6 Nisan 2019 Cumartesi


KÜLTÜR SAVAŞLARI

Belki siz de görmüşsünüzdür, sosyal medyada paylaşılan bir fotoğraf var: Fotoğrafta Sayın İmamoğlu, Yavaş ve Soyer eşleri ile birlikte şık kıyafetler içinde görünüyorlar. Fotoğrafın altında da bir yorum: “Türkiye nihayet çağdaş belediye başkanlarına kavuştu.”

Giysilere bakıp çağdaşlığa karar verilmiş!

Bu seçim bir bakıma kültür savaşı olarak da cereyan etti: Bir tarafta kendilerini “çağdaş” görenler, diğer yanda sözüm ona “milli ve yerliler”.

Bu savaş yeni de değil. Türk aydınları arasındaki bu savaş iki yüz yıldır var. Birisi Batı’dan, diğeri geçmişten aktarma bir yaşam modelini gerçekleştireceğim diye birbirlerine saldırıp duruyorlar. Tartışma konusu hep “üst yapı” ile ilgili.

Bu seçimde de gördük ki, Türkiye’nin gerçek sorunları gündem de değil.

ÇAĞDAŞLAŞMA EFSANESİ

Şunu iyi bilmek gerekir: Emperyalizm, bir ülkede etkili olmaya başlayınca, ilk planda o ülkeyi az gelişmişlik düzeyinde tutmaya çalışır; gelişmişliği ise kendi kültürünü ve yaşama biçimini benimsetmek olarak kabul ettirir.

Memleketin hammaddeleri ucuza kapatılsın, halk sömürülsün, fabrikaları elinden çıksın, yabancı sermaye ekonomiye egemen olsun; önemli değil, halk sömürgeci ülkenin kültürünü benimsedi mi ilerleme başlamıştır, halk çağdaşlaşmıştır.

Tanzimat’tan bu yana aydınlarımız maalesef emperyalizmin bu oyununa gelmektedir.

Ülkenin çağdaşlaşmasını elbette herkes ister; o halde onu doğru biçimde ortaya koyalım.

Bir ülke eğer bilgi üretebiliyorsa, çağın gelişmiş bilgilerine göre kurumlarını ve alt yapısını düzenleyebiliyorsa, çağdaşlaşıyor demektir.

Erkeğin kravat takması veya kadının başını açması insanı çağdaş yapmaz.

Çağdaşlaşma, Atatürk dönemini bir kenara koyarsak, iki yüz yıldır batılılaşma olarak anlaşılmıştır. Batılı tarzda yaşam şekli çağdaşlaşmanın temeli kabul edilmiştir. Milli kültür ise küçümsenmiş ve gericilik olarak görülmüştür.

Oysa bakın Atatürk milli kültür için ne diyor: (“…doğudan batıdan gelen bütün tesirlerden uzak, seciye-i milliye ve tarihimizle mütenasip bir kültür kastediyorum”).

ÜMMET KÜLTÜRÜ

Savaşın diğer yanında da ümmet kültürünü savunanlar var. Bu kültürün temel değeri dindir. Bu kültürde insanlar önce Allah’a kul olurlar sonra da padişahın kulu olurlar. Tek tek bireylerin hakları yoktur. Şeyh vardır, mürşit vardır; insanların dünyayı tanımasında yetkili onlardır.

Aslolan akıl değil, duygudur, inançtır. Bu kültürün aydınları ‘inanmak’ konusunda yarış halindedirler. İnsanları ve eylemleri kendi inançlarına göre değerlendirirler.

Bu arada sömürü devam eder; halk da öbür dünyadaki cennet hayali ile avunur, durur.

TARTIŞILMAYAN KONULAR

Kültür savaşı devam ederken bazı konular ise hiç tartışılmaz.

Ekonomik program tartışılmaz; planlı ekonomi mi, piyasa ekonomisi mi, tartışılmaz; üretim araçlarını kim yönetecek, tartışılmaz; ekonomi emekçilerin mi, sermayenin mi lehine sonuçlar doğuracak tartışılmaz; üretim nasıl artırılacak, tartışılmaz.

Tartışılmaz çünkü bunlar için önemli olan iktidara gelince kimlerin zengin edileceğidir; dindarlar mı(!), çağdaş yaşantısı(!) olanlar mı…  

Seçimlerde de halk oyunu bu kültür savaşçılarından birisine verir ve böylece de kimin zengin olacağını belirlemiş olur.

Hiç yorum yok: