ATEŞ, ÖLÜM VE ŞİİR
Dizimden başarılı bir ameliyat geçirdim, her şey iyiye
gidecek diye sevinirken hiç umulmadık bir sağlık sorunu ile başım derde girdi. Ameliyat
ile doğrudan ilgisi olmayan bir alanda enfeksiyon gelişti. Ateşim yükseldi, kıpırdayacak
halim kalmadı. Kutup soğuğunda kalmış
gibi üşümeye baladım. Yatıp battaniyeyi başıma kadar çektim ama zangır zangır
titremem bir türlü durmadı.
Bir yandan titrerken diğer yandan bugüne kadar hiç aklıma gelmeyen
ölümü düşünmeye başladım. Önce bir gün önce bahçemdeki kadife gülleri bir daha
koklayabilecek miyim acaba diye düşündüm. Aklıma çocuklarım, torunlarım, ailem,
dostlarım geldi; ‘yaşayıp da onları bir daha görebilecek miyim’ kaygısı içimi
kapladı. Aşık Veysel’in son şiirini mırıldanmaya başladım:
Ne şehire ne de köye
Ne yıldıza ne de aya
Uçsuz bucaksız deryaya
Gelmez yola gidiyorum
Gemi bekliyor limanda
Tayfaları hazır onda
Gözüm kalmadı cihanda
Gelmez yola gidiyorum
Eşim dostum yavrularım
İşte benim sonbaharım
Veysel karanlık yollarım
Gelmez yola gidiyorum
Ölüm ayrılık mı yoksa geçmişlere kavuşmak mı diye düşünmeye
başladım; önce Yahya Kemal’in şu şiirini hatırladım, sonra gerisi geldi…
“Ömrün şu biten neşvesi tâm olsun erenler
Son meclisi câm üstüne câm olsun erenler
Şükrânla vedâ ettiğimiz cân-ı fenâya
Son pendimiz ah-lâfa devâm olsun erenler
Câizse Harâbât-ı İlâhî'de de her şey
Yârân yine Rindân-ı Kirâm olsun erenler
Tekrar mülâkî oluruz bezm-i ezelde
Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler.”
İşte iyimserlik dediğin bu oluyor! Ölüyorsun ama hiç önemli
değil; bu dünya zaten ‘fenâ’ (fani), ölünce gideceğin yeni dünya ise ‘baki’
(bezm-i ezel).
Umut da var; önce giden dostlarla da buluşulacak (mülaki
olmak), öyleyse şimdiden selamlar yollayalım.
Yahya Kemal, İslam düşüncesini anlatmış. Sözlerinde teselli
de var. Üzülmeye gerek yok; bir kapıdan içeri girip, bir diğer kapıdan çıkıp
gerçek dünyaya gideceğiz. Ölmek yok, dünya değiştirmek var.
Benzer tema Aşık Veysel’de de var; bu dünya geçici, gelen
gider, kapı iki tane:
“Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum, ne haldeyim?
Gidiyorum gündüz gece
Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gediyorum gündüz gece”
Kapıdan geçip, dünya değiştirmek Yahya Kemal’in “Rindlerin
Akşamı” başlıklı şiirinde de var:
“Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan
Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece
Guruba karşı bu son bahçelerde keyfince”
Bir kapıdan girip bir kapıdan çıkıyoruz ama peki bedenimiz
ne oluyor.
“Ya şevk içinde harab ol ya aşk içinde gönül!
Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahud gül.”
Üstadın dileği güzelmiş, toprağından ya lale yetişsin
istiyor ya da gül. İstanbul’un bu büyük şairi öyle istiyor ama bakalım
Anadolu’nun ozanı Karacaoğlan, toprağından ne yeşereceğini umuyor:
“Hadini de Karac'oğlan hadini
Aramazlar gurbet ile gideni
Ak göğsün üstünde çakır dikeni
Bitmeyince gönül yardan ayrılmaz”
Bilen bilir, çakır dikeni mezarlıklarda biten bir bitkidir.
Vah Karacaoğlan’ım vah! Garibim benim, ne gül ne lale; bitse bitse çakır dikeni…
Karacaoğlan’ın beklentisi ile Yunus’un mezarlıklarda görüp
tasvir ettiği manzara aynı; gül, lale Yunus’un tasvirinde de yok::
“Yalancı dünyaya konup göçenler
Ne söylerler ne bir haber verirler
Üzerinde türlü otlar bitenler
Ne söylerler ne bir haber verirler
Kiminin başında biter ağaçlar
Kiminin başında sararır otlar
Kimi masum kimi güzel yiğitler
Ne söylerler ne bir haber verirler”
Şairlere göre, beden toprak olunca üzerinde sadece gül,
lale, ot, diken bitmiyor, bazen de toplayıp çanak, çömlek, testi yapıyorlar.
Fuzuli’nin bu konudaki dileği ve amacı başka; sevgiliye bu şekilde kavuşmak
murat ediyor:
“Dest bûsi ârzusuyle ölürsem dostlar
Kûze eylen toprağım sunun anınla yâre su”
Konu buraya gelince Ömer Hayyam’ı anmamak olmaz:
“Hey testici, dikkat et; önüne ve arkana!
Her yer insan toprağı, varmadın mı farkına?
Padişahın parmağı ve bir Şahın elini,
Farkında değil misin, bak koymuşsun çarkına?”
“Bir gün bir testi aldım bir testiciden,
Çok şey söyledi bana testi gizliden.
Dedi: Şahtım, bir altın kadehim vardı,
Şimdiyse sarhoşlara testi oldum ben!”
“Çiğniyorken ayağın, düşün toprağı
Bir güzelin yüzü o; kaşı, dudağı
Şu bina duvarında gördüğün tuğla;
Ya bir Şah başı ya bir Vezir parmağı!”
Bakalım bizim toprağımızdan neler bitecek, çömlek mi olacak,
testi mi?
İşte böyle dostum; bunları battaniye altında düşündüm ama
yazmak için biraz düzelip ayağa kalkmam gerekti. Birçok şiiri tam
hatırlayamamıştım, kitaplardan buldum ve yazıyı tamamladım.
Son olarak da Yunus’un şu dörtlüğünü yazayım bari de
aramızda bazıları heveslensin:
“Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver anları
Bana seni gerek seni”
Heveslenenler dikkat! Ön şart var, önce dünya değiştirmeniz
gerekiyor. Ben şimdilik erteledim, sonrası Allah kerim…