AĞLATAN KİTAP
Geçenlerde vatan partisi il yönetimi olarak Tomarza'dan dönüyorduk.
Arabada 3 kişiydik; ben, Oktay Yıldırım ve İlhami Kip. Vakit geç oldu,
karanlığa kaldık. Zifiri bir karanlıkta yol alıyorduk. Yol boyunca
tenha, ölgün ışıklar içindeki köylerden geçiyorduk. Söz, köy
çocuklarının eğitimine geldi. İlhami Kip bir eğitimci olarak bu
çocukların eğitimi için neler yaptığını anlattı, takdirle dinledik. Onu
bu çalışmalarından dolayı kutlayınca tevazu içinde benim yaptıklarım
Sıdıka Avar'ın yaptıklarının yanında çok önemsiz kalır dedi.
İlhami Kip Sıdıka Avar'ı büyük bir övgü ile anlatınca ona dedim ki:
“Ben Tunceli’nin Çemişgezek ilçesinde doğdum Çocukluğum Çemişgezek,
Hozat ve Elazığ’da geçti. Sıdıka Avar Anneannemin Çemişgezek’teki evine
de gelmiş. Anneannem onu birkaç gün evinde ağırlamış. Ona katır temin
etmiş. Sıdıka Avar Çemişgezek’in köylerini dolaşmış ve ailesinin rızası
ile yanına aldığı kızları eve getirmiş ve anneannem ile birlikte onların
bitlerini temizlemişler, yıkamış, giydirmişler. Sonra Sıdıka Avar
kızları Elazığ’daki okula götürmüş.”
Ben böyle anlatınca İlhami Kip “bende onun hatıralarını yazdığı Dağ
Çiçeklerim isimli kitabı var, onu size hediye edeyim” dedi. Çok mutlu
oldum.
Kitabı ertesi günü aldım ve eve gider gitmez okumaya başladım. Okudukça elimde olmadan aktı, durdu gözyaşlarım.
“Dağ Çiçeklerim” fedakârlık dolu, hüzün dolu, acı dolu; 1930-1940’lı
yılların Elâzığ’ını, Tunceli’sini, Bingöl’ünü anlatıyor. Sıdıka Avar, bu
illerin köylerindeki, mezralarındaki geri bırakılmış, sömürülmüş,
yokluğa, sefalete mahkûm edilmiş insanlarını özellikle de kızları
anlattıkça gözümün önüne çocukluğumda yaşadığım Çemişgezek, Hozat
geliyor. Ve durmuyor gözlerim.
Türkçe’nin Önemi
Sıdıka
Avar Elazığ Kız Enstitüsünde ve Elazığ Kız Öğretmen okulunda
öğretmenlik ve yöneticilik yapmış. 20 Sene boyunca “dağ çiçeklerim”
dediği köylü kızları topluma kazandırmak ve Cumhuriyet’in birer aydın
vatandaşı yapmak için çok büyük mücadeleler vermiş. Tam bir Cumhuriyet
aydını ve Mustafa Kemal’in askeri olarak çalışmış bir efsane kadın.
Kitabın başında eğitim programından bahsediyor ve Türkçe derslerinin önemini şu sözlerle vurguluyor:
“Atatürk, bu dağ köylerinde bütün yoksunlukların Türkçe bilmemekten
ileri geldiğini söylemiş, bunu isyan sebeplerinden biri olarak görmüştü.
Onun için Türkçe'nin bu köylere “ana” ile sokulmasını arzu etmişti. Bu
en köklü eğitimdi.”
Kızımana
Sıdıka Avar
“dağ çiçeklerim” dediği kızların sadece öğretmenleri değil, aynı zamanda
anaları olmuştu. Onlara “kızımana...” diye hitap etmiş ve bir anne
şefkati ile onlara sarılmıştı. Sadece Türkçe öğretmemiş, bilimin ve
uygarlığın ışığı ile aydınlatmıştı.
O yıllarda Elazığ, Tunceli ve Bingöl köyleri sefaleti ve yokluğu
yaşıyor. İnsanlar aç, hastalıklı ve perişan durumda. Yaşadıkları ev
kerpiçten yapılmış, tek bir göz; penceresi bile bazen yok. Yokluğu
yaşamalarına rağmen eldekilerini ya gelip ağanın adamları alıyor ya da
kendileri götürüp şeyhe, şıha teslim ediyor. Kızların durumu ise çok
daha kötü. Zaza ve Kürt köylerindekiler Türkçe bilmiyor. Yiyecekleri
yok, giyecekleri yok; var olan ise, sefalet, hastalık, zulüm ve sömürü.
Köy Enstitülerindeki Genç Prometeler
O
zamanki köylerin ve oralarda yaşayan insanların halini Sıdıka Avar
şöyle anlatıyor ve köy enstitülerine de atıf yapıyor. Erkek çocukların
da bu okullara gitmesini istediğini yazıyor:
“Dolaştığım geniş doğu köylerinin insanları kerpiç evlerin içinde
kapkaranlık bir dünyaya gözlerini açıyor, bugünkü yaşantıdan habersiz,
bir karış ötedeki dünyayı tanımada yavrulayıp göçüyorlardı. Bu geniş
cehalet deryasında bizim okul bir ışık zerresi bile değildi. Kerpiç
evlerin karanlığını aydınlatacak nuru taşıyacak, cehaletle savaşacak
olan genç Prometeler asıl bu enstitülerdi. Köy enstitülerini tanımam
benim bu savaşta imanımı pekiştirdi. Bundan sonra köy köy dolaştıkça,
erkek çocuklara köy enstitülerini tanıtmaya çalıştım.”
Cehaletten Önce Bitle Mücadele
Sıdıka
Avar, bazen yaya, bazen katır sırtında, bazen de hurda bir kamyonun
arkasında köylere, mezralara giderek erkek çocuklara köy enstitülerini
önerirken, kızları da ailesinden alıp, Elazığ’daki kız enstitüsüne
getirmeye çalışıyor. Yollarda aç kalıyor, donma tehlikesi atlatıyor,
köylülerin kötü muamelesine maruz kalıyor ama asla yılmıyor. Günlerce
ağzından bir lokma girmediği oluyor. Tunceli ve Bingöl’ün dağlarında,
sonbaharın ayazında, açık havada bir battaniye ile gecelediği oluyor.
Kızları Enstitüye getirince önce yıkayıp temizliyor. Bitlerini kendi elleri ile ayıklıyor. Onları giydiriyor, doyuruyor.
Kitaptan bir pasaj:
“Yatılıya 12 yeni öğrenci gelmişti. Birisi ta İresi’nin bir mezrasından
katırcılara teslim edilip gönderilmişti. Üstü başı o kadar yırtık
pırtıktı ki, şalvarının dizden yukarı kalan paçavralarının önüne
toplayarak örtünmeye çalışıyordu. Her durduğumuz yerde çömelip
büzülüyordu…
…Yanına çömeldim, önlüğü göstererek üstündeki pırtıları çıkarmak
istedim. Elinin tersiyle elime vurdu ve bağıra bağıra ağlamaya başladı.
Çare yoktu, paçavralarının üstüne önlüğü geçiriverdim. Başını kaldırıp
bana bakınca şefkatle gülerek omuzuna “Kızımana...” diye okşadım.
Gözyaşları yanaklarında parlayarak susup gülümsedi ve kendiliğinden
kollarını soktu.
Saçları karşısında ürktüm. Saçları kıvırcıktı. Her telinde sıralanmış
binlerce sirke saçlarını adeta kırlaştırmış gibi gösteriyordu. Bitler
görüp çıkıyor, dolaşıp geziniyorlardı.
Başını zeytinyağı ile yağladık. Büyük leğeni yarısına kadar su ile
doldurarak önüne koyduk. Rahatları kaçan bitler leğene düşüyorlardı.
Seyrek tarakla taranınca dişler bitle doluyordu. Birkaçı da hademenin
eline çıkınca ben “ben yapamam”, diye tarağı atıp kalktı ve öğürmeye
başladı. Çaresiz kolları sıvadım, kızlar tarağı elimden almak
istedilerse de vermedim. Çünkü onları temizlemek de bana düşecekti.”
Beser isimli bu kız, 4 yıllık eğitimin sonunda Akçadağ Köy Enstitüsüne gitmiş ve eğitimine orada devam etmiş.
Sıdıka Avar Beser gibi yüzlerce kızı eğitmiş. Bu kızların bir kısmı
eğitime devam edip öğretmen olmuş bazıları da köyüne dönüp
öğrendiklerini orada uygulamış.
Türk Millet Olmak
Sıdıka
Avar bir gün kızları toplamış ve Ankara’ya götürmüş. Trenle önce
Sivas’tan daha sonra Kayseri’den geçip Ankara’ya ulaşmışlar. Yolda göz
alabildiğine ovaları, köyleri, kasabaları gördükçe hayran kalmışlar.
Kendi aralarında “Bizden küçük çok, bizden büyük olan da var ama
mertlikte, yiğitlikte bizim Türk Milleti kadar büyük yok” diye
konuşuyorlarmış.
Ankara’ya geldiklerinde hep beraber “Ankara Ankara güzel Ankara” diye
marş söylemişler. Tunceli’nin, Elazığ’ın, Bingöl’ün Zaza ve Kürt kızları
Türklükleri ile övünüyorlarmış. İşte Atatürk’ün “Ne mutlu Türk diyene”
ifadesi ile anlatmak istediği de buydu…
Dönüşte çocuklar dert yanıyormuş: “Allah bizi niye böyle dağa taşa atmış, biz n’ettik ona?
Avar’dan Vaz Geçilmez
Sıdıka
Avar kısa bir süre Tokat’ta görevlendirilir. Oraya gittiğinde
kızlarından mektuplar alır. Öğrendikleri Türkçe ile mani yazanlar da
olur. Sevgilerini şöyle dile getirirler:
Yılan yollar yamandır
Yad ellerse yabandır
Yitirdim Avarımı
Yarenliğim amandır
Gurbet rengi karadan
İçim gülmez yaradan
Avar sana emanet
Hey sevgili yaradan
Tokat’tan tekrar Elazığ’a döner ve Kız Enstitüsü Müdür olarak görevine devam eder. Yüzlerce kıza hayat verir.
1954 yılına kadar Elazığ’da görev yapan Avar, bu tarihte Başta vali
olmak üzere yerel yöneticilerle anlaşamadığı için Ankara Kız Teknik
Öğretmen Okulu’na tayini çıkarılır ve Elazığ’dan ayrılır.
Elazığ’dan ayrılmadan önce tayini durdurmak için uğraşır. MEB’ndan daha
ne kadar Elazığ’da kalmak istediğini sorarlar. Ağlaya ağlaya cevap
verir: “Ölünceye kadar”.
Ankara’ya gidince “dağ çiçekleri” ona mektuplar yazar. Onlardan birisi şöyle:
“Siz gideli gitmeyeli hep neşemiz kaçtı ve sizinle beraber geldi. Sizden
sonra hep ağlayıp sizi her yerde arıyorduk. Aman ne yazık yatılıya ki,
sizi göremez. Sizden başka kimiz var ki, siz olmazsanız bu okulu kim
idare eder ve siz bizim bütün dertlerimizi dinliyordunuz anneciğim.
Sizin emeğiniz ben de çoktur onun için hiç hatırımdan çıkmıyorsunuz.
Gönderdiğiniz hediyeleri aldık ama ne ki siz yanımızda yoksunuz.
Lale sümbül biçilmez
Soğuk sular içilmez
Okuldan vaz geçilir
Avar’dan vaz geçilmez
Emeklerim Helal Olsun
Sıdıka Avar’ın kızlarına ve yöre halkına gönderdiği son mesaj da şöyledir:
“Ey benim Mastarların, Hazarların, Gölcüklerim Muratların ülkesi Elazığ,
ey bağlarında tat, dağlarında buzlu sular kaynayan yeşil Uluovaların
evlatları, Tunceli ve Bingöl’ün göklerle yarışan çetin dağları, boynuna
bin bir haşeratın kemirdiği boynu bükük ormanları, ey dar zümrüt
vadilerin çileli yiğit çobanları ve mert insanları…
Ey saadetiniz sevinç, dertlerinize göz yaşı kattığım vefalı kızlarım, biçare bacılarım!.
Uğrunuza serdiğim 20 senemin kahırları, dertler, cefaları ananızın ak sütü gibi helal olsun!
Kalbimde sizin için burcu burcu tüten saadet ve bereket dilekleri köyünüze, kömünüze rahmet gibi yağsın ve mesut olun.”
Bir cumhuriyet aydınının adanmışlığına bakınız!
Ey
Türk Milleti’nin kahraman evladı! Hatıralarını gözyaşları içinde
okudum. Bir Türk vatandaşı ve Tunceli’nin bir evladı olarak sana minnet
ve şükranlarımı sunuyorum. Cumhuriyetin aydınlığını Elazığ’ın,
Tunceli’nin, Bingöl’ün köylerine taşıdın. Senin yaktığın meşale ebediyen
yanacak ve bu yöreleri aydınlatmaya devam edecektir.
Ruhun şad olsun, nur içinde yat.
Prof. Dr. Eyüp S. Karakaş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder