26 Aralık 2019 Perşembe

AYRILIKLAR BİRLİKTELİKLER VE DEĞİŞMELER

Gazetelerde, televizyonlarda, sosyal medyada ve dost sohbetlerinde şuna benzer ifadeler sıkça okunur, duyulur oldu: “Vatan partisi değişti”, “AKP’ye yanaştı”, “AKP’ye yaltaklanıyor”. Çok sığ, çok yanlış ve çoğu zamanda kasıtlı söylenen sözler.

Kimin değiştiğini, hangi partinin hangi partiye yanaştığını anlamak için biraz gerilere gidelim ve hafızamızı tazeliyelim.

Partilerde en köklü değişiklikler, 2002 Millet Vekili seçimlerinden önce oldu. Amerika, BOP gerçekleştirmek için, Türkiye’de yeni bir iktidar oluşturmak istedi. 2001 yılında, R T Erdoğan ve A Gül’ün başını çektiği bazı Fazilet Partisi kökenliler, ANAP ve DYP’den ayrılan bazı isimler bir araya geldiler ve AK Parti’yi kurdular. Bu kuruluş, yeni iktidar için atılan ilk adım oldu.

Sıra Ecevit başkanlığındaki 57. Hükümeti bozmaya ve meclisi seçime zorlamaya gelmişti. Bu görevi de Kemal Derviş üstlendi ve DSP’yi böldü, ANAP’tan bazı milletvekillerini ayarttı ve hükümeti azınlık durumuna düşürdü. Erken seçime gitme zorunluluğu doğdu.

3 Kasım 2002 tarihinde genel seçimler yapıldı ve AKP tek başına iktidara geldi. AKP genel başkanı Erdoğan yasal zorunluluk nedeniyle milletvekili ve başbakan olamadı. Bu durumda CHP ve AKP beraber hareket etti ve yapılan yasa ve anayasa değişiklikleri ile Erdoğan’nın önü açıldı.

AKP iktidarı üçlü bir kolisyondu: Erdoğan, Gül ve FETÖ. Ülkeyi bu koalisyon yönetmeye başladı. Bu kaolisyon neler yaptı ve kimler bu koalisyonun icraatlarını kolaylaştırdı, yardım etti ve kimler karşı çıktı, hatırlayalım:

İKİZ YASALAR

İki Birleşmiş Milletleri sözleşmesi var: “Medeni ve Siyasi Haklaa İlişkin Uluslararası Sözleşme” ve “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme”. Bu iki sözleşme “İkiz Yasalar” olarak biliniyor. Türkiye’yi federasyona ve bölünmeye götürme ve hevesi içinde olan küresel güçler bu sözleşmelerin onaylanmasını ve yasalaşmasını Türkiye’ye dayatıyordu.

Abdullah Gül başkanlığındaki hükümet, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’yi 23 Aralık 2002 tarihinde TBMM’ne sevk etti. Bu sözleşmenin ikizini ise Tayyip Erdoğan hükümeti meclise taşıdı. Her iki sözleşme 2003 Haziran ayında, önce komisyondan daha sonra genel kuruldan geçerek kanunlaştı. CHP hem komisyonda hem de genel kurulda AKP ile birlikte hareket etti. Hem de Genel Kurmay temsilcisinin komisyonda çok ciddi uyarılarda bulunmasına rağmen.

Doğu Perinçek ise bu yasaları “İkiz ihanet yasaları olarak” nitelendirmişti. Aydınlık gazetesinde de çok ciddi eleştiriler yayınlanmıştı.

“İkiz yasaların” özelliği, halkların, mezheplerin yani farklı toplumsal kökenlere sahip olanların “kendi kaderini tayin etme” hakkı vermesiydi. Yani bunu imzalayan devletlerde yaşayan etnik kökenliler, dilerse ayrılabilir, kendi kendini yönetebilir.

ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİ

“İkiz İhanet Yasaları” meclste onaylandıktan sonra, “Üçlü Kolalisyon” 2004 yılında, küresel güçlerin dayatması ile bir anayasa değikiliğini gündeme getirdi. Bu değişiklik bazı olumlu maddeler içermesine rağmen milli devlet yapısını ve bağımsızlığımızı tehdit eden değişikliller de içeriyordu.
Uluslararası anlaşmaların iç hukukun üzerinde tutulmasını düzenleyen ''Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma'' başlıklı Anayasa'nın 90. maddesinde değişiklik öngörüyordu. Teklifin 7. maddesi, ''Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır'' hükmünü içeriyordu.

Maddenin oylamasına, 453 milletvekili katıldı. CHP ve AKP beraber hareket etti ve bu madde büyük bir çoğunluk oyu ile Kabul edildi. Bu maddenin kabulü ile diğer bazı sözleşmeler gib “ikiz yasalar” da anayasa koruması altına alındı.

Bu maddenin değiştirilmesinde, CHP ve AKP yanyana bir duruş sergilemiş, Perinçek ise bu değişikliğin tehlikelerine dikkat çekip karşı olduğunu beyan etmişti.

AKP, 2011 yılında tam bir karşı devrim anayasası yapmaya kalktı. Yapılmak istenen bu yeni anayasanın önemli maddelerini hatırlayalım:

Bu anayasa ile Türk kavramı anayasadan çıkarılacak, Atatürk milliyetçiliği tasfiye edilecek, Güneydoğu bölgesine özerklik verilecek, laiklik ilkesi kalkacak, egemenlik milletlerarası güçlere devredilecek.

PKK ile görüşülerek hazırlanan bu yeni anayasayı meşrulaştırma görevini ise CHP ve MHP mecliste kurulan komisyona katılarak üstlendiler. AKP, bu partileri böylece ihanet anayasasının içine çekmiş oldu.

Sayın Perinçek ise CHP ve MHP’nin masaya oturmamaları gerektiğini ısrarla söyledi ama ne CHP ne de MHP kararlarından dönmedi. Bu yeni anayasa fikri, milli güçlerin direnci karşısında yenilgiye uğradı ve 2013 yılında, AKP’nin masayı terk etmesi ile çalışmalar durdu.

MİLLİYETÇİ AYDINLARA VE ASKERLERE KURULAN KUMPAS

Üçlü kolalisyon, 2008 yılında en başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere Vatan Partisi yöneticilerine, milliyetçi aydınlara, Atatürkçülere karşı Amerika'nın ve NATO'nun ve Avrupa Birliği çevrelerinin bölgedeki menfaatleri doğrultusunda FETÖ örgütünü kullanarak kumapslar kurdu. Türk ordusunun en parlak generalleri, amiralleri, subayları, astsubayları hapse atıldılar ve Türk ordusundan tasfiye edildiler.

Yargılanmalar devem ederken, Sayın Kılıçdaroğlu ve Sayın Bahçeli, “Gerçek darbeciler yargılanmalıdır” şeklinde beyanatlar verip, bu kumpası yandan da olsa desteklediler. Ben bu davanın savcısıyım diyen Sayın Erdoğan’ın yanında yer aldılar.

Sayın Perinçek ise o günlerde mahkeme salanunda “Türkiye’yi böldürtmeyiz, Anayasa’dan Türk kimliğini sildirtmeyiz” diye hakimlerin yüzüne haykırıyordu.

AÇILIM SÜRECİ

Erdoğan, Gül ve Fethullah koalisyonu, kendilerini iktidara taşıyan küresel güçlerin arzusu doğrultusunda, Türkiye’yi bölünmeye götürecek olan “Çözüm sürecini” başlattı. 2012 yılının Aralık ayında MİT Müsteşarı Hakan Fidan İmralı adasına giderek Öcalan’la görüştü. Erdoğan da bu görüşmeyi doğruladı. Daha sonra bu görüşmelere devam edildi.

Açılım sürecine Kılıçdaroğlu’nun itirazı yöntem konusundaydı. Meclise getirin, “Kürt sorununu” hep beraber çözelim diyordu ve ilave ediyordu: “CHP, Kürt meselesinin kalıcı çözümü için atılacak samimi ve sağlıklı sonuçlar verecek bütün adımların destekçisidir.”

MHP lideri Bahçeli ise, mitingler düzenliyerek açılım politikalarına cepheden karşı çıktı. AKP’nin yanında değil, karşısında yer aldı. Perinçek de o dönem AKP’nin Türkiye’yi bölünmeye götürecek politikalarına şiddetle karşı duruyordu.

KOALİSYON BOZULUYOR

2013 yılından itibaren üçlü kolaisyonda önce çatlaklar oluştu, daha sonra da tam olarak bozuldu.

2013'de 17-25 Aralık yolsuzluk iddiaları, Fethullah ile Erdoğan’nın arasının açıldığının işaretini verdi. Gül ise hâlâ Cumhurbaşkanı Erdoğan’nın yanındaydı.

2014 yılında süresi dolan Gül, yasalar olarak mümkün olmasına ragmen, Cumhurbaşkanlığına aday olmadı. Yapılan seçim sonucu Erdoğan cumhurbaşkanı oldu. Başbakanlığa ise Davutoğlu atandı. Erdoğan Gül beraberliği sarsılmış ama bozulmamıştı. 2016 yılında Davutoğlu’nun istifaya zorlanması ile bu birlik de tamamen bozulmuş oldu. Kılıçdaroğlu ise Davutoğlu'na sahip çıktı.

Koalisyon önce çatırdayıp sonra yıkılırken Türkiye’de çok önemli gelişmeler oldu. Koalisyon bozulunca da insiyatif tamamen Erdoğan’ın eline geçti.

ÖNEMLİ GELİŞMELER

2014 yılı Mart ayında, Silivri duvarları yıkıldı ve Perinçek’le birlikte tüm vatanseverler tutsaklıktan kurtuldu.

24 temmuz 2015: TSK’ya bağlı jetler Kuzey Suriye’de IŞİD, Kuzey Irak’a PKK hedeflerine hava operasyonu düzenledi. Bu operasyon açılım sürecinin bittiğini gösterdi Takip eden günlerde PKK’nın yurt içi ve dışındaki varlığı yok edilmeye başlandı. Teröristler açtıkları hendeklere gömüldü.

24 Kasım 2015 Rus uçağı düşürüldü, Türk Rus ilişkileri ileri düzeyde bozuldu. Davutoğlu “Emri ben verdim” diye övündü.

15/16 Temmuz gecesi 2016’da Amerika FETÖ aracılığı ile Türkiye’yi işgal etmeye kalktı. Kahraman ordumuz ve polislerimiz miletiyle bütünleşerek Amerika’yı yendi. Gladio yok edildi. BinlerceFETÖ mensubu hapse etlıdı, kamu görevinden uzaklaştırıldı.

6 Ağustos 2016’da Fırat kalakanı harekatı yapıldı ve Amerika ve İsrail’in İran’dan başlayıp Akdenize kadar uzanması planlanan adı Kürdistan olacak olan ikinci İsrail devletinin kurulmasını önleyecek çok önemli bir adım atıldı.

14-15 Eylül 2017 tarihinde Türk, Rus ve İran liderleri Astana’da toplandı ve “Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğinin, bağımsızlığının, birliğinin ve toprak bütünlüğünün korunması meselelerinde gösterdikleri bağlılığı bir kez daha ilan” edildi.

20 Ocak 2018’de Zeytin Dalı, 9 Ekim 2019’da Barış Pınarı harekatları yapıldı. Terör örgütlerine önemli darbeler indirildi.

Pençe haerekatlarıyla da Irak’ın kuzeyindeki PKK unsurları temizleniyor. Yurt içinde ise Kıran operasyonları devam ediyor.

Amerika’nın her türlü tehdidine ragmen Rusya’dan S-400’ler alındı. Rusya ile askeri işbirliği imkanları artırıldı.

Türkiye, Doğu Akdeniz’de donanma güçleri koruması altında ve Amerika, İsrail ve Yunanistan’ın tehditlerine rağmen sondaj çalışmaları başlattı. Son olarak da Libya ile çok önemli bir anlaşma yapıldı ve Doğu Akdeniz’deki haklarımız güvence altına alındı.

PARTİLERDEKİ DEĞİŞİMLER

Son yıllarda partilerin Türkiye’nin meselelerine bakış açılarında ve tutumlarında çok köklü değişiklikler oldu. Bu değişiklikler, partilerin birbirlerine bakış açılarını ve yakınlıklarını da değiştirdi. Bu değişikliklere ragmen halkımızın büyük çoğunluğu, sanki hiç bir şey olmamış gibi, eskiden hangi partiyi destekliyorlarsa gene onu desteklemeye devam etti.

AKP’de üçlü koalisyon bozuldu. Eski ortak FETÖ düşman oldu. Gül ve ekibi partiden koptu, Erdoğan tek kaldı. Açılım politikalarından vazgeçildi, teröristlere karşı silahlı mücadele başladı. FETÖ mensupları kamu görevinden uzaklaştırıldı, üyelerin büyük kısmı hapislere atıldı. Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin çıkarlarını koruyacak adımlar atıldı. Eski dost HDP düşman oldu.
Rusya ve İran ile birçok alanda işbirliğine gidildi.

CHP’de Kılıçdaroğlu genel başkan olduktan sonra partinin yöneticileri önemli ölçüde değişti. Ulusalcılar, gerçek Atatürkçüler tasfiye edildi. PKK/HDP sevicileri, Atatürk’e kefere diğenler, Türklerin Ermenilere soykırım yaptığını iddia edenler, CIA’nın tescilli adamları, Amerikan muhibleri partide söz sahibi oldular.

AKP’den kopan FETÖ ve PKK/HDP CHP’ye sığındı. CHP’liler, PKK’nın meclise girmesi için yoğun çaba harcadılar. Görevden alınan PKK ve FETÖ mensuplarına sahip çıktılar. Doğu Akdeniz’de milli politikaların ve Mavi Vatan’ın karşısında yer aldılar. AKP’de üçlü koalisyon bozulduktan sonra muhalefetin şiddetini artırdılar.

AKP’nin açılım politikaları uyguladığı günlerde Erdoğan’ı çok sert biçimde eleştiren Bahçeli, üçlü koalisyon bozulduktan ve Amerika karşıtı politikalar yürütmeğe başladıktan sonra AKP’ye destek vermeğe başladı. Bahçeli’nin bu tutumundan rahatsız olan bazı MHP’liler İYİ Parti’yi kurdular ve Akşener’i genel başkanlığa seçtiler.

Vatan Partisi’nin lider kadrosu, üçlü koalisyon (Erdoğan, Gül ve FETÖ) tarafından hapse atılmasına rağmen antiemperyalist politikalarından vaz geçmedi. Üçlü koalisyon bozulup, Erdoğan’ın PKK ile silahlı mücadeleye başlaması ve FETÖ’nün üzerine kararlı bir şekilde gitmeye başlaması, Rusya ve İran ile bölgedeki Amerikan projelerine karşı işbirliği içine girmesi ile Vatan Partisi ve onun lideri Perinçek AKP’ye MHP ile birlikte destek vermeye başladı.

AKP ve Erdoağan'ın Amerikancı politikalrdan uzaklaşıp yönünü Avrasyaya çevirmesiyle birlikte bir karşı cephe oluştu. CHP, İYİP, SP ve HDP'den oluşan bu cephe Erdoğan'ı rakipden öte düşman olarak görmeye başladı. Son olarak bunlara Gül-Babacan ve Davutoğlu ekip de katıldı.

Bunlar iktidarın her yaptığına kötü demeyi muhalefet olarak görmektedir. Türkiye yönünü Avrasyaya döndükçe, muhalefet anlayışları da daha da sertleşmektedir.

MHP ise AKP ile ittifak yaptı. Özellikle güvenlik konularında, bugüne kadar, iktidarı tam olarak destekledi

Vatan Partisi, Erdoğan ve AKP'yi düşman olarak değil rakip olarak görmektedir. Türkiye'nin PKK ile olan silahlı mücadelesini, FETÖ'yü tasfiye etme çalışmalarını desteklemektedir. İki önceliği vardır; vatan bütünlüğü ve ekonomik kalkınma. Bu konularda iktidarın doğru yaptığına doğru, yanlış yaptığına yanlış demektedir.

“Vatan partisi değişti”, “AKP’ye yanaştı”, “AKP’ye yaltaklanıyor” iddialarının kaynağı Amerikancı cephe ve bu cephenin yalanlarına inanan saf insanlardır. Vatan Partisi dün de Türkiye cephesindeydi bugünde aynı cephededir. Üstlendiği 'Kemalist Devrimi' tamamlama görevi gereği çalışmalarını büyük bir gayretle sürdürmektedir.

22 Aralık 2019 Pazar


CUMHURBAŞKANI’NIN İSKİLİPLİ ATIF MERAKI

Sayın Erdoğan katıldığı bir ödül programında şöyle demiş:

“İskilipli Atıf Hoca'nın idamından Dersim olaylarına, Türkçe ezan zulmünden 27 Mayıs darbesindeki rolüne kadar pek çok üzücü hadisede, CHP kendi tarihiyle yüzleşme cesareti gösterememiştir.” "CHP'nin bir an önce milletin karşısına çıkıp bu ülkeye yaşattıkları için ya özür dilemesi  ya da üzücü olaylardaki rolleri için pişmanlık duyduğunu millete söylemesi gerekiyor."

Sayın cumhurbaşkanı açıkca CHP’yi suçluyor, bugünkü YCHP’yi değil Müdafa-i Hukuk cemiyetlerinin devamı olan Cumhuriyet Halk Fırkası’nı suçluyor. Ve onun büyük lideri Atatürk’ü suçluyor.

Suçladığı Atatürk ve CHP, emperyalizme ve onun yerli işbirlikçilerine karşı savaşarak bir büyük devrimi gerçekleçtirmiştir. Bu devrim sayesine Türkiye halkı padişahın kulu olmaktan çıkıp, özgür, başı dik vatandaşlar haline gelmiştir.  Sayın Erdoğan’ın oturduğu makam da bu devrim sayesinde kurulmuştur.

Atatürk ve CHP’nin bu kutsal mücadelesi olmasaydı veya savaşı emperyalistler ve işbirlikçileri kazansaydı, Sayın Erdoğan muhtemelen şimdi Rize’nin bir köyünde balıkçılık yapıyordu.

Savunduğu ve övdüğü İskilipli Atıf ise, hoca kılığına girmiş, emperyalizmin bir uşağıydı.

İstiklal savaşımıza ve bu savaşın sonunda kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne şiddetle karşı koyan ve karşı koymayı hainlik mertebesine yükselten birine Sayın Cumhurbaşkanı’nın sahip çıkması çok yanlış olmuş.

KİM BU İSKİLİPLİ ATIF HOCA

Atıf Hoca Kuvvayı Milliye karşıtıdır. Teali İslam Cemiyeti'nin kurucusu ve yöneticisidir. Kurtuluş Savaşı sırasında yayınlanan bildiride, Kuvayı Milliye mensuplarına, 'İngilizleri kızdırdınız' diyerek çıkışan İskilipli Atıf, Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarına ise 'eşkiya' diyerek, 'katlerinin vacip' olduğunu söylemiştir.

Teali İslam Cemiyeti, Milli Mücadele’ye ve Mustafa Kemal Paşa’ya karşı kurulmuştur. İslamcılık ile İngiliz yandaşlığını beraber sürdürmüştür. Bağımsızlık savaşına karşıdır çünkü bu cemiyete göre Yunanlılar ve İngilizler iyidir. Bu savaşı da bunlar kazanacaktır çünkü onların arkasında Kuvvayı Milliye gibi "cahilce bir cesaret" değil, “uygarlık zekâsı” vardır.

Atıf Efendinin Teali İslam Cemiyeti Başkanı (Reisi Evvel) olarak yayınladığı bildiriden birkaç satır aktaralım da kime hizmet ettiği anlaşılsın:

"Mustafa Kemal ve Kuvvayı Milliye maskaraları Yunan askerlerinin önünden kaçıyor. Zavallı saf ve gafil halktan topladıkları askerlere 'siz burada onlarla savaşın, biz de arkalarını çevirelim' diyerek sıvışıyorlar. Yazık ki halkımız Talât, Enver, Cemal, Mustafa Kemal gibi beş on eşkıyanın vücudunu ortadan kaldırmak için gereken fedakarlığı yapmıyor.” “ ...Bu eşkıyaları ve asileri en kısa zamanda bertaraf etmek hepimize farzdır.”

“Harp yıllarında sizleri cephe cephe sürükleyen ve din kardeşlerinizin suçsuz yere ölmelerine sebep olanlar arasında Mustafa Kemal, Ali Fuat, Bekir Sami gibi zalimler de vardı. Siz bu zalimlerin cinayetlerine daha ne kadar göz yumacaksınız?”

“Elinize aldığınız bu fetva Allah'ın emridir, Padişah fermanıdır. Sizler bu katil canavarları daha fazla yaşatmamakla mükellef ve görevlisiniz. Bunların vücudlarını külliyen ortadan kaldırmak Müslümanlık için farz olmuştur."

İSKİLİPLİ ATIF NE İSE FETÖ DE ODUR

İskilipli Atıf, o devrin Fethullah Gülen’idir. Teali İslam Cemiyeti ise, o devrin FETÖ’südür. Her ikisi de hoca kisvesine bürünürek emperyalizmin atına binmiş ve Türk milletinin kılıç sallamıştır. Aralarındaki tek fark, ilki Cumhuriyet’in kuruluşuna karşı çıkmış, diğeri ise kurulan Cumhuriyet’i yıkmaya çalışmıştır.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın FETÖ ile mücadele ederken İskilipli Atıf ve Teali İslam Cemiyeti’ne sahip çıkması önemli bir çelişkidir.

GERÇEKLERİ GÖRELİM

Herkesin şu gerçekleri görmesi ve kabullenmesi gerekir:

20 Yüzyılın başında Türkiye halkı, Atatürk ve CHP önderliğinde “Türk Milleti” olarak birleşerek bir büyük savaş vermiş ve bir büyük devrimi gerçekleştirmiştir.

Bu devrimi gerçekleştirirken karşı çıkanları da cezalandırmıştır.

Bu devrim sonucunda, yeni bir devlet kurmuş ve adına da Türkiye Cumhuriyeti demiştir.

Türkiye halkı artık ümmet değil millettir. Cumhurbaşkanı da halife değil, devlet başkanıdır.

Ve maalesef CHP de artık “Cumhuriyet Halk Fırkası” değil, YCHP’dir. Sayın cumhurbaşkanı eleştirecekse, YCHP’yi eleştirmelidir.


14 Aralık 2019 Cumartesi


YUSUF AKÇURA VE BORÇLANMA EKONOMİSİ

Bundan 143 yıl önce 2 Aralık 1876 tarihinde Kazan’da doğan Yusuf Akçura Türk devrim tarihinin en önemli kişilerinden birisidir. Osmanlı’nın son döneminde ortaya çıkan, Kemalizm’e de kaynaklık yapan 'Türkçülük' siyasetinin gelişmesinde büyük rol oynamıştır.

Abdülhamid zamanında, diğer Türkçüler gibi hapse atılmış ve sürgüne gönderilmiştir. 1908 devriminden sonra İstanbul’a dönmüş ve yoğun bir tempo ile Türkçülük fikrinin yayılmasına hizmet etmiştir.

Onun Osmanlı Devleti’nin iktisadi çöküşüyle ilgili yaptığı tespitler, bugünün borç batağına saplanmış ekonomimizi anlamamızda büyük önemi vardır.
2. 
Mahmut zamanında başlayan borçlanma siyasetinin Osmanlı Devleti’ni nasıl iflasa götürdüğü anlaşılırsa, Türkiye’nin de 500 milyar dolar dış borç altına nasıl girdiği kolaylıkla anlaşılır. Bu bakımdan Akçura’nın o dönem için yazdıklarını hatırlamakta fayda var:

“Avrupa’da büyük sanayi ve sermayenin oluşmasıyla, Osmanlı ülkesine girişi, ekonomimizi alt üst etti ve memleketimizin ekonomik krizinde hiç şüphesiz, en önemli etken oldu...

2. Mahmut zamanında, ecnebi milletlerden borç almak, borçlanmak düşünüldü. Abdülmecit zamanında borçlanma kapısı geniş açıldı ve en çok bu kapıdandır ki Avrupa’nın büyük sermayesi, Osmanlı ülkesine girip istila etti. Sanayi ürünleri ile memleketten aldığı kazanca para kirası olarak aldığı faizler eklendi. Ecnebilerden alınan borç paraların mühim bir kısmı, egemen zümre ve padişahlar tarafından verimsiz masraflara harcandı.

Devlet bütçesinin masraflar kısmına borç faizleri de yüklenince, denge daha çok bozuldu. Fakat bu borçlanma belası bunla da kalmadı. Devlet, borcunun faizlerini ödeyemeyince, müflis borçlulara yapılan muamele, konkordato Osmanlı Devleti’ne reva görüldü: Düyun-u Umumiye kurumu kuruldu.
Kim ne derse desin, Osmanlı saltanatında, Düyun-u Umumiye Kurumu, devlet içinde devlet mahiyetindeydi, iktisadi bağımsızlığımızı ve bunun üzerine siyasi bağımsızlığımızı büsbütün yaraladı.”

“...Memleketin seneden seneye fakirleşmesinin en mühim sebebi, kanaatimce ecnebi sermayesinin memleketimize girip faiz ve temettü yolu ile müstakil sanayi ve ticaretimizi imha suretiyle, milli servetimizi çekmesi ve ezmesi olmuştur. Avrupa sermayesinin istilasının sonuçları bu kadar mı? Hayır efendiler, hayır! Bu istiladan dolayı memalik-i Osmaniye’de küçük ve orta sanayi hemen hemen kalmadı”

Devletimizin, milletimizin başına gelen en büyük felâketler Avrupa sermayesi yüzündendir. Avrupa sermayesinin duhulünden itibarendir ki saltanat-ı Osmaniye pek süratle dağılmağa yüz tutmuş, borçlanma uçurumuna doğru dev adımlarla yürümeye başlamıştır.”

Osmanlı Devleti’ni uçuruma götüren Batı sermayesi, emperyalistlerin en büyük silahı olmuştur. Özellikle 1838 tarihli Baltalimanı Antlaşması Osmanlı’da mevcut cılız sanayii yok etmekle kalmamış, küçük esnafı da yaralamıştır. Akçura’ya göre Osmanlı’nın çöküşündeki en önemli faktör budur. Ekonomik olarak bağımsız olamayan Osmanlı, siyaseten de bağımsızlığını yitirmiş ve nihayet kenarına kadar geldiği uçurumdan aşağı düşmüştür.

TARİH TEKERRÜR ETTİ

Bugün de ekonomimiz borç batağına saplanmış durumda. Karaosmanoğullarının, Özalların, Kemal Dervişlerin, Tayyip Erdoğanların Batı sermayesinin istekleri doğrultusunda uyguladıkları programlar bu durumu yarattı.

Adına liberal ekonomi dediler, dünya ile bütünleşme dediler, küreselleşme dediler kapıları, pencereleri açtılar ve sömürücü sermaye de bu açıklardan ülkemize girip tahribatını yapacağı kadar yaptı.

Tarih tekerrür etti ve dün Osmanlı’nın başına ne geldiyse, bizim başımıza da aynısı geldi.

BATI SERMAYESİ NE YAPTI?

Yabancı sermaye borç olarak girdi, yüksek faizler topladı.

Özelleştirme adı altında girdi, işletmelerimize, fabrikalarımıza, bankalarımıza el koydu; elde ettikleri kârları transfer etti.

Tarımımızı, sanayileşmemizi baltaladı, bizden ucuza aldığı hammaddelerden ürettiği ürünlerini bize pahalı olarak sattı.

Gümrüklerimizi kaldırttı, sanayimizi rekabet edemez hale getirdi, Türkiye’yi açık Pazar haline dönüştürdü.

Para girişini devlet kontrolünden çıkardı, borsa ve diğer finans oyunları ile paramızı hortumladı.

Bizleri kendi ülkelerinde ucuz işçi olarak çalıştırıp emeğimizi sömürdü.

Yabancıya gayrimenkul satışları kolaylaştırıldı, topraklarımıza el koydu.

Kendi kömürümüzü, kendi madenimizi çıkaramaz duruma getirdi ve yurt dışından ithalat yapmak mecburiyetinde bıraktı.

Sonuçta üreten değil, borç para ile mal ithal eden bir ülke haline geldik.

Oysa Akçura’yı dinleseydik, tarihten ders alsaydık bütün bunlar olmazdı.

BATI SİSTEMİ İÇİNDE ÇÖZÜM YOK

Batı’nın bize reva gördüğü muameleler: Güneydoğu Anadolu’yu verin, bölünün; liberal ekonomi programına devam edin, sömürülün; Ege ve Kıbrıs ve denizlerdeki haklarınızdan vazgeçin, küçülün.
Batı sistemi içinde kalarak bu sorunlara çözüm bulamayız. Batı’nın çıkarları ile bizim çıkarlarımız birçok alanda birbiriyle çelişiyor. Bu sistemin bize hayrı yok.

Türkiye, Atlantik sistemi içinde kalarak bu kötü niyetleri bertaraf edemeyeceğini anlamış ve yönünü Avrasya’ya çevirmiştir. İyi de etmiştir. Şimdi sıra borçlanma ekonomisini terk etmeye ve üretim devrimini gerçekleştirmeye gelmiştir. Akçura’nın da gösterdiği yol da budur.

6 Aralık 2019 Cuma


AMERİKA’NIN SİYASİ AYAKLARI

Televizyonlarda, gazetelerde, FETÖ’nün siyasi ayağı üzerinden bir ayak tartışmasıdır sürüp gidiyor. Bu ayak kimdir, nedir bir türlü karar verilemiyor.
Oysa her şey gün gibi ortada; FETÖ’nün de PKK’nın da siyasi ayağı aslında Amerika’nın Türkiye içindeki ayaklarıdır.

Amerika’nın siyasi ayakları sadece bunlar da değil; vatansız solcuların, sahte Atatürkçülerin, yalancı İslamcıların, neoliberal ekonomi takıntıları olanların da özelliği bu. Amerika’ya ayak olmuşlar içimize girmişler, siyasallaşmışlar;“siyasi ayak” olmuşlar.

Türkiye’de iki siyasi ayak var: Türkiye’nin siyasi ayağı ve Amerika’nın siyasi ayağı. Üçüncü bir siyasi ayak yok. Ya birini destekleyeceksiniz ya da öbürünü.

PKK’nın siyasi ayağı apaçık ortada: HDP. HDP yetkilileri de bu gerçeği inkâr etmiyorlar. Ama bir de gizli ayak var; HDP’li mahkumları hapishanelerde ziyaret edip onalara başarılar dileyenler, HDP’li belediye başkanları görevden alınınca onlara sahip çıkanlar, HDP kapatılsın dendiğinde ama bu parti oy alıyor diyenler ise gizli ayak.   

AMERİKA’NIN AMAÇLARI

Amerika, daha geniş anlamıyla Batı sistemi neden Türkiye içine ayaklarını uzatır? Nedir istekleri? Türk milletine neleri dayatır? Bunları bilirsek, bu yabancı ayakları da kolaylıkla tanırız.
Atlantik sistemi (Batı), bize dört 4 hususu bizden talep eder:

1.       Güneydoğu’muzu bizden koparıp, kurmak istedikleri adı Kürdistan kendisi ikinci İsrail olan devlete vermek.

2.       Neoliberal ekonomi programlarını devam ettirip bizi ekonomik olarak sömürmek.

3.       Kıbrıs, Ege ve Doğu Akdeniz’deki haklarımızdan vaz geçirmek.

4.       Ermenilere soykırım yaptığımızı kabul ettirip arkasından da tazminat ve toprak talep etmek.

Amerika’nın bu projelerini gerçekleştirmesi için iki yolu var: Birincisi, bu isteklere evet diyecek iktidarları başa getirmek; ikincisi, askeri müdahale.

12 Mart ve 12 Eylül darbeleri, 3 Kasım’da Türkiye’yi seçim yapmaya mecbur bırakması, Amerika’nın iktidarı belirleme projeleriydi. Başarılı da oldular.

Askeri müdahaleyi ise iki türlü yaptı ama başarılı olamadı, olamayacak da…

PKK VE FETÖ AMERİKA’NIN ASKERİ GÜCÜDÜR

PKK, Amerika’nın askeri müdahale gücüdür. Kendi üniformalı askerlerini kullanacağına, bu terör örgütünü kurup, silahlandırıp, eğitip üzerimize saldı. Bunların üzerinde Amerikan üniforması olmadığı için halkımız bunları sadece terör örgütü olarak görüyordu, Amerika’yı da dost ve müttefik sanıyordu.

Amerika, ikinci askeri müdahalesini 15 Temmuz’da, Türk askeri üniforması giymiş, FETÖ mensubu hainlerle yaptı ama yenildi.  Halkımız da artık esas düşmanın Amerika olduğunu anladı.

AMERİKA’NIN SİYASİ AYAKLARI

Türkiye, 24 Temmuz 2015’ten sonra Amerika’yı üzecek uygulamalara başladı: PKK Türkiye içinde açtığı hendeklere gömüldü. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı harekatları ile ikinci İsrail devletinin kurulması engellendi. FETÖ mensupları kamudan temizlenmeye başlandı. Doğu Akdeniz’deki ve Kıbrıs’taki haklarımıza sahip çıkıldı. Rusya ve İran ile mutabakatlar imzalandı, beraber askeri uygulamalar yapıldı. Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üye olmak için teşebbüsler başladı. Çin ile ilişkiler artırıldı.

Bunlar Amerika’nın kabul edemeyeceği hususlar. Amerika, kendisinin çabaları ile iktidar gelen AKP ve Erdoğan’ı düşman gibi görmeye başladı ve yeni bir iktidar modeli oluşturmak için kolları sıvadı.
Gül, Babacan, Davutoğlu devreye sokuldu. HDP, Demirtaş CHP’nin koruması altına alındı, MHP parçalandı, SP’e CHP’ye yaklaştırıldı. Böylece yeni bir siyasal işbirliği ortaklığı ortaya çıktı. Ve böylece de Amerika’nın siyasi ayağı yeniden şekillenmiş oldu.

TÜRK MİLLETİ İZİN VERMEZ
Şunu herkesin anlaması lazım: Türk milleti, Amerika’nın dolayısıyla Atlantik sisteminin gerçek yüzünü görmüş ve yüzünü Avrasya’ya çevirmiştir. Amerika’nın Türkiye’de iktidarı belirleme gücü kalmamıştır. Türk milleti asla buna izin vermez.

Atlantik sistemi içinde kalarak vatan bütünlüğümüzü korumaya ve ihtiyaç duyduğumuz üretim devrimini yapmamıza imkân yoktur.

Bu sistem, Türkiye’yi yıllardır sömürüyor. Vatan bütünlüğümüze kastediyor. Mavi vatanımızı elimizden almak istiyor. Bizi soykırımcı ilân ediyor. Onun için diyoruz ki, Atlantik devri kapanmıştır. Geleceğimiz Avrasya’dadır. Yeni bir işbirliği ortamı doğmuştur.

Türkiye’nin dışında, 100 milyonun çok üzerinde soydaşımız da bu coğrafyada yaşıyor. Türk kardeşlerimiz de orada bizi bekliyor.

Amerikan ayaklarının Türkiye’yi yönetme devri bitmiştir.