28 Kasım 2016 Pazartesi

HANGİ BATI?

Avrupa Parlamentosu’nun üyelik müzakereleri ile ilgili kararından sonra oluşan tepkileri dikkatle incelemek lazım. Bu tepkilerden “Batı” yanlılarının kimler ve hangi çevreler olduğu hemen anlaşıldı.

Karardan ve Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) yakınlaşmasından rahatsızlık duyanlar feryada başladı. Türkiye batıdan kopamazmış, yüzünü batıdan çeviremezmiş. Gerekçe de şu; Atatürk yüzü hep batıya dönükmüş.

Atatürk yüzünü batıya bir kere döndü ve batının kapitalist ve emperyalist devletlerine karşı bağımsızlık ve egemenlik savaşı verdi. Daha sonra ise, yüzü hep doğunun “mazlum devletleri” ne dönüktü.  Atatürk’ün şu sözlerine dikkatinizi çekerim:

«... biz Batı emperyalizmine karşı yalnız ve kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla iktifa etmiyoruz; aynı zamanda Batı emperyalistlerinin, güçleri ve bilinen vasıtalarıyla Türk milletini emperyalizme vasıta olarak kullanmak istemelerine de engel oluyoruz. Bununla bütün insanlığa hizmet ettiğimize inanıyoruz....”

“... Türkiye'nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azim ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği, bütün mazlum milletlerin, bütün şarkın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan Şark milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir...”

“...Şarktan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklâl ve hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır.

“... müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hakim olacaktır...”

Demek ki, Atatürk, zalimler, mazlumlar kutuplaşmasında Türkiye’nin yerini çok kesin belirlemiştir: Türkiye, Avrupalı değil, Asyalıdır.

Şimdi bu batıcılara Attila İlhan gibi sormak lazım: “Hangi Batı?”


Yüzyıllardır doğuyu ve güneyi sömüren; milyonlarca insanın ölümüne, evinden yuvasından göç etmesine sebep olan; topraklarını, toprak altı zenginliklerini, emeklerini ellerinden yok pahasına veya zorla alan; kana ve göz yaşına doymayan “batı” mı? Yüzümüzü bu batıya mı döndüreceğiz?
BATININ DAYATMALARI

Batı dediğimiz emperyalist sitemin iki ayağı var: ABD ve AB.

Bu iki güç yıllardır bize 4 hususu dayatıyor:

1. Türkiye’nin güneydoğusunu da içine alacak olan ikinci İsrail devletinin (Kürdistan) kurulmasına izin vermemiz hatta yardım etmemiz.

2. Sözde Ermeni soy kırımı iddiasını kabul etmemiz ve tazminat ve toprak vermemiz.

3. Kıbrıs’ı ve Ege adalarının tamamını Yunanistan’a bırakmamız.

4. Liberal ekonomi adı altında bize dayatılan ekonomik programlara devam etmemiz.

AP’nin  bu son kararı ve daha önce aldığı bir çok karar hep bu dayatmalarla ilgilidir.

AP’nin aleyhimize aldığı  kararlara örnek verelim:

BÖLMEYE YÖNELİK KARARLAR

“Kürt halkının siyasal, kültürel, sosyal haklarını tanıyan bir çözüm bularak Türkiye’deki anlaşmazlıkların nedenlerine çözüm bulunmalıdır.”

“Konsey’e ve üye Devletlere de Kürtlere karşı insan hakları ihlaleri sorununu BM İnsan Hakları Komisyonunda gündeme getirme çağrısı yapar.”

“AP Türkiye’nin AB ne üyeliği görüşüyle bir plan doğrultusunda Kopenhag kriterlerini yerine getirecekse Kürt sorununun çözüme kavuşturulmasının hayati önemde olduğunu vurgular”

“AP Bay Öcalan’a verilen cezayı lanetler ve ölüm cezasının kullanılmasına kesin muhalefetini tekrarlar. Türkiye’yi AİHM nin Bay Öcalan için alacağı karara uymaya çağırır.”

Bay Öcalan’ın idamının Avrupa’da güvenlik ve istikrar açısından önemli etkilerinin olacağına ve Türkiye’nin AB ne bütünleşme sürecine zarar vereceğine inanır. Kürt halkının siyasal, kültürel, sosyal haklarını tanıyan bir çözüm bularak Türkiye’deki anlaşmazlıkların nedenlerine çözüm bulunmalıdır”.

“Konsey’e ve üye Devletlere de Kürtlere karşı insan hakları ihlaleri sorununu BM İnsan Hakları Komisyonunda gündeme getirme çağrısı yapar.”

KIBRIS VE YUNANİSTAN İLE İLGİLİ KARARLAR

“Türkiye Kıbrıs Cumhuriyeti’nin topraklarının % 37 sini yasadışı olarak işgal etmektedir.” 

“Avrupa Parlamentosu Türk Hükümetine Kuzey Kıbrıs’taki işgal güçlerini geri çekme çağrısında bulunur.”

“Avrupa Parlamentosu Türkiye’nin AB’nin bir üye devleti olan Yunanistan’ın egemenlik haklarını tehlikeli bir biçimde ihlal etmesinden ve Ege’deki askeri gerginliğin artmasından ciddi bir şekilde kaygı duymaktadır....” “Yunanistan’ın sınırlarının aynı zamanda AB nin dış sınırlarının parçası olduğunu vurgular.”

AB Patrikhane için, tüm ısrarlara rağmen Lozan’da Atatürk’e kabul ettiremedikleri kararları yeniden önümüze sürmektedir

AP Fener Rum Patrikhanesine evrensel nitelik kazandırılmasını istemektedir.

Kararlarda İstanbul’dan Bizans İmparatorluğu zamanındaki adıyla Konstantinopol olarak bahsedilmektedir.

Yine Atatürk’ün şiddetle reddettiği Grek Yayılmacılığının Harp Okulu olan Heybeliada Ruhban Okulu hakkındaki istemler önümüze konmuştur.

“Avrupa Parlamentosu Patrikhaneye doğrudan bağlı olan Heybeliada Ruhban Okulu’nun derhal yeniden açılması çağrısında bulunur “ 

ERMENİSTAN İLE İLGİLİ KARARLAR

 “AP 1915-17 olaylarını 9.Aralık 1948 BM kararındaki soykırım tanımına uygun görür ve Türk Hükumetinin bunu kabul etmesini ister. Türk Hükumetinin bu olguyu reddetmesinin AB ne üyeliğinin kesin engeli olduğunu açıklar.”


 “AP Türk Hükümetine ve TBMM’ne , özellikle modern Türkiye Devletinin kurulmasından öncesinde Ermeni azınlığın maruz kaldığı soykırımın kamuoyu önünde kabulü ile , Türk toplumunun önemli bir parçasını oluşturan Ermeni azınlığa taze bir destek vermesi çağrısında bulunur.”


AP, bugüne kadar Türkiye’ye hep düşmanca tavırlar içerisindeydi. Bundan sonra da böyle olacağı bellidir. Bu bakımdan Türkiye’nin alınan bu son karardan memnuniyet duyması l-gerek. En kısa sürede de Gümrük Birliğinden çıkmalıyız.

23 Kasım 2016 Çarşamba

TÜRKİYE’NİN YÜZÜ

"AB'deki ekonomik entegrasyon ve ortağı olan ülkelerde yaratacağı kalkınma ve refah imkanı Şangay denen yapıda yok. Bir kez daha gerçeğin ifade edilmediği, hamaset üzerine inşa edilmiş bir siyasetle karşı karşıyayız. Türkiye'nin yönü bellidir. Türkiye'yi kalkınmaya, refaha taşıyacak olan yüzünü asla Batı'dan geri çevirmeyen bir gelecektir."

Bu sözler CHP sözcüsü sayın Selin Sayek Böke’ye ait. Osmanlı’dan bu yana Batı’nın yaptığı bunca kötülüğe rağmen hala “batı”dan kalkınmak ve refaha erişmek için medet umuyor.

Üzücü olan da şu; Selin Sayek Böke’nin sözcülüğünü yaptığı CHP’nin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ün ömrü Osmanlı’yı yıllar boyu sömüren ve sonunda parçalayıp yok eden batı emperyalizmi ile mücadele ederek geçmiştir.

Türkiye’nin yüzünü batıya İnönü döndürmüştür.  Emperyalizmin tıkıcı etkisi de bu dönemden sonra artmıştır.

TARİHE BAKMAK GEREK

Batının milletimize verdiği zararları anlamak için Osmanlı’nın son yıllarına bakmak gerek.

Sanayi devriminden sonra, batılı devletler arası mücadelelerde, sanayileşme temeline dayalı politikalar yönetimlere hâkim oldu. Bir yandan sanayileşme hız kazanırken diğer yandan iç ticaret geliştirildi. Dış ticaret ülkelerin çıkarlarına göre yeniden düzenlendi. Elçiler yalnız siyasi değil, ekonomik ve ticari ilişkileri de ustalıkla yürütecek kişilerden seçildi.

Sanayileşmenin artması ham madde ve Pazar ihtiyacını da artırdı. Batının emperyalist ülkeleri gözünü doğuya dikti. Doğuda zengin petrol, kömür ve sanayi için gerekli ham madde kaynakları vardı. Bu ülkelerde batı için iyi bir pazar oluşturuyordu.

Hem Pazar hem de ham madde kaynaklarına sahip coğrafyanın en önemli devleti ise Osmanlı devleti idi.

1800’lü yılların başından itibaren batılı ülkeler kendi gümrük vergilerini artırmaya başladı. Özellikle İngilizlerin telkinleriyle Osmanlı devleti gümrük vergilerini düşürdü. Özellikle 1838 Baltalimanı antlaşması İngiltere’yi Osmanlı devleti içinde çok imtiyazlı hale getirdi. Osmanlı ülkesi İngiliz malları ile doldu.  

Osmanlı devletinin yüzü batıya dönük yöneticileri, batılı devletlerin telkinleri ile, ithalatı serbest bıraktı, ihracatı zorlaştırdı ve hatta yasakladı. Oysa bu sıralarda batılı ülkeler gümrük vergilerini yükseltti, hatta yasakladı, ihracatı teşvik etti.

Bu sömürü düzeni devam ettikçe başta Osmanlı devleti olmak üzere, yüzünü batıya dönmüş ve batılı güçlerin telkin ve tavsiyeleri ile yönetilen doğulu ülkeler fakirleşti, batılı ülkeler ise zenginleşti.

Batılı emperyalist ülkeler arasında çıkar çatışmaları artınca sıra Osmanlı’nın parçalanmasına paylaşılmasına geldi.  İngilizler zengin petrol ve ham madde kaynaklarından yararlanmak ve Hindistan yolunu güvenceye almak için Osmanlı devleti içindeki Türk olmayan unsurlar arasında etnik milliyetçilik fikrini yaymaya başladı. Araplar büyük bir Arap devleti kurmalarını telkin etti. Amaç Osmanlı devletini parçalamaktı.



Osmanlı topraklarına ve zenginliklerine sadece İngiltere değil, Almanya, Fransa ve Rusya da göz dikmişti. I. Cihan Harbi bir bakıma Osmanlı devletinin paylaşım savaşı oldu. Yıllarca yüzünü batıya dönen ve batılı devletlerin telkin ve tavsiyeleri ile yönetilen Osmanlı yıkıldı ve yok oldu.

ATATÜRK’ÜN YÜZÜ DOĞUYA DÖNÜKTÜ

Yıkılıp harap olan Osmanlı devletinin yerine Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması batılı güçlere verilen bağımsızlık savaşının sonucudur. Bu savaş doğunun diğer mazlum ülkelerine de örnek olmuştur.

Bu savaşın amacının büyüklüğü Atatürk’ün şu sözlerinde açıkça görülüyor.

«... biz Batı emperyalizmine karşı yalnız ve kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla iktifa etmiyoruz; aynı zamanda Batı emperyalistlerinin, güçleri ve bilinen vasıtalarıyla Türk milletini emperyalizme vasıta olarak kullanmak istemelerine de engel oluyoruz. Bununla bütün insanlığa hizmet ettiğimiz inanıyoruz...”

“... Türkiye'nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi.
Türkiye azim ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği, bütün mazlum milletlerin, bütün şarkın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan Şark milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir...”

“...Şarktan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklâl ve hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır.”

Türkiye yüzünü batıdan çevirip bağımsızlığına kavuşunca ve mili egemenliğini sağlayınca sömürüye son vermiş ve hızla sanayileşmeye başlamış ve refah düzeyini yükseltmiştir.

YÜZÜMÜZÜ  BATI’YA ÇEVİRİNCE

Ne yazık ki, batının telkinlerinden uzak ve yüzü batıya dönük olmayan politikaların İnönü dönemi ile birlikte sona ermesi, Türkiye’yi bölünmeye namzet, ekonomisi borç batağına girmiş, batılı güçlerin sömürdüğü bir ülke haline getirdi.

Sömürdükleri yetmiyormuş gibi PKK’yı kullanarak ülkeyi bölmeye de çabalıyorlar. Dün Osmanlı’ya yaptıklarını bugün bize yapıyorlar.

Bu tarihi güncel gerçekler ortada iken hala “Türkiye'nin yönü bellidir. Türkiye'yi kalkınmaya, refaha taşıyacak olan yüzünü asla Batı'dan geri çevirmeyen bir gelecektir." demek CHP sözcüsüne hiç yakışmıyor.


 CHP, bu hali ile Atatürk’ün partisi olmaktan ne kadar uzaklaştığını da belli ediyor.

18 Kasım 2016 Cuma

TAM BİR REZALET

Bu görüş yeni midir eski midir bilmiyorum ama şimdilerde bu görüşe uygun uygulamalar başladı. Deniyor ki, insanlar yaslara uymayıp mağdur oluyorsa, insanları yasalara değil, yasaları bu insanlara uyduralım.

Önce Devlet Bahçeli başladı.

Bahçeli’ye göre, Erdoğan anayasaya uygun hareket etmeyerek fiili bir durum yaratmıştı. Bu fiili durum devam edemezdi. O halde anayasayı değiştirelim ve Erdoğan’ın davranışlarını yasaya uyduralım.

AKP milletvekilleri bu öneriyi duyunca dururlar mı? Hemen bir önerge verdiler. Teklif ettikleri önergenin özü şu:

“Cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir neden olmaksızın 16.11.2016 tarihine kadar işlenen cinsel istismar suçunda, mağdurla failin evlenmesi durumunda, ceza açıklamasının geri bırakılmasına, hüküm verilmiş ise cezanın infazının ertelenmesine karar verilir...”

Gerekçe de şu: Yasalarımıza göre çocuk yaştaki birisi ile evlenmek yasaktır. Bu yasak nedeni ile insanlar resmi nikah kıymadan küçük yaştaki kızlarla evleniyorlar, yasa da onları mahkûm ediyor. Yani bu yasa nedeni ile insanlar mağdur oluyor. İnsanlar bu çocuklarla resmen evlenirse cezaları geçici olarak yok sayılsın ve hapisten çıksınlar; mağduriyetleri sona ersin.

Mademki insanlar yasaya uymamış, yasayı onalar uyduralım. Neresinden bakarsanız bakın tam bir rezalet.

Bir kere şunu söyleyelim. Yasalar suç işleyenleri mağdur etmez. Kanunlara aykırı bir fiil işlenmişse elbette bunun karşılığı bir ceza olacak. Mahkumlara mağdur gözü ile bakarsanız ve bunların mağduriyetlerini gidermek için böyle yasalar çıkarırsanız ülkede kanun hakimiyetini sağlayamazsınız.

Bir diğer husus da şu. Bu yasa teklifi ile medeni kanun tartışmaya açılıyor. Mevcut bir evlilikten söz ediliyor ama bu evlilik resmi değil. Resmen evlenmeden, imam nikahı ile bir arada yaşayan çiftleri evli olarak nitelemek medeni kanununu inkâr anlamı taşır. Cumhuriyet ile hesaplaşma devam ediyor demektir.

Gelelim en önemli hususa: “Cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir neden olmaksızın işlenen cinsel istismar suçu” ne demek oluyor?

Henüz daha psikolojik ve fizyolojik gelişmesini tamamlamamış bir çocuğun rızası bu ahlaksızlığı mazur kılar mı?

Reşit olmayan bir çocuğu şu veya bu şekilde kandır, sonra da cinsel arzularını onu istismar ederek tatmin et ama cezanı çekme.

Bu insanlar ceza almışlarsa ve bu cezayı çekiyorlarsa, teklif sahiplerine ve bu teklifi savunan bakan ve başbakana göre “mağdur” oluyorlar.

Bu nasıl kafadır, anlamak mümkün değil.

Erkek olsun, kız olsun çocuklarımızı sapıklardan korumak devletin görevi iken, devlet çocuk yaştaki birisiyle yatacak kadar sapıklaşanları korumaya kalkıyor.


Gözü dönmüş, çocukları cinsel obje olarak görebilen ve arzularını çocukları istismar ederek tatmin etmeye kalkanlardan yavrularımızı korumak toplumumuzun en önemli sorunu haline geldi. İşimiz zor, çünkü anlaşılan bu sapıkların arkası sandığımızdan daha güçlü.  
BAŞKAN, CUMHURBAŞKANI YA DA ÇOBAN

Anayasa tartışmaları hiç gerek yokken önemli bir gündem maddesi oldu. Türkiye’nin bölünme tehditi devam ederken, ekonomik bozukluk giderek bir felakete dönüşürken iktidarı ile muhalefeti ile başkanlığı tartışıyoruz.

Milletin gözünden başkanlık sistemini kaçırmak için bir formül de bulmuşlar; başkan değil de cumhurbaşkanı denilecekmiş. Getirilmek istenen sisteme bakarsak bu sisteme “Çobanlık sistemi” demek ve seçilecek kişiye de “çoban” demek çok uygun olur.

Sayın Erdoğan’a başkan yerine cumhurbaşkanı denilse ne dersiniz diye soruluyor, yeni anayasanın kendisi için yapıldığından emin olacak ki, benim bir itirazım olmaz diyor. Birkaç gün önce ben çobanım dediğine bakarsak, devlet başkanı yerine çoban denmesine de itirazı olmaz gibime geliyor.

MÜDAFAA-İ HUKUK DOKTRİNİ

AKP iktidarının ve dinci siyasetçilerin Türkiye Cumhuriyeti ile hesaplaşmaları bir türlü bitmiyor. Yeni anayasa ile Türkiye Cumhuriyetini kuran iradenin belirlediği ilkeler yok edilmek isteniyor.

Türkiye Cumhuriyeti “Müdafaa-i Hukuk” doktrini üzerine kurulmuştur. Müdafaa-i Hukuk, yani tam bağımsızlık ve millet egemenliği.

1945’li yıllardan bu yana tam bağımsızlık sürekli yara aldı. Siyasetimiz, ekonomimiz ABD ve AB’ye bağımlı hale geldi; milli olması gereken savunmamız ise NATO’ya emanet edildi.  

Millet egemenliği ise zaten sınırlanmıştı, yapılmak istene yeni anayasa ile tamamen ortadan kaldırılacak.

Kuvvetler ayırımı olmazsa, siyasi partilerin eşit şartlarda seçime giremezse, hukukun üstünlüğü yok olmuşsa, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü kısıtlı ise, medya tekelleşmişse, sendikalar sarıya boyanmışsa, seçimlerde % 10 barajı varsa, siyasi partiler liderlerin sultası alına girmişse, gelir, servet ve fırsat eşitliği yok olmuşsa, zaten millet egemen gerçekleşmez.

Bu saydıklarım Türkiye’nin gerçekleridir. Şimdi bu olumsuzluklara yenileri eklenmek isteniyor. 

Getirilmek istene yeniliklerin özeti şöyle:

MİLLET DEĞİL TEK ADAM EGEMEN OLACAK

Şu anada, yasama, yürütme ve yargı bugün hukuken değil ama fiilen cumhurbaşkanına bağlı. Bu hukuki hale geliyor.

Başkan seçimi Meclis seçimiyle birlikte yapılacak. Böylece milletvekili adayları başkan olacak kişinin himaye ve gölgesinde Meclis’e girecek... Başkan partisiyle ilgisini kesmeyeceği için milletvekillerini bugün de olduğu gibi bizzat belirleyecek.

KHK çıkarma yetkisi ile cumhurbaşkanı yasama organı haline geliyor. Meclis’in yasama yetkisi ise cumhurbaşkanının izin verdiği ölçüde olacak. Bir yasayı geri çevirirse Meclis’in onu tekrar çıkarması ancak nitelikli çoğunlukla (367 oy) mümkün olabilecek. Bu demektir ki Meclis, cumhurbaşkanının istemediği hiçbir yasayı geçiremeyecek.

Cumhurbaşkanı yürütmenin başı. Kabinenin tamamını o belirleyecek. Yetmiyor, valiler, büyükelçiler başta olmak üzere bürokrasinin tamamını da o seçiyor.

Bakanlar Meclis dışından alınıyor, başkan tarafından belirleniyor. Meclis’in bakanları denetleme, hesap sorma yetkisi yok.

Başkan’ın sayısız kararname çıkarma yetkisi var. Kararnameleri kim denetliyor? Kimse... Başkan kanunlara ve Anayasa’ya aykırı kararname de çıkarabilir. Engel yok...

Başkan HSYK, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay gibi yüksek kurumların üyelerinin yarısını belirleyecek, Meclis de diğer yarısını. Yargı da cumhurbaşkanının kontrolünde olacak.

Meclis’te çoğunluk büyük olasılıkla Başkanın partisinden olacağı için yüksek yargının üyelerinin dörtte üçü Başkan’a bağlı olacak demektir.

HESAP TUTMAYACAK

Bu anayasa ile millet egemen olamaz. Olsa olsa Recep Tayyip Erdoğan egemen olur. Zaten tüm bu gayretler de onun için.

Hesap bu ama bu hesap tutmayacak. Türk Milleti, büyük devrimci lideri Atatürk’ün önderliğinde kazandığı egemenliğini tek bir adama devretmeyecek. Bu millet özgürlüğün kıymetini anlamıştır, hiç kimse ve hiçbir güç onu yeniden kul yapamaz.


Bu gerçek iyi bilinmelidir ve hiç kimse bu millete çoban olmaya kalkmamalıdır. Kalkan olursa onun akıbetini yaşayarak göreceğiz.

14 Kasım 2016 Pazartesi

TÜRİYE’NİN DURUMU VE PARTİLER

Patlayan bombalar, kaybolan canlar, yitirilen evlatlar, yıkılan evler ve harap olan kentler. Bunlar gün gibi ortada ama insanların kafası karışık.

Kim ne yapıyor? Bütün bunlar ne için oluyor? Amaç ne? Hedef ne?

Bu sorulara doğru cevaplar veremeyen, olaylara doğru teşhis koyamaz ve doğru teşhis koyamadığı için de yanlış söylemlerde bulunur, yanlış yerde durur ve yanlış eylemler yapar.

Oysa cevaplar çok net:

Bombalar patlıyor, insanlar ölüyor çünkü bir saldırı var. ABD, AB ve İsrail önderliğinde Batı emperyalizmi Türkiye’ye saldırıyor. Üniformalı askerleri ile saldırmadığı için halkımız düşmanını bilemiyor.

Emperyalizmin amacı belli; Türkiye’yi bölmek ve bizim güneydoğumuzu da içine alan bir ikinci İsrail devletini kurmak istiyor. Bunun için saldırıyor. PKK’yı, FETO’yu, IŞİD’i bunun için kullanıyor.  

15 Temmuz’u takip eden günlerde FETO’nun askeri kanadı büyük darbe aldı. ABD’nin savaşacak askeri kalmadı. PKK ise direniyor. Amerikan destekli PKK/PYD ise Suriye’nin kuzeyinde kukla devlet kurmak için varlığını ve eylemlerini sürdürüyor.

Türkiye emperyalizme karşı savaşırken partilerin durumu ise şöyle:

AKP

AKP, bu mücadelede affedilmez hatalar yaptı. Emperyalistlerin maşası bu üç örgütün büyümesi ve güçlenmesi AKP’nin yanlış politikaları sonucu gerçekleşti. Ülke bölünme noktasına gelince ve partinin oyları düşünce AKP tavır ve eylem değiştirdi.

24 Temmuz 2015’den itibaren TSK, emniyet güçleri ve korucularımız PKK’ya karşı büyük bir mücadele başlattı. Bu mücadele çok başarılı bir şekilde devem ediyor. Yöre halkının de devletine ve milli birliğe sahip çıkması mücadeleyi kolaylaştırıyor.

Vatan savaşı bütün hızıyla devam ederken, Erdoğan ve AKP iktidarı ordumuzu yıpratacak kararları uygulamaya koyuyor. Milli birliğe çok ihtiyacımız olmasına rağmen başkanlık dayatması ile milleti bölüyor.

Ülke bu hale iktidarın yetkisi az olduğu için değil, tam tersi, devletin tüm yetkilerini tek bir kimsenin kullanmaya kalkmasından dolayı geldi. Şimdi aynı kişi başkanlık istiyor.

Başkanlık konusundaki bu ısrar ve Erdoğan’ın ve AKP’nin bugüne kadarki uygulamaları göz önüne alındığında, ülke bir dikta yönetimine mi gidiyor endişesi halk içinde yaygınlaşıyor.

CHP

CHP ise çok büyük yanlışlıklar içinde çırpınıyor. Türkiye Cumhuriyeti’ni ve demokrasiyi koruyacağım diyor ama Cumhuriyet’in de demokrasinin de en büyük düşmanı olan FETO ve PKK/HDP’yi koruyor. 15 Temmuz darbe girişiminin Türkiye’ye Amerikancı bir faşist yönetimin gelmesi için yapıldığını bir türlü anlamıyor.

Bir yandan milletvekili dokunulmazlıkları kalksın, milletvekilleri de yargı önünde hesap versin diyor; diğer yandan yargı kararı ile HDP’liler tutuklanınca seçimle gelen seçimle gitmelidir diyor. HDP’lilerin PKK’nın siyasi kanadı olduğunu, bu milletvekillerinin dağdaki terörist kadar tehlikeli olduğunu halktan gizlemeye çalışıyor.

CHP, Cumhuriyet’i ve demokrasiyi korumak istiyorsa, TSK’nin, emniyet güçlerinin ve yargının FETO’yu ve PKK’yı bitirmek için yürüttüğü savaşa destek olmalıdır. İktidarda AKP’nin olması, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması ise destek vermeye engel olmamalıdır. Şunu da kabul etsin ki, HDP’li milletvekillerinin tutuklanmaları, demokrasiyi ve Cumhuriyeti korumak içindir.

MHP

MHP ise büyük çalkantılar içinde. PKK ve FETO konusunda tutarlı davranmasına rağmen başkanlık konusunda ne istediğini bilmeyen bir görünüm veriyor.

Başkanlık konusu ülkenin gündeminden çıkmışken konuyu tekrar gündeme neden taşıdığı hala anlaşılamadı. Bir yandan parlamenter sitemi savunurken diğer yandan başkanlık sistemimin istiyormuş gibi davranıyor.

MHP, bu başkanlık konusunda en kısa zamanda kesin bir tavır almalı ve bu konuyu ülke gündeminden çıkarmalıdır. Aksi halde, MHP’nin ülkeyi Erdoğan’a teslim etmek istediğinde dair kanaat giderek yaygınlaşacaktır ve bu da MHP’nin sonu olacaktır.

Ülkemiz emperyalizme karşı büyük bir savaş veriyor. Bu savaş ancak milli cephenin güçlenmesi ile kazanılır. Tüm partilere düşen görev, bu milli cephenin güçlenmesi için gayret sarf etmektir.  


Unutmayalım ki, vatanımız da Cumhuriyetimiz de demokrasimiz de FETO ve PKK’nın askeri, sivil, siyasi tüm kanatları ile yok edilmesi ile korunur.  

9 Kasım 2016 Çarşamba

ATATÜRK’Ü DOĞRU TANIMAK

10 Kasım 2016, Türk milletinin büyük devrimci önderi Mustafa Kemal Atatürk'ü kaybedeli 78 yıl olmuş. Bir kere daha minnet, şükran ve rahmetle anıyoruz. Türk milleti ona çok şey borçlu. Ruhu şad olsun.

Bayramlarda ve vefatının yıl dönümlerinde Atatürk anılır ve yaptıkları anlatılır ama anlatılan gerçek Atatürk müdür yoksa ölümünden sonra kafalarda oluşturulan Atatürk figürü müdür? Bu sorunun cevabı çok önemli.

Baştan şunu söylemek gerek: 1940'lı yıllardan sonra Atatürk ilkelerinde sapılmıştır ve yapılanların Atatürkçülükle ilgisi yoktur. Onun bazı önemli fikirleri ve özellikleri adeta unutulmaya terk edilmiştir. Örnek mi istersiniz? Yazalım: Devrimciliği, antiemperyalist ve kapitalizm karşıtı oluşu ve zalim ve mazlum milletlerin varlığına olan inancı.

DEVRİMCİ ATATÜRK

Atatürk devrimlerin kesintisiz ve sürekli olmasından yanaydı. 6 Ok'un içine devrimciliği koyması ve zamanında yapılan tüm devrimlere rağmen bu ilkeyi Anaya'saya da yerleştirmesi onun devrimlerin devamından yana olduğunun açık kanıtıdır.

Devrimler nereye kadar? Ta ki, tam bağımsızlık, milli egemenlik elde edilinceye ve Türk milleti sınıfsız, tezatsız, kaynaşmış toplum oluncaya kadar.

Ona göre, “tekamülün gayesi insanları birbirine benzetmektir. İnsanlar arasında sınıf, derece, ahlak, elbise, dil, ölçü farkı gitgide azalmaktadır. Birliğe yürüyüş sulhe doğru da yürüyüş demektir”.

Zamanının Milli Eğitim Bakanı Cemal Hüsnü Tamay’ın şu ifadesine dikkatiniz çekerim:

«Atatürk, sınıfsız bir toplum düzenini özlüyordu; say’ın yani emeğin her mesleki faaliyette aynı değere sahip olmasını, emeğin en üstün değer tanınmasını, sınıf tezadlarının kalkmasını istiyordu.»

Yakup Kadri'nin şu sözleri de devrimlerin amacının ne olduğunu anlatıyor:

«…Atatürk ilkelerine milli sosyalizm ismi verilebilir. Yalnız hatırlatmak isterim ki, ben milli sosyalizm deyimini kullandığım zaman Hitler ortada yoktu, henüz bu deyime sahip çıkmamıştı. Atatürk devlet başkanı olmuştu. Bir devlet başkanı da sosyalizm diyemezdi ya. Bu iş bana kaldı.»

ANTİEMPERYALİST ATATÜRK

Emperyalizme karşı oluşu Atatürk'ün belki de en büyük özelliğidir. Türk milletinin bağımsızlık savaşı emperyalizme karşı verilmiş ve diğer mazlum milletlere örnek olmuş bir savaştır.

Düşmanı yendik denir de bu düşmanın batı emperyalizmi olduğu pek söylenmez.

O, insanın insanı, halkların halkları ve milletlerin milletleri sömürmesine şiddetle karşıydı. Sömürü düzeninin eninde sonunda biteceğine inanırdı. İşte ispatı:

“... müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hakim olacaktır...”

Emperyalizmin batıdan kaynaklandığını biliyordu. Türk milletinin verdiği emperyalizme karşı verdiği mücadele tüm insanlığın kurtuluşu içindi.

Büyük önderin şu sözüne dikkatinizi çekerim:

«... biz Batı emperyalizmine karşı yalnız ve kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla iktifa etmiyoruz; aynı zamanda Batı emperyalistlerinin, güçleri ve bilinen vasıtalarıyla Türk milletini emperyalizme vasıta olarak kullanmak istemelerine de engel oluyoruz. Bununla bütün insanlığa hizmet ettiğimiz inanıyoruz....”

Bağımsızlığın ve emperyalizme karşı durmanın üretim ekonomisi ile olacağına inanıyordu:

«… Efendiler, bu devlet, bu millet ekonomik egemenliğini sağlarsa, o kadar güçlü bir temel üzerine yerleşmiş ve gelişmeye başlamış olacaktır ki, artık bunu yerinden oynatmak mümkün olmayacaktır. İşte düşmanlarımızın, gerçek düşmanlarımızın bir türlü rıza göstermediği de budur.

«…Memleketin temel sanayisinin kurulması bitmedikçe, her bakımdan, yürek istirahati duymamıza imkân yoktur.»

Son yıllarda haraç meraç satılan fabrikalar, işletmeler bağımsızlığımızın garantileriydi. Bir yandan bağımsızlık gitti, diğer yandan fabrikalar.. .

YÜZÜ DOĞUYA DÖNÜK ATATÜRK

Yıllardır Atatürk’ün yüzü batıya dönüktü. Batılılaşmak için büyük gayretler gösterdi şeklinde laflar söyleniyor, yazılar yazılıyor.

Yanlış! Atatürk’ün yüzü doğuya dönüktü. Hiçbir zamanda Batılılaşalım diye bir çabası olmadı. Onun tüm çabası, Türk milletini “muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkarmaktı”. Batılılaşmayı değil, çağdaşlaşmayı arzu ediyordu.

Dünyada bir Batı-Doğu çatışması olduğunun farkındaydı. Batını doğuyu sömürmesini kabullenemiyordu. Aklı da kalbi de doğudaydı.

Şu sözleri söyleyen bir lider batıcı olabilir mi?

“... Türkiye'nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi.

Türkiye azim ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği, bütün mazlum milletlerin, bütün şarkın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan Şark milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir...”

“...Şarktan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklâl ve hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır.

Onların yeniden doğuşu, şüphesiz ki terakkiye ve refaha müteveccih olacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve manilere rağmen, muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen istikbale ulaşacaklardır....”


Ülkemizde, Irakta ve Suriye’de yıllardır süren bu kanlı tablo, batının doğuyu sömürmek istemesinden kaynaklanıyor. Atatürk’ün doğacağını müjdelediği güneşin doğması tüm doğu ülkelerinin birlikte hareket ederek emperyalizmi durdurmasına bağlı.

5 Kasım 2016 Cumartesi

BOMBA SESLERİ AĞITLARA KARIŞTI

Patlayan iki bomba ve yitip giden 11 can. Ayrıca onlarca yaralı ve yıkılan evler, binalar, havaya uçan arabalar.

Bütün bunların üstüne bir de bu bombaları patlatan PKK’yı masum göstermeye çabalayan bir medya ve sahte aydınlar, ABD güdümlü liboşlar.  PKK’lı teröristler telsiz konuşmalarında attıkları bombalarla övünüyor, bizim liboşlar da PKK yapmamış, IŞİD yapmış diye yaygara koparıyor.

Türkiye’de kendilerine liberal aydın diyen bir kesim yıllardır PKK’yı kollayıp koruyor.

Bu insanlarda vatan sevgisini bir yana bıraktım, hiç merhamet, insan sevgisi, acıma duygusu, insaf da yok.

PKK’NIN LİBOŞLARI

Size sesleniyorum, size! Ey ABD güdümlü liboşlar!

Yıllardır PKK denilen kanlı örgütü korudunuz, kolladınız. Bu katillerin milletin birliğine, vatanın bütünlüğüne, insanlarımızın ırzına, malına, canına doğrulttuğu kalaşnikofları karanfil; silahlarından çıkan sesi gitar nağmesi, patlattıkları bombaları havai fişek gibi gösterdiniz.

Bu katillerin kanlı eylemlerini mazur göstermek için insan hakları dediniz, ileri demokrasi dediniz.

Be hey gafiller ve be hey hainler!

Bomba atmak, insan öldürmek, çocukların canına kıymak, eşleri yalnız bırakmak, anneyi evladından ayırmak, babayı oğul kokusuna hasret bırakmak ne zamandan beri insan hakları kapsamına alındı.

Cinayetin, katliamın, vatanı bölüp satmanın demokrasi ile ne ilgisi var? Oy alıp şuraya veya buraya seçilmek insana suç işleme özgürlüğü mü veriyor?

Kulaklarınız tıkalı mı sizin; yoksa hoşunuza mı gidiyor? Bakın her kentten, her kasabadan, her köyden ağıtlar yükseliyor. Anaların, babaların, bacıların, eşlerin çocukların hıçkırıklarını duymuyor musunuz? Yoksa duyuyorsunuz da hoşunuza mı gidiyor?

Bomba kokusuna, akan kana doymadınız mı? Neden hala PKK hamiliği yapıyorsunuz?

HESAP VERİNİZ!

Şimdi de iktidara sesleniyorum!

Bu kanlı tablonun baş sorumlusu sizsiniz. ABD’den icazet alacağım diye, deliğe süpürmesinler diye yıllarca PKK ile sarmaş dolaş oldunuz. Açılım dediniz, çözüm süreci dediniz örgütün büyümesine, silahlanmasına, çoğalmasına göz yumdunuz.

Yetmedi, bunların liderleri ile birlikte Türk Milletine anayasa yapmaya kalktınız.  

Bu akan kanların hesabını vermeyecek misiniz?  Biliyorum, hesap filan vermek istemezsiniz ama gün gelir bu millet sizden yaptıklarınızın hesabını yargı yolu ile sorar.

Bari çıkın meydana, geçin mikrofonun karşısına, hata ettik deyin, milletten özür dileyin. Sizi kim kandırdıysa onun da adını verin de bilelim. Ve artık kimseye kanmayın.


Doğru yolu bulmak hiç de zor değil. Ayyaş dediğiniz kahramanın yaptıklarına bakın, sözlerini okuyun doğru yolu bulursunuz, kimseye de kanmazsınız. Bu millet de rahat bir nefes alır.
ÜÇ FARKLI KORUMA

HDP’li milletvekilleri hakkında göz altı ve tutuklama kararı verilince tepki 3 yerden geldi.

PKK, Diyarbakır’da 1 ton bomba patlattı, 8 cana kıydı. Onlarca insan yaralandı. Evler yıkıldı, arabalar havaya uçtu. Bu yargı kararlarına verilen en sert cevaptı.

Verilen tepkiye bakılırsa, Avrupalı parlamenter ve devlet adamları da Türk yargısının aldığı kararları beğenmemiş. Tepkileri o kadar büyük ki, olayı Türkiye’yi açıkça tehdit ettiler. Belçika ise PKK’yı terör örgütü olarak görmediğini, bu örgütün haklı bir silahlı mücadele yürüttüğünü ilân etti.

Yıllardır Türkiye’yi parçalamaya çalışan AB’nin bu tepkisini anlamak mümkün. Kendi projelerinin gereğini yapıyorlar. Anlaşılmayan tepki ise Kılıçdaroğlu’ndan geldi.

Kılıçdaroğlu’na göre seçilenler gene seçim ile gitmeliymiş. Yargı yolu ile görevlerinden uzaklaştırılması demokrasiye aykırıymış.  Bunu diyen Kılıçdaroğlu yıllardır milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasını savunuyordu. Dokunulmazlık neden kaldırılır? Milletvekili hakkında bir suçlama varsa yargılansın diye.

Anlaşılan şu ki, Kılıçdaroğlu dokunulmazlık kalksın ama sadece kendi sevmedikleri milletvekilleri yargılansın, sevip desteklediklerine ise yargı dokunmasın istiyor. Peki! Nerde kaldı yargı önünde eşitlik?

HDP’li milletvekillerinin seçimle geldikleri de tartışmalı. Bana kalırsa bunlar seçimle değil, kalişnikofla, roketle, bombayla geldiler. Gelişleri demokratik değildi ki gidişleri de demokratik usullerle olsun. Suç işleye işleye geldiler, yaptıklarının hesabını verip gidecekler.

Şu bir gerçek. ABD ve AB biz bölmek ve güneydoğumuzu bizden koparmak istiyor. Bunun için de PKK’yı kullanıyor, destekliyor. PKK da bu destekle askerlerimizi, polislerimizi, korucularımızı, masum insanları öldürüyor. Kentleri harabeye çeviriyor.

PKK bunu yapıyor da peki siyasi desteği kimden alıyor? HDP’ye gerçek bir siyasi parti diyebilir miyiz? Asla diyemeyiz. PKK ile HDP’nin farklı olduğu yanlar ise sınırlı: PKK dağda, HDP şehirde yaşıyor. PKK’nın elinde silah var, HDP’nin boynunda kravat veya fular var.

CHP KENDİNE GELMELİDİR

CHP bu tavrıyla artık Atatürk’ün kurduğu parti olma özelliğini iyice yitirmiştir. Atatürk’ü rehber edinen, ben Atatürkçüyüm diyen hiç kimsenin vatan ve millet bütünlüğünü tehdit eden, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya çalışan FETO gibi, PKK gibi emperyalistlerin maşası terör örgütlerinin arkasında durmaya hakkı yoktur.

PKK ve FETO’nun “koruma görevlisi” olmak CHP’ye mi kaldı?

Atatürkçüyüm diyenler emperyalistlerin Türkiye’deki piyonu olamaz; olanları da destekleyemez.

Yılardır oynanan bu “İleri demokrasi”, “insan hakları” oyununa da Artık CHP son versin. Bu yüce kavramları, Türkiye’yi etnik kimlikleri ön plana çıkararak bölme girişimlerine alet etmesin.


Demokrasi de, insan hakları da Türkiye Cumhuriyeti kurucu iradenin belirlediği ilkeler çerçevesinde yaşarsa var olur. Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde vatan bütünlüğü, milli birlik ve milli egemenlik vardır. CHP’ye düşen görev öncelikle vatanı, milli birliği ve milli egemenliği savunmaktır.