1 Kasım seçimleri, sonucunda AKP tek başına iktidar oldu. Bu
demektir ki bugüne kadar uygulanan ekonomik politikalar devem edecek.
AKP’nin uyguladığı ekonomik politikalar aslında ABD’nin ve
diğer zengin ülkelerin üçüncü dünya ülkelerine, bazen siyasi, bazen ekonomik
baskılarla uygulattığı politikalardır. Bu politikaların özünü liberalleşme ve
küreselleşme teşkil eder.
Bugünkü iktisadi ve siyasi sistem 12 Eylül’ün ve onun iki
aktörü olan Kenan Evren ve Turgut Özal’ın eseridir. Bu iki isme Kemal Derviş’i
de eklemek gerekir. Onların bizi
getirdiği noktada, siyasal olarak halk yönetimden uzaklaştı; ekonomik olarak da eşitsizlik arttı.
Siyasal olarak halkın yönetimden uzaklaşmasının iki ana
sebebi var: Siyasal partiler ve seçim kanunları. Partiler lider sultası altına
girdi. Halkın parti yönetimini etkileme gücü azaldı. Liderleri de toplumdaki
zengin kesimler belirler oldu. Medya zenginlerin kontrolüne girdi. Algı
operasyonları ile halk yanlış yönlendirilmeye başlandı. Halk, kendisini kendisi için yönetemez duruma
düştü. Halk, zenginler tarafından, zenginler için yönetilmeye başlandı.
Ekonomik olarak liberal politikaların uygulanması, Dünya
Bankası ve IMF’nin etkisi ile kemerlerin sıkılıp emekçilerin gelirlinin
düşürülmesi, dünya finans çevrelerine kapıların açılması, gümrüklerin AB
kontrolüne verilmesi ve özelleştirmeler toplumda eşitsizliğin artmasına,
zenginlerin daha da zengin, fakirlerin de daha da fakir olmasına yol açtı.
İşsizlik arttı. Servet, gelir ve fırsat eşitliği azaldı. Milli gelirin
paylaşılmasında emeğin payı azaldı, sermayenin payı arttı.
İşsiz sayısı 7 milyona, asgari ücretle çalışanların sayısı
da 5 milyona ulaştı. Bunlara asgari ücretle yaşamaya çalışan 10 milyon
emekliliği de eklersek hayatını zorlukla sürdürenlerin sayısı 22 milyona
ulaşıyor. Bu ekonomik ve siyasal
sistemin sonucu ise, 22 milyonu aşan işsiz ve açlar ordusu…
Toplumdaki eşitsizlik sadece gelirde ve servette değil,
fırsat eşitsizliği de var. Zenginin çocuğu iyi okullarda okuyabilir; vakıf
üniversitelerine girer, mezun olunca da zaten işi hazırdır. Yoksulun çocuğu ise
40-50 kişilik sınıflarda, imkânları kısıtlı okullarda okur, üniversiteye girmek
için çabalar, üniversiteyi zor şartlarda bitirir sonra da iş kapılarında bekler
durur.
Fırsat eşitsizliği sosyal hareketliliği sınırlar; sınıf
toplumu oluşur. Bu durum milli birliği de zedeler.
İşte bu ekonomik şartlar altında 1 Kasım seçimleri yapıldı.
AKP, CHP ve MHP hemen hemen aynı ekonomik politikaları savunarak seçmenin
karşına çıktı. Bu partilerin liberalleşmeye, küreselleşmeye, karşı bir
söylemlerini duymadık. Kim kazanırsa kazansın, kaybedecek olan yoksul halk
kitleleri ve emekçiler olacaktı; öyle de oldu.
Halk kendisini daha da fakir, zengini ise daha da zengin
yapacak partiyi belirlemiş oldu; o kadar. Muhafazakârım diyen de, solcuyum
diyen de milliyetçiyim diyen de anlaşıldı ki, yoksul halktan çok zengini ve
gelişmiş ülkelerin ekonomisini düşünüyor. Hiçi biri toplumdaki eşitsizliği azaltacağım
demiyor.
Ekonomik sorunların temelinde malî bağımsızlığın yok olması
yatıyor. Türkiye Cumhuriyetin ilk yıllarındaki gibi tam bağımsızlığa
kavuşmadıkça ne ekonomik ne de siyasi sorunlarına cevap bulabilir. Tam
bağımsızlığı sağlayacak ve sürdürecek olan tek parti vardır; o da Vatan
Partisidir. Çare Vatan Partisindedir.
Ne yazık ki, bu seçimde de halk sadece kimlerin kendisini
yoksul bırakacağını seçti, o kadar!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder