Devleti’nin 700 senelik hayat ve hâkimiyetine son verildi. Yani bugün Türk milletinin medeni kabiliyetinin, hayat ve istiklal hakkının ve bütün istiklalinin müdafaasına davet edildi."

Osmanlı Mebusan Meclisi son toplantısını işgal altındaki İstanbul’da 18 Mart 1929 tarihinde yaptı. 11 Nisan günü Padişah Meclis-i Mebusan’ı kapattığını ilân etti. Aralarında hükümet üyeleri ve mebuslarında bulunduğu çok sayıda vatansever Malta’ya sürüldü.

Bu gelişmeler üzerine Mustafa Kemal, Ankara’da bir meclis toplamaya karar verdi. Hazırlıklar yapıldı; Mebuslar belirlendi ve 23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. İlk konuşmayı en yaşlı üye olarak başkanlığa seçilen Sinop Mebusu Şeref Bey  yaptı. 

“Tam istiklal ile yaşamak hususunda yaşamak hususunda kati azimde olan çok eskiden beri hür ve müstakil milletimiz, esaret vaziyetini şiddetle ve kesin olarak reddetmiş ve hemen vekillerini toplamaya başlayarak büyük meclisinizi vücuda getirmiştir. Bu büyük meclisin ikinci reisi sıfatıyla ve Allahın yardımı ile milletimizin iç ve dış tam istiklâl içinde kaderini bizzat eline aldığını ve idare etmeğe başladığını bütün cihana ilân ederek Türkiye Büyük Millet Meclisini açıyorum”

Şeref Bey bu konuşma ile Türk Milleti’nin kaderini kendi eline aldığını ve hür ve müstakil yaşamak için mücadele etmeye kararlı olduğunu ilân etmiştir. Bu konuşma, Milli Egemenliğin tesis edildiğinin işaretidir.  İstiklal Harbi millet egemenliğinin korunması için itilaf devletlerine, padişah güçlerine karşı yapılmıştır. Millet egemenliğini eline almıştır ve bu hakkını sonsuza kadar korumaya kararlıdır.

Son yıllarda ortaya çıkan milli egemenliği yok edip, kişisel hakimiyetini oluşturmaya çalışan diktatör bozuntuları için Atatürk’ün şu ifadelerini hatırlatmak isterim:

“Egemenlik, hiçbir mâna, hiçbir şekil ve hiçbir renkte ve işarette ortaklık kabul etmez.”

“Hiç şüphe yok, devletimizin ebedi müddet yaşaması için, memleketimizin kuvvetlenmesi için, milletimizin refah ve mutluluğu için hayatımız, namusumuz, şerefimiz, geleceğimiz için ve bütün kutsal kavramlarımız ve nihayet her şeyimiz için mutlaka en kıskanç hislerimizle, bütün uyanıklığımızla ve bütün kuvvetimizle millî egemenliğimizi muhafaza ve müdafaa edeceğiz. “

“Egemenlik ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; görüşme ile, münakaşa ile verilmez. Egemenlik, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır.

“Millet egemenliğini almıştır ve isyan ederek almıştır. Alınan egemenlik, hiç bir neden ve biçimde terk edilemez; geri verilemez. Bırakılamaz. Bu egemenliği tekrar geri alabilmek için, almak için kullanılmış araçları kullanmak gerekir.”

21 Nisan 2015 Salı

VATAN PARTİSİ İL KURULTAYINDA YAPTIĞIM KONUŞMA

Sayın Genel Başkanım, Sayın Misafirler, Vatan Partisinin Sayın üyeleri
Vatan Partisi Kayseri İl Kurultayı’na hoş geldiniz; Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
15 Şubat günü Ankara’da büyük bir birleşme gerçekleşti. Devrimciler, halkçılar, milliyetçiler İşçi Partisi programı etrafında birleşti. Milletimize o gün Vatan Partisi’nin müjdesi verildi.
Bu birleşmenin mahiyetini anlamak için Erzurum Kongresi’nin toplandığı güne kadar gitmek lazım. 
O gün, Türk’ün devrimci önderi Mustafa Kemal Atatürk kongreyi açmış, Türk milletinin içinde bulunduğu musibetlerden ve işbirlikçilerden söz etmiş ve şöyle demiştir:
"... ve işte bütün bu menfur ve bu bedbaht acizlerden, tarihimize karşı reva görülen haksızlıklarda müteessir olan vicdan-ı milli nihayet uyanış çığlığını yükseltmiş ve Müdafaa-i Hukuk-u Milliye ve Müdafaa-i Vatan ve Müdafaa-i Hukuk-u Milliye ve Reddi İlhak gibi muhtelif namlarla ve fakat aynı mukaddesatın temini için ortaya çıkan milli cereyan,  artık bütün vatanımızda bir elektrik şebekesi haline girmiş bulunuyor. ."
Cumhuriyet Halk Fıkrası’nın nüvesi işte bu “şebeke-i azimkârane”dir.
Bu şebekenin ruhu ise, istiklâl-i tam (tam bağımsızlık) ve bilâ kayd-û şart hakimiyeti milliyedir (kayıtsız şartsız milli hakimiyet.) 

İşte bu ruh, Mustafa Kemal'in ifadesi ile,  “belki birbirinden ayrı ve hariç olmayıp halk namı altında bulunan umum milleti müşterek ve müttefik  surette” zafere ulaştırır. bu ifadede Türk Milleti'nin tarifi de vardır. 
Bu ruh etrafında farklı cemiyetlerin birleşmesi ile kurulan Cumhuriyet Halk Partisi, son zamanlarda ruhunu ve özünü kaybetmiştir.
Vatan Partisi, tam bağımsızlık ve milli hâkimiyet ruhu etrafında birleşenlerin toplandığı parti olmuştur ve Kürt, Çerkez, Boşnak, Arap diye ayrıştırılmaya çalışılan Türkiye Halkını Türk Milleti olarak yeniden birleştirecektir.

Türk de biziz, Kürt de biziz; biz Türk Milletiyiz
Atatürk’ün şebeke-i azimkârane diye tarif ettiği parti artık Vatan Partisidir. Atatürk’ün 6 Ok’una Vatan Partisi sahip çıkmıştır.
Vatan Partisi Mustafa Kemal’in milli demokratik devrimini tamamlayacak ve Türkiye Cumhuriyeti’ni bağımsızlığına kavuşturacak ve milli egemenliği tesis edecektir.
Vatan Partisi bunu yapacak güçtedir. Biz kendimize güveniyoruz.
Sayın Genel başkanım, siz 15 Şubat’ta kadınlarımızı karanlık rejimden ve cehennem zebanilerinin ayaklarının altından kurtaracağımıza dair söz verdiniz.

Türkiye’mizi  şeyhler, dervişler, çelebiler, cemaatler, mensuplar  ülkesi olmaktan kurtaracağınıza dair söz verdiniz.

Atatürk Cumhuriyetini yeniden kuracağımıza dair söz verdiniz.

Maden işçilerine, taşeron olarak çalışan işçilere onları kölelikten kurtaracağınıza dair söz verdiniz.
Köylüyü yani üreticiyi memleketin efendisi yapacağınıza dair söz verdiniz.
Bölünmeye çalışılan Türk Milletini birleştireceğinize dair söz verdiniz.
Milli sanayicimize, milli tüccarımıza üretime katkısı olan bütün yurttaşlarımıza üreten Türkiye’yi kuracağınıza dair söz verdiniz.
Gençlerimize daha aydınlık günler için söz verdiniz. Trakya’dan
Hakkari’nin Cilo dağına kadar tüm çalışanlara ve emekçilere emeğin Türkiye’sini, namusun Türkiye’sini kurmak için söz verdiniz.
Aslında siz sadece söz değil, müjde verdiniz. Siz, kadınlarımıza, işçilerimize, köylümüze, gençlerimize milli sanayicimize, gençlerimize,  Türk Milletine Vatan Partisi’nin müjdesini verdiniz ve Gülümse Türkiye dediniz.
Biz de söz veriyoruz; Kayseri’yi Anadolu’nun üretim merkezi yapacağız.
Söz veriyoruz; 1930lu yıllarda Kayseri’de uçak üretildiğinin bilinci içinde Kayseri sanayini geliştireceğiz.
Kayseri’nin toprağını işleyenlere söz veriyoruz, tarım ve hayvancılığın gelişmesi için her türlü tedbiri alacağız.
Kayseri’nin esnafına, zanaatkarına söz veriyoruz, artık siftahsız kepenk kapatmayacaksınız. Desteğimiz sizin için olacak.
Kayseri’nin gençlerine söz veriyoruz; daha iyi eğitim, daha iyi barınma imkânları sağlayacağız. Kayseri’yi spor izlenen değil, spor yapılan kent yapacağız. Kayseri’yi sanat şehri yapacağız
Söz veriyoruz, Kayseri’yi üreten, ürettikçe büyüyen, büyüdükçe refaha kavuşan ve refaha kavuştukça mutlu olan bir kent yapacağız.  
Ve diyoruz ki, "Gülümse Kayseri, Gülümse Türkiye, Vatan Partisi iktidara yürüyor."
Sözlerimizi yerine getirmek için kendimize güveniyoruz. Kadrolarımıza güveniyoruz. Milletvekili adaylarımıza güveniyoruz. Kayseri’nin çalışkan ve akıllı halkına güveniyoruz. Vatan Partisi’nin kalbi vatan sevgisi ve hürriyet aşkı ile dolu üyelerine güveniyoruz. Tıbbiyeli Hikmetlerin, Hasan Tahsinlerin, Kubilayların  ruhunu kalbinde taşıyan öcü gençlerimize güveniyoruz. Gördesli Makbulelerin, Erzurumlu Kara Fatmaların, Kastamonulu Şerife Bacıların ruhunu kalplerinde taşıyan öncü kadınlarımıza güveniyoruz. Atasının izinden ayrılmamaya kararlı ve her türlü zorluğu göğüslemeye hazır olan Mustafa Kemalin Askerlerine güveniyoruz. Ezelden beri hür yaşamış ve hür yaşayacak olan büyük Türk Milletine güveniyoruz. Onun için “Gülümse Türkiye, artık Vatan Partisi var” diyoruz.
Vatan Partisi TBMM’ne girecek Milli Meclisi ve Milli Hükümeti kuracak ve Atatürk’ün dediği gibi,
 
“Millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu, bütün medenî âlem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, atinin yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğacaktır. 
 
Ne mutlu Türküm diyene!”

16 Nisan 2015 Perşembe

AKP-PKK TUZAĞI

ABD’nin Türkiye’yi bölme ve Kürdistan adı ile ikinci İsrail’i kurma projesinde yeni bir plan devreye sokuldu. HDP’nin baraj aşıp Meclis’e girmesi için çok yönlü ve kapsamlı bir kampanya yürütülüyor. HDP’nin gerçek yüzü gizleniyor; kanlı yüzü görünmesin diye makyaj üzerine makyaj yapılıyor. Bazı çevreler PKK’yı kucağına almış, Meclis’e taşımaya çalışıyor.

Takip edilen strateji ise, tam bir komedi. AKP’nin tek başına iktidar olmaması için HDP’nin Meclis’e girmesi gerekiyormuş. AKP’den kurtulma adına AKP’nin tuzağına düşüyorlar. Bu kampanya ile AKP karşıtı oylar HDP’ye yani AKP’nin ortağına yöneltiliyor. Bu strateji hiçbir AKP’liyi partisine oy vermekten caydıramaz ama AKP karşıtı kimseleri HDP’ye yönlendirir. Özellikle bazı CHP’lilerin bu tuzağa düştüğünü görüyoruz. Kılıçdaroğlu ve Gürsel Tekin gibi bazı CHP yetkililerinin HDP’nin barajı aşmasından memnuniyet duyarız sözleri de CHP’lilerin nasıl bir tuzağa düştüğünü gösteriyor. Bu stratejinin tek hedefi var; CHP’nin oylarını azaltmak ve HDP oylarını artırarak bu partiyi Meclise sokmak.

HDP, AKP’nin suç ortağıdır. Cumhuriyet’in temellerini yıkma iddiasındaki bir terör örgütün siyasi temsilcisidir. Bugüne kadar bu iki parti el ele verip açılım sürecini beraber yürüttüler. Çok değil, daha yeni, Dolmabahçe’de birlikte poz verip, Türkiye’yi bölme ve Cumhuriyet’i yıkma planlarını ilân ettiler. Her kim ki HDP’nin barajı geçmesi için çaba gösteriyordur, o kimse AKP-HDP koalisyonuna giden yola taş düşüyordur.

Bu kampanyanın merkezinde Amerika var, Avrupa var. Avrupa’da bazı örgütler Alevi adını kullanarak ve bazı kaynaklardan paralar alarak HDP’ye oy toplama peşine düştüler. AKP’den kurtulmak adına ABD’ye , AB’ye alet oluyorlar. Vatansız solcular, ABD patentli liboşlar da bu projenin oyuncuları arasındalar.

Bu oyuna alet olanlar düşünemiyorlar mı? PKK Meclise girdiği zaman, AKP-PKK hükümeti kurulacak. AKP Hükümetinden kurtulma planları, AKP-PKK hükümetine çıkacak. Arkasından Türk sözcüğünün çıkartıldığı bir anayasa gelecek. Türk Milleti anayasa dışına itilecek. Türkiye Cumhuriyeti özerk bölgeler halinde bölünecek.

PKK barajı geçerse,

1.       AKP-PKK Hükümeti kurulur.
2.       Türk Milleti anayasa dışına atılır.
3.       Güneydoğu Anadolu “Kürdistan Özerk Bölgesi” olur.
4.       Silahlı terör örgütü, devlet imkânlarından yararlanarak büyür.
5.       PKK, bu özerk bölgede hâkimiyet sağlamak için yöre halkına kanlı eylemlerle müdahale eder.
6.       İç savaşın yolu açılır, kardeş kanı dökülür.


ABD merkezli bu oyun bozulacaktır. PKK barajı geçemeyecektir. Vatan Partisi bu oyunu bozacaktır. AKP-PKK hükümetine karşı tek seçenek Vatan Partisi’nin meclise girmesidir. Vatan Partisi’nin merkezinde bulunduğu Milli Hükümet, Türkiye’de birliği sağlayacak ve özlenen birliktelik kurulacaktır.

11 Nisan 2015 Cumartesi

YOKSULLUK ARTIYOR

Dün akşam eve gelirken bir süpermarkete uğrayıp balık aldım. Balık seçimi yaparken tezgah görevlisi alabalıklara baktığımı görünce “ Çupralar da çok taze, isterseniz onlardan vereyim” dedi. Ben de alabalık daha ucuz, çupra benim için pahalı olur diyince görevli, “ beyim siz şanslısınız biz eve ekmeği zor götürüyorsunuz. Çalıştığımız bu mağazadan alışveriş bile yapamıyoruz.” Dedi. Nedenini sorunca da asgari ücretle çalıştığını, yol parası vermemek için her gün 2 saate yakın yürüdüğünü ve eve boş gitmenin üzüntüsünü yaşadığını söyledi.

İşte AKP iktidarının uyguladığı ve CHP yetkilileri tarafından beğenilen ekonomik politikalarının Türkiye’yi getirdiği nokta bu. Milyonlarca insan işsiz; milyonlarca insan yoksul ve hatta milyonlarca insan açlık sınırının altına yaşıyor. Bu tezgahtar tek değil, milyonlarca insan evine ekmek götürmede zorlanıyor, milyonlarca insan ekmeğini katıksız yiyor. Bunların hepsi işsiz de değil, çalışıyor veya emekli ama durumları bu. İşsizlerin durumu daha da kötü.  Gerçek işsizlik de % 18’ler civarında.  

Son 13 yılda 60 milyar dolar özelleştirme yapılmış. Yani, milletin fabrikaları, ormanları, şirketleri, tesisleri ona buna satılmış ve 60 milyar dolar hazineye para girmiş. Türkiye’nin dış borcu 440 milyar dolara yükselmiş. Ekonomi büyümüş ama millet aç.

Borçlanma ve ithalata dayalı ekonomi uygularsanız ve ekonominizi dış güçlerin etkisine açık tutarsanız sonunuz bu olur. Sürekli dış ticaret açığı verirsiniz, sürekli cari işlem açığı verirsiniz. Büyüme sağlasanız bile bu büyüme zengin tabakaya, yandaşlara,  yabancılara ve yabancıların işbirlikçilerine yarar. Halkınızdan çok, uluslar arası şirketleri zengin ederisiniz. Türkiye’de olan budur.

"2014 yılı rakamlarına baktığımızda, gelişmekte olan diğer ülkelere göre büyümenin daha az olduğu görülür. Diğer ülkeler ortalama % 4.3 oranında büyürken Türkiye’nin büyüme oranı % 3.3’de kalmıştır. Bunun sebebi, Türkiye yıllardır yatırım yapamıyor. Hem iç tasarruf açığı var, hem de yatırım ortamı yok. 2013 yılında gelişmekte olan ülkelerde ortalama tasarruf oranı (toplam tasarrufların milli gelire oranı) yüzde 26.3 iken bizde 15.1’dir. Ayrıca gelişmekte olan ülkelerde ortalama yatırım oranı yüzde 25.1 iken bizde 22.9 olmuştur."
Tasarruf yaratamayan, sürekli dış kaynaklara ihtiyacı olan bir ekonomide büyüme sağlanamaz. Bizde bu olgu yeni değil, 2001 IMF programları ile başladı ve AKP bunu devam ettirdi.

Türkiye halkını zenginleştirmek istiyorsa, ithalata, dış borca ve sıcak paraya dayalı ekonomik programlardan vazgeçmeli ve üretime ve ihracata dayalı ekonomik uygulamalara başlamalıdır. Bunun için planlı kalkınma programları yapmak ve uygulamak şarttır.  Devlet eli ile yandaş zengin etme devri bitmelidir. Vergi yükü az ve orta gelirli vatandaşlardan alınıp zenginlere verilmelidir. Artan refah taban yayılmalıdır. Türkiye’ye yeniden sosyal devlet özelliği kazandırılmalı, eğitim ve sağlık hizmetlerinden halkın ücretsiz yararlanması sağlanmalıdır.



Halkımız da artık uyanmalı, din ile, iman ile kendisini kandırıp oy toplayıp zengin olan ama halkı fakir bırakan bu AKP’ye oy vermemelidir. Sadakalara kanmamalıdır. Üreten ve ürettikçe zenginleşen Türkiye için Vatan Partisi’ni desteklemelidir.

9 Nisan 2015 Perşembe

YENİ TÜRKİYE DEĞİL; YENİDEN TÜRKİYE CUMHURİYETİ

AKP ve CHP yetkililerinin ve sözcülerinin ağzında “yeni” sözcüğü eksik olmuyor. Birincisi “Yeni Türkiye”yi kuracağını ilan ediyor. İkincisi ise, 1930’ların CHP’sini beğenmediği için “Yeni CHP”yi kuruyor. Aslında AKP’nin beğenmediği Türkiye de, CHP’nin beğenmediği eski CHP de Türkiye Cumhuriyetidir. Amaç Türkiye Cumhuriyeti’ni tasfiye etmektir.

AKP 13 yıldır iktidarda ve bu süre çerisinde zaten Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri ile oynadı durdu. Atatürk’ün kurup da ilkelerini belirlediği Cumhuriyet’in özünü değiştirdi. Şimdi de İmralı’daki cani,  Kandildeki eşkıya sürüsü ve TBMM’deki hainlerle birlikte Türk Milleti’ne anayasa hazırlamakla meşgul.

Türkiye Cumhuriyetinin temellerinin neler olduğunu anlamak için kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün sözlerine bakmak gerekir.  Atatürk, “Yurtdaşlarım, Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek  Türk Kültürü olan, Türkiye Cumhuriyetidir.” Ey AKP’liler, Türkiye Cumhuriyeti’ni tasfiye edip yerine yeni Türkiye’yi koymak için bu iki temele saldırdınız. Türk kahramanlığının özü olan Türk Silahlı Kuvvetlerini, cemaat ile bir olup tasfiye etmeye kalktınız. Kahraman askerlerimizi yıllarca tutsak ettiniz. TSK’nin en gizli bilgilerini aşikâr ettiniz. Yetmedi, Türk kültürüne de saldırdınız. Türk milliyetini ayaklar altına almaya kalktınız ki milliyetin özü kültürdür.

Atatürk, Cumhuriyetimizin mesnedi Türk topluluğudur”  Siz Cumhuriyet’in dayanağı olan Türklüğü unutturmaya kalktınız. Türk sözcüğünü ağzınıza alamadınız. Türklüğü etnik kimliğe indirgediniz.

Cumhuriyet’in iki temeli vardır: Tam bağımsızlık ve milli egemenlik. 13 yılda ne bağımsızlık bıraktınız ne de milli egemenlik. Milli egemenliğin yerine tek kişi diktasını yerleştirmeye çalıştınız. Tam bağımsızlık için şart olan iktisadi bağımsızlık sizin zamanınızda yok oldu. Sanayileşme, tarım, para politikalarını yabancılar belirler oldu. Milli şirketler, bankalar, fabrikalar yabancıların eline geçti. Ülkeyi batı kaynaklı finans çevrelerinin arzularına terk ettiniz.

 Atatürk şöyle diyor:  “Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek mânasiyle bütün bağımsızlığından mahrumiyeti demektir.” Beğenmediğiniz Türkiye Cumhuriyetinin özü işte bu bağımsızlık anlayışıdır. Sizin yok etmek istediğiniz ve kısmen de yok ettiğiniz bu bağımsızlık anlayışıdır.

Ey AKP’liler siz zaten Türkiye Cumhuriyetinin özünü kaybettirip farklı bir Türkiye meydana getirdiniz. Daha neyin yenisini istiyorsunuz. Türkiye Cumhuriyetini yeteri kadar yıkmadınız mı? PKK ile birlikte Türkiye Cumhuriyetini tamamen tasfiye edip yerine yeni devletler kurmak istiyorsanız buna izin vermeyiz.

Yazımın başında CHP’ye de değinmiştim. Unutmayalım ki, CHP Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinin devamı olan bir partidir. CHP demek, Türkiye Cumhuriyeti demektir. 1930’ların CHP’sini beğenmiyorum demek, Türkiye Cumhuriyetini beğenmiyorum anlamı taşır. Bu haliyle CHP’nin AKP’den farkı kalmaz. Bu partinin özünde de bağımsızlık vardır, özgürlük vardır ve Türk Milleti’nin haklarını emperyalizme karşı koruma vardır.

Maalesef Y-CHP’de tam bağımsızlık ve müdafaa-i hukuk anlayışı zayıflamış durumda. Bu parti karar vermelidir; CHP, Mustafa Kemal Atatürk’ün Heyet-i Temsiliye Reisliğini uhdesinde bulundurduğu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti midir; yoksa İngiliz himayesine, o olmazsa Amerikan mandasına taraftar Hürriyet ve İhtilaf Fırkası mıdır?


Türkiye Cumhuriyetinin bekçileri Vatan Partisi’nde birleşmeye devam ediyor. Bizler AKP’nin açıkça ve CHP’nin örtülü olarak değiştirmeye kalktığı Türkiye Cumhuriyeti’ni korumaya ve kollamaya kararlıyız. Bu görevi de yüce Atatürk’ten aldık. Bugüne kadar yapılan yanlışlıklar sonucu yara alan Cumhuriyetimizi onarmaya kararlıyız. Onun için diyoruz ki, “yeni Türkiye değil, Yeniden Türkiye Cumhuriyeti”

8 Nisan 2015 Çarşamba

NEDEN VATAN PARTİSİ

Hayatımı düzenlerken, Mustafa Kemal Atatürk ve rahmetli babam tarafından bana verilen büyük görev beni yönlendiren en büyük etken oldu: Cumhuriyet’i korumak ve kollamak.

Tıp fakültesini bitirip de diplomamı alınca, babamın elin öpmüş ve ben bu diplomayı senin sayende aldım; hakkını nasıl ödeyeceğim bilemiyorum dediğimde babam, “Hayır oğlum, sen bu diplomayı Cumhuriyet sayesinde aldın. Sen bana değil, Türk Milleti’ne ve Cumhuriyet’e borçlusun. Eğer ömür boyu Cumhuriyeti korur ve kollarsan, milletine zengin fakir demeden hizmet edersen, ancak o zaman borcunu ödeyebilirsin” dedi. 

Babam haklı idi. Ben Tunceli’nin Çemişgezek ilçesinde doğmuşum. Çocukluğum baba memleketi olan Hozat ve Çemişgezek’te geçti. Büyüklerimden 1938 öncesi Tunceli’nin durumu hakkında çok şey diledim. O yıllarda Devlet otoritesi tam olarak tesis edilemediği için başta Seyit Rıza ve ona bağlı eşkıyalar yöre halkına çok zulüm ve katliamlar yapmışlar. Askerlerimizi, devlet memurlarını öldürmüşler. Cumhuriyet’in imkânlarının yöre halkına sunulmasına mani olmaya çalışmışlar. 1938 yılından sonra isyanın bastırılması ile birlikte yöre halkı Cumhuriyet’in nimetlerine kavuşmuş. Babam da bu dönemde gerekli eğitimi alarak polis olmuş.

Eğitimin önemini kavrayan babam benim Tıp Fakültesini bitirmem için çok fedakârlıkta bulundu. Ben bu sayede doktor oldum, öğretim üyesi oldum. Eğer Cumhuriyet olmasaydı, ben şimdi Tunceli’de bir ağanın veya şıhın yanaşması olacaktım. Cumhuriyet sadece beni değil tüm yöre halkını kulluktan kurtarıp, özgür bir vatandaş yaptı. Bize haysiyet ve onur kazandırdı. Rahmetli babam onun için her fırsatta biz çocuklarına Cumhuriyet’in önemini ve faydasını anlatmış ve Cumhuriyet’in birer bekçisi olarak yetiştirmişti.

Babam, orta okulu bitirdiğimde, “Maarif Vekaleti” tarafından basılan Atatürk’ün Büyük Nutku’nu hediye etti. Nutuk 3 cilt halinde basılmıştı. İkinci cildin sonunda Atatürk’ün gençliğe hitabesi vardı. Bu hitabedeki “Birinci vazifen Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyeti’ni ilelebet Muhafaza ve müdafaa etmektir” ifadesini defalarca okumuşumdur. Babamın doktor olmamı Cumhuriyet’e borçlu olduğumu söylediği o anı ve Atatürk’ün gençliğe hitabesinde bizlere verdiği talimatı hiç unutmadım. Verdiğim siyasi kararlarda bu iki hususu hep göz önünde tuttum.

Vatan partisine girmemin ana sebebi de Cumhuriyeti koruma ve kollama arzusudur.  Bu kararı vermeden önce,  Türkiye’nin AKP iktidarı zamanında sürüklendiği son durumu değerlendirdim. Gördüğüm manzara şöyle idi:
Özellikle son 12 yıl içinde, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğine kurduğumuz Cumhuriyet’in temelleri sarsıldı. Hainler kahraman, kahramanlar hain olarak gösterildi. Atatürk ve İnönü “ayyaş” diye nitelendirildi.

AKP iktidar döneminde, Türk Milleti’nin karşı karşıya kaldığı tehditler arttı ve büyüdü; sorunlar dev boyutlara ulaştı.

Çözüm süreci adı altında, emperyalizmin uşağı PKK’ya ve bölücü çevrelere verilen tavizler sonucu milli birliğimiz bozuldu. Vatan toprakları bölünmenin tehdidi altına girdi.

Demokratik devlet yapımız bozuldu. İrticai bir diktanın kurulmasının adımları atıldı ve bu adımları atanlar çok yol aldı.

Devlet eli ile insanlar zengin edildi. Yoksulluk arttı. İnsanlar bir kilo makarnaya, bir kilo bulgura, bir çuval kömüre muhtaç hale geldi. Borç arttı, tarım ve sanayi büyüyemedi. Eti, samanı dışarıdan almaya mahkûm olduk. Pazarlar ithal mallardan geçilmez oldu.

Dereler, ormanlar, yer altı zenginliklerimiz ona buna peşkeş çekildi. Devletin elindeki iktisadi kuruluşlar yok pahasına yandaşlara veya yabancılara satıldı. Bankaların büyük kısmı yabancıların eline geçti. Haberleşme sistemleri, limanlar bizim olmaktan çıktı.

Yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet iddiaları çok ciddi kanıtları ile birlikte başbakan, bakanlara kadar uzandı.

Medya susturuldu, fikir ve basın özgürlüğü yok edildi. Üniversiteler bilimsellikten uzaklaşmaya başladı.

Cumhuriyeti,  Atatürk ilkelerini, ulusal çıkarları, özgürlüğü, bağımsızlığı savunan aydınlar, bilim adamları, yazarlar ve yüzlerce subay tutsak edilip susturulmaya çalışıldı.

Emperyalizmin sömürüsü artarak devam ediyor. Cumhuriyet’in eserleri, sanayi kuruluşları, tarım alanları, ormanlar, dereler, doğal zenginlikler yabancıların veya onların işbirlikçilerinin eline geçiyor. Sendikalar etkisizleştirilip, işçiler sahipsiz bırakılıyor. Yoksulluk artıyor, gelir dağılımı bozuluyor. İşçi, memur, esnaf ve çalışanlar ekmek ve hak için direnemez hale geliyor.

Türkiye bölünmeye ve bir etnik cehenneme doğru sürükleniyor. Ülkenin bir bölümünde yaşayan yurttaşlarımız eli kanlı terör örgütünün insafına terk ediliyor. Milli birlik bozuluyor, sınırlar tartışılır hale geliyor.

İktidar medyayı ele geçirmiş;  televizyonlara, gazetelere yerleşmiş etki ajanları tarafından halk kandırılıyor uyutuluyor. İslâm inancı aldatmanın vasıtası haline getiriliyor. Eğitim bilimsellikten uzaklaştırılıp, sorgulayan, araştıran, bilimi yol gösterici olarak kabul edilen nesiller yerine biat etmeyi alışkanlık haline getiren nesiller yetiştiriliyor.

Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Cumhuriyet’i kuran ve bize bağımsız, özgür bir vatan hediye eden büyüklerimiz aşağılanıyor. Mütareke döneminde ve bağımsızlık savaşımızı verdiğimiz zamanlarda emperyalistlerle işbirliği yapan hainler kahraman olarak tanıtılmaya çalışılıyor.

Bütün bu olumsuz gelişmelerin sebebi batı emperyalizminin ve onun işbirlikçilerinin yönettiği veya en azından yönlendirdiği partilerin icraatları sonucu oluştu. Şunu bilmek gerekir: Türk devriminin önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyeti kurmasındaki amacı “Müdafaa-i Hukuk”u sağlamaktı. Yani, Türk Milleti’nin haklarını emperyalizme karşı korumak esastı. Bunun için gerekli olan da “istiklâli-i tam” ve “hâkimiyet-i milliye” idi. Türk Milleti’nin haklarını emperyalizme karşı savunamayan, tam bağımsızlığı ve milletin egemenliğini kayıtsız şartsız gerçekleştirmeyi kendisine hedef edemeyen hiçbir parti Cumhuriyet’i savunamazdı.

Mustafa Kemal, batılı emperyalist güçlere çok açık bir şekilde tavır koymuş, açık ve seçik olarak demiştir ki :

“…İstiklâl-i tam, bizim bugün, deruhte ettiğimiz vazifenin ruh-u aslisidir; bu vazife, bütün millete ve tarihe karşı deruhte edilmiştir. (…) İstiklâl-i tam denildiği zaman, bittabi siyasi, mali, iktisadi, askeri, harsi, ve ilh, her hususta istiklâl-i tam ve serbesti demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde istiklâlden mahrumiyet, millet ve memleketin mana-yı hakikisiyle bütün istiklâlden mahrumiyet demektir….”

Son yıllarda gelişen olaylar ve içinde bulunduğumuz durum dikkate alındığında, Cumhuriyet’i korumak ve kollamak arzusu içinde olan bir kimse sessiz kalamazdı. Ben de vatan, millet ve Cumhuriyet düşmanları ile mücadele etme kararı aldım. Mücadelenin ancak bir siyasi parti içinde yapılırsa başarılı olacağını düşündüm ve mevcut partileri yukarıda anlatmaya çalıştığım esaslar dâhilinde değerlendirdim.

Yıllarca içinde bulunduğum MHP ilk değerlendirdiğim parti oldu. Bu değerlendirmeyi yaparken özellikle Devlet Bahçeli’nin söylemlerine değil, icraatlarına baktım. Çünkü biliyordum ki, “Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” Bu değerlendirmeye, 57. Hükümetin icraatlarına bakarak yapmak gerekiyor.

DSP-MHP-ANAP hükümetin ilk icraatlarından birisi Türkiye’yi AB kapısına bağlamak oldu. Kopenhag Kriterleri’nin eksiksiz yerine getirilme şartı konan Helsinki belgesine imza atıldı. Kopenhag belgesine göre ‘azınlık haklarının korunması’ önem taşıyordu. Bu belge Türkiye açısından sıkıntı yaratabilecek özellikte idi. AB çevreleri bu ifadeden yola çıkarak Türkiye’deki Kürtlere azınlık hakları tanınması gündeme getirebilirdi. Nitekim gelişmeler de bu yönde oldu.

Bahçeli, Helsinki’de attığı imza ile “ulusal egemenlikten” vazgeçtiğini şu cümlelerle açıkladı:

“Bir devlet egemenlik haklarının bir kısmından feragat ederek bu uluslararası topluluğun eşit hak sahibi bir üyesi olmaktadır.” Bu ifade Cumhuriyet’in temeli olan tam bağımsızlık ve milli egemenlik ilkesine aykırı bir tutumu gösteriyordu ve adeta bir itiraf belgesiydi.

Helsinki imzasına en çok sevinenler ise ayrılıkçı Kürtler oldu. Bu imzadan sonra,  PKK, Türkiye’nin AB’ne alınması için gösteriler yaptı. 57. Hükümet PKK’yı sevindirmişti.

Katılım Ortaklığı Belgesi’nin içeriği doğrultusunda hazırlanan Ulusal Program’ın Kıbrıs ile ilgili kısmında Denktaş’ın sürekli vurguladığı “iki egemen devlet” kavramı yerine, “ortaklık” kavramı kullanılmaktadır.  Bu belgeden sonra Denktaş giderek yalnızlığa itilmiştir.

Güneydoğu’da kurulması düşünülen kukla devletin adım adım gerçekleşmesinde Çekiç Güç’ün büyük rolü oldu. Çekiç Güç’ün süresi Devlet Bahçeli’nin başbakan yardımcısı olduğu hükümetlerin teklifi ile tam 7 kere uzatıldı. Çekiç Güç’ün Irak’ın parçalanmasını ve orada kukla bir devletin kurulmasını kolaylaştırdığı, dolayısıyla da Türkiye’nin parçalanmasına yol açan gelişmeleri hazırladığı unutulmamalıdır.

Bahçeli’nin Cumhuriyet’in temellerini sarsan icraatlarına daha fazla örnek vermek mümkündür. Apo’yu asacağım diye milliyetçilerden oy toplamış ama sözünde durmayarak, Apo’nun asılması için gerekli olan TBMM kararının alınmasını Ecevit ve Yılmaz ile birlikte önlemiştir.

Bahçeli, MHP içindeki Enis Öksüz, Ali Güngör, Abdülhaluk Çay, Sadi Somuncuoğlu, Ozan Arif gibi Türkçüleri partiden uzaklaştırmıştır. 8. Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk Kardeşlik ve İşbirliği Kurultay’ının Kıbrıs’ta toplanmasını önlemiş ve Rauf Denktaş’a verilecek olan büyük desteği engellemiştir. Bu kurultay en son Antalya’da toplanmış ve daha sonra da toplanmaz olmuştur.

Tayyip Erdoğan iktidarını başlatan 3 Kasım seçimleri de Bahçelinin aldığı bir karar sonucudur. “11. Kocayayla Türkmen Kurultayı”ında çadır içinde otururken kendisine gelen bir telefon üzerine dışarı çıkmış ve konuşmasını tamamladıktan donra içeri girip 3 Kasım’da seçime gidileceğini açıklamıştır. Bu seçim sonucu oluşan AKP iktidarının Türkiye’yi getirdiği nokta da ortadadır.

Bahçeli, MHP’nin yurt dışındaki Türklerle olan ilgisini azaltmıştır. Ortaya çıkan boşluğu da Fethullah Hoca ve ekibi almıştır. Bu ilgisizliği o boyuta ulaştırmıştır ki,  Türkmenler  ABD askerleri  tarafından Telafer’de katledilirken sesini bile çıkarmamıştır.

Bu örnekler dikkat alınca yıllarca desteklediğim, parti programının yazılmasında katkıda bulunduğum partinin artık Türkiye’nin çıkarlarına hizmet edemeyeceğine ve temel amacım olan Cumhuriyet’i koruyacak adımlar atamayacağına karar verdim.

Cumhuriyeti kuran ve kurucusu Atatürk olan CHP, özellikle son yıllarda bir değişim gösterdi.  Başkanları tarafından açıkça 1930’ların partisi olmadıkları, eski CHP’nin gittiği ve yeni CHP’nin geldiği ifade etti.   Y-CHP, çözüm adı verilen bölünme sürecini daha iyi gerçekleştireceğini ilan etti. Partinin üst kademelerine Atatürk çizgisinde olmayan insanlar getirildi.

Cumhurbaşkanı adayı olarak CHP ile yakından uzaktan ilgisi olmayan birisi seçildi. Mahalli seçimlerde gösterilen adaylar CHP’nin ilkelerinden uzak kimseler oldu. Gidişattan memnun olmayan insanlara umut olamadı. ABD ve F tipi cemaat ile olan ilişkiler sıkılaştırıldı. “Dersimli Kemalim” diye bağırarak adeta Cumhuriyet’e isyan etti.

Vatan Partisine kaydımı yaptırırken, kararımı belirleyen hususlar sadece bu iki partinin ve genel başkanlarının özellikleri değildi. Cumhuriyeti savunduğunu iddia eden bir partinin, bu iddiasını gerçekçi olduğunu kabul etmem için, bazı özeliklerinin bu partide olması gerekirdi.

Cumhuriyet’i savunmak ancak Kemalist Devrimi devam ettirmek ile mümkündür. Bunu başaracak partinin, Kemalizmin prensipleri diyebileceğimiz 6 Ok’un işret ettiği ilkeleri programına alması gerekir. Bu ilkelere inanmayan ve bu ilkeler doğrultusunda çalışmayan hiçbir parti Kemalist Devrimi sürdüremez. Cumhuriyetimizin sonsuza kadar yaşamasının sırrı bu 6 Ok’ta gizlidir. 6 Ok rehber olmaya devam etmelidir.

Kemalizmin ilkelerinin özünde “müdafaa-i hukuk” yani emperyalizme karşı milletin egemenliğini, milletin maddi, manevi değerlerini savunmak vardır. Bunun yolu da tam bağımsızlıktan geçer. Kurtuluş Savaşı sonrasında Müdafaa-i Hukuk ruhuna uygun olarak, Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından, tam bağımsız sanayileşmeden yana tutumları, sonraki yıllarda antiemperyalist ve tam bağımsız özelliğini kaybetmiş ve ‘milli İktisat’ devri kapanmıştır. Bu devrin tekrar açılması gerekir.

Üretmeden, sanayii ve tarımı geliştirmeden tam bağımsızlık olmaz. Mustafa Kemal endüstrinin gelişmesine, üretime büyük önem vermiştir. 1937 yılında şöyle diyor:

“Endüstrileşmek en büyük milli davalarımız arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için ekonomik elemanları memleketimizde mevcut olan büyük, küçük her çeşit sanayii kuracağız, işleteceğiz. En başta vatan müdafaası olmak üzere, mahsullerimizi kıymetlendirebilmek ve en kısa yoldan, en ileri ve refahlı  Türkiye idealine ulaşabilmek için, bu bir zarurettir. Bu kanaatle, beş yıllık ilk  sanayi planının geri kalan ve bütün hazırlıkları bitirilmiş olan birkaç fabrikasını da süratle başarmak ve yeni plan için hazırlanmak icabeder.
“…Bundan sonrası için, bütün tayyarelerimizin ve motorlarının memleketimizde yapılması ve harp hava sanayimizin de bu esasa göre inkişaf ettirilmesi iktiza eder.”

Üretmeden güçlü olmak, güçlü olmadan bağımsız kalmak mümkün değildir. Kemalist devrimi sürdürme gayesini taşıyan bir partinin ‘planlı ekonomiyi’,  ‘milli iktisadı’, sanayileşmeyi,  karma ekonomiyi, üretimi programının esası yapmalıdır.


Atatürk İlkelerinden milliyetçiliğin özünde emperyalizme karşı mücadele etmek vardır. Biz bu ülkede milliyetçiyim diyerek iktidara gelen siyasetçilerin, topraklarımızda yabancılara üs verdiğini; ikili anlaşmalarla egemenliğimizi yabancılarla paylaştığını, ekonomimizi yabancıların arzularına terk ettiğini; milli ordumuzu yabancıların iradesine bağladığını biliyoruz. Böyle bir milliyetçilik anlayışını kabul etmemiz mümkün değildir. Milliyetçiliğe yeniden emperyalizme karşı tam bağımsızlık içeriğinin kazandırılması gerekir.

Özgürlüğün özünde özgür düşünce vardır. Ülkeler, düşünce özgürlüğünü sağladıkları ve bilimin yol göstericiliğini kabullendikleri oranda ileri giderler ve bağımsız toplumlar olurlar. Laiklik bunun için gereklidir. Kemalist devrimi sürdürmenin yolu da laiklik ilkesine uymakla mümkündür.

Başta Doğu Perinçek Rahmetli babamın ve Türk’ün büyük Ata’sının bana yüklediği, Türk Cumhuriyet’ini ve Türk İstiklâl’ni koruma ve kollama görevini yapabilmem için içinde bulunmam gereken partinin özelliklerini böylece sıralamış oldum. Bu özelliklere sahip tek parti vardı: Vatan Partisi.

olmak üzere tüm yöneticileri Kemalist Devrim için bedel ödemiş, Türkiye Cumhuriyet’inin bağımsızlığını, Türk Milleti’nin özgürlüğünü savunmada zafiyet göstermemiş kimselerdi. Parti programının özünü ise, 6 Ok oluşturuyordu; amblemi ise, bilimin aydınlığını ve üretimi temsil ediyordu.  Yukarıda yazdığım özelliklerinin tamamına sahip yegâne parti Vatan Partisi idi. Bu nedenle Vatan Partisi’ne gönül rahatlığı ile ve gurur duyarak kaydımı yaptırdım.

Tüm vatanseverleri, özgürlüğe, bağımsızlığa, bilimin aydınlığına, barışa, kardeşliğe inanları ve sadece Türkiye Cumhuriyeti’ni değil, tüm mazlum milletleri emperyalizme karşı savunmak isteyenleri Vatan Partisi’ne davet ediyorum.