30 Aralık 2015 Çarşamba

AĞLATAN KİTAP

Geçenlerde vatan partisi il yönetimi olarak Tomarza'dan dönüyorduk. Arabada 3 kişiydik; ben, Oktay Yıldırım ve İlhami Kip. Vakit geç oldu, karanlığa kaldık. Zifiri bir karanlıkta yol alıyorduk. Yol boyunca tenha, ölgün ışıklar içindeki köylerden geçiyorduk. Söz, köy çocuklarının eğitimine geldi. İlhami Kip bir eğitimci olarak bu çocukların eğitimi için neler yaptığını anlattı, takdirle dinledik. Onu bu çalışmalarından dolayı kutlayınca tevazu içinde benim yaptıklarım Sıdıka Avar'ın yaptıklarının yanında çok önemsiz kalır dedi.

İlhami Kip Sıdıka Avar'ı büyük bir övgü ile anlatınca ona dedim ki:
“Ben Tunceli’nin Çemişgezek ilçesinde doğdum Çocukluğum Çemişgezek, Hozat ve Elazığ’da geçti. Sıdıka Avar Anneannemin Çemişgezek’teki evine de gelmiş. Anneannem onu birkaç gün evinde ağırlamış. Ona katır temin etmiş. Sıdıka Avar Çemişgezek’in köylerini dolaşmış ve ailesinin rızası ile yanına aldığı kızları eve getirmiş ve anneannem ile birlikte onların bitlerini temizlemişler, yıkamış, giydirmişler. Sonra Sıdıka Avar kızları Elazığ’daki okula götürmüş.”

Ben böyle anlatınca İlhami Kip “bende onun hatıralarını yazdığı Dağ Çiçeklerim isimli kitabı var, onu size hediye edeyim” dedi. Çok mutlu oldum.

Kitabı ertesi günü aldım ve eve gider gitmez okumaya başladım. Okudukça elimde olmadan aktı, durdu gözyaşlarım.

“Dağ Çiçeklerim” fedakârlık dolu, hüzün dolu, acı dolu; 1930-1940’lı yılların Elâzığ’ını, Tunceli’sini, Bingöl’ünü anlatıyor. Sıdıka Avar, bu illerin köylerindeki, mezralarındaki geri bırakılmış, sömürülmüş, yokluğa, sefalete mahkûm edilmiş insanlarını özellikle de kızları anlattıkça gözümün önüne çocukluğumda yaşadığım Çemişgezek, Hozat geliyor. Ve durmuyor gözlerim.

Türkçe’nin Önemi
Sıdıka Avar Elazığ Kız Enstitüsünde ve Elazığ Kız Öğretmen okulunda öğretmenlik ve yöneticilik yapmış. 20 Sene boyunca “dağ çiçeklerim” dediği köylü kızları topluma kazandırmak ve Cumhuriyet’in birer aydın vatandaşı yapmak için çok büyük mücadeleler vermiş. Tam bir Cumhuriyet aydını ve Mustafa Kemal’in askeri olarak çalışmış bir efsane kadın.

Kitabın başında eğitim programından bahsediyor ve Türkçe derslerinin önemini şu sözlerle vurguluyor:

“Atatürk, bu dağ köylerinde bütün yoksunlukların Türkçe bilmemekten ileri geldiğini söylemiş, bunu isyan sebeplerinden biri olarak görmüştü. Onun için Türkçe'nin bu köylere “ana” ile sokulmasını arzu etmişti. Bu en köklü eğitimdi.”

Kızımana
Sıdıka Avar “dağ çiçeklerim” dediği kızların sadece öğretmenleri değil, aynı zamanda anaları olmuştu. Onlara “kızımana...” diye hitap etmiş ve bir anne şefkati ile onlara sarılmıştı. Sadece Türkçe öğretmemiş, bilimin ve uygarlığın ışığı ile aydınlatmıştı.

O yıllarda Elazığ, Tunceli ve Bingöl köyleri sefaleti ve yokluğu yaşıyor. İnsanlar aç, hastalıklı ve perişan durumda. Yaşadıkları ev kerpiçten yapılmış, tek bir göz; penceresi bile bazen yok. Yokluğu yaşamalarına rağmen eldekilerini ya gelip ağanın adamları alıyor ya da kendileri götürüp şeyhe, şıha teslim ediyor. Kızların durumu ise çok daha kötü. Zaza ve Kürt köylerindekiler Türkçe bilmiyor. Yiyecekleri yok, giyecekleri yok; var olan ise, sefalet, hastalık, zulüm ve sömürü.

Köy Enstitülerindeki Genç Prometeler
O zamanki köylerin ve oralarda yaşayan insanların halini Sıdıka Avar şöyle anlatıyor ve köy enstitülerine de atıf yapıyor. Erkek çocukların da bu okullara gitmesini istediğini yazıyor:

“Dolaştığım geniş doğu köylerinin insanları kerpiç evlerin içinde kapkaranlık bir dünyaya gözlerini açıyor, bugünkü yaşantıdan habersiz, bir karış ötedeki dünyayı tanımada yavrulayıp göçüyorlardı. Bu geniş cehalet deryasında bizim okul bir ışık zerresi bile değildi. Kerpiç evlerin karanlığını aydınlatacak nuru taşıyacak, cehaletle savaşacak olan genç Prometeler asıl bu enstitülerdi. Köy enstitülerini tanımam benim bu savaşta imanımı pekiştirdi. Bundan sonra köy köy dolaştıkça, erkek çocuklara köy enstitülerini tanıtmaya çalıştım.”

 

Cehaletten Önce Bitle Mücadele
Sıdıka Avar, bazen yaya, bazen katır sırtında, bazen de hurda bir kamyonun arkasında köylere, mezralara giderek erkek çocuklara köy enstitülerini önerirken, kızları da ailesinden alıp, Elazığ’daki kız enstitüsüne getirmeye çalışıyor. Yollarda aç kalıyor, donma tehlikesi atlatıyor, köylülerin kötü muamelesine maruz kalıyor ama asla yılmıyor. Günlerce ağzından bir lokma girmediği oluyor. Tunceli ve Bingöl’ün dağlarında, sonbaharın ayazında, açık havada bir battaniye ile gecelediği oluyor.

Kızları Enstitüye getirince önce yıkayıp temizliyor. Bitlerini kendi elleri ile ayıklıyor. Onları giydiriyor, doyuruyor.

Kitaptan bir pasaj:
“Yatılıya 12 yeni öğrenci gelmişti. Birisi ta İresi’nin bir mezrasından katırcılara teslim edilip gönderilmişti. Üstü başı o kadar yırtık pırtıktı ki, şalvarının dizden yukarı kalan paçavralarının önüne toplayarak örtünmeye çalışıyordu. Her durduğumuz yerde çömelip büzülüyordu…

…Yanına çömeldim, önlüğü göstererek üstündeki pırtıları çıkarmak istedim. Elinin tersiyle elime vurdu ve bağıra bağıra ağlamaya başladı. Çare yoktu, paçavralarının üstüne önlüğü geçiriverdim. Başını kaldırıp bana bakınca şefkatle gülerek omuzuna “Kızımana...” diye okşadım. Gözyaşları yanaklarında parlayarak susup gülümsedi ve kendiliğinden kollarını soktu.

Saçları karşısında ürktüm. Saçları kıvırcıktı. Her telinde sıralanmış binlerce sirke saçlarını adeta kırlaştırmış gibi gösteriyordu. Bitler görüp çıkıyor, dolaşıp geziniyorlardı.

Başını zeytinyağı ile yağladık. Büyük leğeni yarısına kadar su ile doldurarak önüne koyduk. Rahatları kaçan bitler leğene düşüyorlardı. Seyrek tarakla taranınca dişler bitle doluyordu. Birkaçı da hademenin eline çıkınca ben “ben yapamam”, diye tarağı atıp kalktı ve öğürmeye başladı. Çaresiz kolları sıvadım, kızlar tarağı elimden almak istedilerse de vermedim. Çünkü onları temizlemek de bana düşecekti.”

Beser isimli bu kız, 4 yıllık eğitimin sonunda Akçadağ Köy Enstitüsüne gitmiş ve eğitimine orada devam etmiş.

Sıdıka Avar Beser gibi yüzlerce kızı eğitmiş. Bu kızların bir kısmı eğitime devam edip öğretmen olmuş bazıları da köyüne dönüp öğrendiklerini orada uygulamış.

Türk Millet Olmak
Sıdıka Avar bir gün kızları toplamış ve Ankara’ya götürmüş. Trenle önce Sivas’tan daha sonra Kayseri’den geçip Ankara’ya ulaşmışlar. Yolda göz alabildiğine ovaları, köyleri, kasabaları gördükçe hayran kalmışlar. Kendi aralarında “Bizden küçük çok, bizden büyük olan da var ama mertlikte, yiğitlikte bizim Türk Milleti kadar büyük yok” diye konuşuyorlarmış.

Ankara’ya geldiklerinde hep beraber “Ankara Ankara güzel Ankara” diye marş söylemişler. Tunceli’nin, Elazığ’ın, Bingöl’ün Zaza ve Kürt kızları Türklükleri ile övünüyorlarmış. İşte Atatürk’ün “Ne mutlu Türk diyene” ifadesi ile anlatmak istediği de buydu…

Dönüşte çocuklar dert yanıyormuş: “Allah bizi niye böyle dağa taşa atmış, biz n’ettik ona?

Avar’dan Vaz Geçilmez
Sıdıka Avar kısa bir süre Tokat’ta görevlendirilir. Oraya gittiğinde kızlarından mektuplar alır. Öğrendikleri Türkçe ile mani yazanlar da olur. Sevgilerini şöyle dile getirirler:

Yılan yollar yamandır
Yad ellerse yabandır
Yitirdim Avarımı
Yarenliğim amandır

Gurbet rengi karadan
İçim gülmez yaradan
Avar sana emanet
Hey sevgili yaradan

Tokat’tan tekrar Elazığ’a döner ve Kız Enstitüsü Müdür olarak görevine devam eder. Yüzlerce kıza hayat verir.

1954 yılına kadar Elazığ’da görev yapan Avar, bu tarihte Başta vali olmak üzere yerel yöneticilerle anlaşamadığı için Ankara Kız Teknik Öğretmen Okulu’na tayini çıkarılır ve Elazığ’dan ayrılır.

Elazığ’dan ayrılmadan önce tayini durdurmak için uğraşır. MEB’ndan daha ne kadar Elazığ’da kalmak istediğini sorarlar. Ağlaya ağlaya cevap verir: “Ölünceye kadar”.

Ankara’ya gidince “dağ çiçekleri” ona mektuplar yazar. Onlardan birisi şöyle:

“Siz gideli gitmeyeli hep neşemiz kaçtı ve sizinle beraber geldi. Sizden sonra hep ağlayıp sizi her yerde arıyorduk. Aman ne yazık yatılıya ki, sizi göremez. Sizden başka kimiz var ki, siz olmazsanız bu okulu kim idare eder ve siz bizim bütün dertlerimizi dinliyordunuz anneciğim. Sizin emeğiniz ben de çoktur onun için hiç hatırımdan çıkmıyorsunuz. Gönderdiğiniz hediyeleri aldık ama ne ki siz yanımızda yoksunuz.

Lale sümbül biçilmez
Soğuk sular içilmez
Okuldan vaz geçilir
Avar’dan vaz geçilmez

Emeklerim Helal Olsun
Sıdıka Avar’ın kızlarına ve yöre halkına gönderdiği son mesaj da şöyledir:

“Ey benim Mastarların, Hazarların, Gölcüklerim Muratların ülkesi Elazığ, ey bağlarında tat, dağlarında buzlu sular kaynayan yeşil Uluovaların evlatları, Tunceli ve Bingöl’ün göklerle yarışan çetin dağları, boynuna bin bir haşeratın kemirdiği boynu bükük ormanları, ey dar zümrüt vadilerin çileli yiğit çobanları ve mert insanları…

Ey saadetiniz sevinç, dertlerinize göz yaşı kattığım vefalı kızlarım, biçare bacılarım!.

Uğrunuza serdiğim 20 senemin kahırları, dertler, cefaları ananızın ak sütü gibi helal olsun!

Kalbimde sizin için burcu burcu tüten saadet ve bereket dilekleri köyünüze, kömünüze rahmet gibi yağsın ve mesut olun.”

Bir cumhuriyet aydınının adanmışlığına bakınız!
Ey Türk Milleti’nin kahraman evladı! Hatıralarını gözyaşları içinde okudum. Bir Türk vatandaşı ve Tunceli’nin bir evladı olarak sana minnet ve şükranlarımı sunuyorum. Cumhuriyetin aydınlığını Elazığ’ın, Tunceli’nin, Bingöl’ün köylerine taşıdın. Senin yaktığın meşale ebediyen yanacak ve bu yöreleri aydınlatmaya devam edecektir.

Ruhun şad olsun, nur içinde yat.

Prof. Dr. Eyüp S. Karakaş

Hiç yorum yok: