30 Haziran 2015 Salı

AKP-CHP KOALİSYONU

Seçimler bitti, sıra hükumeti kurmaya  geldi. Seçim sonuçlarını etkilemeye ve seçmen oylarını yönlendirmeye çalışan guruplar bu aşamada da devreye girmiş durumda. Seçim öncesi planlanan AKP-CHP koalisyonunun oluşumu için çaba sarfediyorlar.

Peki neden bunu yapıyorlar? Amaçları ne? Bunu anlamak için Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu iki büyük sorunun değerlendirilmesi gerekir: Sömürüye dayanan ekonomik düzen  ve Kürdistan isimli yeni bir İsrail'in kurulması.

Bu sorunların oluşmasında ve büyümesinde en büyük sorumluluğa sahip olan ve  Batı'nın yönlendirdiği ekonomik düzenin ve bölünme sürecinin devamını arzu edenler HDP'nin dışardan desteklediği AKP-CHP koalisyonu için yoğun çaba harcıyorlar. Ne yazık ki, seçim sonuçların onların istediği gibi çıktı. HDP'nin barajı aşması istendi çünkü AKP tek başına bu iki süreci yönetecek gücü yoktu; ona bir ortak gerekiyordu, CHP.

Ekonomik sömürünün başlangıcını 1938'lere, 1945'lere  kadar götürmek mümkün ama bu konuda en önemli tarih 1980'dir. Bu tarihte, Özal ile birlikte  küreselleşme ve liberalleşme adı altında borçlanma, özelleştirme, emeğe giden parayı kısma, paranın serbest dolaşımı gibi Batı'nın hoşuna gidecek uygulamalar hız kazanmıştir. 57 Hükumet dönemide ise Kemal Derviş'in bakan olması bu süreci iyice hızlandırmıştır. AKP hükumeti'nin ekonomik programını da Derviş politikaları belirlemiştir.

Bu ekonomik süreç sonunda mill sanayi gerilemiş, büyük tesisler, işletmeler yabancıların eline geçmiş, kamunun ve özel sektörün borcu artmış, tarım ve hayvancılık gelişmemiş, cari açık giderek büyümüş ve dışa bağımlılık artmıştır. Sonuçta, milyonlara insanımız yoksuli işsiz ve boşlu hale gelmiştir.

Borçlar artınca Batı'nın (Sistemin) tahsildarı ve küreslleşme ve liberalleşme politikalarının adamı Kemal Derviş gelimiş ve kurulacak hükumeti beklemeye başlamıştır.

Bölünme süreci de, tesadüf bu ya, 1980 sonrasında özellikle 1984 yılından sonra hızlanmıştır. 2002 yılında terör örgütü sıfırlama noktasına geldiğinde AKP'nin iktidar olması ve onun uyguladığı politiklar sonucu yeniden azmıştır.

Bunu bahane eden çevreler, "anneler ağlamasın" sloganı ile PKK' nın isteklerine boyun eğilmeye başlandı. Erdoğan'ın ABD'nin Irak ve Suriye politikalarına verdiği destek de bölünme sürecini hızlandırdı. Şimdi gelinen noktada Erdoğan, Kuzey Suriye'de kurulması düşünülen Kürt  (ABD-İsrail) koridoruna ve burada kurulacak kukla devlete karşı sesini yükseltmiş bağırıyor. Bu tam bir pişkinlik örneğidir.

Bat'nın (Sistem) bu iki projesini, (sömürü ve bölme) devam ettirebilmesi kurulacak hükumetinin bu konularda uygulayacağı  politikalara bağlıdır.  Bu amaçla seçim öncesi planlanan AKP-CHP koalisyonun gerçekleşmesi için başta medya olmak üzere hemen her yerde yuvalanmış gazatecei, yazar, çizer, akademisyen,  STÖ yöneticileri ve iş birlikçiler devreye girdi. Bunların sayısı bir kaç bin var. Türk kamuoyunu bu koalisyona hazırlamak için çırpınıp duruyorlar. Ne yazık ki, çok da yol aldılar. Bu koalisyon kurulursa, borçlanma ekonomisi ve bölünme süreci devam edecek, planları bu...

Bu plana karşı elbette karşı koyacak milli güçler vardır. 1919 yılından itibaren Kuvay-i Milliye emperyalist güçlere karşı nasıl başarılı bir mücadele verdi ise, bu gün de Mustafa Kemal'in askerleri aynı mücadeleyi vercek ve borçlanma ekonomisini üretim ekonomisine; bölünme sürecini de milli birliğe dönüştürecektir.  Bu mücadelenin öncüleri Vatan Partisi'nde toplanmaya başlamıştır. Vatan Partisi güçlenerek yeniden milli mücadeleyi emperyalizme karşı yürütecek ve elbette başarılı olacaktır.



21 Haziran 2015 Pazar

BİR BABALAR GÜNÜ YAZISI

Hayatımı düzenlerken, Mustafa Kemal Atatürk ve rahmetli babam tarafından bana verilen büyük görev beni yönlendiren en büyük etken oldu: Cumhuriyet’i korumak ve kollamak.

Tıp fakültesini bitirip de diplomamı alınca, babamın elin öpmüş ve ben bu diplomayı senin sayende aldım; hakkını nasıl ödeyeceğim bilemiyorum dediğimde babam, “Hayır oğlum, sen bu diplomayı Cumhuriyet sayesinde aldın. Sen bana değil, Türk Milleti’ne ve Cumhuriyet’e borçlusun. Eğer ömür boyu Cumhuriyeti korur ve kollarsan, milletine zengin fakir demeden hizmet edersen, ancak o zaman borcunu ödeyebilirsin” dedi.

Babam haklı idi. Ben Tunceli’nin Çemişgezek ilçesinde doğmuşum. Çocukluğum baba memleketi olan Hozat ve Çemişgezek’te geçti. Büyüklerimden 1938 öncesi Tunceli’nin durumu hakkında çok şey diledim. O yıllarda Devlet otoritesi tam olarak tesis edilemediği için başta Seyit Rıza ve ona bağlı eşkıyalar yöre halkına çok zulüm ve katliamlar yapmışlar. Askerlerimizi, devlet memurlarını öldürmüşler. Cumhuriyet’in imkânlarının yöre halkına sunulmasına mani olmaya çalışmışlar. 1938 yılından sonra isyanın bastırılması ile birlikte yöre halkı Cumhuriyet’in nimetlerine kavuşmuş. Babam da bu dönemde gerekli eğitimi alarak polis olmuş.

Eğitimin önemini kavrayan babam benim Tıp Fakültesini bitirmem için çok fedakârlıkta bulundu. Ben bu sayede doktor oldum, öğretim üyesi oldum. Eğer Cumhuriyet olmasaydı, ben şimdi Tunceli’de bir ağanın veya şıhın yanaşması olacaktım. Cumhuriyet sadece beni değil tüm yöre halkını kulluktan kurtarıp, özgür bir vatandaş yaptı. Bize haysiyet ve onur kazandırdı. Rahmetli babam onun için her fırsatta biz çocuklarına Cumhuriyet’in önemini ve faydasını anlatmış ve Cumhuriyet’in birer bekçisi olarak yetiştirmişti.

Babam, orta okulu bitirdiğimde, “Maarif Vekaleti” tarafından basılan Atatürk’ün Büyük Nutku’nu hediye etti. Nutuk 3 cilt halinde basılmıştı. İkinci cildin sonunda Atatürk’ün gençliğe hitabesi vardı. Bu hitabedeki “Birinci vazifen Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyeti’ni ilelebet Muhafaza ve müdafaa etmektir” ifadesini defalarca okumuşumdur. Babamın doktor olmamı Cumhuriyet’e borçlu olduğumu söylediği o anı ve Atatürk’ün gençliğe hitabesinde bizlere verdiği talimatı hiç unutmadım. Verdiğim siyasi kararlarda bu iki hususu hep göz önünde tuttum.

Türkiye Cumhuriyetini tanımadan, onun özünü anlamadan koruma ve kollama görevi yapılamaz. Cumhuriyet'in temel özelliklerini Mustafa Kemal Atatürk'ün sözlerinde ve icraatlarında aramak gerekir.

Atatürk, Büyük Nutku'nun sonlarında şöyle der:  “Efendiler, bu nutkumla, millî varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milletin, istiklâlini nasıl kazandığını, ilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan millî ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım." Cumhuriyet'in özünde bilime dayanan çağdaşlık ve millilik vasfı vardır.

Türkiye Cumhuriyeti her şeyden önce milli devlettir. Türk milletinin devletidir. Atatürk'ün Cumhuriyet'in 10. yılında söylediği nutkundaki şu cümle çok açıktır. "Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek  Türk Kültürü olan, Türkiye Cumhuriyetidir. " 

Türklüğü inkar ederseniz ortada Türkiye Cumhuriyeti kalmaz.  Bu nedenle, egemenlik milletin olmalıdır. Eğitim milli olmalıdır. Ordu milli olmalıdır. Ekonomi, sanayi, tarım milli olmalıdır. Kültür politikaları milli olmalıdır.

Milli devletin iki temel özelliği vardır. Atatürk'ün deyimi ile "İstiklâl-i Tam  ve Hakimiyet-i Milliye"

Cumhuriyet bu iki umde üzerinde kurulmuştur.

Bilelim ki, tam bağımsızlık olmadan milli devlet olmaz. TBMM'nin açık olması, seçimlerin yapılması, bayrağımızın dalgalanması ülkemizin bağımsız olduğunu göstermez.

Mustafa Kemal net biçimde anlatıyor. “Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek mânasiyle bütün bağımsızlığından mahrumiyeti demektir." 

İkinci umde ise, millet egemenliğidir.  Millet egemenliğine Atatürk çok büyük önem veriyordu.  Bunu onun şu sözlerinden de anlamak mümkündür.  "Bu umde icabı bütün cihan bilmelidir ki, artık Türkiye halkı; hâkimiyetini hiçbir şahıs ve makama veremez. Hâkimiyet demek şeref demek, haysiyet demektir. Bir milletten bu evsaf-ı medeniye ve insaniyesinin terkini talep etmek onu insanlıktan çıkarmak demektir."

Bugünlerde ülkemize baktığımızda, hem tam bağımsızlığın hem de millet egemenliğinin yara aldığını görüyoruz. Tam bağımsızlığın ve millet egemenliğinin tam tesis edilmemiş olması Vatan topraklarının da bir kısmını tehlikeye atmıştır.

Cumhuriyet bekçilerinin görevi çok büyüktür. Vatan topraklarının tamamında egemenliğin ve tam bağımsızlığın temin edilmesi zorlu bir mücadeleyi gerektiriyor. Umudumuz Atatürk gençliğindedir. Gençlerimiz birinci vazifelerinin Türk Cumhuriyetini, Türk İstiklâlini korumak ve kollamak olduğunu bilmelidirler. Bu amaçla yürütecekleri mücadele Türkiye Cumhuriyetini kanları pahasına kuran şehit ve gazi babalara en büyük hediye olacaktır. 

18 Haziran 2015 Perşembe

RAMAZAN GELDİ HOŞ GELDİ

Ramazan ayı başladı, bu ayın tüm İslam alemine hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Ramazan vesilesi  ile televizyonda yapılan bir konuşmayı dinliyorum. Konuşmacı orucun faydalarını anlatıyor:  Oruç tutan insanda kardeşlik duyguları gelişir, iyimserliği artar. Açlık insanları terbiye eder, nefsini terbiye etmesini öğrenir. Aç insan açların halini;  zenginler fakirlerin, yoksulların durumunu  daha iyi anlar. Zenginlerde merhamet, acıma, şefkat duygusu gelişir. İnsanlar arasında kardeşilik artar.

Peki gerçek böylemi, tartışılır. Önce Türkiye'ye ve sonra da tüm İslam alemine bakalım. Ramazan ayı gelince çok büyük oranda insanlar orucunu tutar. Çok sayıda insan oruç tuttuğuna göre Müslümanların yaşadığı ülkelerde kardeşlik ne kadar gelişmiştir? Bu ülkelerdeki tabloya bakarsak hiç gelişmemiş. Müslümanın Müslümana yaptığı zulüm Müslüman olmayanlarınkinden daha fazla. Her gün yüzlerce Müslüman gene Müslümanlar tarafından öldürülüyor, hem de hunharca ve acımasızca. Kadınların ırzına geçiliyor; çocuklar öksüz, yetim kalıyor.  Bu ülkelerde durum o kadar kötü ki, yüzlerce Müslüman ölümü göze alarak Avrupa ülkelerine varmaya çalışıyor.  Demek ki oruç Müslümanların birçoğunda  merhamet hissini, kardeşlik duygusunu  da geliştirmemiş.

İslam ülkelerinde gelir dağılımı son derece bozuk. Zenginler ise açların halinden hiç anlamıyor.  Açlık, sefalet, yoksulluk kol geziyor.Fakirliğin çok yaygın olduğu bu ülkelerde gelir ve servet bazı ellerde toplanıyor. Yoksulluğu yok etmek için yapılması gereken yatırımlar yapılmıyor. Zenginlerin parası daha çok israfa ve gösterişe harcanıyor.

Türkiye'de de durum farklı değil. Zenginlerin fakirlerin halinden anladığı filan yok. Dinin etkisinin toplumda son yıllarda artmasına  rağmen, gelir dağılımı daha da bozuldu. 20 milyondan fazla insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Toplam gelirin çok büyük kısmı belirli ellerde toplanıyor. Fakirin, yoksulun elinden tutan yok. Ramazandan ramazan fitre, zekat dağıtmakla yoksulluk biter mi?

Aç insanın halinden anlasak açlığı yok edecek, gelir dağılımını düzeltecek, servet eşitsizliğini azaltacak ekonomik tedbirler alırız. Oysa biz tam tersini yapıyoruz. Japonya bizden çok daha zengin olmasına rağmen bizdekinden daha az sayıda dolar milyarderi var.

Oruç tutanlar yoksulların halinden anlasa, milyarlarca lira harcanıp saraylar yapılır mı? Yüz binlerce insan aç yatarken sarayın masrafları için milyonlarca lira harcanır mı? Açların halinden anlasak asgari ücret 940 lira olur mu? Her dört çocuktan birisi yoksulluk sınırının altında yaşar mı?

Son yıllarda yolsuzluğa, hırsızlığa ve devlet parasını yemeğe adı karışanların büyük çoğunluğunun göstere göstere oruç tuttuklarına ne demeli? Oruç bunları neden terbiye etmiyor? Bu insanlar oruç tutmalarına rağmen neden nefislerinin esiri oluyorlar?

Eğer toklar oruç tutukları için  açın halinden anlasaydı, toplumda bu kadar fakir olmazdı. Gelir dağılımı da bu kadar bozuk olmazdı.

Çocukluğumuzda söylediğimiz bir tekerleme vardı. Sözleri şöyle idi: "Ramazan geldi hoş geldi, baklava tepsisi boş geldi." Keşke ramazan ayında evlere gelen her tepsi dolu olsa. Fitre ve zekat vereceğimiz kimse kalmasa. Açlık, yoksulluk bitse, herkesin karnı tok olsa.

15 Haziran 2015 Pazartesi

VATANSEVERLER BİRLEŞMELİDİR

AKP yaklaşık % 41 oy aldı,  oy azaldı diye sevindik. Sevindik ama şunu da bilmemiz gerek, bu Türkiye şartlarında daha fazla azalması pek mümkün görünmüyor. Çünkü AKP belirli bir ideolojinin partisi durumunda. İslam dinini kutsiyetinden uzaklaştırıp bir ideolojiye döndürdüler. Bu ideolojinin partisi de AKP oldu.

Bu ideoloji sahipleri dindarlar değil, dinciler. Halkı Allah ile, din ile  aldatıyorlar. Yaptıklarının ve savundukları düşüncenin İslamiyetin özü ile ilgisi ise hiç yok. Hırsızlığın, yolsuzluğun, kul hakkı yemenin, vatan topraklarını başka ülkelere vermenin, ülkenin bölünmesine giden yolu açmanın israfın, şatafatın, insanları sömürmenin İslamiyet ile bağdaşan yanı var mı? İşledikleri günahları halktan gizleyebilirler ama Allah'tan nasıl gizleyecekler?

Bunlar bu günleri hemen gelmediler. Çok çalıştılar. 1938 tarihi bunlar için bir milat oldu. Osmanlıyı batıran bu zihniyet, Atatürk'ün ölümü ile birlikte yeniden doğmaya başladı. Son 13 yılda ise zirve yaptı.

Bunların onlarca televizyonu, yüzlerce radyosu, onlarca gazetesi, yüzlerce dershanesi, yüzlerce okulu, yüzlerce derneği, onlarca vakfı, yüzlerce kurs mekanları var. Hoca kılıklı, hoca efendi kılıklı, şeyh kılıklı, imam kılıklı adamları var. Yazarları var, konuşanları var, çizenleri var. Ve bütün bunların ötesinde inanılmaz miktarda paraları var.

Türkiye'nin neresine giderseniz gidin bunların etkinliklerine tanık olabilirsiniz. Sözüm ona İslam'ı anlatıyorlar ama aslında anlattıkları Kuran dini değil. Kendi uydurdukları bir din ile halkı kandırıyorlar.

Karşılarında ise bunlara dur diyecek ne resmi ne de sivil bir örgüt var. Atatürk'ün ölümü ile canlanan bu insanlara dur diyebilecek erdemi, bilimin aydınlığını, insanın özgürlüğünü, ülkenin bağımsızlığını savunacak kitleler yok. Atatürkçülüğü 10 Kasımlarda Anıtkabir'i ziyaret etmekten ibaret sanan yüz binler var ama bunların da Atatürk'ün ilkelerinden, ideallerinden haberi yok. Amerikan filmlerinde gördükleri hayat tarzı içinde yaşamayı Atatürkçülük sanıyorlar.

Oy verdikleri parti ise, ABD'nin kendi ekonomik politikalarını diğer ülkelere dayatmak için kullandığı Dünya Bankasının memuru Kemal Derviş'ten medet umuyor. Türkiye Cumhuriyetini  tam bağımsızlık ve milli egemenlik ilkesi ile kuran Atatürk'ün partisinin başkanı ve diğer yöneticileri ise Atatürk'ü ve onun dönemini beğenmiyor.

Ne gariptir ki, dindar geçinenlerle Atatürkçü geçinenlerin savundukları ekonomik politikalar aynı. Bunların tek farkı, istismar edip oy topladıkları inanç ve görüş farklı.

Bu ortamda AKP'nin daha fazla oy kaybetmesine imkan yoktur. Kendi ideolojilerine uygun insan kitlelerini yetiştirmeye devam ediyorlar. Karşılarında ise yetersiz, bilinçsiz, eylemsiz  bir parti var.

AKP'nin işi kolay ama vatanseverlerin işi gerçekten zor. Bu partinin karşısına gençlik örgütü ile, dernekleri ile, gazeteleri ile, televizyonları ile dinamik, etkin bir partinin çıkarılması gerekir.

Böyle bir parti var ama maalesef son seçimde destek bulamadı. Umarım gidişattan memnun olmayan gerçek Atatürkçüler ve vatanseverler Vatan Partisi etrafında birleşir ve irticaya karşı, sömürüye karşı ve bölünmeye karşı verilecek olan mücadeleyi başarıya ulaştırır.

13 Haziran 2015 Cumartesi

HAYDİ GENÇLER GÖREVE

Nerede bu Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençlik. Cumhuriyeti korumayı ve kollamayı birinci görev bilen Türk gençliği ne bekliyor? Cumhuriyetin tasfiye süreci içinde olduğunu görmüyor mu?

Neredesiniz ey Türk Gençliği?

Seçim sonuçlarına bakın. Ülkeyi bölünmenin eşiğine getirmiş, Anayasa Mahkemesi kararı ile laikliğin odağı olduğu saptanmış, Ülke topraklarını yabancılara terk etmiş, Cumhuriyet'in temeli olan tam bağımsızlıktan vazgeçmiş, egemenliği milletten alıp bir kişiye vermeye çalışmış bir parti % 40'ın üzerinde oy alıyor.

Diğer yanda, emperyalistlerin piyonu olmuş,  etnik siyaset uygulayarak ve binlerce insanın kanına girerek vatan topraklarını bizden koparmaya çalışan bir bölücü parti % 13 oranında oy alıyor.

Cumhuriyet'i kuran parti ise kuruluş felsefesini yansıtan Atatürk ilkelerini, altı oku bir yana bırakmış  ve kendisini ABD'nin rüzgarına kaptırmış. Cumhuriyeti ve onun temellerini savunma niyetinden ve azminden mahrum durumda.

Cumhuriyet'in temeli olan tam bağımsızlık, milli egemenlik yok olmuş. Medya sürekli yalan pompalıyor. Partilerin gerçek yüzünü göstermiyor, sürekli kamuflaj uyguluyor. O denli kamuflaj uyguluyor ki, ırkçı, bölücü, Amerikancı bir partiyi solun temsilcisiymiş gibi toplumda bir algı oluşuyor. Ağa, şeyh,  mafya düzenini savunan bir sol olur mu? Elinden kalaşnikofu bırakmayan barış güvercini olur mu? Olmaz ama işbirlikçi medya toplumu aldatınca oluyor.

Cumhuriyet dincilerin, bölücülerin ve Amerikancıların tehditi altındadır. Parti ayırımı gözetmeden gençlerin bir araya gelmesi ve Atasının kendilerine verdiği görevi yerine getirmesi  gerekir. Bunun için demokratik haklarını kullanmaları yeterlidir.

Gün görev günüdür. Halkı uyaralım. İnsanların ve partilerin gerçek yüzlerini ve gerçek niyetlerini halka anlatalım. Cumhuriyet'e kasteden partileri desteklemeyelim. Bölücülerden, din ile halkı aldatanlardan, Amerikancılardan uzak duralım.  Cumhuriyeti savunan gazetelerin satışını artıralım. Televizyon kanallarının izlenme oranlarını artıralım. Gerekli hallerde demokratik tepkilerimiz göstermekten geri durmayalım. Bir araya gelelim, bir olalım beraber olalım. Bizi birleştiren tek amaç Cumhuriyet'i korumak ve kollamak olsun.

Sevgili gençler, bu mücadele örgütsüz olmaz. Bugüne kadarki uygulamaları ve etkinlikleri ile Cumhuriyeti ve onun değerlerini en iyi savunan örgütün TGB olduğunu gördük. Sizler de hangi kente iseniz o kentteki TGB' örgütüne katılın. Unutmayın; "birinci vazifeniz Türk Cumhuriyetini, Türk İstiklâlini muhafaza ve müdafaa etmektir."

12 Haziran 2015 Cuma

YETER KANMA ARTIK!

Adalet ve Kalkınma Partisi 13 yıllık iktidarı süresince Türk Milletine yapmadığı kötülüğü bırakmadı. Dini inanç temelinde siyaset yapan bu partinin bir de gizli ortağı vardı. Etnik kimlik temelinde siyaset yapan HDP veya PKK. HDP, bir çok konuda adeta AKP'nin ortağı gibiydi.

Bu 13 yıllık süreç sonunda milli birlik bozuldu, ülke bölünme noktasına geldi. 2002 yılında sıfırlanmaya çok az kalan terör yeniden canlandırıldı. AKP'nin yanlış politikaları sonucu ölüm korkusu içerisindeki Apo ve onun yönettiği kanlı terör örgütü PKK dirildi, yeniden doğdu.

Türk Ordusu hukuk dışı işlemlerle ve yargı erki kullanılarak tasfiye edilmeye çalışıldı. Ordunun çok değerli subayları tutsak edildi. TSK'nın gizli kalması gereken planlarına ulaşıldı ve kim bilir kiminle paylaşıldı.

Cumhuriyet'e bağlı, milli bütünlükten yana olan aydınlar, gazeteciler, yazarlar uydurma delillerle hapse atıldı. Televizyonlar, gazeteler satın alındı, susturuldu. Gazeteciler işlerinden kovuldu. Yeniden şekillendirilen medya etnik kimlik ve dini inanç üzerinden siyaset yapılmasını kolaylaştırdı.

Ekonomi çıkmaza sokuldu. Üretim artırılamadı ama borçlar artırıldı. Dış borçlar tutarı 400 milyar doların üstüne çıktı. Devlet borçlandı, özel sektör borçlandı, esnaf borçlandı, halk borçlandı. Borçlar ödenemez duruma geldi.

Yoksulluk ve yolsuzluk arttı. İnsanlar fakirliğe mahkum edildi. İşsizlerin sayısı arttı. Sanayi ve tarım üretimi yavaşladı. İthal mallar piyasayı doldurdu. Saman bile ithal eder hale geldik. Dış ticaret açığı rekorlar kırdı. Açığı yüksek faizli borçlarla kapatır olduk.

Kamuya ait fabrikalar, işletmeler özelleştirilidi. Ormanlar, yer altı zenginlikleri dereler yağmalandı. Özel sektöre ait bir çok fabrika, tesis ve kurum yabancıların eline geçti.

İnsan hayatının değeri kalmadı. Boğaz tokluğuna çalıştırılan işçilerimizin iş kazaları sonucu ölmesi sıradan haber oldu.

İktidarın hırsızlık ve yolsuzluk dosyaları ortalara saçıldı. Halk fakirleşirken iktidar mensupları ve yandaşları zenginleşti. Servet, gelir ve fırsat eşitsizliği arttı. Devlet eli ile müteahhit zengin edildi. İktidardakilerin rant kazanma arzusu ahlakı unutturdu.

Bilimin aydınlığının halkı aydınlatmasının önüne geçildi. Hurafeler, batıl inançlar bilimin yerini aldı. Eğitim sistemi bozuldu. Üniversiteler medreseye dönüşmeye başladı.

13 yılın sonunda geldiğimiz nokta işte bu:  Bölünmeye ramak kalmış bir ülke, tasfiye edilmeye çalışılan Cumhuriyet, üretmeyen fakat sürekli borçlanan bir ekonomi, artan yoksulluk, yıpranan ahlak anlayışı ve gerçekleri halktan saklayan bir medya.

İşin garibi bütün bunların sorumlusu olan AKP ve HDP toplumdan rağbet görmeye devam ediyor. AKP her şeye rağmen % 40'ın üzerinde  ve HDP de % 13'ün üzerinde oy alabiliyor.Bütün bu kötülüklere rağmen bu partiler bu oranda oy alabiliyorlarsa bunun sebebi insanların dini inançlarının ve etnik kimliklerinin kurbanı olmalarındandır. AKP'yi dindarların, HDP'yi de Kürt kimliğine sahip olanların temsilcisi gibi gösterilmeleri onlara bu oranda oy kazandırmaktadır.

Birisi halkı Allah ile aldatırken, diğeri ise, mikro milliyetçilik yaparak aldatmaktadır. Bu iki partinin  Türküyle, Kürdüyle bir bütün olan Türk Milletine bir faydası yoktur. Bunların uyguladıkları ve uygulamak istedikleri politikaların sonu Türkiye halkı için  hüsrandır, sefalettir, göz yaşıdır ve en kötüsü kandır.

Ey benim güzel halkım! Bu partilere kanma, bunların sana bir faydası yok. Bunların bugüne kadar bir faydaları dokunmadı, bundan sonra da dokunmaz. Onlar senin inançlarını, etnik kimliğini istismar edip iktidar oluyor. Senin önünde kavga ediyormuş gibi yapıp kapalı kapılar arkasında senin kuyunu kazıyor.

Bunlar seni etnik olarak ve dini inanç olarak bölmeye çalışıyor. Bölünmenin kimseye faydası olmaz. Kardeşlikten güzel ne var? Farklılaşmalar düşmanlığa dönüştürülmek isteniyor, dikkatli ol. Bizi birlik ve beraberlik içinde Cumhuriyet'in eşit haklara sahip vatandaşlığı kurtarır.

Bizi fakir bırakanlara, bizi bölmeye çalışanlara, dinimizi istismar edenlere karşı mücadele etmeden refaha ve düzlüğe ulaşamayız. Gün bölünüp kavga etme günü değil, gün birleşip kötüye, soyguncuya, hırsıza karşı kardeşçe omuz omuza verip mücadele etme günüdür. Gün mafyanın, ağaların, tarikatların iktidarına son verme günüdür. Gün Türk, Kürt, Çerkez, Arap demeden sımsıkı bir olup emperyalistlere ve onun yerli işbirlikçilerine karşı mücadele etme günüdür.

Unutma! AKP ve HDP'den sana fayda gelmez. 13 yılın sonunda geldiğin noktaya  baktığında bunların seni nasıl sömürdüğünü göreceksin. Lütfen artık gözünü aç ve senin inançlarını, kimliğini istismar etmelerine izin verme. Yeter, kanma artık!

10 Haziran 2015 Çarşamba

BÖLÜNMEYE GİDEN YOL

1919'un ortamına ve şartlarına geri dönüyoruz. Atatürk Cumhuriyet'i tasfiye ediliyor hem de Atatürk'ün partisi de kullanılarak...

Yönetime, partilere ve medyaya baktığımızda Vahdettini, Damat Ferit Paşa Hükumetini, Hürriyet ve İhtilaf Fırkasını, İkdam ve Peyam gazetelerini, Ali Kemalleri, Refii Cevatları, Rıza Tevfikleri, Sait Mollaları, Said-i Kürdileri, Kürt Teali Cemiyetini, İngiliz Muhipleri Cemiyetini görüyoruz. Bunlar bize el birliği ile yeniden Sevr'i dayatıyorlar. Adını da açılım süreci veya çözüm süreci koymuşlar.

Bu tablo, özellikle son 15 yılın eseridir. Bu 15 yıl çerisinde  bölünmeye doğru giden olayları hatırlayalım:

Türk güçleri tarafından öldürüleceği anlaşılan Apo, ABD tarafından asılmamak şartı ile Türkiye'ye teslim ediliyor ve İmralı'ya yerleştiriliyor. Orada her türlü güvenliği sağlanıyor ve böylece örgütünü kolaylıkla yönetmeye başlıyor.

ABD'nin Irak politikalarını tasvip etmeyen Ecevit Hükumeti Kemal Derviş, Hüsamettin Özkan gibi isimlerin entrikaları ile yıkılıyor. Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan önderliğinde,  Refah Partisi ve Anavatan Partisinden ayrılan milletvekillerinin katkısı ile Adalet  Ve Kalkınma Partisi Kuruluyor. Ülke  Devlet Bahçeli tarafından 3 Kasımda seçime götürülüyor.  AKP iktidar oluyor.

AKP iktidarı AB'ne gireceğiz aldatması ile çok sayıda yıkım kanununu kabul ediyor. Atatürk ilkeleri yavaş yavaş rafa kaldırılıyor.

ABD askerlerinin Türkiye'de yerleşmesini sağlayacak olan Hükumet tezkeresi 1 Mart 2002 tarihinde  Deniz Baykal ve Onur Öymen'in büyük gayretleri ile TBMM'de ret ediliyor. daha sonraki günlerde  Deniz Baykal kaset operasyonu ile Parti başkanlığından uzaklaştırılıyor.  CHP yeni yönetimi tarafından Onur Öymen milletvekili adayı yapılmıyor.

3 Nisan 2003 tarihinde devrin başbakanı ve ABD dış işleri bakanı Powel arasında 2 sayfalık, 9 maddelik bir mutabakat imzalanıyor. Bu mutabakatın maddelerinden bazıları şunları içeriyordu:

Türkiye kuzey Irak'ta sınır ötesi hareket yapmayacak. PKK için geniş kapsamlı af çıkarılacak. PKK'ın siyasallaşması sağlanacak Türk Silahlı Kuvvetlerinin gücü azaltılacak. Irak'ın kuzeyinde kurulacak devlet Türkiye tarafından tanınacak. Yerel yönetim yasaları değiştirilecek ve belediyelere özerklik verilecek. Kıbrısta Rauf Denktaş devre dışı bırakılacak. ABD'nin Irakta yapacağı uygulamalara Türkiye destek verecek.

4 Temmuz 2003 tarihinde Kuzey Irak'ta görev yapan Türk askerleri ABD askerleri tarafından  başlarına çuval geçirilerek tutsak edildi ve Türkiye'nin kuzey Irak'taki askeri faaliyetleri minimum düzeye indirildi.

2002 yılında bitme noktasına gelen terör AKP'nin uyguladığı politikalar sonucu yeniden arttı. Terör örgütü yöre halkını ve Mehmetçiklerimizi kahpece kurduğu pusularla öldürmeye başladı. Şehit sayısı giderek arttı. Hükumet önleyici tedbirler alacağına bu şehitlerin toplumda yarattığı acıları istismar ederek "anneler  ağlamasın" şeklinde bir kampanya başlattı. Amaç, PKK ile yapılan görüşmeleri ve verilen tavizleri meşru ve gerekli  göstermekti.

CHP genel başkanı Deniz Baykal bir kaset komplosu ile istifa ettirildi ve yerine Kemal Kılıçdaroğlu getirildi. Kılıçdaroğlu'nun ekibi açılım sürecini destekleyebilecek isimlerden oluşuyordu.

Bölünme sürecine ve Atatürk Cumhuriyetinin tasfiyesine karşı çıkabilecek partilere, TSK'ne, bazı medya organlarına ve aydınlara kumpaslar uygulandı. Yurtsever asker ve siviller Silivri, Hasdal, Mamak cezaevlerinde tutsak olarak tutuldu.

2009 yılında Oslo'da başlayan Hükumet, PKK görüşmeleri genişletildi. Görüşmelere HDP milletvekilleri ve terör örgütü başı Apo da dahil edildi. Terör örgütüne sürekli taviz verildi.  Demokratik çözüm adı altında kamu oyu bölünmeye alıştırılmaya başlandı.

Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında CHP ve MHP tarafından seçilmeyeceği biline biline  Ekmeleddin İhsanoğlu aday gösterildi ve böylece Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı oldu.

Milletvekilliği seçimleri yapıldı. PKK terör örgütünün siyasi uzantısı HDP'nin  barajı aşarak TBMM'ne girmesi medya ve CHP desteği ile sağlandı. AKP tek başına iktidar olma özelliğini kaybetti. Bölünme sürecini tek başına tamamlayamayacağı anlaşılan AKP'ye bir ortak bulma yolu açıldı.

1919 şartlarında bize dayatılan Sevr'i Mustafa Kemal önderliğinde verdiğimiz büyük mücadele ile yırtıp attık ve Lozan'ı kabul ettirdik.  ABD ve AB Lozan'ı hazmedemediler. Türkiyeyi bölme ve Güneydoğu'da kukla bir devlet oluşturma amaçlarından vazgeçmediler. Sevr'in adını Büyük Ortadoğu Projesi koydular. Bu projenin hayata geçirilmesi için yukarıda sıraladığım olayları gerçekleştirdiler. Sıra son darbeyi vurmaya kaldı.

Adım adım bölünmeye yaklaştık. Bu aşamada kurulacak bir hükumetin de bu süreci tamamlayacak özellikte olması gerekir. AKP'nin tek başına bu süreci tamamlayacak gücü yoktur. Türk kamuoyu sürece tepki verebilir. AKP'nin yanına kamuoyunu tepkisizleştirecek bir ortak gerekir. Bu amaçla HDP'ye baraj atlatılmış ve AKP koalisyon yapmaya mecbur bırakılmıştır. Bunun için en uygun koalisyon modeli AKP-CHP koalisyonudur. HDP'nin bölünme süreci için bu koalisyona  destek vereceği aşikardır.

Türkiye bir yol ayırımına getirilmiştir. Milletimiz  ya Sevr'e yönelecek ya da Lozan'a.

ABD ve AB'nin ve onların işbirlikçilerinin  planları ve hesapları bunlar ama Türk Milleti daha son sözünü söylemedi. Milletimiz dün nasıl Sevr'e izin vermedi ise, bugün de BOP adı altinda gerçekleştirilmeye çalışılan bölünme sürecine izin vermeyecektir. Kimse boş hayallere kapılmasın. Herkes tutumunu bu gerçeğe göre belirlerse iyi olur.

7 Haziran 2015 Pazar

MUSTAFA KEMAL'İN ASKERLERİ YENİLMEZ

"Şark Meselesi", Sevr ve Büyük Ortadoğu Projesi'ni göz önüne almadan seçim sonuçlarını değerlendirmek doğru olmaz. Bu projenin amacı Türkiyeyi bölmek ve ABD kontrolünde bir kukla devlet kurmaktır. Bu projeyi Türk milletine kabul ettirebilmek için adı "açılım süreci" konulmuştur.
Bu sürecin işlemesi ve borçlanma ve sömürge ekonomisinin devam etmesi için Türkiye'de daha kuvvetli hükumetlerin gerektiğini anlayan güçler AKP-YCHP koalisyonunu planlamışlardır.
Abdullah Gül ve Kemal Derviş pusuda bekliyor. AKP'nin ve Davutoğlu'nn bu süreci devam ettirmesi mümkün görülmüyor.
Onun için HDP'nin barajı aşması sağlandı. Böylece AKP tek başına iktidara gelemedi ve koalisyon yapmaya mecbur kaldı. Açılım sürecinin ( Sevr, BOP) esas piyonu HDP de meclise girmiş oldu ve siyasi güç kazandı.
AKP-YCHP koalisyonu yanlarına HDP'nin desteğini de alarak anayasayı değiştirmek isteyeceklerdir. Amaç, anayasadan Türk Milleti kavramını çıkarmak ve milli, tekil devlet yerine federatif bir model uygulamaktır. Nihai amaç ABD kontrolünde kukla bir devletin kurulmasıdır.Yeni Türkiye dedikleri budur.
Vatan Partisi meclise giremedi ama ABD'nin bu planlarını bozacak güce sahiptir. Anayasadan Türk milletini çıkartmaya izin vermeyecektir. Türk Milletinin bölünmesine, Türkiye Cumhuriyetinin temel yapısının değiştirilmesine izin vermeyecektir. Vatan Partisinin kadroları bunu yapacak güçtedir. Türkiye'nin bölünmesine hizmet eden hainler ve gafiller şunu bilsin ki, Mustafa Kemal'in askerleri yenilmez.
Seçimi ABD kazanmış gibi gözüküyor ama zafer Mustafa Kemal'in askerlerinin olacaktır.

Eyup S. Karakaş
Vatan Partisi Kayseri İl Başkanı

4 Haziran 2015 Perşembe


OYUM VATAN'A

Bu seçimde BOP oylanacak, tam bağımsızlık oylanacak, milli devlet oylanacak, Müdafa-i hukuk oylanacak.

Ya Bop kazanacak ve ülkemiz ve milletimiz bölünmeye bir adım daha yaklaşacak ya da açılım sevdalıları, özerklik düşkünleri ABD'nin BOP görevlileri kaybedecek ve Türkiye Cumhuriyeti kazanacak.

Ya Türkiye'yi ABD'den, Vaşington'dan, Bürüksel'den yönetmek isteyenler kazanacak ya da Mustafa Kemal'in izinde yürüyen ve kalbi bağımzılık ateşi ile yanan vatanseverler kazanacak.

Ya fedarsyon yanlıları, etnik kimlik üzerinden, dini inanç üzerinden, mezhep farklılıkları üzerinden siyaset yapanlar kazanacak ya da devleti ve milleti bir ve baraber gören ve kardeşlik, birlik ve bütünlük peşinde olanlar kazanacak.

Ya Batı emperyalizmin Türkiye'yi sömürmek için kullandığı işbirlikçiler, özelleştirmeciler, satıcılar, karaborsacılar, faizciler kazanacak ya da Türk milletinin her türlü hakkını savunmaya kararlı, milli ekonomiden, iktisadi bağımsızlıktan yana olanlar kazanacak.

Bir yanda Sistem'in partileri bir yanda Tam bağımsızlıktan yana olan Vatan Partisi.

Bir yanda Türk milletini anayasadan çıkarmak için oyunlar peşinde olan partiler diğer yanda Türk Milletini anayasadan çıkarmam diye meydan meydan haykıran Vatan Partisi.

Bir yanda özelleştirmeden, gümrük kapılarının sonuna kadar açılmasından, ne var ne yok satılmasından, paranın kontrolsüzce dolaşmasından yana partiler diğer yanda özelleştirmeleri durdurmaya, özelleştirilen bazı kurumları kamulaştırmaya, gümrükleri ve para dolaşımını kontrolden yana olan Vatan Partisi.

Bir yanda etnik kimlik ve dini inanaç üzerinden siyaset yapan partiler diğer yandan “Türk de biziz, Kürt de biziz; biz Türk Milletiyiz” diyen Vatan Partisi.

Bir yanda ancak sömürge ülkelerinde olan, yabancı dille eğitimden yana olan partiler, diğer yanda eğitim dilinin sadece Türkçe olmasını isteyen Vatan Partisi.

Bir yanda borçlanaraki ithalatı artırarak ekonomiyi yönetmeye kalkan; IMF'nin, Dünya Bankası'nın tahsildarlarından medet uman partiler diğer yanda üretim ekonomisinden ve iktisadi bağımsızlıktan yana olan Vatan Partisi.

Ben, ülkem bölünmesin; ülkemin insanları özgür, devleti bağımsız olsun; vatanın her köşesinde bayrağımız dalgalansın; ülkemin fabrikaları, dereleri, dağları, ormanları, madenleri sadece ve sadece bizim olsun; ülkem Vaşington'dan değil, Ankaradan yönetilsin; insanlarımız kardeşlik duyguları içerisinde bir ve beraber olsun; emperyalistler ülkemi ve milletimi bölemesin istiyorum.

Bu isteklerimi karşılayacak tek parti var o da Vatan Partisi. Vatan Partisi, lideri ile, kadrosu ile sadece benim değil tüm milletimizin ümidi olmuştur. Musatafa Kemal'in askerlerinin toplanma yeri olmuştur.

Vatan Partis'nin iktidara gelmesi, milli meclis ve milli hükumeti kurması ile “Türklüğün unutulmuş medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.”

Onun için göğsümü gere gere diyorum ki, benim oyum Vatan Partisi'ne

3 Haziran 2015 Çarşamba

SİSTEM'İN PLANLARI

7 Haziran seçimlerine çok az bir zaman kaldı. Bu seçimlerde Batı sistemi Tayyp Erdoğan'a yardımcı olacak partilerin meclise girmesini bekliyor. AKP'nin tek başına bazı şeyleri beceremediğini gördü; ona yardımcı olacak partileri destekliyor.

Sistem, Türkiye'ye iki yönden saldırıyor:

1. Ekonomik sömürü devem etsin ve bölünme süreci tamamlansın istiyor. Bu amaçla HDP'nin meclise girmesi için var gücü ile çalışıyor. Diğer yandan da Kemal Derviş'i yollamış, nöbeti devralması için bekliyor.

1908 yıllarda Özal ile başlayan, liberalleşme, gümrükleri kaldırma, paranın serbest dolaşımına izin verme, özelleştirme ve borçlanma ekonomisi devam etsin isteyen sistem seçim sonrası ekonomik kadrosunu da belirlemiş durumda: AKP'den Ali Babacan ve CHP'den Kemal Derviş ve Selin Sayek Böke. Bunlar birbirlerini övüp duruyorlar. Belli ki, AKP-CHP koalisyonunda ekonomi bunlardan sorulacak.

Kemal Derviş'in başlattığı ekonomik politikaların sonucu vardığımız yer borç batağı oldu. Şimdi Derviş gelmiş, borçları tahsil edecek. Onun görevi de bu: Tahsildarlık. Bunun için hükümete girmesi lazım. Televizyon televizyon gezip CHP ile AKP'nin koalisyon yapmasının faydalarını anlatıyor. HDP'nin de meclise girmesi için çağrılar yapıyor.

2. Anayasayı değiştirip Türk Milleti'ni anayasadan sileceklermiş. Davutoğlu ve Kılıçdaroğlu bunu alenen söylüyor. HDP zaten dünden hevesli. Amaç, Türkiye halkının milli birliğini bozup, bölünmelere zemin hazırlamak. Vatan toprakları üzerinde başka devletler kurulmasını kolaylaştırmak. Apo'yu meclise sokmak.

Bu projenin görevlileri ise, Gül, Erdoğan, Davutoğlu, Akdoğan, Murat Özçelik, Sezgin Tanrıkulu, Selahattin Demirtaş ve tabii ki Apo.

Güneydoğu'da özerklik kuracaklarmış; sonra da devletçik oluşturacaklarmış.  Batı sisteminin  yüz yılı aşkın bir süredir bize  dayattığı plan bu. Onun için Eli kanlı terör örgütünü legal bir parti imiş gibi gösteriyorlar. Katil Apo'nun emir eri Demirtaş'ı allayıp, pullayıp gelin etmeye çalışıyorlar. PKK'yı sanki askerlerimizi silahlı silahsız demeden öldüren, mühendislerimizi, öğretmenlerimizi, işçilerimizi, bebek, yaşlı demeden halkımızı katleden bir örgüt değil de barış havarilerinin toplandığı bir partiymiş gibi gösteriyorlar.

Makyajlama, allayıp pullama korosunu liboşlar, vatansız solcular, yetmez ama evetçiler, hepimiz Hırant Dink'iz diye bağıranlar, ABD uşakları, satılık kalemler ve ne yazık ki yıllardır Atatürkçü olarak bildiğimiz yazarlar oluşturuyor. Amaç belli, PKK'yı meclise sokup oluşturmayı düşündükleri koalisyonun bir parçası yapmak.

ABD'de planlanmış bu senaryoları Vatan Partisi bozacaktır. Vatan Partisi'nin iki önemli hedefi vardır: Borçlanma ekonomisine son verip üretim ekonomisini başlatmak ve refahı artırıp, tabana yaymak. Diğer hedefi ise, milleti birleştirmek, vatanı böldürmemek.

Vatan Partisi'nin kadroları halkta aldığı destekle bunu başaracaktır. Halkımız Vatan Partisi'ne güvensin ve oyları ile destek olsun.

Vatan Partisi'nin hedefi yeni Türkiye değil, "Yeniden Türkiye Cumhuriyetidir".

2 Haziran 2015 Salı

BÖLÜNME SÜRECİ BİTMİŞTİR

2  Haziran 2015 tarihi Cumhuriyet tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bugün Vatan Partisi'nin Hakkari'de yaptığı miting ile bölünme sürecinin sona erdiği anlaşılmıştır. Sevr'den bu yana Türk milletini ve onun vatanını etnik kimlikler üzerinden bölmeye kalkanlar hüsrana uğramıştır. Bu miting göstermiştir ki, Türkiye halkı Türküyle, Kürdüyle, Çerkeziyle, Arabıyla ve tüm etnik kimlikleriyle bir bütündür ve adı da Türk Milletidir.

Miting büyük önder Mustafa Kemal Atatürk ve şehitler için saygı duruşu ve ardından İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başladı. Hiçbir siyasi partinin seçim mitingi yapmadığı Yüksekova’da bütün engellemelere rağmen gerçekleşen Vatan Partisi mitinginde Genel Başkan Doğu Perinçek ve Hakkari milletvekili adayı Namık Ereli konuştu. Ereli konuşmasını hem Türkçe hem Kürtçe olarak gerçekleştirdi. Konuşmasına Yüksekovalıları Kürtçe selamlayarak başlayan Perinçek yurttaşlara “Kardeşlerim, sizlerle kucaklaşmaya geldik” diye seslendi.

Perinçek çok önemli mesajlar verdi. Konuşmasının satır başları şöyle:

"Bizim için Edirne neyse, Hakkari de odur. Vatanın bir parçasıdır. Adana'dan Edirne'den Hakkari'ye selam yolladık. Bu millet birlik istiyor, kardeşlik istiyor. Vatanlarını ekmek biçmek, çarşılarında şenlik istiyor, bağımsız yaşamak istiyor. Edirne'den Hakkari'ye bir olursak başımız dik olur, bağımsız oluruz. Türk ve Kürt'ü ayırmak isteyenler Türk'ü de Kürt'ü de köle yapmak isteyenlerdir. Ayrılarak başı dik yaşama şansı yok.

BOP, Amerika ve İsrail'in hepimiz biliyoruz. Ortadoğu halklarına karşı bu projenin neler getirdiğini yaşadık. Körfez Savaşı'ndan önce gaflet içinde olabiliriz ama yaşadık. Bütün terör örgütleri ABD'ye bağlı. Bölücük ABD'ye bağlı. Vatan partisi bütün bölücük çalışmalarına karşı bölge ülkelerini bir araya getirecek Batı Asya Birliği projesini hayata geçiriyor. 

Özerklik Türkiye'de Kürt'e yapılacak en büyük kötülüktür. Sen ona etiket yapıştırıyorsun, benden değil diyorsun. Onu aşağılara sürer, eşit yurttaş olmaktan çıkartır. İşte şimdi plan bu. 

Türkiye'de terör, bölücük vs. son vereceğiz. Teröristler silahlarını yere atacak ve yaralarımızı saracağız. Biz Kürt'ümüze hükümet olmayı vaat ediyoruz. Ankara'dan Diyarbakır'a, Edirne'den Hakkari'ye bütün yönetimi halk alacak. Bu halkın içinde Kürtler de var. Sizleri kutluyorum kardeşlerim. Bizi ayırmak isteyenlere karşı dimdik durdunuz."

7 Haziran seçimleri bu açıdan çok büyük önem kazandı. Türkiyeyi bölmek isteyenler HDP'nin (PKK) meclise girmesi için türlü türlü oyunla oynuyorlar. Bebek katillerini sevecen çocuklarmış gibi gösteriyorlar. Açılım isimli bölünme sürecini gerçekleştirmek için, seçim sonrası AKP, CHP, HDP koalisyonlarının alt yapısını oluşturmaya çalışıyorlar. Başaramayacakları ortaya çıkmıştır.

Öyle anlaşılmıştır ki, Türk Milleti Vatan Partisi önderliğinde birleşecek; halkın egemen olduğu, tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti'ni sonsuzluğa kadar yaşatacaktır.

1 Haziran 2015 Pazartesi

CANLARIMIZA YAZIK OLUYOR

Elim ve alçakça bir  saldırı sonucu meslektaşımız, canımız, yeri doldurulamayacak bir varlığımızı kaybettik. Dr. Kamil Furtun, gaddarlığın, alçaklığın ve cehaletin kurbanı oldu. Bu ilk kaybımız değil, öyle görülüyor ki son da olmayacak.

Katil yakalandı deniyor ama bize kalırsa katiller eli, kolu serbest geziyor.

Dr Kamil Furtun'un katilleri sağlık sitemini para odaklı hale getiren, doktorları para canlısı olarak gösteren, sağlık çalışanlarını halkın nazarında sürekli aşağılamaya çalışan yöneticiler ve medya mensuplarıdır.

Dr. Kamil Furtun'un katilleri, eğitimin özünden  insan sevgisini ve insana saygıyı kaldıranlardır.

Dr. Kamil Furtun'un katilleri, siyasi sistemi, ekonomik sistemi ve sağlık sitemini insan odaklı yapacaklarına para odaklı yapanlardır.

Olay, Dr. Kamil Furtune'un katledilmesi ile veya sadece sağlık çalışanlarının saldırıya uğraması ve darp edilmesi öldürülmesi ile sınırlı değildir.

Olayın iki önemli sebebi var:   Birincisi, topluma doktorların ve tüm sağlık çalışanlarının  tembel, para canlısı, insan sağlığı konusunda vurdum duymaz, bilgisiz ve sürekli hata yapan insanlar olarak gösterilmesi; ikincisi ise, insana verilen değerin azalmasıdır.

Ölenler sadece sağlıkçılar değil ki, gazete sayfaları iş kazaları sonucu ölen, yaralanan insanların haberleri ile dolu. Daha 5 gün önce Kayseri'de bir işçi inşaattan düştü hayatını kaybetti. Olay olağanmış gibi kabul edildi; gazetelerin iç sayfalarında basit bir haberin konusu oldu.

Canın değeri bu kadar mı ucuz olabilir? Toplum bu hale nasıl geldi. Bu para düşkünlüğü, bu cehalet, bu zalimlik nasıl yeşerdi?

İnsana, onun canına, onun duygularına, onun sağlığına, onun hayatına değer verilseydi, 40 000 insanımızı katledenler televizyon televizyon gezip cici çocuk rollerine girebilirler miydi?

İnsan sevgisinin olmadığı, insan sağlığına, onun mutluluğuna ve refahına verilen değerin her geçen gün azaldığı, paranın her türlü politikanın merkezinde olduğu, cehaletin giderek arttığı, katillerin müsamaha ve hatta teşvik gördüğü bir ortamda daha çok canımızı bu ortama kurban vereceğiz demektir.

Dr. Kamil Furtun'a Allah'tan rahmet, milletimize baş sağlığı diliyorum.