SORGULAYAMAYAN HALK FAKİR KALMAYA MAHKUMDUR
17 ve 25 Aralık 2013, yolsuzluk ve hırsızlık iddialarının
gündeme geldiği ve kanıtlarının ortaya saçıldığı gün olarak Türk tarihindeki
yerini almıştır. Bu denli büyük bir
yolsuzluğun oluşması bir günlük bir olay değildir. Bu güne giden yollar 1980
İhtilali ile açılmıştır. Bu ihtilal dış
güçlerin Türk siyasi ve ekonomik hayatını çok daha yoğun biçimde etkilemesine
fırsat yaratmıştır.
Bugünkü sorunlarımızın büyük kaynağını bu ihtilalde ve onun
sonrası kurulan Özel hükümetlerinin icraatlarında aramak gerekir. Bu tarihten itibaren Devlet eli ile zenginler
daha zengin yapılmış, iktidara yakın kimseler gene devlet imkânları ile zengin
kılınmıştır. Orta sınıfın yok edilmesi,
gelir dağılımındaki bozukluk bu yıldan sonra atmıştır.
Özellikle 1984 yılından sonra devlet dış ve iç finans
kaynaklarına borçlandırılmış, bu borç sabit gelirli halkın sırtına
yüklenmiştir. 2002 yılında AKP’nin
iktidar olması ile birlikte borçlar daha da artmış, ulusumuzun geleceği ipotek
altına alınmıştır.
Bu borçlar en çok iktidara yakın iş adamlarına yaramıştır.
Devlet yatırımları ihale kanunu da defalarca değiştirilerek bu iş adamlarına
verilmiştir. Para aşağıdan yukarı doğru
pompalanmıştır. Dar ve orta gelirli
halkımızın sırtındaki borç daha da artmıştır.
Eski zenginler daha da zenginleşmiş, bu zenginlere yeni
zenginler ilave olmuştur. Ekonomi büyümüş ama bu büyüklük halka intikal
etmemiştir. 2002 yılında 4 dolar milyarderi varken bu rakam 2014’de 44’e
yükselmiştir. Türkiye’ye kıyasla çok
daha zengin olan Japonya’da dolar milyarderi sayısı sadece 15’dir. Türkiye’de
eşitsizlik daha da artmıştır.
1980 İhtilalinden sonra dinin toplum üzerindeki etkinliği de
artmaya başlamıştır. Özellikle ABD’li uzmanların da tavsiyesi ile din eğitimi
mecburi hale getirilmiş, cemaatlerin, dini örgütlenmelerin önü iyice
açılmıştır. Bu gelişme iktidara da
yansımış, dinin etkisinin giderek artmasını fırsat bilen bazı politikacılar halkı
din ile aldatarak iktidara gelmiştir.
Garip olan şu ki, zengin daha zengin; fakir daha fakir
olurken dinin toplum üzerindeki etkisi da daha da artmıştır. Bu dünyanın nimetlerinden uzak tutulan
halkımızın gözü açılmasın diye öteki dünyanın güzellikleri ile gözleri
bağlanmıştır. Bu gözü bağlı insanlar, ben
neden birkaç kilo makarnaya, birkaç torba kömüre muhtacım da neden oy
verdiklerim refah içindeler; ben neden asgari ücretle zar zor geçinmeye
çalışırken iktidar dostları para içinde yüzmektedir; ben neden kulübe gibi evde
otururken benim oyum ile başa geçen adam saraylarda oturmaktadır; ben neden
işime yürüyerek veya tıkış tıkış otobüslerle giderken zenginler neden son model
arabalarla dolaşmaktadır diye sorgulayamıyor. O kadar gözleri bağlı ki, çalıyor
ama çalışıyor diyen bile var.
İnsanlar arasındaki eşitsizliğin en önemli etkisi eğitimde
görülmektedir. Varlıklı aileler çocuklarını çok daha iyi okullarda okutmakta,
fakir halkımız ise çocuklarına iyi eğitim vermek için yeterli kaynak
bulamamaktadır. İyi eğitim almayan, dinin etkisinde kalan dar gelirli kesimler Allah
ile aldatan insanların iktidarını sürdürmesini sağlamaktadır. Bu insanların
gözü o kadar bağlıdır ki yapılan yolsuzluklar hırsızlıklar ortalığa saçılmasına
rağmen oy verdikleri insanlara toz kondurmamaktadır.
17-25 Aralığı geniş bir pencereden değerlendirmek
lazım. Bu olayların tekrar etmemesi için
halkın cehaletinin giderilmesi ve gelirler arasındaki farkın kapatılması
gerekir. Bunun için yapılması gerekli ekonomik tedbirlerin yanında eğitim
kalitesinin yaygın bir şekilde yükseltilmesi de şarttır. Türkiye kaynaklarının
çoğunu eğitime ayırmadan hiçbir sorununu çözemez. Elbette ki yükselmesini
istediğimiz eğitimden kastımız şimdiki gibi biad kültürünün aşılandığı eğitim
değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder