26 Haziran 2014 Perşembe

SEVR'E DOĞRU AÇILIM....

Son günlerde çözüm sürecini hızlandırmak adına yeni bazı adımlar atılmaktadır. Atılan ve atılması düşünülen bu adımların bizi vardıracağı nokta, Sevr Antlaşmasında bize dayatılan, Güney doğu Anadolu'da kukla bir devletin kurulmasıdır. Bu konuda 15 Mayıs 1993 tarihinde bir yazı yayınlamış ve Hangi uygulamaların bizi Sevr'e götüreceğini anlatmıştım. Maalesef bize Sevr yolunu açan uygulamalar, özellikle son 12 yılda giderek arttı ve bugünkü vahim durum oluştu.

Kendimce önemli bulduğum iç,n, 21 sene önce yazdığım yazıyı tekrar yayınlıyorum.

Yeni Türkeli Gazetesi Sayı:8 Yıl:1 15 Mayıs 1993

SEVR VEYA LOZAN

“Güneydoğu Sorunu” bugün için Türkiye’nin en önemli meselesidir. Çünkü milli birliğimiz veya toprak bütünlüğümüz tehdit altındadır. Her gün birçok vatan evladı hayatını kaybetmektedir. Cumhuriyet’in ilanından beri, M. Akif’in “Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda” diye vasıflandırdığı vatan toprağının bir kısmı, ilk defa bu kadar ciddi bir şekilde kaybedilme tehlikesi içindedir.

Meselenin asıl kaynağı batılı ülkelerin menfaatlerini iki yönde geliştirme istek ve çabalarıdır. Bunlardan birincisi Ortadoğu’ya dolayısıyla bu bölgedeki petrollere hâkim olmak için bir kukla devlet kurma arzusudur. İkincisi de “Şark Meselesi” olarak isimlendirilen sorundur.

Şark Meselesi” 19.yüzyılda emperyalist Avrupa’nın ortaya attığı politik bir terimdir. Bu meselenin aslı ise, Hıristiyan Batı’nın Müslüman Türkleri Avrupa ve Anadolu’da istememeleridir. Batının konuyu bu şekilde ele alması Türklerin Anadolu’ya girmesi ile başlamıştır. 1071 yılından itibaren ciddi şekilde Anadolu’ya girmeye başlayan Türkler daha sonraki yıllarda Türklüğü ve İslamiyet’i Avrupa ortalarına kadar ilerletmişlerdir. Hıristiyan batının Türkleri önce Anadolu’ya daha sonra İstanbul’a, Rumeli’ye ve Avrupa içlerine sokmamak için verdiği mücadele başarılı olmamıştır. Ancak 1693 yılında, Viyana bozgunundan sonra Avrupa milletlerinin Haçlı zihniyeti içerisinde, Türkleri geldikleri topraklara geri gönderme çabaları başarılı olmaya başlamıştır ve 1. Cihan Harbi’nden sonra orduları Sakarya’ya kadar gelmişse de kahraman milletimiz onları bugünkü sınırlarımız dışına atmasını bilmiştir.

Avrupa devletlerinin Osmanlı İmparatorluğunu yıkmakta gösterdikleri başarıda İmparatorlun içerisindeki azınlık milliyetçiliği akımlarını destekleme politikalarının büyük rolü vardır. Aynı şekilde 19. yüzyılda başlatılan “Kürtçülük İdeolojisi” de bu anlayıştan doğmuştur. Osmanlı Türk devletini yıkmak için bazı aşiret ve oymaklara Kürt oldukları fikri  empoze edilerek Türklerden ayrı bir ırk oldukları şuurunun verilmesi bu taktik anlayıştan doğmuştur. Kürtçülük faaliyeti içinde olanlar dün de bugün de Türk devletinin parçalamasından menfaat bekleyen kişi ve gruplardır.

İngiltere 1800’lü yıllardan beri Kürtçülük hareketi ile yakından ilgilenmiştir. 1800’lü yılların başından itibaren bölgeye ajanlar görevlendirerek, bölgedeki aşiretlere farklı milliyet şuuru vermeye başlamıştır. Bu arada yeraltı zenginliklerini de tespit etmişlerdir.

İngilizlerin en çok uyguladıkları taktik, “böl ve yönet” taktiğidir. Bu taktiği yürütebilmek için Osmanlı İmparatorluğu içerisinde, Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti ve Ermeni-Kürt işbirliğini artırmak için Hayben cemiyetini faaliyete geçirmişlerdir.

İngiltere’nin bölgede tesirleri I. Dünya Savaşı sonrasında çok daha fazla hale gelmiştir. Loyd George 30 Ocak 1919 tarihinde Paris Konferansında Kürt meselesini gündeme getirmiş ve konferans metnine “Ermenistan, Suriye, Mezopotamya, Kürdistan, Filistin ve Arabistan Osmanlı Türk İmparatorluğundan ayrılmalıdır.” maddesini koydurmuştur.

10 Ağustos 1920 de imzalanan Sevr Antlaşması’nın 62, 63 ve 64. maddelerinde, bu istek, daha açık şekilde ortaya konulmuştur. Sevr Antlaşması’na göre Fırat’ın doğusunda İtilaf devletlerinin kontrolünde mahalli muhtariyet oluşturulacak; bir yıl sonra ise, Kürt ahali eğer isterse ve Cemiyeti Akvam da onaylarsa Türkiye bu bölgede hiçbir hak iddia etmeyecekti. Yani Fırat’ın doğusu Türkiye’den koparılıp alınacaktı. Böylece kukla Kürdistan ve Ermenistan devleti kurulacaktı.

Birinci Cihan Harbi’ni takip eden yıllarda ve milli mücadele yıllarında, İngilizler Kürtler ile ilgili yoğun faaliyette bulunmuşlardır. Başlıca iki amaca yönelik propaganda yapmışlardır. Birincisi yöre ahalisi arasında İngiliz sempatisini geliştirmek; ikicisi, Kürtlerin ayrı bir millet olduğu fikrini yaymak.

Binbaşı Noel bu yıllarda en fazla çalışan İngiliz ajanıdır. Onun raporlarına göre bölgede bir siyasi ünite olarak Kürdistan mevcut değildir fakat zamanla gerekli zemin oluşturularak millet şuuru gerçekleşebilecektir.

Sonuç olarak İngilizler Kürtleri menfaatleri ölçüsünde desteklemiş ve kullanmışlar menfaat beklemedikleri zaman desteklerini çekmişlerdir. Fakat işledikleri “Kürtlerin ayrı bir millet olduğu” teması yeşermiş, Türk ve Dünya kamuoyunca benimsenir hale gelmiştir.

A.B.D.’nin Ortadoğu olayları ile ilgili esas faaliyetleri İkinci Cihan Harbi sonrası başlamıştır. Muhammed Molla Barzani ile İran Şahı arasındaki mücadelede Şah’a yardım etmiş, 1946 da Barzani’nin yenilmesini sağlamıştır. Aynı Amerika, 1960 yılından itibaren Barzani’yi desteklemiş Irak’taki isyana yardım etmiştir. Irak yönetiminin büyük tepkisi sonucu bu destekten vazgeçmiştir. Barzani, CIA kontrolünde, ABD’de ölmüştür.

ABD’nin Kürtlerle ilgisi devam etmiş ve 1980’li yılların başından itibaren bu ilgi giderek artmıştır. A.B.D. Dışişleri bakanlığının her yıl yayınlanan insan hakları komisyonu raporunda, 1982 yılında Kürtlerden iki cümle ile bahsedilirken 1986 yılı raporunda Kürtlerin durumu 12 paragraf ile bahsedilmiş ve Türk Hükümeti bu raporda tenkit edilmiştir. 1987 yılında ise 11 sayfa Kürtlere ayrılmıştır. Takip eden yıllarda da, raporda Kürt azınlığın insan haklarından yararlandırılmadığı ısrarla bahsedilmiştir. Böylece Sevr ile bize kabul ettirilemeyen (Lozan’da ret edildi) Kürtlerin ayrı bir millet olduğu ve azınlık olduğu fikri işlenilerek kukla Kürdistan devletinin kurulmasına çalışılmaktadır.

ABD, PKK ile ASALA’nın (Ermeni) işbirliğini de desteklemiştir. ABD sadece PKK ile değil diğer örgütlerle de işbirliği yapmaktadır. 1988 yılında Irak Kürdistan Yurtsever Birliği Lideri Celal Talabani’yi ABD yönetimi kabul etmiş ve resmi görüşmeler yapmıştır. Talabani ise Abdullah Öcalan ile ittifak protokolü yapmış bir kimsedir. Bu yıllardan sonra PKK militanlarında Amerika yapımı silahlar görülmeye başlanılmıştır. ABD, PKK’nın terör örgütü olduğunu kabul etmekle birlikte bu örgütün siyasi, sosyal teorilerini çok büyük oranda paylaşmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu sonrasında ve daha sonraki yıllarda 3 önemli isyan hareketi olmuştur: 1920 Koçgiri, 1925 Şeyh Sait, 1938 Dersim hareketleri aslında bir milli isyan hareketi değildir. Özellikle 1925 Şeyh Sait İsyanı’nın Musul ve Kerkük meselesinin İngilizlerle müzakereye girişilip T.C. lehine halledileceği zamana denk gelmesi tesadüfî değildir. 1938 Dersim harekâtının ise, Hatay meselesi sonrasında doğan gergin zamanda olması tahriklerin dış kaynaklı olduğunu göstermektedir.

Avrupa’da kurulmuş bulunan Kürt Cemiyeti’nin 1961 yılında zamanın devlet başkanı Cemal

Gürsel’e gönderdiği telgrafta şu istekler vardı:
  1. Kürdistan vilayetleri tek ülke halinde birleşmeli ve Cumhuriyet içinde muhtariyet verilmeli;
  2. Kürtçe resmi öğrenim dili haline getirilmeli;
  3. Kürtçe basın ve yayına müsaade edilmeli;

1961 yılında Silopi’de kurulan Irak Kürdistan Partisi ise programına şunları almıştır:
1. T.C. Anayasa’sı değiştirilmelidir.
2. Anayasa’ya Türk ve Kürt terimleri konulmalıdır.
3. Türk Devleti’nin iki milletten oluştuğu kabul edilmelidir.
4. Kürtçe yayın yapılmasına müsaade edilmelidir. Okullarda Kürtçe okutulmalı, radyoda Kürtçe neşriyat yapılmalıdır.

Devrimci Doğu Kültür Dernekleri’nin 1969’da yayınladıkları bildiri’de ise şunlar vardı:
  1. Sivas il hududundan itibaren Doğu’da bir Kürt devleti kurulması çalışmaları yapılmalıdır.
  2. Kürtlerin etnik bir grup olduğu propaganda edilmelidir.
  3. Türk ordusu işgal ordusu olarak gösterilmektedir.
  4. Eylemler Türk Solu ile birlikte yapılmalıdır.

Zamanımızda ise bu görüşleri vatan ve milletin bölünmez bütünlüğü için yemin edenler (millet vekilleri) kolaylıkla savunmaktadır.

1984 yılında PKK ilk defa ilçe basarak terörist ve bölücü faaliyetlere hız kazandırmıştır. Körfez harekâtı ile de durum daha vahim bir hal almıştır.

Bugün artık her gün birkaç vatan evladı güvenlik görevlimiz şehit edilmekte, devlet daireleri kurşunlanmakta, bombalanmaktadır. Bu olayların esas sebebi daha önce belirttiğimiz gibi Doğu ve Güneydoğumuzu da içine alacak kukla bir Kürdistan devletinin kurulmak istenmesidir.

Bir devletin kurulması için üç unsur gereklidir.
  1. Birbirleri ile yaşamaya karar vermiş, müşterek kültür, tarih v.s. gibi değerlere sahip bir topluluk yani millet,
  2. Bu milletin üzerinde yaşayacağı topraklar yani vatan,
  3. Bu topraklar üzerinde bu milletin hakim olması, otoritesini kullanabilmesi yani hükümranlık.

İşte Kürt Devleti’ni oluşturmak için bu üç unsurun gerçekleşmesine çalışılmaktadır.

Daha önce bahsedildiği gibi İngiltere başta olmak üzere 19. yüzyıl başlarından itibaren propaganda edilen, “Kürtlerin ayrı bir millet olduğu” görüşü dünya kamuoyunca kabul görmüştür. Türk Kamuoyunda da bu düşünce kabul görür hale gelmiştir. Bu görüşün kabul görmesinde “Türkçe’den başka dillerde yapılacak yayınlar hakkında kanunun” iptali ile birlikte başlayan resmi ağızlı beyanların büyük rolü olmuştur.

Herkes anadili ile konuşabilmelidir şeklinde gerekçe gösterilerek 12 Eylül yönetimi ile getirilen kanun iptal edilmiştir. Bu iptal işlemi esnasında Kürtlerin ayrı bir millet olduğu ve nüfuslarının en az 12.000.000 olduğu şeklinde resmi beyanlar olmuştur.

Devlet için ikinci unsurun Hükümranlık olduğunu söylemiştik. Kürdistan olarak isimlendirilecek Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusunda ve Irak’ın kuzeyinde T.C. ve Irak Devletinin hâkimiyeti ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.

Irak’ın kuzeyinde, körfez harekatından sonra, (36.paralel) Irak devletinin hakimiyeti müttefik ülkelerin gayreti ile ortadan kalkmıştır. Kukla Kürdistan kurmak isteyen ABD ve müttefikleri bu bölgede Irak’ın denetimi yeniden kazanmaması için Çekiç Gücü Silopi’ye yerleştirmişlerdir. Bahane olarak Irak’ın bu bölge halkına olan kötü muamelesini önlemek gereğini ileri sürmüşlerdir. Yani tez şudur: “Kuzey Irak’ta Kürtler yaşamaktadır. Irak bunların haklarını vermemektedir. İsyan eden bu insanlara kötü davranmaktadır. İnsan haklarına uyulmamaktadır. İnsan hakları savunucusu ABD ve müttefiklerinin de bu insanları kazanmak için Çekiç Gücü T.C. Güneyine yerleştirmişlerdir.”

T.C. Güneyinde devlet otoritesinin de kalkması gerekir (hükümranlık). Bunun içinde terör metot olarak kullanılmaktadır. PKK, terör eylemleri ile bölge halkına esas gücün kendisinde olduğunu göstermeye ve halkta ve devlet kademelerinde yılgınlık doğmasına çalışmaktadır.
Kuzey Irak’ta ABD kontrolünde bir devletin kurulması gerçekleşmek üzeredir. Seçim yapılmıştır; Hükümet kurulmuştur; Ordu kurulmaktadır.

Bu devlet kuruluktan sonra korkarım ki Çekiç Güç T.C. deki Kürtlerin korunmasını üstlenir ve T.C. otoritesi Güney Doğudan kaldırarak Kürt devletinin sınırları genişletilmiş olur. Bunu önlemek uygulanan şimdiki politikalar ile zordur. Çünkü biz de bu insanların farklı bir millet olduğunu kabullenmiş bulunuyoruz.

Atatürk ve daha sonraki devlet adamları Kürtlerin ayrı bir millet olduğu fikrini asla kabul etmemişlerdir ki doğrusuda budur.

Atatürk bir coğrafya kitabında şunları yazıyor :

“Türkiye bugün yalnız Türklerin yerleşmiş olduğu araziden mürekkeptir. Türk olmayanlar, Türklüğe yabancı olanlar vatan haricinde kalmış veya çıkarılmış bu suretle milli birlik temin edilmiştir. Fakat birçok Türk vatandaşımız Lozan müdahalesiyle çizilen yeni hudutlarımız haricinde kalmıştır. Türkiye’de ekalliyet teşkil eden unsurlar Rumlar, Ermeniler ve Musevilerden ibarettir.”

Atatürk döneminde şekillenen bu milli politika zamanla terkedilmiş hatta zamanımızda bununla da yetinilmemiş “Kürtçe” ve “Kürt Irkı” devamlı gündemde tutulmaya çalışılmıştır. Hatta T.B.M.M. çatısı altında Kürtlere özgürlük isteyen milletvekilleri çıkabilmiştir.

Son olarak Terör Örgütü PKK’nın lideri ateşkes ilan ettiğini belirtmiş ve bazı haklar verildiği takdirde ateşkesin devam edeceğini bildirmiştir. Onun Türkiye’deki uzantısı olanlar ve bazı gafil kimseler de Apo ve militanlarına yeni bir siyasi sıfat ve hüviyet kazandırmaya çalışmaktadırlar. PKK’nın ateşkes ilanı bir taktik anlayış gereğidir. PKK’nın görevlerinden biri silahlı propagandadır. Bu propaganda ile Anadolu’nun Doğu ve Güneydoğusunda, Türklerden ayrı bir Kürt Milleti yaşadığını dünya ve maalesef Türk kamuoyuna kabul ettirmiştir. Dolayısıyla görevlerinden birini başarı ile tamamlanmıştır.

PKK ikinci görevini ise, bu bölgede T.C.nin otoritesini ortadan kaldırarak kendi hükümranlıklarını kabul ettirmeyi, güvenlik güçlerimizin ve yöre halkının mücadelesi sonucu başaramamıştır. Bu sebeple de PKK lideri ateşkes ilan ettiğini açıklamıştır. Ateşkesin devamı için ileri sürdüğü istekler ise bölücü örgütlerin 1960’lı yıllarda yazdıkları ile aynıdır.

Türkiye’nin önünde şimdi iki yol vardır. Biri Sevr’e diğer Lozan’a gitmektedir.

Türkiye eğer Sevr’e gitmek istiyorsa yapacağı işlemler şunlardır:
  1. T.C. Devleti’nin üniter yapısı tartışmaya açılmalı, federatif devlet modeli üzerinde durulmalıdır.
  2. T.C. Devleti içinde farklı iki millet olduğu belirtilerek I.Cumhuriyet tartışılmalı, II.Cumhuriyetin kurulması için propaganda yapılmalıdır.
  3. Kürtçe TV, gazete, kitap, gibi yayınların yapılması kolaylaştırılmalıdır.
  4. Anadolu’nun Güney Doğusunda muhtar bir bölge kurulmalıdır. Bu bölgede güvenlik ve asayişi PKK militanları sağlamalıdır.
  5. Her ihtimale karşı Çekiç Güç’ün göreve devam etmesi sağlanmalı, bu bölgedeki halkın hakları bu güce emanet edilmelidir.
  6. Irak Devleti’nin 36.paralelin kuzeyinde otoritesinin kalmaması sağlanmalıdır.
  7. Irak’ın kuzeyi ile Anadolu’nun güneydoğusu bileştirilerek Kürt Devleti kurulmalıdır.

Türkiye elbette ki Sevr yolunu seçemeyeceğine göre ikinci yolu seçmelidir ve şunları yapmalıdır:
  1. Türkiye Cumhuriyeti içerisinde Rum, Ermeni, ve Yahudilerden başka bir azınlık grubu olmadığı bütün dünyaya ilan edilmelidir.
  2. T.C. vatandaşlarının hepsinin bu devletin birinci sınıf vatandaşı olduğu, etnik temeli ne olursa olsun herkesin Yüce Türk Milleti’nin birer ferdi olduğu anlatılmalıdır.
  3. Devletin üniter (tekil) yapısı tartışma konusu yapılmamalı federatif bir yapıdan söz dahi edilmemelidir.
  4. Devletin resmi otoritesi ülkenin her karış toprağında hâkim kılınmalıdır.
  5. Devletin şefkati her vatandaşa ulaşmalı, bölgeler ve insanlar arası gelir dağılımındaki bozukluk düzeltilmelidir.
  6. Resmi dilin Türkçe olduğu ve bu dilden başka bir dille eğitimin mümkün olmadığı anlatılmalıdır.
  7. Apo veya PKK adına konuşan hiçbir kimse devletin muhatabı olarak kabul edilmemelidir. Bu hususta Türk adaleti son söz sahibi kılınmalıdır.
  8. Irak’ın toprak bütünlüğü savunulmalıdır. Bu ülkede demokratik devlet yapısının kurulması teşvik edilmelidir.
  9. Çekiç Gücün bölgeden uzaklaştırılması sağlanmalıdır.
  10. Batılı ülkelerin bölgedeki faaliyetleri yakından takip edilmelidir.

Bütün bunları gerçekleştirmeye kalkarken Apo tekrar kan dökebilir endişesi yersizdir. Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl kurulduğunu anlattığı Büyük Nutku’nun sonunda şunları söylüyor: “Bugün vasıl olduğumuz netice milli musibetlerin intihabı ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. Bu neticeyi Türk Gençliğine emanet ediyorum.”

T.C. Devleti’ni kurmak için vatanın her köşesini kanları ile sulamasını bilen milletimiz onu ebediyete kadar yaşatmak için de gerekirse şimdi de asil kanını aziz vatan topraklarına dökmekten çekinmez.


Hiç yorum yok: