14 Ağustos 2014 Perşembe

Göz yumma güneşten, ne kadar nûru kararsa
Sönmez ebedî, her gecenin gündüzü vardır.”

Orhan Veli “İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı” demiş; ben de gözlerim kapalı Türkiye’yi düşünüyorum. Aklıma içinde bulunduğumuz üç büyük tehlike geliyor, kahroluyorum:

Adım adım gelişen Tayyip diktatörlüğü,
Milli birliğin bozulması ve vatan topraklarının bölünmesi;
Çağdaş yaşamdan uzaklaşma ve irtica.

Bütün bunlara tuz biber olmak üzere:
Artan iç ve dış borç, eksilmeyen dış ticaret açığı ve bu borç ve açığı azaltma özelliği kalmayan bir ekonomi;
Tüm komşu ülkelerle düşman olmamız ve çıkarlarımızı koruyamayan bir dış işleri politikası;
Artan yoksulluk ve sefalet,
İşsiz dolaşan milyonlarca genç;
Peşkeş çekilen kentler, dereler, ormanlar, madenler;
Yabancıların eline geçen sanayi ve hizmet sektörü;
Can çekişen hayvancılık;
Bozulan ve bilimsellikten ve ulusallıktan uzaklaşan ve Tayyip’e seçmen yetiştiren eğitim sistemi;
Bilim üretemeyen ve halkının sözcüsü olamayan üniversiteler;
Bozulan iş ahlakı, giderek dürüstlüğünü kaybeden kitleler;
Halkın gözü kulağı ve sesi olması gerekirken iktidarın, Türkiye üzerinde emelleri olan ülkelerin ve onların istihbarat birimlerinin borazanı olmuş medya;
Alt üst olmuş ve hukuk dışına taşmış yargı sistemi;
Hapislerde tutsak edilen vatanseverler;
Tasfiye edilmeye çalışılan Türk Silahlı Kuvvetleri.

Bu kötü tabloyu uzatmak mümkün ama daha fazla düşünmek istemiyorum. Aklıma 12 yıldır bu ülkenin üzerine kabus gibi çöken ve bu kara tabloyu inşa eden iktidara karşı koyması gereken muhalefet partileri geliyor. “Hırsızdan başbakan olmaz, yalancıdan cumhurbaşkanı olmaz” söylemi dışında bir etkinliğini görmediğimiz Kılıçdaroğlu ve  Tayyip’in yaptıklarını Salı günleri gurup toplantısında anlatmaktan başka muhalefet yapmayan bir Bahçeli.

Bu iktidar ve muhalefet ile gidersek sonunda varacağımız nokta bölünmüş bir ülke, dikta ile yönetilen ve sömürülen bir ulus, bağımsızlığını yitirmiş bir devlet ve özgürlüğünü kaybetmiş bir halk.

Bütün bunları düşününce Osmanlının son dönemleri, mütareke yılları, Mustafa Kemal ve kurtuluş mücadelesi aklıma geliyor. Kendi kendime Tevfik Fikret’in şu şiirini okumaya başlıyorum:

MİLLET ŞARKISI
Çiğnendi, yeter, varlığımız cehl ile kahre;
Doğrandı mübarek vatanın bağrı sebepsiz.
Birlikte bugün bulmalıyız derdine çare.
Can kardeşi, kan kardeşi, şan kardeşiyiz biz.

Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol;
Ey hak, yaşa, ey sevgili millet, yaşa.. Var ol!
Gel kardeşim, annen sana muhtâc, ona koşmak..
Koşmak ona, kurtarmak o bî-bahtı vazîfen.
Karşında göğüs bağr açık ölgün, yatıyor bak;
Onsuz yaşamaktansa beraber ölüş ehven!
Her an o güzel sineyi hançerliyor eller;
İmdâdına koşmazsak eğer mahvı mukarrer.
Zulmün topu var, güllesi var, kal’ası varsa,
Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır;
Göz yumma güneşten, ne kadar nûru kararsa
Sönmez ebedî, her gecenin gündüzü vardır.
Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol!
Ey hak, yaşa, ey sevgili millet, yaşa.. Var ol!
Vaktiyle baban kimseye minnet mi ederdi?
Yok, kalmadı, hâşâ sana zillet pederinden
Dünyâda şereftir yaşatan milleti, ferdi;
Silkin, şu mezellet tozu uçsun üzerinden.
İnsanlığı pâ-mâl eden alçaklığı yık, ez;
Billâh yaşamak yerde sürüklenmeye değmez.
Haksızlığın envâını gördük.. Bu mu kaanun?
En gamlı sefâletlere düştük.. Bu mu devlet?
Devletse de, kanunsa da, artık yeter olsun;
Artık yeter olsun bu denî zulm-ü cehâlet..

Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol,
Ey hak, yaşa, ey sevgili millet, yaşa.. Var ol!

Hiç yorum yok: