26 Nisan 2019 Cuma

23 NİSAN 1920: TÜRK DEVRİMİ

16 Mart 1920 tarihinde İstanbul işgal edilmeye başlandı.

İstanbul'un işgali dolayısıyla Mustafa Kemal Paşa beyanname yayınladı:

"...Bugün İstanbul'u zorla işgal etmek suretiyle, Osmanlı Devleti'nin 700 senelik hayat ve hakimiyetine son verildi. Yani, bugün Türk Milleti medeni kabiliyetinin, hayat ve istiklal hakkının ve bütün istikbalinin müdafaasına davet edildi."

Osmanlı Mebusan Meclisi son toplantısını 18 Mart tarihinde yaptı.

11 Nisan 1920 tarihinde Padişah Meclis-i Mebusan’ı kapattığını ilan etti.

Aralarında hükümet üyeleri ve mebusların da bulunduğu bir heyet Malta’ya sürüldü.

19 Mart 1920’de Mustafa Kemal Paşa vilayetlere, livada ve kolordu komutanlarına genelge yayınladı:

"Ankara'da toplanacak fevkalade selahiyete haiz bir meclis için acele seçim yapılması."

23 Nisan 1920 meclisin açılış tarihi olarak belirlendi ve 22 Nisan’da Mustafa Kemal Paşa bütün vilayetlere tamim gönderdi:

"..23 Nisan'dan itibaren bütün mülki ve askeri makamların ve umum milletin mercii meclis-i mezkur olacağı tamimen arz olunur."

23 Nisan 1920 Ankara’da Büyük Millet Meclisi toplandı.

Toplantıyı en yaşlı üye olarak başlatan Sinop mebusu açılış konuşmasında şöyle dedi:

“Tam istiklal ile yaşamak hususunda yaşamak hususunda kati azimde olan çok eskiden beri hür ve müstakil milletimiz, esaret vaziyetini şiddetle ve kesin olarak reddetmiş ve hemen vekillerini toplamaya başlayarak büyük meclisinizi vücuda getirmiştir. Bu büyük meclisin ikinci reisi sıfatıyla ve Allah’ın yardımı ile milletimizin iç ve dış tam istiklâl içinde kaderini bizzat eline aldığını ve idare etmeğe başladığını bütün cihana ilân ederek Büyük Millet Meclisini açıyorum.”

TÜRK DEVRİMİ’NİN İLÂNI VE YENİ DEVLET

Şeref Bey, milletimizin iç ve dış tam bağımsızlığı içinde kaderini bizzat elinde aldığını ve idare etmeğe başladığını söylerken aynı zamanda Türk Devrimi’ni de dünyaya ilân ediyordu. 

Egemenlik artık Türk Milletinindi.

Egemenliğin Türk milletine geçmesiyle birlikte Anadolu’da yeni bir Türk Devleti de doğmuş oluyordu: TÜRKİYE CUMHURİYETİ

Artık hükumet Meclis’in hükümetiydi. Ordu Meclis’in ordusuydu. Valiler, kaymakamlar Meclis’in vali ve kaymakamlarıydı. Meclis ise Türk milletinin meclisiydi.

KUTSAL İSYAN

Egemenliğin padişahtan ve diğer egemen güçlerden millete geçişi bir kutsal isyan sonucudur.

Atatürk bunu şöyle izah eder:

“Egemenlik ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; görüşme ile, münakaşa ile verilmez. Egemenlik, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. “

“Millet egemenliğini almıştır ve isyan ederek almıştır. Alınan egemenlik, hiçbir neden ve biçimde terk edilemez; geri verilemez. Bırakılamaz. Bu egemenliği tekrar geri alabilmek için, almak için kullanılmış araçları kullanmak gerekir.”

“ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI”

23 Nisan 1920 Türk Devrimi’nin en önemli günüdür. Bu gün maalesef bu bilinç içinde kutlanmaz oldu. ”Hakimiyet-i Milliye” unutuldu, çocuklar öne plana çıktı.


Bu yılki kutlamalarda da çocuklar sevindirildi, eğlendirildi, yalandan makamlar, unvanlar verildi ama ne çocuklarımıza ne de yetişkinlerimize Türk Devrimi’nin ruhu verilmedi. Milli egemenliğin önemi anlatılmadı.

Televizyonlarda, radyolarda Atatürk’ün şu sözlerini duymadık:

“Hiç şüphe yok, devletimizin ebedi müddet yaşaması için, memleketimizin kuvvetlenmesi için, milletimizin refah ve mutluluğu için hayatımız, namusumuz, şerefimiz, geleceğimiz için ve bütün kutsal kavramlarımız ve nihayet her şeyimiz için mutlaka en kıskanç hislerimizle, bütün uyanıklığımızla ve bütün kuvvetimizle millî egemenliğimizi muhafaza ve müdafaa edeceğiz.”

"Türkiye Büyük Millet Meclisinin haricinde hiçbir makam, millî mukadderata hâkim olamaz.",

"Bütün kanunların düzenlenmesinde, her nevi teşkilatta, idarenin bütün teferruatında, genel eğitimde, iktisadî işlerde, millî egemenlik esasları dahilinde hareket olunacaktır."

“Arzumuz dışarıda bağımsızlık, içeride kayıtsız ve şartsız millî egemenliği korumadan ibarettir. Millî egemenliğimizin hattâ bir zerresini bozmak niyetinde bulunanların kafalarını parçalayacağınızdan eminim.”

EN BÜYÜK HEDİYE DEVRİM RUHUDUR

Çocuklarımızı elbette çok seviyoruz ve onlar bizim canımız, ciğerimiz ve geleceğimiz. Onlara balonlar, oyuncaklar vererek bir günlüğüne mutlu edebiliriz ama ömür boyu mutlu ve başı dik yaşamaları için vermemiz gereken Türk Devrimi'nin ruhudur.

O ruhun özü ise, milli egemenlik (Hakimiyet-i Milliye) ve tam bağımsızlıktır (İstiklâl-i Tam).

16 Nisan 2019 Salı





İKİ FARKLI ERDOĞAN VE DEĞİŞEN TUTUMLAR
 Anlatmaya gerek yok, Erdoğan’nın 2002’de iktidara nasıl geldiği malum. Amerika, Erdoğan’nın yanına Gül’ü ve Fethhullahı verip AKP’nin iktidar olmasını sağladı. Amaç Batı Asya’daki projelerine evet diyecek bir iktidar oluşturmaktı, bunu da başardı.
 AKP iktidar olur olmaz, kendisine verilen görevi yerine getirmeye başladı.
 Kürt sorununu çözeceğim diye açılım politikaları uyguladı. Yok olmak üzere olan PKK güçlendi ve FETÖ ile birlikte adeta iktidar ortağı oldu. Türkiye’yi bölme planları adım adım uygulanmaya başlandı. Güneydoğu PKK’ya teslim edildi. Apo’nun da görüşleri alınarak, içinde Türk kelimesi geçmeyen bir anayasa hazırlanmaya başlandı.
 Cumhuriyet’in temel değerlerinden olan lailik karşıtı eylemler sıklaştı.
 Ekonomi politikaları ise tamamen Amerikan ve Avrupa büyük sermayesinin istekleri doğrultusunda belirlendi.
 MUHALEFETİN DURUMU

Bu dönemde Kılçdaroğlu’nun Erdoğan’a karşı sert bir muhalefeti olmadı. FETÖ ordu, emniyet teşkilatı ve yargı içine yerleşirken Sayın Kılıçdaroğlu’ndan ses çıkmadı. Subaylarımız, aydınlarımız, politikacılarımız FETÖ’nin hazırlayıp uygulamaya koyduğu kumpaslar sonucu hapse atılırken Sayın Kılıçdaroğlu’nun şu ifadesi unutulmadı: : "Yargıda, Emniyette Cemaat yapılanması vardır diyemem. Dersem, altını doldurmam gerekir, dolduramam."
 Sayın Kılıçdaroğlu, Erdoğan yönetimi laiklik karşıtı eylemlerde bulunurken de şöyle demişti: "Laiklik tehlikededir diyemem. Cemaatlere saygılıyız. Baş örtüsünü biz serbest bıraktırdık."
 CHP Genel Başkanı açılım politikalarına da karşı çıkmamış, iktidara bu konuda kredi verdiklerini açıklamış ve konunun meclise getirilmesini ve sorunun bu şekilde çözülmesini istemişti. Bu sırada PKK’nın kanlı eylemleri devam edip gidiyordu.
 Bu dönemde MHP lideri Sayın Bahçeli AKP iktidarının vatan bütünlüğünü tehlikeye sokan politiklaraına karşı sert bir muhafet yürüttü.  Erdoğan’a karşı çok sert ifadelerde bulundu. Açılım sürecine karşı çıktı. FETÖ kumpasına karşı ise ciddi bir karşı duruşu olmadı.
 Vatan Partisi Genel Başkanı Sayın Perinçek,  AKP’nin politikalarına karşı en açık ve şiddetli muhalefeti yapan lider oldu.  FETÖ’nün CIA’nın kontrolünde olduğunu, Amerika’ya hizmet etiğini anlattı. Sayın Perinçek bu muhalefetinin karşılığı olarak diğer vatanseverlerle birlikte hapse atıldı. Hapiste olmasına rağmen PKK ve FETÖ’ye karşı ve bunları o dönemde destekleyen Sayın Erdoğan’a karşı mücadelesine devam etti. Vatan Partisi önderliğinde Silivri duvarlarının yıkılması sonucu diğer vatan severlerle birlikte Perinçek te özgürlüğüne kavuştu.
24 TEMMUZ 2015: DÖNÜM NOKTASI
24 Temmuz 2015, Erdoğan için de Türkiye için de bir dönüm noktası oldu.
Bu tarihte, Türk savaş uçakları PKK’nın yuvası Kandil’i yoğun bir şekilde bombaladı. Bu bombalar Türk-Amerikan savaşını da başlatmış oldu. Amerika’nın kara gücü PKK kendi açtığı hendeklere gömüldü. Bölge teröristlerden temizlendi. Türkiye Cumhuriyeti kentlere ve dağlara egemen oldu.
PKK’ya karşı yürütülen bu harekat Sayın Erdoğan’nın da BOP eş başkanlığından ayrıldığını ve Türkiye cephesine geçtiğini gösterdi.
Sayın Erdoğan bununla da kalmadı; Amerika’nın düşman olarak gördüğü Rusya, Çin ve İran ile ilişkilerini artırdı. Türk ordusu Suriye’nin kuzeyine iki önemli askeri harekatta bulundu ve Amerika’nın piyonlarına gerken dersi verdi. Kıbrıs konusunda taviz verilmeyeceği ifade edildi. Rusya’dan S-400 alınmasına karar verildi. Milli silah sanayii geliştirildi. Doğu Akdeniz’deki haklarımızdan vaz geçmeyeceğimiz anlatmak için Mavi Vatan tatbikatı yapıldı. Bu örnekleri artırmma mümkün...
DEVLET BAHÇELİ
 Erdoğan’ın tutum değiitirmesi ile birlikte MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de Erdoğan’nın yeni politikalarını desteklemeye başladı.
 Bahçeli, Erdoğan’ın Amerika karşıtı politikalarını destekleyince, MHP’de muhalif bir hareket başladı ve sonuçta İyi Parti kuruldu.  İyi Parti, Erdoğan’a karşı şiddetli muhalefet yaparak MHP’den neden koptuğunu gösterdi. Bu partinin Amerikan projelerine karşı bir söylemi de olmadı.
 DOĞU PERİNÇEK  
 Kurulduğundan bu yana anti emperyalist politikalar izleyen ve vatan bütünlüğüne çok büyük önem veren Vatan Partisi’nin Genel Başkanı Sayın Perinçek Erdoğan’nın Amerka karşııtı siyasetlerini ve eylemlerini destekledi.
 Türkiye’nin PKK ve FETÖ ile sürdürdüğü mücadelede Türkiye cephesinde yer aldı. Israrla Mehmetçiğin arkasında durulduğunun vurgusunu yaptı. Rusya ve İran ile ilişkilerin normale dönmesine katkı verdi.
 KILIÇDAROĞLU
24 Temmuz 2015 öncesi Erdoğan’ı eleştirirken oldukça ılımlı davranan ve hatta açılım sürecini destekleyen Kılıçdaroğlu ve CHP, bu tarihten sonra oldukça sert muhalefet yürütmeye başladı.
Kandil’in bombalanması ile başlayan PKK’yı bitirme mücadelesine “Saray Savaşı” adını verdi. Ordumuzun ikinci İsrail devletini önlemek için Suriye’e girince ‘Türkiye Ortadoğu batağına saplanıyor’ dedi.
CIA’nın FETÖ’yü kullanarak 15 Temmuz’da yapmak istediği darbeyi “kontrollü darbe” şeklinde niteleyerek Amerika ve FETÖ’nün rolünü perdelemeye kalktı. Daha sonra, Ankara’dan İstanbul’a kadar HDP ve FETÖ ile birlikte yürüdü ve hapiste bulunan örgüt mensuplarınıa özgürlük istedi. Makaleler ve mektuplar yazarak Amerika ve Avrupa’dan bu konuda yardım istedi.
Milletvekili seçimlerinde Amerika’nın piyonu olan HDP\PKK’nın meclise girmesi için büyük çaba gösterdi. Son olarak da yerel seçimlerde İYİP ile birlikte bu piyonları destekledi ve belediyelerde söz sahibi olmasını sağladı.
SONUÇ
Bütün bu gelişmeler gösterdi ki Türkiye’de iki cephe var: Türkiye Cephesi ve Amerikan Cephesi.
Türkiye artık Atlantik sisteminden kopmuş ve Avrasya’da onurlu bir yere yerleşmeye başlamıştır. Atlantik cephesinde kalarak Türkiye asla bölünmeyecektir. Bu nedenle Amerikan cephesinin ülkede iktidar olma şansı sıfırdır.
Hedef, “Birleşen ve Üreten Türkiye”dir.  

9 Nisan 2019 Salı


HDP/PKK KİME HİZMET EDİYOR?

Aynı hafta içerisinde gazetelere 3 haber düştü. Sırayla okuyalım bakalım:

Varan 1.

“HDP'nin Diyarbakır İl Binası Konferansa Salonu'nda gerçekleştirilen kutlama programına, resmi olmayan sonuçlara göre, HDP'den Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Adnan Selçuk Mızraklı ve ilçe belediye başkanları katıldı.

Programda terör örgütü PKK elebaşı Abdullah Öcalan lehine slogan atıldı, ölen teröristler için "saygı duruşunda" bulunuldu ve terör örgütünü övücü sözde marş okundu.”

Varan 2.

“HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli’nin skandal bir konuşması bir ortaya çıktı. Temelli, “Bugün Türkiye’nin en bereketli toprakları burası. Buralar vadedilmiş topraklar. Musa bütün ömrünü bu toprakları arayarak geçirdi. Geldiler bu toprakları da kuruttular.”

Varan 3.

“Hadiseyle ilgili açıklamada bulunan Milli Savunma Bakanlığı: "Yayladağı/Hatay sınır hattında 6 Nisan 2019 tarihinde nöbet esnasında, teröristlerce açılan ateş sonucu bir kahraman silah arkadaşımız şehit olmuştur" ifadelerine yer verdi.”

Bu haberleri okuduktan sonra hâlâ “HDP meşru bir partidir, PKK ile ilgisi yoktur” diyen varsa ya gaflet ya da ihanet içerisindedir.

HDP/PKK İSRAİL’İN HİZMETİNDE!

PKK’nın amacı ne ise HDP’nin de odur. Ve amaçları Temelli’inin beyanatı ile net biçimde ortaya konmuştur.

Tevrat’ta, Nil’den Fırat’a kadar olan toprakların Tanrı tarafından İsrail Oğullarına vadedildiği yazar. Temelli’inin bahsettiği topraklar da bu topraklardır. “Geldiler kuruttular” dedikleri de Türklerdir.

PKK’nın da HDP’nin de Amerika’nın da Siyonistlerin de amacı bu topraklarda İsrail egemenliğini sağlamaktır. BOP’nin temelinde de bu vardır.

Vatan topraklarımızın Mehmetçiklerimiz ve polislerimiz tarafından, canları, kanları pahasına kime karşı koruduğu ortadadır: İsrail, Amerika ve onların piyonları olan PKK/HDP, DEAŞ ve FETÖ.

HDP KAPATILMALIDIR  

HDP’nin en kısa zamanda kapatılması gerekir. Bugüne kadar kapatılmamasının esas sorumlusu Erdoğan ve onun hükumetleridir.

Yetkileri olmasına rağmen, Mecliste grubu bulunan partilerin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat etmedikleri için onlar da sorumludur.

Resen dava açma yetkisi olmasına rağmen kapatma davası açmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı da görevini ihmal etmektedir.

KANLI ELİ TUTANLAR

HDP PKK’nın siyasal elidir. Bu el kanlıdır. Bu eli tutup sıkan ellere, PKK'nın şehit ettiği Mehmetçiklerimizin, polislerimizin, korucularımızın, öğretmenlerimizin, mühendislerimizin, masum yöre halkının kanları bulaşmıştır. Yazıklar olsun onlara!

HDP ile işbirliği yapmak PKK’ya, Amerika’ya ve İsrail’e hizmet etmektir.

Bu ne gaflettir, bu ne İhanettir; anlamak mümkün değil.


6 Nisan 2019 Cumartesi


KÜLTÜR SAVAŞLARI

Belki siz de görmüşsünüzdür, sosyal medyada paylaşılan bir fotoğraf var: Fotoğrafta Sayın İmamoğlu, Yavaş ve Soyer eşleri ile birlikte şık kıyafetler içinde görünüyorlar. Fotoğrafın altında da bir yorum: “Türkiye nihayet çağdaş belediye başkanlarına kavuştu.”

Giysilere bakıp çağdaşlığa karar verilmiş!

Bu seçim bir bakıma kültür savaşı olarak da cereyan etti: Bir tarafta kendilerini “çağdaş” görenler, diğer yanda sözüm ona “milli ve yerliler”.

Bu savaş yeni de değil. Türk aydınları arasındaki bu savaş iki yüz yıldır var. Birisi Batı’dan, diğeri geçmişten aktarma bir yaşam modelini gerçekleştireceğim diye birbirlerine saldırıp duruyorlar. Tartışma konusu hep “üst yapı” ile ilgili.

Bu seçimde de gördük ki, Türkiye’nin gerçek sorunları gündem de değil.

ÇAĞDAŞLAŞMA EFSANESİ

Şunu iyi bilmek gerekir: Emperyalizm, bir ülkede etkili olmaya başlayınca, ilk planda o ülkeyi az gelişmişlik düzeyinde tutmaya çalışır; gelişmişliği ise kendi kültürünü ve yaşama biçimini benimsetmek olarak kabul ettirir.

Memleketin hammaddeleri ucuza kapatılsın, halk sömürülsün, fabrikaları elinden çıksın, yabancı sermaye ekonomiye egemen olsun; önemli değil, halk sömürgeci ülkenin kültürünü benimsedi mi ilerleme başlamıştır, halk çağdaşlaşmıştır.

Tanzimat’tan bu yana aydınlarımız maalesef emperyalizmin bu oyununa gelmektedir.

Ülkenin çağdaşlaşmasını elbette herkes ister; o halde onu doğru biçimde ortaya koyalım.

Bir ülke eğer bilgi üretebiliyorsa, çağın gelişmiş bilgilerine göre kurumlarını ve alt yapısını düzenleyebiliyorsa, çağdaşlaşıyor demektir.

Erkeğin kravat takması veya kadının başını açması insanı çağdaş yapmaz.

Çağdaşlaşma, Atatürk dönemini bir kenara koyarsak, iki yüz yıldır batılılaşma olarak anlaşılmıştır. Batılı tarzda yaşam şekli çağdaşlaşmanın temeli kabul edilmiştir. Milli kültür ise küçümsenmiş ve gericilik olarak görülmüştür.

Oysa bakın Atatürk milli kültür için ne diyor: (“…doğudan batıdan gelen bütün tesirlerden uzak, seciye-i milliye ve tarihimizle mütenasip bir kültür kastediyorum”).

ÜMMET KÜLTÜRÜ

Savaşın diğer yanında da ümmet kültürünü savunanlar var. Bu kültürün temel değeri dindir. Bu kültürde insanlar önce Allah’a kul olurlar sonra da padişahın kulu olurlar. Tek tek bireylerin hakları yoktur. Şeyh vardır, mürşit vardır; insanların dünyayı tanımasında yetkili onlardır.

Aslolan akıl değil, duygudur, inançtır. Bu kültürün aydınları ‘inanmak’ konusunda yarış halindedirler. İnsanları ve eylemleri kendi inançlarına göre değerlendirirler.

Bu arada sömürü devam eder; halk da öbür dünyadaki cennet hayali ile avunur, durur.

TARTIŞILMAYAN KONULAR

Kültür savaşı devam ederken bazı konular ise hiç tartışılmaz.

Ekonomik program tartışılmaz; planlı ekonomi mi, piyasa ekonomisi mi, tartışılmaz; üretim araçlarını kim yönetecek, tartışılmaz; ekonomi emekçilerin mi, sermayenin mi lehine sonuçlar doğuracak tartışılmaz; üretim nasıl artırılacak, tartışılmaz.

Tartışılmaz çünkü bunlar için önemli olan iktidara gelince kimlerin zengin edileceğidir; dindarlar mı(!), çağdaş yaşantısı(!) olanlar mı…  

Seçimlerde de halk oyunu bu kültür savaşçılarından birisine verir ve böylece de kimin zengin olacağını belirlemiş olur.

1 Nisan 2019 Pazartesi


DENİZ BİTTİ!

16 yıllık iktidarının sonunda Erdoğan ve AKP, Türkiye’yi ekonomik olarak iflas noktasına getirdi ve artık onlar için deniz bitti. Kaptan gemiyi karaya oturttu.

Bu seçimler gösterdi ki, İstanbul, Ankara gibi büyük kentleri kaybeden AKP, iktidarı da kaybetme sürecine girmiştir. Sayın Erdoğan atık Türkiye’yi tek başına yönetemez.

Özal’dan bu yana uygulanan, adına “serbest ekonomi” mi dersiniz, “liberal ekonomi” mi dersiniz emperyalizmin dayattığı uygulamalar Türkiye’yi iflas noktasına getirmiştir. Domatesi, Patlıcanı, patatesi 1-2 lira ucuza satarak bu vahim duruma çare bulunamaz.

Siz, bu vahim tabloya bir de tehdit altındaki vatan bütünlüğünü ekleyin, o zaman durumun ne kadar ciddi olduğunu görürsünüz.

Seçmen gereğini yapmış ve ülkeyi bu hale getiren AKP’ye “dur, yeter artık” demiştir.

KARAMSAR DEĞİLİZ, ÇARE VAR

Türkiye bu zor ve çetin durumdan liberal ekonomiyi terk ederek, üretim devrimi yaparak ve dış tehditleri göğüsleyerek çıkabilir.

Türk milletinin yetenekleri ve gücü bunu başaracak düzeydedir. Türkiye ne borç batağında boğulur ne de dış tehditlere pabuç bırakır.

Gerekli olan yeni bir yönetim anlayışı ve yeni bir hükumettir.

YENİ PROGRAM

Türkiye kendisine bölünmeyi ve borçlanma ekonomisini dayatan Atlantik sistemi içine artık kalamaz. Bu nedenle Türkiye, ABD’nin yönettiği sistemden kurtularak ve Avrasya’daki tarihsel konumuna geçmelidir.

Borçlanma ekonomisi hızla terk edilmeli ve üretimi temel alan yeni bir ekonomik dönem başlatılmalıdır. Türkiye, bu nedenle kamu ağırlıklı ve planlı bir ekonomik programa geçilmelidir. Özelleştirilen her şey yenden kamuya mal edilmelidir.

“Tasarruf ve üretim” yeni programın iki temel özelliği olmalıdır. “Yerli malı, yurdun malı, herkes onu kullanmalı” sözü herkes için rehber olmalıdır.

Rant ekonomisine son verilmeli ve üretici Atatürk dönemindeki gibi baş tacı yapılmalıdır.

 YENİ HÜKUMET

Milleti kutuplaştıran siyasetlerden vaz geçmek şart olmuştur. Ekonomik sıkıntıları aşmak için de vatan bütünlüğünü korumak için de milli birlik şarttır.

Cumhurbaşkanlığı sistemi ve bu iktidarla bunları yapmaya imkân olmadığı apaçık ortada. Türkiye’nin kaderi tek bir kişinin kararlarına bırakılamaz. En kısa zamanda parlamenter sisteme geçilmelidir.

Sayın Erdoğan’ın ve AKP’nin tüm bunları gerçekleştiremeyeceği ortada. Parlamenter sisteme geçilinceye kadar, HDP hariç tüm partilerin içinde yer aldığı yeni bir hükümet başa gelmelidir.

İçinde bulunduğumuz şartlar bir milli hükumeti mecburi hale getiriyor.

Umarız, AKP tek başına iktidar olma inadından vazgeçer. CHP ve MHP de seçim sonuçlarını doğru okur ve milli hükümetin bir zorunluluk olduğunu kabul eder.

Vatan Partisinin bu hükumette olması şarttır. Çünkü çözüm, VP’nin yıllardır savunduğu programda var. Türkiye’nin şartları bu programın uygulanışını zorunlu kılıyor.  

Sonuç olarak, üreticilerin, emekçilerin ağırlığını koyduğu yeni bir siyasal sürece girmiş bulunuyoruz. İktidarın da muhalefetin de bunu iyi anlaması lazım. Anlamazlarsa, şartlar 1-2 yıl içinde kendisini kabul ettirecektir. Bundan kaçınmak mümkün değildir.