13 Ekim 2021 Çarşamba

 ATEŞ, ÖLÜM VE ŞİİR

Dizimden başarılı bir ameliyat geçirdim, her şey iyiye gidecek diye sevinirken hiç umulmadık bir sağlık sorunu ile başım derde girdi. Ameliyat ile doğrudan ilgisi olmayan bir alanda enfeksiyon gelişti. Ateşim yükseldi, kıpırdayacak halim kalmadı.  Kutup soğuğunda kalmış gibi üşümeye baladım. Yatıp battaniyeyi başıma kadar çektim ama zangır zangır titremem bir türlü durmadı.

 Bir yandan titrerken diğer yandan bugüne kadar hiç aklıma gelmeyen ölümü düşünmeye başladım. Önce bir gün önce bahçemdeki kadife gülleri bir daha koklayabilecek miyim acaba diye düşündüm.  Aklıma çocuklarım, torunlarım, ailem, dostlarım geldi; ‘yaşayıp da onları bir daha görebilecek miyim’ kaygısı içimi kapladı. Aşık Veysel’in son şiirini mırıldanmaya başladım:

 Ne şehire ne de köye

Ne yıldıza ne de aya

Uçsuz bucaksız deryaya

Gelmez yola gidiyorum

 

Gemi bekliyor limanda

Tayfaları hazır onda

Gözüm kalmadı cihanda

Gelmez yola gidiyorum

 

Eşim dostum yavrularım

İşte benim sonbaharım

Veysel karanlık yollarım

Gelmez yola gidiyorum

 Ölüm ayrılık mı yoksa geçmişlere kavuşmak mı diye düşünmeye başladım; önce Yahya Kemal’in şu şiirini hatırladım, sonra gerisi geldi…

 “Ömrün şu biten neşvesi tâm olsun erenler

Son meclisi câm üstüne câm olsun erenler

Şükrânla vedâ ettiğimiz cân-ı fenâya

Son pendimiz ah-lâfa devâm olsun erenler

Câizse Harâbât-ı İlâhî'de de her şey

Yârân yine Rindân-ı Kirâm olsun erenler

Tekrar mülâkî oluruz bezm-i ezelde

Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler.”

 İşte iyimserlik dediğin bu oluyor! Ölüyorsun ama hiç önemli değil; bu dünya zaten ‘fenâ’ (fani), ölünce gideceğin yeni dünya ise ‘baki’ (bezm-i ezel).

Umut da var; önce giden dostlarla da buluşulacak (mülaki olmak), öyleyse şimdiden selamlar yollayalım.

 Yahya Kemal, İslam düşüncesini anlatmış. Sözlerinde teselli de var. Üzülmeye gerek yok; bir kapıdan içeri girip, bir diğer kapıdan çıkıp gerçek dünyaya gideceğiz. Ölmek yok, dünya değiştirmek var.

 Benzer tema Aşık Veysel’de de var; bu dünya geçici, gelen gider, kapı iki tane:

 “Uzun ince bir yoldayım

Gidiyorum gündüz gece

Bilmiyorum, ne haldeyim?

Gidiyorum gündüz gece

 

Dünyaya geldiğim anda

Yürüdüm aynı zamanda

İki kapılı bir handa

Gediyorum gündüz gece”

 Kapıdan geçip, dünya değiştirmek Yahya Kemal’in “Rindlerin Akşamı” başlıklı şiirinde de var:

 “Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan

Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan

Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece

Guruba karşı bu son bahçelerde keyfince”

 Bir kapıdan girip bir kapıdan çıkıyoruz ama peki bedenimiz ne oluyor.

 “Ya şevk içinde harab ol ya aşk içinde gönül!

Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahud gül.”

 Üstadın dileği güzelmiş, toprağından ya lale yetişsin istiyor ya da gül. İstanbul’un bu büyük şairi öyle istiyor ama bakalım Anadolu’nun ozanı Karacaoğlan, toprağından ne yeşereceğini umuyor:

 “Hadini de Karac'oğlan hadini

Aramazlar gurbet ile gideni

Ak göğsün üstünde çakır dikeni

Bitmeyince gönül yardan ayrılmaz”

 Bilen bilir, çakır dikeni mezarlıklarda biten bir bitkidir. Vah Karacaoğlan’ım vah! Garibim benim, ne gül ne lale; bitse bitse çakır dikeni…

 Karacaoğlan’ın beklentisi ile Yunus’un mezarlıklarda görüp tasvir ettiği manzara aynı; gül, lale Yunus’un tasvirinde de yok::

 “Yalancı dünyaya konup göçenler

Ne söylerler ne bir haber verirler

Üzerinde türlü otlar bitenler

Ne söylerler ne bir haber verirler

 

Kiminin başında biter ağaçlar

Kiminin başında sararır otlar

Kimi masum kimi güzel yiğitler

Ne söylerler ne bir haber verirler”

 Şairlere göre, beden toprak olunca üzerinde sadece gül, lale, ot, diken bitmiyor, bazen de toplayıp çanak, çömlek, testi yapıyorlar. Fuzuli’nin bu konudaki dileği ve amacı başka; sevgiliye bu şekilde kavuşmak murat ediyor:

 “Dest bûsi ârzusuyle ölürsem dostlar

Kûze eylen toprağım sunun anınla yâre su”

 Konu buraya gelince Ömer Hayyam’ı anmamak olmaz:

 “Hey testici, dikkat et; önüne ve arkana!

Her yer insan toprağı, varmadın mı farkına?

Padişahın parmağı ve bir Şahın elini,

Farkında değil misin, bak koymuşsun çarkına?”

 

“Bir gün bir testi aldım bir testiciden,

Çok şey söyledi bana testi gizliden.

Dedi: Şahtım, bir altın kadehim vardı,

Şimdiyse sarhoşlara testi oldum ben!”

 

“Çiğniyorken ayağın, düşün toprağı

Bir güzelin yüzü o; kaşı, dudağı

Şu bina duvarında gördüğün tuğla;

Ya bir Şah başı ya bir Vezir parmağı!”

 Bakalım bizim toprağımızdan neler bitecek, çömlek mi olacak, testi mi?

 İşte böyle dostum; bunları battaniye altında düşündüm ama yazmak için biraz düzelip ayağa kalkmam gerekti. Birçok şiiri tam hatırlayamamıştım, kitaplardan buldum ve yazıyı tamamladım.

 Son olarak da Yunus’un şu dörtlüğünü yazayım bari de aramızda bazıları heveslensin:

 “Cennet cennet dedikleri

Birkaç köşkle birkaç huri

İsteyene ver anları

Bana seni gerek seni”

 Heveslenenler dikkat! Ön şart var, önce dünya değiştirmeniz gerekiyor. Ben şimdilik erteledim, sonrası Allah kerim…