SEVR'E DOĞRU AÇILIM....
Son günlerde çözüm sürecini hızlandırmak adına yeni bazı adımlar atılmaktadır. Atılan ve atılması düşünülen bu adımların bizi vardıracağı nokta, Sevr Antlaşmasında bize dayatılan, Güney doğu Anadolu'da kukla bir devletin kurulmasıdır. Bu konuda 15 Mayıs 1993 tarihinde bir yazı yayınlamış ve Hangi uygulamaların bizi Sevr'e götüreceğini anlatmıştım. Maalesef bize Sevr yolunu açan uygulamalar, özellikle son 12 yılda giderek arttı ve bugünkü vahim durum oluştu.
Son günlerde çözüm sürecini hızlandırmak adına yeni bazı adımlar atılmaktadır. Atılan ve atılması düşünülen bu adımların bizi vardıracağı nokta, Sevr Antlaşmasında bize dayatılan, Güney doğu Anadolu'da kukla bir devletin kurulmasıdır. Bu konuda 15 Mayıs 1993 tarihinde bir yazı yayınlamış ve Hangi uygulamaların bizi Sevr'e götüreceğini anlatmıştım. Maalesef bize Sevr yolunu açan uygulamalar, özellikle son 12 yılda giderek arttı ve bugünkü vahim durum oluştu.
Kendimce önemli bulduğum iç,n, 21 sene önce yazdığım yazıyı tekrar yayınlıyorum.
Yeni Türkeli Gazetesi Sayı:8
Yıl:1 15 Mayıs 1993
SEVR VEYA LOZAN
“Güneydoğu Sorunu” bugün için
Türkiye’nin en önemli meselesidir. Çünkü milli birliğimiz veya toprak
bütünlüğümüz tehdit altındadır. Her gün birçok vatan evladı hayatını
kaybetmektedir. Cumhuriyet’in ilanından beri, M. Akif’in “Şüheda fışkıracak
toprağı sıksan şüheda” diye vasıflandırdığı vatan toprağının bir kısmı, ilk
defa bu kadar ciddi bir şekilde kaybedilme tehlikesi içindedir.
Meselenin asıl kaynağı batılı
ülkelerin menfaatlerini iki yönde geliştirme istek ve çabalarıdır. Bunlardan
birincisi Ortadoğu’ya dolayısıyla bu bölgedeki petrollere hâkim olmak için bir
kukla devlet kurma arzusudur. İkincisi de “Şark Meselesi” olarak isimlendirilen
sorundur.
“Şark Meselesi” 19.yüzyılda emperyalist Avrupa’nın ortaya attığı
politik bir terimdir. Bu meselenin aslı ise, Hıristiyan Batı’nın Müslüman
Türkleri Avrupa ve Anadolu’da istememeleridir. Batının konuyu bu şekilde ele
alması Türklerin Anadolu’ya girmesi ile başlamıştır. 1071 yılından itibaren
ciddi şekilde Anadolu’ya girmeye başlayan Türkler daha sonraki yıllarda
Türklüğü ve İslamiyet’i Avrupa ortalarına kadar ilerletmişlerdir. Hıristiyan
batının Türkleri önce Anadolu’ya daha sonra İstanbul’a, Rumeli’ye ve Avrupa
içlerine sokmamak için verdiği mücadele başarılı olmamıştır. Ancak 1693
yılında, Viyana bozgunundan sonra Avrupa milletlerinin Haçlı zihniyeti
içerisinde, Türkleri geldikleri topraklara geri gönderme çabaları başarılı
olmaya başlamıştır ve 1. Cihan Harbi’nden sonra orduları Sakarya’ya kadar
gelmişse de kahraman milletimiz onları bugünkü sınırlarımız dışına atmasını
bilmiştir.
Avrupa devletlerinin Osmanlı
İmparatorluğunu yıkmakta gösterdikleri başarıda İmparatorlun içerisindeki
azınlık milliyetçiliği akımlarını destekleme politikalarının büyük rolü vardır.
Aynı şekilde 19. yüzyılda başlatılan “Kürtçülük İdeolojisi” de bu anlayıştan
doğmuştur. Osmanlı Türk devletini yıkmak için bazı aşiret ve oymaklara Kürt
oldukları fikri empoze edilerek
Türklerden ayrı bir ırk oldukları şuurunun verilmesi bu taktik anlayıştan
doğmuştur. Kürtçülük faaliyeti içinde olanlar dün de bugün de Türk devletinin
parçalamasından menfaat bekleyen kişi ve gruplardır.
İngiltere 1800’lü yıllardan beri
Kürtçülük hareketi ile yakından ilgilenmiştir. 1800’lü yılların başından
itibaren bölgeye ajanlar görevlendirerek, bölgedeki aşiretlere farklı milliyet
şuuru vermeye başlamıştır. Bu arada yeraltı zenginliklerini de tespit
etmişlerdir.
İngilizlerin en çok uyguladıkları
taktik, “böl ve yönet” taktiğidir. Bu taktiği yürütebilmek için Osmanlı
İmparatorluğu içerisinde, Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti ve Ermeni-Kürt
işbirliğini artırmak için Hayben cemiyetini faaliyete geçirmişlerdir.
İngiltere’nin bölgede tesirleri
I. Dünya Savaşı sonrasında çok daha fazla hale gelmiştir. Loyd George 30 Ocak
1919 tarihinde Paris Konferansında Kürt meselesini gündeme getirmiş ve
konferans metnine “Ermenistan, Suriye, Mezopotamya, Kürdistan, Filistin ve
Arabistan Osmanlı Türk İmparatorluğundan ayrılmalıdır.” maddesini koydurmuştur.
10 Ağustos 1920 de imzalanan Sevr
Antlaşması’nın 62, 63 ve 64. maddelerinde, bu istek, daha açık şekilde ortaya
konulmuştur. Sevr Antlaşması’na göre Fırat’ın doğusunda İtilaf devletlerinin
kontrolünde mahalli muhtariyet oluşturulacak; bir yıl sonra ise, Kürt ahali
eğer isterse ve Cemiyeti Akvam da onaylarsa Türkiye bu bölgede hiçbir hak iddia
etmeyecekti. Yani Fırat’ın doğusu Türkiye’den koparılıp alınacaktı. Böylece
kukla Kürdistan ve Ermenistan devleti kurulacaktı.
Birinci Cihan Harbi’ni takip eden
yıllarda ve milli mücadele yıllarında, İngilizler Kürtler ile ilgili yoğun
faaliyette bulunmuşlardır. Başlıca iki amaca yönelik propaganda yapmışlardır.
Birincisi yöre ahalisi arasında İngiliz sempatisini geliştirmek; ikicisi,
Kürtlerin ayrı bir millet olduğu fikrini yaymak.
Binbaşı Noel bu yıllarda en fazla
çalışan İngiliz ajanıdır. Onun raporlarına göre bölgede bir siyasi ünite olarak
Kürdistan mevcut değildir fakat zamanla gerekli zemin oluşturularak millet
şuuru gerçekleşebilecektir.
Sonuç olarak İngilizler Kürtleri
menfaatleri ölçüsünde desteklemiş ve kullanmışlar menfaat beklemedikleri zaman
desteklerini çekmişlerdir. Fakat işledikleri “Kürtlerin ayrı bir millet olduğu”
teması yeşermiş, Türk ve Dünya kamuoyunca benimsenir hale gelmiştir.
A.B.D.’nin Ortadoğu olayları ile
ilgili esas faaliyetleri İkinci Cihan Harbi sonrası başlamıştır. Muhammed Molla
Barzani ile İran Şahı arasındaki mücadelede Şah’a yardım etmiş, 1946 da
Barzani’nin yenilmesini sağlamıştır. Aynı Amerika, 1960 yılından itibaren
Barzani’yi desteklemiş Irak’taki isyana yardım etmiştir. Irak yönetiminin büyük
tepkisi sonucu bu destekten vazgeçmiştir. Barzani, CIA kontrolünde, ABD’de
ölmüştür.
ABD’nin Kürtlerle ilgisi devam
etmiş ve 1980’li yılların başından itibaren bu ilgi giderek artmıştır. A.B.D.
Dışişleri bakanlığının her yıl yayınlanan insan hakları komisyonu raporunda,
1982 yılında Kürtlerden iki cümle ile bahsedilirken 1986 yılı raporunda Kürtlerin
durumu 12 paragraf ile bahsedilmiş ve Türk Hükümeti bu raporda tenkit
edilmiştir. 1987 yılında ise 11 sayfa Kürtlere ayrılmıştır. Takip eden yıllarda
da, raporda Kürt azınlığın insan haklarından yararlandırılmadığı ısrarla
bahsedilmiştir. Böylece Sevr ile bize kabul ettirilemeyen (Lozan’da ret edildi)
Kürtlerin ayrı bir millet olduğu ve azınlık olduğu fikri işlenilerek kukla
Kürdistan devletinin kurulmasına çalışılmaktadır.
ABD, PKK ile ASALA’nın (Ermeni)
işbirliğini de desteklemiştir. ABD sadece PKK ile değil diğer örgütlerle de
işbirliği yapmaktadır. 1988 yılında Irak Kürdistan Yurtsever Birliği Lideri
Celal Talabani’yi ABD yönetimi kabul etmiş ve resmi görüşmeler yapmıştır.
Talabani ise Abdullah Öcalan ile ittifak protokolü yapmış bir kimsedir. Bu
yıllardan sonra PKK militanlarında Amerika yapımı silahlar görülmeye
başlanılmıştır. ABD, PKK’nın terör örgütü olduğunu kabul etmekle birlikte bu
örgütün siyasi, sosyal teorilerini çok büyük oranda paylaşmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu
sonrasında ve daha sonraki yıllarda 3 önemli isyan hareketi olmuştur: 1920
Koçgiri, 1925 Şeyh Sait, 1938 Dersim hareketleri aslında bir milli isyan
hareketi değildir. Özellikle 1925 Şeyh Sait İsyanı’nın Musul ve Kerkük
meselesinin İngilizlerle müzakereye girişilip T.C. lehine halledileceği zamana
denk gelmesi tesadüfî değildir. 1938 Dersim harekâtının ise, Hatay meselesi
sonrasında doğan gergin zamanda olması tahriklerin dış kaynaklı olduğunu
göstermektedir.
Avrupa’da kurulmuş bulunan Kürt
Cemiyeti’nin 1961 yılında zamanın devlet başkanı Cemal
Gürsel’e gönderdiği telgrafta şu
istekler vardı:
- Kürdistan vilayetleri tek ülke halinde birleşmeli ve Cumhuriyet içinde muhtariyet verilmeli;
- Kürtçe resmi öğrenim dili haline getirilmeli;
- Kürtçe basın ve yayına müsaade edilmeli;
1961 yılında Silopi’de kurulan
Irak Kürdistan Partisi ise programına şunları almıştır:
1. T.C.
Anayasa’sı değiştirilmelidir.
2. Anayasa’ya
Türk ve Kürt terimleri konulmalıdır.
3. Türk
Devleti’nin iki milletten oluştuğu kabul edilmelidir.
4. Kürtçe
yayın yapılmasına müsaade edilmelidir. Okullarda Kürtçe okutulmalı, radyoda
Kürtçe neşriyat yapılmalıdır.
Devrimci Doğu Kültür
Dernekleri’nin 1969’da yayınladıkları bildiri’de ise şunlar vardı:
- Sivas il hududundan itibaren Doğu’da bir Kürt devleti kurulması çalışmaları yapılmalıdır.
- Kürtlerin etnik bir grup olduğu propaganda edilmelidir.
- Türk ordusu işgal ordusu olarak gösterilmektedir.
- Eylemler Türk Solu ile birlikte yapılmalıdır.
Zamanımızda ise bu görüşleri vatan ve milletin bölünmez bütünlüğü için
yemin edenler (millet vekilleri) kolaylıkla savunmaktadır.
1984 yılında PKK ilk defa ilçe
basarak terörist ve bölücü faaliyetlere hız kazandırmıştır. Körfez harekâtı ile
de durum daha vahim bir hal almıştır.
Bugün artık
her gün birkaç vatan evladı güvenlik görevlimiz şehit edilmekte, devlet
daireleri kurşunlanmakta, bombalanmaktadır. Bu olayların esas sebebi daha önce
belirttiğimiz gibi Doğu ve Güneydoğumuzu da içine alacak kukla bir Kürdistan
devletinin kurulmak istenmesidir.
Bir devletin
kurulması için üç unsur gereklidir.
- Birbirleri ile yaşamaya karar vermiş, müşterek kültür, tarih v.s. gibi değerlere sahip bir topluluk yani millet,
- Bu milletin üzerinde yaşayacağı topraklar yani vatan,
- Bu topraklar üzerinde bu milletin hakim olması, otoritesini kullanabilmesi yani hükümranlık.
İşte Kürt Devleti’ni oluşturmak için bu üç
unsurun gerçekleşmesine çalışılmaktadır.
Daha önce
bahsedildiği gibi İngiltere başta olmak üzere 19. yüzyıl başlarından itibaren
propaganda edilen, “Kürtlerin ayrı bir millet olduğu” görüşü dünya kamuoyunca
kabul görmüştür. Türk Kamuoyunda da bu düşünce kabul görür hale gelmiştir. Bu
görüşün kabul görmesinde “Türkçe’den başka dillerde yapılacak yayınlar hakkında
kanunun” iptali ile birlikte başlayan resmi ağızlı beyanların büyük rolü
olmuştur.
Herkes anadili ile
konuşabilmelidir şeklinde gerekçe gösterilerek 12 Eylül yönetimi ile getirilen
kanun iptal edilmiştir. Bu iptal işlemi esnasında Kürtlerin ayrı bir millet
olduğu ve nüfuslarının en az 12.000.000 olduğu şeklinde resmi beyanlar
olmuştur.
Devlet için ikinci unsurun
Hükümranlık olduğunu söylemiştik. Kürdistan olarak isimlendirilecek Türkiye’nin
Doğu ve Güneydoğusunda ve Irak’ın kuzeyinde T.C. ve Irak Devletinin hâkimiyeti
ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.
Irak’ın kuzeyinde, körfez
harekatından sonra, (36.paralel) Irak devletinin hakimiyeti müttefik ülkelerin
gayreti ile ortadan kalkmıştır. Kukla Kürdistan kurmak isteyen ABD ve
müttefikleri bu bölgede Irak’ın denetimi yeniden kazanmaması için Çekiç Gücü Silopi’ye
yerleştirmişlerdir. Bahane olarak Irak’ın bu bölge halkına olan kötü
muamelesini önlemek gereğini ileri sürmüşlerdir. Yani tez şudur: “Kuzey Irak’ta
Kürtler yaşamaktadır. Irak bunların haklarını vermemektedir. İsyan eden bu insanlara
kötü davranmaktadır. İnsan haklarına uyulmamaktadır. İnsan hakları savunucusu
ABD ve müttefiklerinin de bu insanları kazanmak için Çekiç Gücü T.C. Güneyine
yerleştirmişlerdir.”
T.C. Güneyinde devlet
otoritesinin de kalkması gerekir (hükümranlık). Bunun içinde terör metot olarak
kullanılmaktadır. PKK, terör eylemleri ile bölge halkına esas gücün kendisinde
olduğunu göstermeye ve halkta ve devlet kademelerinde yılgınlık doğmasına
çalışmaktadır.
Kuzey Irak’ta ABD kontrolünde bir
devletin kurulması gerçekleşmek üzeredir. Seçim yapılmıştır; Hükümet
kurulmuştur; Ordu kurulmaktadır.
Bu devlet kuruluktan sonra korkarım ki Çekiç Güç T.C. deki Kürtlerin
korunmasını üstlenir ve T.C. otoritesi Güney Doğudan kaldırarak Kürt devletinin
sınırları genişletilmiş olur. Bunu önlemek uygulanan şimdiki politikalar ile
zordur. Çünkü biz de bu insanların farklı bir millet olduğunu kabullenmiş
bulunuyoruz.
Atatürk ve daha sonraki devlet
adamları Kürtlerin ayrı bir millet olduğu fikrini asla kabul etmemişlerdir ki
doğrusuda budur.
Atatürk bir coğrafya kitabında
şunları yazıyor :
“Türkiye bugün yalnız Türklerin yerleşmiş olduğu araziden mürekkeptir.
Türk olmayanlar, Türklüğe yabancı olanlar vatan haricinde kalmış veya
çıkarılmış bu suretle milli birlik temin edilmiştir. Fakat birçok Türk
vatandaşımız Lozan müdahalesiyle çizilen yeni hudutlarımız haricinde kalmıştır.
Türkiye’de ekalliyet teşkil eden unsurlar Rumlar, Ermeniler ve Musevilerden
ibarettir.”
Atatürk döneminde şekillenen bu
milli politika zamanla terkedilmiş hatta zamanımızda bununla da yetinilmemiş
“Kürtçe” ve “Kürt Irkı” devamlı gündemde tutulmaya çalışılmıştır. Hatta
T.B.M.M. çatısı altında Kürtlere özgürlük isteyen milletvekilleri
çıkabilmiştir.
Son olarak Terör Örgütü PKK’nın
lideri ateşkes ilan ettiğini belirtmiş ve bazı haklar verildiği takdirde
ateşkesin devam edeceğini bildirmiştir. Onun Türkiye’deki uzantısı olanlar ve
bazı gafil kimseler de Apo ve militanlarına yeni bir siyasi sıfat ve hüviyet
kazandırmaya çalışmaktadırlar. PKK’nın ateşkes ilanı bir taktik anlayış
gereğidir. PKK’nın görevlerinden biri silahlı propagandadır. Bu propaganda ile
Anadolu’nun Doğu ve Güneydoğusunda, Türklerden ayrı bir Kürt Milleti yaşadığını
dünya ve maalesef Türk kamuoyuna kabul ettirmiştir. Dolayısıyla görevlerinden
birini başarı ile tamamlanmıştır.
PKK ikinci görevini ise, bu
bölgede T.C.nin otoritesini ortadan kaldırarak kendi hükümranlıklarını kabul
ettirmeyi, güvenlik güçlerimizin ve yöre halkının mücadelesi sonucu
başaramamıştır. Bu sebeple de PKK lideri ateşkes ilan ettiğini açıklamıştır.
Ateşkesin devamı için ileri sürdüğü istekler ise bölücü örgütlerin 1960’lı
yıllarda yazdıkları ile aynıdır.
Türkiye’nin önünde şimdi iki yol vardır. Biri Sevr’e diğer Lozan’a
gitmektedir.
Türkiye eğer Sevr’e gitmek istiyorsa yapacağı işlemler şunlardır:
- T.C. Devleti’nin üniter yapısı tartışmaya açılmalı, federatif devlet modeli üzerinde durulmalıdır.
- T.C. Devleti içinde farklı iki millet olduğu belirtilerek I.Cumhuriyet tartışılmalı, II.Cumhuriyetin kurulması için propaganda yapılmalıdır.
- Kürtçe TV, gazete, kitap, gibi yayınların yapılması kolaylaştırılmalıdır.
- Anadolu’nun Güney Doğusunda muhtar bir bölge kurulmalıdır. Bu bölgede güvenlik ve asayişi PKK militanları sağlamalıdır.
- Her ihtimale karşı Çekiç Güç’ün göreve devam etmesi sağlanmalı, bu bölgedeki halkın hakları bu güce emanet edilmelidir.
- Irak Devleti’nin 36.paralelin kuzeyinde otoritesinin kalmaması sağlanmalıdır.
- Irak’ın kuzeyi ile Anadolu’nun güneydoğusu bileştirilerek Kürt Devleti kurulmalıdır.
Türkiye elbette ki Sevr yolunu
seçemeyeceğine göre ikinci yolu seçmelidir ve şunları yapmalıdır:
- Türkiye Cumhuriyeti içerisinde Rum, Ermeni, ve Yahudilerden başka bir azınlık grubu olmadığı bütün dünyaya ilan edilmelidir.
- T.C. vatandaşlarının hepsinin bu devletin birinci sınıf vatandaşı olduğu, etnik temeli ne olursa olsun herkesin Yüce Türk Milleti’nin birer ferdi olduğu anlatılmalıdır.
- Devletin üniter (tekil) yapısı tartışma konusu yapılmamalı federatif bir yapıdan söz dahi edilmemelidir.
- Devletin resmi otoritesi ülkenin her karış toprağında hâkim kılınmalıdır.
- Devletin şefkati her vatandaşa ulaşmalı, bölgeler ve insanlar arası gelir dağılımındaki bozukluk düzeltilmelidir.
- Resmi dilin Türkçe olduğu ve bu dilden başka bir dille eğitimin mümkün olmadığı anlatılmalıdır.
- Apo veya PKK adına konuşan hiçbir kimse devletin muhatabı olarak kabul edilmemelidir. Bu hususta Türk adaleti son söz sahibi kılınmalıdır.
- Irak’ın toprak bütünlüğü savunulmalıdır. Bu ülkede demokratik devlet yapısının kurulması teşvik edilmelidir.
- Çekiç Gücün bölgeden uzaklaştırılması sağlanmalıdır.
- Batılı ülkelerin bölgedeki faaliyetleri yakından takip edilmelidir.
Bütün bunları
gerçekleştirmeye kalkarken Apo tekrar kan dökebilir endişesi yersizdir. Atatürk
Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl kurulduğunu anlattığı Büyük Nutku’nun sonunda şunları
söylüyor: “Bugün vasıl olduğumuz netice
milli musibetlerin intihabı ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların
bedelidir. Bu neticeyi Türk Gençliğine emanet ediyorum.”
T.C.
Devleti’ni kurmak için vatanın her köşesini kanları ile sulamasını bilen
milletimiz onu ebediyete kadar yaşatmak için de gerekirse şimdi de asil kanını
aziz vatan topraklarına dökmekten çekinmez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder