4 Kasım 2015 Çarşamba

HALKIN KARARI

1 Kasım seçimleri, sonucunda AKP tek başına iktidar oldu. Bu demektir ki bugüne kadar uygulanan ekonomik politikalar devem edecek.

AKP’nin uyguladığı ekonomik politikalar aslında ABD’nin ve diğer zengin ülkelerin üçüncü dünya ülkelerine, bazen siyasi, bazen ekonomik baskılarla uygulattığı politikalardır. Bu politikaların özünü liberalleşme ve küreselleşme teşkil eder.

Bugünkü iktisadi ve siyasi sistem 12 Eylül’ün ve onun iki aktörü olan Kenan Evren ve Turgut Özal’ın eseridir. Bu iki isme Kemal Derviş’i de eklemek gerekir.  Onların bizi getirdiği noktada, siyasal olarak halk yönetimden uzaklaştı;  ekonomik olarak da eşitsizlik arttı.

Siyasal olarak halkın yönetimden uzaklaşmasının iki ana sebebi var: Siyasal partiler ve seçim kanunları. Partiler lider sultası altına girdi. Halkın parti yönetimini etkileme gücü azaldı. Liderleri de toplumdaki zengin kesimler belirler oldu. Medya zenginlerin kontrolüne girdi. Algı operasyonları ile halk yanlış yönlendirilmeye başlandı. Halk,  kendisini kendisi için yönetemez duruma düştü. Halk, zenginler tarafından, zenginler için yönetilmeye başlandı.

Ekonomik olarak liberal politikaların uygulanması, Dünya Bankası ve IMF’nin etkisi ile kemerlerin sıkılıp emekçilerin gelirlinin düşürülmesi, dünya finans çevrelerine kapıların açılması, gümrüklerin AB kontrolüne verilmesi ve özelleştirmeler toplumda eşitsizliğin artmasına, zenginlerin daha da zengin, fakirlerin de daha da fakir olmasına yol açtı. İşsizlik arttı. Servet, gelir ve fırsat eşitliği azaldı. Milli gelirin paylaşılmasında emeğin payı azaldı, sermayenin payı arttı.

İşsiz sayısı 7 milyona, asgari ücretle çalışanların sayısı da 5 milyona ulaştı. Bunlara asgari ücretle yaşamaya çalışan 10 milyon emekliliği de eklersek hayatını zorlukla sürdürenlerin sayısı 22 milyona ulaşıyor.  Bu ekonomik ve siyasal sistemin sonucu ise, 22 milyonu aşan işsiz ve açlar ordusu…

Toplumdaki eşitsizlik sadece gelirde ve servette değil, fırsat eşitsizliği de var. Zenginin çocuğu iyi okullarda okuyabilir; vakıf üniversitelerine girer, mezun olunca da zaten işi hazırdır. Yoksulun çocuğu ise 40-50 kişilik sınıflarda, imkânları kısıtlı okullarda okur, üniversiteye girmek için çabalar, üniversiteyi zor şartlarda bitirir sonra da iş kapılarında bekler durur.

Fırsat eşitsizliği sosyal hareketliliği sınırlar; sınıf toplumu oluşur. Bu durum milli birliği de zedeler.

İşte bu ekonomik şartlar altında 1 Kasım seçimleri yapıldı. AKP, CHP ve MHP hemen hemen aynı ekonomik politikaları savunarak seçmenin karşına çıktı. Bu partilerin liberalleşmeye, küreselleşmeye, karşı bir söylemlerini duymadık. Kim kazanırsa kazansın, kaybedecek olan yoksul halk kitleleri ve emekçiler olacaktı; öyle de oldu.

Halk kendisini daha da fakir, zengini ise daha da zengin yapacak partiyi belirlemiş oldu; o kadar. Muhafazakârım diyen de, solcuyum diyen de milliyetçiyim diyen de anlaşıldı ki, yoksul halktan çok zengini ve gelişmiş ülkelerin ekonomisini düşünüyor. Hiçi biri toplumdaki eşitsizliği azaltacağım demiyor.

Ekonomik sorunların temelinde malî bağımsızlığın yok olması yatıyor. Türkiye Cumhuriyetin ilk yıllarındaki gibi tam bağımsızlığa kavuşmadıkça ne ekonomik ne de siyasi sorunlarına cevap bulabilir. Tam bağımsızlığı sağlayacak ve sürdürecek olan tek parti vardır; o da Vatan Partisidir. Çare Vatan Partisindedir.


Ne yazık ki, bu seçimde de halk sadece kimlerin kendisini yoksul bırakacağını seçti, o kadar!

Hiç yorum yok: