17 Aralık 2014 Çarşamba

SORGULAYAMAYAN HALK FAKİR KALMAYA MAHKUMDUR

17 ve 25 Aralık 2013, yolsuzluk ve hırsızlık iddialarının gündeme geldiği ve kanıtlarının ortaya saçıldığı gün olarak Türk tarihindeki yerini almıştır.  Bu denli büyük bir yolsuzluğun oluşması bir günlük bir olay değildir. Bu güne giden yollar 1980 İhtilali ile açılmıştır.  Bu ihtilal dış güçlerin Türk siyasi ve ekonomik hayatını çok daha yoğun biçimde etkilemesine fırsat yaratmıştır.

Bugünkü sorunlarımızın büyük kaynağını bu ihtilalde ve onun sonrası kurulan Özel hükümetlerinin icraatlarında aramak gerekir.  Bu tarihten itibaren Devlet eli ile zenginler daha zengin yapılmış, iktidara yakın kimseler gene devlet imkânları ile zengin kılınmıştır.  Orta sınıfın yok edilmesi, gelir dağılımındaki bozukluk bu yıldan sonra atmıştır.

Özellikle 1984 yılından sonra devlet dış ve iç finans kaynaklarına borçlandırılmış, bu borç sabit gelirli halkın sırtına yüklenmiştir.  2002 yılında AKP’nin iktidar olması ile birlikte borçlar daha da artmış, ulusumuzun geleceği ipotek altına alınmıştır.

Bu borçlar en çok iktidara yakın iş adamlarına yaramıştır. Devlet yatırımları ihale kanunu da defalarca değiştirilerek bu iş adamlarına verilmiştir.  Para aşağıdan yukarı doğru pompalanmıştır.  Dar ve orta gelirli halkımızın sırtındaki borç daha da artmıştır.

Eski zenginler daha da zenginleşmiş, bu zenginlere yeni zenginler ilave olmuştur. Ekonomi büyümüş ama bu büyüklük halka intikal etmemiştir. 2002 yılında 4 dolar milyarderi varken bu rakam 2014’de 44’e yükselmiştir.  Türkiye’ye kıyasla çok daha zengin olan Japonya’da dolar milyarderi sayısı sadece 15’dir. Türkiye’de eşitsizlik daha da artmıştır.

1980 İhtilalinden sonra dinin toplum üzerindeki etkinliği de artmaya başlamıştır. Özellikle ABD’li uzmanların da tavsiyesi ile din eğitimi mecburi hale getirilmiş, cemaatlerin, dini örgütlenmelerin önü iyice açılmıştır.  Bu gelişme iktidara da yansımış,  dinin etkisinin giderek  artmasını fırsat bilen bazı politikacılar halkı din ile aldatarak iktidara gelmiştir.

Garip olan şu ki, zengin daha zengin; fakir daha fakir olurken dinin toplum üzerindeki etkisi da daha da artmıştır.  Bu dünyanın nimetlerinden uzak tutulan halkımızın gözü açılmasın diye öteki dünyanın güzellikleri ile gözleri bağlanmıştır. Bu gözü bağlı insanlar,  ben neden birkaç kilo makarnaya, birkaç torba kömüre muhtacım da neden oy verdiklerim refah içindeler; ben neden asgari ücretle zar zor geçinmeye çalışırken iktidar dostları para içinde yüzmektedir; ben neden kulübe gibi evde otururken benim oyum ile başa geçen adam saraylarda oturmaktadır; ben neden işime yürüyerek veya tıkış tıkış otobüslerle giderken zenginler neden son model arabalarla dolaşmaktadır diye sorgulayamıyor. O kadar gözleri bağlı ki, çalıyor ama çalışıyor diyen bile var.

İnsanlar arasındaki eşitsizliğin en önemli etkisi eğitimde görülmektedir. Varlıklı aileler çocuklarını çok daha iyi okullarda okutmakta, fakir halkımız ise çocuklarına iyi eğitim vermek için yeterli kaynak bulamamaktadır. İyi eğitim almayan, dinin etkisinde kalan dar gelirli kesimler Allah ile aldatan insanların iktidarını sürdürmesini sağlamaktadır. Bu insanların gözü o kadar bağlıdır ki yapılan yolsuzluklar hırsızlıklar ortalığa saçılmasına rağmen oy verdikleri insanlara toz kondurmamaktadır.


17-25 Aralığı geniş bir pencereden değerlendirmek lazım.  Bu olayların tekrar etmemesi için halkın cehaletinin giderilmesi ve gelirler arasındaki farkın kapatılması gerekir. Bunun için yapılması gerekli ekonomik tedbirlerin yanında eğitim kalitesinin yaygın bir şekilde yükseltilmesi de şarttır. Türkiye kaynaklarının çoğunu eğitime ayırmadan hiçbir sorununu çözemez. Elbette ki yükselmesini istediğimiz eğitimden kastımız şimdiki gibi biad kültürünün aşılandığı eğitim değil. 

Hiç yorum yok: