29 Şubat 2016 Pazartesi

ENKAZI TÜRK MİLLETİ 93 YIL ÖNCE KALDIRMIŞTI 

Yıl 1919, görünen manzara şu:

İşgal edilmiş bir vatan, esir alınımış ve İngilizlerin kontolüne girmiş bir padişah, silahları elinden alınmış ve sürekli savaşmaktan yorgun düşmüş bir ordu; Malta'ya sürülümüş mebuslar ve aydınlar; Yıllarca ihmal edilmiş ve sömürülmüş hastalıklı bir halk; yurdun dört yanında katliamlar yapan Rum ve Ermeni çeteleri; açlık, sefalet ve yokluk.

Üretim yok, tarım yok, fabrika yok, mühendis yok, iktisatçı yok, borca batmış bir ekonomi...

Özetlersek, enkaz haline gelmiş bir devlet, parçalanmış bir imparatorluk. 97 yıl önceki tablo bu. Türk Milleti bir büyük bağımsızlık mücadelesi vererek bu enkazı kaldırdı ve bu enkazın yerine Türkiye Cumhuriyetini kurdu.

Şimdi utanmadan 90 yıllık enkazı kaldırdık diyenlerin bu gerçeği iyi bilmesi lazım. Enkazı 93 yıl önce erkeğimizle, kadınımızla, çocuğumuzla, batılımızla, doğulumuzla, kuzeylimizle, güneylimizle biz kaldırdık. Senin kaldırdım dediğin ama asla kaldıramayacağın Cumhuriyet, Osmanlı'nın enkazında yeşeren bir bağımsızlık ve milli egemenlik abidesidir.

Sen bu abidenin sağını solunu yıpratırsın ama ortadan kaldıramazsın. Çünkü Türkiye Cumuhuriyeti onu korumaya yemin etmiş her yaştan milyonlarca gence büyük Atatürk tarafında emanet edilmiştir.

Sadece sen değil, seninle birlikte “yedi düvel” gelse bu cumhuriyeti ortadan kaldıramaz.

Kaldıramaz çünkü:

Cumhuriyet bağımsızlıktır,

Cumhuriyet milletin egemenliğidir,

Cumhuriyet kullaktan çıkıp, onurlu yurtaş olmaktır,

Cumhuriyet dini inanç ve etnik köken gözetmeksizin Türkiye halkının mutlu ve şerefli beraberliğidir,

Cumhuriyet hukukun üstünlüğü ve kanun önünde eşitliktir.

Cumhuriyet bilimin aydınlığıdır,

Cumhuriyet vatan için, bağımsızlık için dökülen kanların bedelidir,

Cumhuriyet şerefli ve haysiyetli yaşamanın adıdır,

Cumhuriyeti yok etmek isteyenlere tavsiyem şu: Bırakın bu Cumhuriyet düşmanlığını. Sakın onun temelleri ile oynamaya kalkmayın. Bu millet bağımsızlığını ve egemenliğini kan dökerek, can vererek kazandı. Kazandığı haklar bu kanların bedelidir. Bu bedeli ödemeden hiç kimsenin Cumhuriyeti yok etmeye gücü yetmez.

Cumhuriyeti yok etmek isteyenler şunu da bilsinler ki, eğer niyetlerinden vazgeçmezlerse ve yıkım projelerini uygulamaya kalkarlarsa, Gezi direnişini çok ararlar. Bu millet Cumhuriyeti “ilelebet muhafaza ve müdafa etmeye kararlıdır ve yeminlidir.


27 Şubat 2016 Cumartesi

DEVRİM KARŞI DEVRİM VE YENİ ANAYASA

İnsanlık tarihi boyunca devrimler yapılmış. Bu devrimler sayesinde insanlık haklara, özgürlüklere kavuşmuş. İnsanın insanı sömürmesinin önüne geçilmiş. İnsan hakları ve özgürlükleri evrensel beyannamesi bu devrimlerin sonucudur. İnsanın insana kulluğu bu devrimlerle bitirilmiş.

Bu devrimler kuvvete karşı hakkın mücadelesinin sonucudur. Elitlere karşı halkın mücadelesinin sonucudur. Emperyalist güçlere karşı mazlumların mücadelesinin sonucudur. Bu devrimler sonucunda bağımsız milli devletler kurulmuş ve hak ve özgürlükler yaygınlaşmıştır.

İnsanlık tarihindeki en büyük devrimlerden birisi Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile zirveye ulaşan Türk Devrimi’dir. Bu devrimin Cumhuriyetten öncesi de vardır.

Türk Devriminin başlangıcını 1876 yılına kadar götürmek mümkündür.  Bu tarihte, Mithat Paşaların, Namık Kemallerin, Ziya Paşaların simgelediği Yeni Osmanlılar cereyanının önderliğinde 1. Meşrutiyet gerçekleşti.

1908 yılında Genç Türkler ve İttihat Terakki cemiyeti önderliğinde Hürriyet devrimi oldu.

Bu devrimi 1. Cihan harbi ve sonrasında Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde kurtuluş mücadelesi takip etti ve nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. 23 Nisan 1920 ve 29 Ekim 1923 Türk devriminin en önemli günleridir.

Türkiye Cumhuriyeti etnik köken, dini inanç farkı gözetmeksizin birleşen Türkiye halkının ümmetten millete ve kulluktan eşit yurttaşa dönmesi ve kendi milli devletini kurması olayıdır. Bu emperyalist güçlere ve onların içerideki işbirlikçilerine karşı verilmiş bir mücadelenin sonucudur.  Bu mücadele diğer mazlum milletlere de örnek olmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti “ Ya İstiklal ya ölüm” parolası ile kurulmuştur. Tam bağımsızlık ve milli egemenlik temel düşüncedir.

Dünya tarihinde devrimler olduğu gibi karşı devrimler de var. Türk tarihinde de öyle. 1945 yılında başlayan ve 1960’a kadar süren “küçük Amerika” olma ve Atlantik sitemine bağlanma süreci bir karşı devrimdir. 27 Mayıs darbesi ve sonrasında yürürlüğe giren anayasa ile Türk Milleti yeni haklar kazanmış, millet egemenliğine sahip çıkmış, emeğin sömürülmesinin önüne geçilmeye çalışılmış. Yargının yasama ve yürütmeden bağımsız hale getirilmesine çalışılmış. Seçim kanunları temsilde adaleti sağlar şekilde düzenlenmişti.

1980 darbesi ise tam bir karşı devrimdir. Türkiye bu karşı devrim ile her bakımdan Atlantik sistemine bağlandı. Uygulanan barajlarla halk mecliste tam olarak temsil edilemedi. Siyasi partilerde demokrasi yok edildi. Sendikalar sarılaştı ve fonksiyonsuz hale getirildi. Yasaklar arttı, özgürlükler kısıtlandı. Uygulanan neoliberal politikalar ve küreselleşme gayretleri emperyalistlerin Türkiye'yi sömürme şansını ve imkânını artırdı.

Bütün bunlara yol açan temel neden, 1961 anayasasının kaldırılması ve 1982 anayasasının yürürlüğe girmesidir. Devrim ve karşı devrimler yeni bir anayasa ile sonlanır. 1982 anayasası da bir karşı devrimin sonucudur.

1982 anayasası yedi kez referandumdan geçti, on sekiz kez değişikliğe uğradı ve yüz yirmi iki maddesi, yani neredeyse üçte ikisi değiştirildi. Bu şekilde daha özgürlükçü ve demokratik bir anayasa oluştu. Bu anayasanın gerekli görülen bazı maddeleri daha değişebilir ama yeni bir anayasa yapılmak isteniyor.

Yapılması düşünülen yeni anayasa ile Türkiye Cumhuriyeti’nin tasfiyesi amaçlanıyor.  Saldırı var, Cumhuriyete saldırılıyor. Milli Devletimize saldırılıyor.

Emperyalizm, sömürü düzenini sürdürmek için milli devletleri parçalamayı hedefliyor. Milli devlet yerine yönetebileceği küçük devletçikler olsun istiyor.

Yeni anayasayı isteyenlerin başında gelen AKP’nin 13 yıllık iktidarında yaptıklarına ve Erdoğan ve Davutoğlu’nun söylemlerine bakarsak tam bir karşı devrim tehdidi ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor. Yeniden meşrutiyet gelsin istiyorlar. Yasama, yargı ve yürütme yetkileri ile donanmış bir başkan (padişah) ve yetkileri sınırlı bir parlamento, bunun adı meşrutiyet değildir de nedir?

Türk milliyetçiliğini “parçalayıcı ulusalcılık” diye nitelendiriyorlar. İbrahimî milletinden söz ediyorlar.  Tarikatlara cemaatlere yeniden kapı açmak ve laikliği yok etmek istiyorlar.  Türkiye halkını yeniden milletten ümmete, vatandaştan tebaaya, özgür bireyden kulluğa dönüştürmek istiyorlar. Türk milletini anayasadan çıkarmak istiyorlar. Üniter devlet yerine federatif bir yapı istiyorlar.

CHP ise farklı telden çalıyor. Sanki mevcut anayasanın 10. Maddesi etnik köken, dini inanç farkı gözetmeksizin vatandaşların eşitliğini garanti altına almamış gibi yeni anayasa ile “eşit vatandaşlık” getireceklermiş. Amaç belli, Türklüğü etnik kimliğe dönüştürecekler, diğer etnik kimliklerle eşit hale getirecekler. Yani bölünmenin zeminin hazırlayacaklar. Emperyalizmin milli devletimiz parçalamak için kullandığı HDP/PKK ve F tip örgüte karşı müsamahakâr davranan ve tam bağımsızlık ilkesini unutmuş ve sömürgeci çevrelerin arzuladığı neoliberal politikaları savunan CHP’den başka ne beklenir ki?

Yapılmak istenen karşı devrime karşı Mustafa Kemal’in askerleri birinci vazifelerinin Türkiye Cumhuriyetini korumak ve kollamak olduğu bilinci içinde mücadele edecektir.  Ne dış güçlerin ne de iç güçlerin milli devletimizi parçalamaya, Türk Milletini anayasadan silmeye, laikliği yok etmeye, millet egemenliğini milletten geri almaya güçleri yetmez. Bunu isteyenler hüsrana uğramaya mahkûmdur.

1876’larda başlayan Türk Devrimi Mustafa Kemal’in askerleri tarafından tamamlanacak ve yeniden milli egemenlik ve tam bağımsızlık sağlanacaktır.


23 Şubat 2016 Salı

BU BİR İTİRAFTIR

Suriye’de bombalar patlıyor, insanlar ölüyor, bebekler ölüyor, çocuklar ölüyor. İnsanlar daha güvenli bölgelere gitmek için evini, yurdunu terk ediyor. Bu da çare olmuyor, denizlerde boğuluyor.

Bütün bu kötülüklerin tek sebebi var;  Suriye’deki istikrarın bozulması ve devlet otoritesinin bazı bölgelerde yok edilmesi.


Suriye’yi istikrarsızlaştırıp kan gölüne dönmesine ve milyonlarca insanın göç etmesine sebep olanların gerekçesi de şu: Suriye’de demokrasi yok. Suriye’de demokrasi yok ama DEAŞ’ın veya El Nusra’nın veya YPG’nin hâkim olduğu yerlerde demokrasi var. Suriye’ye demokrasi getirecek olan Suudi Arabistan’da, Katar’da demokrasi var. Hikâyedeki kurt bile kuzuyu yemek için daha tutarlı nedenler göstermiş.

Televizyon izliyorum; Halep’te patlayan bomba sonrası halktan insanlar konuşuyor daha doğrusu feryat ediyor. Çocuklarını kaybeden analar ağlıyor. Halktan birisi canı yanmış vaziyette; bizden ne istiyorlar? Bizi neden öldürüyorlar? Bizim vatanımızı neden elimizden almak istiyorlar? Biz burada yıllardır dini inanç, mezhep farkı gözetmeden kardeşçe yaşıyorduk. Bizi bize neden düşman etmek istiyorlar? Kim bunlar? Diye soruyordu.

Bu soruların cevabı başbakanımız Davutoğlu’ndan geldi:

 “Eğer bugün rejim ülkenin tüm topraklarını kontrol edemiyorsa bu Türkiye’nin sayesindedir. Bu desteği sürdüreceğiz”

Bu bir itiraftır. Davutoğlu’nun “rejim”den kastı meşru Suriye hükumetidir. Bir bölgeye devlet hâkim olamazsa, istikrar bu bölgede sağlanamaz. Kimin bileği güçlü ise o diğerlerini ezer. Devlet olmayınca hak da olmaz, hukuk da olmaz.

Davutoğlu’nun bu itirafının hesabı gün gelir sorulur.

AKP iktidarının yanlış Suriye politikalarının öldürücü etkisi sadece Suriye’de görülmüyor. Dün PKK nasıl Irak’ın devlet bütünlüğü kaybolduğu için Kandil’e yerleşip üs kurduysa, bugün de YPG-PYD Suriye’nin kuzeyinde aynı şeyi yapıyor. Irak’ın kuzeyinden başlayıp Akdeniz’e inmesi planlanan ikinci İsrail (Kürt) koridoru YPG eli ile açılmaya çalışılıyor.

Suriye devletinin bu bölgede hâkim olmasını önlediğimiz için YPG bu fırsatı buldu. Suriye’nin bütünlüğü bozulmasaydı biz şimdi ABD ile PYD’nin kavgasını yapmazdık.


Zararın neşesinde dönülse kardır. Türkiye başta Suriye olmak üzere bütün bölge ülkeler ile işbirliği içine girmeli ve bu ülkelerin bölünmemesi için beraber hareket etmelidir. Suriye bölünürse, Irak bölünürse, İran bölünürse Türkiye de bölünür. Bu gerçek göz ardı edilerek yapılan yanlışlıklar sadece Suriye’de değil, Türkiye’de de bombaların patlamasına yol açıyor. Yazık oluyor insanlar, canlar gidiyor, canlarımız gidiyor. Yeter artık!

21 Şubat 2016 Pazar

TERÖRE KARŞI TOPYEKUN MÜCADELE ŞARTTIR

Terör can almaya devam ediyor. İnsanlarımız her gün “kahrolsun terör” diye bağırıyor, beddualar ediyor ama terör durmuyor. Terör bu şekilde asla bitmez ve durmaz. Çünkü kahrolması gereken terör değil, terör yolu ile siyasi çıkar sağlamaya çalışanlardır. Mücadelenin de bunlarla yapılması gerekir.

Terör bir yöntemdir. Her terörist eylemin arkasında siyasi ve ekonomik bir amaç vardır. Bugüne kadar yüzlerce can alan PKK terör örgütünün de amacı Türkiye’yi bölmek ve kukla bir devletin kurulmasını sağlamaktır. Bu amaç PKK’ya öğretilmiş bir amaçtır. Türkiye dâhil Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırlarının ve yönetimlerinin değişmesini isteyen ABD’dir.

Emperyalist güçler artık kendi askerleri yerine terör örgütlerini ve paralı askerleri kullanıyorlar. Türkiye’yi bölmeyi amaçlayan ABD bu amaçla PKK, DEAŞ ve F tipi örgütü kullanıyor. ABD bu amacından caydırılmadığı sürece PKK terörü kolay kolay bitmez.

PKK terör bitirilmek isteniyorsa, Türk Milleti olarak emperyalistlere karşı topyekun bir mücadele yürütmemiz gerekir. Vatan Partisi Genel Başkanı Sayı Perinçek bir mücadele planı önermiştir. Bu öneriler mutlaka dikkate alınmalı ve uygulanmalıdır. Bu öneriler şunlardır:

1.            İncirlik Üssü Amerika’ya kapatılmalıdır.

2.            Bölücü anayasa girişimine derhal son verilmelidir.

3.            Komşularımızla bölücü ve yobaz terörüne karşı derhal işbirliğine gidilmelidir.

4.            Bölücü terör destekleyen HDP hakkında dava açılmalıdır.

5.            Bölücü terör suçunu işleyen HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlığı kaldırılmalıdır.

6.            Bölücü terör örgütlerini destekleyen belediye başkanları görevden alınmalıdır.

7.            Türkiye’yi bölmek için kullanılan ikiz ihanet yasaları derhal kaldırılmalıdır.

8.            Güneydoğu bölgemizde olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilan edilmeli ve halkın güvenliği sağlanmalıdır.

9.            Yerel yönetim yasaları değiştirilmelidir.

10.          Kamu görevlileri bölücü teröre karşı mücadelenin gereklerine göre atanmalıdır.

11.          Terör suçluları kararlı biçimde yargılanmalıdır.

12.          Medyada bölücü terör propagandasını önlemek için yasalar uygulanmalıdır.

13.          Bölücü terör örgütünü destekleyen sözde STK’larının  ve meslek odalarının suç oluşturan faaliyetleri önlenmelidir.

14.          Çocuklarımızı ve gençlerimizi PKK terör örgütünden kurtarmak için aileleriyle, işyerleriyle ve üniversitelerimizle işbirliği yapılmalıdır.

Türk Silahlı Kuvvetleri, Bölücü Terör Örgütünü hendeklere gömüyor. Türkiye, bu mücadeleden başarıyla çıkacaktır. Bunun için devletin ve milletin topyekun mücadelesi şarttır. Türkiye, Bölücü Teröre karşı mücadelede kesin sonuca ulaşacak kuvvete ve birikime sahiptir.

Devlet, vatan ve millet bütünlüğü, her türlü sınıf, topluluk ve kişi çıkarının üstünde, bütün milletimizin meselesidir.


Türk de biziz, Kürt de biziz, hepimiz Türk milletiyiz. Terör millet olarak yeneceğiz.

17 Şubat 2016 Çarşamba

ABD SALDIRIYOR

Türkiye ABD ile savaşıyor. ABD’nin Türkiye’yi parçalayıp bölmek için kullandığı 2 piyon olan PKK/PYD ve F tipi örgüt üzerine gittikçe, PKK’yı hendeklere gömdükçe, PYD’nin ikinci İsrail projesi olan “Kürt Koridoru”nu açmasına izin vermedikçe ve F tipi örgüt tasfiye edildikçe ABD’nin ülkemize saldırıları giderek şiddetleniyor. Bu saldırılara karşı millet olarak kenetlenmeli ve en sert biçimde karşı durmalıyız.

Konu ile ilgili Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in ilk beyanatı:

"Türkiye kesin bir kararlılıkla PKK'yı hendeklere gömmektedir. Aynı zamanda Suriye'nin kuzeyinde bir ABD - İsrail koridoru oluşturulmasına karşı Türk milleti birleşmektedir. Bu koşullarda bölücü terör örgütünü Türkiye'nin üzerine süren güçlerin bazı yanıtlar vermesi yaşadığımız sürecin doğasına uygundur. Bu terör eylemleri boşunadır. Türkiye bu süreçten vatan bütünlüğünü gerçekleştirerek çıkacaktır. Bu terör eylemleri milletimizi daha sıkı kenetlenmeye ve daha sıkı bir mücadeleye çağırmaktadır. Artık devlet ve milletçe topyekun mücadele zamanıdır. Bu kararlılığımızı bir kez daha ifade ederek Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ve milletimize başsağlığı diliyoruz”

Eyup S. Karakaş.

16 Şubat 2016 Salı

Ey AKP!

Ey AKP! Sana sesleniyorum. 13 yıldır bu ülkeyi sen idare ediyorsun. Ülke ne hale geldi, görüyor musun?

Ülke perişan halde. Yolar hendekten geçilmez oldu. İlçeler harap oldu. Kahramanlar askerlerimiz, polislerimiz, korucularımız şehit oldu. Güneydoğu yaşanmaz oldu. Bombalar can aldı, mermiler can aldı.

2002’de iktidara geldiğinizde ülke böyle miydi? Barış içinde bir ülke buldunuz, 13 senede savaşın merkezine oturtunuz.

13 yıl önce Irak böyle miydi? Suriye böyle miydi? Ortadoğu böyle miydi?

Önce BOP başkanlığına soyundunuz, sonra da Müslüman Kardeşlerin liderliğine… Bu tablo sizin başkanlığınızın ve liderliğiniz sonucudur.

Şimdilerde “Ey ABD” diye sesleniyorsunuz, sözüm ona hesap soruyorsunuz ama ABD’nin zamanında besleyip, kullandığı F tipi örgüte devleti teslim ettiniz. Onlarla beraber TSK mensuplarına, aydınlara, yazarlara, bilim adamlarına kumpaslar kurdunuz. TSK’ni tasfiye etmeye kalktınız. Komutanları sanık, teröristleri, ırz düşmanlarını tanık yaptınız.

ABD’nin ikinci piyonu PKK’yı siz güçlendirdiniz. Sizin döneminizde bu örgüt silahlandı, büyüdü, ilçeleri, illeri bomba deposu haline getirdi. Halka eziyet etti.

Bu şehitler, bu ölümler sizin politikalarınızın sonucu.

Açılım dediniz, çözüm dediniz, İmralı dediniz; PKK’yı değil, güvenlik güçlerini hapsettiniz. Polisler karakoldan, askerlerden kışlalardan çıkamaz oldu.

Türkiye’nin bu hale gelmesinde vebaliniz var.

Ortadoğu’nun bu hale gelmesinde vebaliniz var.

Irak’ın bölünmesinde, her gün yüzlerce insanın ölmesinde vebaliniz var.

Suriye’nin parçalanmasında, binlerce insanın ölmesinde, göç etmesinde vebaliniz var.

Akdeniz’de boğulup ölen çocuklarda, bebeklerde, yetişkinlerde vebaliniz var.

Türkiye’de aç, sefil dolaşan yüz binlerce Suriyeli sığınmacıda vebaliniz var.

Açlıkta, yoklukta, yoksullukta, sefalette vebaliniz var.

Şimdi tutturmuşsunuz PYD terör örgütüdür diye. Bu örgüt siz iktidarda iken kuruldu. Hem de Öcalan İmralı’da iken kurdu. Avukatları talimat götürdü, bilgi getirdi, örgüt kuruldu. Bu örgüt kurulurken siz Öcalan ile Türk Milletine anayasa yapmaya çalışıyordunuz.

Bu örgüte siz yardım ettiniz. Cumhuriyetimizin kurulduğu gün olan 29 Ekim’de bunları davul zurna ile karşılayıp, yedirip, içirip, beslediniz. Sonra da Suriye’ye gönderdiniz. Şimdi de bunlar Türkiye’nin düşmanıdır, terör örgütüdür diyorsunuz. Aklınız yeni mi başınıza geldi.

24 Temmuz’da TSK’nın terör örgütüne karşı başlattığı harekât sizi aklamaz. Kahraman evlatlarımızın can pahasına sürdürdükleri mücadele sizi kurtarmaz. Sizi iktidara taşıyan bu millet gün gelir hesap da sorar ve o gün yakındır.


14 Şubat 2016 Pazar

CHP NE KADAR CHP?!

CHP’ye oy veren halkımızın büyük çoğunluğu CHP’nin Atatürk’ün partisi olduğuna inandıkları ve Cumhuriyet’i kuran partinin CHP olduğunu bildikleri için oy veriyorlar. Bunlar doğru da acaba şimdiki CHP o CHP mi? Bu sorunun cevabını Kılıçdaroğlu veriyor. Biz değiştik, CHP değişti, artık Yeni CHP var diyor.

Kılıçdaroğu demese de biz CHP’nin Atatürk’ün CHP’si olmadığını, bu özelliğini İnönü’den bu yana kaybettiğini biliyoruz.

Atatürk’ün iç içe geçmiş ve birbirinin devamı ve destekleyicisi olan 3 büyük eylemi var: Yedi düvele yani emperyalizme karşı verilen kurtuluş savaşı, padişaha karşı demokratik devrim ve toplumun ümmet aşamasından millet aşamasına geçişi.

Mustafa Kemal bu eylemleri CHP örgütü ile birlikte yapmıştır. CHP’nin özü de emperyalizme karşı Türk milletinin haklarını korumak, egemenliğin millete ait olmasını savunmak ve Türkiye halkını Türk Milleti olarak bir ve beraber tutmak olmalıdır.

Bu üç özelliğinden taviz veren bir CHP Atatürk’ün CHP’si olmaktan çıkar.

Yüzyıllardır mazlum milletleri sömüren emperyalizm günümüzde geçmişten farklı yöntemlerle bu kötülüğüne devam ediyor. Dün ordularını kullanıp ülkeleri işgal ederek sömüren emperyalist güçler şimdilerde ülkelerin yöneticilerini belirleyerek ve kullanarak, kendi kontrollerindeki uluslararası bazı kuruluşları etkin kılarak, ekonomik ve siyasi baskılar kurarak sömürüyor. Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret örgütü gibi emperyalistlerin güdümündedir ve gelişmekte olan ülkelerin sömürülmesini kolaylaştırır.

Küreselleşme ve liberalleşmenin gizli amacı üçüncü dünya ülkelerinin ham maddelerini ve emeğini ucuza kapatmak, buraları kendi ürünleri için açık pazar haline getirmektir.

Ekonomik yönetimi ABD’nin has adamı ve küreselleşmenin ve liberalleşmenin savunucusu Kemal Derviş’e teslim edeceğini açıklayan ve onun politikalarını savunan birisini başkan yardımcısı yapan bir CHP’ye Atatürk’ün CHP’si diyebilir miyiz?

Sorularıma devam ediyorum: NATO’ya hayır diyemeyen bir CHP antiemperyalist olabilir mi?

En büyük emperyalist güç olan ABD’nin iç cephemizi düşürmek için kullandığı F tipi örgütü destekleyen, bu örgütün partiye sızmasına izin veren bir parti Gerçek CHP olabilir mi?

Gelelim demokratik devrime yani millet egemenliğine ve ümmet aşamasından millet aşamasına geçişe: Atatürk etnik kökeni ve mezhebi ne olursa olsun Tüm Türkiye halkını Türk milleti olarak birleştirmiş ve egemenliği de bu millete vermiştir.

 Şimdiki CHP ise, “eşit vatandaşlık” ve “yerel yönetimlere özerklik” gibi sözlerin arkasına sığınarak milletimizi etnik kimliklerine göre bölmek istiyor. Eşit vatandaşlıktan kasıt şu: Türkiye’de farklı farklı etnik kimlikte insanlar yaşıyor. Mademki Türklerin bir takım hakları var bu hakları farklı kimlikteki halklara da verelim. Bunun Türkçesi şu:  Milli birliği bozalım, ülkeyi özerk bölgelere ayıralım.

AKP milletten ümmete geçmek istiyor, CHP ise millet aşamasından kavimler aşamasına geçmek istiyor. Bize göre ikisi de gericiliktir ve karşı devrim arzusudur.

Karşı devrim arzusu içinde olan bir parti nasıl olur da Atatürk’ün partisi olur? 

ABD’nin piyonu HDP(PKK)’yı savunan bir parti gerçek CHP olabilir mi?

Bu kafadaki insanların yönettiği bir partinin CHP’liliği kalmış mı?

Bize göre olamaz ve CHP, CHP olmaktan çıkmıştır. Hiç kimse YCHP’ye Atatürk’ün partisi demesin. Bu parti artık Kılıçdaroğlu’nun partisidir. 

13 Şubat 2016 Cumartesi

“AYNI ANDA HEM ATATÜRK HEM SEYİT RIZA OLMAZ”

Türkiye olağanüstü bir dönemden geçerken CHP içindeki tartışmalar sürüyor. 7 Şubat’ta gerçekleştirilen 14. Olağan CHP Gençlik Kolları Kurultayı’nda CHP’li liseli öğrencilerden oluşan Halkçı Liselilerin Genel Başkanı Doğukan Kurnaz’ın yaptığı çarpıcı konuşma parti içinde büyük etki yarattı..

Kurnaz, kurultay kürsüsünden, “Bu parti Şeyh Saitlerin, Seyit Rızaların, İskilipli Atıfların, Sorosçuların değil; Namık Kemallerin, Tevfik Fikretlerin, Ali İsmaillerin, Abdocanların, Ankara’da hayatını kaybeden 11 Malatyalı arkadaşımızın, İnönülerin partisidir. Bu parti Mustafa Kemal Atatürk’ün partisidir” demişti.

CHP Gençlik Kolları üyesi Kurnaz’ın sözleri hem kurultay salonunda hem de daha sonra parti gençliği arasında konuşulmaya ve tartışılmaya devam etti. Sosyal medyaya da taşınan tartışmada Kurnaz, çok sayıda destek mesajı aldı. Bir grup da Kurnaz’a yönelik, “Seyit Rıza’dan, Dersimlilerden özür dile” kampanyasıyla linç girişimi başlattı.

Bu konuşmasından dolayı Doğukan Kurnaz’ı kutlamak lazım. Genç CHP’li bu konuşması ile aslında genel başkan dâhil parti yöneticilerini uyarıyor. Geçenlerde Sayın Baykal’ın CHP için “Kurucu felsefeye sahip çıkılmalı” ifadesi ile yaptığı uyarı Kurnaz’ın sözleri ile paralellik göstermektedir.

Kurnaz son derece haklıdır. Dersim olayları Cumhuriyet’in bu bölgeye hâkim olup olmama mücadelesidir.

Dersim olaylarından önce Tunceli’de halk seyitlerin, şeyhlerin, ağaların, aşiret reislerinin kuluydu. Dersim’de yaşayanların kazanç ve hayatları bu sömürgenlerin elinde idi.

Toplu büyük çetelerin köy basması, sürüleri götürmesi, direnenleri öldürmesi, yol kesmesi son aylarda adi vakalar sırasına girmişti.

Köylüler öldürülüyor, malları ellerinden alınıyor; direnenlerin başları taşlarla eziliyordu.

Asiler karakolları basıyor, askerlerimizi pusu kurup öldürüyordu.

İşte Dersim Harekâtı bu ortaçağ zorbalıklarını önlemek için yapıldı.

Bir tarafta Atatürk önderliğinde kurulan Cumhuriyet, diğer yanda Seyit Rıza’nın temsil ettiği hak gaspına, tecavüze ve zulme dayanan ağalık ve seyitlik düzeni.

Dersim Harekâtı asla bir mezhebe veya bir etnik kimliğe karşı yapılmamıştır. Verilen mücadele Cumhuriyet’in aydınlığının ve nimetlerinin Tunceli’ye ulaştırılması mücadelesidir.

Bu mücadelenin bir tarafında Atatürk ve Cumhuriyet, diğer tarafında ise Seyit Rıza ve Feodalite vardı. Sayın Doğukan Kurnaz’ın “ Aynı anda hem Atatürk hem Seyit Rıza olunmaz” sözü son derece doğrudur.

Sayın Kurnaz son sözün Pir Sultan’ın bir dörtlüğü ile bitirmiş; “Dönen dönsün ben dönmezem yolundan” diyor ve dönenlere uyarıda bulunuyor:

“Koyun beni hak aşkına yanayım
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Yolumdan dönüp mahrum mu kalayım
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan”


Kurnaz’ın söyledikleri doğrudur ama durduğu yer yanlıştır. CHP Atatürk’ten uzaklaşanların yönettiği bir parti haline gelmiştir. Kurnaz ve onun gibi düşünenlerin yeri artık Vatan Partisi’dir.  

9 Şubat 2016 Salı

ABD BİZİM NE DOSTUMUZ NE DE MÜTTEFİKİMİZ

Yıllardır ABD dost ve müttefik ülke olarak anılır. BOP projesini ilan edince de o zaman başbakan olan Erdoğan “Ben BOP eş başkanlarından birisiyim” diyerek ABD ile stratejik müttefik olduğumuzu ilan etmişti. Yanıldığımız husus şuydu: Biz ABD ile  dost ve müttefiktik ama ABD dostumuz ve müttefikimiz değildi.

Daha önce PYD bizim kara gücümüzdür diyen ABD, gerçek yüzünü Erdoğan’ın sorusuna ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün verdiği cevapla gösterdi.

ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü John Kirby’e Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Ben miyim senin ortağın yoksa Kobane’deki teröristler mi" sorusu hatırlatıldı. Kirby, PYD’yi terör örgütü olarak tanımadıklarını ve kendilerini desteklemeyi sürdüreceğiz” dedi. Bunun anlamı şu, bizim müttefikimiz PYD yani PKK’dır.

Cevap net: Biz PYD bizim düşmanımızdır; ülkemizi bölmeye çalışan, insanlarımızı öldüren, şehirlerimizi harabe haline getiren PKK’nın Suriye’deki uzantısıdır diyoruz. ABD ise PYD yani PKK bizim kara gücümüzdür ve müttefikimizdir diyor. PYD’yi yani PKK’yı terör örgütü olarak görmediğini söylüyor.

Olayları iyi takip eden ve yönlendirici medyanın etkisinde kalmayan her aklı başında insan ABD’nin yıllardır bize karşı düşmanca bir tavır içinde olduğunu görüyordu.

Türkiye üç büyük tehdit ile karşı karşıya:

Birincisi bölünme tehlikesi. PKK ve onun siyasi kanadı HDP ülkeyi bölmek ve vatan topraklarından bir kısmını bizden koparmak için bir yandan kanlı eylemler yaparken bir yandan psikolojik bir savaş yürütüyor. ABD bu savaşta PKK’ya silah, lojistik ve eğitim desteği veriyor. Çekiç gücü kullanarak PKK’nın Irak’ın kuzeyinde yerleşmesini sağlayan da ABD’dir.

İkinci tehdit dinci yobazlardan kaynaklanıyor. Cemaatler halinde örgütlenen ve özellikle iktidardaki AKP içinde yuvalanan bu yobaz takımı Türkiye’de irticai bir diktatörlük kurmak için çalışıyor. Bunların da arkasında ABD’nin olduğu çok açık bir gerçek. Amerika, Sovyetler zamanında “yeşil kuşak projesi”, Sovyetler yıkıldıktan sonra ise “ılımlı İslam” projesi adı altında bu mürtecileri destekledi. F tipi cemaat ve iktidar aracılığı ile aydınlarımız, bilim adamlarımız, subaylarımız, siyasetçilerimiz hapislerde tutsak olarak tutuldu. TSK tasfiye edilmeye çalışıldı.

Üçüncü büyük tehdit kapitalizm ve emperyalizmin ekonomik boyutundan kaynaklanıyor. ABD ve onun Türkiye’deki işbirlikçileri küreselleşme, liberalleşme adı altında ülkemizi sömürgecilere karşı korumasız hale getirdi. Bunun için Dünya Ticaret Örgütü’nü, IMF’yi kullandı. Ekonomik olarak gelişmemizi önledi.

Bu üç konuda da ABD’nin dostluğunu değil, düşmanlığını gördük. Erdoğan’ın sorusuna karşı PYD’yi desteklemeyi sürdüreceklerini açıklamaları çok isabetli olmuştur. Türkiye bu açıklama karşısında tüm dış ve ekonomik politikalarını gözden geçirmelidir. Rusya ile olan anlaşmazlığa da son vermelidir. Bunun için Türkiye ilk adımı atmalıdır.


Türkiye Cumhuriyeti büyük bir ülkedir ve ABD’nin düşmanca tutumuna karşı gerekli cevabı verecek güce sahiptir. 

6 Şubat 2016 Cumartesi

BÖLÜCÜ ANAYASAYA GEÇİT YOK!

Masa kuruldu, Türk Milletine anayasa yapamaya niyetli olanlar masada yerlerini aldı. Masanın dört tarafında 3 parti var bir de PKK yani HDP.

HDP’yi PKK’dan ayıran her türlü siyasi hareket yalancıdır ve hayalcidir. Böyle bir ayırım yoktur. HDP ile masaya oturmak demek PKK ile masaya oturmak demektir.

Bu masanın etrafındaki AKP’liler, CHP’liler ve MHP’liler her toplantıda HDP’liler ile el sıkışacaklar. Ellerine şehitlerimizin kanı bulaşacak. Farkında değil mi bunlar?

Türk Milleti bir yandan terör ile kanlı bir mücadele yürütürken diğer yandan milletvekilleri  teröristlerin isteklerini karşılayacak bir anayasanın temelleri atılıyor. PKK’nın istediği diyorum çünkü bu anayasada Türk milleti olmayacak, vatanın bütünlüğü olmayacak. İçinde Türk milleti olmayan bölünme anayasası olacak.

Anayasa masasını esas kuran kişi ise Sayın Erdoğan. Erdoğan, yeni bir anayasa istiyor. Parlamenter sistem kalksın, kuvvetler ayırımı yerini kuvvetler uyumuna bıraksın, başkanın çıkardığı kararnameler kanun hükmünde olsun; özetlersek astığı astık, kestiği kestik olsun. Bir nevi padişahlık istiyor yani.

AKP ise uyguladığı politikalarla terörü azdıran, teröristlerin silahlanmasına, bombalar stoklamasına, hendekler açmasına, yöre halkına zulmetmesine, haraç toplamasına, mahkemeler kurmasına izin ve destek veren kendisi değilmiş gibi şimdi bu istikrarsız ve kanlı ortamdan “Türk Ulusalcılığı”nı suçluyor. Suçlamanın amacı belli: Türk milletini anayasadan çıkarmak.

CHP ise sözüm ona, ileri demokrasi ve eşitlik vatandaşlık peşinde. Bunun için yeni anayasa istiyormuş. Eşit vatandaşlık zaten mevcut anayasanın 10. Maddesinde garanti altına alınmıştır.

10. Madde şöyle diyor: “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir…. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”

CHP’nin anladığı eşitlik demek ki bu değil. Onlar Türk kavramını etnisiteye dönüştürmek ve ülke içindeki diğer etnik gruplarla eşit hale getirmek istiyor. Yani milleti bölmek istiyor. İleri demokrasiden anladıkları da etnik kimliklere özerklik vermek olsa gerek.

MHP bölücü teröre ve başkanlığa karşı duruyor ama PKK ile aynı masada oturuyor. PKK nasıl ABD’nin bir piyonu ise, F cemaati de ABD’nin bir piyonudur ve MHP bu cemaate kucak açıyor. Dış siyasette Atlantik denetiminden kopamıyor.

Masanın etrafında toplanıp Türk Milletine anayasa yapacak olanlar işte bu partiler. Yapabilecekler mi? Hayır yapamayacaklar çünkü Türk Milleti egemenliğinin elinden alınmasına, milli birliğinin bozulmasına ve vatan topraklarının bir kısmının kaybına asla izin vermeyecektir.

Yapılmak istenen anayasa PKK’yı açtıkları hendeklere gömen kahraman ordumuzu arkadan vurmaktır. Buna izin vermeyeceğiz.

Vatan Partisi bölücü anayasaya karşı “Bölücü Anayasaya Geçit Yok” sloganı ile bir imza kampanyası başlattı. Vatandaşlarımız büyük bir kararlılık içinde bu kampanyaya imzaları ile destek oluyorlar.

Bölücü anayasaya karşı birleşme ve mücadele etme zamanıdır. Vatandaşlarımız seçimlerde hangi partiye oy vermiş olurlarsa olsunlar bölücü anayasaya dur demek için Türkiye cephesinde yerlerini almalıdır.

Son söz olarak şunu söylüyorum:


“Türk Ordusunun hendeğe gömdüğü PKK’yı hendekten hiç kimse ve kuruluş kurtaramaz!”

3 Şubat 2016 Çarşamba

ŞİLİ’NİN DRAMI

Cumhurbaşkanı Şili’yi ziyaret etti. Keşke bu ziyaret öncesi Erdoğan’a danışmanları Şili’de Halkçı lider Allende’nin Amerikancı General Pinochet tarafından nasıl bir darbe ile öldürüldüğü konusunda bilgi vermiş olsalardı.

4 Ekim 1970 Şili tarihinde önemli bir gündür. Bugünde yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini % 36.3’ünü alan Allende kazanmıştı. Allende’nin cumhurbaşkanı olabilmesi için gerekli % 50 oyu alamamıştı ama parlamento onaylarsa cumhurbaşkanı olabilirdi.

Bu ihtimal Şili’deki işbirlikçi zenginleri telaşa düşürdü. Augistin Edwards isimli çok zengin iş adamı ve medya patronu derhal Şili’deki ABD büyükelçiliğini ziyaret etti. Amerika’nın Allende’nin cumhurbaşkanlığını engellemesini istedi. Olumsuz cevap alınca Başkan Nixon’a kadar gitti. Nixon Edwards’ın isteğini olumlu buldu ve Allende’nin cumhurbaşkanlığının önlenmesi için her türlü çabanın gösterilmesi talimatını verdi.

1970 seçimlerinde Allande, sadece başında bulunduğu Sosyalist Parti’nin adayı olarak değil, Halkçı Birlik adında oluşturulan ve bütün solu birleştiren bir gurup adına seçime girmişti. ABD’de bu bilindiği için, 25 Mart 1970’te üst düzey güvenlik yetkililerinden oluşan “40’lar Komitesi” denilen grup Allende’ye karşı kampanya yürütmek üzere 390 000 dolarlık bir tahsisatın verilmesini kabul etti. Amerika şirketleri Allande’nin rakibi, sağcı aday Alessandri’yi desteklemek için yüklü miktarda para harcadılar. Yani başta ABD olmak üzere yabancı ülkeler Şili halkının kendi cumhurbaşkanlarını özgür irade ile seçmesine tahammül edemiyordu.

Allande, Parlamento’da yapılan oylamada 24’e karşı 153 oy alarak cumhurbaşkanı oldu. Artık ABD için Allande’yi ortadan kaldırmak için tek yol kalmıştı: Askeri darbe. Bunun için önce askeri darbeye karşı olan Genel Kurmay Başkanı General Schneider evine giderken yolu kesilip öldürüldü.

Allande’yi baskı altına almak için ekonomik önlemler alınmaya başlandı. Amerikan Exim Banak ve Uluslararası yardım Örgütü Şili’ye yapılan bütün yardımları durdurdu. Dünya Bankası bu ülkeye verilecek kredilere engel oldu. Bu dönemde Şili’nin ABD yanlısı basınına, muhalefet partilerine ve sivil toplum örgütlerine milyonlarca dolar yardım yapıldı.

Bütün bu baskılara rağmen, Şili parlamentosu 11 Temmuz 1971 tarihinde yabancı bakır işletme şirketlerini ve ITT’yi millileştirdi. Halkçı ekonomik programlar uygulanmaya başlandı.

1972 yılında bir askeri darbe teşebbüsü oldu ama Genelkurmay başkanı General Prats bunu önledi. Bunun üzerine Edwards’ın gazetesi ile birlikte diğer işbirlikçi gazeteler Prats aleyhine yoğun bir kampanya başlattılar. Prats istifa etti, yerine General Pinochet getirildi.



Genelkurmay başkanı değişince artık Allande’ye kesin darbeyi vurma zamanı gelmişti. Kamyoncular greve gitti. Yiyecek sıkıntısı başladı. Su ve elektrik dağıtımı aksamaya başladı. Bu ortamda General Pinochet başkanlığında bir askeri darbe oldu. Allande’ye ülkeyi terk etmesi söylendi. Allande bu teklifi kabul etmedi ve Başkanlık sarayı Le Moneda’da sonuna kadar çarpıştı. Son sözleri şu oldu:


“Hayatım pahasına da sonuna kadar direneceğim. Yabancı sermaye, emperyalizm ülkemizdeki gericilerle işbirliği yaparak ordumuzun geleneklerinden sapmasına sebep oldu. Yaşasın Şili”.

Şili 1973 ile 1990 yılları arasında Pinochet başkanlığındaki bir askeri cunta tarafından yönetildi. Şili tam bir serbest piyasa ekonomisine yöneldi. Yerli ve yabancı sermaye ülkeyi tamamen etkisi altına aldı. Bu aşırı liberal politikalar sonucunda ülkenin GSMH’sı % 14 oranında düştü. İşsizlik % 33’e yaklaştı.

2000 yılında yapılan seçimlerde sol eğilimli Richardo Lagos büyük başarı kazandı ve ekonomik ve sosyal alanlarda büyük düzelmeler sağlandı.

ABD kendi çıkarlarını korumak ve devam ettirmek için sadece Şili’de değil, hatta sadece Güney Amerika’da da değil, tüm dünyada darbeler yapmıştır ve kendisine bağlı, liberal ekonomilerden yana yöneticileri başa getirmiştir. Bizdeki 1980 darbesini de bu gözle görmekte fayda var.

Geçmişte askeri darbelerle yapılan iktidar değişiklikleri artık sivil yöntemlerle ve demokrasi suiistimal edilerek gerçekleştirilmektedir. ABD kullanamadığı yöneticileri “süpürüp, deliğe atabilmektedir”.  Yakın tarihimizde süpürülmemek için aracılar gönderen yöneticilerimizi de unutmamak lazım. Kendi istediği politikaları uygulayacak liderleri de ABD içinde eğiterek hedef ülkeler göndermektedir.


Şili’nin bu dramından umarım halkımız gerekli dersleri çıkarır.