KÜLTÜR SAVAŞLARI
Belki siz de görmüşsünüzdür, sosyal medyada paylaşılan bir
fotoğraf var: Fotoğrafta Sayın İmamoğlu, Yavaş ve Soyer eşleri ile birlikte şık
kıyafetler içinde görünüyorlar. Fotoğrafın altında da bir yorum: “Türkiye
nihayet çağdaş belediye başkanlarına kavuştu.”
Giysilere bakıp çağdaşlığa karar verilmiş!
Bu seçim bir bakıma kültür savaşı olarak da cereyan etti:
Bir tarafta kendilerini “çağdaş” görenler, diğer yanda sözüm ona “milli ve yerliler”.
Bu savaş yeni de değil. Türk aydınları arasındaki bu savaş
iki yüz yıldır var. Birisi Batı’dan, diğeri geçmişten aktarma bir yaşam
modelini gerçekleştireceğim diye birbirlerine saldırıp duruyorlar. Tartışma
konusu hep “üst yapı” ile ilgili.
Bu seçimde de gördük ki, Türkiye’nin gerçek sorunları gündem
de değil.
ÇAĞDAŞLAŞMA EFSANESİ
Şunu iyi bilmek gerekir: Emperyalizm, bir ülkede etkili
olmaya başlayınca, ilk planda o ülkeyi az gelişmişlik düzeyinde tutmaya çalışır;
gelişmişliği ise kendi kültürünü ve yaşama biçimini benimsetmek olarak kabul
ettirir.
Memleketin hammaddeleri ucuza kapatılsın, halk sömürülsün,
fabrikaları elinden çıksın, yabancı sermaye ekonomiye egemen olsun; önemli
değil, halk sömürgeci ülkenin kültürünü benimsedi mi ilerleme başlamıştır, halk
çağdaşlaşmıştır.
Tanzimat’tan bu yana aydınlarımız maalesef emperyalizmin bu
oyununa gelmektedir.
Ülkenin çağdaşlaşmasını elbette herkes ister; o halde onu
doğru biçimde ortaya koyalım.
Bir ülke eğer bilgi üretebiliyorsa, çağın gelişmiş bilgilerine
göre kurumlarını ve alt yapısını düzenleyebiliyorsa, çağdaşlaşıyor demektir.
Erkeğin kravat takması veya kadının başını açması insanı
çağdaş yapmaz.
Çağdaşlaşma, Atatürk dönemini bir kenara koyarsak, iki yüz
yıldır batılılaşma olarak anlaşılmıştır. Batılı tarzda yaşam şekli
çağdaşlaşmanın temeli kabul edilmiştir. Milli kültür ise küçümsenmiş ve
gericilik olarak görülmüştür.
Oysa bakın Atatürk milli kültür için ne diyor: (“…doğudan
batıdan gelen bütün tesirlerden uzak, seciye-i milliye ve tarihimizle mütenasip
bir kültür kastediyorum”).
ÜMMET KÜLTÜRÜ
Savaşın diğer yanında da ümmet kültürünü savunanlar var. Bu
kültürün temel değeri dindir. Bu kültürde insanlar önce Allah’a kul olurlar
sonra da padişahın kulu olurlar. Tek tek bireylerin hakları yoktur. Şeyh
vardır, mürşit vardır; insanların dünyayı tanımasında yetkili onlardır.
Aslolan akıl değil, duygudur, inançtır. Bu kültürün
aydınları ‘inanmak’ konusunda yarış halindedirler. İnsanları ve eylemleri kendi
inançlarına göre değerlendirirler.
Bu arada sömürü devam eder; halk da öbür dünyadaki cennet
hayali ile avunur, durur.
TARTIŞILMAYAN KONULAR
Kültür savaşı devam ederken bazı konular ise hiç tartışılmaz.
Ekonomik program tartışılmaz; planlı ekonomi mi, piyasa
ekonomisi mi, tartışılmaz; üretim araçlarını kim yönetecek, tartışılmaz;
ekonomi emekçilerin mi, sermayenin mi lehine sonuçlar doğuracak tartışılmaz;
üretim nasıl artırılacak, tartışılmaz.
Tartışılmaz çünkü bunlar için önemli olan iktidara gelince
kimlerin zengin edileceğidir; dindarlar mı(!), çağdaş yaşantısı(!)
olanlar mı…
Seçimlerde de halk oyunu bu kültür savaşçılarından birisine
verir ve böylece de kimin zengin olacağını belirlemiş olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder