29 Ağustos 2023 Salı

 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI KUTLU OLSUN

Türk milletinin bu büyük zafer gününü kutluyorum.

Cumhuriyet’e giden yolun kapısını bugün açtık.

Başını İngilizlerin çektiği Batı’nın emperyalist güçlerini bugün mağlup ve perişan ettik.

Mazlum milletlere emperyalist güçlerin de yenileceğini bugün gösterdik.

Bu zaferle, 23 Nisan 1920’de Atatürk’ün önderliğinde kurduğumuz cumhuriyeti tüm dünyaya Kabul ettirdik.

Bu zaferle, Türk milleti şehit kanları ile vatan kıldığı bu topraklara egemen oldu ve özgür ve bağımsız yaşamaya başladı.

Bugün, Türk Devrimi'nin en önemli günlerinden birisidir. Devrimin önündeki en büyük engel bugün aşılmıştır.

“ZAFER, ZAFER BENİM DİYENLERİNDİR”

Bu büyük zaferi bize armağan eden, Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları Başkumandanı Mustafa Kemal Paşa, 30 Ağustos’u şöyle değerlendiriyor:

“Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekât Türk ordusunun, Türk subay ve komuta hey'etinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçiren muazzam bir eserdir.

Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklâl düşüncesinin ölümsüz bir âbidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evlâdı, bir ordunun başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.”

Bu zaferi kazanarak bize hür ve müstakil bir vatan bırakan, başta Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Paşa, Garp Orduları Komutanı İsmet Paşa ve Milli Savunma bakanı Kazım Paşa olmak üzere, neferinden, en üst düzeydeki komutanına kadar ordumuzun tüm mensuplarına, şehitlerimize, gazilerimize ve ordumuzun galip gelmesi için her türlü fedakârlığı gösteren kadın, erkek tüm milletimize şükranlarımızı ve minnetlerimizi sunuyoruz.

EMPERYALİSTLERE KARŞI SAVAŞTIK

Bu savaş bir vatan savaşı idi. Türk milleti bu savaşı sadece Yunanlılar karşı değil, yedi düvele yani emperyalist ülkelerin tümüne karşı verdi ve kazandı.

Türk milletini ve vatanını bölmek ve vatan topraklarımızın bir kısmında Kürdistan ve Ermenistan isimli kukla devletler kurmak isteyen, başta İngiltere olmak üzere, emperyalist ülkeler, Sevr Antlaşmasını bize zorla kabul ettirmek istediler ve bunun için Yunanlıları üzerimize saldırttılar.

Biz Dumlupınar'da sadece Yunanlıları değil tüm emperyalist devletleri yendik.

DUMLUPINAR VE AFYON OVASI: BİR DEVRİN BATTIĞI YER

Yıl 1924, 30 Ağustos'u anmak için Türk halkı Afyon Ovasında toplanmış. Hamdullah Suphi halka hitap ediyor. 

"Burada, hâdise sözden çok kuvvetli bir mevkidedir. Ben size ne söyleyebilirim ki, bu ovaların üstünde geçen vak’alar kadar derin, manalı, beliğ ve şümullü olsun. Söz burada fiil karşısında acizdir. Bakıyorum, aramızda Anadolu kadınları var, hiçbir felâketin üstüne gözyaşı akıtmamış, yüzleri kayalar gibi katı, yüzleri dağ başlarındaki kayalar gibi yanık, sayısız muharebelere sayısız şehitler vermiş Anadolu kadınları var. Aramızda alaca gömlekleriyle, çıplak ayaklarıyla köylüler ve köy çocukları görünüyor. Dağ başlarındaki yaylalardan Yörükler inmiş, içtimaa onlar da gelmişler, içtima tamamdır. Burada olanlar kadar burada olmayanlar da burada… Türk milletinin ruhu, bu harp meydanının kenarında şimdi el bağlamış duruyor" 

Yıllarca süren savaşlardan dolayı yorgun ve bitkin bir halk; insanlar aç ve susuz; üstte yok, başta yok, her evde 3-5 şehit, gidip de gelmeyen nişanlı, koca, baba. Bu yokluk ve perişanlık içinde eksik olmayan hürriyet ve istiklâl arzusu. 

Zamanın padişahı kendi ikbali peşinde. İngilize teslim olmuş, sarayından çıkamıyor. O saraylar Türk halkı açlıktan hastalıktan, savaşlardan kırılırken ondan bundan borç alınarak yapılmış. 

Zafer gerçekleşince Türk halkı mutlu, mesut; padişah ve avenesi ise üzgün ve mahzun.

Afyon ovası ve Kocatepe Necmettin Halil Onan’ın dediği gibi bir devrin battığı yerdir. Bu devrin batması ile, Türkiye Cumhuriyeti “Yeni bir güneş gibi doğmuştur” ve Türk Ulusu istiklâl ve egemenlik zevkini Cumhuriyet ile birlikte tatmaya başlamıştır.

Halil Onan'ın ağzından Afyon Ovası:

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın,

Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.

Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,

Bir vatan kalbinin attığı yerdir.


Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,

Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,

İstiklal uğrunda, namus yolunda,

Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.


Bu tümsek, koparken büyük zelzele,

Son vatan parçası geçerken ele,

Mehmed’in düşmanı boğduğu sele,

Mübarek kanını kattığı yerdir.


Düşün ki, hasrolan kan, kemik, etin

Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,

Bir harbin sonunda, bütün milletin,

Hürriyet zevkini tattığı yerdir.


28 Ağustos 2023 Pazartesi

 EMPERYALİZME KARŞI KAZANILMIŞ SAVAŞI EMPERYALİZMİN PİYONU İLE KUTLAMAK

Duyunca inanamadım, 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamaları kapsamında, Gülşen denen müptezel kadına  İstanbul Büyükşehir Belediyesi konser verdirtecekmiş. Böyle bir edepsizliği ancak  İmamoğlu'nun başkanı olduğu bir belediye yapabilir.

Emperyalizme karşı savaşan bir ordunun zaferini, emperyalizmin uşağı haline gelmiş, orasını burasını açmayı sanat diye sunan, ahlak yoksunu bir kadının sesinden çok vücut gösterisiyle kutlamak edepsizliktir, ahlaksızlıktır, seciye düşkünlüğüdür. Başta Atatürk olmak üzere 30 Ağustos'un tüm  gazi ve şehitlerine yapılmış bir hakarettir. Böyle bir alçaklığı kabul etmek mümkün değildir. 

Emperyalizmin yıllardır süren, kültürel saldırısının amacı ülkenin milli, manevi değerlerini tahrip etmektir.

  İşte Gülşen’in görevi de tam da burada başlıyor. Sahnede soyunarak, yarı çıplak şarkı söyleyerek ve uygunsuz şarkı sözleri yazarak, seyircilerin kucağına oturarak, LGBT bayrağı açarak kendisine verilen görevi başarılı bir şekilde yapıyor. 

Bu yaptıkları milli ahlakımıza, milli seciyemize, milli terbiyemize ve edebimize, ananelerimize, milli benliğimize yönelik saldırılardır.  Bu saldırıları esas hedefi Türk milletidir.

Gülşen’in milletimize ve devletimize yönelik bu saldırıları, bu ahlaksızlıkları, bu edepsizlikleri, bu küstahlıkları onu emperyalizmin savaşçısı yapmıştır.

İmam Hatip mezunları için söyledikleri ise, geniş bir çevre tarafından yürütülen İslamiyet, din, din adamı,  imamlar, dindar insanlara ve camilere yönelik tahkir ve aşağılama kampanyasının bir parçasıydı.

Gülşen tutuklandıktan sonra, kendisine büyük bir destek kampanyası başlatılmıştı. Adeta kahraman ilan edilmişti.

 Türk milli benliğine, Türk kültürüne bu denli saldıran biri adeta kahraman ilan edildi. Bunu yapanların büyük çoğunluğu ise kendisini Atatürkçü olarak takdim eden çevreler ve insanlar oldu. Beyinleri esir alındığı için Atatürkçülüğü Batı tarzı yaşamak sanan bu insanlara Atatürk’ün şu sözlerini hatırlatmak isterim:

“Dünyanın bize hürmet etmesini istiyorsak, evvela bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen bütün fiil ve hareketimizle gösterelim; bilelim ki milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin şikârıdır(avı).”

İşte bu şarkıcı, kucak dansçısı, eşcinsellik propagandacısı, striptiz yıldızı Gülşen, bizi avlamak isteği ve eylemi içinde olan, başını Amerika'nın çektiği emperyalizmin milli benliğimizi yok etmek için kullandığı bir piyondan başkası değildir.

Gülşen'e bu ihanet imkanını sunan İmamoğlu'da emperyalizmin hizmetkarı olmuştur. Yazıklar olsun!

İstanbul halkı seçimlerde İmamoğlu'ndan hesap sormalıdır; sormazsa ona da yazıklar olsun! 


19 Ağustos 2023 Cumartesi

 LİBERAL EKONOMİK SİSTEM VE RASYONEL DÜŞÜNCE

Yükselen enflasyon, artan işsizlik, ardı ardına ilan edilen konkordatolar, iflaslar, fabrikalardan çıkarılan işçiler, bozulan gelir dağılımı, artan ekonomik eşitsizlik, sürekli açık veren cari işlemler, kamunun ve halkın artan borçları içinde bulunduğumuz ekonomik krizin en belirgin kanıtları..

Türkiye, Kapitalist Batı’nın etkisine girip de Atatürk’ün ‘halkçılık’ ve ‘devletçilik’ ilkelerini bir yana bıraktığından bu yana zengin daha zengin, yoksul daha yoksul oluyor. Artan milli gelir belirli ellerde toplanıyor ama halka intikali sınırlı kalıyor.

Türkiye’nin ekonomik ve sosyal durumunu, yaşadığımız çelişkilerin nasıl derinleştiğini rakamlarla anlatalım; durum özetle şu:

Türkiye’de ve emperyalizmin etkili olduğu tüm ülkelerde zenginler zenginleşmekte, zenginlerin en zenginleri daha da zenginleşmekte, yoksulların sayısı artmakta ve giderek daha da yoksullaşmakta.

15 milyon insanımız yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Gelir, servet ve fırsat eşitsizliğinin boyutları büyümekte. Kadınlarımızın durumu daha da vahim; cinsiyet eşit(siz)liğinde 122. Sıradayız.  

Yoksulluk sınırında yaşayan insanların oran Türkiye’de yüzde 14.4. Bu oranla Türkiye 39 ülke arasında üçüncü sırada. Türkiye’de her 4 çocuktan biri açlık sınırında yaşıyor. OECD ortalaması yüzde 12.7. Bebek ölümlerinde 1’inci sıradayız. Bizde binde 9.2  iken, OECD ortalaması 4.6.

Gelelim işçi sınıfına. Temmuz ayındaki asgari ücret artışı ve ara zamlar sayesinde işgücü ödemeleri 2022 yılı üçüncü çeyreğinde yüzde 96.2 arttı. Net işletme artığı/karma gelir ise yüzde 123 arttığı için yani sermayenin elde ettiği kazanç daha fazla olduğundan işgücü ödemelerinin Gayrisafi Katma Değer içerisindeki payı yüzde 26.3'te kaldı. İşgücü ödemelerinin cari fiyatlarla Gayrisafi Katma Değer içerisindeki payı geçen yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 29.5 düzeyindeydi. Özetle, sermayenin geliri arttı, emeğin geliri azaldı.

Türkiye, karşılaştırılabilir zenginlik seviyelerine sahip diğer ülkelere göre daha eşitsiz durumda. Bugün en alttaki %50 servetin %4’ünü, ortadaki %40 servetin %29’unu ve en üstteki %10 toplam hanehalkı servetinin %67’sini elinde tutuyor. Bu oranlar en alttaki %50’nin oldukça düşük bir serveti bulunduğunu yani ülkede çok sayıda “çok yoksul” insan olduğu anlamına geliyor.

HAL BÖYLE OLUNCA:

Kimisi evine götüreceği ekmeğin fiyatını bile hesap ederken kimisi en lüks lokantalarda yiyip de yemek beğenmiyor.

Kimisi çocuğunun okul masraflarını karşılayamamanın acısını çekerken, kimisi çocuğunu en pahalı özel okullara gönderiyor, yetmezmiş gibi özel hocalar tutuyor. Yoksullun çocuğu okurken de zorlanıyor, okulu bitirip iş ararken de; zenginin çocuğu iyi okullarda rahat rahat okuyor, okul bitince de zaten işi hazır oluyor.

Kimileri ülkenin fabrikalarını, işletmelerini, topraklarını, derelerini, madenlerini, limanlarını satıyor, kimileri de bunlardan habersiz televizyonda saçma sapan programlar, diziler izliyor. Aydın geçinenler ise, Erdoğan'ı, Kılıçdaroğlu'nu, Bahçeli'yi, Akşener'i tartışıyor ama sistemi sorgulamak akıllarına gelmiyor. Akıllarına gelmez çünkü sistem izin vermez. Sorgulamaya kalkanları da hemen itibarsızlaştırır.

RASYONEL DÜŞÜNELİM, SİSTEMİ SORGULAYALIM

Açın gazeteler bakın, televizyonları dinleyin tartışılan konulara bakın; partiler tartışılıyor, kişiler tartışılıyor ama sistem sorgulanmıyor. Zaten partiler de bu ekonomik sistem içerisinde çareler sunuyor.

İktidar bir türlü liberal ekonomi uygulamalarından vaz geçemiyor. Muhalefet ise liberal ekonominin savunucularını danışman tutmuş, bununla övünüyor. 

Rasyonel düşünülmediği için sistem sorgulanmıyor. % 1'lik kesim, kapitalist liberal ekonomik modelin en başarılı sistem olduğuna insanları inandırmış; onlarda önyargılar oluşturmuş. Bırakın sosyalizmi; devletçilik, planlı kalkınma bile tu kaka olmuş. Küreselleşmiş, liberalleşmiş bir ekonomik modelin çok başarılı olacağına dair kanaatler insanlarımızın beynine çakılmış. Bu durumda rasyonel düşünce olur mu?

SİSTEMİ DEĞİŞELİM

İktidarı değiştirmek çözüm değildir. İktidarla birlikte sistemi değiştirelim. Özal gider, Çiller gelir; Çiller gider, Derviş gelir; Derviş gider, Erdoğan gelir, Erdoğan gider başka birisi gelir ama sorunlar bitmez.

Türkiye, tasarrufu, yatırımı, üretimi esas alan; planlı, kamu ağırlıklı, emekçilere saygı duyulan; refahın ve gelirin hakkaniyetle dağıtıldığı yeni bir ekonomik sistemi bir an önce uygulamaya başlamalıdır.


15 Ağustos 2023 Salı

 % 1'İN YALANLARI VE RASYONEL DÜŞÜNCE

Sevgili Salih'in " Sokaklar; beyin patikaları çıkmazlaştırılarak içine cehalet ırmakları akıtılmış,  rasyonelliği  (akılcılığı) ortadan kaldırılmış,  eleştirel düşünceleri köreltilmiş yitik bezginlerle dolu." ifadesinden doğrusu çok etkilendim ve kendisine hak verdim.

Daha önceleri “blog” yazıyordum ama son zamanlarda yazmaz olmuştum. Salih’in bu ifadesini okuyunca tekrar yazmaya karar verdim. İlk birkaç yazımı “rasyonel düşünceye” ayıracağım.

Liberal kapitalist ekonominin uygulandığı ülkelerde zaten rasyonel düşüncenin gelişmesine izin verilmez. Böyle toplumlarda parayı kim kontrol ediyorsa, düşünceleri ve duyguları da o kontrol eder.

En zengin % 1'lik kesim sadece paraya hükmetmez, parayı kullanarak beyinlere de hükmeder. 

% 1'in söylediği yalanlara inanan % 99'luk bir kesimin olduğu toplumlarda rasyonel düşüncenin olmasını beklemek hayal kurmak gibidir.

Rasyonel düşünce için ön şartlardan birisi, doğru bilgidir. Toplumu bilgilendiren araçlar, gazeteler, televizyonlar, filimler, diziler, sosyal medya siteleri bu en zengin % 1'lik kesimin elinde olduğu sürece halkın gerçekler ulaşması mümkün değildir.

Rasyonel düşüncenin gelişmesi için, % 99'luk kesimin, % 1'in söylediklerinin yalan olduğunu bilmesi lazım.

Bu çok zengin kesim, rasyonel düşüncenin toplumda yaygınlaşmaması için,  insanların duygularını da yönetir. Parçalamak, egemen olmak istediği milli devletlerin halkını mezhep, etnik kimlik temelinde böler ve birbirlerinden nefret etmelerini sağlar.

Türkiye'de bunu çok iyi yaptılar. Etnik kışkırtıcılık yaparak insanları kendi ülkesine düşman hale getirdiler. Binlerce insanımız kaybına yol açtılar.

12 Eylül öncesi sağcı ve solcu diye halkı iki gruba böldüler ve birbirlerinden nefret etmelerini sağladılar. Sağcılar solcuları, solcular sağcıları düşman gördü; birbirlerini kırdılar. Ve bu ortamı bahane ederek istedikleri bir yönetimi Türkiye'nin başına getirdiler. 

Bu yönetim,  dünyayla bütünleşeceğiz diye, serbest ekonomi modelini uygulamaya başladı ve % 1'in egemenliğini artırdı.

Rasyonel düşünceyi engellemek isteyen bu % 1’lik kesim, nefret duygusu kadar sevgiyi de kullandı, kullanmaya da devam ediyor. 

Batı hayranlığı yarattılar. Her türlü kötülüğün Batı’dan gelmesine rağmen, bu hayranlık ve Batı tarzı yaşama biçimine olan sevgimizden dolayı Türkiye’ye yönelik tehdit, tehlike ve kötülüğün kaynağını algılayamadık. 

Türkiye’nin yönetiminde söz sahibi olmasını istemedikleri politikacılardan nefret edilmesini sağladılar. Nefret duygusu ile beyinleri sağlıklı ve mantıklı düşünemez hale getirdiler.

Sonuçta % 1’lik kesim daha da zenginleşirken yoksulların sayısı artıyor ama insanlar bu duruma yol açan liberal kapitalist sistemi sorgulayamaz durumda oldukları için siyasetçileri tartışıyorlar ama sisteme sorgulamak akılarına gelmiyor.

Rasyonel düşünce olsaydı, bunlar olur muydu? Yükledikleri nefret ve sevgi duyguları ve öğrettikleri yanlış bilgilerle ve söyledikleri yalanlarla rasyonel düşünceyi yok ettiler; etmeye de devam ediyorlar.

Yalanlarla, gerçekçi olmayan duygularla beyinleri esir alınmış insanlar rasyonel düşünüyorum sanır ama düşünemez.  Rasyonel düşünce için iki ön şart var; , kanıtlanmış doğru bilgilere itibar etmek ve duyguların etkisinden uzak kalmak.  

Toplumda rasyonel düşüncenin yaygınlaşması için, % 99’luk kitlenin % 1’lik kesimin yalanlarına inanmamasını sağlamak lazım. 

Yanlış bilgilerle beyni doldurulmuş ve bu bilgiler yüzünden önyargılar geliştirmiş insanlar rasyonel düşünemez. 


8 Ağustos 2023 Salı

 YAKUP KADRİ, YABAN, SANAL DÜNYA


Yakup Kadri'nin Yaban isimli romanını yıllar önce okumuştum. Yazar, İstiklal savaşı verdiğimiz günlerde Porsuk çayı kenarındaki bir köyde geçen olayları, harpte bir kolunu kaybetmiş ve askerinin daveti üzerine bu köye gelmiş olan Ahmet Celal isimli emekli subayın ağzından anlatır.
 
Ahmet Celal ve köylüler aynı yerde aynı kaderi paylaşırlar ama dünyaları birbirlerinden çok farklıdır.
 
Bir gün Yunan uçaklarından  köyün üzerine kağıtlar atılır. Kağıtlarda, "Muhterem Anadolu ahalisi, Mustafa Kemal'in çeteleri mahvolmuştur. Adım adım bütün şehirleri, kasabaları zaptettik. Şimdi Ankara üzerine yürüyoruz. Sakın bize karşı düşmanca harekete kalkışmayın. Biz sizi Halife tarafından kurtarmağa geliyoruz." yazıyordur.

Bunu okuyan Ahmet Celal, hiddetlenip memleketin haline üzülürken, köylüler, Yunanlıları kurtarıcı olarak görüp sevinirler çünkü onların dünyasında Yunanlılar kurtarıcıdır.
 
Köylüler, Yunanlı askerler köyü işgal edip mala, cana, ırza tecavüz etmeye ve evleri yakmaya başlayınca sanal dünyadan çıkıp gerçek dünyanın ne olduğunu öğrenirler.
 
Günümüzde uçaktan atılan kağıtların yerini egemen büyük sermayenin  kontrolündeki ve yönetimindeki medya, sosyal medya ve sinema sektörü aldı.
Bunları okuyanlar, dinleyenler, izleyenler gerçekten kopmuş sanal bir dünyada yaşıyorlar. Yaşadıkları bu sanal dünya bazen onları mutlu ediyor bazen de üzüyor. Her türlü seçimlerini ise sanal dünyanın gerçeklerine(!) göre yapıyorlar.
  
Gerçeğe ulaşmak için rasyonel düşünceye ihtiyaç var ama beynine sürekli yanlış bilgiler yüklenmiş insanların bunu yapması çok zor. Rasyonel düşünce için doğru bilgi ve hatalardan kurtulmuş bir mantık lazım. Eğer bunlar yoksa, Yunan askeri kurtarıcı, Ahmet Celal düşman sanılır.
 
Yaban romanı okumanızı öneririm. Ders alınacak çok şey var.

6 Ağustos 2023 Pazar

 HAYAL VE GERÇEK

"Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana

Mey süzülmüş şîşeden ruhsar-ı âl olmuş sana"

Nedim'in bu beyit ile başlayan çok güzel bir şiir vardır. Bu şiirinde Nedim bir "dilberi" öve öve bitiremez. Gerçekte ise  böyle bir güzelin olmadığını, Nedim'in hayalinde var ettiği birisini anlattığını şiirin son beytinden öğreniyoruz.  

"Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber Nedîm

Bir perî-sûret görünmüş bir hayâl olmuş sana"

“Hayal gücümüzde, gerçek hayattan daha fazla acı çekiyoruz.” diyor Seneca.

Bizi üzen, yasa boğan, sevindiren, umutlandıran dünya acaba gerçek mi, yoksa hayalimizdeki dünya mı? Hayalimizdeki Türkiye mi?

Dünyaya pembe gözlüklerle mi bakıyoruz yoksa siyah gözlüklerle mi? Ve bu gözlükleri gözümüze kim takıyor?

Gözümüz, kulağımız medya oldu, sosyal medya oldu. Oralardan öğrendiklerimizle kendimize bir dünya oluşturuyoruz.

Ya yazılanlar, söylenenler yalansa? Birileri kullanmak için bizi gerçeklerden uzaklaştırıp hayali bir Türkiye'de yaşamamızı istiyorsa? Kim bilir?

Ve unutmayalım, insanlar önce duygularının, isteklerinin daha sonra da bildiklerinin esiridir!