27 Aralık 2014 Cumartesi

CEHALET BİZE OSMANLIDAN MİRASTIR

Türk Milleti çok değil 90 sene önce bir kurtuluş ve bağımsızlık savaşı vermiştir. Bu savaş sadece vatan savunması değildir, onun ötesinde elinden alınan tüm değerlerini yeniden kazanma savaşıdır. Bu savaş ile milletimiz hem vatanını düşman askerlerinden temizlemiştir hem de egemenliğini eline almıştır. 

Bu savaş aynı zamanda bir millileşme akınını başlatmıştır. Bu savaşla kendisine ait olup da elinden alınan veya ihmal edilen her türlü değeri ulusumuz geri almıştır, ona sahip çıkmıştır. Yöneticiler tarafından ihmal edilen Türkçe yeniden devlet dili olmuştur. 

Savaş öncesi devlet dili olan Osmanlıca Türk milletinin öz dili değildir. O yıllarda, Türkçe, Arapça ve Farsca karışımı olan Osmanlıcayı ne Türk, ne Arap ne de bir İranlı anlayabilirdi. Türk Milleti uzun yıllar çektiği acılar sonucunda farklı bir millet olduğunu anlamış ve kendi milli devletini kurmuştu. Elbette ki dili de Türkçe olacaktı. Olmuştur da... 

Büyük Atatürk millileşme politikalarını yürütürken iki büyük kuruma can vermiştir: Türk Tarih ve Türk Dil Kurumu. Türk Dil Kurumu'nun yaptığı çalışmalar Türkçeyi daha da zenginleştirmiş ve devlet ile mileti birleştirmiştir. Türkçe'nin bilim dili olması da bu çalışmalarla sağlanmıştır. Bu iş zor da olmamıştır çünkü Türkçe kelime türetmeye uygun bir dildir. Sadece "bilgi" söcüğünden 50'den fazla kelime türetilmiştir. Bu türetilen kelimelerin Osamnalıca karşılığı da yoktur.

Özellikle son yıllarda Türk Milleti'ne ve onun her türlü değerine ve Türk kimliğine saldırı vardır. Bu saldırı vatan topraklarının elimizden alınması, milli birliğimizin bozulması boyutuna ulaşmıştır. Böyle bir ortamda Yahya Kemal'in "Ağzımda annemin ak sütü gibidir.” " dediği Türkçemize bir hücum olmaması düşünülemezdi. Türk milliyetini ayaklarının altına aldığını söyeleyen bir kimsenin Türkçe'yi yerip Osmanlıcayı yüceltmesine şaşmamak lazım. Türk kimliğinin neresine saldırılmadı ki Türkçesi'ne de saldırılmasın?

Milletimizin en büyük sorunu cehalettir. Osmanlı yıkılıp da Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda vatan toprakları işgal altında idi, Türk Milleti aç, yoksul, hastalıklı ve cahil bırakılmış durumda idi. Genç Türkiye Cumhuriyeti açlıkla, yoksullukla ve cehaletle büyük bir mücadele başlattı. Eğitime çok büyük önem verildi. Okul sayıları artırıldı. Kızların da okullaşması teşvik edildi. Millet Mektepleri kurulup en ücra köy ve mezralara bile eğitim hizmeti götürülmeye çalışıldı. Yüksek Okullar açıldı ve İsatanbul Darülfünunu kapatılıp İstanbul Üniversitesi kuruldu. Amaç cehaleti yenmek, Türk Mlletini çağdaş milletler seviyesine çıkarmaktı. 

Cehalete karşı verilen bu savaş özellikle 1950 yılından sonra tavsamaya başladı ve maalesef şu anda cehaletten kurtulmuş, çaşdaş bir toplumuz dememize imkan kalmadı.

Cehalet bize Osmanlı'dan mirastır. Osmanlıları yenemediği cehaleti biz Osmanlıca öğrenerek yok edecekmişiz. Bu iddianın tek bir doğru mantığı olamaz. Türk Milleti kendisini geri bırakan bir anlayışı yeniden benimseyerek ileri gidemez. 

Türk milleti'nin asla vazgeçmemesi gereken iki projesi var: Aydınlanma ve millileşme. Her kim ki bu husulara saldırıyor, onun niyetinin iyi okunması gerekir. 

21 Aralık 2014 Pazar

Bu çağrıya katılıyorum:

CUMHURİYET İÇİN ÇAĞRIMIZDIR
Siyasetin kısır çekişmelerinde rol kapma yarışı içinde olanları uyarıyoruz. 

Vicdanlara ve akıllara sesleniyoruz. 

Davetimiz, şimdi hangi partinin çatısı altında olursa olsun, hangi etnik kökenden, hangi mezhep ve inançtan olursa olsun, çocuklarımıza karşı sorumluluğu yüreğini titreten tüm Türk vatandaşlarınadır. 

İçinde bulunduğumuz durumun özeti şudur: 

Yeni dünya düzeni kurulamadan battı. Dünyada uluslararası dengeler yeniden belirleniyor. Atlantik’te ABD-AB arasında ikili yatırım ve ticaret ortaklıkları için müzakereler yürütülürken, Latin Amerika’da, Pasifik’te, Avrasya’da ayrı ayrı güç-iktidar blokları kurulmaya çalışılıyor. Bu sancılı süreci çok iyi kavramak ve geleceğe hazırlanmak zorundayız. 

Mevcut siyaset, “Yeni Türkiye” adı verilen bir yıkım projesi çizgisinde ilerlemektedir. Bu proje, Türkiye’nin bölünmesi ve yurttaşların ekonomik, sosyal, siyasal hak ve özgürlüklerinin ortadan kaldırılması projesidir. 

Türkiye’de bir yanımızda bölücülük, bir yanımızda Cumhuriyet’le hesaplaşma histerisi boy verdi. Halkımız bir yandan etnik köken, bir yandan mezhep ve inanç farklılıkları üzerine yapılan siyasetle, her geçen gün birbirine yabancı kılınmaya çalışılıyor. Etnik bölücülükle her boydan gericilik, müzakere masalarında kaderimizi karartma anlaşmaları yapıyor. Müzakereciler, emperyalizmin soykırım yalanlarına karşı durmak bir yana, ülkemizi bunlara boyun eğmeye sürüklüyorlar. 

Yurttaşlık haklarımız, en başta laik hukuk devleti ve sosyal devlet ortadan kaldırılarak gasp ediliyor. Yargı siyasallaştırıldı. Hak arama düzeni siyasal iktidarın keyfine bağlandı. Paralı ve kutsal din değerlerine de zarar veren gayrı milli eğitim, elele vermiş hız kesmeden yaygınlaştırılıyor. Doğal kaynaklarımızın yağması, madenlerde ve inşaatlarda işçi kıyımlarıyla birleşti. Gelir dağılımı adaletsizliği ve eşitsizlikler, yolsuzlukla bütünleşmiş yoksulluk, toplumda güven uçurumları yarattı. 

Bu, kötü bir gidiştir. Durdurulması ve sona erdirilmesi bizim ellerimizdedir. 

Çıkış yolu bellidir. 

Mustafa Kemal Atatürk’ün temellerini bilim ve aklın ışığında attığı Cumhuriyet, temel dayanağımızdır. Bu temelden aldığımız güçle kaderimize el koymak zorundayız. 

Ülkemizin ellerimizin arasından kayıp gitmesine izin veremeyiz. “Yeni Türkiye” projesine karşı “Yeniden Cumhuriyet” yürüyüşümüzü başlatmalıyız. 

Üçüncü bir dünya savaşına muhatap da ortak da olmak istemiyoruz. “Yurtta barış dünyada barış” ilkesine sımsıkı sarılmalıyız. Bir insanlık suçuna dönüşmüş sömürgeciliğin hiçbir türüne daha fazla katlanamayız. Tüm mazlum dünya halklarıyla birlikte uluslararası adil bir ilişkiler düzeni içinde yaşamalıyız. 

Toplumumuzu çürüten borç, faiz, rant düzeneğini kırıp, üretim ve adil paylaşım düzenini kurmayı başarmalıyız. Durmadan kaşınan etnik köken ve inanç farklılıklarımızın istismar edilmesine son vermeliyiz. Yurttaşlık hakları temelinde ulusal ve laik birliğimizi onarıp güçlendirmeliyiz. 

Türkiye’yi çözülmeye sürükleyen her türlü girişimi, tarih önünde mahkum etmeliyiz. Öyle ki, bir daha hiç kimse, açıktan ya da sinsice böyle bir şeye cesaret edemesin. 

Türkiye’yi çözülmeye sürükleyen ve bu gidişi önlemek için üstüne düşeni yapmakta acizlik gösteren siyaset dünyasını uyarıyoruz. Buna hiçbir koşulda onay da izin de vermeyeceğiz. 

Ülkemizin halkçı, milliyetçi ve devrimci birikiminden gelen siyasi partilerin, sendikaların, kitle örgütleriyle meslek kuruluşlarının mensuplarını, aynı duyarlılıkları paylaştığımız tüm yurttaşlarımızı, bizlerle birlikte mücadeleye etmeye, Cumhuriyet’i yeniden kurmaya davet ediyoruz.

“Cumhuriyet” için bir araya geldik. Büyük birlik ve dayanışmayı gerçekleştirmek için mücadele edeceğiz. 

21 Aralık 2014, İstanbul

ÇAĞRICILAR:

Prof. Dr. Birgül Ayman Güler Prof. Dr. Süheyl Batum Ufuk Söylemez 
(CHP İzmir Milletvekili) (Eskişehir Milletvekili) (Devlet Eski Bakanı)

Şahin Mengü E. Albay Hasan Atilla Uğur
(Manisa E. Milletvekili) (İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı)

İMZACILAR:
Adı Unvan / Görevi
1 Abdülhaluk Çay Prof. Dr. / Devlet (E) Bakanı
2 Adnan Öztürk İş adamı
3 Ahmet Ertürk DSP Edirne E. Milletvekili
4 Ahmet Yavuz Emekli General
5 Alaattin Sevim Emekli Amiral
6 Ataol Behramoğlu Prof. Dr./Sanatçılar Girişimi Sözcüsü
7 Ayfer Kaynar Prof. Dr.
8 Ayhan Yalçınkaya Gazeteci
9 Ayşe Erkli
10 Azmi Karamahmutoğlu Ülkü Ocakları E. Bşk
11 Barış Tınay CHP Beyoğlu İlçe Başkan Yrd.
12 Barlas Doğu Milli Savunma (E) Bakanı
13 Bedri Baykam Sanatçı
14 Bilge Aras Milli Merkez Genel Sekreter Yrd.
15 Birgül Ayman Güler Prof. Dr. / CHP Milletvekili
16 Can Ataklı Gazeteci
17 Canan Arıtman Dr. / CKD Genel Başkanı, E. Milletvekili
18 Candeğer Gezer İşletmeci
19 Cem Gürdeniz Emekli Amiral
20 Cengiz Özakıncı Yazar
21 Çetin Remzi Yüreğir Gaz. İmtiyaz sahibi
22 Demet Günoğlu Gazeteci
23 Dilek Gözütok Prof. Dr. / Ankara Ünv. Öğrt. Ü.
24 Doğu Perinçek Dr./ İşçi Partisi Genel Başkanı
25 Engin Ünsal Dr. / E. Milletvekili, Öğretim Üyesi
26 Enis Öksüz Prof. Dr. / Ulaştırma (E) Bakanı
27 Erdoğan Karakuş Emekli General / TESUD Genel Başkanı
28 Erkan Önsel İstanbul Eczacılar Od. E. Bşk.
29 Ertaç Erten CHP Sarıyer Üyesi
30 Fevzi Durgun Mak. Müh. / USİAD (E) Başkanı
31 Fikret Güneş Emekli General
32 Fuat Selvi Emekli Albay
33 Gülsen Tuncer Sanatçı
34 Günizi Dizdar Avukat
35 Halil İbrahim Tüysüz Emekli General
36 Haluk Dural Kimya Yük. Müh. / Milli Merkez Genel Sekreteri
37 Hasan Atilla Uğur Emekli Albay / İşçi Partisi Genel Başkan Yrd.
38 Hasan Hüseyin Akbulut E. Milletvekili
39 Hasan İleri Dr.
40 Hasan Korkmazcan Avukat / TBMM (E) Başkanı Vekili
41 Hüsamettin Cindoruk Avukat / TBMM (E) Başkanı
42 İsmail Hakkı Pekin Emekli General
43 İsmet Sezgin TBMM (E) Meclis Başkanı
44 Kadir Sağdıç Emekli Amiral
45 Kasım Parlar E. Milletvekili
46 Kemal Anadol İzmir Eski Milletvekili, Yazar 
47 Kerem Doksat Prof. Dr. / Psikolog
48 Levent Temiz İstanbul Ülkü Ocakları E. Bşk.
49 Mahmut Sert Mak. Müh.
50 Mehmet Atay Sanatçı
51 Mehmet Boztaş CHP Aydın E.Milletvekili
52 Mehmet Erdül İzmir ESHOT E. Genel Müdürü
53 Mehmet Faraç Gazeteci / Aydınlık Gazetesi Yazarı
54 Merih Şan CHP İzmir eski Y.K.Ü
55 Metin Öney Avukat / ANAP (E) Milletvekili
56 Mine Kırıkkanat Cumhuriyet Gazetesi Yazarı
57 Muharrem Kocaman Sakarya MHP E. İl Bşk.
58 Mustafa Köseoğlu CHP Kurucu İlçe Başkanı
59 Mustafa Pamukoğlu İktisatçı / Yazar
60 Mustafa Yurtkuran Prof. Dr.
61 Müyesser Yıldız Gazeteci / Yazar
62 Namık Kemal Boya Avukat
63 Namık Kemal Zeybek E. Bakan
64 Nasuh Mahruki Kar Leoparı ve Everest’e tırmanan ilk Türk 
65 Nazım Güvenç Gazeteci-Yazar
66 Necati Cebe CHP Balıkesir E. Milletvekili
67 Necla Arat Prof. Dr. / CHP (E) Milletvekili
68 Nihan Aras Milli Merkez Genel Sekreter Yrd.
69 Nihat Genç Araştırmacı Yazar
70 Numan Gültekin DSP Balıkesir E. Milletvekili
71 Nur Serter Prof. Dr. / CHP Milletvekili
72 Nusret Güner E. Oramiral / E. Donanma Komutanı
73 Osman Başıbüyük Emekli Albay
74 Osman Özbek Emekli General
75 Önay Alpago Avukat / CHP (E) Milletvekili, Devlet (E) Bakanı
76 Qğul Aktuna Siyasetçi
77 Sait Yılmaz Doç. Dr. / Yazar
78 Semih Çetin Emekli Amiral
79 Halil Semih Eryıldız Prof. Dr.
80 Seniha Gökçen Boya CUMOK
81 Serhan Bolluk Dr. / İşçi Partisi Genel Sekreteri
82 Sinan Meydan Araştırmacı Yazar
83 Soner Polat Emekli General
84 Sönmez Targan 68’liler Birliği Vakfı Genel Başkanı
85 Suat Çağlayan Eski Kültür Bakanı
86 Suna Büyüköztürk Prof. Dr.
87 Süheyl Batum Prof. Dr. / Millet Vekili
88 Şahin Mengü CHP Eski Millet Vekili
89 Şeref Gül İş adamı
90 Şule Perinçek Gazeteci / Yazar / İşçi Partisi Gen. Bşk. Yrd.
91 Şükrü Sina Gürel E.Bakan
92 Tanju Cılızoğlu Gazeteci
93 Tayfun İçli E.Bakan
94 Turan Karakaş CHP İzmir E. İl Bşk.
95 Turgut Okyay E. Yargıtay Onursal Üyesi
96 Turhan Özlü Gazeteci / Ulusal Kanal Genel Müdürü
97 Ufuk Söylemez Devlet (E) Bakanı - MM Ankara Temsilcisi
98 Uğur Civelek Ekonomist
99 Ümit Ülgen Mak. Müh. /ADD (E) Marmara Bölge Sorumlusu
100 Ümit Zileli Gazeteci
101 Yaşar Okuyan E. Bakan
102 Yavuz Selim Demirağ Gazeteci / Yazar
103 Zekeriya Beyaz Prof. Dr. /Marmara Ü. İlahiyat Fak. (E) Dekanı

20 Aralık 2014 Cumartesi

İKİ BÜYÜ SORUN: CEHALET VE AHLAKSIZLIK

Yılardır iki büyük sorun ile uğraşıp duruyoruz: Cehalet ve ahlaksızlık. Hangisi daha önemli diye sormayınız çünkü bunlar birbirleri ile bağlantılı. İkisinin de temelinde eğitim eksikliği veya yanlışlığı var.

Ahlaksızlığı iki kategoriye indirgedik: Kadın-erkek ilişkileri açısından ahlaksızlık ve çalma- çırpma. Çalmayı da eksik değerlendiriyoruz. Toplumdan, hazineden devlet malından çalınca, o hırsızlık dolayısıyla ahlaksızlık olmuyor. Oysa, kişisel çıkar için topluma verilen her zarar ahlaksızlıktır.

Yönetici kendisine emanet eden devlet malını çalarsa, bu malın değeri bir kuruş da olsa ahlaksızlıktır. Devletin yani milletin parasını çalarsa veya kişisel keyfi için harcarsa, ahlaksızlıktır. Rant için kentin yeşil alanlarına imara açıp gökdelen, AVM yapımına izin vermek ahlaksızlıktır. Milletin yıllarca emek ve sermeye verip kurduğu kurumları yok pahasına satmak ahlaksızlıktır. Ormanlarımızı, madenlerimizi, derelerimizi çıkar amaçlı olarak eşine dostuna tahsis etmek ahlaksızlıktır.

Bu örnekleri uzatmak mümkün. Ne yazık ki bu ahlaksızlıklar artık toplum tarafında hoş görülür olmuş. Çalanlar makbul insan olmuş, yeter ki halkımızın karşısında iki rekât namaz kılsınlar, artık her şey onlar için onlar için mübah oluyor. Son zamanlarda yaşadıklarımız ahlaki aşınmanın ne boyuta ulaştığının örnekleri ile dolu.

21. yüzyıla cahil bir toplum olarak girdik.  Toplum bilim ve teknolojide çağın ulaştığı düzeye ulaşamamışsa o toplum cahildir. Bilimsel bilgiyi yol gösterici olarak kabul etmeyen toplumlar cahildir. Kurumlarını çağın bilgilerine göre sürekli yenileyemeyen toplumlar cahildir. Bilimsel bilgiyi üretemeyen ve onu teknolojiye dönüştüremeyen toplumlar cahildir. Lüks tüketim, gökdelenler, AVM’ler, “duble yollar”, televizyon dizileri toplumun cahil olmadığını göstermez.

Okullaşma oranımızın düşük olduğu yetmiyormuş gibi eğitim programlarımızın içeriği de yetersiz. Aklı kullanmayı değil, ezberlemeyi öğreten bir sistemimiz var. Okul sayısı artıyor ama eğitilmiş insan sayısı artmıyor. Şimdi de tutturmuşlar Osmanlıca öğreteceklermiş. Toplumun tamamı Osmanlıca bilse, bu toplum cahil olmaktan kurtulmaz. Osmanlıca bilen cahil topluluk olur, o kadar…

Halk en temel bilimsel bilgilere uzak kaldığı için seçimlerini de akılcı biçimde yapamıyor. Akılcı biçimde kurumsallaşamıyor. Ekonomisi sıcak paraya, ucuz işçiliğe ve faize dayanıyor. Kültür ve sanat hayatı ise  televizyon dizilerinden, basit pop şarkılarından, ucuz romanlardan, basit şiirlerden ibaret. 

Bazılarını hariç tutarsak, çoğu üniversitemiz bilim üretilen yerler olmaktan uzak duruyor. Millet olarak AR-GE faaliyetlerine ayırdığımız bütçe çok kısıtlı. Sürekli başkalarını takip ve taklit ediyoruz.

Ahlaksızlık ve cehaletin çaresini eğitimde aramak gerek. Çare, aklını kullanmasını bilen, bilgi edinme yollarını öğrenen, araştıran, merak eden, evrensel değer yargılarını benimsemiş fertler yetiştirmekten geçiyor. Türk Milleti olarak her türlü olanağımızı eğitime ayırmalıyız.
Atatürk’ün şu sözlerini hiç unutmayalım:

Muallimler, Cumhuriyet fikren ilmen fennen bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister. Yeni nesli bu nitelik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir.”


17 Aralık 2014 Çarşamba

SORGULAYAMAYAN HALK FAKİR KALMAYA MAHKUMDUR

17 ve 25 Aralık 2013, yolsuzluk ve hırsızlık iddialarının gündeme geldiği ve kanıtlarının ortaya saçıldığı gün olarak Türk tarihindeki yerini almıştır.  Bu denli büyük bir yolsuzluğun oluşması bir günlük bir olay değildir. Bu güne giden yollar 1980 İhtilali ile açılmıştır.  Bu ihtilal dış güçlerin Türk siyasi ve ekonomik hayatını çok daha yoğun biçimde etkilemesine fırsat yaratmıştır.

Bugünkü sorunlarımızın büyük kaynağını bu ihtilalde ve onun sonrası kurulan Özel hükümetlerinin icraatlarında aramak gerekir.  Bu tarihten itibaren Devlet eli ile zenginler daha zengin yapılmış, iktidara yakın kimseler gene devlet imkânları ile zengin kılınmıştır.  Orta sınıfın yok edilmesi, gelir dağılımındaki bozukluk bu yıldan sonra atmıştır.

Özellikle 1984 yılından sonra devlet dış ve iç finans kaynaklarına borçlandırılmış, bu borç sabit gelirli halkın sırtına yüklenmiştir.  2002 yılında AKP’nin iktidar olması ile birlikte borçlar daha da artmış, ulusumuzun geleceği ipotek altına alınmıştır.

Bu borçlar en çok iktidara yakın iş adamlarına yaramıştır. Devlet yatırımları ihale kanunu da defalarca değiştirilerek bu iş adamlarına verilmiştir.  Para aşağıdan yukarı doğru pompalanmıştır.  Dar ve orta gelirli halkımızın sırtındaki borç daha da artmıştır.

Eski zenginler daha da zenginleşmiş, bu zenginlere yeni zenginler ilave olmuştur. Ekonomi büyümüş ama bu büyüklük halka intikal etmemiştir. 2002 yılında 4 dolar milyarderi varken bu rakam 2014’de 44’e yükselmiştir.  Türkiye’ye kıyasla çok daha zengin olan Japonya’da dolar milyarderi sayısı sadece 15’dir. Türkiye’de eşitsizlik daha da artmıştır.

1980 İhtilalinden sonra dinin toplum üzerindeki etkinliği de artmaya başlamıştır. Özellikle ABD’li uzmanların da tavsiyesi ile din eğitimi mecburi hale getirilmiş, cemaatlerin, dini örgütlenmelerin önü iyice açılmıştır.  Bu gelişme iktidara da yansımış,  dinin etkisinin giderek  artmasını fırsat bilen bazı politikacılar halkı din ile aldatarak iktidara gelmiştir.

Garip olan şu ki, zengin daha zengin; fakir daha fakir olurken dinin toplum üzerindeki etkisi da daha da artmıştır.  Bu dünyanın nimetlerinden uzak tutulan halkımızın gözü açılmasın diye öteki dünyanın güzellikleri ile gözleri bağlanmıştır. Bu gözü bağlı insanlar,  ben neden birkaç kilo makarnaya, birkaç torba kömüre muhtacım da neden oy verdiklerim refah içindeler; ben neden asgari ücretle zar zor geçinmeye çalışırken iktidar dostları para içinde yüzmektedir; ben neden kulübe gibi evde otururken benim oyum ile başa geçen adam saraylarda oturmaktadır; ben neden işime yürüyerek veya tıkış tıkış otobüslerle giderken zenginler neden son model arabalarla dolaşmaktadır diye sorgulayamıyor. O kadar gözleri bağlı ki, çalıyor ama çalışıyor diyen bile var.

İnsanlar arasındaki eşitsizliğin en önemli etkisi eğitimde görülmektedir. Varlıklı aileler çocuklarını çok daha iyi okullarda okutmakta, fakir halkımız ise çocuklarına iyi eğitim vermek için yeterli kaynak bulamamaktadır. İyi eğitim almayan, dinin etkisinde kalan dar gelirli kesimler Allah ile aldatan insanların iktidarını sürdürmesini sağlamaktadır. Bu insanların gözü o kadar bağlıdır ki yapılan yolsuzluklar hırsızlıklar ortalığa saçılmasına rağmen oy verdikleri insanlara toz kondurmamaktadır.


17-25 Aralığı geniş bir pencereden değerlendirmek lazım.  Bu olayların tekrar etmemesi için halkın cehaletinin giderilmesi ve gelirler arasındaki farkın kapatılması gerekir. Bunun için yapılması gerekli ekonomik tedbirlerin yanında eğitim kalitesinin yaygın bir şekilde yükseltilmesi de şarttır. Türkiye kaynaklarının çoğunu eğitime ayırmadan hiçbir sorununu çözemez. Elbette ki yükselmesini istediğimiz eğitimden kastımız şimdiki gibi biad kültürünün aşılandığı eğitim değil. 

16 Aralık 2014 Salı

DEMOKRASİ KÂĞIT ÜZERİNDE KALDI

Önümüzdeki Haziran ayında seçimler var. Bir genel seçimi daha gerçekleştireceğiz ve sonra da halkın dediği oldu, ülkemizde demokrasi var diye sevineceğiz. Demokrasiler, “halkın oluşturduğu, halk tarafından yönetilen,  halk için var olan devlet”  siyasi modeli olarak kabul edilir. Bizim ülkemizde de demokrasi olduğu söyleniyor. Peki, devlet halk için, halk tarafından mı yönetiliyor?  Maalesef cevabımız hayırdır.  Dolayısı ile demokrasinin tam anlamı ile varlığından söz etmek mümkün değildir.

Ülkemizde demokrasinin işlemesine engel olan 4 husus var: Kuvvetler ayrılığının olmaması, Gelir dağılımındaki bozukluk, halkın doğru haber alma ve bilgilenme özgürlüğündeki kısıtlanmalar, küreselleşme ve aşırı borçlanma.

Türkiye’de kuvvetler ayrılığı kâğıt üstünde kalmıştır. TBMM ve yürütme tek kişinin kontrolüne girmiştir. Yasalar o kişinin arzusu doğrultusunda, icabında bir gecede çıkarılmaktadır. Yargı bağımsızlığı yok olmuştur. Yürütme ve dolayısıyla tek adam yargıyı da kontrole edebilmektedir. Danıştay kararları uygulanmamakta, Sayıştay dosyaları TBMM’ne kabul edilmemektedir.

Gelir dağılımı ileri derecede bozuktur. En üstteki % 1’lik kesimdekiler siyasi sitemi istedikleri gibi şekillendirmek için büyük harcamalar yapmaktadır. Bu harcamalar aslında bir yatırımdır;  karşılığında büyük gelirler elde etmektedirler.  Siyasi partiler bu zengin kesimin kontrolündedir. Bir kişi bir oy prensibi geçerlidir ama Koç’un bir oyunun siyasi ağırlığı filan köydeki bir garipten veya asgari ücretle geçinmeye çalışan bir işçiden çok daha ağırdır.

Gelir dağılımındaki aşırı dengesizlik gerçek demokrasi ile bağdaşmaz.  Siyasal sistemimiz büyük sermaye tarafında çarpıtılmakta ve bu azınlık daha da zenginleşmektedir.

Halkın seçimini doğru ve kendi çıkarları doğrultusunda yapması onun doğru haber almasına bağlıdır. Türkiye’de toplumu bilgilendirmesi gereken televizyon ve gazeteleri 3 gurupta toplamak mümkündür:  İktidar medyası veya başka bir deyiş ile havuz medyası;  % 1’,n sahibi olduğu medya ve cemaat medyası. Bunların dışında da elbette halk için çalışan gazete ve televizyonlar var ama bunların etkisi sınırlı kalmaktadır.  Bu 3 gurup medya halkı yanlış bilgilendirmekte, algı operasyonları uygulayarak halk yanlış seçimlere zorlanmaktadır. Demokrasinin önündeki en büyük engellerden birisi budur.

Türkiye, özellikle son yıllarda serbest küreselleşme cereyanına kapıldı. Ekonomisini dış güçlerin etkisine terk etti. Devlet ve özel sektör aşırı borçlandı. Bir ülkede aynı anda hem demokrasi, hem bağımsızlık hem de serbest küreselleşme olmaz. Küreselleşmeyi kabul ettiğiniz zaman siyasi ve iktisadi sistemleri yabancı güçler yönetir. Hele bir de borçlandıysanız finans piyasalarının emrine girmişsiniz demektir. Finans piyasalarının istediğini yapmazsanız, kredi derecelendirmelerinizi düşürmekle, paralarını geri çekmekle, borç faizlerini artırmakla tehdit ederler. Halkın sözü değil bu finans çevrelerin söz geçerli olur.

Ülkenin gerçek demokrasiye ihtiyacı vardır. Halk iktidarının önündeki bu engeller kaldırılmalıdır. Aksi takdirde iktidar seçim ile oluşsa bile bu halkın iktidarı olamaz.



15 Aralık 2014 Pazartesi

TARTIŞILANLAR VE TARTIŞILMAYANLAR

Toplumun % 99’u Müslüman, büyük çoğunluğu da dindar ya, sürekli dini konular konuşuluyor, tartışılıyor. Başörtüsü, türban tartışılıyor,  Osmanlıca (din ile ne ilgisi varsa) tartışılıyor,  Camileri kimin ahır yaptığı tartışılıyor, Türkçe ezan tartışılıyor, din eğitimi tartışılıyor, neyin orucu bozduğu tartışılıyor ve bunun gibi konular gündemi işgal ediyor.

Peki, İslamiyet’te eşitlik, kardeşlik, adalet, hak, hukuk, yetim hakkı gibi kavramlar yok mu? Bunlar tartışılmıyor. Toplumun perişan hali, yoksulluk, sefalet, zengin-fakir farkı, kul hakkı tartışılmıyor.

Yanlış ekonomik politikalar ve sömürü düzenin devem etmesi sonucu para belirli ellerde toplanıyor. Zengin giderek daha da zenginleşirken, fakir daha fakir oluyor. Orta sınıf kaybolma noktasına doğru ilerliyor.  Eşitlik giderek yok oluyor. Müslüman Müslüman’ın kardeşi ama zengin kardeşler fakir kardeşlere acımıyor, yoksulun parasını daha fazla nasıl emerim hesabı içinde hareket ediyor.

Para kazanma ve zengin olma tüm yöntemleri meşru kılmış durumda.  Zengin olma ve olduktan sonra da daha da zengin olma hırsı ahlaki yozlaşmaya yol açmış durumda. Erdem kaybolmuş, Allah korkusu kaybolmuş. İnsanların ahlaki pusulaları şaşmış. Kimse de çıkıp demiyor ki, arkadaş bu senin yaptığın İslam ile bağdaşmaz. Başkalarının hakkını yiyerek zengin olamazsın. Ve hiç kimse de İslamiyet’in bu yönünü gündeme getirmiyor ve tartışmıyor.

İslamiyet’te kula kul olmak yoktur ama iktisadi ve siyasi sistem insanları zenginlere kul etmektedir. Demokrasi diyoruz ama siyasi partiler zenginlerin politikalarını yürütüyor. Seçimlerde halk bilinçli olarak oy kullanamıyor. Kamuoyu oluşturan gazeteler, televizyonlar zenginlerin elinde. Verilen her oy zengini zengin, fakiri fakir kılıyor. İnsanlar “efendilerinin” dağıttığı makarnaları, kömürleri nohutları alıp mutlu oluyor. Kula kul olmamak için ne yapılması gerekir, tartışılmıyor.

Siyasi kurumlar iktisadi hayatımızı geniş halk kütlelerinden çok dayandıkları zengin çevrelerin çıkarlarına göre biçimlendiriyor.  Devletin kaynakları, ülkenin taşı, toprağı, madenleri, yer altı zenginlikleri, ormanları yandaşlara peşkeş çekiliyor. Hiç kimse de çıkıp, ne yapıyorsunuz, , bu ülke hepimizi malıdır,  sizin bu yaptığını kul hakkı yemektir, bu yaptığınız affı olmayan en büyük günahlardan birisidir demiyor.

Tartışılması gereken konular halktan gizleniyor. Eşitsizlik, hukuksuzluk, adaletsizlik, kulun kula efendiliği, sömürü, fakirlik, tartışılmıyor.

Tartışılması gereken hususlar iktisadi ve siyasi sistemlerdir. Bu iki sistem de bozuktur. Halk kaderini belirleyememektedir. Kendi çıkarları için değil, yaratılan algıların etkisi ile oy vermektedir. Para alt ve orta kesimlerden yukarı doğru pompalanmaktadır. Halk bunun farkında değildir. Üstelik bu uygulamalar İslam’ın özüne de aykırıdır ama insanlar Allah ile aldatıldıklarından dolayı tepki de verememektedirler. Din adına tartışılanların da Müslümanlara bir faydası yoktur.


İyi Müslüman,  kardeşlerinin ve tüm insanlığın refahı için, sağlığı için, mutluluğu için ve adalet için çalışan;  dünya düzeninin de bunu sağlayacak şekilde kurulmasına gayret eden insandır. Bunun yolu da bilgiden, bilinçten, erdemden ve çalışmaktan geçer…

13 Aralık 2014 Cumartesi

EŞİTSİZLİK BÜYÜK SORUN OLARAK DEVAM EDİYOR

1700’lü yıllarda Fransa’da halk yoksulluk ve sefalet içinde iken saraylarda yaşayan aristokratlar müreffeh bir hayat yaşıyordu ve halkın durumundan haberleri yoktu. 1789 Fransız İhtilali’nin sebeplerinden birisi de buydu. İhtilal sonucunda yayınlanan “İnsan ve Vatandaş  Hakları Bildirgesi” insanlık tarihinde çok önemlidir. Bu bildirgeye göre İnsanlar özgür ve eşit haklara sahip doğarlar ve öyle kalırlar.

O yıllardan bugüne çok büyük gelişmeler, isyanlar, ihtilallar oldu ama eşitsizlik sorunu hale devam ediyor. Özellikle liberal ekonomilerin uygulanması ile dünya nüfusunun yüzde biri tüm dünyayı kontrol altına aldı. Bu yüzde birlik kitle ile geri kalan yüzde doksan dokuz arasında eşitsizlik artıkça arttı.

Ülkemizde de özellikle 1980 İhtilali’nden sonra neoliberal politikaların uygulanması gelir, servet ve fırsat eşitsizliğini artırdı. Ekonomiye hâkim olan yüzde 1’lik kesim devlet yönetimine de hâkim oldu. Savundukları serbest piyasa ideolojisi söylenenlerin aksine verimsizliği artırdı. Sermaye çevreleri ranta dayalı zenginleşmenin yolunu açmak için finans piyasalarındaki düzenlemeleri değiştirdiler. Para ve maliye kurum ve politikalarını kontrol etmeye başladılar. Sermaye, devleti ve siyasi partileri, medyayı ele geçirdi. Gelir eşitsizliği giderek arttı, artmaya da devam ediyor.

Rantçılığa dayan bu ekonominin verimsizlik ve eşitsizlik yetmezmiş gibi  birçok kurum ve şirket de yabancı sermayenin eline geçti. Şirketler yüzde 1’in çıkarları doğrultusunda faaliyet gösterdi ve gösteriyor. Bütün bunların sonucu olarak orta sınıf zayıfladı, yoksulluk ve işsizlik arttı. Türkiye de milyonlarca insan yoksulluk hatta açlık sınırı altında yaşıyor.  İşsizlik oranı % 10’nun üzerine çıkmış durumda. Bu oran gençlerde % 20’leri de aşıyor.

Artan işsizlik ve yoksulluk demokratik sistemin de yozlaşmasına yol açıyor.  % 1’in yürüttüğü algı operasyonları ile halk, sermayenin çıkarını savunan ve koruyan; yoksulluğu ve eşitsizliği daha da artıran politikaları bilinçsizce destekliyor. Medya % 1’in borazanı olmuş,  halkı kandırmak ve oyalamakla meşgul. Ülkede etnik, dini inanç ve mezhepler üzerinde politikalar yürütülerek halkın birlik olmasının önüne geçiliyor. Halk % 1’le uğraşacağına birbirleri ile uğraşıyor. Halkın kutsal duyguları sömürülerek iktidarın devamlılığı korunuyor.  Eğitim politikaları ile oynanarak, sorgulayan, araştıran, şüphelenen, düşünen bir gençlik yerine, % 1’in yalanlarına sorgusuz sualsiz inanacak nesiller yetiştirilmeye çalışılıyor. İnsanlar yapay gündemlerle oyalanıyor.

Seçim sonucu ne olursa olsun kazanan hep % 1 oluyor. Bu % 1’in gerçek yüzünü anlatmak isteyenler farklı biçimlerde susturuluyor çünkü sömürünün devam etmesi isteniyor. Çıkış yolunu gösterenlerin sesi kısılıyor.  Örnek vermek gerekirse,  herhangi birisi çıksa da “Karl Marx kapitalizmin iç mantık ve dinamikleri sonucunda sermayenin giderek yoğunlaşacağını, emeğin ise giderek yoksullaşacağını savunmuştu, gelinen tablo Marx’ı haklı çıkarmıştır” dese,  kıyamet kopar. Diyenin ne komünistliği kalır, ne dinsizliği; böylece halkın gözünden düşürülmeye çalışılır ki % 1’in yalan makinelerinin sözü dinlenir olsun.

Maalesef Türkiye’deki durum budur. Zengin daha zengin, yoksul daha zengin olmaya devam ediyor. Paralar zenginlere gidiyor, halk da din iman ile yetiniyor. Eşitsizlik de giderek artıyor.


10 Aralık 2014 Çarşamba

OSMANLI DEVLETİNİ YIKANLAR İŞ BAŞINDA!

Son zamanlarda Osmanlı hayranlığı, Osmanlı sevdası aldı yürüdü. Bir yandan Cumhuriyet ve onun kurcuları toplum nazarında küçük düşürülmeye çalışılırken diğer yandan Osmanlı Devleti’ne methiyeler düzülmeye başlandı. Cumhuriyet’i kuranlar Osmanlı Devletini yıkmış gibi gösterilerek suçlandı ve suçlanmaya da devam ediliyor. Oysa, Osmanlı Devletini Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar yıkmadı, onlar, zaten yıkılmış olan bir devletin yıkıntıları içinden yeni bir devlet çıkardılar.

Şunun iyi bilinmesi lazım; Osmanlıyı kim yıktı ise, hangi zihniyet yıktı ise Türkiye Cumhuriyetini de aynı çevreler ve aynı zihniyet yıkmaya çalışıyor.

Osmanlı Devletinin yıkanların başında, onu savaşlarla yıpratan, iç isyanlar çıkartarak topraklarını elinden alan, Osmanlı Devletini sömürgeleştiren İngiltere, Rusya, Fransa, İtalya, Avusturya gibi batılı emperyalist devletler ve onların ülke içindeki işbirlikçileri gelir. 

Osmanlı Devletinin yıkılışını hazırlayanlar ise, medreselerde, mekteplerde müspet ilimleri yani matematiği, biyolojiyi, astronomiyi, fiziği kimyayı ders programlarından silenlerdir. Sorgulayan, merak eden, şüphe eden, araştıran, özgür düşünceye dini yasakları bahane ederek izin vermeyenlerdir. Bilimin yol göstericiliğini bir kenara bırakıp dogmatik düşünceler peşinde koşanlardır. İslamiyet’i kendi çıkarları için kullanıp, halkı Allah ile aldatanlardır. Satılmışlardır, hainlerdir.  Batılıların ülkemizi, milletimi sömürmesine aldıkları üç beş kuruş komisyon için yardımcı olanlardır.

Şimdi aynı çevreler, tıpkı Osmanlı Devletini yıktıkları gibi Türkiye Cumhuriyetini de yıkmaya çabalıyorlar.   Halkımızın dini duygularını istismar edip oy topluyorlar.  Arkalarına batılı emperyalist güçleri almışlar,  mezhep üzerinden, dini duygular üzerinden, etnik kimlik üzerinden siyaset yapıp ülkeyi felakete sürüklüyorlar. Türk kimliğini yok etmeye çabalıyorlar. Milli birliği bozuyorlar. Vatan topraklarının bir kısmını pazarlamaya çalışıyorlar.

Bu Türkiye Cumhuriyeti düşmanları ekonomik olarak ülkeyi Avrupa’nın, ABD’nin açık pazarı haline getirdiler. Fabrikaları, bankaları, işletmeleri, irili ufaklı şirketleri yabancılara peş keş çektiler. Halkı yoksul bırakıp, makarnaya, kömüre muhtaç hale getirdiler.

Milli Eğitimin, milliliğini, bilimselliğini yok ediyorlar. Üniversiteler, medreselere dönüştürülmeye çalışılıyor. Çocuklarımızın aydın, sorgulayan, araştıran, düşünen kimseler olarak yetişmesini değil, kendi fikirlerini sorgusuz sualsiz kabul eden; biad etmeye alışmış kimseler olarak yetişmesine çalışıyorlar.

Bu son Eğitim Şurasını ve Osmanlıca tartışmalarını bu açılardan değerlendirmek, arzu edilenin ne olduğunu iyi irdelemek lazım.

Özet olarak Osmanlı Devletini yıkan çevreler ve belirli zihniyete ve karaktere sahip kimseler şimdilerde Osmanlı hayranı gibi görünüp Türkiye Cumhuriyetini yıkmaya çaba gösteriyorlar.  Türk Milleti er geç bu oyunu fark edecek ve bozacaktır. Birinci vazifelerinin Türk Cumhuriyetini, Türk İstiklalini korumak ve kollamak olduğunun bilincinde olan gençlerimiz güveniyorum. Onlar Mustafa Kemal’in askerleridir. Zafer onların olacaktır.


8 Aralık 2014 Pazartesi

OSMANLICA BAHANE!...

Osmanlıcanın okullarda mecburi ders olarak okutulmasını isteyenlerin gerçek niyeti bellidir. Bu insanların Türkiye Cumhuriyeti ile sorunları vardır. Türkiye Cumhuriyeti’ni beğenmezler. Onu kuranlara “ayyaş” derler.  İcraatının ve söylemlerinin çoğunda amaç Cumhuriyeti’in temellerini sarsmaktır.

Aslında Cumhuriyet’in temelleri 1938 yılında Atatürk’ün ölümü ile sarsılmaya başlandı. Geldiğimiz noktaya yavaş yavaş ve Türk Ulusu'nu alıştıra alıştıra getirdiler.

Durum çok vahimdir ve Cumhuriyet büyük tehdit altındadır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin iki temel özelliği vardır: Hakimiyet-i Milliye ve istiklal-i tam. Bugünkü ifadeyle milli egemenlik ve tam bağımsızlık.

Mustafa Kemal Atatürk diyor ki, “Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir.” 

Cumhuriyet düşmanları önce bağımsızlığımıza saldırdılar. Mali bağımsızlığımızı, borçlandırarak, İMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumları ve uluslar arası sermayeyi kullanarak yok ettiler.
Emperyalistler,  politik, askeri, ekonomik tehditlerde bulunarak siyasi bağımsızlığımızı yok ettiler. Bunun için Cumhuriyet düşmanı yerli işbirlikçileri kullandılar. Darbeler planlandı, darbeler yapıldı, Ulusalcı güçler iktidardan uzak tutulmaya çalışıldı.

Ordumuzu NATO emrine verdiler. NATO dışı kalan Jandarmayı da kendi insiyatifleri altına almaya çalışıyorlar.   Ordumuzun çok değerli komutanlarını kumpaslarla tutsak edip TSK’yı tasfiye etmeye çalıştılar.

Milli devlet, milli birlik, milli eğitim milli şuur ve laiklik olmadan milli egemenlik olmaz. Milli egemenlik yoksa Cumhuriyet de yoktur. Saldırı onun için milli olan her şeyedir.  Türk Milliyetini onun için ayak altına almaya çalıştılar.

Millet, egemenliğini yetkili kurumlar aracılığı ile kullanır. Bunlar TBMM, hükümet, ve yargı organlarıdır.  Bu kurumlar birbirinden bağımsız çalışmazsa milli egemenlikte söz edilemez. Özellikle son yıllarda kuvvetler ayrılığı prensibi yok edildi ve devletin üç kuvveti de tek elden yönetilmeye başlandı. Dördüncü kuvvet denilen medya da aynı gücün kontrolüne girdi. Böyle demokrasi de olmaz, böyle milli egemenlik de olmaz.

Milli devlet i yıkıp federe devlet kurmak için müzakereler, pazarlıklar sürüyor. Terör örgütünün eli kanlı lideri Cumhuriyeti yıkmak için ilgililere yol gösteriyor, talimatlar veriyor, tehditler savuruyor.

Ulusumuz dini inanç, mezhep, etnik kimlik temelinde bölünmeye çalışılıyor. Kürtçülük akımları destekleniyor, aleviler Cumhuriyet’e karşı kışkırtılıyor. En yetkili ağızlarda Türk sözcüğü duyulmaz oluyor. Türküm demek faşistlikle eşdeğer hale getirilmeye çalışılıyor. Milli şuur yıpratılıyor.

Milli egemenliğin en önemli şartlarından olan laiklik dinsizlik gibi anlatılarak insanlarımız kandırılmaya çalışılıyor.  Cumhuriyet döneminde, insanlarımızın gerçek Müslümanlığın ne olduğunu öğrenmeleri için yapılan çalışmalar inkar ediliyor. Dindar kesimlerin Cumhuriyet düşmanı olmasına çaba gösteriliyor.  

Vatan topraklarının bir kısmında devlet otoritesi yavaş yavaş yok ediliyor. Dolayısıyla bu bölgeler milletin hâkimiyetinden terör örgütün hâkimiyetine geçmeye başladı.

Osmanlıcanın tartışmaya açılması da Cumhuriyet’in temellerini sarsmak içindir. Türk milletini millet yapan en büyük değer konuştuğu Türkçedir. Osmanlıca diye bir dille bu millet geçmişte de konuşmadı, gelecekte de konuşmayacak. Türkçe yaşamazsa, Türk Ulusu da yaşamaz.

Cumhuriyeti içine sindiremeyenler, Türk milletinin omuzlarına yük olmuş, milleti yoksul, aç, hastalıklı bırakmış, yabancı ülkelerin kontrolüne girmiş, bağımsızlıktan yoksun kalmış, tam bir sömürü ülkesine dönüşmüş olan Osmanlı devletini yeniden kurmaya çabalamaktadırlar.


Bunlar saraylarını ve padişahlarını bile hazırladılar. Osmanlı hayranlarının planları böyle, epeyce de yol aldılar ama Türk Milleti daha son sözünü söylemedi. O söz söylendiğinde, Vahdettin bunlar için bir örnek olabilir. Tabii Türk yargısından kurtulabilirlerse…

6 Aralık 2014 Cumartesi

YENİ VAHDETTİNLER,  YENİ ALİ KEMALLER
Daha önce 'hamile kadınlar sokağa çıkmasın' sözüyle tepki çeken Ömer Tuğrul İnançer, TBMM çatısı altında katıldığı bir konferansta yine çok tartışılacak açıklamalar yapmış.  Atatürk'ün 1 Kasım 1928'de yaptığı 'Harf Devrimi' hakkında “İnkilap mı? İnkilap ne demek biliyor musunuz ‘Köpekleştirme’ demektir. Bu memlekette inkilap (köpekleştirme) yapılmıştır” demiş. Yani 1928 tarihinde Türk Ulusu’nun köpekleştirildiğini iddia etmiş. Bu çok ağır bir hakarettir. Türk Milleti’nin bir ferdi olarak köpekleşme sözcüğünü İnançer’e iade ediyorum. Bu sözleri ile kendisi köpeklemiştir.
Son yıllarda Cumhuriyet düşmanları pervasızlaştılar. Atatürk’e, Cumhuriyet’e her fırsatta saldırıyorlar, hem de ahlaksızca. Yalanların bini bir para. Televizyonlar, gazeteler bu yalancı adamlarla dolu. 12 yıldır iktidarın Cumhuriyet’in temellerini sarsan her eylemini desteklemek için laf ebeliği yapıp duruyorlar.
Osmanlıcılık adı altında Cumhuriyet yıkıcılığı yapılıyor. Vahdettinlerin, Lord Curzonların, Ali Kemallerin, Sait Mollaların, Damat Feritlerin, Rahip Frewlerin, Hristomosların, Pontusçuların intikamı alınmaya çalışılıyor. Lozan’ın yerine Sevr ikame edilmeye çalışılıyor.
Bu millet Ata’sının liderliğine bir kurtuluş savaşı vermiştir ve bu savaştan da muzafferiyetle çıkmıştır. Kurtuluş savaşı ile iki büyük kazancı olmuştur: Tam bağımsızlık ve Milli egemenlik. Bu savaş sonucunda adı Türkiye Cumhuriyeti olan, “ilim ve tekniğin son esaslarına dayanan, milli ve çağdaş bir devlet” kurulmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti sayesinde Türk Milleti 600 yıldır kendisine hükmeden Osmanlı’dan egemenliği almış ve kaderini kendisi belirlemeye başlamıştır. Kulluktan vatandaşlığa ve efendiliğe yükselmiştir. İnsan hak ve özgürlükleri Türk Milleti’nin de vazgeçilmezleri olmuştur. İnsanlar, şeyhlere, ağalara, imamlara teslim ettikleri irade ve akıllarını geri almayı öğrenmişlerdir. İnsanlar da düşünceler de özgürleşmiştir.

Cumhuriyet, dogmatik düşüncelerden kurtulmayı, yol gösterici olarak bilimi kullanmayı öğretmiştir. Cumhuriyet kurulunca hemen bütün İslam ülkelerinin sömürge olduğu bir dünyada bağımsız ve güçlü tek devlet olmuştur. Emperyalistlerin ve onların yerli işbirlikçilerinin Cumhuriyet’e saldırmalarının nedeni de budur. 
Lozan’da emellerine kavuşmayan bu güçler, Atatürk’e ve Cumhuriyet’e savaş açarak Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalamayı, halkını yeniden kullaştırmayı, çağdaşlıktan uzaklaştırıp sömürüye hazır hale getirmeyi planlamışlar ve bu planlarını da adım adım uyguluyorlar. Bu planın gerçekleşmesine Mustafa Kemal’in askerleri asla izin vermeyecektir. Zamanı gelince Vahdettin kılıklıların da Ali Kemal kılıklıların da nasıl kaçtıklarını göreceğiz.