Bilmem Sıdıka Avar’ı duydunuz mu, onun “Dağ Çiçeklerim”
isimli kitabını okudunuz mu?
Sıdıka Avar Elazığ Kız Enstitüsünde ve Elazığ Kız Öğretmen
okulunda öğretmenlik ve yöneticilik yapmış. 20 Sene boyunca “dağ çiçeklerim”
dediği köylü kızları topluma kazandırmak ve Cumhuriyet’in birer aydın vatandaşı
yapmak için çok büyük mücadeleler vermiş. Tam bir Cumhuriyet aydını ve Mustafa
Kemal’in askeri olarak çalışmış bir efsane kadın.
O yıllarda
(1930-1940) Elazığ, Tunceli ve Bingöl köyleri sefaleti ve yokluğu yaşıyor.
İnsanlar aç, hastalıklı ve perişan durumda. Yaşadıkları ev kerpiçten yapılmış,
tek bir göz; penceresi bile bazen yok. Yokluğu yaşamalarına rağmen eldekilerini
ya gelip ağanın adamları alıyor ya da kendileri götürüp şeyhe, şıha teslim
ediyor. Kızların durumu ise çok daha kötü. Zaza ve Kürt köylerindekiler Türkçe
bilmiyor.
Yiyecekleri yok, giyecekleri yok; var olan ise, sefalet,
hastalık, zulüm ve sömürü.
BESER KIZIN HİKAYESİ
Kitaptan bir bölüm:
“Yatılıya 12 yeni
öğrenci gelmişti. Birisi ta İresi’nin bir mezrasından katırcılara teslim edilip
gönderilmişti. Üstü başı o kadar yırtık pırtıktı ki, şalvarının dizden yukarı
kalan paçavralarının önüne toplayarak örtünmeye çalışıyordu. Her durduğumuz
yerde çömelip büzülüyordu…
…Yanına çömeldim,
önlüğü göstererek üstündeki pırtıları çıkarmak istedim. Elinin tersiyle elime
vurdu ve bağıra bağıra ağlamaya başladı.
Çare yoktu, paçavralarının üstüne önlüğü geçiriverdim. Başını kaldırıp
bana bakınca şefkatle gülerek omuzuna “Kızımana...” diye okşadım. Gözyaşları
yanaklarında parlayarak susup gülümsedi ve kendiliğinden kollarını soktu.
Saçları karşısında
ürktüm. Saçları kıvırcıktı. Her telinde sıralanmış binlerce sirke saçlarını
adeta kırlaştırmış gibi gösteriyordu. Bitler görüp çıkıyor, dolaşıp
geziniyorlardı.
Başını zeytinyağı ile yağladık. Büyük leğeni yarısına kadar
su ile doldurarak önüne koyduk. Rahatları kaçan bitler leğene düşüyorlardı.
Seyrek tarakla taranınca dişler bitle doluyordu.”
Türkiye bu durumda iken şimdi Elazığ’da, Bitlis’te,
Tunceli’de pırıl pırıl gençlerin yetiştiği üniversiteler var. Okullar var,
sağlık kurumları var. Üreten bir halkı var. Eskiye göre çok daha özgürler.
Şeyh, şıh, ağa baskısı çok azalmış durumda. Çocuklar açlıktan, yoksulluktan,
hastalıktan ölmüyor. Kızların başında artık bit yok.
Bu bölgedeki üniversitelerde Sıdıka Avar’ın yerini almış çok
sayıda bayan öğretim üyeleri var. Yöre çocuklarını bilimin ışığı ile aydınlatmaya
ve onlara meslek kazandırmaya çalışıyorlar.
Türkiye Sıdıka Avar’ın Türkiye’sinden bugünler geldi. Daha
iyi günler de bizi bekliyor.
MÜTAREKE DÖNEMİNE
DÖNELİM
Ülkenin büyük kısmı işgal altındaydı, ordusuz, silahsız
kalmıştık. Yıllarca süren savaşlardan dolayı halk yorgun, bitab ve hasta
haldeydi. Ülke içinde isyanlar sürüp gidiyordu.
Atatürk’ün o kötü günlerde söylediği şu sözünü bugüne ışık
tutması açısından hatırlatmak isterim:
Müteareke’nin o karanlık günlerinde, çaresizlik içinde ‘ne
yapabiliriz ki?’ diye soranlara Mustafa Kemal öfke ile cevap verir: “Celâdet
gösteriniz efendiler”. Celâdet yani mevcut duruma karşı bir öfke ve isyan;
durumu kabullenme ve mücadele etme azmi. Atatürk’ün kastettiği işte bu.
Mustafa Kemal celâdet gösterdiği için Samsun’a çıktı,
bağımsızlık savaşını başlattı ve milli mücadeleyi hep celâdet içinde yürüttü.
Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları çaresizlik içinde,
yapacak bir şey kalmadı, ülke elden gitti; hiç olmazsa, İngiliz himayesine
girelim veya Amerikan mandasını kabul edelim deselerdi, Türkiye Cumhuriyeti
kurulamazdı. Biz Cumhuriyetimizi, bağımsızlığımızı, egemenliğimizi, vatanımızı,
özgürlüğümüzü bu celâdet duygusuna ve çok kötü şartlarda bile kötümserliğe kapılmayıp
geleceğe iyimser olarak bakan kahramanlara borçluyuz.
Karamsarlık, teslimiyet demektir, durumu kabullenmek
demektir.
Yeter artık! Bırakalım bu ‘memleket battı, batıyor’
söylemlerini. Atatürk’ün ektiği bağımsızlık, egemenlik, özgürlük, bilimim
aydınlığı tohumları halen yeşermeye devam ediyor.
Daha iyi bir Türkiye için yapacağımız şey milletimize
güvenmek ve "Celâdet" göstermektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder